Madde Detay
KEFEVÎ, Hüseyin
(d. ?/? - ö. 1010/1601)
divan şairi, nasiri
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Kefevî Hüseyin b. İbrahim, Kefeli Hüseyin, Hüseynü’l-Kefevî, Hüseyn-i Kefevî, Kefevî Hüseyin Efendi ve Hüseyin Çelebi adlarıyla anılan Kefeli Hüseyin Efendi bugün Kırım sınırları içinde bulunan Kefe'dendir. Babasının adı İbrahim olup Bağdatlı İsmail Paşa'nın Rüstem olarak kaydetmesi yanlıştır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. İlk tahsilini Kefe'de yaptığı anlaşılan Hüseyin Efendi Sevânihü't-Tefe'ül ve Râznâme’de çeşitli vesilelerle kendi hayatının önemli safhalarından bahseder: Kefe'de emlâk sahibi tanınmış bir tâcir iken dünyadan el çekip ilim tahsili için İstanbul’a gitmiş; Kanunî Sultan Süleyman devrinin sonlarında İstanbul’daki medreselerde dinî ve aklî ilimleri okumuştur. Mülâzemetini Medine-i Münevvere kadısı Karadâvud-zâde Mustafa Efendi'den tamamladıktan sonra II. Selim zamanında Miftah Medresesine müderris olmuştur. Hocası Sahn-ı Semân müderrisi iken 974 Cemâziyelâhir/Ocak 1567'de Medine kadısı olduğuna göre, Kefevî bu tarihten önce mülazemetini tamamlamış olmalıdır. 977/1569'da döndüğü Kefe'de şehrin kadısı Mahmut Çelebi'den riyâziyyât ve mûsiki öğrenmiş, ayrıca Nakşibendî şeyhi Hâce Ahmed-i Sâdık-ı Taşkendî'ye intisap ederek tasavvuf terbiyesi almıştır. Çeşitli yerlerde kadılıklarda bulunmuştur. Beyanî ve Hasan Çelebi, nerede ve ne kadar süreyle olduğunu belirtmeden müderrislik yaptığını söylemekle yetinirler. Kefevî 985/1577 yılında 40 akçeli bir medreseye tayinini istemiş; bu isteği gerçekleşmeyince bir müddet sıkıntı çekmiş ve memleketine dönmek zorunda kalmıştır. Hüseyn-i Kefevî, Râznâme’sindeki üç hikâyede 985/1577 yılında medresedeki görevinden ayrılarak memleketi Kefe’ye gittiğini söyler. 985/1577 yılı sonlarında annesiyle birlikte İstanbul'a dönen Kefeli Hüseyin'in tekrar müderrisliğe başlayıncaya kadar ne yaptığı belli değildir. Ataî'ye göre 990/1582'de derecesi 40 akçeliye indirilen Fâtıma Sultan Medresesi'ne müderris tayin edilir. 993 Safer/Şubat 1585'te 50 akçeli Şah Hûban Medresesi’ne nakledilir. 25 Cemâziyelevvel 999'da (21 Mart 1591) Dursun-zâde Abdülbâki Efendi'den boşalan Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan Medresesi'nde görevlendirilen Kefevî, 1002 Ramazan/Haziran 1594'te Sahn-ı Semân müderrisi oldu. Yavuz Selim (1003/1595) ve Süleymaniye Dârülhadis (Muharrem 1004/Eylül 1595) medreselerindeki hizmetinden sonra 1007 yılı Şaban/ Mart 1599'da mahrec mevleviyetlerinden Kudüs kadılığına tayin edildi. Buradan 1008 Şevval/Nisan 1600'de Mekke kadılığına gönderildi. Ataî, müellifin hangi tarihlerde ve hangi medreselerde bulunduğunu kronolojik sırayla anlatır. 1010/1601 senesinde Mekke kadılığı görevinden alınır. Aynı sene içinde 27 Safer 1010/ 27 Ağustos 1601'de Mekke'de vefat etmiştir. Ölümünün, bazı kaynaklarda yer aldığı gibi bu yılın Şaban ayında kadılıktan ayrılmış olduğu Kudüs'te veya 1012/1603 yılında Mekke'de gösterilmesine itibar etmek güçtür. Vefat yılı, sadece Rıza Tezkiresi’nde 1012/1603 olarak kayıtlıdır. Kefevî’nin vefat yeri konusunda da tereddütlü ifadeler bulunmaktadır. Kaynakların çoğu ölüm yerini Mekke olarak verirken; Osmanlı Müellifleri'inde Mekke veya Edirne’de öldüğünü söylenerek tereddüt ifade edilir. Mehmet Tevfik Efendi Hüseyin-i Kefevî’nin İstanbul’a gelmek üzere vefat ettiğini kaydederek bu konuda diğer kaynaklara göre farklı bir bilgi sunar. Mehmet Tahir, Kırım Müellifleri’nde, Riyâz-ı Belde-i Edirne’ye dayanarak Hüseyin Efendi’nin Mekke’deki görevini tamamladıktan sonra Edirne’ye geldiğini ve biraz sonra da vefat ettiğini ve Zehrimar Camii haziresine defnedildiği söyledikten sonra mezar taşında “Sultanü’l-müellifîn Kefevî Hüseyin Efendi 1010” ibaresinin yazılı olduğunu belirtir. Doktor Rifat Osman da “Sultanü’l-müellifîn” olarak nitelediği Kefevî’nin Zehrimar Camii haziresinde medfun olduğunu söylemektedir. Rifat Osman bir başka eserinde görev yerini belirtmeden “medrese hocası iken Edirne’de vefat etti “ derken sanki müellifin Edirne’de müderrislik yaparken vefat ettiği izlenimini verir. Diğer kaynaklar ölüm yerini ya söylemezler ya da Mekke olarak gösterirler. Bursalı Mehmet Tahir’in, yazarın mezar taşını gördüğünü ifade etmesine dayanarak müellifin ölüm yerinin Edirne olduğu söylenebilirse de Cemil Akpınar’a göre Mekke'de defnedilmiş olması daha doğru görünen Kefevî'nin müderris olarak Edirne’ye döndükten sonra orada vefat edip Zehrimar Camii hazîresine gömüldüğünü bildiren Ahmet Bâdî Efendi'nin bu kanaati hayatı hakkında bilinenlerle uyuşmaz.
Eserleri
Kaynaklar, Hüseyn-i Kefevî adına 15’ten fazla eser kaydeder. Daha önce de söz edildiği gibi bu listeye başka Kefevîlerin eserlerinin karışması da muhtemeldir. Hüseyn-i Kefevî adına kayıtlı eserler şunlardır:
Sevânihü’t-Tefe'ül ve Levâihü’t-Teveffül: Hüseyn-i Kefevî adına kayıtlı bir başka eser Sevânihü’t-Tefeül ve Levâyihü’t-Teveffül’dür. Nevî-zâde Ataî ve Bursalı Mehmet Tahir, Falnâme ile Sevânih'i Râznâme’den ayrı bir eser kabul ederler. Sevânih, Râznâme gibi fal hikâyelerini içeren bir eserdir. Müellif, Osmanlı toplumunda yaygın bir şekilde görülen, bir kitaba bakarak fal bakma konusunda çeşitli meclislerde Mushaf-ı Şerif, Mesnevi-i Manevî, Hâfız-ı Şîrâzî Divanı ve Abdurrahman-ı Câmî Divan’ı ile bazı mev`iza kitaplarında çıkan ve duruma uygun düşen ifade ve hikâyeleri toplayarak bu Türkçe eserini kaleme almıştır. İlk defa 985/1577 yılında Kefe'de temize çekip Gazi Giray (II)'a ithaf eder.
Kefevî 985/1577 yılında 40 akçeli bir medreseye tayinini istemiş, bu isteği gerçekleşmeyince bir müddet sıkıntı çekmiş ve memleketine dönmek zorunda kalmıştır. Bu sırada tamamladığı Sevânihü't-Tefe'ül adlı eserini Bahçesaray'da ziyaret ettiği Kırım Hanı II. Gazi Giray'a ithaf eder. Onun Gazi Giray'la yakınlığının devamlı olduğu, 1003/1594’te Tuna boylarındaki seferlere ve Yanık Kalesi fethine katılan Han'ın bu seferleri anlattığı bir mektubu Kefevî'ye göndermesinden anlaşılmaktadır. Sevânih nüshaları İzmir Millî Kütüphane, nu.1748. Reisülküttap Mustafa Efendi, Süleymaniye Kütüphanesi, nu.821. 1b-184b’dir.
Râznâme fî-Menâkıbi’l-Ulemâ ve’l-Meşâyih ve’l-Fuzelâ: Eser, fala konu olan şahısların özellikle meslek hayatına dair ayrıntılı bilgiler sunması itibariyle tezkire türünü andırmakta, hikâyelerden oluşması yönüyle de latife kitaplarına benzemektedir. Râznâme, tezkire ve latife özellikleri taşırsa da; şahısların başlarından geçen enteresan hikâyeleri ve bu hikâyelere uygun olarak Kurân-ı Kerim, Mesnevi ve özellikle Divan-ı Hâfız’dan bakılan falları toplayan edebî bir falnâme örneğidir. Bu bakımdan kendi türünde tektir. Kitapta yer alan hikâyeler, mensur ağırlıklı olmakla birlikte genellikle manzum olarak biter. Dolayısıyla bu manzum parçalar çoğu zaman fal hikâyesinin sonucunu verir. Bu bakımdan Râznâme’deki manzum parçalar, diğer mensur-manzum karışık metinlerdeki manzum parçalara göre çok daha fonksiyoneldir. Eserin giriş bölümü ile her hikâyenin başında kahramanlarının tanıtıldığı bölümler, ağır bir üslup; girişten ve şahıs tavsiflerinden sonraki bölümler sade bir anlatımla kaleme alınmışlardır. Eserdeki seci örnekleri yer yer murassa seciden mütevâzin ve mutarraf seciye dönüşür. Toplam 192 hikâyenin bulunduğu Râznâme'de hikâyeler bazen çok uzun bazen de kısadır. Bazı hikâyeler, 5-6 sayfa sürer. Bazıları ise bir cümleden ibarettir. Bir cümlelik hikâyelerde kelime sayısı 50 ila 100 arasında değişir. Bu şekilde kaleme alınan hikâyelerin sayısı 40 civarındadır. Dolayısıyla eserin yaklaşık % 25’i kısa ve genellikle de bir cümlede her şeyin nakledildiği hikâyelerden oluşmaktadır. Geri kalan hikâyeler konuya göre oldukça uzun olabilir. Eserin yazılı kaynakları İran sahasında yazılan Farsça eserler ile Kurân-ı Kerim, hadis ve tefsir kitaplarıdır. Râznâme’deki Şah İsmail’in mezar ziyareti ile ilgili hikâye İran kaynaklarında da geçer. Dolayısıyla bazı hikâyeler, her iki saha için ortaktır. Bu bakımdan da eser, Osmanlı ve İran sahası için ortak eser olarak değerlendirilebilir. Kaynakların çeşitli olması kadar onlardan yapılan alıntı yöntemleri de farklı farklıdır. Hikâyelerde bazı bölümler Hadîkatü’s-Sü'edâ ve Mecâlisü’n-Nefâis gibi eserlerden aynen alınmıştır.
Bûstân-efrûz-ı Cihân Der-Şerh-i Gülistân: Kefevî'nin bu eseri Sadî'nin Gülistan'ının şerhidir. Şarih, Gülistân Şerhi’ne “Minnet-i Hudâ-râ” ibaresindeki “minnet” kelimesini açıklayarak başlar. Orijinal metinden verdiği ibareleri şerh ederken kendinden önce ileri sürülen görüşleri sıralar. Bu görüş sahiplerinden isimlerini vermeden “bazılar dimişler”, “bazı şurrâh” şeklinde söz eder. Ayrıca eserini kaleme alırken muhtelif nüshaları da gözden geçirdiğini zaman zaman belirtir; hatta yararlandığı nüshaların diğer nüshalar karşısındaki sıhhat derecesini değerlendirmeye tâbi tutar. Yararlandığımız nüshanın kenarlarında bu görüş sahipleri Lâmiî ve Şemî olarak kaydedilmiştir. Kefevî, kendinden önceki şerhlerin yanında başka kaynaklardan da yararlanmıştır. Kendisi yeri geldikçe bu kaynakların adını verir. Bûstân-efrûz-ı Cihân Der-şerh-i Gülistân’ın 15 kadar nüshası vardır.
Şerh-i Divan-ı Hâfız: Eserin tek nüshası Çelebi Abdullah, nu.305'tedir. Talik yazı ile kaleme alınmış olup 351 yapraktır. Bu nüshanın başı ve sonu eksiktir. Ayrıca Kâtip Çelebi onun yalnızca Tefe'ülât-ı Dîvân-ı Hâfız adlı bir eserini kaydeder.
Haşiye-i Kefevî: Diyarbakır Umumî Kütüphanesi Yazmaları, nu.1911. Arapça'dır.
Şerhu Lâmiyyeti'l-Acem: Tuğrâi'nin meşhur kasidesinin önceki şârihleri Selâhaddin es-Safedî, Bedreddin ed-Demâmînî ve Kadı Celâleddin el-Hadramî'nin eserlerinden derlenerek meydana getirilmiş bir şerhtir. Bursalı Mehmet Tahir'in de zikrettiği, Demâmînî'yi isim vererek eleştiren bu şerhin nüshası tesbit edilememiştir.
el-Cevâb an İtirâzâti'1-Mevlâ Ahmed el-Ensârî alâ Mevâzia min Tefsîri'1-Allâme Ebi’s-Suûd el-İmâdî: Devrin müderrislerinden Şemseddin Ahmet el-Ensârî Ebüssuud Efendi'nin meşhur tefsirindeki bazı görüşlerini tenkit etmiş, Kefeli Hüseyin de bu Arapça risâleyi yazarak Ebussuud'u savunmuştur. Eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır (Hekimoğlu Ali Paşa, nu. 98/1).
Risâle Alâ Mevâzia min Miftâhi'l-Ulûm ve Şerhihî li’s-Seyyid eş-Şerîf ve nübez mimmâ yete`allaku bi-şıfati's-Salâti min Şerhi'l-Vikâye: Sekkâkî'nin Miftâhu’l-Ulûm’u ve buna Seyyid Şerîf el-Cürcânî'nin yazdığı şerhin bazı yerleri ve ayrıca Sadrüşşerîa es-Sâni’nin Şerhu'l-Vikâye adlı eserinden namazın kılınış şekline dair meseleler üzerine Kefevî'nin Arapça olarak yazdığı notlarıdır. Müellif nüshasından naklen 1047/1637’de istinsah edilmiş bir nüsha Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir (Yenicami, nu. 118. vr. 57b-65a).
Şerhu Evâ'ili Bâbi'l-Vekâle bi'l-Bey ve’ş-Şir mine'l-Hidâye: Hanefî fakihi Burhâneddin el-Merginânî'nin el-Hidâye fî Şerhi'l-Bidâye adlı eserinden alışverişte vekâlet babının başlangıcını açıklayan Arapça bir risâle olup bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Yenicami, nu. 1182. vr. 62b-68b) bulunmaktadır. Mecmua, 1047/1637 yılında istinsah edilmiştir.
Talika alâ-Haşiyeti İmâmiddîn: Nuruosmaniye Kütüphanesi, nu.4482, 1b-44b. Konusu mantıktır.
Talîkât Alâ Sahîhi’1-Buhârî: Kefevî'nin Süleymaniye Dârülhadis Medresesi'nde Sahîh-i Buhârî okuttuğu sırada yazdığı sanılan bu açıklayıcı notlar gusül hadislerine kadar gelir.
Ta`lîkat `alâ Sahîh-i Müslim: Müellifin Sahîh-i Müslim üzerine yazdığı notlarını eserin yarısına kadar getirdiği kaydedilmişse de bu iki eserin nüshalarına rastlanmamıştır. Diyarbakır Umumî Kütüphanesi Yazmaları arasında Şerh-i Müslim-i Kefevî adıyla (nu.2228) Arapça bir eser bulunmaktadır.
Makâle fî Mevlânâ Muzaffer: Kâtib Çelebi'nin Makâletü Hüseynü’-l-Kefevî fî Mevlânâ Muzafferü’l-Müderris bi-Medreseti Ebî Eyyûbu’l-Ensârî başlığı ile tanıttığı eserin Türkçe olduğu sanılmaktadır. Kefevî'nin Ebû Eyyûb el-Ensârî Medresesi'nde müderris olan Mevlânâ Muzaffer'i, muîdi Şücâüddin'in dilinden bir müderrisin öğrencisi ve okuyucusuyla yaptığı bir sohbet üslûbunda tanıttığı bu eserin de nüshası tesbit edilememiştir.
Kaside-i Nuniye:Hızır Bey’in Kaside-i Nuniye’sine Türkçe yazılmış şerhtir.
Niksârî-zâde Mahmut Efendi İle İlmî Münazaralar: Kaynaklarda Kefevî'nin devrin âlimlerinden Niksârî-zâde Mahmut Efendi ile ilmî münazaralarına dair mektupları ve makalelerinden söz edilirse de bunun da nüshasına rastlanmaz.
Nevî-zâde Ataî ve Kâtip Çelebi, ayrıca Kefevî'nin latifeleri olduğunu söyler.
Şiirleri: Kefevî’nin şiirlerinin derlendiği bir mecmua veya divan bulunmamaktadır. Nevî-zâde Ataî, güzel şiirleri olduğunu söylerken Mehmet Tevfik Efendi Mecmuatüt-Terâcim’inde Divançe-i Eşâr’ı olduğunu kaydediyor: Kaynaklar, şiirlerinden örnek beyitler ve Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil mesnevisine yazdığı takrizi kaydediyorlar. Bazı kaynaklar tek beyitle yetinirken Ataî, Kefeli Hüseyin’den örnek olarak sekiz beyit verir. Bunlardan ilk beyit bütün kaynaklarda ortaktır.
Edebî Kişiliği
Kaynaklar, Hüseyn-i Kefevî’nin kişiliği hakkında övgü dolu sözler sarf ederler ve onu âlim, edîp ve zamanının fâzılı sıfatlarıyla anarlar. Ataî de Hasan Çelebi gibi onun ne kadar âlim ve bilgili biri olduğu hakkında geniş övgülere yer verir. Kabiliyeti sayesinde kendisini yetiştirir. Her bakımdan akranlarından üstündür. Ataî, onun musikî ilminde de bazı maharetlerinin olduğunu övgü dolu sözler ile anlatır Atayî’den yararlandığı belli olan Kâtip Çelebi, Hüseyn-i Kefevî’nin kişiliği hakkında benzer ifadeler kullanır. Selânikî Tarihi’nde Kefevî Hüseyin ile ilgili bir durum kayıtlıdır. Tatar hanı Gazi Giray, Hüseyn-i Kefevî’ye Yanık Kalesinin 1594 yılındaki fethini anlatan bir mektup gönderir. Selânikî Mustafa Efendi’nin eserine aynen aldığı mektubun bir eşi de Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Gazi Giray Han’ın bu davranışı Kefeli Hüseyin’in üst düzey bir devlet yöneticisi yanında itibarını göstermesi bakımından önemlidir. Dönemin kaynaklarında geçen anekdotlar Cinanî ile Hüseyn-i Kefevî’nin samimi münasebetini göstermesinin yanında Hüseyn-i Kefevî’nin hoşsohbet ve esprili bir kişiliğe sahip olduğunu gözler önüne serer. Zeki, güzel sesli, güzel ahlâklı, kültürlü. hoşsohbet ve nüktedan bir kişi olan Kefeli Hüseyin Arapça ve Farsça'yı edebiyatlarıyla öğrenmiş, hadis, tefsir, fıkıh ve diğer dinî ilimlerle birlikte matematik, astronomi ve mûsikiye de vâkıf olmuştur. Tahsil hayatı yanında daha sonraları katıldığı ilmî ve edebî sohbetlerde kendisine gösterilen sevgi ve saygıyı eserlerinde dile getirdiği gibi çağdaşları ve yakın dostları olan Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Selânikî Muslî (Mustafa) Efendi, Rüstem Paşa-zâde Hüseyin Çelebi ve Nevî-zâde Ataî de onun seçkin konumundan övgüyle söz ederler.
Kefevî üç dilde şiir söylemiştir. Türkçe şiirlerinde kelime ve deyimler üzerinde oynayarak mecaz, tevriye ve cinaslarla edebî sanat yapmada ve nazîrede usta bir şair kabul edilmiştir. Kınalızâde Hasan Çelebi, onun Edirneli Emrî'nin bir beytine yaptığı nazîreyi mâna zenginliği bakımından nazîrelerin en iyisi olarak tanıtır. Bazı şiirleri atasözü gibi dillerde dolaşan Kefevî, eserleri içerisine serpiştirdiği parçalarla diğer şiirlerini bir divan halinde toplayamamıştır.
Ataî ve Riyâzî gibi kaynaklarda Türk mûsikisinde eser telif edecek kadar bilgi sahibi olduğu kaydedilen Kefevî, devrin mûsikişinaslarından Altuncu-zâde ile de yakın arkadaştı. Kefe'de güzel sesli gençlerin kendisinden mûsiki dersleri alıp bestelerinden istifade ettikleri ve birçok şiirinin bestelendiği bilinmektedir.
Kaynakça
Afsâr, Îraj (1999). “Fâl-nama”. Encyclopaedia Iranica. V. VII. Ed. Ehsan Yarshater. Center for İranian Studies. Columbia Univ. Newyork Bibliotheca Persica Pres. Newyork. 172-176.
Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmanî. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Akpınar, Cemil (2002). “Kefevî Hüseyin Efendi”. İslâm Ansiklopedisi. C. 25. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 186-187.
Aksoyak, İ. Hakkı (hzl.)(2004). Kefeli Hüseyin-Râz-nâme. Harvard: Journal of Turkısh Studies, Harvard University.
Çapan, Pervin (hzl.) (2005). Mustafa Safayî Efendi Tezkire-i Safayî. Ankara: AKM Yay.
Aydın, Mehmet (1995). “Fâl”. İslâm Ansiklopedisi. C.XII. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.135-138.
Bağdatlı İsmail Paşa (1945-1947). Ìzâhu'l-Meknûn. C. II. İstanbul.
Bağdatlı İsmail Paşa (1955). Hediyyetü’l-Ârifîn ve Âsâru’l-Musannifîn. İstanbul.
Blochet, Edgar (1932-1933). Catalogue des Manuscript Turcs, De la Bibliotheque Nationale. C.II. Paris.
Canım, Rıdvan (hzl.)(2000). Latifî, Tezkiretü’ş-Şuarâ ve Tabsıratu’n-Nuzemâ, İnceleme-Metin. Ankara.
Çavuşoğlu, Mehmet (1981). “Bir Zarif Adam”. Divanlar Arasında. Ankara: Ümran Yay. 30-34.
Çelebi, İlyas (1995). “Fâl (İslâm’da)”. İslâm Ansiklopedisi. C.XII. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı. 138-139.
Çeltik, Halil (1999). "Kırım Hanlık Dönemi Yazılı Edebiyatı". Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 13 Kırım Türk-Tatar Edebiyatı. Ankara: KTB Yay. 239-336.
Çınar, Ali Abbas (1987). “Fâl Bihi Hazâ Kitâb-ı Muhammet”. Türk Folklor Araştırmaları. Ankara.
Duvarcı, Ayşe (1993). Türkiye’de Falcılık Geleneği ile Bu Konuda İki Eser, Risale-i Falnâme Li-Cafer-i Sâdık ve Tefeül nâme. Ankara.
Ersoylu, İ. Halil (1989). Cem Sultan’ın Türkçe Divanı. Ankara: TDK Yay.
Ersoylu, İ. Halil (1997). “Fal, Falnâme ve Bir Çiçek Falı: Der-aksâm-ı Ezhâr”. Türkiyat Mecmuası. (20): 194-254.
Ertaylan, İsmail Hikmet (1951) Falnâme. İstanbul.
Fahd, T. (Toufic) (1965). “Fal”. Encyclopaedıa of Islam. London. (II): 758-760.
Fahd, T. (Toufic) (1987). La Divination Arabe: Études Religieuses, Sociologiques et Folkloriques sur le Milieu Natif de l'Islam. Paris.
“Fal” (1968). Türk Ansiklopedisi. C.XV. Ankara: MEB Yay. 90.
Falnâme-i Tuyûr u Vuhûş. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi. FY 123/9-10.
Firdevsi-i Tavîl. Kurân-ı Kerim’den Tefeüle Dair Risale. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi. Nu.816.
Flügel, Gustav (1865). Arabıschen, Persıschen und Turkıschen Handschrıften. Wien.
Gölpınarlı, Abdülbaki (hzl.)(1992). Hâfız Divanı. İstanbul: MEB Yay.
Gölpınarlı, Abdülbaki (1972). Gülşen-i Râz Şerhi. İstanbul.
Gölpınarlı, Abdülbaki (1972). Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi Katalogu C.III. İstanbul
Gölpınarlı, Abdülbaki (hzl.) (1972). Nedim Divanı. İstanbul.
Götz, Manfred (1979). Turkısche Handschrıften. Wiesbaden.
Gürer, Abdülkadir (hzl.)(1987). Hâfız Divanı'nın Türkçe Tercüme ve Şerhleri. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.
Halhalî, Seyyid Abdürrahim (1344). “Tefeül Ez-Dîvân-ı Hâce”. Hâfız-nâme. Tahran.
İsen, Mustafa (hzl.)(1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.
İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Hamseler Katalogu (1961). İstanbul.
Kafzâde Fâizî. Zübdetü'l-Eş'âr. Süleymaniye Ktp.. Şehid Ali Paşa. Nu. 1877. 34a.
Karatay, Fehmi Edhem (1961). Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu . C.I. İstanbul.
Kartalcık, Vedat (2000). Falnâme. Yüksek Lisans Tezi. Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi.
Kâtip Çelebi (1286-1287). Fezleke. C.I.
Kaynardağ, Arslan (1993). “Tarihte ve Günümüz Yazınında Kitap Falı”. Cumhuriyet Kitap. 159 (11 Mart): 5.
“Kefevî” (yty). İslâm Âlimleri Ansiklopedisi. İstanbul. 25-27.
Koçu, Reşat Ekrem (1969). “Fal, Falcılar”. İstanbul Ansiklopedisi. C.X. İstanbul. 5506-5508.
Köksal, M. Fatih (hzl.)(2003). Yenipazarlı Vâlî Hüsn ü Dil. İstanbul: Kitabevi Yay.
Kurnaz,
Cemal ve Mustafa Tatcı (hzl.) (2001). Mehmet Nâil Tuman,
Tuhfe-i Nâilî- Dîvân
Şâirlerinin Muhtasar Biyografileri. Ankara: Bizim Büro Yay.
Kurnaz, Cemal (1997). “Zaifî'nin Fal-i Murgân'ı”. Divan Edebiyatı Yazıları. Ankara: Akçağ Yay.
Kurnaz, Cemal ve Halil Çeltik (1998). "Osmanlı Dönemi Kırım Edebiyatı". Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi. (6): 670-92.
Kurnaz, Cemal ve Halil Çeltik (2000). Osmanlı Dönemi Kırım Edebiyatı. Ankara.
Kutlar Oğuz, Fatma Sabiha, Müjgân Çakır ve Hanife Koncu (hzl.) (2012). Mehmed Tevfik, Kâfile-i Şu’arâ. İstanbul: Doğu Kütüphanesi Yay.
Kutluk, İbrahim (hzl.) (1978). Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: TTK Yay.
İsen, Mustafa (1990). Latifî Tezkiresi. Ankara: Akçağ Yay.
Levend, Agâh Sırrı (1967). “Divan Edebiyatında Hikâye”. TDAY Belleten. Ankara.
Levend, Agâh Sırrı (1988). Türk Edebiyatı Tarihi. 1. C. Ankara.
Macdonald, D.B. (1993). “Fal”. İslâm Ansiklopedisi. C. IV. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 450.
Mahmut Ruhuleminî (1359). Fal-ı Hâfız. Tehran.
Masse, H. (1965). “Fâl-nama”. Encyclopaedia of Islam. C. II. New Edition. London. 760-761.
Mehinduht Sıddıkiyân-Ebû Tâlib Mîr Âbidînî (1344). Ferheng-i Vâjehâ-yı Hâfız. Tahran.
Zübeyiroğlu, Ruhsar (1989). Mehmet Tevfik Efendi, Mecmuatü’t-Terâcim. Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Musaffa, Muzahir (hzl.) (1370). Avfi, Cevâmiü’l-Hikâyât ve Levâmiü’r-Rivâyât. Tehran.
Müstakım-zade Süleyman Sadettin Efendi. Mecelletü’n-Nisâb Fi'n-Nisbî ve'l-Künâ ve'l-Elkâb. Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi. nu.628.
Özcan, Abdülkadir (hzl.) (1989). Mecdî Mehmed Efendi Hadâiku’ş-şakâik Şakâik-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri. İstanbul: Çağrı Yay.
Rieu, Charles (1978). Catalogue of the Turkısh Manuscrıpts in British Museum. Osnabrück.133.
Riyâzî. Riyâzü’ş-Şuarâ. Nuruosmaniye Kütüphanesi, Nu.3724. 56a-56b.
Sarı, Mehmet (hzl.) (1990). Bursalı Mehmet Tahir, Kırım Müellifleri. Ankara.
Schmidt, Joannes. Catalogue of Turkish Manuscripts in the Library of Leiden University And Other Collections in the Netherlands. V. III. Comprising the Acquisitions of Turkish Manuscripts in Leiden University Library between 1970 and 2003.
Semîî, Keyvân (1344). “Fal Be-vesîle-i Dîvân-ı Hâfız”. Hâfız-şinâsî. C. I. Tahran.
Sezer, Sennur (1998). Osmanlı’da Fal ve Falnameler. İstanbul.
Solmaz, Süleyman (hzl.)(2005). Ahdî ve Gülşen-i Şuarası. Ankara: AKM Yay.
Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2008). Beyânî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83502/beyani----tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013]
Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2009). Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83504/kinalizade-hasan-celebi---tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013]
Tatçı, Mustafa (hzl.) (2003). Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri I-II-III. Ankara: Bizim Büro Yay.
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1981). “Hüseyn-i Kefevî”. C.IV. İstanbul: Dergâh Yay. 299-300.
Uzun, Mustafa (1995). “Falnâme”. İslâm Ansiklopedisi. C.XII. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 141-145.
Yaltkaya, Şerafettin ve Kilisli Rıfat Bilge (hzl.) (1971). Kâtip Çelebi, Keşf-el-Zunûn. İstanbul: MEB Yay.
Yardım, Ali (1997). İzmir Millî Kütüphanesi Yazma Eserler Kataloğu. C.III. İzmir.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. İSMAİL HAKKI AKSOYAKYayın Tarihi: 27.07.2013Güncelleme Tarihi: 05.12.2020Eserlerinden Örnekler
Örnekler
Razname’den
Hâl-i abd-i za'îf ü dil-haste: Fakîr-i câmi'ü’l-hurûf vatan-ı me’lûf olan vilâyet-i Kefe’den sene hamse ve semânîn târîhinde vâlide-i za'îfeyi İstanbul’a getürmege âzim olup velâkin cânib-i bahrdan güzer mahall-i hazer ve kara semtinden sefer dahı mesâfe-i ba'îd oldugından kat'-ı nazar ve şûr u şer ve havf u hatardan hâlî olmayup ne deryâya girmege ikdâm idecek hâl ne kara felâketin çekmege mecâl var idi. Acebâ niçe itsek ve kangı tarafdan gitsek ki hukûk-ı mâderi ri'ayet ve ukûk-ı vâlideden kendümüzi sıyânet kâbil ola ki fi’l-hakîka ol bî-çâre bu kâr-ı düşvâra bizüm sebebümüzle giriftâr oldı. Vatandan mühâcereti ve şedâ’id-i müsâferetî mahzâ bizüm içün irtikâb itse gerekdür diyü [nazm]
Gâh deryâ gamın iderdüm yâd
Gâh dirdüm ki her çi bâd-â-bâd
Bu tahayyür ü ıztırâb esnâsında ur’ân-ı azîmden tefe’’ül kılmaga mülhem ü muvaffak oldum. Bu âyet-i kerîme vârid oldı: Kâle lâtehâfâ inneni ma'akumâ esma'u ve erâ (Siz ikiniz korkmayın! dedi. Şübhesiz ben sizinle beraberim. Duyarım ve görürüm, Kur’ân-ı Kerim, Taha, 20/46.) Der-akab bir dahı tefe’’ül kıldum. Bu nazm-ı celîl-i lâzımü’t-tebcîl vârid oldı: Elemterâ ennallâhe sehhara lekum mâ-fi’l-ardi ve’l-fulku tecrî fi’l-bahri (Allah’ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; (buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O’nun tuttuğunu görmez misin?), Kur’ân-ı Kerim, Hac, 22/65.) Tereddüd ve inkılâbı ber-taraf idüp gemiye girüp bi-tevfîki’llâhi bir kaç günde maksada vusûl ve İstanbul’a duhûl müyesser oldı.
(Aksoyak, İ. Hakkı (hzl.)(2004). Kefeli Hüseyin-Râz-nâme. Harvard: Journal of Turkısh Studies, Harvard University.193.)
Şiirlerinden örnekler
Mezâk ehli lebün yâd itse tûtî kandi vasf eyler
Acebdür hâl-i âlem bilmeyen söyler bilen söyler
Dimiş dilber bana cân viren olur vasluma mahrem
İşiden gerçek anlar anı nice ölmesin âdem
Gam-ı dildâr gelüp mülk-i dile hükm itsün
Cân u dilden sürelüm zevk ü safâyı gitsün
Olımadun semend-i vasla süvâr
Kaldun ayakda ey gönül yüri var
Şerhalarla idelüm cismi ser-â-pâ mecrûh
Arz-ı hâl eyleyelüm yâra mufassal meşrûh
Ehl-i aşka katı çok ta’nı ko var epsem otur
Yüri ey zâhid-i hod-bîn bizi ko kendüni gör
Cefâyı her dem itme kıl vefâ gâhîce gâhîce
Dil-i meyyâle vir cânâ safâ gâhîce gâhîce
Gözüm pür-sîm iken aglar gönül bî-sîm iken aglar
Acebdür hâl-i âlem olan aglar olmayan aglar
Elinle itdügün hayrı dilinle eyleme zâyi
(Köksal, M. Fatih (hzl.)(2003). Yenipazarlı Vâlî Hüsn ü Dil. İstanbul: Kitabevi Yay.19.)
Kefevî’nin Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil mesnevisine yazdığı takriz şöyledir:
Virdi bu ıkd-ı le’âlîye nizâm
Şimdi bir kân-ı hüner kıldı zuhûr
Kalb-i sâfı kerem-i evsâfı
Şerh olınmaz dil ile nâ-mahsûr
Vâlî-i mülk-i suhen olsa revâ
Bu kitâbı yiter ana menşûr
Hüsn-i nazm ile dilâ Âhînün
Kıldı nesrini hebâ’-i mensûr
Şâha lâyık dür-i yektâdur bu
Ayn-ı insâf ile olsa manzûr
Nazmı pâkîze vü mazmûnı latîf
Hâsılı cümle cihâtı ma'mûr
Lâyık oldur ki bu sa'yi anun
Ola ehl-i hüner içre meşkûr
Nefe’allahu bihi fih’d-dâreyn
Hassahu’llahu bi-ecrin mevfûr
(Köksal, M. Fatih (hzl.)(2003). Yenipazarlı Vâlî Hüsn ü Dil. İstanbul: Kitabevi Yay.193.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 27.07.2013Güncelleme Tarihi: 05.12.2020Eserlerinden Örnekler
Örnekler
Razname’den
Hâl-i abd-i za'îf ü dil-haste: Fakîr-i câmi'ü’l-hurûf vatan-ı me’lûf olan vilâyet-i Kefe’den sene hamse ve semânîn târîhinde vâlide-i za'îfeyi İstanbul’a getürmege âzim olup velâkin cânib-i bahrdan güzer mahall-i hazer ve kara semtinden sefer dahı mesâfe-i ba'îd oldugından kat'-ı nazar ve şûr u şer ve havf u hatardan hâlî olmayup ne deryâya girmege ikdâm idecek hâl ne kara felâketin çekmege mecâl var idi. Acebâ niçe itsek ve kangı tarafdan gitsek ki hukûk-ı mâderi ri'ayet ve ukûk-ı vâlideden kendümüzi sıyânet kâbil ola ki fi’l-hakîka ol bî-çâre bu kâr-ı düşvâra bizüm sebebümüzle giriftâr oldı. Vatandan mühâcereti ve şedâ’id-i müsâferetî mahzâ bizüm içün irtikâb itse gerekdür diyü [nazm]
Gâh deryâ gamın iderdüm yâd
Gâh dirdüm ki her çi bâd-â-bâd
Bu tahayyür ü ıztırâb esnâsında ur’ân-ı azîmden tefe’’ül kılmaga mülhem ü muvaffak oldum. Bu âyet-i kerîme vârid oldı: Kâle lâtehâfâ inneni ma'akumâ esma'u ve erâ (Siz ikiniz korkmayın! dedi. Şübhesiz ben sizinle beraberim. Duyarım ve görürüm, Kur’ân-ı Kerim, Taha, 20/46.) Der-akab bir dahı tefe’’ül kıldum. Bu nazm-ı celîl-i lâzımü’t-tebcîl vârid oldı: Elemterâ ennallâhe sehhara lekum mâ-fi’l-ardi ve’l-fulku tecrî fi’l-bahri (Allah’ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; (buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O’nun tuttuğunu görmez misin?), Kur’ân-ı Kerim, Hac, 22/65.) Tereddüd ve inkılâbı ber-taraf idüp gemiye girüp bi-tevfîki’llâhi bir kaç günde maksada vusûl ve İstanbul’a duhûl müyesser oldı.
(Aksoyak, İ. Hakkı (hzl.)(2004). Kefeli Hüseyin-Râz-nâme. Harvard: Journal of Turkısh Studies, Harvard University.193.)
Şiirlerinden örnekler
Mezâk ehli lebün yâd itse tûtî kandi vasf eyler
Acebdür hâl-i âlem bilmeyen söyler bilen söyler
Dimiş dilber bana cân viren olur vasluma mahrem
İşiden gerçek anlar anı nice ölmesin âdem
Gam-ı dildâr gelüp mülk-i dile hükm itsün
Cân u dilden sürelüm zevk ü safâyı gitsün
Olımadun semend-i vasla süvâr
Kaldun ayakda ey gönül yüri var
Şerhalarla idelüm cismi ser-â-pâ mecrûh
Arz-ı hâl eyleyelüm yâra mufassal meşrûh
Ehl-i aşka katı çok ta’nı ko var epsem otur
Yüri ey zâhid-i hod-bîn bizi ko kendüni gör
Cefâyı her dem itme kıl vefâ gâhîce gâhîce
Dil-i meyyâle vir cânâ safâ gâhîce gâhîce
Gözüm pür-sîm iken aglar gönül bî-sîm iken aglar
Acebdür hâl-i âlem olan aglar olmayan aglar
Elinle itdügün hayrı dilinle eyleme zâyi
(Köksal, M. Fatih (hzl.)(2003). Yenipazarlı Vâlî Hüsn ü Dil. İstanbul: Kitabevi Yay.19.)
Kefevî’nin Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil mesnevisine yazdığı takriz şöyledir:
Virdi bu ıkd-ı le’âlîye nizâm
Şimdi bir kân-ı hüner kıldı zuhûr
Kalb-i sâfı kerem-i evsâfı
Şerh olınmaz dil ile nâ-mahsûr
Vâlî-i mülk-i suhen olsa revâ
Bu kitâbı yiter ana menşûr
Hüsn-i nazm ile dilâ Âhînün
Kıldı nesrini hebâ’-i mensûr
Şâha lâyık dür-i yektâdur bu
Ayn-ı insâf ile olsa manzûr
Nazmı pâkîze vü mazmûnı latîf
Hâsılı cümle cihâtı ma'mûr
Lâyık oldur ki bu sa'yi anun
Ola ehl-i hüner içre meşkûr
Nefe’allahu bihi fih’d-dâreyn
Hassahu’llahu bi-ecrin mevfûr
(Köksal, M. Fatih (hzl.)(2003). Yenipazarlı Vâlî Hüsn ü Dil. İstanbul: Kitabevi Yay.193.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 05.12.2020Eserlerinden Örnekler
Örnekler
Razname’den
Hâl-i abd-i za'îf ü dil-haste: Fakîr-i câmi'ü’l-hurûf vatan-ı me’lûf olan vilâyet-i Kefe’den sene hamse ve semânîn târîhinde vâlide-i za'îfeyi İstanbul’a getürmege âzim olup velâkin cânib-i bahrdan güzer mahall-i hazer ve kara semtinden sefer dahı mesâfe-i ba'îd oldugından kat'-ı nazar ve şûr u şer ve havf u hatardan hâlî olmayup ne deryâya girmege ikdâm idecek hâl ne kara felâketin çekmege mecâl var idi. Acebâ niçe itsek ve kangı tarafdan gitsek ki hukûk-ı mâderi ri'ayet ve ukûk-ı vâlideden kendümüzi sıyânet kâbil ola ki fi’l-hakîka ol bî-çâre bu kâr-ı düşvâra bizüm sebebümüzle giriftâr oldı. Vatandan mühâcereti ve şedâ’id-i müsâferetî mahzâ bizüm içün irtikâb itse gerekdür diyü [nazm]
Gâh deryâ gamın iderdüm yâd
Gâh dirdüm ki her çi bâd-â-bâd
Bu tahayyür ü ıztırâb esnâsında ur’ân-ı azîmden tefe’’ül kılmaga mülhem ü muvaffak oldum. Bu âyet-i kerîme vârid oldı: Kâle lâtehâfâ inneni ma'akumâ esma'u ve erâ (Siz ikiniz korkmayın! dedi. Şübhesiz ben sizinle beraberim. Duyarım ve görürüm, Kur’ân-ı Kerim, Taha, 20/46.) Der-akab bir dahı tefe’’ül kıldum. Bu nazm-ı celîl-i lâzımü’t-tebcîl vârid oldı: Elemterâ ennallâhe sehhara lekum mâ-fi’l-ardi ve’l-fulku tecrî fi’l-bahri (Allah’ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; (buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O’nun tuttuğunu görmez misin?), Kur’ân-ı Kerim, Hac, 22/65.) Tereddüd ve inkılâbı ber-taraf idüp gemiye girüp bi-tevfîki’llâhi bir kaç günde maksada vusûl ve İstanbul’a duhûl müyesser oldı.
(Aksoyak, İ. Hakkı (hzl.)(2004). Kefeli Hüseyin-Râz-nâme. Harvard: Journal of Turkısh Studies, Harvard University.193.)
Şiirlerinden örnekler
Mezâk ehli lebün yâd itse tûtî kandi vasf eyler
Acebdür hâl-i âlem bilmeyen söyler bilen söyler
Dimiş dilber bana cân viren olur vasluma mahrem
İşiden gerçek anlar anı nice ölmesin âdem
Gam-ı dildâr gelüp mülk-i dile hükm itsün
Cân u dilden sürelüm zevk ü safâyı gitsün
Olımadun semend-i vasla süvâr
Kaldun ayakda ey gönül yüri var
Şerhalarla idelüm cismi ser-â-pâ mecrûh
Arz-ı hâl eyleyelüm yâra mufassal meşrûh
Ehl-i aşka katı çok ta’nı ko var epsem otur
Yüri ey zâhid-i hod-bîn bizi ko kendüni gör
Cefâyı her dem itme kıl vefâ gâhîce gâhîce
Dil-i meyyâle vir cânâ safâ gâhîce gâhîce
Gözüm pür-sîm iken aglar gönül bî-sîm iken aglar
Acebdür hâl-i âlem olan aglar olmayan aglar
Elinle itdügün hayrı dilinle eyleme zâyi
(Köksal, M. Fatih (hzl.)(2003). Yenipazarlı Vâlî Hüsn ü Dil. İstanbul: Kitabevi Yay.19.)
Kefevî’nin Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil mesnevisine yazdığı takriz şöyledir:
Virdi bu ıkd-ı le’âlîye nizâm
Şimdi bir kân-ı hüner kıldı zuhûr
Kalb-i sâfı kerem-i evsâfı
Şerh olınmaz dil ile nâ-mahsûr
Vâlî-i mülk-i suhen olsa revâ
Bu kitâbı yiter ana menşûr
Hüsn-i nazm ile dilâ Âhînün
Kıldı nesrini hebâ’-i mensûr
Şâha lâyık dür-i yektâdur bu
Ayn-ı insâf ile olsa manzûr
Nazmı pâkîze vü mazmûnı latîf
Hâsılı cümle cihâtı ma'mûr
Lâyık oldur ki bu sa'yi anun
Ola ehl-i hüner içre meşkûr
Nefe’allahu bihi fih’d-dâreyn
Hassahu’llahu bi-ecrin mevfûr
(Köksal, M. Fatih (hzl.)(2003). Yenipazarlı Vâlî Hüsn ü Dil. İstanbul: Kitabevi Yay.193.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Örnekler
Razname’den
Hâl-i abd-i za'îf ü dil-haste: Fakîr-i câmi'ü’l-hurûf vatan-ı me’lûf olan vilâyet-i Kefe’den sene hamse ve semânîn târîhinde vâlide-i za'îfeyi İstanbul’a getürmege âzim olup velâkin cânib-i bahrdan güzer mahall-i hazer ve kara semtinden sefer dahı mesâfe-i ba'îd oldugından kat'-ı nazar ve şûr u şer ve havf u hatardan hâlî olmayup ne deryâya girmege ikdâm idecek hâl ne kara felâketin çekmege mecâl var idi. Acebâ niçe itsek ve kangı tarafdan gitsek ki hukûk-ı mâderi ri'ayet ve ukûk-ı vâlideden kendümüzi sıyânet kâbil ola ki fi’l-hakîka ol bî-çâre bu kâr-ı düşvâra bizüm sebebümüzle giriftâr oldı. Vatandan mühâcereti ve şedâ’id-i müsâferetî mahzâ bizüm içün irtikâb itse gerekdür diyü [nazm]
Gâh deryâ gamın iderdüm yâd
Gâh dirdüm ki her çi bâd-â-bâd
Bu tahayyür ü ıztırâb esnâsında ur’ân-ı azîmden tefe’’ül kılmaga mülhem ü muvaffak oldum. Bu âyet-i kerîme vârid oldı: Kâle lâtehâfâ inneni ma'akumâ esma'u ve erâ (Siz ikiniz korkmayın! dedi. Şübhesiz ben sizinle beraberim. Duyarım ve görürüm, Kur’ân-ı Kerim, Taha, 20/46.) Der-akab bir dahı tefe’’ül kıldum. Bu nazm-ı celîl-i lâzımü’t-tebcîl vârid oldı: Elemterâ ennallâhe sehhara lekum mâ-fi’l-ardi ve’l-fulku tecrî fi’l-bahri (Allah’ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; (buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O’nun tuttuğunu görmez misin?), Kur’ân-ı Kerim, Hac, 22/65.) Tereddüd ve inkılâbı ber-taraf idüp gemiye girüp bi-tevfîki’llâhi bir kaç günde maksada vusûl ve İstanbul’a duhûl müyesser oldı.
(Aksoyak, İ. Hakkı (hzl.)(2004). Kefeli Hüseyin-Râz-nâme. Harvard: Journal of Turkısh Studies, Harvard University.193.)
Şiirlerinden örnekler
Mezâk ehli lebün yâd itse tûtî kandi vasf eyler
Acebdür hâl-i âlem bilmeyen söyler bilen söyler
Dimiş dilber bana cân viren olur vasluma mahrem
İşiden gerçek anlar anı nice ölmesin âdem
Gam-ı dildâr gelüp mülk-i dile hükm itsün
Cân u dilden sürelüm zevk ü safâyı gitsün
Olımadun semend-i vasla süvâr
Kaldun ayakda ey gönül yüri var
Şerhalarla idelüm cismi ser-â-pâ mecrûh
Arz-ı hâl eyleyelüm yâra mufassal meşrûh
Ehl-i aşka katı çok ta’nı ko var epsem otur
Yüri ey zâhid-i hod-bîn bizi ko kendüni gör
Cefâyı her dem itme kıl vefâ gâhîce gâhîce
Dil-i meyyâle vir cânâ safâ gâhîce gâhîce
Gözüm pür-sîm iken aglar gönül bî-sîm iken aglar
Acebdür hâl-i âlem olan aglar olmayan aglar
Elinle itdügün hayrı dilinle eyleme zâyi
(Köksal, M. Fatih (hzl.)(2003). Yenipazarlı Vâlî Hüsn ü Dil. İstanbul: Kitabevi Yay.19.)
Kefevî’nin Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü Dil mesnevisine yazdığı takriz şöyledir:
Virdi bu ıkd-ı le’âlîye nizâm
Şimdi bir kân-ı hüner kıldı zuhûr
Kalb-i sâfı kerem-i evsâfı
Şerh olınmaz dil ile nâ-mahsûr
Vâlî-i mülk-i suhen olsa revâ
Bu kitâbı yiter ana menşûr
Hüsn-i nazm ile dilâ Âhînün
Kıldı nesrini hebâ’-i mensûr
Şâha lâyık dür-i yektâdur bu
Ayn-ı insâf ile olsa manzûr
Nazmı pâkîze vü mazmûnı latîf
Hâsılı cümle cihâtı ma'mûr
Lâyık oldur ki bu sa'yi anun
Ola ehl-i hüner içre meşkûr
Nefe’allahu bihi fih’d-dâreyn
Hassahu’llahu bi-ecrin mevfûr
(Köksal, M. Fatih (hzl.)(2003). Yenipazarlı Vâlî Hüsn ü Dil. İstanbul: Kitabevi Yay.193.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | FEYZÎ-İ KEFEVÎ | d. ? - ö. 1614 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | TÂLİBÎ, Tâlibî Çelebi | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | MAHMÛD, Mahmûd Efendi | d. ? - ö. 1582-83/1588-89 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | FEYZÎ-İ KEFEVÎ | d. ? - ö. 1614 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | TÂLİBÎ, Tâlibî Çelebi | d. ? - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | MAHMÛD, Mahmûd Efendi | d. ? - ö. 1582-83/1588-89 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | FEYZÎ-İ KEFEVÎ | d. ? - ö. 1614 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | TÂLİBÎ, Tâlibî Çelebi | d. ? - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | MAHMÛD, Mahmûd Efendi | d. ? - ö. 1582-83/1588-89 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | FEYZÎ-İ KEFEVÎ | d. ? - ö. 1614 | Meslek | Görüntüle |
11 | TÂLİBÎ, Tâlibî Çelebi | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | MAHMÛD, Mahmûd Efendi | d. ? - ö. 1582-83/1588-89 | Meslek | Görüntüle |
13 | FEYZÎ-İ KEFEVÎ | d. ? - ö. 1614 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | TÂLİBÎ, Tâlibî Çelebi | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | MAHMÛD, Mahmûd Efendi | d. ? - ö. 1582-83/1588-89 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | FEYZÎ-İ KEFEVÎ | d. ? - ö. 1614 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | TÂLİBÎ, Tâlibî Çelebi | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
18 | MAHMÛD, Mahmûd Efendi | d. ? - ö. 1582-83/1588-89 | Madde Adı | Görüntüle |