KÂŞİFÎ

(d. ?/? - ö. ?/?)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Fâtih Sultân Mehmed zamanında İstanbul’a gelen İran asıllı şairlerden Kâşifî hakkındaki bilgiler eserinde anlattıklarıyla sınırlıdır. Belirttiğine (Esmail 2005: 4-6; 12-13) göre ailesinden, yakınlarından ve vatanından ayrılıp Arap memleketine gitmiştir. Maddi sıkıntı içindedir. Sonra zorluklara katlanarak İstanbul’a gelmiş ve burada nükteler, şiirler söyleyerek şöhret kazanmıştır. Fakir ve iflas etmiş bir durumdayken Ahmed Ebu’l-Fazl bin Veliyüddîn (Ahmed Paşa) ile dost olmuştur. Onun tavsiyesi üzerine padişahla tanışmasını sağlasın diye Vezir Mehmed Paşa’ya gitmiş, ardından Paşa vasıtasıyla huzuruna çıktığı padişahın lutuflarıyla epeyce varlık sahibi olmuştur. Uzun süre Fâtih’in yanında kaldığı ve sarayda görev yaptığı da anlaşılan şairin nerede ve ne zaman öldüğü ise bilinmemektedir. Kâşifî’nin tek eseri Ahmed Paşa’nın teşvikiyle kaleme aldığı Gazâ-nâme-i Rûm isimli Farsça mesnevîsidir. 1053 beyit uzunluğundaki manzumenin vezni “fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl”dir. Şair, muhtemelen 1456 yılı civarında yazdığı (İnalcık 2000: 111) Gazâ-nâme-i Rûm’u, Sultân II. Murâd’a takdim, onun sağlığında Şehzâde Mehmed’e de ithaf etmiştir. Kâşifî; Sultân II. Mehmed’in doğum tarihi, tahsili, babasının tahttan çekilmesi, bazı savaşlara katılması, Varna ve II. Kosova savaşlarından söz ettiği manzumede bilgileri hangi yazılı kaynaklardan aldığını belirtmemiştir. Mesnevîde olayları gören, duyan veya yaşayanlardan aldığı sözlü nakilleri değerlendirmiş, Varna ve Kosova savaşlarında iki tarafın savaş taktikleri, kullandıkları malzemeler ve Osmanlıların ateşli silahları hakkında ayrıntılı önemli bilgiler vermiştir (Esmail 2005: 6-7). En eski gazavat-nâme örneklerinden olan Gazâ-nâme-i Rûm’un tek nüshası İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi Farsça El Yazmaları Bölümü F-1388’de Tevârîh-i Âl-i Osmân adıyla kayıtlıdır. Eserin kaydında kullanılan bu ad doğru değildir. Nüshanın sonu eksiktir. Çelebioğlu’nun (1998: 153) bildirdiğine göre Gazâ-nâme-i Rûm’dan ilk söz eden Tauer’dir (1932). Mesnevî üzerinde bir yüksek lisans tezi yapılmıştır (Esmail 2005). Olayları hamasî bir anlatım tarzıyla ve ayrıntılarıyla anlattığı görülen (Esmail 2005: 44) Kâşifî, manzumede şiire hevesli olduğuna değinmişse de Türkçe veya başka dilde şiir veya eser yazdığına dair herhangi bir bilgi vermemiştir.

Kaynakça

Çelebioğlu, Amil (1998). “Zaîfî’nin ‘Gazâvat-ı Sultan Murad İbni Muhammed Han’ Adlı Mesnevîsi”. Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları. Ankara: MEB Yay. 151-158.

Esmail, M. Ebrahim M. (2005). Kâşifî’nin Gazânâme-i Rum Adlı Farsça Eseri ve Türkçeye Tercüme ve Tahlili. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.

İnalcık, Halil (2000). Osmanlı Tarihçiliğinin Doğuşu, Söğüt’ten İstanbul’a. Ankara: İmge Yay.

Pehlivan, Gürol (2008). “Varna Savaşı ve Bir Tarih Kaynağı Olarak Gazâvatnâmeler (Varna Savası ile İlgili Yeni Bir Yayın Münasebetiyle)”. Turkish Studies 3 (4): 598-617.

Tauer, Felix (1932).“Les manuscrits persans historiques des bibliothèques de Stamboul, V. Histoire des Indes-Index”. Archiv Orientálni. (IV): 193-207.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: ALİ YÖRÜR
Yayın Tarihi: 28.01.2015
Güncelleme Tarihi: 05.11.2020

Eserlerinden Örnekler

Gazâ-nâme-i Rûm’dan

Sultan Mehemmed Gâzî’nin -Hallede Hilafetühû ve Ebbede Devletühû- Doğumu

Bilgileri bakımından çok mu‘teber olan birisi söyle nakletti: “Rûm memleketinde, Kayser’in tahtına oturmus olan Padişâh, zamanının İskender’i gibiydi. Cihân sahibi Padişâh, hükmü altında olan yerlere adâlet dagıtırdı. Kadîm zaman padişâhlarından Cemşîd ve Feridûn gibi iyi görüslü ve kerem sahibiydi. Varlığı cihânın murâdıydı ve cihân ona Sultan Murâd diye seslenirdi. Padişâhlar ve
şehzâdelerin pek çogu O’nun hizmetindeydi.Bir gün, dünya görmüş bilge bir zât huzûruna geldi. Sultanın elini öptükten sonra, diz çökerek: “Sultanım! Allah sana fetih ve zafer bahçesinden bir gonca ihsân etti. Güzellikte emsâli görülmemis bir oğul bahşetti. O’nu gören herkes, ceddi Sultan Bâyezîd’e benzedigini söyler.” Bu habere çok sevinen Sultan Murâd, her taraftan ilm-i nücûm konusunda bilgisi olan müneccimleri çagırdı. Müneccimlerden, yeni dogmuş şehzâdenin geleceğinden haber vermelerini istedi. Müneccimlikte çok bilgili ve
alanında çok mu’teber olan bir zât şu yorumu yaptı: “Sonu hayırlıdır inşaallah! Güneş Hamel Ayındadır. Merih ise, istenilen mevkide yer almış. Müşteri Yıldızı da Terâzî’de yerlesmis durumda. Kova’da ise Zühre var. Zuhal da ma’kûl bir burca gitmis, Ay gibi Sevr’in hizâsında durmaktadır. Bütün bu haller, mevlûd hakkında şu durumu izah ediyor: Bu pâk-din şehzâde, Çin ile Bahter hudûduna kadar baştan sona cihânı alacaktır. Adı, kadîm zaman Padişâhlarından Cem gibi büyüklerle anılacak, ecdâdı gibi bilge olacaktır.” Duyduklarına çok sevinen Sultan Murâd, etrafındakilere altın paralar dagıttı. Çocuğunun pek çok özelliklere sahip olacağını anlayınca, her bakımdan tâm olsun
diye Mehemmed (Mehmed) ismini verdi. Tevârih ilminde kâmil bilgiye sâhip bir zât, şehzâdenin mevlûd tarihi
hakkında şöyle söyledi: Be-târîh-i mevlûd-ı şeh goft în / Mehemmed be-nâm est în sedd-i dîn

(......)

Sultan Murâd ve Kral’ın Öncü Birliklerinin lk Def’a Harb Etmesi
Savaşta bizzat Padişâhın yanında bulunan, cihân görmüs ve işin mertlerinden bir pîr vardı. Hızır adında ve yeşil hatlı ve İlyas görüşlüydü. Hakikaten de İlyas ve Hızır gibi yol göstericim oldu. Bu zât, Padisâh’ın Kral’a ve Yanko’ya neler eylediğini baştan sona şöyle anlattı: “Kâfirler yaklaştığı an, ordunun çıkardığı tozdan âdeta dünya karardı. Kâfirin ve Padişâh’ın öncü kuvvetleri karşılaşınca her iki taraftan, epey kâfir ve Müslüman kılıç ve baltalarla öldürüldü. Kâfir ve Yahudî ordu başkanı mü’minlere el uzatınca, mü’minlerin ordusundan bir kişi keskin kılıcı ve siperiyle ilerledi. Orduyu ayakta tutan bu zâta Karaca deniyordu. Fakat, bu savaşta batı gâvurlarından bir süvari onun karşına çıktı ki, sert yapılı ve zırhlarla kaplı olup kılıç, mızrak, ok ve süngü ile mü’minlerin ordusundan epeyini öldürmüştü. Zamanın pehlivânını dünyadan silmek için zehirli kılıcı çıkardı. Nâmlı önder Karaca, onunla savaşa basladı. Siperiyle saldırıyı geçistirdikten sonra kâfirin kemerinden yakaladı. Hayy ve Vedûd olan Allah’ın yardımıyla gâvuru eyerden kaptı. Eyerden kaldırdığı gibi öyle bir yere çarptı ki, âdeta beyni alnından fışkırdı. Başını kesip mızrağa taktı. Sonra savaşa azmedip tekrar meydana çıktı.Kılıç, mızrak ve ağır topuzla kâfirlerin önde gelenlerinden epeyini öldürdü.
(Esmail, M. Ebrahim M. (2005). Kâşifî’nin Gazânâme-i Rum Adlı Farsça Eseri ve Türkçeye Tercüme ve Tahlili. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi. 14-15; 35-36.)