HAMZAVÎ

(d. ?/? - ö. 815/1412-1413)
divan-tekke şairi
(Divan-Tekke / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Hamzavî’nin, nerede ve hangi tarihte doğduğu, asıl adı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak XIV. yüzyıl divan şairlerinden Germiyanlı Ahmedî’nin kardeşi olduğu bilgisinden hareketle onun da Germiyanlı olabileceği düşünülmektedir. Emîr Süleymân’ın sohbet meclislerinde bulunmuş ve musâhibliğini yapmıştır (Albayrak 1997: 517). Hamza-nâme ve Kıssa-i İskender adlı eserleri ile şöhret kazanmıştır. Hamza-nâme’sinden dolayı kendisine Hamzavî mahlası takılmış ve bununla anılmıştır (Sezen 1991: 24). 815/1412-13 tarihinde vefat ettiği bilinen Hamzavî’nin nerede öldüğü ise belli değildir.

Hamzavî, başlangıcı XIV. asra götürülen ve Hamza-nâme adı verilen “mensur halk hikâyeleri anlatma” geleneğinin Türk edebiyatında aynı adla ilk örneğini veren kişidir (Sezen 1991: 24). Tıpkı Battal Gazi hikâyeleri gibi yüzyıllarca halk arasında okunan Hamza-nâme de, İslâmî kahramanlık hikâyelerinin ilk ve en önemli örneği olarak kabul edilir. Esas itibariyle Hz. Hamza’nın şahsiyeti etrafında teşekkül etmiş bu hikâyeler, İslâmiyetin yayılma dönemlerinden kalan tarihî olaylarla bazı menkıbelerin efsâne kisvesine büründürülerek anlatılmasından meydana gelmiştir (Yelten 2013:152). Araplar arasında Sîretü Hamza, Esmârü’l-Hamza; İranlılar arasında Kıssa-i Emîr Hamza, Kitâb-ı Rumûz-ı Hamza, Dâstân-ı Emîr Hamza gibi adlarla karşımıza çıkan ve nihayet Türkler arasında Hamza-nâme olarak bilinen destânî hikâyelerin yapısı oldukça karmaşıktır (Albayrak 1997: 516). Geçmişte Arap ve Fars edebiyatları bünyesinde sözlü ve yazılı olarak yaşayan bu metinlerin Anadolu’da Hamzavî tarafından mensur olarak yazıya geçirilmiş olması, kültür ve edebiyatımız açısından hiç kuşkusuz büyük bir kazanım olmuştur. Halk nesri adını verdiğimiz sade, açık bir dille yazılmış olan Hamza-nâme hikâyelerinin bulunduğu kitapların bazılarında çok iptidaî şekilde çizilmiş olmakla beraber bazı resimlere de rastlanır. Bilhassa son devirde Yeniçeri ocaklarında, ocağın kaldırılmasından sonra da kıraathanelerde okunan Hamza-nâmelerin, memleketimizde taş baskısı usulünün yaygınlık kazanmasından sonra, diğer hikâyeler gibi el yazmalarından kopya edilerek çoğaltılmamış oluşu dikkat çekicidir. Bunda Tanzimat’la görülmeye başlayan tiyatro ve çeşitli çalgılı eğlence yerlerinin fazlalaşmasının rolü vardır. (Uçman 1997: 92). Konuya dair önemli akademik çalışmalardan biri olan Halk Edebiyatında Hamzanâmeler (Sezen 1991)’den sonra, Hamzavî’nin söz konusu eserine yönelik araştırmalar yapan Yelten, “Hamza-nâme’nin Yeni Ciltleri ve Okunma Mekânları” başlıklı makalesinde - henüz ele geçmeyen 40. ve 42. ciltleri ile birlikte- Hamza-nâme’nin Türkiye kütüphanelerindeki yazma nüshalarının sayısının toplam 72 cilt olduğu bilgisini vermektedir (Yelten 2013: 153).

Hamzavî’nin dil ve üslûp itibariyle 14. yüzyılda kaleme alınmış benzeri metinlerin bütün özelliklerini taşıyan Hamza-nâme’sine bakılırsa Hamzavî açık, akıcı, sade ve anlaşılır bir Türkçe ile hikâyeler kaleme alan bir nasir kimliğindedir. Benzer şekilde Kıssa-i İskender de halk için yazılmış dînî-destânî bir hikayedir. Eser, şekil itibariyle mesnevi ile halk hikâyesi  arasında bir görünümündedir. Metinde öğretici konular ile duyguların ifade edildiği kısımlar manzum, hikâyeler ise mensurdur. Kıssa-i İskender, Batı Türkçesinin ilk ürünleri arasında yer almaktadır. Dili, kelime hazinesi ve anlatım özellikleri ve dönemin çeşitli özelliklerini yansıtması açısından dikkate değer bir eserdir. Hamzavî, her iki eseriyle dönem üslubunu temsil eden bir isimdir. 

Kaynakça

Akyol, Aysun (1990). Hamzavî, Kıssa-i İskender (Metin, Sözlüğü ve Dilbilgisel Özellikleri). Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Albayrak, Nurettin (1997). “Hamzanâme”. İslâm Ansiklopedisi. C. 15. İstanbul: TDV Yay. 516-517.

Bağdemir, Abdullah (1992). Kitab-ı İskender 200a-300b (Giriş - Metin - Dizin). Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Balaban, Adem (2005). Hamza-nâme. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Baysal, Sinem Ceyda (2008). Hamza-nâme (Gramer Özellikleri. Metin-Sözlük-İndeks). Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Fatih Üniversitesi.

Datlı, Derya (2009). Hamza-nâme (Metin-Sözlük-İndeks). Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Kalfa, Mahir (1994). Kıssa-i İskender 301a-405a (Giriş - Metin - Dizin). Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Kökyar, Derya (2009). Hamza-nâme’nin 30. Cildi (İnceleme-Metin). Yüksek Lisans Tezi. Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi.

Seçkin, Neşe (1991). Hamzavî, Kıssa-i İskender (101a-200b v.) (Metin, Sözlüğü ve Dilbilgisel özellikleri). Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Sezen, Lütfi (1988). Hamzanâmelerin Halk Edebiyatındaki Yeri. Yüksek Lisans Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi.

Sezen, Lütfi (1991). Halk Edebiyatında Hamzanâmeler. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.

Şimşek Akın, Nurhayat (2006). Hamza-nâme. 8.Cilt. (Metin-İnceleme). Yüksek Lisans Tezi. Adana: Çukurova Üniversitesi.

Türk Ansiklopedisi (1970). C. 18. “Hamza-nâme”. Ankara: MEB Yay. 458-459.

Uçman, Abdullah (1997). “Hamza-nâme”. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: Dergâh Yay. 91-92.

Uzunçarşılı, İ.Hakkı (1964). “Hz. Hamza”. İslâm Ansiklopedisi. C. 5. İstanbul: MEB Yay. 203.

Yelten, Muhammed (2013). Hamza-nâme’nin Yeni Ciltleri ve Okunma İmkânları. Turkısh Studies - İnternational Periodical For The Languages, Literature And History of Turkish or Turkic 8 (9): 151-165.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: DOÇ. DR. RIDVAN CANIM
Yayın Tarihi: 16.01.2015
Güncelleme Tarihi: 22.12.2021

Eserlerinden Örnekler

Hamza-nâme’den

Râvî öyle rivâyet ider ki bir gün Hamza karındaşı (53a) Hazret-i Abbâs’a eyitdi: “Ey birâder! Nolaydı bana at dahi olaydı.” didi. Abbâs eyitdi: “Nice idelüm? Sana her at tahammül itmez. Bunda evvelden bir at gelürdi. Ka’be’yi tavâf idüp gene giderdi. Atalarumuzdan işidürüz ki ol ata ceddümüz Hazret-i İbrahim oglu Hazret-i İshak binerdi. Bir temür kırı atdır. Velâkin kimse tutamaz. Gelür Kâ’be’yi tavâf idüp dolaşup nereden gelüp nereye gider?” didi. Hamza çünki bu sözi işitdi âşüfte-hâl oldı. Zîrâ at âşıkı nev-heves tâze çelebi idi. Eyitdi: “Ey birâderüm! Aceb ol at ne cânibden gelürdi?” didi. Abbâs eyitdi: “İşte şol tarafdan gelür, gene ol tarafa gider.” didi. Hamza gönlinden eyitdi: “Varayım, Allah rast getürse bulayım.” diyüp Amr Ayyâr’a bile haber itmeyüp yalnuz ol cânibe tevekkül-i Hak idüp gitti. Ol gün rahş-ı siyâhun kuvvetiyle çok menzil alup, gelüp bir çayırlı, çimenlü sahrâya irişüp gördi bir alay anda konmışlar. At ve âdem, deve, katır yayılup gezerler. Hamza bunları görüp: “Aceb bunlar nasıl kavmdür ola?” diyüp gördi bir herif askerden taşra at timâr ider. Anun yanına varup eyitdi: “Ey kişi nereden gelürsünüz? Kimlersünüz?” didi. Ol âdem eyitdi: “Bu kavm sahrâ-nişîndür, mekânları yokdur. Kış oldukda sehbe, yaz oldukda yaylaya giderler. Bu araya yakın bir magara vardur, anun içinde bir at vardur, bu kavm ol ata Tanrı’dur diyü taparlar. Böyle çayır zemânı oldukda ol at çıkar, bunlar meydana arpa ve sâ’ir şeyler dökerler. Her kangısından ol at yirse bereketlü olur dirler.” didi. Hamza bildi ki karındaşınun didügi atdur. Eyitdi: “Ey kişi! Lutf eyle, ol magarayı bana göster, şâyet ol rahşı ele getürem.” didi. Ol herif eyitdi: “Bre sen dîvâne mi oldun? Ol at kırk bin sahrâ-nişînin ma’bûdıdur. Ol senün didügin at degüldür. Ve hem ben kâdir degülüm anı sana göstermege. Şimdi ahşam oldı. Yarın bizüm begümüz vardur adına Kamûs-ı Sahrâ-nişîn dirler. Var ana söyle. Eger kâ’il olursa ana göre idesün” diyüp Hamza’yı alup bârgâhına getürüp vâfir süt, yogurt, tâze peynir getürüp ziyâfet eyledi. İrtesi, işte bu kavm yirlerinden turup ayinleri üzere yüzlerin ol gârdan tarafa tutup niyâza başladılar: “Ey bizüm ma’bûdumuz, gel bize bereketler saç!” diyüp ağlaşdılar. Bir kerre Hamza yerinden turup Kamûs Sahrâ-nişîn’ün önine geldiler. Bunlar gördiler bir tâze civân, bir siyâh ata binmiş, bunlara gelüp selam virdi. Kamûs: “Nedür yigit, murâdun?” didi. Hamza eyitdi: “Hicâz’da bir at işitdüm, alup götürmege geldüm, zira ata ihtiyâcum var.” didi. Kamûs gelüp eyitdi: “Nev-civân! Ol senün didügün at degüldür. Şol kadar kavmün ma’bûdudur. Ya sen atı nice ala götüresin?” didi. Hamza eyitdi: “Nâ-bekâr! At nedür kim ma’bûd olmaga lâyık ola! Ma’bûd ol zât-ı şerîfdür ki atları ve cümle mahlûkâtı ol yaradup rızkın virür.” didi. “Hemân sen atı bana göster de bak ben anı nice ala götürem.” didi. Kamûs eyitdi: “Ey nev-civân, ol bizlere gelürken rızkumuzda bereket vardı. Üç yıldır bize küsüp gelmedi. Aslı nedür bilmeyüz.” diyüp, dönüp bir gulâmına bakup: “Var imdi bu civana ol mahalli göster. Ol bunun hakkında gelür.” didi. Gulâm da Hamza’nun önüne düşüp magaraya götürdü. “Var imdi göreyüm neye kâdirsin?” diyüp gitdi. Hamza, tevekkül-i Hak idüp magara kapusına gelince, gördi kapu açuk. Besmele ile kapudan içeri girüp sol yanında bir sofa itmişler, üzerinde bir boz at turur. Bâzârgân karesi ol atı görüp süheyl urdı. Ol at da bir süheyl öyle urdı kim ol magaranun içi taşı yankılandı.

(53b) Bizlere de hışm ider dediler. Ammâ bu tarafdan Hamza atından aşaga inüp ol ata karşu vardı kim tuta. Ol at kendüye kasdın bilüp bir kerre kıç ayaklarınun üzerine gelüp yüridi kim ayagı altına alup helâk ide. Nâgâh ol mahalde bir sadâ geldi kim: “Ey rahş-ı mübârek! Bu kadar yıldan aradugun sâhibün ayagına geldi. Mutî’ olup kademüne yüz sür.” dediler. İshâk bu sadâdan belinleyüp hemân dört ayakların zemîne salup anasın bulmış tay gibi gelüp Hamza’nun kademine baş koyup yüzin ayagına sürdi. Hamza şâd olup İshak’ı koçup yüzinden öpdi. Gördi boynunda bir levh var. Hamza aldı ol levhı okıdı. Âl-i İbrâhim’den nesl-i İsmâil’den Hamza nâm-ı nâmdâr sensin ki bu ata mâlik olasın. Atun egeri ve sâir levâzımâtı bu kubbenün içinde bir sandık vardur, cümlesi andadur. Açup alasın ve sana kendi kaddine münasib bir kat alât-ı harb konmışdur. Alup işbu rahşa binüp silahı kuşanup gazâlar itdükçe bizi du’âdan unutmayasın. Ben ki Hazret-i İshak bin Halil idüm. Ol ata binüp çok gazâlar itdüm. Kapunun miftahın bulup kubbenün kapusın açup içerü girdi. Ol sandıgı bulup İshak nebînün togulgasın alup başına giydi. Hazret-i İbrahim’ün destârın başına sardı. İshak nebînün cübbesin giydi, kemerin kuşandı. Rahşın arkasına süvâr olup bazergân kurresin yedegine alup ol magaradan taşra geldi. Ol kavm gözedürdi. “Acaba ol yigit rahşı neyledi ola?” didiler. “Bre ne turursız? Ma’bûdumuz yolında cümbiz kırıluruz” diyüp birden rahşlarına binüp yüridiler. Hamza hâl bir yüzden oldı. Hemân na’ra urup tîg-ı İshak’ı uryân idüp yügürdi. Bunların içinde ol rast geldügine bir tîg urup dört pâre eyledi. Ardınca gelenün cümlesin men’ idüp tîg ile iki pâre eyledi. Gâh tîg ile ve gâh gürz ile gâh tîr-i kemân ile işte Hamza bunda cengde. Ammâ bu tarafdan Hamza gitdükden sonra Amr Ayyar gelüp Hamza’yı bulup, Hamza’nun gitdügin haber alup yola girüp Mekke sahrâlarında Hamza’yı arayup gözlerken bir püşte üzere çıkup öte cânibe bakup gördiler ki püştenün öte yüzinde bî-hadd asker ceng iderler. Bunlar yakın gelüp gördiler. Hamza bunları öyle kovar kim ancak olur. Bunlar ol hâli görüp hemân tîgların uryân idüp küffârun bir tarafından bunlara girüp dolu (urmış) tarlaya döndürdiler. İrişüp Hamza’ya kafadar olup kuşluklara ikindi olınca eyitdiler. Kamûs-ı Sahrâ-nişîn’ün bârgâhı önüne gelince Kamûs’a el tîg olup Hamza’ya bir tîg urdıysa iki pâre eyledi. Sâirleri ol hâli görüp kaçmaga yüz tutdılar. Ahşâm olınca beşi bir yirde kalmayup talan (u) perîşân oldılar. Bu kadar mal, hazine, hayme ve har-gâh kaldı. Ba’de Amr Ayyar gelüp Hamza’ya buluşup eyitdi: “Ey dilâver nedür, bu rahşı ve esvâbı nirden buldun?” didi. Hamza da nasıl bulup bu kavmile niçün ceng itdügin nakl eyledi. Amr Ayyâr hazz eyledi. Ammâ bir de eyitdi: “Benüm ne acîb tâli’üm var. Hamza’ya sâhib-kırân olursun didiler, gelüp zuhûr ideyor. Ben ise ayyâr olsam gerek. Ayyârlıga müte’allık bir şeyüm yok.” didi. Hele bunlardur, sürüp bir yire geldiler. Hamza bir iki kulların babası Abdulmuttalib’e gönderdi. Anlar da gelüp: “İşte ahvâl şöyle oldı.” deyü haber virdiler. Anlar da şâd olup cümle (54a) ogulların yanına alup gelüp Hamza ile buluşdılar. Üzerinde olan ceng libasların ve rahşını görüp hayrân oldılar. Hamza’ya tahsîn itdiler.

Sezen, Lütfi (1991). Halk Edebiyatında Hamzanâmeler. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay. 123-126.