Madde Detay
AHMED-İ BÎCȂN, Ahmed Bîcân, Yazıcıoğlu Ahmed-i Bîcân, Şeyh Ahmed-i Bîcân Efendi bin Sâlih Efendi, Ahmed İbnü’l-Kâtib
(d. ?/? - ö. 870’ten sonra/1466’dan sonra)
nâsir, divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Asıl adı Ahmed’dir. Tarikat yolunun gereklerinden olarak riyâzet, az yemek-içmek, hatta çoğu zaman oruçlu olmak gibi sebeplerle ortaya çıkan zayıflığı dolayısıyla “Bîcân” (cansız) namıyla bilindi. Babasının kâtip olması dolayısıyla da kardeşi Mehmed (öl. 855/1451) gibi o da daha çok “Yazıcıoğlu” veya “Yazıcı-zâde”, nadiren de “İbnü’l-kâtib” unvanlarıyla tanındı. Malkara veya Kadıköyü’nde doğmuş olma ihtimali bulunmakla beraber, Envârü’l-Âşıkîn adlı eserinde yer alan “Hak Te’âlâ Hazretleri miskin Ahmed-i Bîcân’ı, deniz kenarında gâziler şehrinde, Gelibolu’da yarattı” ifadelerinden hareketle Gelibolu’da doğduğu kabul edilmektedir (Çelebioğlu 1989: 50). Babası, kâtiplik görevlerinde bulunan ve Anadolu’da astroloji sahasının muhtemelen ilk Türkçe manzum eseri olan Şemsiyye’nin şairi Sâlih veya Sâlihüddîn Kâtib adıyla bilinen bir zâttı. Dedesinin adı Süleymân’dı. Sâlihüddîn Kâtib, rivayetlere göre Ankara veya Bolu civarındandı. Malkara’dan veya Malkara’ya bağlı Kadıköyü’nden gelip Gelibolu’ya yerleşti. Ahmed-i Bîcân, kendi ifadelerine göre, Hanefî mezhebindendi ve Bayramiyye tarikatının Celvetiyye koluna mensuptu (Çelebioğlu 1989: 50). Hâcı Bayram Velî, muhtemelen Sultân II. Murâd ile görüşmek için Edirne’ye geldiğinde, Yazıcıoğlu Mehmed ve Ahmed-i Bîcân kardeşleri irşat etti. Ahmed-i Bîcân’ın çilehânesinin Gelibolu’da ağabeyi Yazıcıoğlu Mehmed’in de çilehanesinin bulunduğu Namazgâh civarında Hamzakoyu sahillerindeki kayalıklarda olduğu söylenmektedir. Nitekim Ganî-zâde Nâdirî, Sultân I. Ahmed’e (1603-1617) yazdığı kasidesinin 21-23. beyitlerinde onun hakkında şunları söylemektedir: Gelibolıya düşdi çünki zıll-ı çetr-i ikbâli / Salup tarh-ı ikâmet gayret-i dârü’l-karâr itdi / Leb-i deryâda anı bâr-gâh içre gören sanmış / Sadefle bir dür-i yektâyı deryâ ber-kenâr itdi / Yazıldı makdeminden kalb-i pâk-i Yazıcı-zâde / Bulup cân Ahmed-i Bîcân anunla iftihâr itdi (Külekçi 1985’ten aktaran Kaptein 2007: 22). Kabri, Gelibolu’da Yazıcıoğlu Mescidi diye bilinen yerde bulunan Ahmed-i Bîcân’ın ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekteyse de Kâtip Çelebi onun 859/1455 yılında öldüğünü belirtmektedir (Kâtip Çelebi 1270: 1746). Bununla beraber Şemsiyye tercümesinin bazı nüshalarında söz konusu eserin 870/1466 yılında tamamlandığı notlarına bakılarak Ahmed-i Bîcân’ın 870/1466’ten sonra vefat ettiğini söylemek doğru olacaktır. Ahmed-i Bîcân, devrinin ilimlerini tahsil ettiği, Arapçayı ve Farsçayı gayet iyi bildiği anlaşılan bir sanatçıdır. Ahmediyye ve Pend-nâme’nin kendisine ait olmadığı belirlenen (Çelebioğlu 1989: 50) yazarın eserleri şunlardır:
1. Envârü’l-Âşıkîn: Ahmed-i Bîcân’ın en meşhur eseridir. Ağabeyi Yazıcı-zâde Mehmed’in Arapça Megâribü’z-Zamân li-Gurûbi’l-Eşyâ fi’l-Ayn ve’l-Iyân adlı kitabının onun isteği üzerine Türkçeye yapılmış tercümesidir. Evliyâ Çelebi’nin, Ahmed-i Bîcân’ın ağabeyi ile anlaşamayarak Sofya’ya gittiği ve Envârü’l-Âşıkîn’i burada tamamladığına dair naklettiği bilgiler gerçekçi olmaktan uzak görünmektedir. Zira 850/1446 yılında başladığı tercümeyi 855 yılının Muharrem ayında (Şubat 1451) bitiren Ahmed-i Bîcân, metni Gelibolu’da tamamladığını söylemektedir (Evliyâ Çelebi 1314: 401, 417; 1315: 232, 320). Mensur olan eserin dili, geniş halk kitlelerinin anlaması amaçlandığından oldukça sadedir. Beş bölümden oluşan kitapta esas itibariyle varlıkların tertip ve nizamı, Âdem peygamberin yaratılışı, peygamberler ve kıssaları, dünyanın faziletleri, ilâhî kitaplar, kıyamet alâmetleri, Kur’ân-ı Kerîm, mahşer, sırat, cennet ve cennetlikler, cennetliklerin makamları, cennetteki makamlar, hûriler, gılmanlar, cehennem, melekler gibi farklı konular değişik başlıklar altında ele alınmaktadır. Envârü’l-Âşıkîn’in yazma ve basma pek çok nüshası bulunmaktadır. Bu da kitabın çok okunduğunun bir göstergesidir. Arap harfli baskısı da olan (Yazıcıoğlu 1305) metnin sadeleştirilmiş neşirleri de yapılmıştır (Fırat 1969; Figani 1970; Kahraman 1973; Rahmi 1970; Serdaroğlu vd. 1974). Eser üzerinde Arslan Tekin ve Melek Tekin tarafından yapılan ortak çalışma yayımlanmıştır (1983). Bu metin üzerine hazırlanan doktora tezi (Uğur 2019a) de yayımlanmıştır (Uğur 2019b).
2. Dürr-i Meknûn: 15. yüzyılın ikinci yarısında kaleme alınmıştır. Dinî, tasavvufî ve efsanevî bir nitelik taşımaktadır. Çeşitli ayet, hadis ve hikâyelerle dünyanın yaratılışı, yeryüzü ve gökyüzü, bazı peygamberlerin kıssaları ve kıyamet alâmetleri, cennet, cehennem ve kıyamet gününe ait tasvirlerden geçmiş yüzyıllardaki medeniyetlere ait bilgilere, gökyüzündeki yıldızlar ve bunların özelliklerinden yeryüzündeki dağlar, nehirler, adalar ve buralarda yaşayan kimisi yarı insan yarı hayvan olan canlılara kadar her türlü bilginin yer aldığı eser on sekiz bölümden oluşmaktadır. Halkı aydınlatmak amacıyla kaleme alınan 15. yüzyıl Osmanlı kültür dünyasının genel bilgiler ansiklopedisi niteliğindeki kitapta coğrafya ve kozmografyaya ait bilgiler geniş yer tutmaktadır. Dürr-i Meknûn, yazıldığı dönemde yaşayan insanların dünyayı ve evreni nasıl algıladıklarını göstermesi bakımından önemli bir metindir. Eserin birçok nüshasının olması çok okunduğunu göstermektedir. Ancak kitabın yazara aidiyeti konusunda farklı düşünceler de vardır. Nitekim Yamak’ın doktora tezinde belirttiğine göre Carlos Grenier (2018), bu eseri yazarın Envârü’l-Âşıkîn’iyle muhteva, dil ve kaynak bakımından karşılaştırmış, elde ettiği sonuçlardan ve öne sürdüğü diğer verilerden hareketle kitabın Ahmed-i Bîcân’a değil Ahmed isimli meçhul bir yazara ait olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Yamak, Dürr-i Meknûn’un tasavvufi özelliklerini Ahmed-i Bîcân’ın diğer eserleriyle, özellikle Müntehâ ve Envârü’l-Âşıkîn’le kıyaslamış, bunun farklı bir tasavvufî tavırla yazıldığını işaret etmiş, bu hususun da kitabın Ahmed-i Bîcân’a aidiyeti ihtimalini oldukça zayıflattığına değinmiştir (Yamak 2021: 78-80). Sakaoğlu, Dürr-i Meknûn’u sadeleştirerek neşretmiştir (1999). Kitap üzerine doktora çalışması yapılmış (Demirtaş 2004) ve yayımlanmıştır (Demirtaş 2010). Eserin karşılaştırmalı eski harfli metni de bir inceleme ile basılmıştır (Kaptein 2007).
3. Acâyibü’l-Mahlûkât: Zekeriyâ bin Muhammed el-Kazvinî’nin (öl. 682/1283) aynı adlı eserinden Türkçeye kısaltılarak yapılmış tercümesidir. 857/1453 tarihinde Gelibolu’da tamamlanmıştır. Bu metin de ansiklopedik özelliklere sahiptir. Dört büyük melek, sâbit ve seyyar yıldızlar, burçlar, günler, aylar, denizler, canavarlar, çeşmeler, bitkiler, cinler, yiyecekler gibi konuların yer aldığı eser üzerine bir mezuniyet tezi yapılmıştır (Açıkgöz 1974).
4. Kitâbü’l-Müntehâ el-Müştehâ ale’l-Füsûs: Müntehâ adıyla olarak tanınmış olan eser, 857/1453’de tamamlanmıştır. Bazı nüshalarında yazım tarihinin 870/1465 olması, muhtemelen yazar tarafından yeniden gözden geçirilmesinden kaynaklanmaktadır. İbnü’l-Arabî’nin meşhur eseri Füsûsu’l-Hikem’in Müeyyed Cendî tarafından yapılan şerhine Yazıcı-zâde Mehmed tarafından yapılmış Arapça şerhin Ahmed-i Bîcân tarafından Türkçeye çevirisidir. Otuz fasıldan oluşan kitapta peygamberlerin makamları, şehitlerin namazının kılınışı, Hz. Peygamber’in gazaları, miraç, cennet ve cehennem, nebiler, veliler, güneşe göre vaktin belirlenmesi, haftanın günleri, çeşitli surelerin tefsiri, çehâryâr-ı güzîn, Hz. Peygamber’in eşleri, esmâ-i hüsnâ, Hz. Peygamber’in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in vefatları gibi Hz. Peygamber’e ve yakın çevresine, akrabalarına dair konular ele alınmıştır. Üzerinde bir yüksek lisans çalışması yapılan (Beyazıt 2008 ) eser yayımlanmıştır (Beyazıt 2011).
5. Bostânü’l-Hakâyık: Ahmed-i Bîcân’ın, babası Yazıcı Sâlih’in mesnevî tarzında kaleme aldığı Şemsiyye adlı eserini nesre aktarmasıyla meydana getirdiği bir metindir. Kitap 870/1466’te tamamlanmıştır. İçinde yer yer manzum kısımlar da bulunan ve Melhame/Mülheme olarak da bilinen eserde astroloji, astronomi ve meteoroloji ile ilgili konular işlenmektedir. Bostânü’l-Hakâyık üzerinde bir mezuniyet tezi yapılmıştır (Yorulmaz 1970).
6. Cevâhir-nâme: Cevâhir-nâmelerin belirlenen Türkçe müstakil manzum tek örneğidir. Eser, nüshalarında “Cevâhir-nâme, Hâzâ Kitâb-ı Havâss-ı Cevâhir, Hâzâ Cevâhir-nâme, Havâss-ı Cevâhir-nâme, Hâzâ Kitâb-ı Havâss-ı Cevher-nâme min Ahmed-i Bîcân” başlıklarını taşımaktadır. Aruz vezninin “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla kaleme alınan mesnevi nazım şeklindeki manzume kırk bir beyit uzunluğunda olup altı beyitlik giriş bölümüyle başlamakta, bunun ardından gelen konunun işlendiği otuz iki beyitte sırasıyla “zer, yâkût, elmâs, zümürrüd, pîrûze, mercân, akîk-i Yemânî, kehrübâ, lâjüverd, seng-i kudret ve yeşm”in özellikleri anlatılmakta, üç beyitlik hâtime kısmıyla sonlanmaktadır. Tespit edilen nüsha sayısı altıdır (Uğur 2019b: 24). Cevâhir-nâme üzerindeki son yayın tespit edilen beş nüshasının karşılaştırılmasıyla yapılmıştır (Kara 2016).
7. Rûhü’l-Ervâh: Kaynaklarda isminin Ravhu’l-Ervâh, Ravzatü’l-Ervâh ve Revvihu’l-Ervâh gibi okunuşlarına da rastlanan eserin elde herhangi bir nüshası bulunmamaktadır. Bu sebeple söz konusu kayıtlara temkinle yaklaşılmıştır. Çelebioğlu (1989: 51 ), bu metnin Envârü’l-Âşıkîn’in peygamberlerin hayatlarını ele alan bir bölümü olabileceği ihtimaline dikkat çekmiştir.
Ahmed-i Bîcân, hemen hemen tamamı dinî, tasavvufî ve efsanevî-mitolojik karakterli eserler yazmış bir sanatçıdır. Âlim ve mutasavvıf kimliğiyle tanınan Ahmed-i Bîcân’ın eserleri telif olmaktan çok tercüme ve derleme niteliğindedir. Onun, neredeyse tamamı mensur risalelerinde “telkin” ve “irşad” amacı ön planda olduğu için bunlar daha ziyade “didaktik” niteliklidir. Dolayısıyla yazar, bunları kaleme alırken sanat endişesi taşımamaktadır. Müntehâ adlı eserinin “sebeb-i te’lif”inde de ifade ettiği gibi muradı “Hakikat ve şeriat incilerini cem’ eylemek, dünya ve ahiret esrârına yol bulmaktır” (Çelebioğlu 1989: 50). O, “Ȃdem cihanda hayr ile anıla. Zira ki bir gün gele, benden ve senden bir nişan kalmaya. İllâ bu sözler bâkî kala” (Çelebioğlu 1989: 50) cümlesiyle de niyetinin ve gayesinin hayırla yâd edilmek olduğunu açıkça söylemektedir. Yine “Yazılan birçok âsâr Arabî ve Fârisî olmakla ancak ehline zâhirdi. Bu yüzden Türkî yazdım ki herkes faydalansın” (Çelebioğlu 1989: 50) diyerek de eserleri niçin tercüme ettiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Ahmed-i Bîcân’ın kitaplarında kullandığı dil, bugün de anlaşılabilecek bir sadelikte ve akıcılıktadır. Yer yer seciler görülmekle birlikte bu ifadelerin bir sanat iddiası taşıdığı söylenemez. Kısa cümlelerle üslûbuna farklı bir renk ve güzellik katan devrik cümle tercihleri Ahmed-i Bîcan’ı, Türk kültürünün ve nesir edebiyatının asırlarca keyifle okunan yazarları arasına yerleştirmiştir.
Kaynakça
Açıkgöz, Osman Nuri (1974). Ahmed Bîcan. Acâibü’l-Mahlûkât. Bitirme Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü.
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Acâyibü’l-Mahlûkât. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi T.Y. 6797.
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Acâyibü’l-Mahlûkât. Millî Kütüphane Yz. 1965 EHY 396.
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Cevâhir-nâme. Mısır Millî Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Koleksiyonu, Mecamî Türkî 39. 224b-225a.
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). [Cevâhir-nâme]. Saraybosna Arşivi R283/14. 70b.
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Dürr-i Meknûn. Süleymaniye Kütüphanesi. Pertevniyal. No. 456
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Envârü’l-Âşıkîn. Süleymaniye Kütüphanesi. Hasib Efendi. No. 211.
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Envârü’l-Âşıkîn. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi. Koğuşlar. No.1012.
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Havâss-ı Cevâhir-nâme. Erzurum Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Seyfettin Özege Salonu 35/ASL. 47a-47b.
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Hâzâ Cevâhir-nâme. Süleymaniye Kütüphanesi. Ayasofya. No. 3452/3. 72b-74a (Ankara Millî Kütüphane Mikrofilm Arşivi Mf 1994 A 643).
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Hâzâ Kitâb-ı Havâss-ı Cevâhir. Universitäts- und Landesbibliothek Bonn. So 219 Universıtäts- und Landesbibliothek Bonn Abteilung Handschriften und Rara VOHD 37, 1: Nr. 378, yk. 92b-93a.
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Hâzâ Kitâb-ı Havâss-ı Cevher-nâme min Ahmed-i Bîcân. Ankara Millî Kütüphane 06. MK. Yz. A 6156/7. 25b-26b.
Ahmed-i Bîcân (Yazıcıoğlu). Megâribü’z-Zamân. Nuruosmaniye Kütüphanesi. No. 2593.
Aydın, Mehmet (2009). “Seyahatname’deki Yazıcıoğulları ile İlgili Bilgiler Üzerine”. Uluslararası Evliya Çelebi ve Seyahatname Sempozyumu. Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi. (3-5 Nisan 2008-Ankara). Çağının Sıradışı Yazarı Evliyâ Çelebi. hzl. Nuran Tezcan. İstanbul: Yapı Kredi Yay. 81-87.
Babinger, Franz (1934). “Yazıcıoğlu Mehmed”. Enzyklopedia des İslâm. C. IV. Leiden. 1268.
Beyazıt, Ayşe (2008). Ahmed Bîcan’ın “Müntehâ” İsimli Fusûs Tercümesi Işığında Tasavvuf Düşüncesi. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.
Beyazıt, Ayşe (hzl.) (2011). El-Müntehâ. İstanbul: İnsan Yay.
Bursalı Mehmed Tâhir (1333). Osmânlı Müellifleri. C. I. İstanbul.
Büyük Türk Klâsikleri (1985). C. I. “Ahmed Bîcân”. İstanbul: Ötüken-Söğüt Yay. 264-265.
Cunbur, Müjgan (2002). “Ahmed Bîcan”. Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C. I. Ankara: AKM Yay. 156.
Çelebioğlu, Âmil (1976). “Yazıcı Salih ve Şemsiyyesi”. Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi (1): 171-218.
Çelebioğlu, Âmil (1978). “Ahmed Bîcan”. İslâm Ansiklopedisi. C. I. İstanbul: MEB Yay. 181-182.
Çelebioğlu, Âmil (1978). “Ahmed Bîcan”. Türk Ansiklopedisi. C. I. İstanbul: MEB Yay. 250-251.
Çelebioğlu, Âmil (1989). “Ahmed Bîcan”. İslâm Ansiklopedisi. C. 2. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 49-51.
Çelebioğlu, Âmil, K. Eraslan (1986). “Yazıcı-oğlu”. İslâm Ansiklopedisi. C. XIII. İstanbul: MEB Yay. 363-368.
Demir, Remzi, M. Kılıç (2003). “Cevâhirnâmeler ve Osmanlılar Dönemi’nde Yazılmış
İki Cevâhirnâme”. Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama
Merkezi Dergisi [OTAM], 14: 1-64.
Demirtaş, Ahmet (2004). Dürr-i Meknûn (İnceleme-Çevriyazı-Dizin-Tıpkıbasım). Doktora Tezi. Samsun: Ondokuz Mayıs Üniversitesi.
Demirtaş, Ahmet (hzl.) (2010). Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan, Dürr-i Meknûn (Tıpkıbasım-İnceleme-Çevriyazı-Dizin). İstanbul: Akademik Kitaplar.
Dürretü’l-Ma’ârif-i Bozorg-i İslâmî (1375). C. VII. “Ahmed Bîcân”. Tahran. 18.
Evliyâ Çelebi (1314). Seyahat-nâme. C. III. İstanbul.
Evliyâ Çelebi (1315). Seyahat-nâme. C. V. İstanbul.
Figani, Mehmet (hzl.) (1970). Yazıcıoğlu Ahmed Bîcân, Envârü’l-Âşıkîn. İstanbul: Tan Matbaası.
Grenier, Carlos (2018). “Reassessing the Authorship of the Dürr-i Meknun”. Archivum Ottomanicum, (35): 193-211.
Gibb, E. J. W. (1900). A History of Ottoman Poetry. C. I. London.
Gibb, E.J.W. (1999). Osmanlı Şiir Tarihi. (A History of Ottoman Poetry). C. I-II. Çev. A. Çavuşoğlu. Ankara: Akçağ Yay.
İhsanoğlu, Ekmeleddin (2006). “Ahmed Bîcan Yazıcızâde”. Osmanlı Tabii ve Tatbikî Bilimler Literatür Tarihi. C. I. İstanbul. 10-11.
Jahic, Mustafa (2010). Catalogue of The Arabic, Turkish, Persian and Bosnian Manuscripts In the Historical Archive Sarajevo. London. 328.
Kahraman, Ahmet (hzl.) (1973). Ahmed Bican, Ȃşıkların Nurları, Envârü’l-Âşıkîn. İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser.
Kaptein, Laban (hzl.) (2007). Ahmed Bican Yazıcıoğlu, Dürr-i Meknûn, Kritische Edition mit Kommentar. ASCH: Herausgegeben im Selbstverlag.
Kara, Serdal (2016). “Farklı Nüshalar Işığında Ahmed-i Bîcân’ın Manzum Cevâhir-nâmesi'nin Tenkitli Metni”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] (56): 1105-1124.
Kâtip Çelebi (1270). Keşfü’z-Zünûn. C. II. İstanbul.
Koçak, Aynur (2003). Ahmed Bîcan’ın Eserleri Üzerine Bir İnceleme. İstanbul: Üçdal Neşriyat.
Külekçi, Numan (1985). Ganî-zâde Nâdirî, Hayatı, Edebî kişiliği, Eserleri, Dîvânı ve Şeh-nâme’sinin Tenkidli Metni. Doktora Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi.
Mazıoğlu, Hasibe (1982). “Türk Edebiyatı, Eski”. Türk Ansiklopedisi. C. 32. İstanbul. 110.
Rahmi, Mehmet (1970). Envârü’l-Âşıkîn. İstanbul: Sağlam Yayınevi.
Sakaoğlu, Necdet (hzl.) (1999). Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan, Dürr-i Meknûn (Saklı İnciler). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Serdaroğlu, H. Mahmud, A. L. Aydın (hzl.) (1974). Yazıcıoğlu Ahmed Bican, Envâr-ül Aşikîn. İstanbul: Çelik Yay.
Tekin, Arslan, M. Tekin (hzl.) (1983). Yazıcıoğlu Ahmed Bîcân, Envârü’l-Âşıkîn. İstanbul: Bedir Yay.
Uğur, Abdullah (2019a). Yazıcıoğlu Ahmed Bîcân Efendi ve Envârü’l-Âşıkîn Adlı Eseri (İnceleme-Metin). Doktora Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.
Uğur, Abdullah (2019b). Yazıcıoğlu Ahmed Bîcân ve Envârü’l-'Âşıkîn Adlı Eseri (İnceleme-Metin). (3 Cilt). The Department of Near Eastern Languages and Civilizations Harvard University.
Uzunçarşılı, İ. Hakkı (1947). Osmanlı Tarihi. C. I. Ankara.
Yamak, Mehmet Bilal (2021). Yazıcızâde Kardeşlerin Tasavvufi Görüşleri ve Osmanlı'ya Tesirleri. Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Yazıcı, Tahsin (1974). “Ahmed Bîcan”. Küçük Türk-İslâm Ansiklopedisi. C. I. İstanbul. MEB Yay. 44-45.
Yazıcıoğlu Ahmed Bîcân (1305). Envârü’l-Âşıkîn. İstanbul.
Yorulmaz, Bülent (1970). Yazıcı Selahaddin'in Melhame-i Şemsiyyesi. Mezuniyet Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DOÇ. DR. RIDVAN CANIMYayın Tarihi: 02.12.2014Güncelleme Tarihi: 11.08.2021Eserlerinden Örnekler
Cevâhir-nâme’den
Ey ma’ârif gevheri cevher-şinâs
N’ola geyse dürr-i nazm altun libâs
Zer libâs üzre cevâhir hûbdur
Hûblar geyse dahı mergûbdur
Cevherün kadrin bilen sarrâfdur
Dürr-i ma’nâ derc iden arrâfdur
Çün yaratdı Hak ta’âlâ hazreti
Nâs içün bunca cevâhir kıymetî
Kudretinden her birinde ol Hudâ
Niçe hâsiyyet komış derde devâ
Ahmed-i Bîcân agzından kelâm
Ol Süleymân-ı nebîden ve’s-selâm
Hâsiyyet-i Zer
Evvelâ altun götürse bir kişi
Gönli kuvvetlü olur hem cünbişî
Gökçek olur dâ’imâ anda nazar
Cümle kârına bulur feth ü zafer
Sûzen-i zer birle deldürsen kulak
Bitmeye ol rahne dir bi’l-ittifak
Hâsiyyet-i Yâkût
Seng-i yâkûtı götür mevzûndur
Görmeyesin anı kim tâʿûndur
Şiddet-i berd olsa sal anı suya
Tonmaya ol su eger âlem buya
Su bulınmaz yirde sen agzuna sal
Olasın içmiş gibi sâfî zülâl
Hâsiyyet-i Elmâs
Suyın elmâsun içerse âdemî
Yimiş olsa def’ ider ol dem semi
Bir kişi elmâsı yutsa öldürür
Berg-i bâg-ı ömrin ol dem soldurur
Zîra her ne yire ugrarsa deler
Ululardan böyle gelmişdür haber
Götüren kişi mehâbetlü ola
Halk içinde hem sa’âdetlü ola
(...)
Hâsiyyet-i Kehrübâ
Sarılık düşen kişiye kehrübâ
Dâfi’ ü nâfi’dür ol her dâ’imâ
Suya koyup dâ’im içsün suyını
Tâ ki görem dirse râhat rûyını
Hafakân ü yerekâna ey sirâc
Hem verem derdine andandur ilâc
(…)
(Kara, Serdal (2016). “Farklı Nüshalar Işığında Ahmed-i Bîcân’ın Manzum Cevâhir-nâmesi'nin Tenkitli Metni”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] (56): 1116-1119, 1120-1121.)
Envârü’l-Âşıkîn’den
(...) Sünnî leşkeri bin kişi idi. Ol dağda kondılar. Ol gün Cum’a güniyidi. Resûl Hazreti buyurdı, salâ virdiler. Cum’a namâzın kıldılar. Namâzdan sonra Cum’a irtesi gicesi ceng vâki’ oldı. Cemî’si kâfirler bir yire gelüp bir uğurdan mü’minlere hamle itdiler. Göz açdurmadular. Mü’minler bu hâli görüp gaayet ceng itdiler. Âhir üç bölük oldılar. Bir bölügi yaralu oldılar. Ve bir bölügi şehîd oldılar. Ve bir bölügi kaçdılar. Ve nakildür kim kaçan kim müselmânlar kaçdılar, Resûl Hazreti yidi kişi ile kaldı. Ensârîden ve iki kişi Kureyşden dokuz kişi Resûlullâhı ihâta idüp kendülerin kâfire karşu tutdılar. Kureyşden her gâh ki kâfirler hamle iderler idi Resûl Hazretlerinün üzerine, Resûl Hazreti eydürdi: “Her kim bu kâfirleri benüm üzerimden men’ iderse uçmakda benüm yoldaşumdur” didi. Yidi kez Resûl Hazreti böyle didi. Yidisinde dahı ol yidi kişi şehîd oldı. Resûl Hazreti iki kişi ile kaldı. Öninde Talha idi. Kâfirler serverün üzerine sürdiler. Talha gereği gibi ceng eyledi. Serverün üzerine kâfir getürmedi. Yigirmi yirde zahm yidi. Bu kâfirler ile ceng iderken nâgâh biri çağırdı: “Muhammed’i öldürdüm” didi (…) Muhammed bin Mâlik işitdi. Ceng yirine geldi. Resûl Hazretini ölüler arasında aradı. Gördi ki kan içinde yatur. Servere zahm urmışlar. Hemân bu yanadan karârı kalmadı. Mü’minlere çağırdı katı âvâz ile : “Beşâret olsun ki Resûl Hazreti diridür, ölmemişdür” didi. Resûl Hazreti bu servere işâret eyledi: “Epsem ol, çağırma” dedi. Enes bin Mâlik eydür: Çün Resûl Hazreti zahm-nâk oldı, zahmından mübârek yüzinün üzerine kan akardı. İki eli ile kanı sileridi. Eydüridi: “İşbu kavm nice kurtıla ki ben onları dine davet ederin, doğrı yolı gösterürin, anlar benümile ceng iderler” diridi. Dahı eydüridi: “İlâhî! Benüm kavmime sen hidâyet vir ki bunlar beni bilmezler ve nübüvvetime inkâr ederler” diridi. Çün ashâb bir yere cem’ olup Muhammed’ün katına geldiler, “Yâ Resûlullâh, sen bunlara duâ idersin, bunlar seni gör ne kıldılar?” Resûl Hazreti eyitdi: “Ben halka la’net idici degülin. Belki, “İlâhî bunlara rahmet eyle” dirin. Zîrâ ki bunlar beni bilmezler (...)
(Ahmed-i Bîcân. Envârü’l-Âşıkîn. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi. Koğuşlar. No. 1012. vr. 120a.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 02.12.2014Güncelleme Tarihi: 11.08.2021Eserlerinden Örnekler
Cevâhir-nâme’den
Ey ma’ârif gevheri cevher-şinâs
N’ola geyse dürr-i nazm altun libâs
Zer libâs üzre cevâhir hûbdur
Hûblar geyse dahı mergûbdur
Cevherün kadrin bilen sarrâfdur
Dürr-i ma’nâ derc iden arrâfdur
Çün yaratdı Hak ta’âlâ hazreti
Nâs içün bunca cevâhir kıymetî
Kudretinden her birinde ol Hudâ
Niçe hâsiyyet komış derde devâ
Ahmed-i Bîcân agzından kelâm
Ol Süleymân-ı nebîden ve’s-selâm
Hâsiyyet-i Zer
Evvelâ altun götürse bir kişi
Gönli kuvvetlü olur hem cünbişî
Gökçek olur dâ’imâ anda nazar
Cümle kârına bulur feth ü zafer
Sûzen-i zer birle deldürsen kulak
Bitmeye ol rahne dir bi’l-ittifak
Hâsiyyet-i Yâkût
Seng-i yâkûtı götür mevzûndur
Görmeyesin anı kim tâʿûndur
Şiddet-i berd olsa sal anı suya
Tonmaya ol su eger âlem buya
Su bulınmaz yirde sen agzuna sal
Olasın içmiş gibi sâfî zülâl
Hâsiyyet-i Elmâs
Suyın elmâsun içerse âdemî
Yimiş olsa def’ ider ol dem semi
Bir kişi elmâsı yutsa öldürür
Berg-i bâg-ı ömrin ol dem soldurur
Zîra her ne yire ugrarsa deler
Ululardan böyle gelmişdür haber
Götüren kişi mehâbetlü ola
Halk içinde hem sa’âdetlü ola
(...)
Hâsiyyet-i Kehrübâ
Sarılık düşen kişiye kehrübâ
Dâfi’ ü nâfi’dür ol her dâ’imâ
Suya koyup dâ’im içsün suyını
Tâ ki görem dirse râhat rûyını
Hafakân ü yerekâna ey sirâc
Hem verem derdine andandur ilâc
(…)
(Kara, Serdal (2016). “Farklı Nüshalar Işığında Ahmed-i Bîcân’ın Manzum Cevâhir-nâmesi'nin Tenkitli Metni”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] (56): 1116-1119, 1120-1121.)
Envârü’l-Âşıkîn’den
(...) Sünnî leşkeri bin kişi idi. Ol dağda kondılar. Ol gün Cum’a güniyidi. Resûl Hazreti buyurdı, salâ virdiler. Cum’a namâzın kıldılar. Namâzdan sonra Cum’a irtesi gicesi ceng vâki’ oldı. Cemî’si kâfirler bir yire gelüp bir uğurdan mü’minlere hamle itdiler. Göz açdurmadular. Mü’minler bu hâli görüp gaayet ceng itdiler. Âhir üç bölük oldılar. Bir bölügi yaralu oldılar. Ve bir bölügi şehîd oldılar. Ve bir bölügi kaçdılar. Ve nakildür kim kaçan kim müselmânlar kaçdılar, Resûl Hazreti yidi kişi ile kaldı. Ensârîden ve iki kişi Kureyşden dokuz kişi Resûlullâhı ihâta idüp kendülerin kâfire karşu tutdılar. Kureyşden her gâh ki kâfirler hamle iderler idi Resûl Hazretlerinün üzerine, Resûl Hazreti eydürdi: “Her kim bu kâfirleri benüm üzerimden men’ iderse uçmakda benüm yoldaşumdur” didi. Yidi kez Resûl Hazreti böyle didi. Yidisinde dahı ol yidi kişi şehîd oldı. Resûl Hazreti iki kişi ile kaldı. Öninde Talha idi. Kâfirler serverün üzerine sürdiler. Talha gereği gibi ceng eyledi. Serverün üzerine kâfir getürmedi. Yigirmi yirde zahm yidi. Bu kâfirler ile ceng iderken nâgâh biri çağırdı: “Muhammed’i öldürdüm” didi (…) Muhammed bin Mâlik işitdi. Ceng yirine geldi. Resûl Hazretini ölüler arasında aradı. Gördi ki kan içinde yatur. Servere zahm urmışlar. Hemân bu yanadan karârı kalmadı. Mü’minlere çağırdı katı âvâz ile : “Beşâret olsun ki Resûl Hazreti diridür, ölmemişdür” didi. Resûl Hazreti bu servere işâret eyledi: “Epsem ol, çağırma” dedi. Enes bin Mâlik eydür: Çün Resûl Hazreti zahm-nâk oldı, zahmından mübârek yüzinün üzerine kan akardı. İki eli ile kanı sileridi. Eydüridi: “İşbu kavm nice kurtıla ki ben onları dine davet ederin, doğrı yolı gösterürin, anlar benümile ceng iderler” diridi. Dahı eydüridi: “İlâhî! Benüm kavmime sen hidâyet vir ki bunlar beni bilmezler ve nübüvvetime inkâr ederler” diridi. Çün ashâb bir yere cem’ olup Muhammed’ün katına geldiler, “Yâ Resûlullâh, sen bunlara duâ idersin, bunlar seni gör ne kıldılar?” Resûl Hazreti eyitdi: “Ben halka la’net idici degülin. Belki, “İlâhî bunlara rahmet eyle” dirin. Zîrâ ki bunlar beni bilmezler (...)
(Ahmed-i Bîcân. Envârü’l-Âşıkîn. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi. Koğuşlar. No. 1012. vr. 120a.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 11.08.2021Eserlerinden Örnekler
Cevâhir-nâme’den
Ey ma’ârif gevheri cevher-şinâs
N’ola geyse dürr-i nazm altun libâs
Zer libâs üzre cevâhir hûbdur
Hûblar geyse dahı mergûbdur
Cevherün kadrin bilen sarrâfdur
Dürr-i ma’nâ derc iden arrâfdur
Çün yaratdı Hak ta’âlâ hazreti
Nâs içün bunca cevâhir kıymetî
Kudretinden her birinde ol Hudâ
Niçe hâsiyyet komış derde devâ
Ahmed-i Bîcân agzından kelâm
Ol Süleymân-ı nebîden ve’s-selâm
Hâsiyyet-i Zer
Evvelâ altun götürse bir kişi
Gönli kuvvetlü olur hem cünbişî
Gökçek olur dâ’imâ anda nazar
Cümle kârına bulur feth ü zafer
Sûzen-i zer birle deldürsen kulak
Bitmeye ol rahne dir bi’l-ittifak
Hâsiyyet-i Yâkût
Seng-i yâkûtı götür mevzûndur
Görmeyesin anı kim tâʿûndur
Şiddet-i berd olsa sal anı suya
Tonmaya ol su eger âlem buya
Su bulınmaz yirde sen agzuna sal
Olasın içmiş gibi sâfî zülâl
Hâsiyyet-i Elmâs
Suyın elmâsun içerse âdemî
Yimiş olsa def’ ider ol dem semi
Bir kişi elmâsı yutsa öldürür
Berg-i bâg-ı ömrin ol dem soldurur
Zîra her ne yire ugrarsa deler
Ululardan böyle gelmişdür haber
Götüren kişi mehâbetlü ola
Halk içinde hem sa’âdetlü ola
(...)
Hâsiyyet-i Kehrübâ
Sarılık düşen kişiye kehrübâ
Dâfi’ ü nâfi’dür ol her dâ’imâ
Suya koyup dâ’im içsün suyını
Tâ ki görem dirse râhat rûyını
Hafakân ü yerekâna ey sirâc
Hem verem derdine andandur ilâc
(…)
(Kara, Serdal (2016). “Farklı Nüshalar Işığında Ahmed-i Bîcân’ın Manzum Cevâhir-nâmesi'nin Tenkitli Metni”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] (56): 1116-1119, 1120-1121.)
Envârü’l-Âşıkîn’den
(...) Sünnî leşkeri bin kişi idi. Ol dağda kondılar. Ol gün Cum’a güniyidi. Resûl Hazreti buyurdı, salâ virdiler. Cum’a namâzın kıldılar. Namâzdan sonra Cum’a irtesi gicesi ceng vâki’ oldı. Cemî’si kâfirler bir yire gelüp bir uğurdan mü’minlere hamle itdiler. Göz açdurmadular. Mü’minler bu hâli görüp gaayet ceng itdiler. Âhir üç bölük oldılar. Bir bölügi yaralu oldılar. Ve bir bölügi şehîd oldılar. Ve bir bölügi kaçdılar. Ve nakildür kim kaçan kim müselmânlar kaçdılar, Resûl Hazreti yidi kişi ile kaldı. Ensârîden ve iki kişi Kureyşden dokuz kişi Resûlullâhı ihâta idüp kendülerin kâfire karşu tutdılar. Kureyşden her gâh ki kâfirler hamle iderler idi Resûl Hazretlerinün üzerine, Resûl Hazreti eydürdi: “Her kim bu kâfirleri benüm üzerimden men’ iderse uçmakda benüm yoldaşumdur” didi. Yidi kez Resûl Hazreti böyle didi. Yidisinde dahı ol yidi kişi şehîd oldı. Resûl Hazreti iki kişi ile kaldı. Öninde Talha idi. Kâfirler serverün üzerine sürdiler. Talha gereği gibi ceng eyledi. Serverün üzerine kâfir getürmedi. Yigirmi yirde zahm yidi. Bu kâfirler ile ceng iderken nâgâh biri çağırdı: “Muhammed’i öldürdüm” didi (…) Muhammed bin Mâlik işitdi. Ceng yirine geldi. Resûl Hazretini ölüler arasında aradı. Gördi ki kan içinde yatur. Servere zahm urmışlar. Hemân bu yanadan karârı kalmadı. Mü’minlere çağırdı katı âvâz ile : “Beşâret olsun ki Resûl Hazreti diridür, ölmemişdür” didi. Resûl Hazreti bu servere işâret eyledi: “Epsem ol, çağırma” dedi. Enes bin Mâlik eydür: Çün Resûl Hazreti zahm-nâk oldı, zahmından mübârek yüzinün üzerine kan akardı. İki eli ile kanı sileridi. Eydüridi: “İşbu kavm nice kurtıla ki ben onları dine davet ederin, doğrı yolı gösterürin, anlar benümile ceng iderler” diridi. Dahı eydüridi: “İlâhî! Benüm kavmime sen hidâyet vir ki bunlar beni bilmezler ve nübüvvetime inkâr ederler” diridi. Çün ashâb bir yere cem’ olup Muhammed’ün katına geldiler, “Yâ Resûlullâh, sen bunlara duâ idersin, bunlar seni gör ne kıldılar?” Resûl Hazreti eyitdi: “Ben halka la’net idici degülin. Belki, “İlâhî bunlara rahmet eyle” dirin. Zîrâ ki bunlar beni bilmezler (...)
(Ahmed-i Bîcân. Envârü’l-Âşıkîn. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi. Koğuşlar. No. 1012. vr. 120a.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Cevâhir-nâme’den
Ey ma’ârif gevheri cevher-şinâs
N’ola geyse dürr-i nazm altun libâs
Zer libâs üzre cevâhir hûbdur
Hûblar geyse dahı mergûbdur
Cevherün kadrin bilen sarrâfdur
Dürr-i ma’nâ derc iden arrâfdur
Çün yaratdı Hak ta’âlâ hazreti
Nâs içün bunca cevâhir kıymetî
Kudretinden her birinde ol Hudâ
Niçe hâsiyyet komış derde devâ
Ahmed-i Bîcân agzından kelâm
Ol Süleymân-ı nebîden ve’s-selâm
Hâsiyyet-i Zer
Evvelâ altun götürse bir kişi
Gönli kuvvetlü olur hem cünbişî
Gökçek olur dâ’imâ anda nazar
Cümle kârına bulur feth ü zafer
Sûzen-i zer birle deldürsen kulak
Bitmeye ol rahne dir bi’l-ittifak
Hâsiyyet-i Yâkût
Seng-i yâkûtı götür mevzûndur
Görmeyesin anı kim tâʿûndur
Şiddet-i berd olsa sal anı suya
Tonmaya ol su eger âlem buya
Su bulınmaz yirde sen agzuna sal
Olasın içmiş gibi sâfî zülâl
Hâsiyyet-i Elmâs
Suyın elmâsun içerse âdemî
Yimiş olsa def’ ider ol dem semi
Bir kişi elmâsı yutsa öldürür
Berg-i bâg-ı ömrin ol dem soldurur
Zîra her ne yire ugrarsa deler
Ululardan böyle gelmişdür haber
Götüren kişi mehâbetlü ola
Halk içinde hem sa’âdetlü ola
(...)
Hâsiyyet-i Kehrübâ
Sarılık düşen kişiye kehrübâ
Dâfi’ ü nâfi’dür ol her dâ’imâ
Suya koyup dâ’im içsün suyını
Tâ ki görem dirse râhat rûyını
Hafakân ü yerekâna ey sirâc
Hem verem derdine andandur ilâc
(…)
(Kara, Serdal (2016). “Farklı Nüshalar Işığında Ahmed-i Bîcân’ın Manzum Cevâhir-nâmesi'nin Tenkitli Metni”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] (56): 1116-1119, 1120-1121.)
Envârü’l-Âşıkîn’den
(...) Sünnî leşkeri bin kişi idi. Ol dağda kondılar. Ol gün Cum’a güniyidi. Resûl Hazreti buyurdı, salâ virdiler. Cum’a namâzın kıldılar. Namâzdan sonra Cum’a irtesi gicesi ceng vâki’ oldı. Cemî’si kâfirler bir yire gelüp bir uğurdan mü’minlere hamle itdiler. Göz açdurmadular. Mü’minler bu hâli görüp gaayet ceng itdiler. Âhir üç bölük oldılar. Bir bölügi yaralu oldılar. Ve bir bölügi şehîd oldılar. Ve bir bölügi kaçdılar. Ve nakildür kim kaçan kim müselmânlar kaçdılar, Resûl Hazreti yidi kişi ile kaldı. Ensârîden ve iki kişi Kureyşden dokuz kişi Resûlullâhı ihâta idüp kendülerin kâfire karşu tutdılar. Kureyşden her gâh ki kâfirler hamle iderler idi Resûl Hazretlerinün üzerine, Resûl Hazreti eydürdi: “Her kim bu kâfirleri benüm üzerimden men’ iderse uçmakda benüm yoldaşumdur” didi. Yidi kez Resûl Hazreti böyle didi. Yidisinde dahı ol yidi kişi şehîd oldı. Resûl Hazreti iki kişi ile kaldı. Öninde Talha idi. Kâfirler serverün üzerine sürdiler. Talha gereği gibi ceng eyledi. Serverün üzerine kâfir getürmedi. Yigirmi yirde zahm yidi. Bu kâfirler ile ceng iderken nâgâh biri çağırdı: “Muhammed’i öldürdüm” didi (…) Muhammed bin Mâlik işitdi. Ceng yirine geldi. Resûl Hazretini ölüler arasında aradı. Gördi ki kan içinde yatur. Servere zahm urmışlar. Hemân bu yanadan karârı kalmadı. Mü’minlere çağırdı katı âvâz ile : “Beşâret olsun ki Resûl Hazreti diridür, ölmemişdür” didi. Resûl Hazreti bu servere işâret eyledi: “Epsem ol, çağırma” dedi. Enes bin Mâlik eydür: Çün Resûl Hazreti zahm-nâk oldı, zahmından mübârek yüzinün üzerine kan akardı. İki eli ile kanı sileridi. Eydüridi: “İşbu kavm nice kurtıla ki ben onları dine davet ederin, doğrı yolı gösterürin, anlar benümile ceng iderler” diridi. Dahı eydüridi: “İlâhî! Benüm kavmime sen hidâyet vir ki bunlar beni bilmezler ve nübüvvetime inkâr ederler” diridi. Çün ashâb bir yere cem’ olup Muhammed’ün katına geldiler, “Yâ Resûlullâh, sen bunlara duâ idersin, bunlar seni gör ne kıldılar?” Resûl Hazreti eyitdi: “Ben halka la’net idici degülin. Belki, “İlâhî bunlara rahmet eyle” dirin. Zîrâ ki bunlar beni bilmezler (...)
(Ahmed-i Bîcân. Envârü’l-Âşıkîn. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi. Koğuşlar. No. 1012. vr. 120a.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | AHMEDÎ, Ahmed, Ahmed-i Rûmî | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | CÂMÎ, CÂMÎ-İ MISRÎ | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | NA’TÎ, Mehmed Na'tî Efendi | d. ? - ö. 1679-80 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | AHMEDÎ, Ahmed, Ahmed-i Rûmî | d. ? - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | CÂMÎ, CÂMÎ-İ MISRÎ | d. ? - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | NA’TÎ, Mehmed Na'tî Efendi | d. ? - ö. 1679-80 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | AHMEDÎ, Ahmed, Ahmed-i Rûmî | d. ? - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | CÂMÎ, CÂMÎ-İ MISRÎ | d. ? - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | NA’TÎ, Mehmed Na'tî Efendi | d. ? - ö. 1679-80 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | AHMEDÎ, Ahmed, Ahmed-i Rûmî | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
11 | CÂMÎ, CÂMÎ-İ MISRÎ | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | NA’TÎ, Mehmed Na'tî Efendi | d. ? - ö. 1679-80 | Meslek | Görüntüle |
13 | AHMEDÎ, Ahmed, Ahmed-i Rûmî | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | CÂMÎ, CÂMÎ-İ MISRÎ | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | NA’TÎ, Mehmed Na'tî Efendi | d. ? - ö. 1679-80 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | AHMEDÎ, Ahmed, Ahmed-i Rûmî | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
17 | CÂMÎ, CÂMÎ-İ MISRÎ | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
18 | NA’TÎ, Mehmed Na'tî Efendi | d. ? - ö. 1679-80 | Madde Adı | Görüntüle |