Madde Detay
HAYÂLÎ BEY, Hayalî, Mehmed Hayâlî Bey, Bekar Memi
(d. 903-905 ?/1497-1499 ? - ö. 964/1557)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Kanûnî döneminin Fuzûlî’den sonra en ünlü şairi Hayâlî’nin asıl adı Mehmed, lakabı Bekâr Memi’dir. Geç evlendiği için bu lakabı almıştır. Ailesi hakkında Ömer ve İbrahim adında edip ve şair iki oğlu olduğunun dışında biyografik kaynaklarda bilgi yoktur. Oğlu Ömer Bey de şair olup Halep defterdarlığı yapmıştır (Kurnaz 1998:5). Âşık Çelebî’nin (Kılıç 2010: 1560) gaziler ocağı ve arifler durağı, Hasan Çelebi’nin (Sungurhan-Eyduran 2009: 291) mecmâ-ı şu’arâ ve menbâ-ı zurafâ dediği Vardar Yenicesi’nde dünyaya geldi. Vardar Yenicesi özellikle akıncı beylerinden Evrenosoğullarının başkenti konumunda, özellikle 16. Yüzyıl sonuna kadar Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki en önemli kültür merkezlerinden biri idi. Şehir aynı zamanda çok canlı bir tasavvuf muhiti idi (İsen 2009:56). Hayalî, böyle bir kültürel ortamda doğdu. Doğum tarihi belli değildir. Cemal Kurnaz (1998: 5) Hayâlî’nin bir manzumesinden, on dört yaşında iken şiirde şöhrete ulaştığını aktararak, bu durum dikkate alındığında doğum tarihinin 1497-1499 olabileceğini söyler. Belirli bir medrese öğrenimi göremeyen şair, Âşık Çelebi’nin (Kılıç 2010: 1541) ifadesine göre küçük yaşlardan itibaren, özellikle Gülistan ve Bostan gibi klasik eserleri okuyarak kendini yetiştirdi ve şiir yazmaya başladı. II. Bayezid devrinde İran’dan Bursa’ya göç eden ve burada zaviye kuran Baba Ali Mest-i Acemî (Mehmed Süreyya 1311: 493) seyahatleri esnasında Yenice’ye uğradı. Hayâlî, Kalenderî şeyhi Baba Ali Mest-i Acemî ve müritlerinden çok etkilendi ve onlara katıldı. Gelibolulu Âli, Hayâlî’nin yetişmesinde Baba Ali’nin ona oğlu gibi davrandığını ifade eder. Baba Ali’nin, Hayâlî’nin meşhur bir şair olması için çaba gösterdiği de bilinmektedir (İsen 1994: 212). Tasavvuf kültür ve erkânını Baba Ali’den öğrenen Hayâlî, bu Kalenderî grubuyla birkaç kez İstanbul’a geldi. İstanbul yolculuklarının birinde İstanbul Kadısı Sarı Gürz Nureddin, böyle güzel bir gencin Kalenderîler arasında yaşamasını uygun bulmayarak, Hayâlî’yi şehrin muhtesibi Uzun Ali’ye emanet etti (Kılıç 2010: 1542, Kurnaz 1998: 5).
İstanbul’a geldikten sonra da düzenli eğitim alamayan Hayâlî, bir yandan “tahsil-i marifeti” ile meşgul olurken, bir yandan da çok genç yaşta ortaya çıkan şairlik yeteneğini geliştirdi. Belli bir mesleği olmayan Hayâlî şiirleriyle önce Defterdar İskender Çelebi’nin dikkatini çekti daha sonra Sadrazam İbrahim Paşa’nın gözüne girdi ve kısa zamanda, bir şairin ulaşabileceği en büyük paye olan padişah nedimliği ve musahipliğine yükseldi. Kanûnî ile birlikte Rodos, Irak Seferleri ve Bağdat’ın fethine katıldı. Kanûnî Bağdat’ı fethettiğinde Fuzûlî ile görüşen ve ondan bir Leyla ve Mecnûn mesnevisi yazmasını isteyen şairlerden biri de Hayâlî’dir. Padişaha sunduğu gazel ve kasideler karşılığında ihsanlar aldı. Bu ihsanları tezkireler uzun uzadıya anlatır. Hayâlî sırasıyla ulûfe, timar ve Rumeli’nde Serfiçe yörelerinde zeamet aldı. Âşık Çelebî, Hayâlî’nin aldığı zeametin 100.000’i aştığını söyler (Kılıç 2010: 1544). Hayâlî bey, Saray’dan düzenli olarak câize aldığı gibi timar gelirine de sahipti. 29 Receb 957 (13 Ağustos 1550) tarihli bir ruûs kaydında Hayâlî Bey’in timarıyla ilgili bilgi verilmektedir (Erünsal 2008: 15). Hayâlî sadece Kanûnî Sultan Süleyman tarafından değil, devrin diğer erkânı, özellikle İbrahim Paşa ve İskender Çelebi tarafından da korundu. Hayâlî’nin gözde olmasını kıskanan Taşlıcalı Yahya Bey ona hicviyeler yazdı, bu hicviyelere Hayâlî de karşılık vermek zorunda kalmıştır.
Edebiyata ve sanata önem veren İskender Paşa’nın (1535) ve İbrahim Paşa’nın (1536) idam edilmeleri sonrasında Hayâlî saraydaki eski yerini kaybetmeye başladı. Hamileri yaşarken diğer şairler tarafından kıskanılan şair, edebiyatı sevmeyen Rüstem Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesiyle birlikte gözden düştü. Rüstem Paşa, Hayâlî’nin saraydaki rakibi Taşlıcalı Yahya Bey’i desteklediği için ve diğer şairlerin Rüstem Paşa’yı kendi aleyhine kışkırtacağından endişe ettiği için, Hayâlî kendisini emniyette hissetmeyerek İstanbul’dan uzaklaşmak istedi. Bu yüzden padişahtan, önce sancak beyliği istedi. Sancak beyliği için padişaha sunduğu kasidenin matla ve matlûb beyti şunlardır:
Matla: Tarikât ehlidür sâhib-vilâyet tug-ı sultânî
Hidâyet yollların göstermege gönderdi Hak anı
Matlûb Beyti: Hümâ-yı evc-i rıf’atdur salarsa üstüme sâye
Çekem pehlûya sancak adlı bir serv-i hırâmanı
Hayâlî bundan sonra “Gerçek sipâhilerle yine oldı hem-sefer/Gûyâ Hayâlî Rûmili’nün kethudâsıdur”, “Şâhum Hayâli mâlik-i mülk-i kelâm iken / Çok mıdur ana Rûmili’nün kethudâlıgı” beyitleriyle, Rumeli kethüdalığı isteğinde bulundu (Kılıç 2010: 1546). Şair, arkadaşlarının ısrarı üzerine bu isteklerde bulunmuş fakat sonraları çok pişman olmuştur. Âşık Çelebî padişahın Hayâlî’ye hayatının sonuna kadar terakkiler ve ihsanlar ettiğini söyler (Kılıç 2010: 1544). Cemal Kurnaz (1998: 6), Hayâlî gibi istiğna sahibi bir kişinin padişah tarafından yardım edilseydi, böyle isteklerde bulunmak zorunda kalmayacağını ifade eder. Ayrıca, bazı şiirlerinde 10.000 akçe dirliğinin elinden alındığını, fakirlikten bıçak kemiğe dayandığı için tevliyet ve dirlik istediğini, hasta olduğunu belirterek tımar talep ettiğini ekler. Hayâlî’nin bu istekleri, Bey unvanını aldığına bakılırsa Sancak beyi olarak karşılığını bulmuş olmalıdır.
Hayâlî Bey’in hayatının son yılları hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Hayatının son yıllarının yokluk içinde geçtiği bilgisi de yanlış olmalıdır. Oğullarına yüklü bir miras bıraktığı Gelibolulu Âlî’nin tezkiresinde açıklanır. Gelibolulu Âlî, Hayâlî’nin oğlundan bizzat işitip söylenenlerin doğruluk derecesini araştırdıktan sonra iki kardeşin otuzar bin filori mirastan başka yıllık dört yük mal gelirleri olduğunu belirtir (İsen 1994: 213). İnamât defterlerinden 935-941 (1528-1535) yılları arasında Hayâlî’ye çeşitli vesilelerle on bir kere bin akçelik ihsanda bulunulduğunu öğrenmekteyiz (Erünsal 2008: 103)
Hayâlî, 964/1557 tarihinde Edirne’de vefat etti. O zaman şairlerinden Arşî Çelebî, Hayâlî’nin vefatına şu tarihi söylemiştir: “Sözü dilde hayâlî gözde kaldı.” Silistreli Şîrî Ali Çelebi “Hayâlî öldü hayf elhükmü lillâh” mısraını ve hemşehrisi Günâhî de “Âlem-i hisden Hayâlî gitdi ah” mısralarını tarih düşürmüştür. Mezarı, Edirne’de Uzunkaldırım mezarlığının karşısında dedelerinden kalan Vize Çelebi mescidinin avlusu önünde, kendi yaptırmış olduğu iki lüleli diye bilinen çeşmenin sol tarafında pencere kenarındadır (Tarlan 19485 : XII).
Hayâlî’nin ruhî portresi Âşık Çelebî’nin aktardığına göre şöyledir: Hayâlî dünya malına ve makamına önem vermeyen, mal, para ve elbise olarak eline gelen şeyleri başkasına dağıtan, başkasına verdiği mal ve paraların hesabını tutmayan istiğna sahibi bir kişiydi. Aynı sebepten şiirlerini bir kenara yazmadığı böylece pek çok şiirinin kaybolduğu kaydedilmektedir (Kılıç 2010: 1547-1548). Hayâlî hayatının sonuna kadar bu şekilde yaşamıştır. Kayıt tanımayan, eli açık, tok gözlü, müstağni, rind-meşrep bir şair… Araştırıcılar onun şımarmak nedir bilmediğini, büyük iltifatlara mazhar olup emsalleri arasında temayüz ettiğinde bile “mutadı olan tavr-ı ârifâne”ye asla halel getirmediğini ifade ederler (Muallim Nâcî 1304’ten aktaran Kurnaz 2012: 32). Şair, kendi de şiirlerinde bu hususa yer verir, hatta bu istiğna hali ile övünür. Bir şiirinde “meşreb-i ahrâr” bulduğunu söyler. Bu, onun erkek tavırlı bir mizacının ifadesidir (Kurnaz 2012: 32). Âşık Çelebi yirmi yıl süren dostluğunda onun kendisini kıracak bir harekette bulunmadığını, Hayâlî’nin dost canlısı, hatır sayan bir kişi olduğunu söyler. Âşık Çelebi “Filhâkika zamânında lisânü’l-gayb idi ve asrında andan gayra tercemân-ı kuds dimek ayb idi” sözleriyle Hayâlî’nin tasavvuftaki yerine ve lirik üslubuna işaret ederek ona bir olağanüstülük de atfetmiştir (Kılıç 2010: 1548).
Hayâlî 16. yüzyılın Fuzûlî’den sonra en büyük şairidir. Devri şairlerden biri, Hayâlî’nin zamanındaki büyük şairleri karşılaştırırken şu kıtayı söylemiştir:
Ubeydî’nin sözünde sûz vardur
Edâda lîk Bâkî bî-bedeldür
Nezâketde Hayâlî gibi olmaz
Velî Emrî tahayyülde meseldür.
Bu kıta bize Hayalî’nin ince bir şair olduğunu gösterir. Yine zamanı şairlerinden Sâfî, Osmanlı ve İran şairlerini karşılaştırırken “Husrevlenür Necâtî Hâfızlanur Hayâlî/ Nâzüg edâlarında Şâhî sayıldı Bâkî” beyitlerinde onun Hâfız ile kıyas edildiğini görüyoruz (Tarlan 1945: XII). Yakın arkadaşı Âşık Çelebî tezkiresinde (Kılıç 2010: 1541) Hayâlî’yi: “ Rûmili’nün suhanârâsı, hevâ-yı istignânun hümâsı, Kâf-ı âlem-i ıtlâkun Ankası, bî-tekayyüdlik kûyınun gedâsı, şeh-levendlik gürûhınun pâdşâsı meşhûr Hayâlî Beg’dür ki…” diye tanıtmasından ve devrinin diğer tezkirelerdeki ifadelerden Hayâlî’nin döneminin en büyük şairlerinden olduğunu anlıyoruz. Hayâlî’nin Hâfız’a benzetilmesi de onun şairlik derecesinin yüksekliğini göstermektedir.
Hayâlî, Zâtî gibi bir şairin şöhretinin zirvesinde bulunduğu bir sırada şiirlerini yazmaya başlamıştır. Zamanla çağdaşı şairleri geride bırakan Hayâlî, Ali Şîr Nevâî ve klasik İran şairleri hakkında hürmetkar ifadeler kullandı. Kendisini onlarla eşit tuttu. Osmanlı şairleri içinde de Necâtî Bey’in tarzını çok daha ileri düzeye taşıdı. Bu haliyle klasik üslubun lirik temsilcisi oldu. Ali Nihat Tarlan tasavvufî heyecan bakımından Hayâlî’yi 16. yy.ın ünlü şairi Bâkî’den üstün görmektedir (Tarlan 1945: XIV).
Hayâlî çağdaşı pek çok şair tarafından takdirle bahsedildiği gibi Fuzûlî başta olmak üzere Rahmî, Ulvî, Vâhidî gibi şairler üzerine de etkili olmuştur. Köprülü’ye göre Fuzûlî’nin, “Su Kasidesi”ndeki su redifini, Hayâlî’den almış olması kuvvetle muhtemeldir (Faik Reşat 1313’ten aktaran Köprülü 1947: 688). Hayâlî sadece dönemindeki şairler üzerinde etkili olmamış daha sonraki şairler üzerinde de bu etkisini sürdürmüştür. Gazellerinin Şeyh Galib, Keçecizâde İzzet Molla, Bayburtlu Zihnî gibi şairlerce tanzir edilmesi onun etkisinin ne kadar güçlü ve devamlı olduğunu gösterir (Kurnaz 1998: 6). Bu etki Osmanlı topraklarını da aşmıştır. İran Şahı Şah Tahmasb meclisinde şairin şu üç beyti okunduğu zaman Şah, Hayâlî aşkına dolu içip onu takdir etmiştir:
Fenâ ehline ta’n etme geçüp ucb ile yanından
Bu deyr-i vahşe-âbâdun sakın şîr-i jiyânından
Edüp der-post Mecnûnu geçürmiş Leylî yanından
Vefâ âyînini öğren gönül Leylî su’bânından
Dediler kim hazân eyyâmı geldi vakt-i işretdür
Bahârından ne buldum kim bulam anun hazânından
Bunu duyan Hayâlî de şu beyt ile övünmüştür:
Ben Hayâlî Rûmdan bir rind-i dürd-âşâm iken
Câm-ı fagfûrî içer Hâkân-ı Türkistân bana (Tarlan 1945: XVII).
Hayâlî’nin tek eseri divanıdır. Bazı kaynaklar, Hayâlî’nin şiirlerini divan haline getirmediği, onu divan olarak derleyenin Vefalı Şeyh-zade Ali Çelebi (Kılıç 2010: 1562, Tarlan 1945: XVII) veya oğlu Ömer Bey olduğunu (Tolasa 1981:170, Yeni Türk Ansiklopedisi 1985: 1248) söyler. Fakat Hayâlî’nin divanında bizzat şiirlerini kendisinin topladığı ile ilgili beyitlere rastlamak mümkündür (Kurnaz 1998: 6). Bu beyitlerden bir tanesi, Ali Nihat Tarlan neşrinde, Kanûnî Sultan Süleymâna yazılan “Id-i kurbân erdi halkı yine şâdân eyledi / Gonca leb dilberleri yine gül gibi hândân eyledi” matlalı ıdiyye kasidesinin 18. beytidir. Bu beyit şöyledir: “Hüsrev-i mülk-i sühân oldu Hayâlî Hüsrevâ / Hayl-ı şi’rîn celb edüp bir dîvân cem eyledi.” Bunun dışında Hayâlî’nin divanını kendisinin tertip ettiği ile ilgili divanın 238, 290, 338 sayfalarında beyitler bulunmaktadır.
Hayâlî divanı Ali Nihat Tarlan tarafından İstanbul kütüphanelerinde bulunan 13 nüsha esas alınarak karşılaştırılmıştır. Bu nüshaların yedisi metin teşkilinde kullanılmış altısı ise karşılaştırma yapıldığı halde metinde kullanılmamıştır (Tarlan 1945: XIX-XXII). Bu neşre göre Hayâlî Bey divanında 25 kaside, 8 musammat, 1 terkibibent, 5 müteferrik manzume, 688 gazel ve 33 kıta vardır. Divanda “Ez Eş’âr-ı Gül-i Sad-Berg” başlığı altında bazı gazeller kaydedilmiştir. Ayrıca yedi beyitli bir de “Dîbâce-i Eşârı Gül-i Sad-Berg” bulunmaktadır. Bu da gösteriyor ki, şair seçtiği yüz şiiri, başına bir de dibâce ekleyerek padişaha takdim etmiştir:
Sunup bu nazmı dest-i şehriyâra
Gül-i Sad-Berg’i ergürdüm bahâra (Kurnaz 2012: 35).
Cemal Kurnaz’a göre (1998:7) sadece İstanbul kütüphanelerinde bulunan nüshalara dayanılarak hazırlanan bu neşrin sonradan bulunan sağlam nüshalar dikkate alınıp yenilenmesi gerekmektedir. Nitekim Sabahattin Küçük (1984 : 418-421) Hayâlî Bey’in yayımlanmamış 8 gazelini Pervane Bey mecmuasından bulmuştur. Ayrıca aynı araştırmacı Ali Nihat Tarlan neşrinde, Hayâlî’den otuz üç yıl önce ölmüş olan Hayâlî-i Evvel’in bazı gazellerinin Hayâlî Bey’e ait olarak gösterildiğini ispat etmiştir (Küçük 1984: 64-69). Savaşkan Can Bahadır da şairin, Hayâlî Divanı neşrinde bulunmayan 24 gazelini yayımlamıştır (2012: 921-946). Hayâlî’nin divanı üzerine Cemal Kurnaz tarafından, sistematik divan tahlili yapılmıştır (Kurnaz 2012). Aynı araştırmacının Hayâlî Bey divanındaki şiirleri, Ahmed Paşa, Necâtî Bey ve Nev’î divanları ile karşılaştırarak teşbih ve mecaz unsurları yönünden şairlerin orijinal taraflarını gösterildiği bir çalışması da vardır (Kurnaz 1987: 127-173).
Hayâlî, rind-meşreb tavrına uygun olmadığı ve külfetli olduğu için mesnevi ve tarih kıtaları yazmamıştır. Hayâlî’nin divanında, çoğunluğu Kanûnî Sultan Süleymân’a yazılan kasideler ve yukarıda sayısı verilen diğer şiir biçimleri dışında, gazeller azımsanmayacak yer tutar. Bu gazellerde tabiat tasvirleri ile hayata ait psikolojik öğeler özellikle dini ve tasavvufi düşünceler kaynaşmış haldedir. Gazellerinde tasavvufî kavramlara telmihlere sıkça rastlanır. Şiirlerini kuvvetli bir tasavvufi heyecanla söylemesine ve bunlarda Şeyh İbrahim Gülşenî’den hürmetle bahsetmesine rağmen onu doğrudan doğruya mutasavvıf bir şair saymak isabetli olmaz (Kurnaz 1998: 6). Bununla birlikte Kalenderiliğin belirgin özelliklerinin başında gelen melamet neşvesi, ehl-i beyt muhabbeti ve vahdet-i vücud anlayışı Hayâlî’nin şiirlerinin de ana eksenini oluşturur (Ocak 1992). Gönül redifli gazeline benzer başka gazellerle birlikte baştan başa tasavvufu anlatan şiirlerinin yanında beşeri aşkı terennüm eden Edirne’yi, Haleb’i tasvir ettiği gazelleri de vardır. Gazellerinde Rumeli Türkçesinin özellikleri görülür. Şiirler söylenişindeki akıcılık ve açıklık ile dikkati çeker. Hayâlî yaradılışı icâbı bilhassa heyecan ve hayâl mahsülü teşbih, istirare, hüsn-i talil gibi sanatlara çok yer vermiş, kelime oyunlarından oldukça uzak kalmıştı; bununla beraber, cinas, tevriye, leff ü neşr gibi fikir sanatlarının en güzel örneklerine de onun divanında rastlamak mümkündür (Tansel 1971: 98). Hayâlî’nin şiirlerinde şekil yönünden kusurlar bulunur. İmlâ ve söyleyiş kusurlarını Âşık Çelebi’nin düzelttiğini, Âşık Çelebi, tezkiresinde anlatmaktadır (Kılıç 2010: 1549-1550).
Kaynakça
Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyya Sicill-i Osmanî. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Bahadır, Savaşkan Cem (2012). “Hayâlî Bey’in Bilinmeyen Gazelleri”. Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 7/4: 921-946.
Bursalı Mehmed Tâhir (1333). Osmanlı Müellifleri. 3.C. İstanbul: Matbaa-i Âmire.
Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latifî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nüzemâ (İnceleme-Metin). Ankara: AKM Yay.
Cunbur Müjgan (2004). “Hayâlî”. Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C.4. Ankara: AKM Yay. 429-430.
Erünsal, İsmail E. (2008). Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kaynakları. Harvard University.
Eyduran-Sungurhan, Aysun (hzl.) (2008). Beyânî, Tezkiretü'ş-Şuarâ. http:// ekitap. kulturturizm.gov.tr/dosya/1-215416/h/giris.pdf . [erişim tarihi: 31.05.2014]
Eyduran-Sungurhan, Aysun (hzl.) (2009). Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuarâ. A. Tenkitli Metin. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10739,tsmetinbpdf.pdf?0. [erişim tarihi: 31.05.2014]
Fâik Reşâd (1311). Eslâf. İstanbul: Âlem Matbaası.
Gibb, E. J. Wilkinson (1999). Osmanlı Şiir Tarihi, A History of Ottoman Poetry. çev. Ali Çavuşoğlu. C. III. Ankara : Akçağ Yay.
İpekten, Haluk (1996) . Divan Edebiyatında Edebi Muhitler. İstanbul: MEB Yay.
İpekten, Haluk, M. İsen, R. Toparlı, N. Okçu, T. Karabey (1988). Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü. Ankara: KB Yay.
İsen, Mustafa (1998). Sehî Bey Tezkiresi Heşt-Bihişt. Ankara: Akçağ Yay.
İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Alî, Künhü'l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.
İsen, Mustafa (2009). Varayım Gideyim Urumeline. İstanbul: Kapı Yay.
İz, Fahir (1997). “Khayali”. The Encylopaedia of İslam. Volume IV. Third Edition. The Netherland: E.J. Brill. Leiden. 1137.
Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Aşık Çelebi, Meşâirü'ş-Şuarâ. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.
Köprülü, Mehmed Fuad (1947). “Fuzûlî”. İslam Ansiklopedisi. C. 4. Ankara: MEB Yay. 687-699.
Köprülü, Mehmed Fuad (2004). Edebiyat Araştırmaları II. Ankara: Akçağ Yay.
Kurnaz, Cemal (1987). “Ahmed Paşa, Necati Bey, Hayali Bey ve Nev'i Divanlarında Teşbih ve Mecaz Unsurları”. Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi XXV (1): 127-173.
Kurnaz, Cemal (1998). “Hayâlî Bey”. İslam Ansiklopedisi. C.17. İstanbul: TDV Yay. 5-7.
Kurnaz, Cemal (2012). Hayâlî Bey Divanının Tahlili. Ankara: Kurgan Edebiyat.
Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatcı (hzl.) (2001). Mehmet Nail Tuhfe-i Na’ilî: Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri. Ankara: Bizim Büro Yay.
Küçük, Sabahattin (1984). “Hayâli Bey’in Yayımlanmamış Gazelleri”. Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi XLVIII (394): 418-421.
Küçük, Sabahattin (1984). “Hayâlî-i Kadîm”. Türk Kültürü 249: 64-69.
Menzel, Th. (1987). “Hayâlî”. İslam Ansiklopedisi. C.V/1. İstanbul: MEB Yay. 384.
Muallim Naci (1308). Esâmî. İstanbul.
Ocak, Ahmet Yaşar (1992). Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik: Kalenderiler. Ankara: TTK Yay.
Solmaz, Süleyman (hzl.) (2005). Ahdî ve Gülşen-i Şu’ârâsı (İnceleme-Metin). Ankara: AKM Yay.
Şemseddin Sâmî (1311). Kâmûsü'l-A’lâm. 4.C. İstanbul.
Tansel, Fevziye Abdullah (1971). “Hayâlî, Mehmed Bey”. C. XIX. İstanbul: MEB Yay. 97-99.
Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası.
Tarlan, Ali Nihat (1946). “Hayâlî-Bâkî”. TDED 1 (1): 26-38.
Tolasa, Harun (1981). “Hayâlî”. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: Dergâh Yay. 169-170.
Yeni Türk Ansiklopedisi (1985). “Hayâlî”. C.4. İstanbul: Ötüken Yay. 124-1248.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: ARAŞ. GÖR. VOLKAN KARAGÖZLÜYayın Tarihi: 27.12.2014Güncelleme Tarihi: 03.11.2020Eserlerinden Örnekler
Cihân-ârâ cihân içindedür arayı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler
Harâbât ehline dûzah azâbın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler
Şafak-gûn kan içinde dâğını seyr etse âşıklar
Güneşde zerre görmezler felekde ayı bilmezler
Hamîde kadlerine rişte-i eşki takup bunlar
Atarlar tîr-i maksûdu nedendür yayı bilmezler
Hayâlî fakr şalına çekenler cism-i üryânı
Anunla fahr ederler atlas u dîbâyı bilmezler
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 126.)
xx
Aşk bir şem’-i İlâhîdür benem pervânesi
Şevk bir zencîrdür gönlüm anun dîvânesi
Kanda bilsün şâh-ı aşkun dergehi âdâbını
Kûhken bir dağ eri Mecnûn yaban dîvânesi
Kelle-i uşşâk satılmaz kesâdı var kati
İşlemez oldu mahabbet şehrinün ser-hânesi
Murg-ı dil dâ’im hevâ-yi aşk ser-gerdânıdur
Bülbülün gülzârı var bûmun olur vîrânesi
Sâgar-ı Cemde bu beyt- dil-güşâ mersûm imiş
Âteş-i bâde ile germ-â-germ iken kâşânesi
Rind oldur kim götürdü bezm-i kesretden ayag
Sâkî-i devrân elinden dolmadan peymânesi
Şîr ü şekker gibi alışdı Hayâlînün bugün
İltifât-ı Şâh ile bu vaz’-ı dervîşânesi
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 424.)
xx
Ben garîbe cevr idüp aglatma ey şâhum benüm
Gün yüzün göster göreyin bir nazar mâhum benüm
Âteş-i hecr ile ben miskîni yakma kıl hazer
Yakmasun eflâki dirsen âteş-i âhum benüm
Gül yüzi yâdına bülbül gibi feryâd eylerüm
Gûşına hîç irmedi âh-ı seher-gâhum benüm
Varur iken yâre ugradum rakîbe dün gice
Hey ne onmaz tâli’üm var imiş Allah’um benüm
Gurbete saldı şehîdi zülfi sevdâsı beni
Dilerüm Hak’dan Hayâlî ola hem-râhum benüm
(Küçük, Sabahattin (1984). “Hayâli Bey’in Yayımlanmamış Gazelleri”. Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi XLVIII (394): 418-421.)
xx
Nigârâ bezm-i hüsnünde dil-i mestânemüz kaldı
Perin yakmış cemâlün şem’ine pervânemüz kaldı
Anı hoş tut garîbündür efendi işte biz gitdük
Gönül derler ser-i kûyunda bir dîvânemüz kaldı
Yürek kan oldu hicrândan vücûdum çekdi el cândan
Fedâ oldu yoluna cümlesi zîrâ nemüz kaldı
Başumdan akl ise gitdi dil ile cân revân oldu
Ten-i bî-i’tibâr adlu kuru vîrânemüz kaldı
Hayâlî devlet-i bî-i’tibâra bakmadun gitdün
Bize besdür bu kim dillerde bir efsânemüz kaldı
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 432.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 27.12.2014Güncelleme Tarihi: 03.11.2020Eserlerinden Örnekler
Cihân-ârâ cihân içindedür arayı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler
Harâbât ehline dûzah azâbın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler
Şafak-gûn kan içinde dâğını seyr etse âşıklar
Güneşde zerre görmezler felekde ayı bilmezler
Hamîde kadlerine rişte-i eşki takup bunlar
Atarlar tîr-i maksûdu nedendür yayı bilmezler
Hayâlî fakr şalına çekenler cism-i üryânı
Anunla fahr ederler atlas u dîbâyı bilmezler
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 126.)
xx
Aşk bir şem’-i İlâhîdür benem pervânesi
Şevk bir zencîrdür gönlüm anun dîvânesi
Kanda bilsün şâh-ı aşkun dergehi âdâbını
Kûhken bir dağ eri Mecnûn yaban dîvânesi
Kelle-i uşşâk satılmaz kesâdı var kati
İşlemez oldu mahabbet şehrinün ser-hânesi
Murg-ı dil dâ’im hevâ-yi aşk ser-gerdânıdur
Bülbülün gülzârı var bûmun olur vîrânesi
Sâgar-ı Cemde bu beyt- dil-güşâ mersûm imiş
Âteş-i bâde ile germ-â-germ iken kâşânesi
Rind oldur kim götürdü bezm-i kesretden ayag
Sâkî-i devrân elinden dolmadan peymânesi
Şîr ü şekker gibi alışdı Hayâlînün bugün
İltifât-ı Şâh ile bu vaz’-ı dervîşânesi
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 424.)
xx
Ben garîbe cevr idüp aglatma ey şâhum benüm
Gün yüzün göster göreyin bir nazar mâhum benüm
Âteş-i hecr ile ben miskîni yakma kıl hazer
Yakmasun eflâki dirsen âteş-i âhum benüm
Gül yüzi yâdına bülbül gibi feryâd eylerüm
Gûşına hîç irmedi âh-ı seher-gâhum benüm
Varur iken yâre ugradum rakîbe dün gice
Hey ne onmaz tâli’üm var imiş Allah’um benüm
Gurbete saldı şehîdi zülfi sevdâsı beni
Dilerüm Hak’dan Hayâlî ola hem-râhum benüm
(Küçük, Sabahattin (1984). “Hayâli Bey’in Yayımlanmamış Gazelleri”. Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi XLVIII (394): 418-421.)
xx
Nigârâ bezm-i hüsnünde dil-i mestânemüz kaldı
Perin yakmış cemâlün şem’ine pervânemüz kaldı
Anı hoş tut garîbündür efendi işte biz gitdük
Gönül derler ser-i kûyunda bir dîvânemüz kaldı
Yürek kan oldu hicrândan vücûdum çekdi el cândan
Fedâ oldu yoluna cümlesi zîrâ nemüz kaldı
Başumdan akl ise gitdi dil ile cân revân oldu
Ten-i bî-i’tibâr adlu kuru vîrânemüz kaldı
Hayâlî devlet-i bî-i’tibâra bakmadun gitdün
Bize besdür bu kim dillerde bir efsânemüz kaldı
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 432.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 03.11.2020Eserlerinden Örnekler
Cihân-ârâ cihân içindedür arayı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler
Harâbât ehline dûzah azâbın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler
Şafak-gûn kan içinde dâğını seyr etse âşıklar
Güneşde zerre görmezler felekde ayı bilmezler
Hamîde kadlerine rişte-i eşki takup bunlar
Atarlar tîr-i maksûdu nedendür yayı bilmezler
Hayâlî fakr şalına çekenler cism-i üryânı
Anunla fahr ederler atlas u dîbâyı bilmezler
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 126.)
xx
Aşk bir şem’-i İlâhîdür benem pervânesi
Şevk bir zencîrdür gönlüm anun dîvânesi
Kanda bilsün şâh-ı aşkun dergehi âdâbını
Kûhken bir dağ eri Mecnûn yaban dîvânesi
Kelle-i uşşâk satılmaz kesâdı var kati
İşlemez oldu mahabbet şehrinün ser-hânesi
Murg-ı dil dâ’im hevâ-yi aşk ser-gerdânıdur
Bülbülün gülzârı var bûmun olur vîrânesi
Sâgar-ı Cemde bu beyt- dil-güşâ mersûm imiş
Âteş-i bâde ile germ-â-germ iken kâşânesi
Rind oldur kim götürdü bezm-i kesretden ayag
Sâkî-i devrân elinden dolmadan peymânesi
Şîr ü şekker gibi alışdı Hayâlînün bugün
İltifât-ı Şâh ile bu vaz’-ı dervîşânesi
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 424.)
xx
Ben garîbe cevr idüp aglatma ey şâhum benüm
Gün yüzün göster göreyin bir nazar mâhum benüm
Âteş-i hecr ile ben miskîni yakma kıl hazer
Yakmasun eflâki dirsen âteş-i âhum benüm
Gül yüzi yâdına bülbül gibi feryâd eylerüm
Gûşına hîç irmedi âh-ı seher-gâhum benüm
Varur iken yâre ugradum rakîbe dün gice
Hey ne onmaz tâli’üm var imiş Allah’um benüm
Gurbete saldı şehîdi zülfi sevdâsı beni
Dilerüm Hak’dan Hayâlî ola hem-râhum benüm
(Küçük, Sabahattin (1984). “Hayâli Bey’in Yayımlanmamış Gazelleri”. Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi XLVIII (394): 418-421.)
xx
Nigârâ bezm-i hüsnünde dil-i mestânemüz kaldı
Perin yakmış cemâlün şem’ine pervânemüz kaldı
Anı hoş tut garîbündür efendi işte biz gitdük
Gönül derler ser-i kûyunda bir dîvânemüz kaldı
Yürek kan oldu hicrândan vücûdum çekdi el cândan
Fedâ oldu yoluna cümlesi zîrâ nemüz kaldı
Başumdan akl ise gitdi dil ile cân revân oldu
Ten-i bî-i’tibâr adlu kuru vîrânemüz kaldı
Hayâlî devlet-i bî-i’tibâra bakmadun gitdün
Bize besdür bu kim dillerde bir efsânemüz kaldı
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 432.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Cihân-ârâ cihân içindedür arayı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler
Harâbât ehline dûzah azâbın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler
Şafak-gûn kan içinde dâğını seyr etse âşıklar
Güneşde zerre görmezler felekde ayı bilmezler
Hamîde kadlerine rişte-i eşki takup bunlar
Atarlar tîr-i maksûdu nedendür yayı bilmezler
Hayâlî fakr şalına çekenler cism-i üryânı
Anunla fahr ederler atlas u dîbâyı bilmezler
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 126.)
xx
Aşk bir şem’-i İlâhîdür benem pervânesi
Şevk bir zencîrdür gönlüm anun dîvânesi
Kanda bilsün şâh-ı aşkun dergehi âdâbını
Kûhken bir dağ eri Mecnûn yaban dîvânesi
Kelle-i uşşâk satılmaz kesâdı var kati
İşlemez oldu mahabbet şehrinün ser-hânesi
Murg-ı dil dâ’im hevâ-yi aşk ser-gerdânıdur
Bülbülün gülzârı var bûmun olur vîrânesi
Sâgar-ı Cemde bu beyt- dil-güşâ mersûm imiş
Âteş-i bâde ile germ-â-germ iken kâşânesi
Rind oldur kim götürdü bezm-i kesretden ayag
Sâkî-i devrân elinden dolmadan peymânesi
Şîr ü şekker gibi alışdı Hayâlînün bugün
İltifât-ı Şâh ile bu vaz’-ı dervîşânesi
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 424.)
xx
Ben garîbe cevr idüp aglatma ey şâhum benüm
Gün yüzün göster göreyin bir nazar mâhum benüm
Âteş-i hecr ile ben miskîni yakma kıl hazer
Yakmasun eflâki dirsen âteş-i âhum benüm
Gül yüzi yâdına bülbül gibi feryâd eylerüm
Gûşına hîç irmedi âh-ı seher-gâhum benüm
Varur iken yâre ugradum rakîbe dün gice
Hey ne onmaz tâli’üm var imiş Allah’um benüm
Gurbete saldı şehîdi zülfi sevdâsı beni
Dilerüm Hak’dan Hayâlî ola hem-râhum benüm
(Küçük, Sabahattin (1984). “Hayâli Bey’in Yayımlanmamış Gazelleri”. Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi XLVIII (394): 418-421.)
xx
Nigârâ bezm-i hüsnünde dil-i mestânemüz kaldı
Perin yakmış cemâlün şem’ine pervânemüz kaldı
Anı hoş tut garîbündür efendi işte biz gitdük
Gönül derler ser-i kûyunda bir dîvânemüz kaldı
Yürek kan oldu hicrândan vücûdum çekdi el cândan
Fedâ oldu yoluna cümlesi zîrâ nemüz kaldı
Başumdan akl ise gitdi dil ile cân revân oldu
Ten-i bî-i’tibâr adlu kuru vîrânemüz kaldı
Hayâlî devlet-i bî-i’tibâra bakmadun gitdün
Bize besdür bu kim dillerde bir efsânemüz kaldı
(Tarlan, Ali Nihat (1945). Hayâlî Bey Dîvânı. İstanbul: Burhaneddin Erenler Matbaası. 432.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | SELMÂN/İLÂHÎ, Seyyid Selmân Çelebi | d. ? - ö. 1571-72 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | MEHMED, Vardarî Şeyh-zâde Mehmed Efendi | d. ? - ö. Haziran-Temmuz 1645 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | RÂZÎ, Yûsuf Efendi | d. ? - ö. 25 Eylül 1618 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | SELMÂN/İLÂHÎ, Seyyid Selmân Çelebi | d. ? - ö. 1571-72 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | MEHMED, Vardarî Şeyh-zâde Mehmed Efendi | d. ? - ö. Haziran-Temmuz 1645 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | RÂZÎ, Yûsuf Efendi | d. ? - ö. 25 Eylül 1618 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | SELMÂN/İLÂHÎ, Seyyid Selmân Çelebi | d. ? - ö. 1571-72 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | MEHMED, Vardarî Şeyh-zâde Mehmed Efendi | d. ? - ö. Haziran-Temmuz 1645 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | RÂZÎ, Yûsuf Efendi | d. ? - ö. 25 Eylül 1618 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | SELMÂN/İLÂHÎ, Seyyid Selmân Çelebi | d. ? - ö. 1571-72 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
11 | MEHMED, Vardarî Şeyh-zâde Mehmed Efendi | d. ? - ö. Haziran-Temmuz 1645 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
12 | RÂZÎ, Yûsuf Efendi | d. ? - ö. 25 Eylül 1618 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
13 | SELMÂN/İLÂHÎ, Seyyid Selmân Çelebi | d. ? - ö. 1571-72 | Madde Adı | Görüntüle |
14 | MEHMED, Vardarî Şeyh-zâde Mehmed Efendi | d. ? - ö. Haziran-Temmuz 1645 | Madde Adı | Görüntüle |
15 | RÂZÎ, Yûsuf Efendi | d. ? - ö. 25 Eylül 1618 | Madde Adı | Görüntüle |