MUHYÎ, Fenârî-zâde Muhyiddîn Çelebî

(d. ?/? - ö. 954/1548)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Asıl adı Muhyiddîn’dir. Fenârî-zâde Muhyiddîn Çelebî olarak tanınmaktadır. Muhyî, Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislâmı olan Molla Fenârî’nin torunlarındandır. Babası ise Alaaddin Ali Çelebi’dir. Muhyî’nin soyunun Molla Fenârî yoluyla II. Halife Hz. Ömer bin Hattâb’a kadar dayandığı söylenmektedir. Şiirlerinde “Muhyî” mahlasını kullanmıştır. Muhyî’nin doğum yerini bazı kaynaklar Bursa (Altunsu, 1972: 25; Kaplanoğlu 1998: 136; Bilkan-Çetindağ 2006: 57) olarak gösterse de bu bilgi kesin değildir. Yine doğum tarihi hakkında da bazı kaynaklarda çelişkili bilgiler yer almaktadır (Beliğ 1302: 239; Şemseddin Samî 1306: V/3436). Yapılan araştırma neticesinde Muhyî’nin doğum tarihi ile ilgili kesin bir tarihe ulaşılamasa da çeşitli ipuçları onun doğumunun 883/1478 yılından sonraki bir tarih olduğunu göstermektedir. Muhyî, ilk eğitiminine babası ile başlamış ve daha sonra Hatib-zâde Muhyiddin Efendi’den mülazemet almıştır (901/1495-96). II. Bayezit devri vezirlerinden Hadım Ali Paşa kendisini evlat edinerek koruyuculuğunu üslenmiştir. Muhyî, medrese eğitimini tamamladıktan sonra Fenârî-zâde ailesine tanınan ayrıcalıktan da faydalanarak ilk önce İstanbul’da Ali Paşa Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir (902/1496-97). Ardından Bursa’da Sultan Medresesine ve Sahn-ı Seman Medresesine müderris olmuştur (919/1513). Kadılık mesleğine geçen Muhyî, önce Edirne (925/1519), sonra İstanbul kadılığına getirilmiştir (926/1520). Ardından Anadolu ve Rumeli Kazaskerliğine yükselen Muhyî (929/1523), on beş yıl kadar bu görevi sürdürmüştür. Bu görevinden Ayas Paşa tarafından azledilerek günlük 150 akçe ile emekliye ayrılan (944/1537) Muhyî, hacca gitmiş ve bir yıl burada kalarak tefsir dersleri vermiştir. Hac dönüşü emekli maaşı 200 akçeye yükseltilmiştir (Mecdî 1989: I/387). Muhyî, Ayas Paşa’nın vefatı ile Abdülkadir Hamidî Çelebî’nin yerine şeyhülislâmlık makamına tayin edilmiştir (949/1543). 3 yıl 6 ay bu makamda kaldıktan sonra, yaşlılığı sebebiyle ve kendi isteğiyle görevinden ayrılmıştır (1545/952) (Müstakimzâde 1978: 22: Danişmend 1989: II/432). Muhyî, 26 Zilkade 954 / 7 Ocak 1548’de İstanbul’da vefat etmiştir. Öldüğünde yaklaşık olarak 70 yaşında olduğu tahmin edilmektedir. Kabri Eyüp Sultan’da Küçük Emir Efendi’nin yanındadır.

Muhyî’nin mizacı ile ilgili kaynaklarda; “çok yemek yediği halde doymadığı, vesveseye kapılıp dışarıdan aldığı bir şeyi kullanmadan önce defalarca yıkadığı, hatta kalemi kâğıdı ve mürekkebi dahi yıkadığı, bir beyit okuyunca ağzını gül suyu ile çalkaladığı” şeklinde bazı garip hallerinden söz edilir (Âşık Çelebî 1971: 119b).

Muhyî’nin doğrudan her hangi bir tarikat ile ilişkisinin olmadığı ancak dindarlık konusunda oldukça titiz ve hassas bir yapıya sahip olup aşırı takva sahibi olduğu bilinmektedir. Helali haramdan ayırmada oldukça dikkatlidir. Muhyî, fakir dostu, cömert, kul hakkı konusunda oldukça titiz bir yaratılışa sahipti. Rumeli Hisarı’nda ve Dereseki’de iki mescid yaptırmıştır (Âşık Çelebî 1971: 119b; Kınalı-zâde 1989: II/729; Müstakimzâde 1978: 22 ).  

Eserleri şunlardır:

1. Divan-ı Muhyî: Muhyî Divanı’nın İstanbul Reşid Efendi (Millet Ktp.), No: 772 numarada kayıtlı tek nüshası bulunmaktadır. Bu tek nüshadan hareketle hazırlanan Dîvân metninde (Arslan 2007); 667 gazel, 10 kaside ve 1 murabbadan oluşan 678 şiir bulunmaktadır. Bunlardan 653’ü Türkçe şiir (643 gazel, 9 kaside, 1 murabba), 28’i Farsça şiir (1 kaside, 27 gazel), 5’i Arapça şiir (gazel), 2’si Farsça-Arapça mülemma (gazel) dır. Ayrıca Muhyî Divanı’nındaki 678 şiirden 452’si naziredir.

2. Sadrü’ş-Şerîa’ya Dair Risaleler: İslâm fıkhı üzerine yazılmış, medreselerde “Sadrü’ş-Şerîa” adıyla orta seviyede bir fıkıh kitabı olarak okutulmuş, çeşitli şerhleri yapılmış ve haşiyeler yazılmış olan bu eserle ilgili Muhy’nin yazmış olduğu risalelerdir.

3. Hidâye’ye Dair Risaleler: Osmanlı medreselerinde ileri düzeyde temel ders kitabı olarak yüzyıllarca okutulmuş olan Burhanettin Merginânî’nin Hanefi fıkhı üzerine yazmış olduğu “Hidâye” adlı kitap ve şerhleri konusunda Muhyî’nin yazmış olduğu risalelerdir.

4. Şerh-i Miftah’a Yazılmış Haşiye: Osmanlı medreselerinde belâgat alanında yaygın olarak okutulan kitapların başında gelen Seyyid Şerif Cürcânî’in “Miftah Şerhi” adlı eserine “ilm-i meânî” konusunda Muhyî’nin yazmış olduğu haşiyedir.

Bu eserlerden başka Muhyî’nin Mekke’de mücavir olduğu dönemde vermiş olduğu tefsir derslerinden oluşan bir Kur’an Tefsiri yazmaya başladığını fakat bu eseri tamamlamaya ömrünün vefa etmediğini kaynaklardan öğreniyoruz.

Muhyî’nin edebî faaliyetlerinin odak noktasını nazirecilik oluşturmaktadır. Şairin nazireye düşkünlüğü eski kaynaklardan bazılarında vurgulanmıştır. Âşık Çelebî (1971: 119b) Meşâ’irü’ş-Şu’arâ’da onun, üç dilde (Türkçe-Farsça-Arapça) şiir söylediğinden söz etmekte ve şiirlerinin çoğunluğunun nazire olduğuna dikkat çekmektedir. Bazı tezkire yazarları ise onun şairliğinin asıl mesleğinden sonra geldiğine işaret etmektedirler. Üçte ikisi nazirelerden oluşan ve bu yönü ile bir nazire mecmuası görünümünde olan Muhyî Divanı’ndaki nazireler, toplam 22 şaire söylenmiştir. Muhyî’nin nazire söylediği şairlerin başında Ahmed Paşa (127 nazire), Şeyhî (75 nazire), Nevayî (57 nazire) ve Necâtî (41 nazire) gelmektedir. Muhyî, İran şairlerinden Molla Camî, Kemâl-i Hucendî ve Selmân-ı Savecî’nin şiirlerine de Farsça, Türkçe ve Arapça nazireler söylemiştir. Muhyî, nazire söylediği bu şairlerden bazılarını üstad kabul etmiş bazılarına ise meydan okumuştur. Muhyî, nazire söylediği şairlerin adını başlıkta zikretmiş ve nazire olmayan şiirlerini ise “ihtira” başlığıyla bunlardan ayırmıştır. “Zemin şiire farklı dilde nazire söyleme”, “bir zemin şiire birden fazla nazire söyleme” ve “nazire söylediği şairlerin adını başlıkta anma” gibi konular Muhyî’nin nazireciliğinin en belirgin yönünü oluşturmaktadır. Ayrıca Muhyî’nin “nazireleri” ile “ihtiraları” (nazire olmayan şiirleri) arasında redif, kâfiye ve vezinde olduğu kadar söyleyişte de hissedilir bir farkın olduğu gözlenmiştir. Redifli gazellerinin büyük oranda nazireler olduğu, kâfiye kelimelerinin nazirelerle benzerlik gösterdiği, yekâhenk gazellerinin yine nazire gazeller olduğu görülmüştür. Muhyî’nin söylediği nazirelerde nazım tekniği ve söyleyiş açısından ihtiralara göre daha başarılı olduğunu söylemek mümkündür.

Kaynakça

Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmanî. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.

Altunsu, Abdülkadir (1972). Osmanlı Şeyhülislâmları. Ankara: Ayyıldız Matbaası.

Arslan, Mustafa (2007). Muhyî, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanı. Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Bilkan, Ali Fuat ve Yusuf Çetindağ (2006). Şeyhülislâm Şairler. İstanbul: Hece Yay.

Danişmend, İsmail Hami (1948). İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi C. 2. İstanbul.

Fâ’izî. Zübdetü’l-Eş’âr. TTK Kütüphanesi, Y.I/31, vr.71a.

Fenârîzâde Muhyiddin Çelebi. Divan-ı Muhyî. İstanbul: Reşid Efendi (Millet Ktp.), No: 772

İlmiye Sal-nâmesi (1324). İstanbul. Matbaa-i Amire.

İpekten, Haluk, M. İsen, R.Toparlı, N. Okçu (1988). Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü. Ankara: KTB Yay.

İpşirli, Mehmet (1995). “Fenârî-zâde Muhyiddin Çelebî”. İslâm Ansiklopedisi. C. 22. İstanbul: TDV Yay. 339.

İsmail Belîğ (1302). Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân. Bursa.

İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Katalogu (1965). C.I. İstanbul: MEB Yay.

Kaplanoğlu, Raif (1998). Bursalı Şair Yazar ve Ünlüler Ansiklopedisi. Bursa: Avrasya Etnografya Vakfı Yay.

Kâtib Çelebî (1941). Keşfü’z-zünûn an-Esâmi’l-Kütübi ve’l-Fünûn. C. I. İstanbul: MEB Basımevi.

Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Âşık Çelebi Meşâ’irü’ş-Şu’arâ. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.

Kurnaz, Cemal ve  Mustafa Tatçı (hzl.) (2001). Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî. Ankara: Bizim Büro Yay.

Kut, Günay (hzl.) (1978). Sehî Beg Tezkiresi, Heşt Bihişt, İnceleme, Tenkitli Metin, Dizin. Harvard: Harvard Üniversitesi Basımevi.

Kutluk, İbrahim (hzl.) (1989). Kınalı-zâde Hasan Çelebî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. C.II. Ankara: TTK Yay.

Kutluk, İbrahim (hzl.) (1997). Beyânî, Tezkiretü’ş-Şu’râ. Ankara: TTK Yay.

Latîfî. Tezkiretü’ş-Şu’arâ. TTK Kütüphanesi, Y.I/30, vr.111b.

Müstakîm-zâde Süleyman Saadeddin (1978). Devhatü’l-Meşâyıh. Tıpkı Basım. İstanbul: Çağrı Yay.

Müstakîm-zâde Süleyman Saadeddin (2000).  Mecelletü’n-Nisâb. Tıpkı Basım, Ankara: Kültür BakanlığıYay. vr.387b.

Özcan Abdülkadir (hzl.) (1989). Mecdî, Hadâ’ikü’ş-Şakâ’ik. C.I. İstanbul: Çağrı Yay.

Şemseddin Samî (1306). Kâmûsu’l-A’lâm.  C.V. İstanbul.

Tatçı, Mustafa (hzl.) (2003). Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri I-II-III. Ankara: Bizim Büro Yay.

Tokdemir, Saadettin (hzl.) (1937). Celâl-zâde Mustafa Çelebi, Tabakatü’l-Memalik. İstanbul.

Uzunçarşılı, İsmil Hakkı (1983). Osmanlı Tarihi. C.II. Ankara: TTK Yay.

 

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: DOÇ. DR. MUSTAFA ARSLAN
Yayın Tarihi: 22.12.2013
Güncelleme Tarihi: 21.08.2021

Eserlerinden Örnekler

Eserlerinden Örnekler

 

            Gazel


            Çeşmi la’lün hasretidür gevher-efşân eyleyen

Dür dişün şevkidür eşki bahr-i ummân eyleyen

 

            Gün yüzünde zerredür ağzun görinmez gözlere

Ebr-i zülfün sâyesidür anı pinhân eyleyen

 

                Hüsnünün bustânı aksidür cihânı zeyn idüp

Bâğ u râğ u kuh ü sahrâlarda bustân eyleyen

 

                Kaddünün tûbîsidür şimşâd u servi bâğda

Baş açuk yalun ayak şeydâ vü hayrân eyleyen

 

                Hoş komış tiryâk-i laćlün mâr-ı zülfün yanına

Kudret ile lutf idüp her derde dermân eyleyen

 

                Tal’atunda gice gündüz nûr-ı îmân berkidür

Her nazarda fevc-i küffârı müselmân eyleyen

 

                Gül gibi her hâra mâyil olduğundur dâyimâ

Gayretümden gonçe-veş bağrum tolu kan eyleyen

 

                Eşkümün ummânı içre dürr iken her katresi

Gözden akan hûn-ı dildür anı mercân eyleyen

 

                Muhyî’yi bilmezlenürsin ey vefâsuz dil-rübâ

Sen degül miydün anunla ahd ü peymân eyleyen

             (Arslan, Mustafa (2007). Muhyî, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanı. Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi. 278-279)


            Gazel

Nazîre-i Nevâyî

Tal’atun bayram günidür âşıka ey meh-likâ

Anda ruhsârun şafaklu subhdur alnun duhâ

 

              Ruhlarundan rûz u şeb nûr alsa mihr ü meh ne tan

Her birinde anlarun var pertev-i nûr-ı Hudâ

 

                Âsmândan gördügünce kaşunı dâyim hilâl

Ana itmekde selâm ikrâm ile olup dü-tâ

 

                Sana her ılduz semâdan arz idüp her şeb özin

Her biri bezmünde şem idinmegi eyler recâ

 

                Mülk-i hüsne leblerün virdi kemâl-i intizâm

Birbiriyle hoş düzenlükde ol iki pâdşâ

 

                Rûyunun her gûşesinde benlerün nice garîb

Hindîlerdür Rûm’a düşüp itdiler mescidde câ

 

                Oldı zülf ü tal’atunla şâd u hem hayrân dilüm

Kim irüpdür leyl-i kadre kim nehârı îd ola

 

                Gelse mir’ât-ı mücellâ-yı cemâlün karşuma

Virür ol âks ile dil âyînesine hoş cilâ

 

            Mushaf-ı hüsnünden açdı fâl Muhyî teşne-leb

             Şükr kim fâlında geldi sûre-i Kevser ana

            (Arslan, Mustafa (2007). Muhyî, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanı. Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.  614).