ŞEMS-İ HUDÂ

(d. ?/? - ö. 860/1455-1456)
tekke şairi
(Tekke / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Çeşitli kaynaklarda asıl adı, Ahmed Şemseddîn (Kara ve Atlansoy 1997: 275), Abdullah (Akkuş ve Yılmaz 2006: 464; Bursalı 1333: 12) ve Muhyiddîn (Mehmed Süreyyâ 1308: 339) olarak kaydedilmektedir. Şiirlerinde Şems-i Hudâ, Hudayî Şemseddîn, Şemseddîn mahlaslarını kullanmaktadır. Akşemseddîn’in de Şemseddîn mahlasını kullanması, bu iki zâtın şiirlerinin birbirine karıştırılmasına sebep olmaktadır (Ergun [ty] 395-396). Babasının adının Hacı olduğu bilinmektedir (Kara-Atlansoy 1997: 275). Doğum yeri ve tarihi hakkında malumat yoktur. Bayrami tarikatının kurucusu Hacı Bayram Velî’ye bağlanmış (Taşköprülüzâde 2007: 113) ve seyr u sülûkunun bitmesinin ardından hilafet almışır (Nev’izâde Atayî 1989: 64; Mustafa Âli 2009: 85b; Akkuş ve Yılmaz 2006: 464). Eğitimi sırasında şeyhi Hacı Bayram’la düştüğü anlaşmazlık tüm klasik kaynaklarda yer almaktadır. Kaynaklara göre, halveti sırasında dünya kapıları kendisine açılmış, o da bunlara meyl etmiştir. Bunun üzerine Hacı Bayram, dünyanın fâni ahiretin ise baki olduğunu hatırlatarak dünyayı terk etmesini öğütlemiş. Akbıyık ise, “Dünya, ahiretin tarlasıdır. Cennet kapıları da henüz dünyada iken açılır” demiştir. Aldığı bu cevap üzerine Hacı Bayram, ya bu düşünceyi ya da kendisini terk etmesini söylemiştir. Bu tavır üzerine Akbıyık da şeyhinin huzurundan çıkmış, bu sırada kapının üst eşiğine takılan külahının yere düşmesini şeyhinin kerametine bağlayarak, bir daha başını örtmemiştir (Taşköprülüzâde 2007: 113; Nev’izâde Atayî 1987: 64; Mustafa Âli 2009: 85b; Akkuş ve Yılmaz 2006: 464). Başını örtmemesi ve cezbeli hâlleri sebebiyle meczûb olarak anılmıştır. Ancak eserleri incelendiğinide hâlini gizlemek için meczup gibi davrandığı anlaşılmaktadır ki bu da onun Melami neşveye sahip olduğunu göstermektedir. Kaynakların onu hep Hacı Bayram’ın halifeleri arasında saymasından da anlaşılacağı üzere, daha sonra şeyhi tarafından affedilmiş olmalıdır (Akkuş ve Yılmaz 2006: 464). Akbıyık, Bursa’ya yerleşmiş; burada günden güne artan malıyla bir zaviye ve imarethane inşa ettirerek gelen geçeni yedirmiş, malını hayır işlerine sarf etmiştir (Akkuş ve Yılmaz 2006: 464; Kara-Atlansoy 1997: 276). Bazı kaynaklar bu durumu kendisinin veya şeyhinin kerametine bağlıyorlarsa da (İsmail Beliğ 1302: 222; Ahmed Rifat 1299: 231) bu zata, II. Murad’ın temlik ettiği ve Fatih Sultan Mehmed’in onayladığı Bursa/Yenişehir’de bulunan Austus köyünün (Kara ve Atlansoy 1997: 275) gelirinin bu serveti oluşturduğu düşünülebilir. Akbıyık, Varna (Kocatürk 1968: 101) ve II. Kosova (Atsız 1985: 132) savaşlarına katılmış, II. Murad tarafından takdir edilmiştir. Ayverdi, bir tahrir defterindeki kayda dayanarak, onun I. Murad devrinde yaşadığını iddia ediyorsa da (Ayverdi 1966: 359-360) Fuat Bayramoğlu, belgede geçenin I. Murad değil, II. Murad olduğunu tespit etmiştir (Bayramoğlu 1989: 51). Fatih Sultan Mehmed tarafından, İstanbul’un fethiyle sonuçlanan sefere çağrılmış ve pirdaşı Akşemseddîn ile orduya katılmıştır (İsmail Beliğ 1302: 222). Fethin gecikmesi üzerine, padişahın fethin ne zaman gerçekleşeceği sorusunu, cevapsız bırakmıştır (Taşköprülüzâde 2007: 195). Bu da onun Melami karakterini gösteren önemli bir veridir. Pirdaşı Akşemseddîn ise, fethin olacağı günü söylemiştir (Taşköprülüzâde 2007: 195). Kaynaklar, manevi sarhoşluk zamanlarının normal vakitlerinden fazla olduğunu ifade etmektedirler (Taşköprülüzâde 2007: 113; Hızlı-Yurtsever 2000: 104). İstanbul’un fethinin ardından Fatih Sultan Mehmed, Akşemseddîn ve Akbıyık adına birer mescit inşa ettirmiş ve bunların etrafında bir mahalle oluşmuştur (Ahmed Rifat 1299: 231; Şemseddîn Sâmî 1306: 256). Ayrıca Çandarlı Halil Paşa gibi devlet adamlarına ve Molla Yegân gibi âlimlere nasihat verdiği bilinmektedir (Yılmaz 1990: 175). Kaynaklar, vefatıyla ilgili çelişkili bilgiler vermektedirler. Şemseddîn Sâmî h. 860’lar (m. 1455-1456) bilgisini verirken (Şemseddîn Sâmî 1306: 256), daha eski kaynaklar II. Bayezid devrinde vefat ettiğini ifade etmektedirler (İsmail Beliğ 11302: 221-222; Hızlı-Yurtsever 2000: 104). Ancak bu kaynakların ifadesi incelendiğinde bir üst satırda adı geçen oğlu hakkında mı yoksa kendi hakkında mı bilgi verdikleri açık bir biçimde anlaşılmamaktadır. Zaten tarihî olarak da II. Bayezid devrinde vefat etmesi mümkün görünmemektedir. Kendisi gibi saçlarını uzatan bir oğlu olduğu (Taşköprülüzâde 2007: 113) ve bu şahsın Alâeddîn Ali Arabî’den Arapça dersi aldığı bilinmektedir (İsmail Beliğ 1301: 222). Akbıyık Sultan, bazı kaynaklara göre Celvetiyye’nin silsilesindendir. Buna göre Celvetiyye’yi kuran Aziz Mahmud Hüdâyî, Üftade’nin; o, Muk’ad Hızır Dede’nin; o da Akbıyık’ın halifesidir (Yılmaz 1990: 175-178; Cebecioğlu 1994: 222-223). İsmail Hakkı Bursevî, onun bazı noktalarda Hacı Bayram’ın en meşhur halifesi Akşemseddîn’den daha üstün olduğunu belirtmektedir (Akkuş ve Yılmaz 2006: 465).

Akbıyık’ın üç eseri mevcuttur. Bu eserler bir bütün halinde Gürol Pehlivan ve Davut Şahin tarafından yayıma hazırlanmış olup yakında basılacaktır.

1. Dîvânçe: Millî Kütüphane Yz. A 374/2 numarada kayıtlıdır. Bir mesnevi ve şiirlerinden oluşmuştur. Ancak çeşitli mecmualarda şairin başka şiirlerine de rastlanmaktadır. Şiirlerinde Allah’a duyulan aşk, vahdet-kesret ayrımının gereksizliği, rüyetullah gibi konular ele alınmaktadır.

2. Hikâyât-Nay: Millî Kütüphane Yz. A 374/1 numarada kayıtlıdır. 423 beyitlik bir mesnevidir. Nay metaforu kullanılarak tasavvufi meselelerin ele alındığı bu eserde, temelde vahdet-i vücûd anlayışı hâkimdir. Neyin sesi bağlamında Allah’ın kelamının duyulması tecrübesi işlenmiştir.

3. Hikâyât-ı Şemseddîn: Millî Kütüphane Yz. A 374 numarada kayıtlıdır. Kataloğun hazırlanması esnasında gözden kaçtığından ayrı bir eser olarak kaydedilmemiştir. 133 beyitlik bir mesnevidir. Allah’a ulaşmanın yolları ve keyfiyetinin ele alındığı eserde, vahdet-kesret ayrılığının izafiliği, aşk gibi konular ele alınmaktadır.

Tüm eserleri Türkçe olan Akbıyık’ın eserlerine bakıldığında, kaynakların bu şahısla ilgili zikrettikleri “meczup” nitelendirmesi pek uygun düşmemektedir. Anlaşılan Akbıyık, melami neşvesi sebebiyle özellikle meczup gibi görünmeyi tercih ediyordu. Çünkü eserlerinde tasavvufun temel ve tartışılan bazı konularını (vahdet, Allah’ın hitabının duyulması, kemâlât) işlemiş, bunu yaparken belli ölçüde kendi tecrübelerini yansıtmıştır. Genellikle aruz vezni kullanılan eserlerinde yer yer vezin aksamaları görülmekte, kelime tercihlerinin her zaman yerinde olmadığı gözlenmektedir. Buna rağmen eserleri, tasavvufi tecrübelerini oldukça samimi biçimde aksettirmesiyle ilgi çekicidir.

Kaynakça

Ahmed Rif’at (1299). Lûgat-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye, I. İstanbul: Mahmud Bey Matbaası.

Akkuş, Mehmet, Ali Yılmaz (hzl.) (2006). Osmânzâde Hüseyin Vassâf Sefîne-i Evliyâ, 2. İstanbul: Kitabevi Yay.

Atsız, A. Nihal (hzl.) (1985). Âşıkpaşaoğlu Tarihi. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.

Ayverdi, Ekrem Hakkı (1966). Osmanlı Mi’marisinin İlk Devri, I. İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti Yay.

Bayramoğlu, Fuat (1989). Hacı Bayram Veli Yaşamı-Soyu-Vakfı, I. Ankara: TTK Yay.

Bursalı Mehmed Tahir (1333). Osmanlı Müellifleri, I. İstanbul: Maarif-i Umûmiye Nezareti Yay.

Cebecioğlu, Ethem (1994). Hacı Bayram Velî ve Tasavvuf Anlayışı. Ankara: Muradiye Kültür Vakfı Yay.

Ergun, Sadeddin Nüzhet (ty). Türk Şairleri, I. İstanbul: yyy.

Hızlı, Mefail, Murat Yurtsever (hzl.) (2000). Baldırzade Selîsî Şeyh Mehmed Ravza-i Evliya. Bursa: Arasta Yay.

İsmail Beliğ (1998). Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân (tıpkıbasım). Ankara: Anıl Matbaacılık.

Kara, Mustafa, Kadir Atlansoy (hzl.) (1997). Yâdigâr-ı Şemsî. Bursa: Uludağ Yay.

Kocatürk, Vasfi Mahir (1968). Tekke Şiiri Antolojisi. Ankara: Edebiyat Yayınevi.

Mustafa Âli (2009). Künhü’l-Ahbâr Dördüncü Rükn Osmanlı Tarihi, I. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.

Nev’izâde Atayî (1989). Hadaiku’l-Hakâyık fi Tekmileti’l-Şakaik. İstanbul: Çağrı Yay.

Şemseddin Sâmî (1306). Kamusu’l-A’lam, I. İstanbul: Mihran Matbaası.

Taşköprülüzâde İsâmuddîn Ebu’l-Hayr Ahmet Efendi (2007). Osmanlı Bilginleri eş-Şakîiku’n-Numâniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye. Çev. Muharrem Tan. İstanbul: İz Yayıncılık.

Yılmaz, Hasan Kamil (1990). Azîz Mahmûd Hüdâyî Hayatı-Eserleri-Tarîkatı. İstanbul: Erkam Yay.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: DR. GÜROL PEHLİVAN
Yayın Tarihi: 26.09.2013
Güncelleme Tarihi: 11.12.2020

Eserlerinden Örnekler

İlahi

Şol dem gördüm dîdarını

Divaneyim divaneyim

Yandım cemalin şem’ine

Pervaneyim pervaneyim

 

Yâr ile ben yâr olmuşum

Sanma ki ağyâr olmuşum

Ben âşinadan gayriye

Bîgâneyim bîgâneyim

 

Ben aşk meyinde sâkiyim

Ol mâşukum müştakıyım

Gel içireyim aşktan

Meyhaneyim meyhaneyim

 

Gavvas-ı bahr-i vahdetim

Buldum hakikat bahrini

Deryaya saldım katramı

Dürdaneyim dürdaneyim

 

Bildim seni buldum anı

Verdim bunu aldım anı

Terk eyledim cism ü canı

Cananeyim cananeyim

 

Terk eyledim ben şeş cihet

Oldum anınla hemcihet

Yâr gencini pinhan içün

Viraneyim viraneyim

 

Gel ey Hudayi Şemsidin

Buludum Hakı oldum yakîn

Söyleme sır eyleme fâş

Sırhaneyim sırhaneyim

Kocatürk, Vasfi Mahir (1968). Tekke Şiiri Antolojisi. Ankara: Edebiyat Yayınevi. 102-103.

Hikâyât-ı Nay

Aldı benden benligüm ol sadâ

Cism ü cân kodum giderem ben gedâ

 

Cân u gönlüm nefs ü aklum gelmedi

Gitdi gelmez bende benlik kalmadı

 

İsteyen kim istenen kim bilmedüm

Anda yok tâlîb ü matlûb bulmadum

 

Böyleken ben isterem yok kudretüm

Zerre hayra şerre yokdur niyyetüm

 

Yüzüm üzre giderem bî-ihtiyâr

Işk burağına binüp gördüm ki o yâr

 

Çağıran karşumda bir tuhfe vücûd

Ol âvâzun issine kıldum sücûd

 

Yağmaladı yoklığum var eyledi

Ol âvâz gör cânuma kâr eyledi

Milli Kütüphane Yz. A 374/1. 11b-12a.

Hikâyât-ı Şemseddîn

Ben dilenci-geşt iderdüm âlemi

Bilmezidi derdümi bir âdemî

 

Geyesim yoğıdı lokma yiyesi

Haldeşüm yoğıdı sırrum diyesi

 

İşüm ağlamak olmışıdı âh

Çâre sen kıl diridüm î pâdişâh

 

Dimezidüm hâlümi kimseye ben

Diridüm derdümi bilen yine sen

 

Kılma muhtâc beni senden gayrıya

Yâ İlâhî diridüm ol mevlâya

Milli Kütüphane Yz. A 374. 82a-83b