ÖKSÜZ/ÖKSÜZ DEDE/ ÖKSÜZ ALİ

(d. ?/? - ö. ?/?)
âşık
(Âşık / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Muhtelif kaynaklarda Öksüz, Öksüz Âşık, Öksüz Dede ve Öksüz Ali adlarıyla geçen âşık/âşıkların aynı kişi mi yoksa farklı kişiler mi oldukları hususunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Bu konuda fikir öne süren kişilerin görüşlerinden hareketle âşık/âşıklar hakkındaki tartışmaları bir arada değerlendirmek uygundur. Öksüz Âşık’ın hayatı hakkında bilgi yoktur. Hangi asırda yaşadığı şiirlerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Ali Ufkî’nin 1650 tarihli Mecmua-i Saz u Söz adlı musiki mecmuasına kaydedilmiş eserlerinden birinde şairin Halil Paşa’nın kaptan-ı deryalığı zamanında (1614-1622) deniz askeri olduğu, Bektaşîliğe meylettiği görülmektedir (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi 1990: 174). 16. yüzyıl şairlerinden Öksüz Dede ile karıştırıldığı için tanınması geç olan şairin asıl adı Ali’dir. Tuna hakkında yazdığı şiiri onun o bölgede doğup büyüdüğünün işaretidir. Adına Âşık Ömer’in Şairnamesi’nde rastlanır (Sakaoğlu- Alptekin 2008: 70). Müjgan Cunbur, Başakların Sesi adlı eserinde Öksüz Dede ve Öksüz Âşık’ı aynı kişi olarak değerlendirir ve Öksüz Âşık mahlaslı bir şiirinin son dörtlüğüne yer verir. Bazı şiirlerinde Öksüz Âşık, bazı şiirlerinde Öksüz Dede diye geçer. Bu birbirine çok yakın iki mahlası kullanan şair, tek şahıs mı yoksa iki kişi midir, henüz bilinmiyor. Yalnız Öksüz mahlasını kullandığı şiirler de vardır. Bir şiirinden adının Ali olduğu anlaşılmaktadır. Bazı şiirlerinden mert, arı, akıcı biraz kırıcı, fakat canlı bir söyleyiş duyulur. Bu bakımdan onu bir ordu veya donanma şairi sayarlar. Şiirlerinde yer yer ve Rumeli ağzını andıran deyişlere de rastlanır. Anlaşıldığına göre; III. Murad devrinde yaşamış, Osmanlı- İran harplerine katılmış, Serdar Ferhat Paşa’nın başarılarına, İran şehzadesi Haydar Mirza’nın rehine olarak İstanbul’a getirilişine şahit olmuş, bu son olaya uzun bir türkü yakmıştır. Öksüz Dede’yi 16. asrın ikinci yarısının en güçlü en orijinal saz şairi saydıran eserleri hiç şüphesiz, güzellerin ay gibi doğup dolandığı, nazlı nazlı gezip salındığı şiirleridir: “Ela gözlerine kurban olduğum/Ecelim gelmeden öldürme beni/ gizlice uğrunda severim seni/ Sırrımı kimseye beldirme beni.” Öksüz Âşık bunu böyle söyledi/ İndi aşkın deryasını boyladı/Senin aşkın beni mecnun eyledi/ Dağlara düşürüp gezidire beni.” (Cunbur 1968: 97-98). Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı adlı eserinde Öksüz Âşık’ın on altıncı yüzyıl sonlarında yaşadığı, III. Murad’ın (1574-1595) İran Seferleri ile ilgili şiirlerinden anlaşıldığı bilgisini vermektedir. Gazi yeniçeri şairlerindendir. İran seferlerinden birinde, Ferhat Paşa Hamza Mirza’nın küçük şehzadesi Haydar Mirza’yı rehine alarak İstanbul’a getirmiştir. Öksüz Âşık, aşağıdaki şiirinde, Safavî İran Şahı’nın bu olay karşısındaki ıstırabını dile getirmektedir. Aynı şairin Tuna için Türkçemizde en güzel şiirlerinden birini yazdığına bakılırsa, Serhatlı yiğitlerden biri, bir akıncı gazisi, savaştan savaşa, imparatorluğun bir sınırından en uzaktaki ucuna geçmiş bir asker olduğu düşünülebilir (2008: 799) M. Fuat Köprülü, 16. asır sonuna kadar Türk Saz Şairleri adlı eserinde 16. asrın son yarısında yaşayan Öksüz Dede adlı bir şairden bahsederken, Tuna hakkında güzel bir manzumesine tesadüf edilen Öksüz Âşık, Öksüz Dede mahlaslarının aynı şaire ait olması ihtimalini de kaydetmişti (Eren 1952: 1). Nihat Sami Banarlı, 1935’te çıkan bir yazısında 16. asır ozanlarından Öksüz Ali’nin basılmamış tuyuğları, Köprülü’nün ileri sürdüğü bu ihtimali “ akla en uygun bir düşünce olarak” kaydetmiştir. Eski bir mecmuada bulduğu bir manzumeye dayanan Banarlı, Öksüz, Öksüz Dede, Öksüz Âşık adlarını kullanan bu şairin asıl adının Ali olduğunu ilave ediyor (Eren 1952: 1). Köprülü, Türk Saz Şairleri adlı eserinde Banarlı’nın ileri sürdüğü bu fikri kabul etmiştir (Eren 1952: 2). Hasan Eren, bulduğu mecmuada bu manzumenin Öksüz Ali adına yazılı olmasına bakılırsa, Öksüz Âşık’ın adının Ali olduğuna artık katî surette hükmolunabileceğini ifade eder (1952: 4). Köprülü Türk Saz Şairleri adlı eserinde de Öksüz Dede’nin Öksüz Âşık gibi mahlaslar kullandığını kaydederek, eski tahminini tekrarlıyor. Halbuki Banarlı’nın Öksüz Ali hakkındaki yazısından habersiz kaldığı anlaşılan K. Yurdakul 1942’de çıkan bir yazısında Öksüz Âşık’tan bahsederken Öksüz Dede’nin Öksüz Âşık’la bir alakası olmadığını ileri sürmüş, fakat bu hususta hiçbir delil zikretmemiştir (Eren 1952: 5). Sunullah Arısoy, Türk Halk Şiiri Antolojisi eserinde Öksüz Dede’nin yaşamıyla ilgili çok az bilgi ve yeniçeri bir halk ozanı olduğu bellidir. III. Murad zamanında yapılan 1577-1590 yılları arasındaki İran Seferine değinmesinden Ferhat Paşa’nın İran şehzadesi Haydar Mirza’yı rehine olarak İstanbul’a getirmesini anlatmasından Öksüz Dede’nin XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı sonucuna varılıyor. Halk şiirimizde bir de “Öksüz Âşık” adında şiirler söyleyen bir ozan vardır. Kimi incelemelere göre bu ozan XVII. yüzyıl ozanıdır. Ama onun şiirleri Öksüz Dede’nin şiirleri ile karıştırılır. Ne var ki hangi şiirlerin hangi ozanı olduğu kesinlikle ortaya konabilmiş değildir. Arısoy, bu açıdan iki adı bir arada yazma ihtiyacı olduğunu belirtir (Arısoy 1995: 102; Çelik 2008: 91-92). Âşığın 16.asırda Rumeli’nde, Tuna boylarında yetiştiği sanılmaktadır. III. Murad devrinde yaşamış bir yeniçeri şairidir. Serdar Ferhat Paşa’nın İran Savaşlarında başarı kazanıp Şehzade Haydar’ı rehine olarak İstanbul’a getirmesi (1590) hadisesini işleyen iki koşması (ki biri İran şahı 1. Abbas ağzından söylenmiştir.) Şiirlerinin Öksüz Ali’nin şiirleri ile karışmış olacağı söylenmektedir. Fuat Köprülü, Öksüz Dede’nin şiirlerini asrın ikinci yarısında yetişen diğer şairlere nazaran çok güçlü bulmaktadır. Gerçekten de dil ve ifade bakımından daha sonra gelişen âşık tarzı şiir üzerinde Öksüz Dede’nin oldukça tesiri görülmektedir. Bilhassa “ordu şairleri” arasında bu tesir daha fazla olmuştur (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedi 1990: 174). Bezirci’ye göre ise Öksüz Dede’nin şiirleri 17. asırda yaşayan Öksüz Âşık’ın şiirleri ile karıştırılmıştır (Bezirci :182) Hayatı hakkında başka malumata sahip olmadığımız bu şairin bütün “Öksüz” mahlasını taşıyan şiirlerin sahibi olmaması muhtemeldir. Bilhassa “Öksüz Âşık” mahlaslı manzumeler için bu ihtiyati kaydı (olasılığı) koymak lazımdır. Bunların hemen hiçbiri tarihi bir işaret taşımıyor. (Boratav-Fıratlı 2000: 83) Asıl adı Ali olduğu sanılan Öksüz Âşık, on yedinci yüzyılda yaşamıştır. Elimizde bulunan yazma cönkler ve dergilerde on yedinci yüzyıl eserleri arasında birçok şiiri bulunmaktadır (Kocatürk 1963: 102) Öksüz Dede’yi, Ferhat Paşa kumandasındaki Türk-İran Savaşları dolayısıyla söylediği şiir ile tanıyoruz. Ferhat Paşa İran üzerine muvaffak bir sefer yapmış, kendini de orduya gösteren yararlılıklar göstermiş, çok müsait şartlarla bir muahede imzalamış ve İran şehzadesi Haydar Mirza’yı da rehine alarak İstanbul’a getirmişti (1583). Banarlı’ya göre ise Öksüz Dede, Paşa’nın gerek bu zaferi için gerek Şahoğlu’nun İstanbul’a getirilen yavrusu için biri semâî, biri türkü, iki manzume söylemiştir. Şehzadesini rehin vermek zorunda kalan Şahın ağzından söylediği türkü, evlat hasreti duyan bir babanın hicranını aksettiren hissiliği bakımından güzel ve insanîdir. Şiirlerinin bazı mısralarına Be! nidasıyla başlaması Öksüz Dede’nin bir Rumeli Türk’ü olduğunu düşündürmektedir. Onun Mirza’ya İmirza deyişi de biraz bu sebeptendir. Şairin Rumeli yatırlarından Yâren Baba için söylediği bir nefes de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Bu bilgilerin dışında Öksüz Dede’nin hayatı eserleri ve şiirleri hakkında şimdilik bir bilgimiz yoktur ( Banarlı 1971: 629-630) 

Öbür asker şairlere bakarak Öksüz Dede’nin şiirleri koçaklamadan daha çok tasavvuf yüklü olarak içliliğe(lirizme)kaçan havadadır (Kabaklı 2008: 799). Kıtasıyla başlayan manzumesinde yalnız Öksüz mahlasını da kullandığını gördüğümüz şairimizin manzumeleriyle Öksüz Dede’ye isnat olunan şiirler arasında dil ve üslup bakımlarından hiçbir fark göze çarpmıyor. Bu sebeple Öksüz Âşık ve Öksüz Ali mahlasını taşıyan manzumeleri de Öksüz Dede’ye isnat edebileceğini söyleyerek Öksüz Âşık’a ait birkaç manzumeyi derç ettiğini ifade eder (Eren 1952: 5). 

Kaynakça

Alptekin, Ali Berat, Saim Sakaoğlu (2008). Türk Saz Şiiri Antolojisi. Ankara: Akçağ Yay.

Arısoy, Sunullah (1995). Türk Halk Şiiri Antolojisi. Ankara: Bilgi Yayınevi.

Banarlı, Nihat Sami (1971). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. C.1. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. 

Bezirci, Asım (1993). Türk Halk Şiiri. Ankara: Say Yay.

Boratav, Pertev Naili, Halil Vedat Fıratlı (2000). Yay. hzl. Metin Turan İzahlı Halk Şiiri Antolojisi. İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yay.

Cunbur, Müjgân (1968). Başakların Sesi. Ankara: Poyraz Reklâm Yay.

Çelik, Ali (2008). Türk Halk Şiiri Antolojisi. İstanbul: Timaş Yay.

Elçin, Şükrü (1988). Akdeniz’de ve Cezayir’de Türk Halk Şâirleri. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.

Eren, Hasan ( 1952). Türk Saz Şairleri Hakkında Araştırmalar 1. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Güney, Eflatun Cem (1947). Halk Şiiri Antolojisi. İstanbul: Varlık Yay.

Kabaklı, Ahmet (2008). Türk Edebiyatı. C.II. İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yay. 

Kocatürk, Vasfi Mahir (1963). Saz Şiiri Antolojisi. Ankara: Ayyıldız Matbaası.

Köprülü, Fuat (2004). Saz Şairleri. Ankara: Akçağ Yay.

Makal, Tahir Kutsi (1978). Türk Halk Şiiri. İstanbul: Toker Yay.

Mutluay, Rauf (1972). Türk Halk Şiiri Antolojisi. Milliyet Yay.

Sever, Mustafa (2003). Türk Halk Şiiri. Ankara: Kurmay Yay.

Yzr Krl “Öksüz Dede” (2007). Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C. 7 . Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.

“Öksüz Ali” (1990). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C.7. İstanbul: Dergâh Yay. 174


 

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: ARAŞ. GÖR. EMİNE ÇAKIR
Yayın Tarihi: 03.03.2015
Güncelleme Tarihi: 09.12.2020

Eserlerinden Örnekler

Tel Tel Olmuş

Gül budanmış dal dal olmuş

Menekşesi yol yol olmuş

 

Siyah zülfün tel tel olmuş

Biz şu yerlerden gideli

 

Gurbet illere düşeli

Gül menekşeye karışmış

 

Küskün olanlar barışmış

Taze fidanlar yetişmiş

 

Biz şu yerlerden gideli

Gurbet illere düşeli

 

Öksüz Âşık der bu sözü

Hakk’a çevirmiştir yüzü

 

Öldü zannettiler bizi

Biz şu yerlerden gideli

Gurbet illere düşeli (Köprülü, 1962: 89) (Sakaoğlu- Alptekin 2008: 70)

 

İmirza’mı hoşça tutun ağalar

Be bu söyleyen dil kudret dilidir

Cümle yaratılmış Hakk’ın kuludur

Beylere Armağan Şah’ın gülüdür

İmirza’mı hoşça tutun ağalar

 

İmirza’mı anan Şah’ı sevendir

Meydanda oynanan toptur, çövendir

Üsküfü alnında yavru toğandır

İmirza’mı hoşça tutun ağalar

 

Alnıma yazılan kara yazıdır

İmirza’m babanın iki gözüdür

Sarayda beslenmiş körpe kuzudur

İmirza’mı hoşça tutun ağalar

 

Değme baba kıyar m’ola oğluna

Saldı garipliğe bakar yoluna

Bizden selam olsun Osman Oğlu’na

İmirza’mı hoşça tutun ağalar

 

Ferhad Paşa ilimize geldi hay

Yenemedim yavrucağım hây

Hasretimüz kıyamete kaldı hây

İmirza’mı hoşça tutun ağalar

 

Kanı benim çerilerim nökerim

Yedi yıldır ben bu derdi çekerim

Zebûn oldum dört yanıma bakarım

İmirza’mı hoşça tutun ağalar

 

Akar gözlerimden kan ile yaşım

Dün ü günü hasret çekmedür işim

Hem ehlim ayâlim oğlum yoldaşım

İmirza’mı hoşça tutun ağalar

 

Öksüz Dede durma söyle sözünü

Hakk’a doğru tutup gider özünü

Bizim içün öpün iki gözünü

 İmirza’mı hoşça tutun ağalar (Banarlı 1971: 629-630; Köprülü 2004: 73-74)

 

Sabahtan Uğradım Ben Bir Güzele

Sabahtan uğradım ben bir güzele

Gördüm güzelliğin bildirip gider

Yine kul oldum da durdum selama

Kendin engelimden sakınıp gider

 

Ben yâr ile süremedim demleri

Saramadım ak gerdanda benleri

Düşürmüş dağlarda mor çiğdemleri

Kolların kaldırmış sokunup gider

 

Sana huri derler hurisin huri

Yüzünde yanıyor Mevla’nın nuru

Mahın çevresinde aşk yıldızları

Gerdanında benler şakınıp gider

 

Gözünde ışıldar sevdanın nuru

Aslı melek nesli kendisi huri

Öksüz dermendim gelmedi deyu

Dönmüş ensesine bakınıp gider (Arısoy 1995: 103)

 

Koşma

Dilberin zülfü bir karış telden

Çekelim gurbeti ne gelür elden

Bülbülü ayırmışlar gonca gülünden

Ayrı düştüm bülbülümden gülümden

 

Öksüz Ali’m der ki burda mı durmak

Aktı gözlerimden sel oldu ırmak

Ne pek yüce imiş yardan ayrılmak

Ayrı düştüm bülbülümden gülümden (Eren 1952: 1)