Madde Detay
FİRDEVSÎ, Şerefeddîn Mûsâ, Uzun Firdevsî, Firdevsî-i Rûmî, Firdevsî-i Tavîl, Türk Firdevsî
(d. 857/1453 - ö. 922’den sonra/1517’den sonra)
nâsir, divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Firdevsî-i Rûmî, Firdevsî-i Tavîl, Uzun Firdevsî veya
Türk Firdevsî olarak da bilinen yazarın adı Şerefeddîn Mûsâ’dır. Teşhîsü’l-İnsân adlı
eserinde ise adı Orhan bin Genek olarak kayıtlıdır. Süleymân-nâme adlı
eserinin 75. cüzünün önsözünde hayatı ve eserleri hakkında geniş bilgi
bulunmaktadır. Köklü bir aileye mensuptur. Soyu Alaaddîn Keykûbâd dönemine
kadar uzanır. Dedesinin atası Gazi Genek Bey, Sultan Alaaddîn Selçukî’nin
hizmetindeyken Bilecik fethi sırasında Osman Gazi’ye intisap etmiş (1299),
kendisine Sultanöyüğü (Eskişehir) dirlik olarak verilmiştir. Gazi Genek Bey
burada bir cami ve hamam yaptırmıştır. Oğlu, Gelibolu sancak beyi İlyâs
Bey’dir. Onun oğlu Hızır Bey, I. Murad devrinde dedesinin zeameti Sultanöyüğü’ne
sancak beyi olmuş, oğlu Bâzârlu Bey Yıldırım Bâyezîd’in yanında yer almış ve
kahramanlıklar göstermiş, onun oğlu Hacı Genek Bey İstanbul’un fethinde
bulunmuş, gösterdiği yararlılıklar karşısında Edincik (Aydıncık) kendisine
zeamet olarak verilmiştir. Hacı Genek Bey’in oğlu Firdevsî, burada doğmuştur.
Latifî ve diğer kaynaklar onu Bursalı olarak gösterirler. Bu büyük ihtimalle
onun öğrenimini Bursa’da yapmasından kaynaklanmaktadır. Firdevsî hayatını
Edincik, Bursa, Manisa, Balıkesir ve İstanbul’da geçirmiştir. Köprülü’ye (1977:
XII) göre Simavlı Nakşî şeyhi Abdullâh-ı İlâhî müritlerindendir. II.
Bâyezîd’e sunduğu 330-380 ciltlik Süleymân-nâme adlı eseri
padişah tarafından çok hacimli bulunduğu, içinden 80 cüzü seçilerek
diğerlerinin yaktırıldığı, bunun üzerine Firdevsî’nin kırgınlıkla padişahı
hicvederek 1512’den önce İran’a kaçtığı ve orada öldüğü söylenmektedir. Fakat
1517’de İstanbul’da bulunduğu yine kendi eserinden anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
bu tarihten sonra vefat etmiş olmalıdır.
Firdevsî’nin bir kısmının nüshaları elimizde
olan bir kısmınınsa adı sadece kaynaklarda zikredilen eserleri şunlardır:
1. Süleymân-nâme-i
Kebîr: Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z-zünûn’da Şeh-nâme adıyla
zikrettiği bu manzum ve mensur karışık eseri Firdevsî, Fatih Sultan Mehmed
adına Balıkesir’de yazmaya başlamıştır. Çocukluğunu geçirdiği Belkıs harabeleri
ve Edincik çevresinin etkisiyle zihni Süleymân aleyhisselâm hikâyeleriyle dolu
olan Firdevsî, Süleymân-nâme’yi bu etkilerle yazmıştır. Fatih’in
ölümünden sonra II. Bâyezîd’in isteğiyle yazmaya devam etmiş ve eseri ona ithaf
etmiştir. Her iki padişah da onu teşvik etmişlerdir. Hatta müsveddeleri temize
çekmek için tuttuğu yazıcıların ücretleri dahi padişahlarca ödenmiştir. Eserin
yazımı Firdevsî’ye göre elli yıl sürmüştür.
Cilt sayısı hakkında kaynaklarda verilen sayılar
değişiklik gösterir. Latîfî ve Gelibolulu Âlî eserin 360 cilt olduğunda
birleşirler. Kınalızâde Hasan Çelebi, Beyânî ve Şemseddin Sâmi eserin 380 cüz
olduğunu, Kâtip Çelebi ise 330 cilt olduğunu söylerler. Bursalı Mehmed Tahir
Efendi ise 360 cilttir, der. Süleymân-nâme’nin mukaddimesinde
verilen bilgiye göre II. Murad, Ahmedî, Şeyhî, Şeyhoğlu ve Ahmed-i Dâ’î gibi
büyük şairlere bir Süleymân-nâme yazmalarını teklif eder,
fakat hiçbirinin böyle bir konuyu yazmaya güçleri yetmez. Yalnız o mecliste
bulunan Sirozlu Sa’dî 3500 beyitlik bir eser yazarsa da Firdevsî’nin deyimiyle
bu eser, kendi eseri yanında denizde bir katre misali kalır. Eseri yazmadan
önce oldukça ciddi hazırlık yapan Firdevsî’ye Süleymân-nâme, uzun
sanını kazandırmıştır.
Hikmet Büke’ye göre Firdevsî, Fatih zamanında 1-6.
ciltleri yazmış, 7. cildi yazmaya başladığında Fatih vefat etmiştir. II.
Bâyezîd zamanında eseri yazmaya devam etmiş, eserin 82. cildi saray
kütüphanesine teslim edilmiş, 81. cilt ise kâtip kusurundan dolayı teslim
edilmemiştir. Kütüphaneye teslim edilmeyen 81. cildin düzeltilerek Yavuz Sultan
Selîm zamanında bitirilmiş olması muhtemeldir. Firdevsî tarafından 99 cilt
olarak yazıldığı belirtilen eserin bugün ilk 81. cildi elimizdedir. Büke, bu
ciltlerin hangi kütüphanelerde bulunduğunu makalesinde vermektedir (2015:
483-492).
Manzum-mensur karışık yazılan bu ansiklopedik eserde
çeşitli dinî hikâye ve rivayetler toplanmıştır. Ayrıca metin; tarih, ahlâk,
felsefe, hendese, ilm-i nücûm ve tıbba ait bilgiler de içerir. Süleymân-nâme’nin
farklı ciltleri üzerine dokuz doktora tezi (Ahmed Abdo Shaban 1990; Aksoy 2000;
Çatıkkaş 1979; Erdem 2005; Genç 1995; Güleç 1994; Jafarova 2010; Usta 1995; Büke
2015) ve yedi yüksek lisans tezi (bkz. Kaynakça) hazırlanmıştır. Çatıkkaş'ın
çalışması yayımlanmıştır (2009).
2. Kutb-nâme: Kıssa-i
Cezîre-i Midilli adıyla da bilinen manzum eserin konusu Midilli
baskınıdır. 1499’da başlayıp 1503’e dek süren Osmanlı-Venedik savaşında
Venediklilerin İnebahtı, Modon, Koron ve Dıraç kalelerini kaybetmeleri üzerine
1501’de Midilli’ye yapılan deniz harekâtı destan biçiminde anlatılmıştır.
Firdevsî, görgü tanıklarının eserine tanıklık ettiğini söyler. Bu nedenle eser
Midilli ve II. Bâyezîd dönemi için değerli bir kaynaktır. Bu eser,
İbrahim Olgun ve İsmet Parmaksızoğlu tarafından yayımlanmıştır (1980).
3. Da’vet-nâme: Gizli ilimler (ulûm-ı garîbe) ve astronomi
konularındaki bu mensur eser 893/1487’de Balıkesir’de telif edilmiştir. Eserin
yazılış nedeni, Firdevsî’nin girişte verdiği bilgiye göre şöyledir:
Balıkesir’de ömrünü ilimle geçirip ulûm-ı riyâziyâtla meşgulken Sultan Bâyezîd’in
meclisinde bir dostu Firdevsî’yi metheder. Padişah da bir eserini görsek, der.
Bunun üzerine Firdevsî, marifeti ortaya çıksın ve marifet ehli değerini anlasın
diye Da’vet-nâme’yi yazıp padişaha hediye eder. Firdevsî girişte
eserini sekiz bâb üzerine düzenlediğini belirtmesine, yedinci ve sekizinci
bâblar hakkında bilgi vermesine rağmen eldeki tek nüshada altı bâb vardır.
Firdevsî bu eseri, Şemsü’l-Ma’ârifi’s-Sagîr, Mushafü’l-Kevâkib,
Dakâyıku’l-Hakâyık gibi Arapça ve Farsça kitaplardan çeviri ve derleme
yoluyla meydana getirmiştir. Bu eserde ele alınan konular astroloji, melekler
ve cinler, büyü ve davet şeklinde sınıflandırılabilir. Astroloji konusunda
zengin bir terminolojiye sahiptir. İçinde halk resmi mahiyetinde yüz kırk bir
resim yer almaktadır. Bu eser, Fatma Büyükkarcı tarafından yayımlanmıştır
(1995).
4. Münâzara-i
Seyf ü Kalem: Akay, Köprülü’ye dayanarak eserin
telifini 890/1485-86 olarak (1990), Tanyıldız ise 1502 olarak verir (2005). Eserde
kalem ve kılıcın birbirine üstünlüklerini kanıtlamak için sembolik olarak
yaptıkları münazara, manzum-mensur karışık olarak anlatılır. Eserin sonunda
hakem Süleymân Peygamber münazarayı sonlandırır. Eser üzerinde Ahmet Tanyıldız
tarafından bir yüksek lisans tezi yapılmıştır (2005). Ayrıca, Halil İbrahim
Usta tarafından bir makale halinde yayımlanmıştır (2009).
5. Kıssa-nâme-i
Süleymân Aleyhisselâm:
Firdevsî’nin Süleymân-nâme-i Kebîr’den önce telif ettiği mensur Hz.
Süleymân kıssasıdır. İbrahim Olgun ve İsmet Parmaksızoğlu’na (1980) göre bu
eser bir ön denemedir. Başta ve sonda birer kaside vardır. Metnin
mukaddimesinde Firdevsî, telif ettiği bazı eserlerin adlarını kaydetmiştir. Büke,
eserin bir nüshasının
Millet Kütüphanesi 297.9’de AETrh316 demirbaş numarasıyla (349 varak ve 13
satırlı), diğer nüshasının İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesinde
297.91’de NEKTY00715 barkod numarasıyla (195 varak ve 17 satırlı) kayıtlı olduğunu
belirtir (2015: 498).
6. Silahşör-nâme (Müsellah-nâme): Farsça’dan tercümedir. Mısır
sultanının hazinesinden çıkan bir esere dayanarak on altı bâb üzerine yazılan
ve Ahmed Paşa’ya sunulan eserde silahların tarihçesi, nasıl kullanılacağı ve
savaşçı milletler anlatılır. Bir nüshası Topkapı Sarayı Müzesi’nde kayıtlı
eser, Almancaya çevrilmiş (Baron O. M. V. Schlechta Wssherd 1864), Bonelli
tarafından ikinci kez neşredilmiş (1892) ve Türkçe olarak da yayımlanmıştır (M.
Wickerhauser t.y.).
7. Satranç-nâme-i
Kebîr: 909/1503’te Balıkesir’de telif
edilen eser, satranç oyununun tarihçesi ve tekniği hakkındadır. Manzum-mensur
karışıktır. İçinde yetmiş yedi satranç oyunu şekli yer alır. Sekiz bâbdan
oluşur. Firdevsî bu eserinde, kırk kadar eseri daha olduğunu belirtmiştir. Eser
1892’de basılmış, Atâ Çatıkkaş tarafından da yayımlanmıştır (2015).
8. Tercüme-i
Câmeşûy-nâme: Nasîreddîn Tûsî’nin aynı adlı ve
dokuz bâbdan oluşan Farsça eserini Firdevsî, bir bölüm ekleyerek Türkçeye
çevirmiştir. Yazar, 914/1508’de tamamladığı eserde bazı kumaşlardaki lekelerin
temizlenmesine ilişkin yöntemlerden bahsetmiştir. Eser yayımlanmıştır
(Özyaşamış Şakar 2009).
9. Hayât u
Memât (Hayât-nâme):
Firdevsî’nin son yıllarında, İstanbul’da Farsçadan Türkçeye çevirdiği bu
risale, ahlâk ve tasavvufi konular hakkındadır. Manzum-mensur karışık yazılan
risale 30 bâbdan oluşur. Bu eserin başında Firdevsî, Süleymân-nâme-i
Kebîr’in seksen ikinci cildini tamamladığını belirtir.
10. Tuhfetü’l-Hâdî (Hakâyık-nâme, Hakîkat-nâme, Hadîkatü’l-Hakâyık):
Mensur-manzum ve soru-cevap şeklinde yazılmıştır (Büke 2105: 495). Firdevsî bu
eseri, Hazînedarbaşı Ali Ağa’nın oğlu Mehmed Bey’e armağan olarak yazmıştır.
Eser üzerinde bir yüksek lisans tezi yapılmıştır (Araç 2010). Büke, eserin
tespit edilen 14 nüshasını verir (2015: 494-495).
11. Hâcî Bektâş
Velî Vilâyet-nâme’si: Hacı
Bektaş Velî’nin hayatı hakkında tarihi ve menkıbevi bilgiler içeren manzum bir
eserdir. Firdevsî’ye ait
olup olmadığı tartışmalıdır.
12. Teşhîsü’l-İnsân: 1481’de Farsçadan Türkçeye tercüme edilen eser Ahmed
Paşa’ya ithaf edilmiştir. Asuman Akay eseri detaylı olarak tanımlar (1990). İbrahim
Kutluk (1950) tarafından bu eseri tanıtıcı bir makale yayımlanmıştır.
13. Pend-nâme-i
Eflâtûn: Sağlık ve temizlik konularında
küçük bir risale olup Farsçadan Türkçeye çeviridir. Firdevsî’ye ait olup olmadığı
tartışmalıdır. Büke, bilinen tek
nüshasının İstanbul
Arkeoloji Müzesi, 164 numarada kayıtlı olduğunu bildirir, 105 varaktır (2015:
497).
14. Firâset-nâme: Kaynaklarda, II. Bâyezîd’in cülusundan önce
Balıkesir’de yazıldığı belirtilen eserin 114 varaklı, 11 satırlı bir nüshası Büke’nin
(2015: 494) verdiği bilgiye göre Milli Kütüphane 06 Mil YZ A 5151 numarada
kayıtlıdır. Tasavvufî konulu eser, nazım nesir karışık yazılmıştır.
15. Tecnîsât-ı
Süleymân u Belkıs-nâme: Firdevsî bu eserden Münâzara-i Seyf ü Kalem'de
eserlerini sayarken Tecnîsât ve Süleymân [ü] Belkıs-nâme şeklinde bahseder, ayrıca
Satranç-nâme’de tecnis-i tam ile 7.000
beyitlik “Süleyman ve Belkısnâme” yazdığını söyler.
Şimdiye kadar varlığı
bilinmeyen bu eserin bilinen ilk nüshası Boğaziçi Üniversitesi, Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü doktora öğrencisi Resul Altuntaş tarafından bulunmuştur. Bu
nüsha Uppsala Üniversitesi Caroline Rediviva Kütüphanesinde, O
St. 5 Fol. numarada kayıtlıdır, 4 ciltten ve tahminen yaklaşık 20.000 beyitten
oluşmaktadır. Ciltler 4 sütunlu ve 21 satırlıdır. 68 varaktan oluşan 1. ciltte,
1b’de “Hazâ Kitab-ı Süleymân an-cild-i evvel” yazmaktadır. 3b yüzündeki
serlevhada “Hazâ Kitâb-ı Süleymân [u] Belkısnâme” yazmakta, sayfanın sonunda
yine başlık şeklindeki levhada, “Firdevsi, Tecnis-i tâm ve tarsî min-kelâm”
ibaresi yer almaktadır. 1b-3a arasındaki kısım, Farsça yazılmış bir dibacedir.
2. cilt 42 varaklı; 3. cilt 53 varaklı, 4. cilt 61 varaklıdır (toplam 224
varak). Bu eserin 2. nüshası ise Recep Çelik tarafından bulunmuştur ve Gotha
Library, Ms. orient. T 208 numarada kayıtlıdır. Bu nüshada 4. cilt eksiktir. Bu
dört cilt üzerine doktora tezi çalışmaları başlamıştır: 1. cilt Resul Altuntaş
(Boğaziçi Üniv.), 2. cilt Recep Çelik (Selçuk Üniv.), 3. cilt Serap Arslan
(Boğaziçi Üniv.), 4.cilt ise Esra Demirkoparan (Boğaziçi Üniv.) tarafından
çalışılmaktadır. Bu eser hakkındaki bilgiler doktora çalışmaları sonunda
kesinlik kazanacaktır.
16. Hadîs-i
Ahsen: Varlığı tartışmalı olan bu eserin
adına sadece Münâzara-i Seyf ü Kalem’de rastlanır. İçeriği hakkında
bilgi yoktur.
17. Tâli-i Mevlûd-ı Kebîr: Eserin adına Münâzara-i
Seyf ü Kalem’de rastlanır. Büke (2015: 495), eserin II+3I+X yapraklı ve 15 satırlı nüshasının Millî
Kütüphane, Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi, 06 Hk 3204’te, 1386 DVD
numarasıyla kayıtlı olduğunu belirtir.
18. Şerh-i Hadîs-i Erba’în: Millet Yazma Eser Kütüphanesinde,
AEFrs6 numarada kayıtlıdır, 5 varaklıdır. Büke, Atıf Efendi Yazma Eser
Kütüphanesi, 34 Atf 2846/9 arşiv numarasıyla kayıtlı bir nüshasını daha
bulmuştur (2015: 497). Açıklamaları Farsça olan kırk hadis tercümesidir.
19. Kitâbü’l-Mevâ’iz: Büke, Muallim Cevdet Yazmaları, 297.85
MEV numarada kayıtlı “Mevâ’iz el-Firdevs” adlı bir eserin varlığından söz eder
(2015: 497).
20. Kur’ân-ı
Kerîm’den Tefeüle Dâir Bir Risâle:
Tek nüshası İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, 297.7 yer ve NEKTY00816
arşiv numarasıyla kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarına göre eser 89 varaktır
(Büke, 2015: 497).
21. Gülistân
Tercümesi: İstanbul
Arkeoloji Müzesi Kütüphanesindeki bir Gülistân
nüshasında Firdevsî’nin adı geçtiği için Bursalı Mehmet Tahir, eserin
Firdevsî’ye ait olduğunu iddia eder. Fuat Köprülü ise eserin Uzun Firdevsî’ye
değil başka bir Firdevsî’ye ait olabileceğini belirtir ve bu fikre karşı çıkar.
22. Barak
Baba Risalesi: Gölpınarlı tarafından Firdevsî’ye ait olduğu iddia edilir
(Büke 2015: 498).
Büke, Zeytinoğlu
Halk Kütüphanesi’nde 43 Ze 689/1 arşiv numarasıyla kayıtlı olan Süleymân-nâme nüshasında, 2a, 6. satırdaki
ifadeye göre (…kitablar varsa anları cümle içine katmışdur tatvil-i kelam
itmekiçün kasas gibi tali’-i mevlüd gibi mülheme’i nice dahı bunlarun gibi cem’
idüp…) Kasas’ın ayrı bir eser
olabileceğini belirtir (2015: 498).
Firdevsî, genç yaşta şiir, tarih, kısas, ilm-i nücum,
felsefe, hendese, tıp gibi konularla ilgilenmiştir. Aruz ilmini Bursalı
Melîhî’den öğrenmiştir (Köprülü 1977: 650). Yazılarında yer yer Hz. Ali, Hz.
Hasan ve Hz. Hüseyin methiyelerine rastlanır. İbrahim Olgun (1978: 190-192),
Firdevsî’nin çağının bir ansiklopedisti olduğunu vurgular. Ayrıca eserlerinin,
onun kendi zamanında geçerli bilgilerden haberli olduğunu gösterdiğini
belirtir. Bu bilgiler arasında doğu mitolojisi, eski Türk mitolojisi, peygamber
kıssaları, tarih, din, tasavvuf, tarikat büyüklerinin hikâyeleri, geometri,
astroloji, satranç, binicilik, savaş taktikleri sayılabilir. Bildiği her şeyi
her fırsatta tekrarlamaktadır. Kendisinden önce yaşayan Ahmed-i Dâ’î, Ahmedî ve
Şeyhî gibi şairleri saygı ve takdirle anar. Onlar kadar olmamakla birlikte kendisinin
değerli bir şair olduğunu belirterek övünür. Kendisini sık sık İranlı
Firdevsî’ye benzetir. Beyânî, Hasan Çelebi ve Gelibolulu Âlî tezkirelerinde,
onun velut bir şair olmasına rağmen şiirlerinin pek de değerli olmadığı
yazılıdır. Gelibolulu Âlî, onun seçtiği mahlasa lâyık olmadığını da belirtir.
Tahir Olgun (1978: 193-194) ise Firdevsî’nin dilinin Türk dili
açısından çok önemli olduğunu vurgular. Dolayısıyla Firdevsî, edebiyatı farklı
konulardaki bilgilerini sergilemek için bir araç olarak kullanmış, öğretici
nitelikte eserler yazmış bir nâsir ve şairdir demek mümkündür.
Kaynakça
Abdulkadiroğlu, Abdulkerim (hzl.) (1998). Güldeste-i
Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân, İsmail Beliğ, Bursalı.
Ankara.
Abul, Yasemin (2004). Süleymân-nâme-i Kebir
(47. Cilt) Metin Tenkidi ve İnceleme. Yüksek Lisans Tezi. Manisa: Celal
Bayar Üniversitesi.
Akay-Ahmed Abdo Shaban, Asuman (1990). Firdevsî
Süleyman-nâme (44. Cilt) Metin ve Fiiller Üzerine Bir İnceleme. Doktora
Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Aksoy, Mustafa (2000). Uzun Firdevsi’nin
Süleyman-name’sinde Destan Unsurları (2 cilt). Doktora Tezi. İzmir:
Ege Üniversitesi.
Araç, Güllü (2010). Uzun Firdevsî ve
Hakâyık-nâme’si. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Balcı, Rüştü (Arapçadan tercüme eden) (2007). Kâtip
Çelebi: Keşfü’z-zunûn an Esâmi’l-Kütübi ve’l-fünûn [Kitapların ve
İlimlerin İsimlerinden Şüphelerin Giderilmesi]. 5 c. İstanbul: Tarih
Vakfı Yay.
Biçer, Bekir (2005). Firdevsî-i Rûmî ve
Tarihçiliği. Doktora Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi.
Biçer, Bekir (2006). Firdevsî-i Rûmî ve
Tarihçiliği. Konya: Tablet Yay.
Bursalı Mehmed Tahir (1333). Osmânlı
Müellifleri. C. 2. İstanbul.
Büke, Himmet (2015). Fı̇rdevsı̂-i Rumı̂, Süleymannâme (38.
Cı̇lt), Dı̇l Özellı̇klerı̇, Metı̇n, Söz Dı̇zı̇nı̇. Doktora Tezi. Isparta:
Süleyman Demirel Üniversitesi.
Büke, Himmet (2015). “Firdevsî-i Rumî, Hayatı ve
Eserleri Hakkında yeni Bilgiler”. Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (7/13): 481-501.
Büyükkarcı, Fatma (1993). Firdevsî-i Tavîl ve
Da’vet-nâme’si. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi.
Büyükkarcı, Fatma (hzl.) (1995). Firdevsî-i Tavîl
ve Da’vetnâme’si: İnceleme, Transkripsiyon, İndeks, Faksimile ve Mikrofiş. Cambridge,
Mass.: Harvard Üniversitesi.
Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latîfî,
Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ, İnceleme-Metin. Ankara: AKM Yay.
Çatıkkaş, Atâ (1979). Firdevsî-i Rûmî’nin
Süleymân-nâme-i Kebîr’i (72. Cilt) Gramer, Sentaks, Lügat, Metin. Doktora
Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Çatıkkaş, M. Atâ (1985). “Firdevsî-i Rûmî’nin
Şatranc-nâme-i Firdevsî’si”. Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi (37):
186-198.
Çatıkkaş, Atâ (1983). “Türk Firdevsî’si ve
Süleymannâme-i Kebîr”. Türk Dünyası Araştırmaları (25):
169-178.
Çatıkkaş, M. Atâ (hzl.) (2009). Firdevsî-i
Rûmî, Süleymannâme-i Kebîr. Ankara: TDK Yay.
Çatıkkaş, M. Atâ (2015). Firdevsî-i Rumî,
Satranç-nâme-i Kebir: İnceleme, Metin, Dizin. Ankara: TDK Yay.
Çelik, Zeynep (2010). Firdevsi-i Rumi’nin Süleymanname
Yazmasının (81. Cilt) (82b-123b yk.) Bilimsel Yayını Üzerine Dil İncelemeleri.
Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.
Erdem, Mehmet Dursun (2005). Kitab-ı
Kıssaname-i Süleyman Aleyhisselam Üzerine Söz Dizimi Çalışması (Süleymanname
74. Cilt). Doktora Tezi. Samsun: On Dokuz Mayıs Üniversitesi.
Genç, Gülnaz (1995). Firdevsi-i Rumi
Süleyman-name (25 ve 26 Ciltler). Doktora Tezi. İstanbul: Marmara
Üniversitesi.
Gölpınarlı, Abdülbâki (1958). Vilâyet-nâme, Menâkıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı
Velî. İstanbul: İnkılap.
Güleç, Hamdi (1994). Firdevsi-i Rumi’nin
Süleymanname’si -42. Cilt- Dasitan-ı Ceng-i Aheng-i Efrasiyab-ı Türk- Üzerinde
Bir Metin İncelemesi. Doktora Tezi. İzmir Ege Üniversitesi.
Güleç, Hamdi (2006). “Süleymânnâme’de Eski Türk
Destanlarına Ait Unsurlar, Dil-Üslûp ve Motifler”. Bilig (36):
243-260.
İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Künhü’l-ahbâr’ın
Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.
İsmâil Belîğ (1302). Güldeste-i İrfân.
Bursa.
Jafarova, İlhama (2010). Firdevsî-i Rûmî’nin Süleymân-nâme-i
Kebîr’i (63. Cilt) İnceleme-Metin-Dizin. Doktora Tezi. İstanbul: Marmara
Üniversitesi.
Jafarova, İlhama (2003). Firdevsi-i Rumi’nin Süleymanname
Yazmasının (81. Cilt, 54b-82a, 28 yk.) Yayını ve Üzerine Dil İncelemeleri.
Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.
Köprülü, Fuat (1977). “Firdevsî”. İslâm
Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: MEB Yay. 649.
Köprülü, Orhan (1996). “Firdevsî, Uzun”. Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 13. İstanbul:
Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 127-129.
Köz, İbrahim (2004). Firdevsî-i Rûmî’nin Süleymannâme
Yazmasının (81. Cilt 7a-54b yk.) Bilimsel Yayını ve Üzerine Dil İncelemeleri.
Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.
Kutluk, İbrahim (hzl.) (1997). Beyâni Mustafa
bin Carullah, Tezkiretü’ş-Şuarâ. Ankara: TTK Yay.
Kutluk, İbrahim (1950). “Kenek Oğlu Orhan ve Teşhisü’l-İnsan”. Türk
Dili (3): 29-33.
Kutluk, İbrahim (hzl.) (1989). Kınalı-zâde
Hasan Çelebi: Tezkiretü’ş-Şu’arâ. 2. bs. Ankara: TTK Yay.
Olgun, İbrahim (1978). “Uzun Firdevsi ve
Türkçeciliği”. Ömer Asım Aksoy Armağanı. Ankara: TDK Yay.
Olgun, İbrahim, İ. Parmaksızoğlu (hzl.) (1980). Firdevsî-i
Rûmî. Kutb-nâme. Ankara: TTK Yay.
Özyaşamış Şakar, Sezer (2003). Firdevsi-i
Rumi’nin Süleymanname Yazması’nın (81. Cilt, 28 yk.) Bilimsel
Yayını ve Üzerine Dil İncelemeleri. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.
Özyaşamış Şakar, Sezer (hzl.) (2009). Firdevsî-i
Rûmî, Terceme-i Câmeşûy-nâme. İstanbul: Simurg Yay.
Şimşek, Yaşar (2013), Firdevsi-i Rumi, Süleyman-name-i Kebir (76.
Cilt) Giriş, Ses Bilgisi, Tenkitli Metin, Sözlük. Yüksek Lisans Tezi. Samsun:
Ondokuz Mayıs Üniversitesi.
Tanyıldız, Ahmet (2005). Firdevsî-i Tavîl,
Münazara-i Seyf ü Kalem (İnceleme, Metin, Sözlük). Yüksek Lisans Tezi.
Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Türkmen, Fikret (2007). “Firdevsî-i Rûmî’nin
Süleymân-nâme İsimli Eserinin Yazılışı ve Nüshaları”. Edebiyat ve Dil
Yazıları: Mustafa İsen’e Armağan. Ankara: Grafiker Yay. 591-598.
Usta, Halil İbrahim (1995). Firdevsi-i Rumi,
Süleyman-name-i Kebir (İnceleme-Metin-Sözlük). Doktora Tezi. Ankara: Ankara
Üniversitesi.
Usta, Halil İbrahim (2009). “Firdevsî-i Rûmî’nin Bir
Münazarası”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Dergisi 49 (1): 61-93.
Vanlı, Murat (2012). Firdevsî-i Rûmî, Süleymân-nâme-i
Kebîr (8.-9. Ciltler)İnceleme-Metin. Yüksek Lisans Tezi. Erzincan: Erzincan
Üniversitesi.
Yıldız, Ersin (1980). Davetname ve 17. yy.
sonu 18. yy Başı Minyatürleri Karşılaştırması. Lisans Tezi. İstanbul:
İstanbul Üniversitesi.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DOÇ. DR. FATMA BÜYÜKKARCI YILMAZYayın Tarihi: 23.08.2013Güncelleme Tarihi: 01.02.2021Eserlerinden Örnekler
Süleymân-nâme-i Kebîr’den
Der beyân-ı hâl-i hod mî-gûyed ender ma’ârif-i teşbîhât-ı Beytü’l-mukaddes
Ba’dehû ulemâdan mahfî degüldür ki bu Süleyman-nâme-i Kebîr’ün te’lîfinden maksûd va’z u nasîhatdür ve bu târîh-i dil-pezîrün tazyîfinden murâd olan sana ve senün nefsünden haber virmek pend ü ma’rifetdür. Pes bu takdîrce bilmek gerekdür ki Süleymân Peygamber Beytü’l-mukaddes’i yapdıyise sen dahı âlem-i vücûdun Süleymân’ısun, gönül ki beyt-i Hak’dur, anı ma’mûr itmek ardınca olasın, eger kim gökde Beytü’l-ma’mûr varısa kerrûbîler tavâf edecek mesciddür ve eger yir yüzinde Ka‘be varısa mü’minler tavâf edecek ziyâretgâhıdur. Ammâ ki gönül ol ikiden yigdür ki Allâhu ta’âlânun nazar-gâhıdur. Sa’d bin Tesrî rahmetullâh eydür: Ol iki cihân fahrı Muhammed Mustafâ’dan, ol habîb-i Hudâ hazretinden istedüm ki kim Halıkıla cümle mahlûk arasında hicâb pes mü’minün gönline nazar itsen Ka’be’ye ve Kuds-i mübâreke benzer, kim Ka’be’ye Kuds’e varan ayag ile yürür varur. Ammâ ki gönül isteyen yüzi üstine yürise gerek. Anunçün ki gönül viren âşıklar yüzlerin yire sürücilerdür. Ka’be’ye Kudüs’e gidenlere kılaguz gerek. Velâkin gönüle Kur’ân kılaguz ve Çalap yoldaş yiter (…).
Nazm
Bu durur Kuds-i mübârek mescidine pes misâl
Kim ider sâfî kulûba Hak nazar sâhib-kemâl
Beyt-i Hak’dur çünki kalbün pâk sâf it olma kalb
Tâ ki sana rahmet ide ol Rahîm-i Zü’l-celâl
(Çatıkkaş, M. Atâ (hzl.) (2009). Firdevsî-i Rûmî: Süleymannâme-i Kebîr. Ankara: TDK Yay. 368-369.)
Kutb-nâme’den
Ender sebeb-i te’lîf-i kitâb-ı Kutb-nâme
Nutka gel kim ey debîr-i pür-hüner
Sözleründür dürr ü gevher mu’teber
Nutka gelsen şerm ider Îsâ bugün
Devr içinde Hazretün Mûsâ bugün
Ma’rifetden açuban emleh kelâm
Di ma’ârifden hakîkat hoş peyâm
Rub’-i meskûn içresin erkân-ı mülk
Cism olur âlem özündür cân-ı mülk
Cehd kılub ilmile itdün ömri sarf
Merd-i câhil misli kılmadun telef
Âdem ol ki aklı vü ilmi ola
Hulk u sabr u zihni vü hilmi ola
Kim hakîkat bir degül ilm ü cehil
Nitekim nâ-ehlile kâmil ehil
İlmile olur kişi sâhib-kemâl
Hilmile bulur kişi nûr-ı cemâl
(…)
Hemçü men Firdevsî misli kâm-yâb
İder te’lîf ra‘nâ bir kitâb
Çün Nizâmî nazma virür hoş nizâm
Ruk’ile başda götürür hâs u âm
Çok kitâbı gerçi tasnîf eyledüm
Çün Süleymân-nâme te’lîf eyledüm
Lîk her te’lîfe vardur bir sebeb
Kim sebebsiz nesne yokdur bu aceb
Kim diler tahsîl ider dürr ü güher
Ol Bedahşân mülkine kılur sefer
Nâfe-i Çîn isteyen itmez hatâ
Azmi der Mâçîn ü Çîn ile Hatâ
Cem‘ idem mercânile diyen dürer
Kulzümün gavvâsına varub irer
Hikmeti tahsîl idem diyen hakîm
İlm-i ebdân okur ol varur delim
Bu kitâbun bil sebeb te’lîfine
Diyelüm nedür cihet tasnîfine
Kutbu’l-aktâbı kılam sana beyân
Tâ bilesin kimdürür kutbı ayân
Uşbu asrun kutbı kimdür şerh idem
Râstın idüb kizb aradan tarh idem
Kutbsuz olmaz zemân anla yakîn
Kutba inkâr itmegil gâyet sakın
Kutb-i aktâb olmayınca her zamân
Revnakı bulmaz cihânda ins ü cân
Kutbun evsâfın idersem ger beyân
Key mutavvel düşiserdür dâstân
Kutb-ı âlem kimdür anı diyelüm
Medhi içre şehd ü şeker yiyelüm
Bu zemânun kutunı anla cedîd
Şâh Sultân Âl-i Osmân Bâyezîd
Kutb-ı âlem pâdişâhdur bî-gümân
Vasfın işit tâ gide şekk ü gümân
Kutbu’l-aktâb olmasaydı pâdişâh
Lih kralı olmayaydı pes tebâh
Kutbu’l-aktâb olmasa Şâh Bâyezîd
Düşmenân görmez idi kahr-ı şedîd
Kutb-ı Şâh emrinde olmasaydı bâd
Kavm-ı Efreng olmaz idi tündbâd
Kutb-ı Şâh emrind’olub deryâ vü berk
Suda Efreng oldı hark u dahi gark
Kutbu’l-aktâb olmasaydı Şehriyâr
Dilegince dönmez idi rûzgâr
Kutbu’l-aktâb olduğiçün ser-firâz
Tâ’ate kâ’im olup ider niyâz
Meyli yokdur mâl ü genc ü hikmete
Hayli çoğiken sürer yüz tâ’ate
Tâc ü tahtun olmışiken sâhibi
Oldı fakr ile fenânun tâlibi
Suffesi sîm olmuşiken tahtı zer
Mülk-i ukbay hevesidür nâm-ver
Emrine fermân iken hayl ü haşem
Tâc ü tahta meyli yok bir zerre hem
Tâbi’iyken taht u şemşîr ü kemer
Mülk-i dünyây’itmedi kat’â nazar
Hak tebârek devletin itsün ziyâd
Ol mübârek gönl’ola âbâd u şâh
(Olgun, İbrahim, İ. Parmaksızoğlu (hzl.) (1980). Firdevsî-i Rûmî: Kutb-nâme. Ankara: TTK Yay. 27-30.)
Da’vet-nâme’den
Hikâyet: Sahratü’n-nâr meşhûr est.
Ebû Alî Sînâ eyidür: Âdem Peygamberün mushafında getürmişlerdür kim Hak te’âlâ Âdem-i Safîi yaratmazdan mukaddem bir şahz yaratdı kim adına Sahratü’n-nâr dirler. Anun şekli şöyle idi kim başı âdem başı gibi ve iki eli âdem eli gibi ve iki ayagı âdem ayagı gibi, ammâ başundan ayagına degin âdem yüzi gibi. Elinde ve ayagında ve karnında ve başında fi’l-cümle dört bin yüzi var ve her yüzinde âdem gibi gözi ve kaşı ve burnı ve agzı var idi. Hak te’âlâ anı od ile hevâdan halk itmiş idi. Su ile hâk ana karışmamışdı. Hak te’âlâ ana tokuz yüz bin yıl ömr virdi. Bu Sahratü’n-nâr Allâhu te’âlâya münacat idüp eyitdi kim: “İlâhî ve Mevlâyî! Bu abdünü yalnız yaratdun, bana bir mûnis ve yoldaş yokdur kim anunla üns tutam.” Hak te’âlâ duasın kabûl idüp ol münâcâtın nefsinden bir nûr zâhir olup bir dişi Sahratü’n-nâr halk olundı. Ve bunlara âdem nefsi gibi nefs virilüp cimâ‘ eylediler. Dişisi hâmile olup bir müddetten sonra dört bin oglan togurdı. Tokuz yüz bin yıl içinde Sahrâ mücâma‘ât kim itdi, nesli üredi ve Sahrâ’nun nesli dünyâ yüzini tutdı. Ve Sahrâ fenâya vardı, hâk ü bâd oldı üstâd kavlince; çünkim Sahrâ fânî oldı ve evlâdları çogaldı, dünyâ doldı, fesâda başladılar, tesbîh ü tehlîli unutdılar. Heft zemîn inledi. Allâhu ta‘âlâ hazretine üzerinden ref‘in ricâ eyledi. Hak sübhânehu ve te’âlâ hazretleri dahı yedinci semânun meleklerine emr eyledi ki Sahrâ kavmiyle cenk idüp helâk ideler. Pes helâk itmeden âciz oldılar, nâliş itdiler. Hak ta‘âlâ hazretleri Hameletü’l-arşdan iki melek gönderdi; birinün adı Havl (?) ve birinün adı Kuvve (?) idi. Gelüp bu cinnîleri helâk eylediler. Anlardan hemân iki kimesne kaldı. Birisi erkek ve birisi dişi idi. Bu kalan cinnîler anlarun neslinden olup sonra yine ürediler. Hak ta‘âlâ anların üzerlerine birer melek-i müvekkel kodı. İnşallâhu ta‘âlâ yirinde her birin yine zikr idelüm. Ol Sahratü’n-nâr’un sureti bu minvâl üzere idi.”
(Büyükkarcı, Fatma (hzl.) (1995). Firdevsî-i Tavîl ve Da’vetnâme’si: İnceleme, Transkripsiyon, İndeks, Faksimile ve Mikrofiş. Cambridge, Mass.: Harvard Üniversitesi. 114-115.)
Tercüme-i Câmeşûy-nâme’den
Der beyân-ı fihrist-i kitâb
Ba’dehû zurafâdan mahfî ve ehl-i sanâyi’den pûşîde olmaya ki risâlenün tasnîfine sebeb-i cihet ve te’lîfine hikmet bu oldı ki zikr olan sultân bin sultânun Sultân Bâyezid bin Mehmed Han’un huldet-i milkete izz-i nusret emrine imtisâl gösterip Süleymân-nâme-i Kebîr-i ehl-i târîh-i a’zam-ı lâ-nazîrün te’lîfine meşgûl olup künc-i halvetde makam-ı uzletde oturmışken yitmiş sekizinci cildini kaleme rakama getürüp bitürmişken nâgehân libâsumuz ârifler gönli gibi gam lekesinden pâk itmeg-içün sâfî sâbûnla yuyup pûşîde kılmag-içün gönderüp âhir câme-şûy lekesin çıkarmakda âciz kalup aczine i’tirâf-ı ikrâr idicek meger ki kimseneyede Acem şâhı Uzun Hasan hazînesinden çıkmış bir Câme-şûy-nâme vardı ki tokuz bâb üzerine Seyyid Nâsir-i Tûsî rahmeten vâsi’aten baglayup tasnîf etmiş, ebyât eş’ârla musanna’ terkîbler ve müsecca’ tertîble te’lîf etmiş.
Nazm
Çün-ki görmiş bu kitâbı ol hakîm-i nâm-ver
Tâzîden döndürmiş anı Fârisî’ye_ol pür-hüner
Halka görmiş gey gerekdür bu risâle-i kemâl
Pâk diller tâlib olur ne ki var hayrü’l-beşer
Fakîr dahı bu gereklü risâleyi bu sagîr ü ra‘nâ makâleyi Pârisî’den Türkî’ye terceme kıldum. Tâ kim câme-şûy[ı] ehl-i san‘at belki bekler hizmet iden, erkân-ı devlet yazup okıyup bununla amel kılup fâyide-mend olalar. Bu Firdevsî-i hakîrün musannef kitâbı bilün, rûhını hayr du‘â birle şâd ideler.
Nazm
Her kim ider bu kitâb-ıla amel
Fâ’ide bula be-gâyet bî-zul[el]
Lutf idüp benüm-içün ide du’â
Rahmet ide tâ ki Hak azze vü cel
Ba’dehû bu kitâb on bâb üzerine baglanup te’lîf oldı. Nite şöyle kim
el-Bâbü’l-evvel evvelki bâb câme-şûylık san‘atı ne zamânda te’lîf olup zuhûra geldi, evvel sâbûnla libâs yuyup pâk iden kimdür ve sâbûn süren kimdür, kimden yâdgâr kaldı, anı bildürür.
(Özyaşamış Şakar, Sezer (hzl.) (2009). Firdevsî-i Rûmî: Terceme-i Câmeşûy-nâme. İstanbul: Simurg Yay. 5-6.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 23.08.2013Güncelleme Tarihi: 01.02.2021Eserlerinden Örnekler
Süleymân-nâme-i Kebîr’den
Der beyân-ı hâl-i hod mî-gûyed ender ma’ârif-i teşbîhât-ı Beytü’l-mukaddes
Ba’dehû ulemâdan mahfî degüldür ki bu Süleyman-nâme-i Kebîr’ün te’lîfinden maksûd va’z u nasîhatdür ve bu târîh-i dil-pezîrün tazyîfinden murâd olan sana ve senün nefsünden haber virmek pend ü ma’rifetdür. Pes bu takdîrce bilmek gerekdür ki Süleymân Peygamber Beytü’l-mukaddes’i yapdıyise sen dahı âlem-i vücûdun Süleymân’ısun, gönül ki beyt-i Hak’dur, anı ma’mûr itmek ardınca olasın, eger kim gökde Beytü’l-ma’mûr varısa kerrûbîler tavâf edecek mesciddür ve eger yir yüzinde Ka‘be varısa mü’minler tavâf edecek ziyâretgâhıdur. Ammâ ki gönül ol ikiden yigdür ki Allâhu ta’âlânun nazar-gâhıdur. Sa’d bin Tesrî rahmetullâh eydür: Ol iki cihân fahrı Muhammed Mustafâ’dan, ol habîb-i Hudâ hazretinden istedüm ki kim Halıkıla cümle mahlûk arasında hicâb pes mü’minün gönline nazar itsen Ka’be’ye ve Kuds-i mübâreke benzer, kim Ka’be’ye Kuds’e varan ayag ile yürür varur. Ammâ ki gönül isteyen yüzi üstine yürise gerek. Anunçün ki gönül viren âşıklar yüzlerin yire sürücilerdür. Ka’be’ye Kudüs’e gidenlere kılaguz gerek. Velâkin gönüle Kur’ân kılaguz ve Çalap yoldaş yiter (…).
Nazm
Bu durur Kuds-i mübârek mescidine pes misâl
Kim ider sâfî kulûba Hak nazar sâhib-kemâl
Beyt-i Hak’dur çünki kalbün pâk sâf it olma kalb
Tâ ki sana rahmet ide ol Rahîm-i Zü’l-celâl
(Çatıkkaş, M. Atâ (hzl.) (2009). Firdevsî-i Rûmî: Süleymannâme-i Kebîr. Ankara: TDK Yay. 368-369.)
Kutb-nâme’den
Ender sebeb-i te’lîf-i kitâb-ı Kutb-nâme
Nutka gel kim ey debîr-i pür-hüner
Sözleründür dürr ü gevher mu’teber
Nutka gelsen şerm ider Îsâ bugün
Devr içinde Hazretün Mûsâ bugün
Ma’rifetden açuban emleh kelâm
Di ma’ârifden hakîkat hoş peyâm
Rub’-i meskûn içresin erkân-ı mülk
Cism olur âlem özündür cân-ı mülk
Cehd kılub ilmile itdün ömri sarf
Merd-i câhil misli kılmadun telef
Âdem ol ki aklı vü ilmi ola
Hulk u sabr u zihni vü hilmi ola
Kim hakîkat bir degül ilm ü cehil
Nitekim nâ-ehlile kâmil ehil
İlmile olur kişi sâhib-kemâl
Hilmile bulur kişi nûr-ı cemâl
(…)
Hemçü men Firdevsî misli kâm-yâb
İder te’lîf ra‘nâ bir kitâb
Çün Nizâmî nazma virür hoş nizâm
Ruk’ile başda götürür hâs u âm
Çok kitâbı gerçi tasnîf eyledüm
Çün Süleymân-nâme te’lîf eyledüm
Lîk her te’lîfe vardur bir sebeb
Kim sebebsiz nesne yokdur bu aceb
Kim diler tahsîl ider dürr ü güher
Ol Bedahşân mülkine kılur sefer
Nâfe-i Çîn isteyen itmez hatâ
Azmi der Mâçîn ü Çîn ile Hatâ
Cem‘ idem mercânile diyen dürer
Kulzümün gavvâsına varub irer
Hikmeti tahsîl idem diyen hakîm
İlm-i ebdân okur ol varur delim
Bu kitâbun bil sebeb te’lîfine
Diyelüm nedür cihet tasnîfine
Kutbu’l-aktâbı kılam sana beyân
Tâ bilesin kimdürür kutbı ayân
Uşbu asrun kutbı kimdür şerh idem
Râstın idüb kizb aradan tarh idem
Kutbsuz olmaz zemân anla yakîn
Kutba inkâr itmegil gâyet sakın
Kutb-i aktâb olmayınca her zamân
Revnakı bulmaz cihânda ins ü cân
Kutbun evsâfın idersem ger beyân
Key mutavvel düşiserdür dâstân
Kutb-ı âlem kimdür anı diyelüm
Medhi içre şehd ü şeker yiyelüm
Bu zemânun kutunı anla cedîd
Şâh Sultân Âl-i Osmân Bâyezîd
Kutb-ı âlem pâdişâhdur bî-gümân
Vasfın işit tâ gide şekk ü gümân
Kutbu’l-aktâb olmasaydı pâdişâh
Lih kralı olmayaydı pes tebâh
Kutbu’l-aktâb olmasa Şâh Bâyezîd
Düşmenân görmez idi kahr-ı şedîd
Kutb-ı Şâh emrinde olmasaydı bâd
Kavm-ı Efreng olmaz idi tündbâd
Kutb-ı Şâh emrind’olub deryâ vü berk
Suda Efreng oldı hark u dahi gark
Kutbu’l-aktâb olmasaydı Şehriyâr
Dilegince dönmez idi rûzgâr
Kutbu’l-aktâb olduğiçün ser-firâz
Tâ’ate kâ’im olup ider niyâz
Meyli yokdur mâl ü genc ü hikmete
Hayli çoğiken sürer yüz tâ’ate
Tâc ü tahtun olmışiken sâhibi
Oldı fakr ile fenânun tâlibi
Suffesi sîm olmuşiken tahtı zer
Mülk-i ukbay hevesidür nâm-ver
Emrine fermân iken hayl ü haşem
Tâc ü tahta meyli yok bir zerre hem
Tâbi’iyken taht u şemşîr ü kemer
Mülk-i dünyây’itmedi kat’â nazar
Hak tebârek devletin itsün ziyâd
Ol mübârek gönl’ola âbâd u şâh
(Olgun, İbrahim, İ. Parmaksızoğlu (hzl.) (1980). Firdevsî-i Rûmî: Kutb-nâme. Ankara: TTK Yay. 27-30.)
Da’vet-nâme’den
Hikâyet: Sahratü’n-nâr meşhûr est.
Ebû Alî Sînâ eyidür: Âdem Peygamberün mushafında getürmişlerdür kim Hak te’âlâ Âdem-i Safîi yaratmazdan mukaddem bir şahz yaratdı kim adına Sahratü’n-nâr dirler. Anun şekli şöyle idi kim başı âdem başı gibi ve iki eli âdem eli gibi ve iki ayagı âdem ayagı gibi, ammâ başundan ayagına degin âdem yüzi gibi. Elinde ve ayagında ve karnında ve başında fi’l-cümle dört bin yüzi var ve her yüzinde âdem gibi gözi ve kaşı ve burnı ve agzı var idi. Hak te’âlâ anı od ile hevâdan halk itmiş idi. Su ile hâk ana karışmamışdı. Hak te’âlâ ana tokuz yüz bin yıl ömr virdi. Bu Sahratü’n-nâr Allâhu te’âlâya münacat idüp eyitdi kim: “İlâhî ve Mevlâyî! Bu abdünü yalnız yaratdun, bana bir mûnis ve yoldaş yokdur kim anunla üns tutam.” Hak te’âlâ duasın kabûl idüp ol münâcâtın nefsinden bir nûr zâhir olup bir dişi Sahratü’n-nâr halk olundı. Ve bunlara âdem nefsi gibi nefs virilüp cimâ‘ eylediler. Dişisi hâmile olup bir müddetten sonra dört bin oglan togurdı. Tokuz yüz bin yıl içinde Sahrâ mücâma‘ât kim itdi, nesli üredi ve Sahrâ’nun nesli dünyâ yüzini tutdı. Ve Sahrâ fenâya vardı, hâk ü bâd oldı üstâd kavlince; çünkim Sahrâ fânî oldı ve evlâdları çogaldı, dünyâ doldı, fesâda başladılar, tesbîh ü tehlîli unutdılar. Heft zemîn inledi. Allâhu ta‘âlâ hazretine üzerinden ref‘in ricâ eyledi. Hak sübhânehu ve te’âlâ hazretleri dahı yedinci semânun meleklerine emr eyledi ki Sahrâ kavmiyle cenk idüp helâk ideler. Pes helâk itmeden âciz oldılar, nâliş itdiler. Hak ta‘âlâ hazretleri Hameletü’l-arşdan iki melek gönderdi; birinün adı Havl (?) ve birinün adı Kuvve (?) idi. Gelüp bu cinnîleri helâk eylediler. Anlardan hemân iki kimesne kaldı. Birisi erkek ve birisi dişi idi. Bu kalan cinnîler anlarun neslinden olup sonra yine ürediler. Hak ta‘âlâ anların üzerlerine birer melek-i müvekkel kodı. İnşallâhu ta‘âlâ yirinde her birin yine zikr idelüm. Ol Sahratü’n-nâr’un sureti bu minvâl üzere idi.”
(Büyükkarcı, Fatma (hzl.) (1995). Firdevsî-i Tavîl ve Da’vetnâme’si: İnceleme, Transkripsiyon, İndeks, Faksimile ve Mikrofiş. Cambridge, Mass.: Harvard Üniversitesi. 114-115.)
Tercüme-i Câmeşûy-nâme’den
Der beyân-ı fihrist-i kitâb
Ba’dehû zurafâdan mahfî ve ehl-i sanâyi’den pûşîde olmaya ki risâlenün tasnîfine sebeb-i cihet ve te’lîfine hikmet bu oldı ki zikr olan sultân bin sultânun Sultân Bâyezid bin Mehmed Han’un huldet-i milkete izz-i nusret emrine imtisâl gösterip Süleymân-nâme-i Kebîr-i ehl-i târîh-i a’zam-ı lâ-nazîrün te’lîfine meşgûl olup künc-i halvetde makam-ı uzletde oturmışken yitmiş sekizinci cildini kaleme rakama getürüp bitürmişken nâgehân libâsumuz ârifler gönli gibi gam lekesinden pâk itmeg-içün sâfî sâbûnla yuyup pûşîde kılmag-içün gönderüp âhir câme-şûy lekesin çıkarmakda âciz kalup aczine i’tirâf-ı ikrâr idicek meger ki kimseneyede Acem şâhı Uzun Hasan hazînesinden çıkmış bir Câme-şûy-nâme vardı ki tokuz bâb üzerine Seyyid Nâsir-i Tûsî rahmeten vâsi’aten baglayup tasnîf etmiş, ebyât eş’ârla musanna’ terkîbler ve müsecca’ tertîble te’lîf etmiş.
Nazm
Çün-ki görmiş bu kitâbı ol hakîm-i nâm-ver
Tâzîden döndürmiş anı Fârisî’ye_ol pür-hüner
Halka görmiş gey gerekdür bu risâle-i kemâl
Pâk diller tâlib olur ne ki var hayrü’l-beşer
Fakîr dahı bu gereklü risâleyi bu sagîr ü ra‘nâ makâleyi Pârisî’den Türkî’ye terceme kıldum. Tâ kim câme-şûy[ı] ehl-i san‘at belki bekler hizmet iden, erkân-ı devlet yazup okıyup bununla amel kılup fâyide-mend olalar. Bu Firdevsî-i hakîrün musannef kitâbı bilün, rûhını hayr du‘â birle şâd ideler.
Nazm
Her kim ider bu kitâb-ıla amel
Fâ’ide bula be-gâyet bî-zul[el]
Lutf idüp benüm-içün ide du’â
Rahmet ide tâ ki Hak azze vü cel
Ba’dehû bu kitâb on bâb üzerine baglanup te’lîf oldı. Nite şöyle kim
el-Bâbü’l-evvel evvelki bâb câme-şûylık san‘atı ne zamânda te’lîf olup zuhûra geldi, evvel sâbûnla libâs yuyup pâk iden kimdür ve sâbûn süren kimdür, kimden yâdgâr kaldı, anı bildürür.
(Özyaşamış Şakar, Sezer (hzl.) (2009). Firdevsî-i Rûmî: Terceme-i Câmeşûy-nâme. İstanbul: Simurg Yay. 5-6.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 01.02.2021Eserlerinden Örnekler
Süleymân-nâme-i Kebîr’den
Der beyân-ı hâl-i hod mî-gûyed ender ma’ârif-i teşbîhât-ı Beytü’l-mukaddes
Ba’dehû ulemâdan mahfî degüldür ki bu Süleyman-nâme-i Kebîr’ün te’lîfinden maksûd va’z u nasîhatdür ve bu târîh-i dil-pezîrün tazyîfinden murâd olan sana ve senün nefsünden haber virmek pend ü ma’rifetdür. Pes bu takdîrce bilmek gerekdür ki Süleymân Peygamber Beytü’l-mukaddes’i yapdıyise sen dahı âlem-i vücûdun Süleymân’ısun, gönül ki beyt-i Hak’dur, anı ma’mûr itmek ardınca olasın, eger kim gökde Beytü’l-ma’mûr varısa kerrûbîler tavâf edecek mesciddür ve eger yir yüzinde Ka‘be varısa mü’minler tavâf edecek ziyâretgâhıdur. Ammâ ki gönül ol ikiden yigdür ki Allâhu ta’âlânun nazar-gâhıdur. Sa’d bin Tesrî rahmetullâh eydür: Ol iki cihân fahrı Muhammed Mustafâ’dan, ol habîb-i Hudâ hazretinden istedüm ki kim Halıkıla cümle mahlûk arasında hicâb pes mü’minün gönline nazar itsen Ka’be’ye ve Kuds-i mübâreke benzer, kim Ka’be’ye Kuds’e varan ayag ile yürür varur. Ammâ ki gönül isteyen yüzi üstine yürise gerek. Anunçün ki gönül viren âşıklar yüzlerin yire sürücilerdür. Ka’be’ye Kudüs’e gidenlere kılaguz gerek. Velâkin gönüle Kur’ân kılaguz ve Çalap yoldaş yiter (…).
Nazm
Bu durur Kuds-i mübârek mescidine pes misâl
Kim ider sâfî kulûba Hak nazar sâhib-kemâl
Beyt-i Hak’dur çünki kalbün pâk sâf it olma kalb
Tâ ki sana rahmet ide ol Rahîm-i Zü’l-celâl
(Çatıkkaş, M. Atâ (hzl.) (2009). Firdevsî-i Rûmî: Süleymannâme-i Kebîr. Ankara: TDK Yay. 368-369.)
Kutb-nâme’den
Ender sebeb-i te’lîf-i kitâb-ı Kutb-nâme
Nutka gel kim ey debîr-i pür-hüner
Sözleründür dürr ü gevher mu’teber
Nutka gelsen şerm ider Îsâ bugün
Devr içinde Hazretün Mûsâ bugün
Ma’rifetden açuban emleh kelâm
Di ma’ârifden hakîkat hoş peyâm
Rub’-i meskûn içresin erkân-ı mülk
Cism olur âlem özündür cân-ı mülk
Cehd kılub ilmile itdün ömri sarf
Merd-i câhil misli kılmadun telef
Âdem ol ki aklı vü ilmi ola
Hulk u sabr u zihni vü hilmi ola
Kim hakîkat bir degül ilm ü cehil
Nitekim nâ-ehlile kâmil ehil
İlmile olur kişi sâhib-kemâl
Hilmile bulur kişi nûr-ı cemâl
(…)
Hemçü men Firdevsî misli kâm-yâb
İder te’lîf ra‘nâ bir kitâb
Çün Nizâmî nazma virür hoş nizâm
Ruk’ile başda götürür hâs u âm
Çok kitâbı gerçi tasnîf eyledüm
Çün Süleymân-nâme te’lîf eyledüm
Lîk her te’lîfe vardur bir sebeb
Kim sebebsiz nesne yokdur bu aceb
Kim diler tahsîl ider dürr ü güher
Ol Bedahşân mülkine kılur sefer
Nâfe-i Çîn isteyen itmez hatâ
Azmi der Mâçîn ü Çîn ile Hatâ
Cem‘ idem mercânile diyen dürer
Kulzümün gavvâsına varub irer
Hikmeti tahsîl idem diyen hakîm
İlm-i ebdân okur ol varur delim
Bu kitâbun bil sebeb te’lîfine
Diyelüm nedür cihet tasnîfine
Kutbu’l-aktâbı kılam sana beyân
Tâ bilesin kimdürür kutbı ayân
Uşbu asrun kutbı kimdür şerh idem
Râstın idüb kizb aradan tarh idem
Kutbsuz olmaz zemân anla yakîn
Kutba inkâr itmegil gâyet sakın
Kutb-i aktâb olmayınca her zamân
Revnakı bulmaz cihânda ins ü cân
Kutbun evsâfın idersem ger beyân
Key mutavvel düşiserdür dâstân
Kutb-ı âlem kimdür anı diyelüm
Medhi içre şehd ü şeker yiyelüm
Bu zemânun kutunı anla cedîd
Şâh Sultân Âl-i Osmân Bâyezîd
Kutb-ı âlem pâdişâhdur bî-gümân
Vasfın işit tâ gide şekk ü gümân
Kutbu’l-aktâb olmasaydı pâdişâh
Lih kralı olmayaydı pes tebâh
Kutbu’l-aktâb olmasa Şâh Bâyezîd
Düşmenân görmez idi kahr-ı şedîd
Kutb-ı Şâh emrinde olmasaydı bâd
Kavm-ı Efreng olmaz idi tündbâd
Kutb-ı Şâh emrind’olub deryâ vü berk
Suda Efreng oldı hark u dahi gark
Kutbu’l-aktâb olmasaydı Şehriyâr
Dilegince dönmez idi rûzgâr
Kutbu’l-aktâb olduğiçün ser-firâz
Tâ’ate kâ’im olup ider niyâz
Meyli yokdur mâl ü genc ü hikmete
Hayli çoğiken sürer yüz tâ’ate
Tâc ü tahtun olmışiken sâhibi
Oldı fakr ile fenânun tâlibi
Suffesi sîm olmuşiken tahtı zer
Mülk-i ukbay hevesidür nâm-ver
Emrine fermân iken hayl ü haşem
Tâc ü tahta meyli yok bir zerre hem
Tâbi’iyken taht u şemşîr ü kemer
Mülk-i dünyây’itmedi kat’â nazar
Hak tebârek devletin itsün ziyâd
Ol mübârek gönl’ola âbâd u şâh
(Olgun, İbrahim, İ. Parmaksızoğlu (hzl.) (1980). Firdevsî-i Rûmî: Kutb-nâme. Ankara: TTK Yay. 27-30.)
Da’vet-nâme’den
Hikâyet: Sahratü’n-nâr meşhûr est.
Ebû Alî Sînâ eyidür: Âdem Peygamberün mushafında getürmişlerdür kim Hak te’âlâ Âdem-i Safîi yaratmazdan mukaddem bir şahz yaratdı kim adına Sahratü’n-nâr dirler. Anun şekli şöyle idi kim başı âdem başı gibi ve iki eli âdem eli gibi ve iki ayagı âdem ayagı gibi, ammâ başundan ayagına degin âdem yüzi gibi. Elinde ve ayagında ve karnında ve başında fi’l-cümle dört bin yüzi var ve her yüzinde âdem gibi gözi ve kaşı ve burnı ve agzı var idi. Hak te’âlâ anı od ile hevâdan halk itmiş idi. Su ile hâk ana karışmamışdı. Hak te’âlâ ana tokuz yüz bin yıl ömr virdi. Bu Sahratü’n-nâr Allâhu te’âlâya münacat idüp eyitdi kim: “İlâhî ve Mevlâyî! Bu abdünü yalnız yaratdun, bana bir mûnis ve yoldaş yokdur kim anunla üns tutam.” Hak te’âlâ duasın kabûl idüp ol münâcâtın nefsinden bir nûr zâhir olup bir dişi Sahratü’n-nâr halk olundı. Ve bunlara âdem nefsi gibi nefs virilüp cimâ‘ eylediler. Dişisi hâmile olup bir müddetten sonra dört bin oglan togurdı. Tokuz yüz bin yıl içinde Sahrâ mücâma‘ât kim itdi, nesli üredi ve Sahrâ’nun nesli dünyâ yüzini tutdı. Ve Sahrâ fenâya vardı, hâk ü bâd oldı üstâd kavlince; çünkim Sahrâ fânî oldı ve evlâdları çogaldı, dünyâ doldı, fesâda başladılar, tesbîh ü tehlîli unutdılar. Heft zemîn inledi. Allâhu ta‘âlâ hazretine üzerinden ref‘in ricâ eyledi. Hak sübhânehu ve te’âlâ hazretleri dahı yedinci semânun meleklerine emr eyledi ki Sahrâ kavmiyle cenk idüp helâk ideler. Pes helâk itmeden âciz oldılar, nâliş itdiler. Hak ta‘âlâ hazretleri Hameletü’l-arşdan iki melek gönderdi; birinün adı Havl (?) ve birinün adı Kuvve (?) idi. Gelüp bu cinnîleri helâk eylediler. Anlardan hemân iki kimesne kaldı. Birisi erkek ve birisi dişi idi. Bu kalan cinnîler anlarun neslinden olup sonra yine ürediler. Hak ta‘âlâ anların üzerlerine birer melek-i müvekkel kodı. İnşallâhu ta‘âlâ yirinde her birin yine zikr idelüm. Ol Sahratü’n-nâr’un sureti bu minvâl üzere idi.”
(Büyükkarcı, Fatma (hzl.) (1995). Firdevsî-i Tavîl ve Da’vetnâme’si: İnceleme, Transkripsiyon, İndeks, Faksimile ve Mikrofiş. Cambridge, Mass.: Harvard Üniversitesi. 114-115.)
Tercüme-i Câmeşûy-nâme’den
Der beyân-ı fihrist-i kitâb
Ba’dehû zurafâdan mahfî ve ehl-i sanâyi’den pûşîde olmaya ki risâlenün tasnîfine sebeb-i cihet ve te’lîfine hikmet bu oldı ki zikr olan sultân bin sultânun Sultân Bâyezid bin Mehmed Han’un huldet-i milkete izz-i nusret emrine imtisâl gösterip Süleymân-nâme-i Kebîr-i ehl-i târîh-i a’zam-ı lâ-nazîrün te’lîfine meşgûl olup künc-i halvetde makam-ı uzletde oturmışken yitmiş sekizinci cildini kaleme rakama getürüp bitürmişken nâgehân libâsumuz ârifler gönli gibi gam lekesinden pâk itmeg-içün sâfî sâbûnla yuyup pûşîde kılmag-içün gönderüp âhir câme-şûy lekesin çıkarmakda âciz kalup aczine i’tirâf-ı ikrâr idicek meger ki kimseneyede Acem şâhı Uzun Hasan hazînesinden çıkmış bir Câme-şûy-nâme vardı ki tokuz bâb üzerine Seyyid Nâsir-i Tûsî rahmeten vâsi’aten baglayup tasnîf etmiş, ebyât eş’ârla musanna’ terkîbler ve müsecca’ tertîble te’lîf etmiş.
Nazm
Çün-ki görmiş bu kitâbı ol hakîm-i nâm-ver
Tâzîden döndürmiş anı Fârisî’ye_ol pür-hüner
Halka görmiş gey gerekdür bu risâle-i kemâl
Pâk diller tâlib olur ne ki var hayrü’l-beşer
Fakîr dahı bu gereklü risâleyi bu sagîr ü ra‘nâ makâleyi Pârisî’den Türkî’ye terceme kıldum. Tâ kim câme-şûy[ı] ehl-i san‘at belki bekler hizmet iden, erkân-ı devlet yazup okıyup bununla amel kılup fâyide-mend olalar. Bu Firdevsî-i hakîrün musannef kitâbı bilün, rûhını hayr du‘â birle şâd ideler.
Nazm
Her kim ider bu kitâb-ıla amel
Fâ’ide bula be-gâyet bî-zul[el]
Lutf idüp benüm-içün ide du’â
Rahmet ide tâ ki Hak azze vü cel
Ba’dehû bu kitâb on bâb üzerine baglanup te’lîf oldı. Nite şöyle kim
el-Bâbü’l-evvel evvelki bâb câme-şûylık san‘atı ne zamânda te’lîf olup zuhûra geldi, evvel sâbûnla libâs yuyup pâk iden kimdür ve sâbûn süren kimdür, kimden yâdgâr kaldı, anı bildürür.
(Özyaşamış Şakar, Sezer (hzl.) (2009). Firdevsî-i Rûmî: Terceme-i Câmeşûy-nâme. İstanbul: Simurg Yay. 5-6.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Süleymân-nâme-i Kebîr’den
Der beyân-ı hâl-i hod mî-gûyed ender ma’ârif-i teşbîhât-ı Beytü’l-mukaddes
Ba’dehû ulemâdan mahfî degüldür ki bu Süleyman-nâme-i Kebîr’ün te’lîfinden maksûd va’z u nasîhatdür ve bu târîh-i dil-pezîrün tazyîfinden murâd olan sana ve senün nefsünden haber virmek pend ü ma’rifetdür. Pes bu takdîrce bilmek gerekdür ki Süleymân Peygamber Beytü’l-mukaddes’i yapdıyise sen dahı âlem-i vücûdun Süleymân’ısun, gönül ki beyt-i Hak’dur, anı ma’mûr itmek ardınca olasın, eger kim gökde Beytü’l-ma’mûr varısa kerrûbîler tavâf edecek mesciddür ve eger yir yüzinde Ka‘be varısa mü’minler tavâf edecek ziyâretgâhıdur. Ammâ ki gönül ol ikiden yigdür ki Allâhu ta’âlânun nazar-gâhıdur. Sa’d bin Tesrî rahmetullâh eydür: Ol iki cihân fahrı Muhammed Mustafâ’dan, ol habîb-i Hudâ hazretinden istedüm ki kim Halıkıla cümle mahlûk arasında hicâb pes mü’minün gönline nazar itsen Ka’be’ye ve Kuds-i mübâreke benzer, kim Ka’be’ye Kuds’e varan ayag ile yürür varur. Ammâ ki gönül isteyen yüzi üstine yürise gerek. Anunçün ki gönül viren âşıklar yüzlerin yire sürücilerdür. Ka’be’ye Kudüs’e gidenlere kılaguz gerek. Velâkin gönüle Kur’ân kılaguz ve Çalap yoldaş yiter (…).
Nazm
Bu durur Kuds-i mübârek mescidine pes misâl
Kim ider sâfî kulûba Hak nazar sâhib-kemâl
Beyt-i Hak’dur çünki kalbün pâk sâf it olma kalb
Tâ ki sana rahmet ide ol Rahîm-i Zü’l-celâl
(Çatıkkaş, M. Atâ (hzl.) (2009). Firdevsî-i Rûmî: Süleymannâme-i Kebîr. Ankara: TDK Yay. 368-369.)
Kutb-nâme’den
Ender sebeb-i te’lîf-i kitâb-ı Kutb-nâme
Nutka gel kim ey debîr-i pür-hüner
Sözleründür dürr ü gevher mu’teber
Nutka gelsen şerm ider Îsâ bugün
Devr içinde Hazretün Mûsâ bugün
Ma’rifetden açuban emleh kelâm
Di ma’ârifden hakîkat hoş peyâm
Rub’-i meskûn içresin erkân-ı mülk
Cism olur âlem özündür cân-ı mülk
Cehd kılub ilmile itdün ömri sarf
Merd-i câhil misli kılmadun telef
Âdem ol ki aklı vü ilmi ola
Hulk u sabr u zihni vü hilmi ola
Kim hakîkat bir degül ilm ü cehil
Nitekim nâ-ehlile kâmil ehil
İlmile olur kişi sâhib-kemâl
Hilmile bulur kişi nûr-ı cemâl
(…)
Hemçü men Firdevsî misli kâm-yâb
İder te’lîf ra‘nâ bir kitâb
Çün Nizâmî nazma virür hoş nizâm
Ruk’ile başda götürür hâs u âm
Çok kitâbı gerçi tasnîf eyledüm
Çün Süleymân-nâme te’lîf eyledüm
Lîk her te’lîfe vardur bir sebeb
Kim sebebsiz nesne yokdur bu aceb
Kim diler tahsîl ider dürr ü güher
Ol Bedahşân mülkine kılur sefer
Nâfe-i Çîn isteyen itmez hatâ
Azmi der Mâçîn ü Çîn ile Hatâ
Cem‘ idem mercânile diyen dürer
Kulzümün gavvâsına varub irer
Hikmeti tahsîl idem diyen hakîm
İlm-i ebdân okur ol varur delim
Bu kitâbun bil sebeb te’lîfine
Diyelüm nedür cihet tasnîfine
Kutbu’l-aktâbı kılam sana beyân
Tâ bilesin kimdürür kutbı ayân
Uşbu asrun kutbı kimdür şerh idem
Râstın idüb kizb aradan tarh idem
Kutbsuz olmaz zemân anla yakîn
Kutba inkâr itmegil gâyet sakın
Kutb-i aktâb olmayınca her zamân
Revnakı bulmaz cihânda ins ü cân
Kutbun evsâfın idersem ger beyân
Key mutavvel düşiserdür dâstân
Kutb-ı âlem kimdür anı diyelüm
Medhi içre şehd ü şeker yiyelüm
Bu zemânun kutunı anla cedîd
Şâh Sultân Âl-i Osmân Bâyezîd
Kutb-ı âlem pâdişâhdur bî-gümân
Vasfın işit tâ gide şekk ü gümân
Kutbu’l-aktâb olmasaydı pâdişâh
Lih kralı olmayaydı pes tebâh
Kutbu’l-aktâb olmasa Şâh Bâyezîd
Düşmenân görmez idi kahr-ı şedîd
Kutb-ı Şâh emrinde olmasaydı bâd
Kavm-ı Efreng olmaz idi tündbâd
Kutb-ı Şâh emrind’olub deryâ vü berk
Suda Efreng oldı hark u dahi gark
Kutbu’l-aktâb olmasaydı Şehriyâr
Dilegince dönmez idi rûzgâr
Kutbu’l-aktâb olduğiçün ser-firâz
Tâ’ate kâ’im olup ider niyâz
Meyli yokdur mâl ü genc ü hikmete
Hayli çoğiken sürer yüz tâ’ate
Tâc ü tahtun olmışiken sâhibi
Oldı fakr ile fenânun tâlibi
Suffesi sîm olmuşiken tahtı zer
Mülk-i ukbay hevesidür nâm-ver
Emrine fermân iken hayl ü haşem
Tâc ü tahta meyli yok bir zerre hem
Tâbi’iyken taht u şemşîr ü kemer
Mülk-i dünyây’itmedi kat’â nazar
Hak tebârek devletin itsün ziyâd
Ol mübârek gönl’ola âbâd u şâh
(Olgun, İbrahim, İ. Parmaksızoğlu (hzl.) (1980). Firdevsî-i Rûmî: Kutb-nâme. Ankara: TTK Yay. 27-30.)
Da’vet-nâme’den
Hikâyet: Sahratü’n-nâr meşhûr est.
Ebû Alî Sînâ eyidür: Âdem Peygamberün mushafında getürmişlerdür kim Hak te’âlâ Âdem-i Safîi yaratmazdan mukaddem bir şahz yaratdı kim adına Sahratü’n-nâr dirler. Anun şekli şöyle idi kim başı âdem başı gibi ve iki eli âdem eli gibi ve iki ayagı âdem ayagı gibi, ammâ başundan ayagına degin âdem yüzi gibi. Elinde ve ayagında ve karnında ve başında fi’l-cümle dört bin yüzi var ve her yüzinde âdem gibi gözi ve kaşı ve burnı ve agzı var idi. Hak te’âlâ anı od ile hevâdan halk itmiş idi. Su ile hâk ana karışmamışdı. Hak te’âlâ ana tokuz yüz bin yıl ömr virdi. Bu Sahratü’n-nâr Allâhu te’âlâya münacat idüp eyitdi kim: “İlâhî ve Mevlâyî! Bu abdünü yalnız yaratdun, bana bir mûnis ve yoldaş yokdur kim anunla üns tutam.” Hak te’âlâ duasın kabûl idüp ol münâcâtın nefsinden bir nûr zâhir olup bir dişi Sahratü’n-nâr halk olundı. Ve bunlara âdem nefsi gibi nefs virilüp cimâ‘ eylediler. Dişisi hâmile olup bir müddetten sonra dört bin oglan togurdı. Tokuz yüz bin yıl içinde Sahrâ mücâma‘ât kim itdi, nesli üredi ve Sahrâ’nun nesli dünyâ yüzini tutdı. Ve Sahrâ fenâya vardı, hâk ü bâd oldı üstâd kavlince; çünkim Sahrâ fânî oldı ve evlâdları çogaldı, dünyâ doldı, fesâda başladılar, tesbîh ü tehlîli unutdılar. Heft zemîn inledi. Allâhu ta‘âlâ hazretine üzerinden ref‘in ricâ eyledi. Hak sübhânehu ve te’âlâ hazretleri dahı yedinci semânun meleklerine emr eyledi ki Sahrâ kavmiyle cenk idüp helâk ideler. Pes helâk itmeden âciz oldılar, nâliş itdiler. Hak ta‘âlâ hazretleri Hameletü’l-arşdan iki melek gönderdi; birinün adı Havl (?) ve birinün adı Kuvve (?) idi. Gelüp bu cinnîleri helâk eylediler. Anlardan hemân iki kimesne kaldı. Birisi erkek ve birisi dişi idi. Bu kalan cinnîler anlarun neslinden olup sonra yine ürediler. Hak ta‘âlâ anların üzerlerine birer melek-i müvekkel kodı. İnşallâhu ta‘âlâ yirinde her birin yine zikr idelüm. Ol Sahratü’n-nâr’un sureti bu minvâl üzere idi.”
(Büyükkarcı, Fatma (hzl.) (1995). Firdevsî-i Tavîl ve Da’vetnâme’si: İnceleme, Transkripsiyon, İndeks, Faksimile ve Mikrofiş. Cambridge, Mass.: Harvard Üniversitesi. 114-115.)
Tercüme-i Câmeşûy-nâme’den
Der beyân-ı fihrist-i kitâb
Ba’dehû zurafâdan mahfî ve ehl-i sanâyi’den pûşîde olmaya ki risâlenün tasnîfine sebeb-i cihet ve te’lîfine hikmet bu oldı ki zikr olan sultân bin sultânun Sultân Bâyezid bin Mehmed Han’un huldet-i milkete izz-i nusret emrine imtisâl gösterip Süleymân-nâme-i Kebîr-i ehl-i târîh-i a’zam-ı lâ-nazîrün te’lîfine meşgûl olup künc-i halvetde makam-ı uzletde oturmışken yitmiş sekizinci cildini kaleme rakama getürüp bitürmişken nâgehân libâsumuz ârifler gönli gibi gam lekesinden pâk itmeg-içün sâfî sâbûnla yuyup pûşîde kılmag-içün gönderüp âhir câme-şûy lekesin çıkarmakda âciz kalup aczine i’tirâf-ı ikrâr idicek meger ki kimseneyede Acem şâhı Uzun Hasan hazînesinden çıkmış bir Câme-şûy-nâme vardı ki tokuz bâb üzerine Seyyid Nâsir-i Tûsî rahmeten vâsi’aten baglayup tasnîf etmiş, ebyât eş’ârla musanna’ terkîbler ve müsecca’ tertîble te’lîf etmiş.
Nazm
Çün-ki görmiş bu kitâbı ol hakîm-i nâm-ver
Tâzîden döndürmiş anı Fârisî’ye_ol pür-hüner
Halka görmiş gey gerekdür bu risâle-i kemâl
Pâk diller tâlib olur ne ki var hayrü’l-beşer
Fakîr dahı bu gereklü risâleyi bu sagîr ü ra‘nâ makâleyi Pârisî’den Türkî’ye terceme kıldum. Tâ kim câme-şûy[ı] ehl-i san‘at belki bekler hizmet iden, erkân-ı devlet yazup okıyup bununla amel kılup fâyide-mend olalar. Bu Firdevsî-i hakîrün musannef kitâbı bilün, rûhını hayr du‘â birle şâd ideler.
Nazm
Her kim ider bu kitâb-ıla amel
Fâ’ide bula be-gâyet bî-zul[el]
Lutf idüp benüm-içün ide du’â
Rahmet ide tâ ki Hak azze vü cel
Ba’dehû bu kitâb on bâb üzerine baglanup te’lîf oldı. Nite şöyle kim
el-Bâbü’l-evvel evvelki bâb câme-şûylık san‘atı ne zamânda te’lîf olup zuhûra geldi, evvel sâbûnla libâs yuyup pâk iden kimdür ve sâbûn süren kimdür, kimden yâdgâr kaldı, anı bildürür.
(Özyaşamış Şakar, Sezer (hzl.) (2009). Firdevsî-i Rûmî: Terceme-i Câmeşûy-nâme. İstanbul: Simurg Yay. 5-6.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | ŞÛHÎ, Kadı-zâde Mehmed Şûhî Çelebi | d. ? - ö. Temmuz-Ağustos 1683 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | SEFİL SADIK, Sadık Kıyak | d. 1947 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | RAVZÎ | d. ? - ö. 1600\'den sonra | Doğum Yeri | Görüntüle |