İBRAHİM GÜLŞENÎ

(d. ?/? - ö. 940/1534)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Halvetiliğin bir kolu olan Gülşenîliğin kurucusudur. Babası fıkıh, kelam ve mantık bilgini Şeyh Muhammed Amidî, annesi ise Antep ulemasından Müderris Şerefeddin’in kızı Hediyetullah’dır. Genellikle soylarını ehl-i beyte dayandırmaya çalışan şeyhlerin aksine İbrahim-i Gülşenî, Akkoyunlu yöneticilerinin beklentilerine uygun bir biçimde soyunu Oğuz Han’a dayandırır (Muhyî 2014: 43). Onun doğum yeri ve özellikle doğum tarihi konusunda farklı rivayetler vardır. Genellikle kaynakların Diyarbakırlı şeyh ve şairler arasında saydıkları İbrahim-i Gülşenî, başta M. Ali Terbiyet olmak üzere Azerbaycanlı bilginler tarafından Berda doğumlu gösterilmiştir (Seferli 1993: II, 105). Uzun yaşadığı ve 940/1534 yılında vefat ettiği konusunda hemfikir olan kaynaklar, sıra doğum tarihine gelince farklı görüşler ileri sürmektedirler (Azamat 2000: XXI, 301-304). Biyografisi büyük ölçüde oğlu Ahmed Hayâlî’nin halifesi ve damadı Muhyî’nin yazdığı Menâkıb-ı İbrahîm-i Gülşenî (2014) adlı eserdeki bilgilere dayandırılan şairin hayat hikâyesinin müphem noktaları sevenleri tarafından arzu edildiği biçimde doldurulmuştur. 

Hayata seçkin bir aile ortamında başlayan İbrahim, henüz iki yaşındayken babasını kaybetmiştir. Bir yanı yıkılan İbrahim’in öteki yanını Allah’ın bir armağanı olan annesi Hediyetullah Hanım ayakta tutmuştur. On beş yaşına kadar amcası Seyyid Ali’nin himayesinde eğitimini sürdürmüştür. Kaynaklarda bilgisini ilerletmek amacıyla Maveraünnehir’e doğru yola çıkan İbrahim, Tebriz’e vardığında Kazasker Molla Hasan’la tanışmış, onun himayesinde medrese öğrenimini sürdürmüş ve muhitinde Molla İbrahim olarak tanınmaya başlamıştır. Molla İbrahim, o zaman Tebriz tahtında oturan Uzun Hasan’ın huzurunda kabul görebilecek olgunluğa erişmiş ve kısa sürede onun itimadını kazanmıştır. Hatta Herat’a gönderilen barış heyetinde yer almış ve orada Abdurrahman Câmî ile tanışmıştır. Karşılaştığı bu büyük sufinin huzurunda neler hissettiğini bilemiyoruz. Fakat gönlünün kapılarını olgun bir mürşide açmak için hazır olduğu Aydınlı Dede Ömer ile karşılaşmasında yaşadığı olağanüstü hallerden anlaşılmaktadır. Uzun Hasan’ın, kardeşi Üveys’in telkinleriyle Dede Ömer Rûşenî’yi Tebriz’e davet etmesi üzerine Molla İbrahim de bütün büyük buluşmalarda ortaya çıkan alevlerden geçmiştir. Dede Ömer, tutuşturduğu yüreğin farkında olduğundan ölümünden birkaç gün önce onun gönlündeki ateşi güle döndürmüş ve Molla İbrahim, artık İbrahim Gülşenî olmuştur.

İbrahim Gülşenî mürşidi, Rûşenî gibi Akkoyunlu sarayından yakın ilgi görmüştür. Sultan Yakup, İbrahim Gülşenî’ye büyük değer vermiş, askerin maneviyatını yükseltmek için bazı savaşlara onu da götürmüştür. Bu yakınlığın oluşmasında, İbrahim Gülşenî’nin Uzun Hasan’a oğlu Yakup için hoca olarak tavsiye ettiği Kadı İsa’nın da rolü olmuştur. Gülşenî, Tebriz’i anlattığı bir gazelinde Sultan Yakup’tan övgüyle söz etmiştir. Gülşenî ile Kadı İsa birbirlerine Farsça ve Türkçe şiirler yazmışlardır (Azamat 2000: XXI, 302).

Bu sırada Erdebil Tekkesi’nde, gönüller fethetmekle yetinmeyip ülkeler fethetmeğe yönelik faaliyetler ivme kazanmaktadır. Nihayet Şah İsmail, Akkoyunlu Elvend Beyi mağlup ederek Tebriz’e girince (907/1502) Gülşenî, ailesiyle birlikte Diyarbakır’a dönmüş; orada Manevî adlı eserini yazmaya başlamıştır. Safevîlerin bölgedeki etkinlikleri artınca oradan Maraş’a, daha sonra Kudüs’e, Kudüs’te erbain çıkardıktan sonra da Kahire’ye gitmiştir. Dede Ömer Rûşenî’nin Mısır’a yerleşen halifesi Timurtaş vasıtasıyla Memlûk sultanı Kansu Gavrî’ye takdim edilmiş, sultanın yakın ilgisini görmüştür. Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethedince Gülşenî’ye ilgisiz kalamamış ve dergâhını inşa etmesi için arazi tahsisinde bulunmuştur. 926-931/1519-24 yılları arasında Babüzzüveyle’de Tahterrab mahallesinde Gülşeni Tekkesi inşa edilmiştir (Behrens-Abouseıf 1988: 43-Bayhan 1997). Kahire’deki Gülşenî Tekkesi, bilhassa 16. ve 17. yüzyılda Osmanlı coğrafyasından pek çok insanın akınına uğramıştır. Gülşenîlerin zaman zaman takibata uğraması ve Kanunî döneminde İbrahim Gülşenî’nin İstanbul’a çağrılmasında İbn Arabî’nin görüşleri doğrultusundaki yorumları kadar gördükleri bu olağanüstü ilginin de payı vardır. Hayatının hemen her evresinde hanedan mensuplarıyla, siyasetle içli dışlı olduğu bilinen İbrahim Gülşenî’nin Kahire’de artan nüfuzu Osmanlı merkezî yönetimini kaygılandırmış, saltanat iddiasında bulunduğu söylentileri üzerine İstanbul’a çağrılmıştır. Ancak Gülşenî’ye iddiaların dayanaktan yoksun olduğu anlaşılınca Kanûnî’nin de saygısına mazhar olmuş ve gözleri tedavi ettirilmiştir. İstanbul’da kalması için Kanûnî’nin yaptığı teklifi, yaşlandığını ileri sürerek reddeden Gülşenî, Mısır’a dönmüş ve orada vefat etmiştir (1534). Adına inşa edilen külliyedeki türbede medfundur.

Akkoyunlu Uzun Hasan ve Sultan Yakup dönemlerinde Tebriz’de filizlenen Gülşenîlik, Kahire’de köklenmiş ve bütün Osmanlı coğrafyasında dal budak salmıştır. Tebriz, Diyarbakır, Kahire, Yenice, İstanbul, Edirne, Kefe, Gelibolu, Hayrabolu ve Mora’daki Gülşenî dergâhları, sanatkârlar için birer cazibe merkezi ve Türk şiir ve musikisinin her daim soluklandığı mekânlar olmuştur. Bu mekânlarda otuzun üzerinde şair, on beş civarında musikişinas yetişmiştir (Macit 2012: 193-214).

Eserleri

İbrahim Gülşenî üç dilde; Türkçe, Farsça ve Arapça divan tertip etmiş üretken bir sufi şairdir. Hacimce küçük Türkçe mesnevileri ve Mevlana’ya nazire olarak söylediği oldukça uzun Manevî adlı Farsça bir mesnevisi vardır. Türkçe Divan’ındaki şiirleriyle tasavvuf edebiyatı içinde haklı bir şöhret kazanmıştır. Kütüphane kataloglarında Dede Ömer Ruşenî’nin Çobanname gibi bazı eserleri İbrahim Gülşenî adına kaydedilmiş olsa da her iki şairin eserleri üzerine yapılan çalışmalar arttıkça karışıklıklar da azalmaktadır. Muhyi’nin otuz bin beyitten oluştuğunu söylediği Simurgname’ye ise şimdiye kadar rastlanmamıştır (Muhyi 2014: 380).

Dîvân (Türkçe): Türk edebiyatı açısından İbrahim Gülşenî’nin en önemli eseri hiç kuşkusuz Türkçe şiirlerinin toplandığı divanıdır. Gülşenî Divanı’nın günümüze ulaşan yazma nüshaları içerdikleri şiir ve varak sayıları itibarıyla birbirinden büyük farklılıklar gösterir. Pek çok popüler sufi şairin divanı gibi Gülşenî Divanı’nın yazmaları da eksik, şiirlerin sıralanışı genellikle düzensiz ve epeyce şiir ise mükerrerdir. Şimdiye kadar tam ve tertip bakımından tutarlı bir nüshasına tesadüf edilmemiştir. Mehmet Akay, Gülşenî Divanı’nın yurt içindeki kütüphanelerde bulunan nüshalarından dördünü karşılaştırarak metnini hazırlayıp dil özellikleri açısından incelemiştir (1996). Akay’ın çalışmasında toplam 172 şiir vardır. Azade Musayeva da eserin Vatikan, Petersburg ve İstanbul (Ali Emiri) nüshalarını tarayarak hazırladığı Şeyh İbrahim Gülşenî Berdei başlıklı çalışmasında şairin 408 şiirini derlemiştir (2006). Son olarak Mehmet Avçin, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Şevket Rado Yazmaları ŞR_0031’de kayıtlı bulunan nüshayı dâhil ederek Gülşenî Dîvânı’nın karşılaştırmalı metnini doktora tezi olarak hazırladı (2021). Bu çalışmada ise 1287 şiir yer almaktadır. Mevcut çalışmaların içerdikleri şiir sayısındaki büyük fark, Gülşenî Dîvânı’nın yazma nüshalarından kaynaklanmaktadır.

Dîvân (Farsça): Gülşenî’nin hizmetinde bulunan Hamza b. Abdullah adlı bir köle kâtip tarafından eserin özenle hazırlanmış bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi Fatih No: 3866’dadır. Müstensih, 1525 yılında Kahire Müeyyediye Camisi’nde eseri tamamladığını belirtir. Divan’ın İstanbul kütüphanelerinde bulunan diğer nüshalarını tanıtıp Kahire’dekilerinin katalog bilgilerini veren Elif Namoğlu Çeliker ve Esra Yöndem, Gülşenî’nin Farsça tevhidinin tenkitli metnini neşretmişlerdir (2020: 299-329).

Dîvân (Arapça): İbrahim Gülşenî, Arapça şiirlerinde Halilî mahlasını kullanmıştır. İbnü’l-Farız (ö. 1235)’ın Ta’iyetü’l-Kübra kasidesine nazire olarak yazdığı Arapça şiirleri Türkçe ve Farsça şiirleri kadar ilgi görmemiştir. Eser, Abdullah Kızılcık tarafından Şam’da yayımlanmıştır (2006).

Manevî: İbrahim Gülşenî’nin Mevlana’nın Mesnevi’sine nazire olarak Diyarbakır’da yazmaya başladığı Manevî adlı bu eseri, Farsça bir mesnevidir. Gülşenî’nin sağlığında Abdullah b. Mahmut tarafından istinsah edilen iki, Vardar Yeniceli Ömer’in istinsahı olan bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir. Eserin ilk 500 beyti Lali Mehmet Fenayî tarafından şerh edilmiştir. Fenayî’nin eseri basılmıştır (İstanbul 1289). Fenayî’nin şerhi Ayhan Tek tarafından yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır (2009).

Pendname: Öğüt içerikli 196 beyitten oluşan küçük bir mesnevidir. Biri eksik olmak üzere iki nüshası tespit edilerek yayımlanmıştır (Yıldız 2002: 57-95).

Kıdemname: Gülşenî’nin yaradılışın başlangıcı ve sonu, varlık, hakikat gibi kelam ilminin temel meseleleriyle ilgili sufiyane yorumlarını içeren 246 beyitli küçük bir mesnevidir. Günümüze ulaşan üç nüshası karşılaştırılarak yayımlanmıştır (Çalka 2017: 119-154).

Kenzü’l-Cevahir: Gülşenî’nin Farsça rubailerini içeren oldukça hacimli eseridir. Tek nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Farsça Yazmalar No: 1233’de kayıtlıdır. Sonundaki Farsça tarih manzumesinde eserin 926/1519-20 yılında Kahire’de tamamlandığı ifade edilmektedir. Bu nüshada rubailer, mürettep divanlardaki gazeller gibi kafiye veya rediflerinin son harflerine göre alfabetik olarak sıralanmıştır. 318 varaktan oluşan eserin dört sütun hâlinde düzenlenen her sayfasında on altı, derkenarlarda da onar rubai bulunmaktadır. 

Edebî Kişiliği

Dede Ömer Rûşenî’nin kılavuzluğunda tasavvuf yoluna giren İbrahim Gülşenî, aynı zamanda kendisine ilk şiirlerinde kullandığı “Heybetî” mahlasını bırakıp “Gülşenî” mahlasını kullanmasını “sen ol bâğ-ı bekânın gülşenisin” diyerek ima eden eden Rûşenî’nin izinde yürümüştür. Arapça şiirlerinde isminin çağrışımıyla Halîlî, diğer eserlerinde Gülşenî mahlasını kullanan şairin Manevî adlı eseriyle Türkçe şiirleri Türk tasavvuf edebiyatı içinde haklı bir şöhret kazanmasına sebep olmuştur. Mevlânâ’nın hayatında farklı bir evreye işaret eden Şems-i Tebrizî gibi Dede Ömer Rûşenî de İbrahim Gülşenî’nin hayatında bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Bu bakımdan Mevlânâ’nın şiirlerinin mahlas beytinde Şems-i Tebrizî’yi anması gibi Gülşenî de gazellerinin makta beyitlerinde kendi mahlasıyla birlikte Ruşenî’yi anmıştır.

Gülşenîlerde daha başından itibaren Mevlevîlikle irtibatlarını pekiştirme arzusu belirgindir. İbrahim Gülşenî’nin Mesnevî’ye yazdığı Ma‘nevî adlı nazire, yine onun isteğiyle Kahire Gülşenîhanesinde Mevlevîlere tahsis edilen birkaç oda, halifelerinin Mevlevî muhabbeti ve nihayet zikir ve kıyafetlerindeki benzerlik iki tarkiat arasındaki müşterekliği gösterir (Koç 2005: 39). Bu yakınlığın diğer bir göstergesi, Mevlanâ’nın iki yüz yıl öncesinden İbrahim Gülşenî’yi müjdelediğine dair menkıbedir. Latifî, “Hazret-i Celâleddin Rumî Divân-ı Ma‘nevî ve kitâb-ı Mesnevîsinde nice rüsûmine iki yüz yıldan evvel îmâ ve işâret etmişlerdir” (Canım 2000: 120) cümlesiyle bu hususu belirtir. Her ne kadar Gölpınarlı (1983: 310-317), bunun doğru olmadığını, bir yorumdan ibaret olduğunu vurgulayarak tarihsel ve dilbilimsel açıdan eleştirisini yapsa da bu inanışın Gülşenîliğin son temsilcilerine kadar devam ettiği bilinmektedir.

Gülşenî’nin Mevlânâ’ya ilgisi tek taraflı değildir. Sadece Gülşenî ve muhiplerini değil, o çağdaki bütün sufi oluşumları etkileyen Mevlevîler, Gülşenî’ye ilgisiz kalmamışlardır. Nitekim Esrar Dede, Tezkire-i Şuara-yı Mevleviyye’de biyografisine yer verdiği Bekâyî maddesinde; “ez-kadîm mevrûs-ı tarîkat-i Gülşeniyye olan hubb-ı hanedân-ı Mevleviyye” ibaresiyle Mevlevî-Gülşenî ilişkisini özetleyecek niteliktedir (Genç 2000: 57-60). Ayrıca Şeyh Galip’in onu “İbrâhîm-i Gülşenî gibi merd/Olmuşdur o bâğa bülbül-i ferd” diye takdim ve takdir ettiği bilinmektedir (Doğan 2006: 48).

Halvetiliği benimseyip Mevlevîlik yorumuna ekleyerek sufi gelenek içinde yeni bir yol açan Gülşenî, diğer yandan pek çok şiirine nazire yazdığı Seyyid Nesîmî aracılığıyla Hurufîliğin mecaz ve sembollerini de kullanır. Özellikle Rumelili takipçilerinin en başında gelen Usûlî’ye bu mirası devreder. Hurûfîliğin Hallac-ı Mansur tarzı panteist mistik anlayışı bazı Halvetiye çevrelerini, çok derinden etkilemiştir (Ocak 1998: 135). Bu bakımdan Gülşenîlerin vahdet-i vücut konusundaki yaklaşımları Hurufîlerle benzerlik gösterir. Gülşenî hem bir şair hem de mutasavvıf olarak sadece yaşadığı muhitte değil, XVI. yüzyıldan itibaren Anadolu ve Rumeli’de takipçilerini yetiştirmiş ve şiirleri bestelenerek tekkelerde asırlarca okunmuştur (Ergun 1942-1943; Kara 1999: 8-11).

Öte yandan Gülşeni, Anadolu’da Türkçeyi aşk lisanı hâline getiren Yunus’un sesine ta Kahire’den ses verir. Muhyi’nin anlattığına göre Gülşeni, vefatından on beş gün önce bir gün dervişlerine “söz okuñ (şiir okuyun)” diye emredince öyle bir hâl olmuş ki söz söyleyememiş, susup kalmışlar. Bunun üzerine Gülşeni tebessüm ederek Yunus’un şu dizelerle başlayan gazelini okumuş:

Ol dürr-i yetîmem ki görmedi beni ummân

Bir katreyem illâ ki ummâna benim ummân

Yunus Divanı’nın mevcut neşirlerinde de ufak tefek farklılıklarla yer alan bu gazel ve Gülşeni’nin Yunus’a öykünerek söylediği diğer şiirler, iki şair arasındaki duyarlık ve dil müşterekliğini açıkça gösterir. Gülşeni Divanı’nda Yunus’un tarzını ve edasını yansıtan çok sayıda şiir vardır.

Gülşenî başta Mevlana ve Yunus olmak üzere İbnü’l-Farız ve Seyyit Nesimi’ye öykünerek üç dilde şiirler söyledi. Adına kurulan Gülşeni tekkelerinden Yeniceli Usuli ve Hasan Sezayi gibi şairler; Yusuf Siminkalem ve Ahmet Müsellem gibi hattatlar; Derviş Ömer, Evliya Çelebi ve Ali Şirugani gibi musikişinaslar yetişti. Mısır’daki “pîr evi” Türk şiirinin olduğu kadar musikisinin de gelişip serpildiği bir “ulu dergâhdır”. Evliya Çelebi’nin “ilm-i edvâr gâ’ib olsa cihânda bir âğâze kalmasa burada icâdına kadir nefes sâhibleri fukarâlar var” (10: 136) sözleriyle işaret ettiği durum, Türk musikisinin Gülşenî geleneği içindeki yerine dair önemli ipuçları barındırır. Gülşenîlerin dinî musiki kavramlarının arasına yerleştirdikleri Gülşenî savtı ve tapuğlar hanende ve sazendeler eşliğinde çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır (Kara 1998: 41-58). Gülşenîlerin zikir meclislerinde sözlü ve sazlı olarak musikinin payı büyüktür (Akpınar 2004: 99-120). Mevlevîlikle musiki icrası bakımından da müştereklik arzeden Gülşenî tekkelerinde ney üflendiği, def ve kudüm gibi usûl aletlerinin kullanıldığı bilinmektedir. Gülşenî şairlerin şiirlerinde de musikiyle ilgili terimler, çeşitli edebî sanatlara imkân verebilecek şekilde kullanılmıştır. Güfte olarak başta Ruşenî ve İbrahim Gülşenî olmak üzere geleneğin öncülerinin şiirleri okunmuş ve Türkçe, dinî musikî formu içinde Gülşenî tekkelerinde gelişimini sürdürmüştür. Dinî musiki içinde müstesna bir konuma sahip olan Süleyman Çelebi Mevlidi’nin Kahire’deki Gülşenî Tekkesinde okunduğuna dair Evliya Çelebi, oldukça ayrıntılı bilgiler verir (10: 249-250). Sadeddin Nüzhet de Türk musikisinin Mısır’da yaygınlaşmasında bilhassa Gülşenîlik ve Mevlevîliğin etkili olduğunu belirtir (Ergun 1942: 26).



Kaynakça

Akay, Mehmet (1996). İbrahim Gülşenî’nin Divanı: Metin-Dil Hususiyetleri. Doktora Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi.

Akpınar, Hüseyin (2004). Gülşenîlikte Musikî ve Musikîşinaslar. Doktora Tezi. Şanlıurfa: Harran Üniversitesi.

Ali Emirî (1328). Tezkire-i Şu‘arâ-yı Amid. İstanbul: Matbaa-i Amire.

Avçin, Mehmet (2021). İbrahim Gülşeni Divanı. DT. Eskişehir: Osmangazi Üniversitesi.

Azamat, Nihat (2000). “İbrâhim Gülşenî”. İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yay.

Bayhan, Ahmet Ali (1997). Mısır’da Osmanlı Devri Mimarisi. Doktara Tezi. Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi.

Behrens-Abouseıf, Doris (1988). “The Takıyyat Ibrahim al-Kulshani in Cairo”. Muqarnas 5: 43-60.

Çalka, Mehmet Sait (2017). “İbrahim Gülşeni ve Kıdemname Adlı Tasavvufi Mesnevisi”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 59: 119-154.

Doğan, Muhammet Nur (hzl.) (2006). Şeyh Galib Hüsn ü Aşk. İstanbul: Yelkenli Kitabevi.

Ergun, Sadeddin Nüzhet (1942-43). Türk Musikisi Antolojisi I-II. İstanbul: İÜEF Yay.

Evliya Çelebi (1996-2007). Seyahat-nâme. İstanbul: YKY.

Genç, İlhan (2000). Esrar Dede Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye. Ankara: AKM Yay.

Gölpınarlı, Abdülbaki (1983). Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik. İstanbul: İnkılap Yay.

Hayrullah Efendi (1964). Hikâye-i İbrahim Paşa Be İbrahim-i Gülşeni. Yay. Haz. Aytekin Yakar. Ankara: DTCF Yay.

Kara, Mustafa (1998). “Gülşeniye ve Güldeste”. UÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi. VII: 41-58.

Kızılcık, Abdullah (2006). Divanu İbrahim Gülşeni. Şam.

Koç, Mustafa (2005). Bâleybelen Muhyî-i Gülşenî. İstanbul: Klasik Yay.

Koç, Mustafa ve Eyyüp Tanrıverdi (hzl.) (2014). Muhyî-i GülşenîMenâkıb-ı İbrahîm-i Gülşenî. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay.

Konur, Himmet (2000). İbrahim Gülşenî: Hayatı, Eserleri, Tarikatı. İstanbul: İnsan Yay.

Macit, Muhsin (2012). “Osmanlı Kültür ve Sanatında İbrahim Gülşenî’nin İşlevi”. Bilig 60 (Kış): 193-214.

Muhyi-i Gülşeni (2014). Menakıb-ı İbrahim-i Gülşeni. haz. Mustafa Koç-Eyyüp Tanrıverdi. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay.

Musayeva, Azade (2006). Şeyh İbrahim Gülşeni Berdei. Bakü: Avrasya Press.

Namoğlu-Çeviker, Elif-Esra Yördem (2020). “İbrahim Gülşeni’nin Farsça Tevhidi: Tanıtım ve Tenkitli Neşir”. Dil ve Edebiyat Araştırmaları 22: 299-329.

Nevî-zâde Atâî (1989). Hadaiku’l-hakaik fi tekmileti’ş-şakaik. Haz. Abdülkadir Özcan. İstanbul: Çağrı Yay.

Ocak, Ahmet Yaşar (1998). Osmanlı Toplumunda Mülhidler ve Zındıklar. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.

Öngören, Reşat (2000). Osmanlılarda Tasavvuf. İstanbul: İz Yay.

Özcan, Abdülkadir (hzl.) (1989). Şeyhi Mehmed EfendiVakayiü’l-Fudalâ I-III. İstanbul: Çağrı Yay.

Seferli Eliyar vd. (1993). Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 2Azerbaycan Türk Edebiyatı-II. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.

Tek, Ayhan (2009). İbrahim Gülşeni’ye Ait Manevi Adlı Eserin La‘li Mehmed Fenai Tarafından Şerhi. YLT. Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi.

Yazıcı, Tahsin (1951). Şeyh İbrahim-i Gülşenî: Hayatı, Eserleri, Tarikatı. Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Yıldız, Âlim (2002). “İbrahim Gülşeni’nin Pendname’si”. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi XVI: 57-95.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. MUHSİN MACİT
Yayın Tarihi: 18.02.2015
Güncelleme Tarihi: 13.11.2021

Eserlerinden Örnekler

Gazel

Bî-vücûdam aşk odı bilsem benüm nem yandurur

Yanuben küllî kül oldum bes dahı nem yandurur

 

Yandurur gerçi cihânda aşk odı âşıkları

Lik ben âciz kulunı katı muhkem yandurur

 

Âh idersem bir nefes dünyâyı oda yahuben

Yedi çarhı anun odı cümle derhem yandurur

 

Nice döysün aşk odınun sûzişine dil revân

Kim anun germiyyeti nâr-ı cehennem yandurur

 

Şem‘e bir pervâne yansa sûziş-i âvâz ider

Ma‘şûkun sözi meni gör nice ebsem yandurur

 

Ey ciger derdine dermân isteyen aklun kanı

Onılur mı şol yara kim anı merhem yandurur

 

Çünki derd imiş devâsı bu yürek yarasınun

Müşfik emsem isteme kim anı emsem yandurur

 

Rûşenî aşkına yanmışdur ciger dir Gülşenî

Aşk odı pervâne kimi anı her dem yandurur

 

(Akay, Mehmet (1996). İbrahim Gülşenî’nin Divanı: Metin-Dil Hususiyetleri. Doktora Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi. 42-43.)

 

Gazel

Bana aşkun tarîkını nedür diyüp soran gelsün

Ayah koyanda ol yola başı terkin uran gelsün

 

Diriyle ölmeyen bilmez nedür aşkun tarîkını

Ölüp aşkıla dirinün düşin görüp yoran gelsün

 

Bu cân kuşı kanat açar muhabbet mülkine uçar

İkiden birlige kaçar o tayrâna giren gelsün

 

Şerî‘atla ayah basan tarîkat yolına cândan

Hakîkat yolını sorup yol eriyle varan gelsün

 

Yedi denizle altı sed geçenler irdi menzile

Geçüben bahr ile berden o menzile iren gelsün

 

Tarîkat mülkine şer‘ün elifden toğrıdur yolı

Hakîkat iklîmi içre üçini bir gören gelsün

 

İşidüp Gülşenî sözin muhabbet sırrıdur anlan

Diyende bir kılı yüz kez bu ma‘nîden yaran gelsün

 

(Akay, Mehmet (1996). İbrahim Gülşenî’nin Divanı: Metin-Dil Hususiyetleri. Doktora Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi. 202.)

 

Murabba

Yine ol Yûsuf-ı sâni

Gelür dirler gelür dirler

Güzeller Mısrı sultânı

Gelür dirler gelür dirler

 

Gözüm segrür kulah çınlar

İşidüben gönül inler

Ki cândan sevgülü dilber

Gelür dirler gelür dirler

 

Beni benden alan meyli

Gözümden ahıdan seyli

Gönül Mecnûnına Leylî

Gelür dirler gelür dirler

 

Eger bir dem kalam ansuz

Oluram gûyiyâ cânsuz

O derdi bana dermânsuz

Gelür dirler gelür dirler

 

Niçe bir intizârından

Soraram reh-güzârından

İşidürem çü erenden

Gelür dirler gelür dirler

 

Düşeli araya firkat

Bişürdi bağrumı hasret

Kime sorsam o bî-mürvet

Gelür dirler gelür dirler

 

İşidüp Rûşenî-perver

Gönüller mülkine server

Yetene Gülşenî sorar

Gelür dirler gelür dirler 

 

(Akay, Mehmet (1996). İbrahim Gülşenî’nin Divanı: Metin-Dil Hususiyetleri. Doktora Tezi. Konya: Selçuk Üniversitesi. 33.)


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1FÂZIL, Hâmid-zâde/Câmidî-zâde Mehmed Fâzıld. 1835 - ö. 1897Doğum YeriGörüntüle
2İBRÂHÎM, Diyarbakırlıd. ? - ö. 1839Doğum YeriGörüntüle
3MİKTAT OKd. 1937 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
4FÂZIL, Hâmid-zâde/Câmidî-zâde Mehmed Fâzıld. 1835 - ö. 1897Doğum YılıGörüntüle
5İBRÂHÎM, Diyarbakırlıd. ? - ö. 1839Doğum YılıGörüntüle
6MİKTAT OKd. 1937 - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
7FÂZIL, Hâmid-zâde/Câmidî-zâde Mehmed Fâzıld. 1835 - ö. 1897Ölüm YılıGörüntüle
8İBRÂHÎM, Diyarbakırlıd. ? - ö. 1839Ölüm YılıGörüntüle
9MİKTAT OKd. 1937 - ö. ?Ölüm YılıGörüntüle
10FÂZIL, Hâmid-zâde/Câmidî-zâde Mehmed Fâzıld. 1835 - ö. 1897MeslekGörüntüle
11İBRÂHÎM, Diyarbakırlıd. ? - ö. 1839MeslekGörüntüle
12MİKTAT OKd. 1937 - ö. ?MeslekGörüntüle
13FÂZIL, Hâmid-zâde/Câmidî-zâde Mehmed Fâzıld. 1835 - ö. 1897Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14İBRÂHÎM, Diyarbakırlıd. ? - ö. 1839Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15MİKTAT OKd. 1937 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16FÂZIL, Hâmid-zâde/Câmidî-zâde Mehmed Fâzıld. 1835 - ö. 1897Madde AdıGörüntüle
17İBRÂHÎM, Diyarbakırlıd. ? - ö. 1839Madde AdıGörüntüle
18MİKTAT OKd. 1937 - ö. ?Madde AdıGörüntüle