RÂMÎ, Abdurrahman Râmî Çelebi

(d. ?/? - ö. 1049/1639-40)
Divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Râmî Abdurrahman Çelebi'nin doğum tarihi hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmaz. Şairle ilgili tezkirelerde, çok az ve birbirine yakın bilgiler mevcuttur. Rıza Tezkiresi'nde Râmî’nin asıl adının Abdurrahman Çelebi olduğu, Rumeli Kazaskeri Molla Ali’nin oğlu olup öğreniminden sonra müderrislik yaptığı yazılıdır. “Çile-i merdan çekerek paye-i erbaine vasıl olmuştu” ibaresinden onun Mevlevî tarikatı ile ilgisi olduğu anlaşılmaktadır. Dîvânı'nda Mevlânâ ve “Ney”e yazdığı iki gazeli mevcuttur. Râmî’nin babası Sünbül Ali Efendi’yi, Şeyhî, Müstakimzâde, Mu'cib ve Rızâ kazasker gösterdikleri halde, Sicill-i Osmânî onun maliyeden yetişip şıkk-ı sani deftardarı olduğunu ve bir kaç sene sonra öldüğünü yazar. Sünbül Ali Efendi hakkında Sicill-i Osmânî'de “Muhaşşi Sinan Efendi’nin oğludur. 942/ 1535-36’da doğdu. 981/ 1573-74’te Halep, 985/1577-78’de Şam, 987 / 1579-80’de Medine, 988/ 1580-81’de Mısır, 990/ 1582-83’te Şam, 991/1583-84’te Bursa, 993/1585’de İstanbul kadısı oldu ve azledildi. 997/1588-89’da Rumeli Kazaskeri oldu ve aynı yıl vefat etti. Ceddinin Sarıgürz /gerz ? Mescidi'nde medfundur" denilmektedir. (Mehmet Süreyya 1308-15/ 1890-97: 250) Sicill-i Osmânî'nin, Râmî’nin babasını aynı eserde yer alan Arnavut Ali Efendi ile karıştırması hatalıdır. Râmî’nin babasının Sünbül Ali Efendi olması daha mantıklıdır. Çünkü babası 1574-1583 yılları arasında Suriye’de kadılık görevleri yaptı. Râmî Dîvânı’nda babası ile ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmaz. Dîvânı'nda Şam’dan “meskat-i re’sim” diye bahseder. Asıl adı Mucib'de Abdurrahim; diğer kaynaklarda Abdurrahmandır. Mucib'de onun kadılık yaptığı belirtilir. Tezkirelerde Râmî’ye ait olduğu belirtilerek verilen iki beyit ise mevcud neşirde bulunmaz. Râmî’nin İstanbul’da doğup büyüdüğü, gençlik yıllarının burada geçtiği Şam’dan İstanbul’a yazdığı bir manzum mektuptan anlaşılmaktadır Aynı zamanda bir İstanbul Şehrengizi olan bu kasidede İstanbul’un güzelliklerini anlatırken ona olan hasretini de dile getirmiştir. İstanbul’dan sonra Râmî’nin hayatında önemli bir yer tutan şehir Şam’dır. Râmî tahsilini tamamladıktan sonra müderris olarak Şam’a atandı. Şiirlerinin ne kadarını burada yazdığını kestirmek oldukça zordur. Ancak kasidelerinin büyük bir kısmının Şam’da yazıldığı, ithaf edilen kişilerin burada görevli üst düzey yöneticiler olmasından anlaşılmaktadır. Şam’ın Râmî’nin hayatındaki önemli bir yeri de üç kız kardeşinin burada vebadan ölmesidir. Bu acı olay, onun mısralarına da yansımış, onlar için bir mersiye kaleme almıştır. Kızkardeşinin ölümüne düşürdüğü tarih 1010/ 1601-02'de Şam’da olduğu anlaşılmaktadır. Râmî’nin Şam’da rahat bir hayat sürdüğünü söylemek zordur. Çünkü yazdığı kasidelerde sürekli içinde bulunduğu ortamdan şikayet etti. İstanbul’a daha yüksek bir görev için gitmeyi hep arzu etti. Râmî, Şam’da iken sürekli isyanlarla karşılaştı, bazen de ümitsizliğe düştü. Kasidelerinden Râmî’nin Şam’da babasının görevi süresini de (1574-1583) içine alan uzun bir süre kaldığı söylenebilir. Râmî, Bağdat’a sefer düzenleyen Hafız Ahmet Paşa’nın bu kuşatmasına katıldı ve Bağdat’ta ziyaret yerlerini gezdi. Necef’te Hz. Ali’nin, Kerbela’da Hz.Hüseyin’in ve Mûsâ Kâzım’ın, Hz.Ali’nin kızı Zeyneb’in kabirlerini ziyaret etti. Râmî’nin yine Hafız Ahmet Paşa’nın İran Seferi'ne katıldığı da kasidelerinden anlaşılmaktadır. Şam’dan İstanbul’a yazdığı 137 beyitlik manzum mektubu da onun hayatından izler taşır. Râmî, İstanbul’da 1049 / 1639-40 yılında vefat etti. İstanbul’a ne zaman döndüğü ve mezarının nerede olduğu konusunda bir bilgi bulunmamaktadır.

Dîvân'nın Üniversite Kütüphanesi nu: 2811'den başka, Medine Ârif Hikmet Kütüphanesi (Süleymaniye Kütüphanesi Mikrofilm Arşivi nu: 2957) ile Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Bağışlar nu: 3459'da kayıtlı olmak üzere üç nüshası vardır. Dîvân'da 22 kaside, 3 mersiye, 301 gazel, 2 şikâyetnâme, 45 kıt'a, 8 tarih, 45 rübai bulunmaktadır.

Şairi gençliğinde tanıyan Rıza, onun hayallerini beğenir. Râmî’nin şiirlerinin büyük kısmı âşıkâne ve rindâne bir eda taşır. Beşerî aşkın ağırlıklı olduğu gazelleri dönemine göre sade bir Türkçe ile yazıldı. Şiirlerinde tasavvufî terimlere yer vermekle beraber o, dünyevî yönü ağır basan bir şairdir. Râmî, İran şairlerinden Selman, Urfî ve Enverî’yi över ve kendisinin de onların seviyesine çıktığını ifade eder. Çağdaşı şairlerinden Şeyhülislam Yahyâ, Riyâzî ve Mantıkî'yi beğenir. Kasidelerinde Nef’î'den oldukça etkilenmiştir. Bu etkilenme bazen “intihal”e kadar vardı. Râmî’nin kaside sunduğu Kuyucu Murat Paşa, Hüsrev Paşa ve Hafız Ahmet Paşa’ya Nef’î de kaside sunmuştur. (Hamami 2001: 5-31)

Kaynakça

Altun, Kudret (hzl.)(1997). Tezkire-i Mûcib. Ankara: AKM Yay.

Abdulkadiroğlu, Abdulkerim (hzl.) (1999). İsmail Belîğ Nuhbetü’l-Âsâr Li-Zeyli Zübdeti’l-Eş’âr. Ankara: AKM Yay.

Erdağı, Sadık (1988). Râmî Abdurrahman Divanı (İnceleme-Metin). Doktora Tezi. Malatya: İnönü Üniversitesi.

Hamami, Erdal (hzl.)(2001). Râmî Dîvânı. Ankara: KB. Yay.

Mehmed Süreyya (1308-15/ 1890-97). Sicill-i Osmânî. C.3. İstanbul: Matbaa-i Âmire. C.112.

Müstakimzade Süleyman Sadeddin (2000). Mecelletü’n-Nisâb fi’n-Nisbi ve’l-Künâ ve’l-Elkâb. (Tıpkı Basım)Ankara: KB Yay. 228.

Özcan, Abdulkadir (hzl.) (1989). Şeyhî Mehmed Efendi Şakâ’ik-i Nu’mâniyye ve Zeyilleri “Vakâyiü’l-Fuzalâ”. C. 4. İstanbul: Çağrı Yay.

Zavotçu, Gencay (hzl.)(2009). Rıza Tezkiresi, (İncelenme-Metin). İstanbul: Sahhaflar Kitap Sarayı.

 

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. İSMAİL HAKKI AKSOYAK
Yayın Tarihi: 22.06.2014
Güncelleme Tarihi: 26.11.2020

Eserlerinden Örnekler

Yıllar geçer ki vâkı‘ada görmezüz seni

Kendün gibi hayâlüni bî-gâne eyledün

Bâl ü perümde kalmayıcak zerrece mecâl

Şem-i cemâl-i hüsnüne pervâne eyledün

(Zavotçu, Gencay (hzl.)(2009). Rıza Tezkiresi, (İncelenme-Metin). İstanbul: Sahhaflar Kitap Sarayı).

 

ŞÂM-I CENNET-MEŞÂMMDAN ŞUARÂ-İ DÂRÜ’S-SALTANAT-İ RUM’A İRSÂL OLUNAN MEKTÛB-I DÜRER-BÂRDUR

Gel ey bâd-ı sebük-rev hem-inân ol eşheb-i subha

Diyâr-ı Rûm’a azm eyle safâsın sür bu devrânun

Varup evvel makarr-ı tahtgâh-ı Kayser-i Rûm’a

Nedür dârât u devlet-hânesin gör Âl-i Osmân’un

Ferîdûn olmamışdur böyle devlet-hâneye mâlik

Ne devlet-hânedür seyr it sarâyın şâh-ı zî-şânun

Geçüp andan ser-â-pâ şehr-i İstanbul’ı seyr eyle

Temâşâ eyle işretgâhını alâ vü ednânun

Nedür gör mülk-i Rûm içre o şehr-i vüsat-ârâyı

Seyâhatde anun seyriyle tekmîl eyle noksânun

Gedalâr sâhib-i tarz-ı mülûk-i agniyâ ise

Tenezzül eylemez bezmine şâhân-ı cihânbânun

Ne âlemdür gör ol şehr-i safâ encâm-ı pür-işret

Tenaumda gedâsı agniyâsı rûz u şeb anun

Nedür ol kesret-i nimet nedür ol vefret-i işret

Behişt-i câvidânîdür meger bu köhne dünyânun

Talebkâr-ı naîm-i âlem-i fânî olurlardı

Göreydi ehl-i cennet nimetün ol şehr-i zîbânun

İşitseydi eger vasfın eli varmazdı şermenden

Günahkâre der-i firdevsi redde dahi rıdvânun

Nedür ol kûşe kûşe her taraf etrâf-ı deryâda

Mukâbil birbirine kesret-i gülzâr u büldânun

Nedür ol dil-küşâ kâşâneler şâhâne meskenler

Felek mimârı yapmış gûyiyâ bünyân-ı eyvanun

Nedür ol pür-letâfet bâglar ol lâleler güller

Nedür yir yir o kasr-ı dil-küşâsı her gülistânun

Tarâvet-bahş olur gülzârına mevc-i nazarla subh

Gül-âb-âlûde anber-bû ider nesrîn ü reyhânun

Zülâl-i sun ile perverde itmiş bâgbân-ı dehr

Nihâl-i kad çeken âzâde her serv-i hırâmânun

Şükûfe tarhın üstâd eylemiş her gül zemîn içre

Müşâbih encüm-i rahşânına gûyâ ki cevzânun

Nedür ol hurde-nakş-ı pârehâ-yı seng-i reng-â-reng

O tûlânî hıyâbânında her gül-geşt-i ranânun

Hıred meftûn olur tarh-ı reh-i pür-nakşını görse

Nazar hayrân olur seyr eylese tarz-ı hıyâbânun

Nedür ol câ-be-câ mey-hâneler deryâ kenârında

Nedür ol zevrak-ı pür-meyle seyr-i mey-güserânun

Nedür ol gûne gûne bâdeler sad-nev ü sad-elvân

Nedür ol husrevânî humlar ol sâgarları anun

Nedür kat kat o bâlâ-hâneler yir yir neşîmenler

Nedür ol kûşe kûşe bezm-i rûh-efzâsı yârânun

Yâ ol tersâ-beçe ol lâle-had hûbân-ı şehr-âşûb

İderler gökde yagma ismetün hüsn ile ayânun

Perî-peykerlerün akl almada kâfirleri bunlar

İderler bir nefesde âdemün târâc-ı îmânun

Nedür ol neşve-i kudsî şarâb-ı dil-güşâsında

Çeker nakd-i hıred harc itmeyen elbette husrânun

Bahâr-ı işreti görmez hazân bu bâg-ı fânîde

Kesilmez feyzi andan bir nefes câm-ı musaffânun

Seher pür-nûr ider âfâkı mihr-i câm-ı rahşânı

Ziyâ-güster ider şeb şulesinden mâh-ı tâbânun

İçen bir katresin câm-ı Cem-i devrâna tan eyler

Görür mâ-fi’z-zamîrin neşve-i pinhân ü peydânun

Mey-i şem ile kandîlin yakar peymânenün sâkî

İder sahn-ı münevver câmî-i dünyâ vü ukbânun

Hevâ-yı Dicle vü gül-geşt-i mehtâb-ı hümâyûn-şeb

Kadehle cürasından zâhir olur bâde-h˘ârânun

Giçe rûyun gül-âb-ı subh ile yıkar kadeh her gün

Nazargâh itmege âyînesin hûrşîd-i rahşânun

Olur nev-rûz hergün rûz-ı bâzârında anunçün

Geçer iyş u tarâbla ömri dâim gülşen-i cânun

Selâm olsun o işret-hânelerde olan ihvâna

Güni günden yeg olsun mey-fürûşân-ı dil-ârânun

Çekerler mey gamun âyâ kaçan yâd itseler gâhî

Bu mihnet-hânede mihnet-keşân-ı şâm-ı hicrânun

Nedür ol nîlgûn deryâ o cây-ı mecmau’l-bahreyn

Medâr-ı cünbiş-i gerdânîdür bu çetr-i fersânun

O cünbişle nedür ol dem-be-dem emvâc-ı zü’l-bahreyn

Kebûdî safhadur etrâfı gûyâ hâk-rîzânun

Cüvânân ile zevraklar pür olsa rûy-ı deryâda

Döner hûrşîd-i âlem-tâbına gerdûn-ı gerdânun

Nedür ol hûblar ol serv-kadler tâze dil-berler

Kaparlar bir nazarda res-i mâlun tâcir-i cânun

Semend-i nâz ile yügrük cüvânlar seyrin istersen

Yüri ey âşık-ı şûrîde seyr it Atmeydânun

Vefâ meydânına var ger mülâyim dilber istersen

Safâsın sürmek ise maksadun dünyâda gılmânun

Alurlar bir nazarda şîve-i hüsn ile cân nakdin

Aceb şûrîdedür hakkâ ki hûbânı Karamân’un

Nazar gâretger-i dîdâr olur her semte vardukça

Bun-i her-mû tecellîzâr olur cisminde insânun

Bir özge tarz u tavr u hüsn ü âna mâlik olmışlar

Alurlar bir bakışda aklını uşşâk-ı bî-cânun

Dem-i vasl içre bunlar cân virürler mürde uşşâka

Mesîhâsâ bilürler var ise âyînün ihyânun

Aceb hâl oldı varduk Rûm’a bir takrîb ile gerçi

Felek el vermedi ammâ safâsın sürmege anun

Safâ sürmek degül gamdan helâk olduk elemlerle

Göz açdurmadı ve’l-hâsıl bize âlâmı dünyânun

Yüzin göstermedi bir gün felek ben zâr u nâ-kâma

Mey-i hûrşîdden hâlî nigûn bir câm-ı mînânun

Nihâl-i işret oldı ser-nigûn hâk-i mezelletde

Kopardı anı bâd-ı sarsarı âşûb-ı hırmânun

Dil oldı anda bed-mestân-ı hayret gibi vahşet-gîr

Gubâr-ı gurbet aldı âfetin idrâk ü izânun

Eger bir kâmkâr-ı rûzgârun olmasa lutfı

Kalurdı lâle-i dilde sevâd-ı dâg-ı husrânun

Dil oldı kibriyâ-âbâd-ı mirâc-ı dem-i sohbet

Terahhum idicek ahvâline ben zâr u şeydânun

Virüp neşve-nümâ gülzâr-ı bezmi gonce-i taba

Açıldı dil görince şebnem-i inâm u ihsânun

Tâbîb-i lutfını tayîn idüp emrâz-ı âmâle

Anunla refte refte buldı sıhhat-bahş dermânun

Bu lutfa mazhar iden ben kulın kimdür eger dirsen

Sana vasf ideyim ey bâd kadrin ol felek-şânun

Felek-kevkeb hidîv-i kâmkâr-ı sadr-ı devletdür

Ser-efrâdı der-i-nev-i beşerde Rûm u Îrân’un

Odur Rûm’un çerâg-efrûz-ı mesnedgâh-ı ikbâli

Odur ihyâ iden âsârını âl-i Hasan Cân’un

Saîdül-künye bir zât-ı mükemmeldür ki olmışdur

Şeref-bahşı mehâdimün zevil-ensâbı ayânun

Kelâm-ı vâzıhı müşkil-güşâ-yı ilm-i hikmetdür

Hat-ı tahrîridür ser-levhası tefsir-i Kur’ân’un

Maârif ehline bezm-i latîfi bâg-ı Cennetdür

Odur dâim naîm-i bî-zevâli ehl-i irfânun

Safâ-yı bezm-i hâsü’l-hâsına itmiş kazâ tayîn

Zemînün verd-i handânun sipihrin mâh-ı tâbânun

Hezâr ahsent ey bâd-ı seher kilk-i nigûnsâra

Anun nâmıyla tasdîr itdügiçün nâme ünvânun

Varup dergâhına ey bâd arz-ı itizâr eyle

Òulûsun arz idüp mihnet-keşân-ı şâm-ı sahrânun

Ola ecdâdı gibi kâmkâr-ı mesned-i fetvâ

Ola matla-fürûz-ı kevkebi ol sadr-ı alânun

Kazâ fermân olup müjgân-ı çeşm-i şâhid-i bahtı

Dele çün neşter-i hûn-rîz her dem kalbün adânun

Hemîşe çün felek hargâh-ı mâh-ı âsmân olsun

Nazargâh olsun eltâfına her-dem lutf-ı Mevlâ’nun

Selâmetle hemîşe hurrem u handân u şâd olsun

Güni günden yeg olsun dâ’imâ ol sadr u âlânun

Gel ey yâd eyle bundan böyle nazm erbâbınun seyrin

Virüp ruhsat inâna atf içün esb-i sebük-pânun

Varup evvel der-i devlet-meâb-ı şeyhü’l-İslâma

Yüzün sür pâyine ol mürşid-i dünyâ vü ukbânun

Cenâb-ı Hazret-i Yahyâ Efendi kim Òudâ zâtın

Mükerrem eylemiş takvayıla sadrında Numân’un

Cihâna gelmedi bir böyle üstâd-ı suhan-perver

Sözüyle buldı sûret kâleb-i mazmûn-ı manânun

Akıtdı kilk-i sehhârı zülâl-ı âb-ı hayvânı

Kelâmı itdi ihyâ hikmetin nutk-ı Mesîhânun

Odur ol zü-fünûn-ı dehr kim fazlıyla olmışdur

Şehen-şâh-ı cihândâr-ı serîr-i ilm ü irfânun

Sutûr-ı nazm-ı pâkinden zülâl-i sihr olur cârî

İder sîr-âb anunla bâg-ı huşkin nazm u inşânun

Ne üstâd-ı hüner-perverdür ol deryâ-yı irfân kim

Şikeste itdi kadrin nazm-ı pâki dürr-i yektânun

Revâ görmez cenâbun intisâb-ı nazma ammâ kim

Makâm-ı ictihâdun anlayup fark eyleyen anun

Garaz şire sülûkinden safâ-yı tab-ı pâkidür

Ne an kim eyleye işâr-ı fazl-ı rütbe-i şânun

Ola zâtıyla pür-revnak makâm-ı şeyhü’l-islâmı

Ola sadrında dâyim muhterem ol sadr-ı alânun

Yine atf-ı inân it ey nesîm-i hoş-hevâ andan

Varup dergâh-ı âl-i kadrına bir rifat-ârânun

Cenâb-ı Hazret-i Azmî Efendi-zâde kim fazlı

Şeh-i hâver gibi malûmıdur alânun ednânun

İder hikmet-nisâb-ı akl-ı kül zer-dûz-i fikriyle

Kazâyâ-yı ulûma müttehid malûl u burhânun

Zülâl-i fazlıdur ser-sebz iden sahrâ-yı irfânı

Fûrat u Dicle’sidür sanki ol mühlik beyâbânun

Dükân-ı marifetde bir kemer-beste-gulâm itmiş

Metâ-ı hâce-i tabına kilk-i anber-efşânun

Ne sihir-engîzdür şirinde ol üstâd-ı kâmil kim

Bilürdi görse nazmun Sâmirî fennide noksânun

Fezâ-yı bâg-ı nazmı hurrem-âbâd-ı maârifdür

Mey-i peymâne-i bezm-i hayâli rûhdur anun

Olup bahr-ı nizâma fikr-i gavvâs nigûnsârı

Çıkarmış her tarafdan sâhile dürr-i firâvânun

Cilâü’r-rûhdur mecmûa-i mazmûn-ı eşârı

İder kesb-i maârif kim nazargâh itse dîvânun

Ola dâyim bülend-ikbâl-i devlet sadr-ı alâda

Ziyâd itsün Hudâ günden güne rifatle ünvânun

Yine üftân u hîzân ey sabâ atf-ı inân ele

Varup dergâhına bir kahrâmân-ı mülk-i irfânun

Sadâ-yı tumturâk-ı nazm ile âvâze-i fazlı

Diyâr-ı Rûm’dan dâyim ol üstâd-ı suhan-dânun

Gırîv-i Rüstemâne kûs-ı Keykâvus-heybetle

Uçurdı gözlerinden hâbını yârân-ı Îrân’un

Cenâb-ı Hazret-i Nefî Efendi kim hilâl-i nev

Felekden gösterür barmakla ehl-i nazma rüchânun

Şikest itdi kilîd-i genc-i nazmı dest-i fikriyle

Tasarruf eyledi gencîne-i nakd-i firâvânun

O tab-ı pâkiyle Urfî-i Rûm olduguna hâlâ

Acem’de Rûm’da teslîmi vardur cümle yârânun

Felek mislin getürmez rûzgâra tâ-ebed devrân

Karârın virmese dûlâbına bu çarh-ı gerdânun

Dirîgâ rütbe-i kadrin bilür bir merd-i kâmil yok

Ki ola âsûde zıll-i devletinde dâ’imâ anun

Cefâ itse aceb mi çarh-ı zâlim bilmeyüp kadrin

Ne bilsün kadrini nâdân olan merd-i zebân-dânun

Ne çâre dest-gîr olmaz felek erbâb-ı irfâna

Bulınmaz sâye-i ikbâli bir şâh-ı cihânbânun

Ola devletde izzetde ale’r-ragmil-adû her dem

Pür ide sıyt-ı fazlı künbedin bu köhne eyvânun

Yine atf-ı inân it ey sabâ esb-i sebük-pâye

Yüzün sür pâyine bir kâmkâr-ı sadr-ı irfânun

Seherden hurrem-âbâd-ı maârif seyrin eylersün

Riyâzî’nün riyâz-ı fazlın it meydân-ı cevlânun

Gören der gülşen-i nazmında âteş-pâre mazmûnun

Ne zîbâ tarh ider bir gün sabâ gül-berg-i ranânun

Sutûr-ı nazm-ı eşârı o selsâl-i müferrahdur

Gelür gûyâ ayagı çeşmesinden âb-ı hayvânun

Safâ-yı nazm-ı pâki âb-ı tâb-ı âlem-i manâ

Kelâm-ı hikmet-âmîzi dürr-i mengûşıdur cânun

Temevvüc eyledükçe kulzüm-i tab-ı dür-efşânı

Pür eyler rûzgârun gevher-i fazlıyla dâmânun

Cihân-ı nazma virdi tâze revnak tab-ı mevzûnı

Nev itdi köhne tarzın tarh-ı fikri resm-i manânun

Sevâd-ı safha-i tahrîri çün kuhl-i cevâhirdür

N’ola çekse zamâne çeşmine gerdûn-ı gerdânun

Hemîşe mesned-i devletde olsun iyş u işretde

Hemîşe hurrem olsun bâg-ı âmâli o zî-şânun

Yine atf-ı inân it ey sabâ gel eşheb-i bâda

Varup sür yüzüni dergâhına bir merd-i dânânun

Duâlar eyle bizden Mantıkî-i sâhib-izâna

Sorarsa hâlini şâm-ı belâda olan ihvânun

Aceb her-câyîdür âfet unutdı gitdi yârânı

Ne var yâd eylese düşdükçe gâhi eski yârânun

Tutalum devletiyle hem-ser olmış başı gerdûna

Yetişmiş rifatiyle pâyesi burcına keyvânun

Hakîkat olmadukdan sonra neylerler o ünvânı

Galat-bahş oldugunda şübhe yokdur çarh-ı nâ-dânun

Aceb mi bulsa sûret Rûm’da aklın ugurlayup

Esîr-i kayd-ı sûret bir alay beyhûde hayvânun

Çeküp esb-i sebük-pânun inânun atfe ruhsat vir

Gel ey bâd ile bundan böyle seyrin yâve-gûyânun

Maârif ehl-i erbâb-ı selîka bunda hatm oldı

Budur kim zikr olundı bir bir efrâdı ol ayânun

Gel imdi Rûm’da seyr eyle bezm-i yâve-gûyânı

Ecânible felek gör neylemiş âyîn ü erkânun

Taaccüb itme ammâ vaz-ı nâ-hemvâr-ı gerdûna

Görüp bu rûzgârun böyle ahvâl-i perîşânun

Karışdı sohbet-i âlem dem-i âhir zamândur bu

Vucûdı kalmadı bezm-i cihânda ehl-i irfânun

Kalanlar da sipihr-i nâ-bekârun derd-i kahrından

Elinden kâse kâse zehr içer sâkî-i devrânun

Efâzıl madeniyken tahtgâh-ı mülk-i Osmânî

İderken kâm-bîn ü kâm-yâb-ı erbâb-ı irfânun

Mübeddel olmış ashâb-ı maârif yâve-gûyâna

Tegallüb eylemiş alâsına eşhâsı ednânun

Hüner kadrin bilür bir merd-i kâmil kalmamış gitmiş

Tehî olmış maârifden dili ednânun alânun

Müteşâirler şâir Rûm’da fark olmadan kalmış

Şu denlü kesreti var nev-heves terzîk-i gûyânun

Şaîri şirden fark eylemezler bahs geldükde

Kabûl itmezler ammâ sözde nazmun belki Hassân’un

Bu kavmün ser-firâzı âb-rûy-ı herze-kirdârı

Ki redd eyler kabûlun nazımda Urfî-i devrânun

Har-ı çingâne-sîret dîv-peyker yâve-gû Cevrî

Ki tezkiriyle lanet kesb ider her uzvı şeytânun

Suhanda kadrini bilmek dilersen var kıyâs eyle

Ola perverdesi ol har tulûı gibi nâ-dânun

Aceb cehl-i mürekkeb bü'l-aceb terkîb-i bed-hey’et

Ki ömri cerr ile geçmiş o hîz-i kâse-gerdânun

Bunun emsâli bir kaç mübtezel terzîk-gû yâve

Geçer zumunca ammâ her biri mâ-fevki Sabhân'un

Fazîlet add olur zannıyla bunlar mutlakâ şimdi

Zebân-ı tâzesin anlar geçüp yârân-ı Îrân’un

Elinde her biri dîvân-ı Urfî gezdirür dâyim

Görenler zann ide tâ kim mezâyâsın bilür anun

Mezâyâsın ko tursun belki tahte’l-lafz-ı manâdan

Görüp fehm eylemezler me’hâzın mefhûm-ı manânun

Yeter geşt ü güzâr itdük yeter ey bâd-ı rûh-efzâ

Kimünle söyleşirsin yok vücûdı hiç suhan-dânun

Gele bî-hûde teşnî eyleme terk it bu gavgâyı

Sükût evlâdur ey Râmî eger var ise izânun

Tutalum şâir olmışsın sana ragbet mi eylerler

Diyâr-ı Rûm’a vardun ragbetin gördün mi irfânun

Gel ey bâd-ı seher atf-ı inân it cânib-i Şâm’a

İrişdür gûşına tâze haber alânun ednânun

Yeter söz haddini buldı yeter hatm-i kelâm eyle

Duâ-yı hayrını vird-i zebân it her dem ihvânun

Bi-hamdi’llâh bugün sıhhatdeyüz künc-i ferâgatde

Zamân-ı devletinde pâdişâh-ı âlem-ârânun

(Hamami, Erdal (hzl.)(2001). Râmî Divanı. Ankara: KB. Yay. 231).


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1HAFÎD, Mehmed Hafîd Efendid. ? - ö. 1811-12Doğum YeriGörüntüle
2Gaye Boralıoğlud. 22 Ekim 1963 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
3Selahattin Hilavd. 1928 - ö. 12 Mayıs 2005Doğum YeriGörüntüle
4HAFÎD, Mehmed Hafîd Efendid. ? - ö. 1811-12Doğum YılıGörüntüle
5Gaye Boralıoğlud. 22 Ekim 1963 - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
6Selahattin Hilavd. 1928 - ö. 12 Mayıs 2005Doğum YılıGörüntüle
7HAFÎD, Mehmed Hafîd Efendid. ? - ö. 1811-12Ölüm YılıGörüntüle
8Gaye Boralıoğlud. 22 Ekim 1963 - ö. ?Ölüm YılıGörüntüle
9Selahattin Hilavd. 1928 - ö. 12 Mayıs 2005Ölüm YılıGörüntüle
10HAFÎD, Mehmed Hafîd Efendid. ? - ö. 1811-12MeslekGörüntüle
11Gaye Boralıoğlud. 22 Ekim 1963 - ö. ?MeslekGörüntüle
12Selahattin Hilavd. 1928 - ö. 12 Mayıs 2005MeslekGörüntüle
13HAFÎD, Mehmed Hafîd Efendid. ? - ö. 1811-12Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14Gaye Boralıoğlud. 22 Ekim 1963 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15Selahattin Hilavd. 1928 - ö. 12 Mayıs 2005Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16HAFÎD, Mehmed Hafîd Efendid. ? - ö. 1811-12Madde AdıGörüntüle
17Gaye Boralıoğlud. 22 Ekim 1963 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
18Selahattin Hilavd. 1928 - ö. 12 Mayıs 2005Madde AdıGörüntüle