PİR ALİ AKSARAYÎ

(d. 882/1477 - ö. 945/16.01.1539)
tekke şairi
(Tekke / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Pir Ali Aksarayî, Devre-i Vusta Melamiliği veya İkinci Devre Melamiliği gibi isimlerle de adlandırılan Bayrami Melamiliği geleneğinde Ömer Dede Sikkînî ve Bünyamin Ayâşî’den sonra üçüncü kutup olarak kabul edilmektedir. 945/1538 tarihinde 63 yaşında vefat ettiğine (Erünsal 2003: 200) dair bilgiden hareketle 882/1477 tarihinde doğduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklar onun doğum yerinin Aksaray olduğu konusunda hemfikirdirler. Abdülbaki Gölpınarlı, Aksaray’da bulunan türbesinin mezar kitabesine dayanarak asıl adının Bahâeddin Ali olduğunu yazmaktaysa da (1931: 45), Melami kaynaklarında Alâeddin Ali şeklinde kaydedilmiştir. Mir’âtü’l-Işk’ta, halk arasında Sultan Pir Ali ismiyle şöhret bulduğu ifade edilir (Erünsal 2003: 200). Pir Ali Aksarâyî’nin gençlik yılları ve Bünyamin Ayâşî’ye nasıl intisab ettiği konusunda kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Çiftçilikle uğraştığı bilinmektedir. Ayâşî’nin ölümünden sonra Bayramilerin kutbu olarak kabul edilmiş, Aksaray’daki türbesinde ihvanlarının eğitimiyle meşgul olmuştur. Melami kaynaklarında, ünlü sufî İbrahim b. Edhem’i kastederek, “şayet benim devrimde yaşamış olsaydı, hükümdarlığı terk etmesine rıza vermezdim, mürid-i sâdıka terk-i saltanat-ı dünya lazım değildir” demek suretiyle mehdilik davası güttüğü ve “cennetin dört ırmağı benim hânemde mevcuddur” diyerek halkı davet ettiği gerekçesiyle dönemin hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’a şikâyet edildiği ve daha sonrasında geçen olaylar vurgulanır. Rivayete göre, başlangıçta bu işi soruşturmak için bir teftiş heyeti gönderilmiş, fakat bir sonuç alınamayınca İran seferine çıkmış olan Kanuni Sultan Süleyman bizzat bu işle ilgilenmiş ve tebdil-i kıyafetle Pir Ali Aksarayî’yi ziyaret etmiş, aralarında geçen sohbet ve bazı olağanüstü olaylar sonucunda onun masumiyetini ve büyük bir mutasavvıf olduğunu anlayan Kanuni Sultan Süleyman onu İstanbul’a davet etmiş, kabul etmeyince de oğlu İsmail Mâşukî’yi göndermesini istemiştir (Sarı Abdullah 1288: 246-249; Lâlîzâde vr. 133b-134b; Müstakimzâde vr. 10b-11b). Pir Ali Aksarayî, Kanuni Sultan Süleyman ile görüşmesinden kısa bir süre sonra oğlu İsmâil Mâşukî’yi İstanbul’a göndermiştir. Mir’âtü’l-Işk’ta, onun, İsmail Mâşukî’nin başkentteki faaliyetlerinden oldukça rahatsız olduğu ve sık sık dervişleri vasıtasıyla ihtar ettiği ifade edilir. İsmâil Mâşukî’nin İstanbul’a gitmesinden altı ay kadar sonra Pir Ali Aksarayî vefat etmiştir. Abdülbaki Gölpınarlı, Pir Ali’nin mezar kitabesinde yer alan bazı bilgilerden yola çıkarak mehdilik iddiasıyla şehit edildiğini ifade etmekte (1931: 45), A. Yaşar Ocak da bu konuda kendisine katılmaktadır (1997: 271-272). Halifelerinden olan Abdurrahman el-Askerî ise bu konularda sessiz kalmayı yeğlemektedir. Pir Ali Aksarayî’nin ne şekilde ve hangi tarihte öldüğü konusunda farklı yorumlar yapılmaktadır. Atâî ve Müstakimzâde ölüm tarihini 934/1528 tarihi olarak beyan etmişlerdir. Yine, mezar kitâbesinde yer alan “es-saîd eş-şehîd” ibaresinden hareketle, mehdilik iddiasıyla öldürülmüş olabileceğine dair yorumlar yapılır (Gölpınarlı 1931: 45; Ocak 1997: 271-272). Ancak, müridi Abdurrahman el-Askerî’nin yazdığı Mir’âtü’l-Işk’ta ölüm tarihi ve şekli şüpheye mahal bırakmayacak açıklıkta ortaya konulmuştur. Buna göre, Pir Ali Aksarâyî, 26 Şaban 945/16 Ocak 1539 tarihinde Kayseri’de halifelerinden Dedem-zâde Hacı Hayreddin’in evinde vefat etmiş, cenazesi vasiyeti üzere Aksaray’a getirilerek türbesinin bulunduğu yere defnedildi (Erünsal 2003: 200).

Pir Ali Aksarayî’nin, İsmail Maşukî’den başka, halifelerinden Yakub Helvâyi ile evlendiği bilinen bir kızının varlığından da söz edilir. Pir Ali Aksarâyî, Anadolu Melamiliğinin başlıca temsilcileri arasındadır. Onun zamanında Melamilik başta İstanbul olmak üzere geniş bir çevreye yayılmış, imparatorluk başkentine ulaşmıştır. Halifelerinin çokluğundan ve kendisinde bahseden eserlerde yer alan ifadelerden, geniş bir nüfuza sahip olduğu ve kendisine çok sayıda kişinin biat ettiği anlaşılmaktadır. Mir’âtü’l-Işk’ta, tasarruf sahibi bir kimse olması dolayısıyla sohbet meclisinin hiç boş kalmadığını, gelenlerin cezbeye kapılıp kısa süre sonra tekrar geldiklerini ifade edilir (Erünsal 2003: 106) . Dünyevi meseleler konusunda kendisine danışmak için Hristiyan ahaliden dahi gelenlerin varlığı Pir Ali Aksarayî’nin şöhretinin oldukça geniş bir çevreye yayıldığını göstermektedir. Abdülbaki Gölpınarlı, onun sadece Melâmiler değil, herkes tarafından kutb sayıldığını belirtmektedir. Mir’âtü’l-Işk’ta, feyz ve tasarrufundan etrafından bulunan herkesin etkilendiği ifade edilmektedir. Melami geleneğinde velâyet-i hakikati Muhammediye’nin vârisi ve keramet sahibi bir şahsiyet olarak nitelendirilen (Sarı Abdullah 1288: 246; Müstakimzâde vr. 10b) Pir Ali Aksarayî’nin son derece güçlü bir cezbeye sahip olduğu ve bazen günlerce kendinden geçmiş bir hâlde kaldığı ifade edilmektedir (Erünsal 2003: 187-188). Tasavvuf düşüncesinde Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin etkisi açıkça hissedilmektedir. İnsan-ı kâmil ve vahdet-i vücûd onun tasavvuf anlayışının temelini oluşturur. Ona göre insan-ı kâmil gerçek evliyadır. İnsan-ı kâmile muhabbet ise Zâta muhabbettir (Erünsal 2003: 198). Mir’âtü’l-Işk’ta tasavvuf anlayışında şeriatın çok önemli olduğu ve bu çizginin dışına taşmaya izin verilmediği pek çok kez dile getirilmiştir. O çevresindekileri bu konuda sık sık uyarmış, “Erenler şeriatın dışında olan bizden değildir dediler, bu fakir dahi böyle deriz, şeriatın dışına çıkanı iki gözümün biri dahi olsa çıkarırım, tarikime ilhad karıştığını istemem” (Erünsal 2003: 112, 194) sözleriyle bu konudaki hassasiyetini ortaya koymuştur. Müridlerinin yanında bulunan dervişlerin eğitimiyle yakından ilgilenmiş, onlara pek çok konuda tavsiyelerde bulunmuş, çok zeki ve uyanık olmaları konusunda onları uyarmıştır. Derviş eğitiminde muhabbet ve sohbete çok önem vermiştir. Sohbetlerinde sık sık aşk motifini işlemiştir. Ona göre, benimsedikleri yol aşk yoludur. Bu aşkın serçeşmesi Hazreti Ali’dir. Mana taikindeki önderi ise Veysel Karanî’dir. Bunun nedeni ise Veysel Karanî’nin sır sahibi olmasıdır (Erünsal 2003: 193). Sohbetleri sırasında üzerinde en fazla durduğu konulardan birisi de edebdir. Ona göre, dervişliğin ve yiğitliğinin temelini edeb teşkil eder. Edebe ulaşmanın yolu ise, hoş olmayan fiillerden, nefsin kötülüklerinden kaçınmak ve fânî olan bu dünyaya iltifat etmemektir (Erünsal 2003: 78). Ona göre dervişlerin dikkat etmeleri gereken bir diğer husus tevazudur. Zira dervişlik, yokluk, hiçlik, tevazu ve meskenettir. Bu hasletlere sahip olmak ise, benlik duygusunu, kibir ve kini gönülden atmakla olur (Erünsal 2003: 88). Pir Ali Aksarayî, melamet yolunun gereği olarak dervişlerinin tac ve hırka giymelerine izin vermemiş, onların birer sanata sahip olarak halk içinde çalışmalarını istemiştir (Öngören 2000: 171). Aynı şekilde tekke ve hânkâh da kabul etmemiştir (Erünsal 2003: 196). Pir Ali Aksarayî’nin sahip olduğu bu düşünceleri ölümünden sonra halifeleri tarafından devam ettirilmiştir. Melami geleneğinde, Mir’âtü’l-Işk haricindeki kaynaklarda, Pir Ali Aksarayî’den sonra kutbiyyet makamına oğlu İsmail Ma’şukî’nin geçtiği düşüncesi hâkimdir. İsmail Mâşukî’nin öldürülmesinden sonra kutbiyyete Aksarayî’nin diğer bir halifesi olan Ahmed Sarbân geçmiş ve silsile bu şekilde devam etmiştir. Melamiyye mensuplarından Emir Osman, İsmail Maşukî’nin kutbiyyetinden söz etmeksizin, silsilede Pir Ali’den sonra Ahmed Sârban’ın ismini verir (Emir Osman Haşimî vr. 32a-b). Mir’âtü’l-Işk’ta ise, İsmail Maşukî’nin babasının icazeti olmaksızın şeyhliğe kalkıştığı, icazetin Aksarayî tarafından diğer bir halifesi Pir Ahmed Edirnevi’ye verildiği ifade edilir. (Erünsal 2003: 218 vd). Pir Ali Aksarayî’nin diğer halifeleri arasında, 939/1532 yılında taraftar toplamak için İstanbul’a gönderdiği Baba Hasan, Nebi Sufî, yine İstanbul’da Bozdoğan kemeri altında tekkesi bulunan ve halk arasında Helvacı Baba adıyla da bilinen damadı Yakub Helvâî, Şeyh Ahmed, Kayseri’de bulunan dervişlerinden Ahi Baba, Mehmed Abdal ve Dedem-zâde Hacı Hayreddin, Şeyh Ahmed, Nalıncı Mehmed Dede gibi şahsiyetlerin isimleri sayılabilir. Bunlar arasında bilhassa Yakub Helvâyi’nin İstanbul’da Melamiliğin yayılmasında büyük bir etkisi vardır.

Kaynakça

Ahmed Rif’at (1299). Lûgat-ı Târihiyye ve Coğrafiyye. İstanbul: Mahmud Bey Matbaası. 

Akkuş, Mehmet-Ali Yılmaz (hzl). (2006). Hüseyin Vassâf. Sefîne-i Evliyâ II. İstanbul: Kitabevi Yay.

Aynî, Mehmed Ali (1343). Hacı Bayrâm-ı Velî. İstanbul: Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası.

Bolat, Ali (2003). Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik. İstanbul: İnsan Yay.

Emir Osman Haşimî. Tarikatnâme. Süleymaniye (Hasan Hüsnü Paşa) Ktp., nr. 758, vr. 32a-b.

Erünsal, İsmail E (2003). XV-XVI. Asır Bayrâmî Melâmîliği’nin Kaynaklarından Abdurrahman el-Askerî’nin Mir’âtü’l-Işk’ı. Ankara: TTK Yay.

Gölpınarlı, Abdülbaki (1931). Melâmîlik ve Melâmîler. İstanbul: İnkılâp Kitabevi.

Işın, Ekrem (1994). “Melâmîlik”, Dünden Bugüne İslam Ansiklopedisi. C. 5. İstanbul: yyy.

Konyalı, İbrahim Hakkı (1974). Âbideleri ve Kitabeleri ile Niğde Aksaray Tarihi. C. 2. İstanbul: yyy.

Lâ’lîzâde Abdülbâkî, Menâkıb-ı Melâmîyye-i Bayrâmiyye, (Sergüzeşt), Süleymaniye (Hacı Mahmud Ef.) Ktp., nr. 2456, vr. 133b-134b.

Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Risâle-i Melâmîyye-i Şuttâriyye. İÜ (TY) Ktp., nr. 3357, vr. 10b-13b. Nev’îzâde Atâyî (1989).

Ocak, Ahmet Yaşar (1997). Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.

Öngören, Reşat (2000). Osmanlılar’da Tasavvuf: Anadolu’da Sufîler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl). İstanbul: İnsan Yay.

Özcan, Abdülkadir (hzl.) (1989). Hadâ’iku’l-Hakâ’ik fî Tekmiletî’ş-Şakâ’ik. İstanbul: Çağrı Yay.

Sarı Abdullah (1288). Semerâtü’l-Fuâd fi’l-Mebdeî ve’l-Meâd. İstanbul.

Şahin, Haşim (2007). “Pir Ali Aksarâyî”, İslam Ansiklopedisi. C. 34. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 273-274.

Türer, Osman (hzl). (2005). Mehmed Nazmî (2005). Hediyyet’l-İhvân (Osmanlılarda Tasavvufî Hayat –Halvetîlik Örneği-). İstanbul: İnsan Yay.

Vicdânî, M. Sâdık (1338-1340). Tomâr-ı Turûk-ı Aliyye’den Melâmîlik. İstanbul.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: DOÇ. DR. HAŞİM ŞAHİN
Yayın Tarihi: 03.03.2015
Güncelleme Tarihi: 10.12.2020

Eserlerinden Örnekler


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1RÜKNÎ, Süleyman Rüknî Efendid. ? - ö. 1742-43Doğum YeriGörüntüle
2HAKÎKÎ, Yûsuf-ı Hakîkî Baba, Şeyh Yûsuf , Gül Babad. ? - ö. 1487-1488Doğum YeriGörüntüle
3SAİD EMRE, Molla Sadeddind. ? - ö. ?Doğum YeriGörüntüle