Madde Detay
ULVÎ, Derzî-zâde Mehmed Ulvî Çelebi
(d. ?/? - ö. 993/1585)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Asıl adı Mehmed’dir, Derzi-zâde/Terzi-zâde lakabıyla tanınır.
Doğum tarihi bilinmemektedir. İstanbullu olan şair, kadılık ve hâkimlik
görevlerinde bulunmuş ilmiye mensubu bir baba ve aslen Rus bir cariye olduğu
rivayet edilen bir annenin oğludur. Kardeşi Re’yî de şairdir. Kınalı-zâde
Tezkiresi’nde kardeşi Re’yî’nin inşa kurallarını babasından öğrendiğinin
nakledilmesinden hareketle Ulvî’nin de ilk eğitimini babasından aldığı tahmin
edilebilir (Çelik-Kılıç, 2018: 19). Âşık Çelebi onun, kardeşiyle beraber
devrinin önde gelen âlimleriyle aynı mecliste bulunduğunu söylemekle birlikte
dîvânının dibacesinde Semaniye Medreseleri’nde uzun yıllar fen ve ilim
tahsilinde bulunarak mülazımlığa eriştiğini (Çelik-Kılıç, 2018: 20) ifade eden
sözleri onun ilmiye mensubu ve danişment zümresinden olduğunu gösterir. Muallim-zâde
Ahmed Efendi Manisa müftüsü olduğunda kendisinin danişmendliği görevini
üstlenir ve ondan eğitim alır. Manisa’da bulunduğu sıralarda Şehzâde Selim’in
musahiplerinden Celal Bey ve Turak Çelebi vasıtasıyla Şehzâde’ye takdim edilir.
Bu arada özel takdirini ve dostluğunu kazandığı Turak Çelebi’nin himmetiyle
kendisine altı akçe gündelik bağlanır. Şehzâde Selim’e sunduğu kasidelerle onun
iltifatına mazhar olarak pek çok ihsanına nail olur ve içinde bulunduğu ilmî ve
edebî çevreyi iyi değerlendirip kendini yetiştirerek gözde şairlerinden biri durumuna
gelir.
Bir ara hamisi Turak Çelebi’nin katledilmesi üzerine yazmış
olduğu Dil harâba varıyor
sîneye cânân gelsün / Şehri hâlî komasun tahtına sultân gelsün şeklindeki
matlaı dilden dile dolaşarak Kanûnî Sultan Süleyman’ın kulağına ulaşır. Bundan
rahatsızlık duyan sultan, şairin hapsi ve katli için ferman çıkarır. Bunun
üzerine Ulvî çareyi kaçmakta bularak uzun bir müddet ortadan kaybolur. Hemen
bütün tezkirelerin söz birliği etmişçesine beyan ettiği ve tezkire kaynaklı
çalışmaların tekrar ettiği bu bilgi, yakın tarihlerde (2018) şairin dîvânının
tenkitli neşrinin yapılmasıyla hatalı olabileceği öne sürülerek tartışmaya
açılmıştır. Şairin dîvân dibacesindeki beyanlardan ve dîvân nüshalarındaki
başlıklardan anlaşıldığına göre Ulvî’nin İstanbul’dan ayrılma sebebi söz konusu
matla ile başlayan gazel değil, Turak Çelebi’nin idamından duyduğu derin
teessürdür (Çelik-Kılıç: 2018: 62, 125-126). Gazelin, dîvân dibacesinde “gazel-i
cülûs-ı münâsib-i hâl” başlığıyla yer alması ve Paris nüshasında “Ulvî
Çelebi’nüñ ‘izzetine sebeb olan gazel” başlığını taşıması II. Selim’in cülusu
üzerine mansıp talep etmek üzere yazılmış olabileceğini göstermektedir. Ancak
Çelik ve Kılıç’a göre II. Selim’in yakınında bulunan ve şairle bizzat tanış
olması muhtemel Gelibolulu Âlî’nin de bu bilgiyi vermesi dikkat çekici olup
Ulvî’nin söz konusu olaylardan çok sonra tertip ettiği dîvânında bu şiiri
cülusiyye şeklinde tertip ederek hakikati çarpıtmış olabileceği ihtimalini de
barındırmaktadır (2018: 62). Öte yandan Ulvî’nin Turak Çelebi’nin ölümü üzerine
yazdığı mersiyelerden birinde sosyal aksaklıklara dikkat çeken bir yaklaşım
sergilemesi ve padişahtan adeta hesap sorarcasına bir üslup sergilemesi (İsen,
CXII; İsen, 263) gibi yorumlardan
hareketle Ulvî’nin büyük olasılıkla Turak Çelebi’ye yazdığı mersiye sebebiyle
gurbete çıktığı ifade edilmiştir (Çelik-Kılıç, 2018: 63). Gazelin, Süleymaniye
nüshasının dibacesinde “gazel-i cülûs-ı münâsib-i hâl” başlığıyla yer alması ve
aynı nüshanın gazeller kısmında “merhum ‘Ulvî Çelebinüñ gurbetine sebeb olan
gazeli” başlığıyla yer alması da bu karışıklığı göstermesi bakımından dikkat
çekicidir.
Ulvî, Turak Çelebi’nin ölümü üzerine başlayan sürgün hayatından
sonra II. Selim’in tahta çıkışıyla birlikte tekrar İstanbul’a dönerek sultanın
himayesine girer ve yine onun emriyle Hubbî Mollası adıyla şöhret bulan Molla
Çelebi (Mehmed Vusûlî Efendi)’ye mülazım olur. Gurbette geçirdiği korkulu
günler sonucu yakalandığı kuruntu hastalığı nedeniyle şaraba müptela olmuştur
ve bu özelliği müderris olduktan sonra da artarak devam eder. Sabah akşam
meyhaneden çıkmaz olan Ulvî ayyaş kimselerle düşüp kalkmaya başlar. Bu durum
çevresindeki ileri gelen kişilerin de kendisinden uzaklaşmasına sebep olmuştur.
Hayatının son dönemlerini zelil, sefil, hasta ve yalnız halde geçirerek
993/1585’te İstanbul’da ölür ve Galata Mezarlığı Kanlı Kozlar mevkiinde
defnedilir. Yenipazarlı Vâlî şairin ölümüne İçüp Ulvî bekâ câmını geçdi bezm-i mihnetden diyerek
tarih düşürmüştür.
Ulvî’nin en önemli eseri Dîvân’ıdır.
Eksik ve düzensiz olmakla birlikte bugün yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerinde
dîvânın nüshaları bulunmaktadır. Ayrıca pek çok mecmuada şiirlerine rastlanır.
Dîvânı üzerine İsmail Çetin tarafından Süleymaniye Ktp. Halet Ef. Ek 150 ve
Millet Ktp. AEMnz 304 numaralı nüshalar karşılaştırılarak bir yüksek lisans
tezi hazırlanmıştır. Büşra Çelik ve Muzaffer Kılıç eserin Süleymaniye Halet Ef.
Ek 150 nüshasını esas alarak Ali Emiri Mnz 304, İngiltere Biritish Museum Or.
11132, Fransa Bibliotheque Nationale Supp. Turc 580 ve İstanbul Üniversitesi TY
1532 nüshaları ile kıyaslamak suretiyle tenkitli neşrini hazırlamıştır. Şairin
ayrıca 964/1556’da kaleme aldığı bir Manisa
Şehrengizi bulunmaktadır. Şehrengiz İstanbul Üniversitesi Ktp.
TY 1532 numaralı mecmuada, Süleymaniye Ktp. Halet Ef. Ek 150’deki Ulvî Dîvânı nüshası
içinde ve Atatürk Üniversitesi Seyfettin Özege Kütüphanesi Agâh Sırrı Levend
Kitapları 322-339 numaralı Şehrengizler Mecmuası’nda yer almaktadır.
Kınalı-zâde Hasan Çelebi ve Beyânî, Ulvî’nin derbeder hâlinden
dolayı dîvân tertip edemediğini naklediyorlarsa da dîvânının bir dibacesi
olması ve gerek dibacesinde gerekse bazı şiirlerinde dîvân tertip ettiğine dair
açık ifadeler bulunması onun hayattayken şiirlerini bir araya getirip dîvân
tertiplediğini göstermektedir (Çelik-Kılıç, 2018: 65). Ulvî, tertiplediği dîvânını
önce II. Selim’e, daha sonra üzerinde bazı değişiklikler yaparak III. Murad’a
sunmuştur (Çelik-Kılıç: 2018: 72). Dîvânında II. Selim (ö. 1574), III. Murad
(ö. 1595), Turak Çelebi (ö. 1563), Osman Paşa (ö. 1585), Muallim-zâde Ahmed (ö.
1572), Vusûlî Çelebi (ö. 1590) gibi isimlere yazılmış şiirleri vardır. Ayrıca Bâkî (ö. 1600) ile birbirlerine
nazireler yazmış olmaları karşılıklı etkileşim içinde olduklarını
göstermektedir. Yapılan araştırmaya göre Bâkî Ulvî’nin 35 şiirine 37 nazire
yazmıştır. Ulvî Dîvânı’nın Süleymaniye nüshası, derkenarda Bâkî’ye ait 2
kaside, 1 tahmis ve 155 gazeli havi olmasıyla Bâkî Dîvânı’na ait bir nüsha
olarak değerlendirilebileceği (Kılıç-Çelik, 2017: 329) gibi nazire şiirleri de
göstermesi bakımından iki şairin birbiriyle olan etkileşiminin somut bir delili
niteliğindedir. Şairin kendi hocası Vüsûlî Mehmed Çelebi’ye yazmış olduğu
kasidenin “sünbül” redifli olması da bu bağlamda dikkat çekicidir.
Derzi-zâde Ulvî döneminin renkli söyleyişe sahip kabiliyetli
şairlerindendir. Şiirleri akıcı bir edaya ve dokunaklı bir manaya sahiptir. Şiirlerinde
gurbette geçen sıkıntılı günlerine dair izlere de rastlanır. Üç yıla yakın
sürdüğü anlaşılan gurbet hayatı, diyar diyar dolaşarak geçmiştir. Şiirlerinden
yola çıkarak Kâbe, Meşhet, Bağdat ve Diyarbakır illerinde bulunduğu
anlaşılmaktadır (Çelik-Kılıç, 2018: 26). Gurbet günlerinden dîvân dibacesinde
de söz etmiştir. Dibacede ayrıca dîvânını nasıl ve ne şekilde tertip etmeye
karar verdiğini anlatmış, şiir ve şairle ilgili görüşlerine yer vermiştir. Şiir
hakkındaki görüşlerine bazı beyitlerinde de rastlanmaktadır.
Tezkirelerde şiirlerinden övgüyle söz edilen Ulvî, iham ve
tevriye sanatlarıyla söyleyişine güç kazandırmıştır. Klâsik Türk şiirinde
iham ve tevriye sanatlarını sıklıkla kullanma eğilimi gösteren ve söyleyişi
neredeyse bu iki sanatla özdeşleşen şairlerden biri Bâkî’dir. Şairin Bâkî ile
bu yöndeki üslup benzerliğine de ayrıca dikkat çekmek gerekir. Ahdî onun atasözlerini kullanması bakımından Necâtî’nin,
işlediği mazmunlar bakımından ise Zâtî’nin takipçisi olduğunu ve tarz
bakımından Hayâlî’yi andırdığını ifade eder. Gelibolulu Âlî ise İshak
Çelebi’nin yolunu takip ederek sade ve âşıkâne şiirler yazdığını söyler. Kınalı-zâde,
Ulvî hakkında, çok şiir söyleyip şiirlerindeki edanın sade olduğunu
söyleyenlerin değerlendirmelerini insafsız bulur. Özellikle gazel ve
kasidelerinde başarılı olan şairin gazelleri orijinal hayal ve mazmunlarla
dolu, kasideleri ise farklı ve kendine özgüdür. Bazı kasidelerinde kendi icat
ettiği bir söyleyiş tarzı yakalamıştır. Her mısraında bahar ve hazan, âb ve
âteş, tîg ve kalem, tîg ve kemer kelimelerinin geçtiği kasideleriyle pey-ender-pey
ve Selman-ı Sâvecî’ye karşılık olarak yazmış olduğu çâr-ender-çâr kasideleri
buna örnektir. Kınalı-zâde’nin beyanına göre Ulvî, âb ve âteş kasidesini
987/1579 tarihinde gerçekleşen büyük İstanbul yangınında evinin yanması üzerine
kaleme almıştır. Dîvânın tenkitli neşir çalışmasında Kınalı-zâde’nin, bu
görüşünün de yanlış olduğu tespit edilmiştir. Nitekim kaynaklarda İstanbul
yangının tarihi 977/1569 olarak geçmekle birlikte Kınalı-zâde’nin verdiği
tarihe göre III. Murad’a sunulmuş olması gereken kaside beyitlerden açıkça
anlaşıldığı üzere II. Selim’e sunulmuştur (Çelik-Kılıç: 2018: 63-64).
Dolayısıyla kaside ile ilgili bu bilgi gerçeği yansıtmamaktadır. Ulvî, 1582
yılında III. Murad’ın oğlu Mehmed için düzenlenen sünnet düğününü anlatan bir
“suriyye” de kaleme almıştır. Turak Çelebi’nin ölümüne Eyleye Hak ana cennâtı turak şeklinde
düşürdüğü tarih meşhurdur.
Kaynakça
Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmanî. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Çelik, Büşra ve Muzaffer Kılıç (2018). Derzî-zâde Ulvî Divanı. İstanbul: DBY Yay.
Çetin, İsmail (1993). Derzi-zâde Ulvî (Hayatı Edebî Şahsiyeti ve Divanının Tenkidli Metni). Yüksek Lisans Tezi. Elazığ: Fırat Üniversitesi.
İpekten, Haluk (1996). Divan Edebiyatında Edebî Muhitler. İstanbul: MEB Yay.
İpekten, Halûk, Mustafa
İsen, Recep Toparlı, Naci Okçu ve Turgut Karabey (1988). Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı
İsimler Sözlüğü. Ankara: KTB Yay.
İsen, Mustafa (1993). Acıyı Bal Eylemek, Türk Edebiyatında Mersiye. Ankara: Akçağ Yay.
İsen, Mustafa (2000). “Klâsik Kültürden İki İlginç Portre Turak Çelebi ve Ulvî”. Ötelerden Bir Ses, Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler. Ankara: Akçağ Yay.
İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Alî, Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.
Kayabaşı, Bekir (hzl.)(1997). Kâf-zâde Fâ’izî’nin Zübdetü’l-Eş‘âr’ı. Doktora Tezi. Malatya: İnönü Üniversitesi.
Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Âşık Çelebi, Meşâi’rü’ş-Şu’arâ. C.2. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.
Kocatürk, Vasfi Mahir (1970). Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara.
Kutluk, İbrahim (hzl.) (1989). Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuarâ. Ankara: TTK Yay.
Levend, Agâh Sırrı (1958). Türk Edebiyatında Şehr-engizler ve Şehr-engizlerde İstanbul. İstanbul: İstanbul Fethi Derneği İstanbul Enstitüsü Yay.
Riyâzî. Riyâzü’ş-şu‘arâ. Nuruosmaniye Ktp. 3724. vr. 109a.
Solmaz, Süleyman (hzl.) (2009). Gülşen-i Şu‘arâ (Bağdatlı Ahdî). Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10731,agmpdf.pdf?0 [erişim tarihi: 23.07.2014]
Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2008). Beyânî, Tezkiretü’ş-Şuarâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10733,metinpdf.pdf?0 [erişim tarihi: 23.07.2014]
Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2009). Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10739,tsmetinbpdf.pdf?0 [erişim tarihi: 23.07.2014]
Şemseddin Sâmî (1311). Kâmûsu’l-A‘lâm. c.4. İstanbul.
Tatçı, Mustafa (hzl.) (2003). Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri I-II-III. Ankara: Bizim Büro Yay.
Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu (1965). C.1. İstanbul: MEB Yay.
Yaltkaya, Şerafettin ve Kilisli Rıfat Bilge (hzl.) (1971). Kâtip Çelebi, Keşf-el-Zunûn. İstanbul: MEB Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ ESMA ŞAHİNYayın Tarihi: 05.08.2014Güncelleme Tarihi: 31.01.2021Eserlerinden Örnekler
Kasîde-i
Hazân u Bahâr
Misâl-i ‘âşık u ma‘şûk olup hazân
u bahâr
Hazân sarardı vü oldı bahâr
lâle-‘izâr
Hazân melûl ü hazîn ü bahâr
hurrem ü şâd
Bahâra hande virilmiş hazâna
girye vü zâr
Bahâr sünbüli gibi hazân
perîşân-hâl
Hazân teb-i gama düşmiş bahâr
hem-dem-i hâr
Bahâra karşu hazân itdi hâsılın
ber-bâd
Hazâna karşu bahâr açdı var-ise
ruhsâr
Hazânuñ eyleyüp ihya bahâr
mürdelerin
Hazân bahâr ile Hak sun‘ın
itdiler izhâr
Kemâl-i sun’-ı bahâr u hazânı
seyr it kim
Hazân bahâr iledür fe’nzurû ilâ âsâr
Yolındı şâh-ı bahâruñ yolında
gerçi hazân
Bahârı görmedi vü gitdi hazân u
bahâr
Hazân-ı gamda diler dil bahâr-ı
sebz-i hatuñ
Nite ki fasl-ı hazânda safâ-yı
köhne-bahâr
Bahâr-ı hüsne hazân olsa hatt ne
gam yaraşur
Hazâna ‘azm-i şikâr u bahâra
seyr-i kenâr
Bahâr-ı vuslata fasl-ı hazân-durur
fürkat
Hazân-ı fürkate her dem bahârdur
ruh-ı yâr
Bahâr misl-i vücûd u hazân
‘adîl-i ‘adem
Hazân şebîh-i leyâl ü bahâr
‘ayn-ı nehâr
Bahâr-ı ‘akluñ olupdur hazânı
vakt-i cünûn
Rumûz-ı ‘ışkı bahâr u hazân ider
iş‘âr
Hazâna üştür-i ebr-i bahârı çekdi
nesîm
Hazâna satdı metâ‘ın bahâr-ı
gonce-kıtâr
Hazâna hayl-i bahâr ile geldi
husrev-i gül
Semend-i bâd-ı bahârî hazâna
virdi gubâr
Zer-i hazân ile sîm-i bahârı derc
itdi
Sabâ hazân u bahâra olup
sipeh-sâlâr
Bahâr tahtını almış hazânuñ
eyleyüp âl
Bahâra bak nice geçmiş hazâna
nakş u nigâr
Selîm Hân ki hazân yok bahâr-ı
hulkında
Bahâr-ı bâg-ı İremdür hazânsuz
olsa ne vâr
Bahâr emîr-i çemendür hazân
hizâne-i zer
Şeh-i bahâra hazîne taşur hazân
her bâr
Hazân zamanını fîkr it bahâra
aldanma
Bahâr-ı ‘âlemüñ olur hazânı âhir-i
kâr
Bahâra virdi tegayyür hücûm-ı
fasl-ı hazân
Hazân bahâr ile oldı fenâ-yı
dehre medâr
Ferah bahâr u hazân gam visâl-i
şeh nevrûz
Bahâr vasl u hazân hecr u behr-i
cân leb-i yâr
Bahâr levhini toldurdı zer
varakla hazân
Hazân bahâr ile şeh medhin
eylesün tekrâr
Hazânda seyre çıkarsa nigâr bahâr
olur ‘âlem
Bahâra bakmasa döner hazâna dâr u
diyâr
Hazânı tâze bahâr eyledi bahârı
hazân
Hazân-ı çihre-i ‘âşık bahâr
‘ârız-ı yâr
Zemîni sanma pür itdi bahâr u
berg-i hazân
Döşer bahâr u hazân şâha dîba-yı
zer-kâr
Salın salın ki hazânsuz bahârsın
ey serv
Bahâra döndi hazân ‘âlemüñ
güzellügi var
Bahâr irince hazâna bu matla‘ı
okıdı
Meger hazân u bahârum çemende
andı hezâr
Hazân göçüp çemene kondı kârbân-ı
bahâr
Hazânı bûy-ı bahâr itdi külbe-i
‘attâr
Güler bahâr ile gülşen hazân ile
aglar
Solup hazânda tonanur bahâr ile
ezhâr
Hazâna hâne yaraşur bahâra kûşe-i
bâg
Hazân bahâr ile dirler ki olmanuz
huşyâr
Bahâr irişdi gamuñdan hazâna
döndüm ben
Hazân gelür baña sensüz bahâr ile
gül-zâr
Bahâr-ı bâg-ı vücûda irüp hazân-ı
‘adem
Tagıtdı tâze bahârum hazân yili
nâ-çâr
Görüñ bahâr u hazânın mahabbet
illerinüñ
Hazân-ı ‘ışk ben oldum bahâr-ı hüsn
o nigâr
Bahâr-ı tab‘umuñ oldı hazânı
nazm-ı selef
Bahâr günleri geldi hazân kıldı
firâr
Bîsât-ı sebz-i bahârı hazân idüp
rengîn
Bahâr bâgına kıldı hazân zerin
îsâr
Bahâr goncesi hamrâ hazân
şükûfesi zerd
Nukûş-ı ferşüñe bakdum hazân
bahâr ile yâr
Bahâr-ı lutf ile baksañ hazân-ı
çihreme ger
Hazân bahâr ile bir yirde eyler
idi karâr
Bahâr irişdi hazân gitdi geldi
çün nevrûz
Kapuñda ‘Ulvî n’ola söylese hazân
u bahâr
Bahâr bülbüli gûyâ ider hazân çün
lâl
Bahâr-ı lutf ile mahv it hazânum
ey dildâr
Bahâr-ı lutfuña nisbet-i
hazân-durur medhüm
Görüp hazânumı göster bahâruñı
gül-vâr
Bahâr-ı şâha hazân irmesün diyü
yâ Rab
Bahârı gördi hazânsuz el açdı
Hakk’a çenâr
Bahâr-ı ‘ömrüñi Hak eylesün
hazândan emîn
Nite ki ‘âlemi devr eyleye hazân
u bahâr
(Ulvî. Dîvân-ı Ulvî. Halet Efendi
Ek 150 vr.36b-38b; Ali Emiri Mnz 304 vr.37a-38a; Esad Efendi 3409 vr.8a-9a.)
Kasîde-i
Çâr-Ender-Çâr
Cihân bâgında hadd ü zülf ü çeşm
ü kaddüñ ey dilber
Biri güldür biri sünbül biri
‘abher biri ‘ar’ar
Hayâl ü hasret ü derd ü firâkuñ
ey tabîb-i dil
Karâr u ‘akl u sabr u fikri yagma
kıldı ser-tâ-ser
Elümde bâd u gözde âb u dilde nâr
u başda hâk
Baña kıydı bu zülf ü ‘ârız u hadd
ü hat-ı ‘anber
Bu hüsnüñle bu ruhsâr u bu elfâz
u bu güftâruñ
Dil-ârâ vü safâ-bahş u hayât-efzâ
vü cân-perver
Melek-sîmâ perî-rû serv-kâmet
gonce-femsin sen
Şeker-güftâr u hoş-reftâr u
gül-ruhsâr u şîrîn-ber
Cebînüñle ruhuñla ‘ârızuñla
gerdenüñ oldı
Cihân-gîr ü cihân-sûz u şeb-efrûz
u ziyâ-güster
Leb-i la’l ü dür-i dendân u bûy-ı
zülf ü ruhsâruñ
Olupdur her biri memdûh-ı şark u
garb u bahr u ber
Müjeñle gamzeñ ile çeşmüñ ile
kaşuña kuldur
Kemân-keşler ‘adû-küşler bahâdırlar
dil-âverler
Cemâlüñle dehânuñla zebânuñla
kelâmuñla
Beden biryân ciger sûzân u dil
nâlân u cân bî-fer
Ne Rûm u Şâm içinde var ne yirde
gökde mânendüñ
Güneş yüzlü hilâl-ebrû Mesîhâsın
perî-peyker
Belâ vü mihnet ü hışm u cefâ vü
hecr-i la‘lüñle
Bu ben mahmûr u mahrûra kadeh
çeşm ü mey eşk-i ter
Ne hoş demdür ne kutlu gün ne
zîbâ vakt ü sâ‘atdür
Ola meclîsde sâz u söz ü dilber
bâde-i âhmer
Safâ-yı hâtırum ârâm-ı cânum
devletüm ‘ömrüm
Hayâtum sıhhatum varum nigârum
sensin ey dilber
Miyân u kâmet ü la‘l ü ruhuñda
cümle hatm olmış
Öpilmekler emilmekler sarılmaklar
kucılmaklar
Beni kul itdi bir mahbûb-ı hûb u
meh-veş-i dil-keş
Sürûr-ı dil huzûr-ı cân u nûr-ı
çeşm ü sa‘d-ahter
Lebi şîrîn saçı leylâ özi Yûsuf
yüzi ‘Azrâ
‘Aceb zîbâ ‘aceb ra‘nâ ‘aceb
garrâ ‘aceb hoş-ter
Keser çevgân deler cânı açar
şerha döker kanı
Çeker yayın atar tîrin çalar tîgın
urur hançer
Halâvetde belâgatde letâfetde
nezâketde
Dehen şîrîn suhen rengîn beden
sîmîn miyân lâger
Hücûm-ı hayl u rahş u darb-ı tîg
u top ile oldı
Kevâkib kûr ü gerdûn ker zemîn
muztar zamân mugber
Garîb ü bî-kes ü bîmâr ü zârem
baña olmışdur
Cefâ mahrem ‘anâ zecr ü belâ
hem-dem hatâ hem-ser
Belâ vü gussa vü derd ü belâdan
olmadum hâlî
Elem bî-had sitem bî-‘add u gam
bî-gâye hem bî-fer
Kafada râyet-i devlet nazarda
‘asker-i nusret
Yemînüñde yesâruñda turur şemşîr
ile hançer
Kul oldum bir şehe kim hüsn ü
hulk u haşmet ü hûbdan
İşidenler görenler dir ana server
bana ser ver
Senüñdür saltanat rif‘at senüñdür
ma‘delet nusret
Felek sâ‘î melek dâ‘î sa’âdet yâr
u Hak yaver
Hükümetle şecâ‘atle vicâhetle
‘adaletle
Enûşirvân u Ferruh-ruh
Gazanfer-fer Sikender-der
Keyumers ü Siyâmekle saña Hûşeng
ü Tahmûres
Karakuldur karavuldur yasavuldur
dahi çâker
Midâd ile devât u hâme vü levh
oldı bu nazma
Siperler nîzeler zahm-ı ‘adûda
karılan demler
Kafañ ile nazar-gâhuñda kâyim
râyet ü ‘asker
Yemînüñde yesâruñda müheyyâ
hançer ü şeşper
Selîm Hân kim olupdur hüsn ü hulk
u ‘adl ü dâd ile
Esed-heybet ‘Alî-sîret
Hasan-sûret melek-manzar
Sadâkatle ‘adâletle fesâhatle
şecâ‘atle
Şehâ sensin Ebu Bekr ü ‘Ömer
‘Osmân u hem Hayder
Olupdur derd-mendüñ müstemendüñ
bendeñ efkendeñ
Eger Hâkân eger Sâsân eger Sâmân
eger Sencer
Zebûn Kasım’la Rüstem Kahramân u
Güstehem berhem
Ferîdûn dûn Nerîmân nerm ü Sührâb
Erdeşîr ahker
Bu eyvân u bu dîvân u bu ‘ayş u
nûşuñı görse
Olur Efrâsiyâb u Kayser ü Cemşîd
ü Cem çâker
Seher bezm itseñ olur ‘ayş u nûş
u zevk u şevk içün
Felek süfre melek sâkî şafak bâde
güneş sâger
Simât u mutrib u sâkî vü şem‘
olmaga bezmünde
Gelür her şeb şihâb u keh-keşân
zühre meh-i enver
Olur rezm eyledükde hükm ü hıfz u
‘avn u nasr içün
Felek cevşen zırıh encüm siper
şems ü kamer migfer
Şehâ vasf-ı had ü hâl ü leb [ü]
hüsnüñle olmışdur
Sözüm rengîn gözüm rûşen dilüm
gûyâ zamîr enver
Süvâr-ı esb-i kahr u heybet ü
hışm u gazab olsañ
Dil ü cân hayrete varur zemîn ü âsumân
ditrer
Enîsüñ şevket ü savlet celîsüñ
devlet ü ‘izzet
Zihî nusret zihî fursat zihî
kudret zihî leşker
Saña halk-ı nevâ kavm-i ‘Arab
hayl-i ‘Acem hem Rum
Kimi hândur kimi sultân kimi şâh
u kimi kayser
Şehâ kılsañ sefer şark ile garba
zabt u feth içün
Dil ü cândan olur kâfir müselmân
bende-i kemter
Karînüñdür rehînüñdür zahîrüñdür
esîrüñdür
Kamu feth ü zafer birle kamu
begler kamu ‘asker
Ziyâd itsün bu ‘izz ü câh u kadr
ü şevketüñ Mevlâ
Bahâr u deyde rûz u şebde olsun
Hak sana yâver
N’ola lutf u sehâ vü cûd u
ihsânuñ recâ kılsam
Gönül zilletde cân haste beden
‘uryân u ben efker
Garîb ü bî-kes ü bî-çâre vü
aşüfte-hâlem ben
Yolum râh-ı ‘adem gam zâd u hem
hem-reh elem rehber
Ciger biryân u göz giryân u dil
nâlân u ser galtân
Beden bî-fer ecel ber-ser kefen
der-ber-zemîn pister
Şehâ ‘adl ile dâduñ medh ü vasf
itmekde ‘Ulvîdür
Kemâl ehli vü kân-ı fazl u
hoş-tab‘ u suhen-perver
Bu deñlü kudret-i nazm u bu deñlü
lutf u ihsânuñ
Ya Hâfızdur ya Câhızdur Zahîr ü
Enverî beñzer
Du’â ile senâ ile fesâhatle
belâgatle
Kasîdem bî-nazîr ü bî-şebîh ü
bî-misâl ü ter
Nitekim devr-i mihr ü meh şeb ü
rûz ola ‘âlemde
Nitekim bunca zîb ü ziynet ü
ârâyiş ü zîver
Hudâ-yı Zü’l-celâl ü Zü’l-cemâl ü
Hayy u Kâdirden
Müyesser ola saña taht u baht u
efser ü kişver
(Ulvî. Dîvân-ı Ulvî. Halet
Efendi Ek 150 vr.31b-33b; Ali Emiri Mnz 304 vr.32b-34a; Esad Efendi 3409
vr.1b-2b.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 05.08.2014Güncelleme Tarihi: 31.01.2021Eserlerinden Örnekler
Kasîde-i
Hazân u Bahâr
Misâl-i ‘âşık u ma‘şûk olup hazân
u bahâr
Hazân sarardı vü oldı bahâr
lâle-‘izâr
Hazân melûl ü hazîn ü bahâr
hurrem ü şâd
Bahâra hande virilmiş hazâna
girye vü zâr
Bahâr sünbüli gibi hazân
perîşân-hâl
Hazân teb-i gama düşmiş bahâr
hem-dem-i hâr
Bahâra karşu hazân itdi hâsılın
ber-bâd
Hazâna karşu bahâr açdı var-ise
ruhsâr
Hazânuñ eyleyüp ihya bahâr
mürdelerin
Hazân bahâr ile Hak sun‘ın
itdiler izhâr
Kemâl-i sun’-ı bahâr u hazânı
seyr it kim
Hazân bahâr iledür fe’nzurû ilâ âsâr
Yolındı şâh-ı bahâruñ yolında
gerçi hazân
Bahârı görmedi vü gitdi hazân u
bahâr
Hazân-ı gamda diler dil bahâr-ı
sebz-i hatuñ
Nite ki fasl-ı hazânda safâ-yı
köhne-bahâr
Bahâr-ı hüsne hazân olsa hatt ne
gam yaraşur
Hazâna ‘azm-i şikâr u bahâra
seyr-i kenâr
Bahâr-ı vuslata fasl-ı hazân-durur
fürkat
Hazân-ı fürkate her dem bahârdur
ruh-ı yâr
Bahâr misl-i vücûd u hazân
‘adîl-i ‘adem
Hazân şebîh-i leyâl ü bahâr
‘ayn-ı nehâr
Bahâr-ı ‘akluñ olupdur hazânı
vakt-i cünûn
Rumûz-ı ‘ışkı bahâr u hazân ider
iş‘âr
Hazâna üştür-i ebr-i bahârı çekdi
nesîm
Hazâna satdı metâ‘ın bahâr-ı
gonce-kıtâr
Hazâna hayl-i bahâr ile geldi
husrev-i gül
Semend-i bâd-ı bahârî hazâna
virdi gubâr
Zer-i hazân ile sîm-i bahârı derc
itdi
Sabâ hazân u bahâra olup
sipeh-sâlâr
Bahâr tahtını almış hazânuñ
eyleyüp âl
Bahâra bak nice geçmiş hazâna
nakş u nigâr
Selîm Hân ki hazân yok bahâr-ı
hulkında
Bahâr-ı bâg-ı İremdür hazânsuz
olsa ne vâr
Bahâr emîr-i çemendür hazân
hizâne-i zer
Şeh-i bahâra hazîne taşur hazân
her bâr
Hazân zamanını fîkr it bahâra
aldanma
Bahâr-ı ‘âlemüñ olur hazânı âhir-i
kâr
Bahâra virdi tegayyür hücûm-ı
fasl-ı hazân
Hazân bahâr ile oldı fenâ-yı
dehre medâr
Ferah bahâr u hazân gam visâl-i
şeh nevrûz
Bahâr vasl u hazân hecr u behr-i
cân leb-i yâr
Bahâr levhini toldurdı zer
varakla hazân
Hazân bahâr ile şeh medhin
eylesün tekrâr
Hazânda seyre çıkarsa nigâr bahâr
olur ‘âlem
Bahâra bakmasa döner hazâna dâr u
diyâr
Hazânı tâze bahâr eyledi bahârı
hazân
Hazân-ı çihre-i ‘âşık bahâr
‘ârız-ı yâr
Zemîni sanma pür itdi bahâr u
berg-i hazân
Döşer bahâr u hazân şâha dîba-yı
zer-kâr
Salın salın ki hazânsuz bahârsın
ey serv
Bahâra döndi hazân ‘âlemüñ
güzellügi var
Bahâr irince hazâna bu matla‘ı
okıdı
Meger hazân u bahârum çemende
andı hezâr
Hazân göçüp çemene kondı kârbân-ı
bahâr
Hazânı bûy-ı bahâr itdi külbe-i
‘attâr
Güler bahâr ile gülşen hazân ile
aglar
Solup hazânda tonanur bahâr ile
ezhâr
Hazâna hâne yaraşur bahâra kûşe-i
bâg
Hazân bahâr ile dirler ki olmanuz
huşyâr
Bahâr irişdi gamuñdan hazâna
döndüm ben
Hazân gelür baña sensüz bahâr ile
gül-zâr
Bahâr-ı bâg-ı vücûda irüp hazân-ı
‘adem
Tagıtdı tâze bahârum hazân yili
nâ-çâr
Görüñ bahâr u hazânın mahabbet
illerinüñ
Hazân-ı ‘ışk ben oldum bahâr-ı hüsn
o nigâr
Bahâr-ı tab‘umuñ oldı hazânı
nazm-ı selef
Bahâr günleri geldi hazân kıldı
firâr
Bîsât-ı sebz-i bahârı hazân idüp
rengîn
Bahâr bâgına kıldı hazân zerin
îsâr
Bahâr goncesi hamrâ hazân
şükûfesi zerd
Nukûş-ı ferşüñe bakdum hazân
bahâr ile yâr
Bahâr-ı lutf ile baksañ hazân-ı
çihreme ger
Hazân bahâr ile bir yirde eyler
idi karâr
Bahâr irişdi hazân gitdi geldi
çün nevrûz
Kapuñda ‘Ulvî n’ola söylese hazân
u bahâr
Bahâr bülbüli gûyâ ider hazân çün
lâl
Bahâr-ı lutf ile mahv it hazânum
ey dildâr
Bahâr-ı lutfuña nisbet-i
hazân-durur medhüm
Görüp hazânumı göster bahâruñı
gül-vâr
Bahâr-ı şâha hazân irmesün diyü
yâ Rab
Bahârı gördi hazânsuz el açdı
Hakk’a çenâr
Bahâr-ı ‘ömrüñi Hak eylesün
hazândan emîn
Nite ki ‘âlemi devr eyleye hazân
u bahâr
(Ulvî. Dîvân-ı Ulvî. Halet Efendi
Ek 150 vr.36b-38b; Ali Emiri Mnz 304 vr.37a-38a; Esad Efendi 3409 vr.8a-9a.)
Kasîde-i
Çâr-Ender-Çâr
Cihân bâgında hadd ü zülf ü çeşm
ü kaddüñ ey dilber
Biri güldür biri sünbül biri
‘abher biri ‘ar’ar
Hayâl ü hasret ü derd ü firâkuñ
ey tabîb-i dil
Karâr u ‘akl u sabr u fikri yagma
kıldı ser-tâ-ser
Elümde bâd u gözde âb u dilde nâr
u başda hâk
Baña kıydı bu zülf ü ‘ârız u hadd
ü hat-ı ‘anber
Bu hüsnüñle bu ruhsâr u bu elfâz
u bu güftâruñ
Dil-ârâ vü safâ-bahş u hayât-efzâ
vü cân-perver
Melek-sîmâ perî-rû serv-kâmet
gonce-femsin sen
Şeker-güftâr u hoş-reftâr u
gül-ruhsâr u şîrîn-ber
Cebînüñle ruhuñla ‘ârızuñla
gerdenüñ oldı
Cihân-gîr ü cihân-sûz u şeb-efrûz
u ziyâ-güster
Leb-i la’l ü dür-i dendân u bûy-ı
zülf ü ruhsâruñ
Olupdur her biri memdûh-ı şark u
garb u bahr u ber
Müjeñle gamzeñ ile çeşmüñ ile
kaşuña kuldur
Kemân-keşler ‘adû-küşler bahâdırlar
dil-âverler
Cemâlüñle dehânuñla zebânuñla
kelâmuñla
Beden biryân ciger sûzân u dil
nâlân u cân bî-fer
Ne Rûm u Şâm içinde var ne yirde
gökde mânendüñ
Güneş yüzlü hilâl-ebrû Mesîhâsın
perî-peyker
Belâ vü mihnet ü hışm u cefâ vü
hecr-i la‘lüñle
Bu ben mahmûr u mahrûra kadeh
çeşm ü mey eşk-i ter
Ne hoş demdür ne kutlu gün ne
zîbâ vakt ü sâ‘atdür
Ola meclîsde sâz u söz ü dilber
bâde-i âhmer
Safâ-yı hâtırum ârâm-ı cânum
devletüm ‘ömrüm
Hayâtum sıhhatum varum nigârum
sensin ey dilber
Miyân u kâmet ü la‘l ü ruhuñda
cümle hatm olmış
Öpilmekler emilmekler sarılmaklar
kucılmaklar
Beni kul itdi bir mahbûb-ı hûb u
meh-veş-i dil-keş
Sürûr-ı dil huzûr-ı cân u nûr-ı
çeşm ü sa‘d-ahter
Lebi şîrîn saçı leylâ özi Yûsuf
yüzi ‘Azrâ
‘Aceb zîbâ ‘aceb ra‘nâ ‘aceb
garrâ ‘aceb hoş-ter
Keser çevgân deler cânı açar
şerha döker kanı
Çeker yayın atar tîrin çalar tîgın
urur hançer
Halâvetde belâgatde letâfetde
nezâketde
Dehen şîrîn suhen rengîn beden
sîmîn miyân lâger
Hücûm-ı hayl u rahş u darb-ı tîg
u top ile oldı
Kevâkib kûr ü gerdûn ker zemîn
muztar zamân mugber
Garîb ü bî-kes ü bîmâr ü zârem
baña olmışdur
Cefâ mahrem ‘anâ zecr ü belâ
hem-dem hatâ hem-ser
Belâ vü gussa vü derd ü belâdan
olmadum hâlî
Elem bî-had sitem bî-‘add u gam
bî-gâye hem bî-fer
Kafada râyet-i devlet nazarda
‘asker-i nusret
Yemînüñde yesâruñda turur şemşîr
ile hançer
Kul oldum bir şehe kim hüsn ü
hulk u haşmet ü hûbdan
İşidenler görenler dir ana server
bana ser ver
Senüñdür saltanat rif‘at senüñdür
ma‘delet nusret
Felek sâ‘î melek dâ‘î sa’âdet yâr
u Hak yaver
Hükümetle şecâ‘atle vicâhetle
‘adaletle
Enûşirvân u Ferruh-ruh
Gazanfer-fer Sikender-der
Keyumers ü Siyâmekle saña Hûşeng
ü Tahmûres
Karakuldur karavuldur yasavuldur
dahi çâker
Midâd ile devât u hâme vü levh
oldı bu nazma
Siperler nîzeler zahm-ı ‘adûda
karılan demler
Kafañ ile nazar-gâhuñda kâyim
râyet ü ‘asker
Yemînüñde yesâruñda müheyyâ
hançer ü şeşper
Selîm Hân kim olupdur hüsn ü hulk
u ‘adl ü dâd ile
Esed-heybet ‘Alî-sîret
Hasan-sûret melek-manzar
Sadâkatle ‘adâletle fesâhatle
şecâ‘atle
Şehâ sensin Ebu Bekr ü ‘Ömer
‘Osmân u hem Hayder
Olupdur derd-mendüñ müstemendüñ
bendeñ efkendeñ
Eger Hâkân eger Sâsân eger Sâmân
eger Sencer
Zebûn Kasım’la Rüstem Kahramân u
Güstehem berhem
Ferîdûn dûn Nerîmân nerm ü Sührâb
Erdeşîr ahker
Bu eyvân u bu dîvân u bu ‘ayş u
nûşuñı görse
Olur Efrâsiyâb u Kayser ü Cemşîd
ü Cem çâker
Seher bezm itseñ olur ‘ayş u nûş
u zevk u şevk içün
Felek süfre melek sâkî şafak bâde
güneş sâger
Simât u mutrib u sâkî vü şem‘
olmaga bezmünde
Gelür her şeb şihâb u keh-keşân
zühre meh-i enver
Olur rezm eyledükde hükm ü hıfz u
‘avn u nasr içün
Felek cevşen zırıh encüm siper
şems ü kamer migfer
Şehâ vasf-ı had ü hâl ü leb [ü]
hüsnüñle olmışdur
Sözüm rengîn gözüm rûşen dilüm
gûyâ zamîr enver
Süvâr-ı esb-i kahr u heybet ü
hışm u gazab olsañ
Dil ü cân hayrete varur zemîn ü âsumân
ditrer
Enîsüñ şevket ü savlet celîsüñ
devlet ü ‘izzet
Zihî nusret zihî fursat zihî
kudret zihî leşker
Saña halk-ı nevâ kavm-i ‘Arab
hayl-i ‘Acem hem Rum
Kimi hândur kimi sultân kimi şâh
u kimi kayser
Şehâ kılsañ sefer şark ile garba
zabt u feth içün
Dil ü cândan olur kâfir müselmân
bende-i kemter
Karînüñdür rehînüñdür zahîrüñdür
esîrüñdür
Kamu feth ü zafer birle kamu
begler kamu ‘asker
Ziyâd itsün bu ‘izz ü câh u kadr
ü şevketüñ Mevlâ
Bahâr u deyde rûz u şebde olsun
Hak sana yâver
N’ola lutf u sehâ vü cûd u
ihsânuñ recâ kılsam
Gönül zilletde cân haste beden
‘uryân u ben efker
Garîb ü bî-kes ü bî-çâre vü
aşüfte-hâlem ben
Yolum râh-ı ‘adem gam zâd u hem
hem-reh elem rehber
Ciger biryân u göz giryân u dil
nâlân u ser galtân
Beden bî-fer ecel ber-ser kefen
der-ber-zemîn pister
Şehâ ‘adl ile dâduñ medh ü vasf
itmekde ‘Ulvîdür
Kemâl ehli vü kân-ı fazl u
hoş-tab‘ u suhen-perver
Bu deñlü kudret-i nazm u bu deñlü
lutf u ihsânuñ
Ya Hâfızdur ya Câhızdur Zahîr ü
Enverî beñzer
Du’â ile senâ ile fesâhatle
belâgatle
Kasîdem bî-nazîr ü bî-şebîh ü
bî-misâl ü ter
Nitekim devr-i mihr ü meh şeb ü
rûz ola ‘âlemde
Nitekim bunca zîb ü ziynet ü
ârâyiş ü zîver
Hudâ-yı Zü’l-celâl ü Zü’l-cemâl ü
Hayy u Kâdirden
Müyesser ola saña taht u baht u
efser ü kişver
(Ulvî. Dîvân-ı Ulvî. Halet
Efendi Ek 150 vr.31b-33b; Ali Emiri Mnz 304 vr.32b-34a; Esad Efendi 3409
vr.1b-2b.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 31.01.2021Eserlerinden Örnekler
Kasîde-i
Hazân u Bahâr
Misâl-i ‘âşık u ma‘şûk olup hazân
u bahâr
Hazân sarardı vü oldı bahâr
lâle-‘izâr
Hazân melûl ü hazîn ü bahâr
hurrem ü şâd
Bahâra hande virilmiş hazâna
girye vü zâr
Bahâr sünbüli gibi hazân
perîşân-hâl
Hazân teb-i gama düşmiş bahâr
hem-dem-i hâr
Bahâra karşu hazân itdi hâsılın
ber-bâd
Hazâna karşu bahâr açdı var-ise
ruhsâr
Hazânuñ eyleyüp ihya bahâr
mürdelerin
Hazân bahâr ile Hak sun‘ın
itdiler izhâr
Kemâl-i sun’-ı bahâr u hazânı
seyr it kim
Hazân bahâr iledür fe’nzurû ilâ âsâr
Yolındı şâh-ı bahâruñ yolında
gerçi hazân
Bahârı görmedi vü gitdi hazân u
bahâr
Hazân-ı gamda diler dil bahâr-ı
sebz-i hatuñ
Nite ki fasl-ı hazânda safâ-yı
köhne-bahâr
Bahâr-ı hüsne hazân olsa hatt ne
gam yaraşur
Hazâna ‘azm-i şikâr u bahâra
seyr-i kenâr
Bahâr-ı vuslata fasl-ı hazân-durur
fürkat
Hazân-ı fürkate her dem bahârdur
ruh-ı yâr
Bahâr misl-i vücûd u hazân
‘adîl-i ‘adem
Hazân şebîh-i leyâl ü bahâr
‘ayn-ı nehâr
Bahâr-ı ‘akluñ olupdur hazânı
vakt-i cünûn
Rumûz-ı ‘ışkı bahâr u hazân ider
iş‘âr
Hazâna üştür-i ebr-i bahârı çekdi
nesîm
Hazâna satdı metâ‘ın bahâr-ı
gonce-kıtâr
Hazâna hayl-i bahâr ile geldi
husrev-i gül
Semend-i bâd-ı bahârî hazâna
virdi gubâr
Zer-i hazân ile sîm-i bahârı derc
itdi
Sabâ hazân u bahâra olup
sipeh-sâlâr
Bahâr tahtını almış hazânuñ
eyleyüp âl
Bahâra bak nice geçmiş hazâna
nakş u nigâr
Selîm Hân ki hazân yok bahâr-ı
hulkında
Bahâr-ı bâg-ı İremdür hazânsuz
olsa ne vâr
Bahâr emîr-i çemendür hazân
hizâne-i zer
Şeh-i bahâra hazîne taşur hazân
her bâr
Hazân zamanını fîkr it bahâra
aldanma
Bahâr-ı ‘âlemüñ olur hazânı âhir-i
kâr
Bahâra virdi tegayyür hücûm-ı
fasl-ı hazân
Hazân bahâr ile oldı fenâ-yı
dehre medâr
Ferah bahâr u hazân gam visâl-i
şeh nevrûz
Bahâr vasl u hazân hecr u behr-i
cân leb-i yâr
Bahâr levhini toldurdı zer
varakla hazân
Hazân bahâr ile şeh medhin
eylesün tekrâr
Hazânda seyre çıkarsa nigâr bahâr
olur ‘âlem
Bahâra bakmasa döner hazâna dâr u
diyâr
Hazânı tâze bahâr eyledi bahârı
hazân
Hazân-ı çihre-i ‘âşık bahâr
‘ârız-ı yâr
Zemîni sanma pür itdi bahâr u
berg-i hazân
Döşer bahâr u hazân şâha dîba-yı
zer-kâr
Salın salın ki hazânsuz bahârsın
ey serv
Bahâra döndi hazân ‘âlemüñ
güzellügi var
Bahâr irince hazâna bu matla‘ı
okıdı
Meger hazân u bahârum çemende
andı hezâr
Hazân göçüp çemene kondı kârbân-ı
bahâr
Hazânı bûy-ı bahâr itdi külbe-i
‘attâr
Güler bahâr ile gülşen hazân ile
aglar
Solup hazânda tonanur bahâr ile
ezhâr
Hazâna hâne yaraşur bahâra kûşe-i
bâg
Hazân bahâr ile dirler ki olmanuz
huşyâr
Bahâr irişdi gamuñdan hazâna
döndüm ben
Hazân gelür baña sensüz bahâr ile
gül-zâr
Bahâr-ı bâg-ı vücûda irüp hazân-ı
‘adem
Tagıtdı tâze bahârum hazân yili
nâ-çâr
Görüñ bahâr u hazânın mahabbet
illerinüñ
Hazân-ı ‘ışk ben oldum bahâr-ı hüsn
o nigâr
Bahâr-ı tab‘umuñ oldı hazânı
nazm-ı selef
Bahâr günleri geldi hazân kıldı
firâr
Bîsât-ı sebz-i bahârı hazân idüp
rengîn
Bahâr bâgına kıldı hazân zerin
îsâr
Bahâr goncesi hamrâ hazân
şükûfesi zerd
Nukûş-ı ferşüñe bakdum hazân
bahâr ile yâr
Bahâr-ı lutf ile baksañ hazân-ı
çihreme ger
Hazân bahâr ile bir yirde eyler
idi karâr
Bahâr irişdi hazân gitdi geldi
çün nevrûz
Kapuñda ‘Ulvî n’ola söylese hazân
u bahâr
Bahâr bülbüli gûyâ ider hazân çün
lâl
Bahâr-ı lutf ile mahv it hazânum
ey dildâr
Bahâr-ı lutfuña nisbet-i
hazân-durur medhüm
Görüp hazânumı göster bahâruñı
gül-vâr
Bahâr-ı şâha hazân irmesün diyü
yâ Rab
Bahârı gördi hazânsuz el açdı
Hakk’a çenâr
Bahâr-ı ‘ömrüñi Hak eylesün
hazândan emîn
Nite ki ‘âlemi devr eyleye hazân
u bahâr
(Ulvî. Dîvân-ı Ulvî. Halet Efendi
Ek 150 vr.36b-38b; Ali Emiri Mnz 304 vr.37a-38a; Esad Efendi 3409 vr.8a-9a.)
Kasîde-i
Çâr-Ender-Çâr
Cihân bâgında hadd ü zülf ü çeşm
ü kaddüñ ey dilber
Biri güldür biri sünbül biri
‘abher biri ‘ar’ar
Hayâl ü hasret ü derd ü firâkuñ
ey tabîb-i dil
Karâr u ‘akl u sabr u fikri yagma
kıldı ser-tâ-ser
Elümde bâd u gözde âb u dilde nâr
u başda hâk
Baña kıydı bu zülf ü ‘ârız u hadd
ü hat-ı ‘anber
Bu hüsnüñle bu ruhsâr u bu elfâz
u bu güftâruñ
Dil-ârâ vü safâ-bahş u hayât-efzâ
vü cân-perver
Melek-sîmâ perî-rû serv-kâmet
gonce-femsin sen
Şeker-güftâr u hoş-reftâr u
gül-ruhsâr u şîrîn-ber
Cebînüñle ruhuñla ‘ârızuñla
gerdenüñ oldı
Cihân-gîr ü cihân-sûz u şeb-efrûz
u ziyâ-güster
Leb-i la’l ü dür-i dendân u bûy-ı
zülf ü ruhsâruñ
Olupdur her biri memdûh-ı şark u
garb u bahr u ber
Müjeñle gamzeñ ile çeşmüñ ile
kaşuña kuldur
Kemân-keşler ‘adû-küşler bahâdırlar
dil-âverler
Cemâlüñle dehânuñla zebânuñla
kelâmuñla
Beden biryân ciger sûzân u dil
nâlân u cân bî-fer
Ne Rûm u Şâm içinde var ne yirde
gökde mânendüñ
Güneş yüzlü hilâl-ebrû Mesîhâsın
perî-peyker
Belâ vü mihnet ü hışm u cefâ vü
hecr-i la‘lüñle
Bu ben mahmûr u mahrûra kadeh
çeşm ü mey eşk-i ter
Ne hoş demdür ne kutlu gün ne
zîbâ vakt ü sâ‘atdür
Ola meclîsde sâz u söz ü dilber
bâde-i âhmer
Safâ-yı hâtırum ârâm-ı cânum
devletüm ‘ömrüm
Hayâtum sıhhatum varum nigârum
sensin ey dilber
Miyân u kâmet ü la‘l ü ruhuñda
cümle hatm olmış
Öpilmekler emilmekler sarılmaklar
kucılmaklar
Beni kul itdi bir mahbûb-ı hûb u
meh-veş-i dil-keş
Sürûr-ı dil huzûr-ı cân u nûr-ı
çeşm ü sa‘d-ahter
Lebi şîrîn saçı leylâ özi Yûsuf
yüzi ‘Azrâ
‘Aceb zîbâ ‘aceb ra‘nâ ‘aceb
garrâ ‘aceb hoş-ter
Keser çevgân deler cânı açar
şerha döker kanı
Çeker yayın atar tîrin çalar tîgın
urur hançer
Halâvetde belâgatde letâfetde
nezâketde
Dehen şîrîn suhen rengîn beden
sîmîn miyân lâger
Hücûm-ı hayl u rahş u darb-ı tîg
u top ile oldı
Kevâkib kûr ü gerdûn ker zemîn
muztar zamân mugber
Garîb ü bî-kes ü bîmâr ü zârem
baña olmışdur
Cefâ mahrem ‘anâ zecr ü belâ
hem-dem hatâ hem-ser
Belâ vü gussa vü derd ü belâdan
olmadum hâlî
Elem bî-had sitem bî-‘add u gam
bî-gâye hem bî-fer
Kafada râyet-i devlet nazarda
‘asker-i nusret
Yemînüñde yesâruñda turur şemşîr
ile hançer
Kul oldum bir şehe kim hüsn ü
hulk u haşmet ü hûbdan
İşidenler görenler dir ana server
bana ser ver
Senüñdür saltanat rif‘at senüñdür
ma‘delet nusret
Felek sâ‘î melek dâ‘î sa’âdet yâr
u Hak yaver
Hükümetle şecâ‘atle vicâhetle
‘adaletle
Enûşirvân u Ferruh-ruh
Gazanfer-fer Sikender-der
Keyumers ü Siyâmekle saña Hûşeng
ü Tahmûres
Karakuldur karavuldur yasavuldur
dahi çâker
Midâd ile devât u hâme vü levh
oldı bu nazma
Siperler nîzeler zahm-ı ‘adûda
karılan demler
Kafañ ile nazar-gâhuñda kâyim
râyet ü ‘asker
Yemînüñde yesâruñda müheyyâ
hançer ü şeşper
Selîm Hân kim olupdur hüsn ü hulk
u ‘adl ü dâd ile
Esed-heybet ‘Alî-sîret
Hasan-sûret melek-manzar
Sadâkatle ‘adâletle fesâhatle
şecâ‘atle
Şehâ sensin Ebu Bekr ü ‘Ömer
‘Osmân u hem Hayder
Olupdur derd-mendüñ müstemendüñ
bendeñ efkendeñ
Eger Hâkân eger Sâsân eger Sâmân
eger Sencer
Zebûn Kasım’la Rüstem Kahramân u
Güstehem berhem
Ferîdûn dûn Nerîmân nerm ü Sührâb
Erdeşîr ahker
Bu eyvân u bu dîvân u bu ‘ayş u
nûşuñı görse
Olur Efrâsiyâb u Kayser ü Cemşîd
ü Cem çâker
Seher bezm itseñ olur ‘ayş u nûş
u zevk u şevk içün
Felek süfre melek sâkî şafak bâde
güneş sâger
Simât u mutrib u sâkî vü şem‘
olmaga bezmünde
Gelür her şeb şihâb u keh-keşân
zühre meh-i enver
Olur rezm eyledükde hükm ü hıfz u
‘avn u nasr içün
Felek cevşen zırıh encüm siper
şems ü kamer migfer
Şehâ vasf-ı had ü hâl ü leb [ü]
hüsnüñle olmışdur
Sözüm rengîn gözüm rûşen dilüm
gûyâ zamîr enver
Süvâr-ı esb-i kahr u heybet ü
hışm u gazab olsañ
Dil ü cân hayrete varur zemîn ü âsumân
ditrer
Enîsüñ şevket ü savlet celîsüñ
devlet ü ‘izzet
Zihî nusret zihî fursat zihî
kudret zihî leşker
Saña halk-ı nevâ kavm-i ‘Arab
hayl-i ‘Acem hem Rum
Kimi hândur kimi sultân kimi şâh
u kimi kayser
Şehâ kılsañ sefer şark ile garba
zabt u feth içün
Dil ü cândan olur kâfir müselmân
bende-i kemter
Karînüñdür rehînüñdür zahîrüñdür
esîrüñdür
Kamu feth ü zafer birle kamu
begler kamu ‘asker
Ziyâd itsün bu ‘izz ü câh u kadr
ü şevketüñ Mevlâ
Bahâr u deyde rûz u şebde olsun
Hak sana yâver
N’ola lutf u sehâ vü cûd u
ihsânuñ recâ kılsam
Gönül zilletde cân haste beden
‘uryân u ben efker
Garîb ü bî-kes ü bî-çâre vü
aşüfte-hâlem ben
Yolum râh-ı ‘adem gam zâd u hem
hem-reh elem rehber
Ciger biryân u göz giryân u dil
nâlân u ser galtân
Beden bî-fer ecel ber-ser kefen
der-ber-zemîn pister
Şehâ ‘adl ile dâduñ medh ü vasf
itmekde ‘Ulvîdür
Kemâl ehli vü kân-ı fazl u
hoş-tab‘ u suhen-perver
Bu deñlü kudret-i nazm u bu deñlü
lutf u ihsânuñ
Ya Hâfızdur ya Câhızdur Zahîr ü
Enverî beñzer
Du’â ile senâ ile fesâhatle
belâgatle
Kasîdem bî-nazîr ü bî-şebîh ü
bî-misâl ü ter
Nitekim devr-i mihr ü meh şeb ü
rûz ola ‘âlemde
Nitekim bunca zîb ü ziynet ü
ârâyiş ü zîver
Hudâ-yı Zü’l-celâl ü Zü’l-cemâl ü
Hayy u Kâdirden
Müyesser ola saña taht u baht u
efser ü kişver
(Ulvî. Dîvân-ı Ulvî. Halet
Efendi Ek 150 vr.31b-33b; Ali Emiri Mnz 304 vr.32b-34a; Esad Efendi 3409
vr.1b-2b.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Kasîde-i
Hazân u Bahâr
Misâl-i ‘âşık u ma‘şûk olup hazân
u bahâr
Hazân sarardı vü oldı bahâr
lâle-‘izâr
Hazân melûl ü hazîn ü bahâr
hurrem ü şâd
Bahâra hande virilmiş hazâna
girye vü zâr
Bahâr sünbüli gibi hazân
perîşân-hâl
Hazân teb-i gama düşmiş bahâr
hem-dem-i hâr
Bahâra karşu hazân itdi hâsılın
ber-bâd
Hazâna karşu bahâr açdı var-ise
ruhsâr
Hazânuñ eyleyüp ihya bahâr
mürdelerin
Hazân bahâr ile Hak sun‘ın
itdiler izhâr
Kemâl-i sun’-ı bahâr u hazânı
seyr it kim
Hazân bahâr iledür fe’nzurû ilâ âsâr
Yolındı şâh-ı bahâruñ yolında
gerçi hazân
Bahârı görmedi vü gitdi hazân u
bahâr
Hazân-ı gamda diler dil bahâr-ı
sebz-i hatuñ
Nite ki fasl-ı hazânda safâ-yı
köhne-bahâr
Bahâr-ı hüsne hazân olsa hatt ne
gam yaraşur
Hazâna ‘azm-i şikâr u bahâra
seyr-i kenâr
Bahâr-ı vuslata fasl-ı hazân-durur
fürkat
Hazân-ı fürkate her dem bahârdur
ruh-ı yâr
Bahâr misl-i vücûd u hazân
‘adîl-i ‘adem
Hazân şebîh-i leyâl ü bahâr
‘ayn-ı nehâr
Bahâr-ı ‘akluñ olupdur hazânı
vakt-i cünûn
Rumûz-ı ‘ışkı bahâr u hazân ider
iş‘âr
Hazâna üştür-i ebr-i bahârı çekdi
nesîm
Hazâna satdı metâ‘ın bahâr-ı
gonce-kıtâr
Hazâna hayl-i bahâr ile geldi
husrev-i gül
Semend-i bâd-ı bahârî hazâna
virdi gubâr
Zer-i hazân ile sîm-i bahârı derc
itdi
Sabâ hazân u bahâra olup
sipeh-sâlâr
Bahâr tahtını almış hazânuñ
eyleyüp âl
Bahâra bak nice geçmiş hazâna
nakş u nigâr
Selîm Hân ki hazân yok bahâr-ı
hulkında
Bahâr-ı bâg-ı İremdür hazânsuz
olsa ne vâr
Bahâr emîr-i çemendür hazân
hizâne-i zer
Şeh-i bahâra hazîne taşur hazân
her bâr
Hazân zamanını fîkr it bahâra
aldanma
Bahâr-ı ‘âlemüñ olur hazânı âhir-i
kâr
Bahâra virdi tegayyür hücûm-ı
fasl-ı hazân
Hazân bahâr ile oldı fenâ-yı
dehre medâr
Ferah bahâr u hazân gam visâl-i
şeh nevrûz
Bahâr vasl u hazân hecr u behr-i
cân leb-i yâr
Bahâr levhini toldurdı zer
varakla hazân
Hazân bahâr ile şeh medhin
eylesün tekrâr
Hazânda seyre çıkarsa nigâr bahâr
olur ‘âlem
Bahâra bakmasa döner hazâna dâr u
diyâr
Hazânı tâze bahâr eyledi bahârı
hazân
Hazân-ı çihre-i ‘âşık bahâr
‘ârız-ı yâr
Zemîni sanma pür itdi bahâr u
berg-i hazân
Döşer bahâr u hazân şâha dîba-yı
zer-kâr
Salın salın ki hazânsuz bahârsın
ey serv
Bahâra döndi hazân ‘âlemüñ
güzellügi var
Bahâr irince hazâna bu matla‘ı
okıdı
Meger hazân u bahârum çemende
andı hezâr
Hazân göçüp çemene kondı kârbân-ı
bahâr
Hazânı bûy-ı bahâr itdi külbe-i
‘attâr
Güler bahâr ile gülşen hazân ile
aglar
Solup hazânda tonanur bahâr ile
ezhâr
Hazâna hâne yaraşur bahâra kûşe-i
bâg
Hazân bahâr ile dirler ki olmanuz
huşyâr
Bahâr irişdi gamuñdan hazâna
döndüm ben
Hazân gelür baña sensüz bahâr ile
gül-zâr
Bahâr-ı bâg-ı vücûda irüp hazân-ı
‘adem
Tagıtdı tâze bahârum hazân yili
nâ-çâr
Görüñ bahâr u hazânın mahabbet
illerinüñ
Hazân-ı ‘ışk ben oldum bahâr-ı hüsn
o nigâr
Bahâr-ı tab‘umuñ oldı hazânı
nazm-ı selef
Bahâr günleri geldi hazân kıldı
firâr
Bîsât-ı sebz-i bahârı hazân idüp
rengîn
Bahâr bâgına kıldı hazân zerin
îsâr
Bahâr goncesi hamrâ hazân
şükûfesi zerd
Nukûş-ı ferşüñe bakdum hazân
bahâr ile yâr
Bahâr-ı lutf ile baksañ hazân-ı
çihreme ger
Hazân bahâr ile bir yirde eyler
idi karâr
Bahâr irişdi hazân gitdi geldi
çün nevrûz
Kapuñda ‘Ulvî n’ola söylese hazân
u bahâr
Bahâr bülbüli gûyâ ider hazân çün
lâl
Bahâr-ı lutf ile mahv it hazânum
ey dildâr
Bahâr-ı lutfuña nisbet-i
hazân-durur medhüm
Görüp hazânumı göster bahâruñı
gül-vâr
Bahâr-ı şâha hazân irmesün diyü
yâ Rab
Bahârı gördi hazânsuz el açdı
Hakk’a çenâr
Bahâr-ı ‘ömrüñi Hak eylesün
hazândan emîn
Nite ki ‘âlemi devr eyleye hazân
u bahâr
(Ulvî. Dîvân-ı Ulvî. Halet Efendi
Ek 150 vr.36b-38b; Ali Emiri Mnz 304 vr.37a-38a; Esad Efendi 3409 vr.8a-9a.)
Kasîde-i
Çâr-Ender-Çâr
Cihân bâgında hadd ü zülf ü çeşm
ü kaddüñ ey dilber
Biri güldür biri sünbül biri
‘abher biri ‘ar’ar
Hayâl ü hasret ü derd ü firâkuñ
ey tabîb-i dil
Karâr u ‘akl u sabr u fikri yagma
kıldı ser-tâ-ser
Elümde bâd u gözde âb u dilde nâr
u başda hâk
Baña kıydı bu zülf ü ‘ârız u hadd
ü hat-ı ‘anber
Bu hüsnüñle bu ruhsâr u bu elfâz
u bu güftâruñ
Dil-ârâ vü safâ-bahş u hayât-efzâ
vü cân-perver
Melek-sîmâ perî-rû serv-kâmet
gonce-femsin sen
Şeker-güftâr u hoş-reftâr u
gül-ruhsâr u şîrîn-ber
Cebînüñle ruhuñla ‘ârızuñla
gerdenüñ oldı
Cihân-gîr ü cihân-sûz u şeb-efrûz
u ziyâ-güster
Leb-i la’l ü dür-i dendân u bûy-ı
zülf ü ruhsâruñ
Olupdur her biri memdûh-ı şark u
garb u bahr u ber
Müjeñle gamzeñ ile çeşmüñ ile
kaşuña kuldur
Kemân-keşler ‘adû-küşler bahâdırlar
dil-âverler
Cemâlüñle dehânuñla zebânuñla
kelâmuñla
Beden biryân ciger sûzân u dil
nâlân u cân bî-fer
Ne Rûm u Şâm içinde var ne yirde
gökde mânendüñ
Güneş yüzlü hilâl-ebrû Mesîhâsın
perî-peyker
Belâ vü mihnet ü hışm u cefâ vü
hecr-i la‘lüñle
Bu ben mahmûr u mahrûra kadeh
çeşm ü mey eşk-i ter
Ne hoş demdür ne kutlu gün ne
zîbâ vakt ü sâ‘atdür
Ola meclîsde sâz u söz ü dilber
bâde-i âhmer
Safâ-yı hâtırum ârâm-ı cânum
devletüm ‘ömrüm
Hayâtum sıhhatum varum nigârum
sensin ey dilber
Miyân u kâmet ü la‘l ü ruhuñda
cümle hatm olmış
Öpilmekler emilmekler sarılmaklar
kucılmaklar
Beni kul itdi bir mahbûb-ı hûb u
meh-veş-i dil-keş
Sürûr-ı dil huzûr-ı cân u nûr-ı
çeşm ü sa‘d-ahter
Lebi şîrîn saçı leylâ özi Yûsuf
yüzi ‘Azrâ
‘Aceb zîbâ ‘aceb ra‘nâ ‘aceb
garrâ ‘aceb hoş-ter
Keser çevgân deler cânı açar
şerha döker kanı
Çeker yayın atar tîrin çalar tîgın
urur hançer
Halâvetde belâgatde letâfetde
nezâketde
Dehen şîrîn suhen rengîn beden
sîmîn miyân lâger
Hücûm-ı hayl u rahş u darb-ı tîg
u top ile oldı
Kevâkib kûr ü gerdûn ker zemîn
muztar zamân mugber
Garîb ü bî-kes ü bîmâr ü zârem
baña olmışdur
Cefâ mahrem ‘anâ zecr ü belâ
hem-dem hatâ hem-ser
Belâ vü gussa vü derd ü belâdan
olmadum hâlî
Elem bî-had sitem bî-‘add u gam
bî-gâye hem bî-fer
Kafada râyet-i devlet nazarda
‘asker-i nusret
Yemînüñde yesâruñda turur şemşîr
ile hançer
Kul oldum bir şehe kim hüsn ü
hulk u haşmet ü hûbdan
İşidenler görenler dir ana server
bana ser ver
Senüñdür saltanat rif‘at senüñdür
ma‘delet nusret
Felek sâ‘î melek dâ‘î sa’âdet yâr
u Hak yaver
Hükümetle şecâ‘atle vicâhetle
‘adaletle
Enûşirvân u Ferruh-ruh
Gazanfer-fer Sikender-der
Keyumers ü Siyâmekle saña Hûşeng
ü Tahmûres
Karakuldur karavuldur yasavuldur
dahi çâker
Midâd ile devât u hâme vü levh
oldı bu nazma
Siperler nîzeler zahm-ı ‘adûda
karılan demler
Kafañ ile nazar-gâhuñda kâyim
râyet ü ‘asker
Yemînüñde yesâruñda müheyyâ
hançer ü şeşper
Selîm Hân kim olupdur hüsn ü hulk
u ‘adl ü dâd ile
Esed-heybet ‘Alî-sîret
Hasan-sûret melek-manzar
Sadâkatle ‘adâletle fesâhatle
şecâ‘atle
Şehâ sensin Ebu Bekr ü ‘Ömer
‘Osmân u hem Hayder
Olupdur derd-mendüñ müstemendüñ
bendeñ efkendeñ
Eger Hâkân eger Sâsân eger Sâmân
eger Sencer
Zebûn Kasım’la Rüstem Kahramân u
Güstehem berhem
Ferîdûn dûn Nerîmân nerm ü Sührâb
Erdeşîr ahker
Bu eyvân u bu dîvân u bu ‘ayş u
nûşuñı görse
Olur Efrâsiyâb u Kayser ü Cemşîd
ü Cem çâker
Seher bezm itseñ olur ‘ayş u nûş
u zevk u şevk içün
Felek süfre melek sâkî şafak bâde
güneş sâger
Simât u mutrib u sâkî vü şem‘
olmaga bezmünde
Gelür her şeb şihâb u keh-keşân
zühre meh-i enver
Olur rezm eyledükde hükm ü hıfz u
‘avn u nasr içün
Felek cevşen zırıh encüm siper
şems ü kamer migfer
Şehâ vasf-ı had ü hâl ü leb [ü]
hüsnüñle olmışdur
Sözüm rengîn gözüm rûşen dilüm
gûyâ zamîr enver
Süvâr-ı esb-i kahr u heybet ü
hışm u gazab olsañ
Dil ü cân hayrete varur zemîn ü âsumân
ditrer
Enîsüñ şevket ü savlet celîsüñ
devlet ü ‘izzet
Zihî nusret zihî fursat zihî
kudret zihî leşker
Saña halk-ı nevâ kavm-i ‘Arab
hayl-i ‘Acem hem Rum
Kimi hândur kimi sultân kimi şâh
u kimi kayser
Şehâ kılsañ sefer şark ile garba
zabt u feth içün
Dil ü cândan olur kâfir müselmân
bende-i kemter
Karînüñdür rehînüñdür zahîrüñdür
esîrüñdür
Kamu feth ü zafer birle kamu
begler kamu ‘asker
Ziyâd itsün bu ‘izz ü câh u kadr
ü şevketüñ Mevlâ
Bahâr u deyde rûz u şebde olsun
Hak sana yâver
N’ola lutf u sehâ vü cûd u
ihsânuñ recâ kılsam
Gönül zilletde cân haste beden
‘uryân u ben efker
Garîb ü bî-kes ü bî-çâre vü
aşüfte-hâlem ben
Yolum râh-ı ‘adem gam zâd u hem
hem-reh elem rehber
Ciger biryân u göz giryân u dil
nâlân u ser galtân
Beden bî-fer ecel ber-ser kefen
der-ber-zemîn pister
Şehâ ‘adl ile dâduñ medh ü vasf
itmekde ‘Ulvîdür
Kemâl ehli vü kân-ı fazl u
hoş-tab‘ u suhen-perver
Bu deñlü kudret-i nazm u bu deñlü
lutf u ihsânuñ
Ya Hâfızdur ya Câhızdur Zahîr ü
Enverî beñzer
Du’â ile senâ ile fesâhatle
belâgatle
Kasîdem bî-nazîr ü bî-şebîh ü
bî-misâl ü ter
Nitekim devr-i mihr ü meh şeb ü
rûz ola ‘âlemde
Nitekim bunca zîb ü ziynet ü
ârâyiş ü zîver
Hudâ-yı Zü’l-celâl ü Zü’l-cemâl ü
Hayy u Kâdirden
Müyesser ola saña taht u baht u
efser ü kişver
(Ulvî. Dîvân-ı Ulvî. Halet
Efendi Ek 150 vr.31b-33b; Ali Emiri Mnz 304 vr.32b-34a; Esad Efendi 3409
vr.1b-2b.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Işık Ergüden | d. 24 Şubat 1960 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | LEBÎB, Abdullah Paşa-zâde Sâdık Efendi | d. 1747-48 - ö. 1812-13 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | Ahmet Avni Konuk | d. 1868 (h. 1287) - ö. 14 Mart 1938 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | Işık Ergüden | d. 24 Şubat 1960 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | LEBÎB, Abdullah Paşa-zâde Sâdık Efendi | d. 1747-48 - ö. 1812-13 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | Ahmet Avni Konuk | d. 1868 (h. 1287) - ö. 14 Mart 1938 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | Işık Ergüden | d. 24 Şubat 1960 - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | LEBÎB, Abdullah Paşa-zâde Sâdık Efendi | d. 1747-48 - ö. 1812-13 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | Ahmet Avni Konuk | d. 1868 (h. 1287) - ö. 14 Mart 1938 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | Işık Ergüden | d. 24 Şubat 1960 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
11 | LEBÎB, Abdullah Paşa-zâde Sâdık Efendi | d. 1747-48 - ö. 1812-13 | Meslek | Görüntüle |
12 | Ahmet Avni Konuk | d. 1868 (h. 1287) - ö. 14 Mart 1938 | Meslek | Görüntüle |
13 | Işık Ergüden | d. 24 Şubat 1960 - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | LEBÎB, Abdullah Paşa-zâde Sâdık Efendi | d. 1747-48 - ö. 1812-13 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | Ahmet Avni Konuk | d. 1868 (h. 1287) - ö. 14 Mart 1938 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | Işık Ergüden | d. 24 Şubat 1960 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
17 | LEBÎB, Abdullah Paşa-zâde Sâdık Efendi | d. 1747-48 - ö. 1812-13 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | Ahmet Avni Konuk | d. 1868 (h. 1287) - ö. 14 Mart 1938 | Madde Adı | Görüntüle |