BAYEZİD-İ RUMİ, Derviş Mehmed

(d. ?/? - ö. ?/1516\'dan sonra)
tekke şairi
(Tekke / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

15. asırda yaşayan mutasavvıf şair Bayezid-i Rûmî, Edirne’de doğmuştur ((İsen 1999: 66; Bursalı Mehmed Tahir Efendi 1972: 57; Canım 1995: 73; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi 1977: 357). Doğum tarihi belli değildir. Babasının adı Abdullah’tır. Bâyezîd-i Rûmî ve Derviş Mehmed diye de bilinir. Çelebi Halife adıyla meşhur olan mürşidi Cemal-i Halvetî’nin işareti üzerine Edirne’ye gelip yerleşmiştir Kendisi için Kıyık mezarlığı yakınında bir tekke yaptırılmış ve tekkeye gelir getirmesi için bir de köy vakfedilmiştir (Türer 1992: 242). Şeyh Bâyezîd Halîfe sanıyla tanınan bu şair, Halvetî tarikatı şeyhlerinden olup, Fatih Sultan Mehmed ve Sultan İkinci Bâyezid devirlerinde yaşamıştır. Kaynaklar, onun Şeyh Çelebi Halife diye anılan Şeyh Mehmed Hamidüddin Cemâlî’nin müridi olduğunu belirtirler. Halkın büyük bir sevgi ve saygı ile kendisine bağlandığı bu zat, şair olduğu kadar âlim bir kimse idi (Bursalı Mehmed Tahir Efendi 1972: 57; Canım 1995: 73). Vefatına kadar Edirne’de yaşamış ve tekkesinin civarına defnedilmiştir. Ölüm tarihi hakkında kaynaklarda değişik rakamlar verilmekle birlikte kendisi Sırr-ı Cânân adlı eserini 1516’da yazdığını ifade ettiğine göre bu tarihten sonra vefat etmiş olmalıdır (Türer 1992: 242). Bursalı Mehmed Tahir Efendi ise, M.1494 /H.900 küsur tarihinde Edirne'de vefat ederek Kıyık kabristanında defnedildiği (1972: 57) bilgisini vermektedir. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi ise, 1510-14 tarihleri arasında öldüğü (1977: 357) bilgisini vermektedir. Şeyh Bayezid’in Edirne’de vefat ettiği bilinmekle beraber, O. Nuri Paremeci, Kıyık’ta kendisi için hazırlanan bir türbeye defnedildiği ve bugün yerinin kaybolduğunu yazarken, Sicill-i Osmânî müellifi Mehmed Süreyya Efendi, şairin Edirne’de Un Pazarı denilen yerde medfun bulunduğunu kaydetmektedir. Vefat tarihi ise kesin olarak bilinmemektedir (Canım 1995: 73).

Eserleri: Şerh-i Fususül- Hikem, Şerh-i Nusus, Tefsirü'l-Fatiha el-Müsemma bisicli-cili'l Ervah, Turu Sina, Beyan'ül- Esrar li'l Ahrar fi bivadi'l-Meliki'l-Cebbari'l-Gaffar ile Sırr-ı Canan ismindeki Türkçe manzumesinden ibarettir ki, hepsi de basılmamıştır. Halifelerinden Muhyi isimli zatın H. 946 de yazılmış (Devairü'l-Maarif) isminde bir eseri Bursalı Mehmed Tahir Efendi, kendi tarafından görüldüğünü ifade eder (1972: 57).

1. Sırr-ı Cânân: İbnü’l Arabî’nin Fusûsü’l-hikem’ine yazdığı şerhin manzum haşiyesi olan bu eseri bir dostunun Türkçe bir eser yazmasını teklif etmesi üzerine kaleme almıştır. Şiir tekniği, vezin ve kafiye açısından aksayan yönleri bulunmasına rağmen tasavvuf tarihi bakımından önemli bir eser olan Sırr-ı Cânân 5500’ü aşkın beyitten meydana gelmiştir. Eserin yazma bir nüshası Millet Kütüphanesi’ndedir (Ali Emîrî, Manzum, nr.937; Türer 1992: 242; Canım 1995: 73). Dinî eserleri dışında Sırr-ı Cânân adlı tasavvufi mahiyette şiirlerden meydana gelen bir eseri vardır (yazmaları İÜ. ve Millet Kütüphanelerinde). Bu eseri bağlı bulunduğu bir sofinin Türkçe bir eser yazmasını teklif etmesi üzerine hazırladığı söylenir. Sırr-ı Cânân’da Muhiddin-i Arabî’nin tasavvufi görüşleri açıklanırken ünlü mutasavvıfların meşhur sözlerine de yer verilmiştir (Ergun yty: 749; Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi 1977: 357).

2. Secencelü’l-Ervâh: Fatiha suresinin tefsiri olan eserin yazma bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Hâlet Efendi ilavesi, nr.3/1.vr.3b-39a; Türer 1992: 242; Canım 1995: 73).

Kaynaklarda zikredilen Beyânü’l-esrâr, Haşiyetü Envari’t-tenzîl, Hâşiye ‘alâ Fusûsi’l-hikem, Risâletü’l-vücûd, Şerhu’n-nüsûs, Tûru Sînâ, Şerhu’Fusûs, Şergu’l-Mesnevî adlı Arapça eserleri günümüze ulaşmamıştır (Türer 1992: 242; Canım 1995: 73).

Bayezid, zühd, takva ve irfanı ile tanındığından mertebesinin Bâyezîd-i Bistâmî’ye (ö.234/848) yakın olduğunu belirtmek için kendisine Bâyezîd-i Sânî’de denilir. Câmî’den çevirdiği, “ Kendi hüsnün hûblar şeklinde peydâ eyledi/Çeşm-i âşıktan dönüp anı temâşâ eyledi” beyti Türk tasavvuf edebiyatının en tanınmış mısralarıdır. Muhyî adlı bir müridinin telif ettiği Dâire-i Cihannümâ (İÜ Ktp., nr.1533) adlı eserde Bayezid Halife hakkında bazı bilgiler mevcuttur (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi 1977 : 357; Türer 1992: 242). Bursalı Mehmed Tahir, Beyazıd-ı Rumî’nin Molla Cami’den çevirdiği bu beyiti Osmanlı Müellifleri adlı yapıtında “Arzuy-i yar zahir ve muzhir yet ist lik/ Ber hükm-i akıl in diger amede” (Bursalı Mehmed Tahir Efendi 1972: 57) olarak verilmiştir. Bu beytin doğrusu şöyle olmalıdır: “Ez rûy-ı yâr zâhir ü mazhar yekîst lîk/ Der hükm-i akl în diegr ân diğer âmede”.

Latifi Tezkiresi'nde ise Bayezid-i Rumi hakkında şu bilgi yer almaktadır; takva yolunda İkinci Bayezid, ilahi bilgilerin cevheri ocağı ve denizi idi. Zahir ve bâtın ilimlerde hakikat ve incelikleri kendinde toplayan biriydi. Şeyh Muhyiddin-i Arabî’nin tasavvufla ilgili Füsûs’u nesir olarak şerh etmişti. Tasavvuf ıstılahında âşık mümkünden ibaret, sevilen ise vacipten kinayet olup Allah “gören ve görülendir” sözü gereği, zahirdir, mazhardır gören ve göründüğü yerdir. “Allah insanları kendi sureti üzerine yarattı” sözü gereği, insanoğlu onun tezahür ettiği yer ve güzellerin güzelliği bütün varlıkların Rabbinin aynası olduğuna şu matla ile işaret edilmiştir (İsen 1999: 66). Matla: Kendi hüsnün hûblar şeklinde peydâ edelim/ Çeşm-i âşıktan dönüp anı temâşâ eyledin” (Kendi güzelliğini güzeller şeklinde yarattın, sonra da dönüp aşığın gözünden onu seyrettim.” Molla Hazretleri için yazdığı beyit: Varlık açısından zahir ile mazhar aynı şeydir, fakat akla göre bu başka, o başkadır.” (İsen 1999: 66). Hakikat ehli bu manayı ayet ve hadislerle yüce şeriata uygulamışlardır. Gerçi her grubun meşrebine göre bir anlayışı ve mezhebine göre bir yerden bir manayı alışı söz konusudur. Ama bunun gibi gizli sırlar keşif yoluyla bilinip cehd ile gözlemlenebilir (İsen 1999: 66).

Şiir tekniğine, vezne ve bilhassa kafiyelere ekseriyetle ehemmiyet vermeyen şair, eserini tamamıyla Muhyeddini Arabî’nin tasavvuf felsefesine uygun olarak vücuda getirmiştir. Sırrı Cânân, Âşık Paşa’nın Garibnâme’sini ve İbrahim Tennûrî’nin Gülzar’ı gibi daha ziyade “Ahlâki sofiyâne” bir mahiyette kaleme alınmamış, bilhassa “Vahdet-i vücud” prensipleri izah edilmek suretiyle yazılmıştır. Büyük mutasavvıfların meşhur sözlerini de eserine şahid olarak olan Bâyezid’in bu mesnevisi tasavvuf edebiyatı tarihimizin muhakkak ki en eski ve en değerli vesikalarındandır (Ergun yty: 749). Manzumelerinde şiir tekniğine, vezin ve kafiyeye fazla önem vermeyen Şeyh Bâyezîd, şiiri, tasavvufa dair görüşlerini kitlelere ulaştırma aracı olarak görmüş ve öylece kullanmıştır (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi 1977: 357; Canım 1995: 73).

Kaynakça

Bayraktar, Nail (hzl.) Bağdatlı İsmail Paşa (1992). Hediyyetü’l-Ârifîn, Esmâü’l-Müellifîn ve Âsârü’l-Musannifîn. İstanbul: Millî Eğitim Basımevi. 

Canım, Rıdvan (1995). Edirne Şairleri. Ankara: Akçağ Yay.

Ergun, Sadeddin Nüzhet Ergun (yty). Türk Şairleri. C. 2. yyy. 

İsen, Mustafa (1999). Latîfî Tezkiresi. Ankara: Akçağ Yay.

Türer, Osman (1992). "Bayezid Halife", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C. 5. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 242. 

Yaltkaya, Şerefeddin, R. Bilge (hzl.) (1971). Kâtip Çelebi, Keşf-el-Zunûn. C. 2. İstanbul: MEB Yay. 

Yavuz, A.Fikri, İsmail Özen (hzl) (1972). Bursalı Mehmed Tahir Efendi Osmanlı Müellifleri. C. 1. İstanbul: Meral Yay. 

"Bayezid-i Rûmî” (1977).  Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 1. İstanbul: Dergâh Yay. 357.

 

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: ARAŞ. GÖR. EMİNE ÇAKIR
Yayın Tarihi: 22.02.2015
Güncelleme Tarihi: 05.12.2020

Eserlerinden Örnekler

Mesnevi

Yazubsan adle zulme hoş Şevâhid

Getürdün da’vi-i fazluna şâhid

Nitekim Tûr-i Sînâ ittin inşâ

Hem anı şerh idüben ittin ifşâ

Maâd ahvâliçün yazdındı bir Meh

İşittikte bırağur şehliğin şeh

Yazubdun Mesnevî’ye şerh-i merğub

Gören kişi didi kim nice mahbûb

Secencel yazmış idin bir risâle

Gören gönlünde kalmazdı cehale

İki âyîne şekl itmiştin anda

Kimesne yazmamıştır bu zamanda

Yazupsun Fâtiha tefsîri’ni sen

Lisân-ı tayrdır gören bir ahsen

Nusûs’una çü Şeyh’in ittin imlâ

Kabûl itti görenler dimedi lâ

Arab dilinde düşdi işbu sözler

Az olur Rûm içinde bunı özler

Çü Rûm’a gele bir hûb-ı zamâne

gerekdürür libâs-i Rûmiyâne

Ezelden sûz ile sâz ide geldin

Suhan evcinde pervâz ide geldin

Giru can bezmini âvâzelendir

Lisân-ı Rûmi üzre tazelendir

Bir üslûba sakın sen dime bid’at

Bunu Şâri’ sarîhan didi sünnet

Ergun, Sadeddin Nüzhet Ergun (yty). Türk Şairleri. C. 2. yyy. 749.

  

Sırr-ı Cânan’dan-

Araz dimek gereksin âleme sen

Göresin cevheri ol yüzde tâ sen

Hicâb oldı araz cevherle kısmet

Uyar değüldürücü şer’e bu kısmet

Çü Hakdur kim zuhur eyledi evvel

Hakîkat ma’niyi gösterdi evvel

Hakîkat kim olur pes tohmun olur

Taayyünle teşahhus âlem olur

Dimek sâdıkdürür âlem arazdur

Kalem âlemdürür cevher arazdur

Yaratdı cevheri demekde sâdık

Araz olması dahi oldı sâdık

Eğer zıll olmaza âlem nic olur

Hakk’a mahdûd olmak lâzım olur

Bu âlem Hakk’da ya aksi hulûldür

Bunı böyl anlayanlar tab’ı küldür

Samed vasfına hiç ma’nî bulunmaz

Mücevvef kalır u hiç içi dolmaz

Tenâhî olmamak da anlanılmaz

Fesâdı çok görüp yüz dile gelmez

Adem hükmi gelür zıll olmayile

Maiyyet akrebiyzet dahi bile

Adem hükmin didük ma’dûm-i mahzî

Dimedük gerçi didi anı ba’zi

Ki zî zıl zılle akrebdür bilürsin

Maiyyet ma’nisini de görürsin

Biri birinden ayru olmadığın

Mezâhir zâhiri hoş sakladuğın

Zuhûr iderse sana bu maânî

Seni ister bulur giru kalani

Dimişler bu arad-ulu olanlar

Bu âyetten bu ma’nîyi alanlar

Hayâl olmakda sâdık oldu âlem

Bu ma’nîden kaçurmaz tab’ı âdem

Taayyün çün vücûd olmaz diseler

Tabı’ kaçmaz eğer bâtıl diseler

Ki zîrâ bâtıl-ı mutlak muarref

Olıncağaz ademledür muarref

Eğer kâfirlere bâtıl dirisen

Nisebledür onat bak key er isen

Mudil ismine mazhardur bilürsin

Yudıllü men yeşâ s-anı görürsin

Budur Hak Haklığın isbât itmek

Hakk’un Haklığını her yerde görmek

Nefiy butlânı isbât –ı Hakk olur

Hakk’un ehli burayı böyle bulur

Bâtıla inkâr ider isen şehâ

Bulımadun bil ki Hakk’ı müntehâ

Bâtıl-ı nisbîye bugün Hak digil

Yoğ olana bâtıl-ı mutlak digil

Bâtıl-ı nisbîyle Hak cem’olur

Hak Hakk’ı isbât o vakitte olur

Câhil anun zatına inkâr ider

Bâtıl-ı mutlakda anı derç ider

Sen sakın inkâr idüben söğmegil

Bâtıl-ı mutlak diyüben döğmegil

Bâtıl-ı nisbî di anun adını

Nisbet ile dinür ana pes denî

Bu tevhide lisân-ı Zeyd şâhid

İdeyin anla dahi ol müşâhid

Lisân-ı Zeyd’e câr ola Enelhak

Enelhak dimesiyle olmad ol Hak

Lisân-ı Zeyd kendü Zeyd olmaz

Bunı inkâr ider kimse bulunmaz

Cüz ü kül nispeti niceyse iy can

Yüri var imdi sende oldı Rahman

Muzil ismine dinildi muhakkak

Bu bâtıldur mukabildür buna Hak

Ergun, Sadeddin Nüzhet Ergun (yty). Türk Şairleri. C. 2. yyy. 749-750.

sual-

Cemî’ yerde Hak bulunsa iy yâr

Halâda dahi bulınur yüzi var

Cevap-

Nesiyle oldı müstekrehlig anun

Sana nisbetdürür ürkdüği cânun

Sinek nice üşer anun başına

Kurudur az zamand-üşse yaşına

Bu söze ister isen şâhid-i hak

Diyeyin sana imdi sen beri bak

Hadîs içre Resûl-i Hak diyübtür

Ne hoş ma’nî bu arada yayıbdur

Kokusı sâyim ağzı Hak yanında

Güzeldür müşgeen sadnin yanında

Kabâhat sana nisbet oldı iy can

Münezzehdür bu ma’nîlerde Rahman

Necisle cevherün üstine nâgeh

Güneş doğsa sen olsan ana âgeh

Kabâhat gelmedi u şemse aslâ

O cevherden şeref de gelmez asla

Kubuh sen bil kabîhün zâtisidür

Vücûdun nefsinün değül kabâhat

Kabîhun nefsinündürür habâset

Vücûdun nefsine gelmez kabâhat

Merâtibden düşer ana habâset

Niseble ârızadur geldi geçti

Fakîrün bu arada çok söz açdı

İki veçhi ola fi’li kabîhün

Biri fi’lî biri vasfî kabîhün

Fiil fi’liyyetinde fi’le mensûb

Anun vasfını ab didindi mahbûb

Bu araya gel imdi sen onat bak

En evvel elde olacak budur cak

Fiille vasfını ayır da otur

Dilersen kim içün taşun ola nur

Gel imdi girelüm sinünle söze

Dutalum bunı dahi süze süze

Ne cevherler açalum dinler isen

İşidüb zevk idersin key er isen

Gel imdi Hakk’ı tevhid itmek üçdür

Tabîatde rekâbet olsa güçdür

Biri ef’âli birlemekdürür bil

Cemî’ ef’âli birlemekdürür bil

Cemî’ ef’âli Hakk’a müstenid kıl

Pes ef’âl-i İlâhîdür görünen

Göz ü gönülün ile gör ü inan

Ergun, Sadeddin Nüzhet Ergun (yty). Türk Şairleri. C. 2. yyy. 750.


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1MAHREM DEDEd. ? - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
2SÂNİÎ, Attar-zâde Mehmed Sâniî Çelebid. ? - ö. 1585Doğum YeriGörüntüle
3CEM SULTÂNd. 3 Aralık 1459 - ö. 1495Doğum YeriGörüntüle
4MAHREM DEDEd. ? - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
5SÂNİÎ, Attar-zâde Mehmed Sâniî Çelebid. ? - ö. 1585Doğum YılıGörüntüle
6CEM SULTÂNd. 3 Aralık 1459 - ö. 1495Doğum YılıGörüntüle
7MAHREM DEDEd. ? - ö. ?Ölüm YılıGörüntüle
8SÂNİÎ, Attar-zâde Mehmed Sâniî Çelebid. ? - ö. 1585Ölüm YılıGörüntüle
9CEM SULTÂNd. 3 Aralık 1459 - ö. 1495Ölüm YılıGörüntüle
10MAHREM DEDEd. ? - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
11SÂNİÎ, Attar-zâde Mehmed Sâniî Çelebid. ? - ö. 1585Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
12CEM SULTÂNd. 3 Aralık 1459 - ö. 1495Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
13MAHREM DEDEd. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle
14SÂNİÎ, Attar-zâde Mehmed Sâniî Çelebid. ? - ö. 1585Madde AdıGörüntüle
15CEM SULTÂNd. 3 Aralık 1459 - ö. 1495Madde AdıGörüntüle