ÜMMÎ SİNAN, Yusuf

(d. ?/? - ö. 1067/10.04.1657)
tekke şairi
(Tekke / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Asıl adı Yusuf’tur. Bazı kaynaklarda verilen Muhammed ismi yanlıştır. Babasının adı İbrahim olan şair, Antalya Elmalı'da doğmuştur. Şiirlerinde Sinan Ümmî ve Ümmî Sinan mahlaslarını kullanmıştır. Aynı mahlasa sahip olan ve Halvetiyye’nin Sinaniyye kolunu kuran İbrahim Ümmî Sinan ile bazan kendileri bazen de şiirleri karıştırılmıştır. Örneğin “güldür gül” redifiyle biten meşhur ilahi pek çok defa Elmalılı Sinan Ümmî’ye ait gösterilse de İbrahim Ümmî Sinan tarafından yazılmıştır (Bilgin 2000: IX-XII). Sinan Ümmî, Halvetiyye tarikatının Ahmediyye kolundan olan Eroğlu Nuri’ye intisab etmiştir. Bu kol, Ahmed Şemseddin Marmaravî tarafından kurulmuş olup onun halifesi Abdulvehhâb Ümmî’den Eroğlu Nuri’ye intikal etmiş, ondan da Sinan Ümmî hilafet almıştır. Ancak Sinan Ümmî’nin bir şiirindeki ve Niyazî-i Mısrî’nin Mevâidü’l-irfân isimli eserindeki bir kayıttan anlaşıldığı kadarıyla Abdulvehhâb Ümmî’nin başka bir halifesi olan Mazhârî Sultan, Sinan Ümmî’nin Eroğlu Nuri’nin vefatıyla eksik kalan seyr ü sülukunu tamamlatmıştır. Mısrî’ye göre usûl-i yedi esmâ’yı Eroğlu’ndan alan Sinan Ümmî, furû-ı esmâ’yı Mazhârî’den almıştır. Esasen Halvetiyye’nin Ahmediyye kolu dışındaki kollarda yedi esmayı geçmek hilafet almak için yeterlidir. Sinan Ümmî’nin medrese eğitimi aldığına dair net bilgi bulunmamaktadır (Bilgin 2000: XIII-XVI). Ancak Hüseyin Vassaf’a uyarak medrese eğitimi aldığını söylemek mümkündür. Sinan Ümmî hakkında bilgi veren kaynaklar özellikle Niyazî-i Mısrî’nin ona bağlanmış olmasını, bu şeyhin zahirî ve bâtıni ilimlerdeki kemal derecesi hakkında bir ölçü kabul etmişlerdir. Nitekim Niyâzî de çeşitli eserlerinde şeyhinden hep hayranlıkla bahsetmektedir. Antalya’nın Elmalı ilçesindeki tekkesinde faaliyet gösteren Ümmî Sinan, yine aynı yerde vefat etmiştir. Vefat tarihiyle ilgili olarak çeşitli kaynaklarda verilen h. 1075/m. 1664-65, h. 1078/m. 1667-68, h. 1032/m. 1623, h. 1068/m. 1657-58 tarihleri hatalıdır. Vefat tarihi, Elmalı Halk Kütüphanesi’ndeki bir mecmuada var olan yazma Divân’ının başındaki kayıtta bulunan 25 Cemâziyelâhir 1067 (10 Nisan 1657)’dir. Kaynaklar, Divân’ın bu nüshasını görmediklerinden hata yapmış olmalılar (Bilgin 2000: XXIII-XXV). Bu nüshanın önemi, Sinan Ümmî’nin sohbet ve zikir meclislerinde bulunmuş biri tarafından istinsah edilmiş olmasıdır. Bu durumu, Divân’ın derkenarlarındaki notlardan anlamak mümkündür (Bilgin 2000: LXXXIV). Ümmî Sinan’ın halifeleri şu zâtlardır: Şeyh Muslıhuddin Mustafa Uşşâkî, Gülaboğlu Muhammed Askerî, Şeyh Ahmed Matlaî, Müftî Derviş, Muhammed Uşşâkî, Niyazî-i Mısrî, Kâşif, Şeyh Süleyman Hakîrî, Şeyh Selâmî Halil. Suphî Hasan Efendi’nin ise onun halifesi olup olmadığı şüphelidir (Bilgin 2000: XXV-XXVIII).

Sinan Ümmî’nin iki eseri vardır:

1. Kutbü’l-meânî: Türkçe olan bu kısa eser, insanın âlem-i ervahtan dünyaya inişini (nüzulunu) ve hangi yollarla tekrar yükseleceğini (urucunu) açıklamayı amaçlar. Eser, yedi esmaya uygun olarak yedi fasıl olarak tertip edilmiştir (Bilgin 2000: XXVIII-XXX).

2. Divân: İlahi olarak yazılmış 200 şiir vardır. Bu şiirlerin 145 tanesi aruzla yazılmıştır. Devriye ve şathiyye olarak kaleme alınanların dışında zamanını tenkit eden bir adet şiir de mevcuttur. Eserin bilinen altı yazma nüshası vardır. Bunlardan biri kayıptır. Ayrıca h. 1299/ m. 1882’de basılmıştır. Matbu nüshada eksik şiirler dışında, bir hayli de hata vardır (Bilgin 2000: LXXXIII-LXXXVIII).

Ümmî Sinan, mutasavvıf şairlerin pek çoğu gibi, hem aruz hem de heceyle şiirler yazmıştır. Divân’ındaki şiirler genellikle gazel-kaside şeklindedir. Nazım birimi çoğunlukla beyittir. Şiirlerin bir kısmı ise musammat tarzındadır. Aruzun çeşitli kalıpları kullanılmışsa da en çok “Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün” vezninde şiir vardır. Bu kalıbın hecenin on beşli şekliyle benzerlik göstermesi Türk şairlerinin her devirde bu vezni sıkça kullanmaları sonucunu doğurmuştur. Adı geçen vezinle yazılan şiirlerin bir çoğu heceyle yazılmış intibaını verir. Bu yüzden bazı şiirlerin heceyle mi aruzla mı yazıldığını tespit etmek oldukça zordur. Bu durum Sinan Ümmî’nin, bir çok tekke şairindeki gibi vezin, nazım şekli ve ifade bakımından halk edebiyatı öğelerini bolca kullandığını gösterir nitelitedir. Divân’ının Elmalı nüshasına düşülen bir derkenar notundan anlaşıldığı üzere, şiirlerinin bir kısmını sözlü sohbet ortamında irticalen söyleyen ve bu esnada not tutturan şairin heceli şiirlerinde de, aynı aruzla yazdıklarında olduğu gibi, yer yer aksaklıklara rastlanmaktadır. Özellikle duraklara pek dikkat edilmediği görülür. En çok 8+8, 6+5, 7+7 durakları kullanılmıştır. Genellikle kulak kafiyesini yeterli gören Ümmî Sinan, en çok tam ve yarım uyağı kullanmıştır. Bir uzun bir kısa sesten meydana gelen ve günümüzde zengin kafiye kabul edilmesi için tekliflerde bulunulan uyak tipinin de önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Ayrıca cinaslı kafiyeye de rastlanmaktadır. Redifin kafite gibi kullanılması, yani redif kaldırılınca kafiye kelimelerinin kullanılmaması bu Divân’da da görülür. Ayrıca rediflerin aynı tür ve fonksiyonda olan eklerle yapılması gerekirken bazan ses benzerliğinin yeterli görülerek bu kurala uyulmadığı görülür (Bilgin 2000: XXXII-XLI). Ümmî Sinan, şiirlerinde başta iktibas, tekrir, teşbih olmak üzere; istiare, iştikak, kinaye, mecaz, tecrit, telmih, tenasüp, tezat gibi edebî sanatlar kullanmıştır. Bu sanatlarda zorlamaya gidilmediği, tekke şiirinin samimi havasının bozulmadığı dikkati çekmektedir (Bilgin 2000: XLII-XLVII). Divân’ında yer alan şiirlerin çoğu ilahi türündedir. Bu ilahilerde ortak bir dinî-tasavvufi duyuş ve duru bir söyleyiş hakimdir. İlahi aşk, coşkun ve yüce bir heyecanla dile getirilir. İnandığını söyleyen Ümmî Sinan, şiirlerinde öğüt vermeyi de ihmal etmez. Ayrıca bir-iki tane de olsa tevhid, münacaat, naat, medhiye, mersiye, nasihatnâme, silsilenâme, şathiyye ve devriyye türünde şiire rastlanmaktadır (Bilgin 2000: XLVII). İcazet sahibi bir mutasavvıf olan Sinan Ümmî’nin tüm şiirleri tasavvufla ilişkilidir. Şairin temel tasavvufi görüşü vahdet-i vücûd anlayışına dayanmaktadır. Sinan Ümmî’ye göre bütün varlıklar Allah’tan zuhur etmiştir. Onun ilmi her şeyi kuşatır. Âlem-i vahdet ili ve âlem-i vahdet bağı olarak adlandırdığı âlemde Allah, henüz esma ve sıfat mertebelerine inmemiştir ki burası ayân-ı sâbite, hakâyık-ı ilmiyye âlemidir. Daha sonra eşyaya sıfat ve fiiller şeklinde tecelli etmiş, nesneler bunun görüntüsü olmuştur. Sınırsız bir ummana benzetilen vahdetin sırrına insan-ı kâmil mazhardır. Bu sırra mazhar olmanın şartı iki cihanı terk etmektir. Vahdetin zıttı kesret olup Allah’tan gayrı her şey bu terimin sınırlarına girer. Aslında ayrı bir varlığı yoktur; çünkü Allah’ın emri üzerine meydana gelmiştir. Zahir de bâtın da Allah’tandır. Ulu mürşitler hem iki tarafı da mamur etmişlerdir. Aşk, zahiri viran eden bir ateştir. Cihandan geçen ukbayı, ukbayı bırakan bâtını, bâtından yüz çeviren ise sırra sahip olur. Fena, dünya için; beka ise ahiret için kullanılır. Gerçek erler Hak yolunda varlığı yok eder. Hem zahirde hem bâtında fena bulan sırra sahip olur. Ârifin zühdü, Hakkın didarında fena bulmak içindir. Zahid, zühd ile tevhidi anlayamaz, can vererek cânânı bulmak âşık işidir. Gönülde Allah’tan başka hiçbir şey bırakmamakla fena-ender-fena makamına ulaşılır. Bu yolla bekâbillah makamı elde edilir. Hz. Muhammed (sav)’in Allah’a miraçtaki yakınlığı, Sinan Ümmî tarafından bekâbillah makamı olarak tasvir edilmiştir. Allah’ın isim ve sıfatları Cemâl ve Celâl olarak ikiye ayrılır. Cemâl, rahmet; Celâl, kahr tecellisidir. Âşık için ikisi de birdir. Cemâli elde etmek için Celâle katlanmak gerekir. Şair, cemâli “vechullah” (Allah’ın yüzü) anlamında da kullanır. Âşık, Cemâllullâh’tan ayrılmak istemez. Sinan Ümmî de Cemâlullâh’ı rüyada gördüğünü, aklının başında kalmadığını ifade etmektedir. İrfan, Hak’tan gelen ve kalbe dolup dilden akan ledünnî ilimdir. Bu ilim, ezel pazarında kısmet olunmuştur. İlim ve irfan kalbe dolunca, can sabredemez ve bu sırları Hû diyerek saçar. İlim ve irfan isteyen kimsenin onun ehline boyun eğmesi gerekir. İrfan sahibine ârif adı verilir. Dervişlik mürşide teslim olmakla başlar. Mürşid, insanın gözünü gafletten açar. Mürşidin tek maksadı Hakk’ın zâtıdır. Her söyledikleri Hakk’dandır. Sinan Ümmî’nin şiirlerinde an çok geçen kavram aşktır. Allah’ın tanınması aşkla mümkündür. Aşk, insanın içini de dışını da temizler. Ona ulaşmak için varlıktan geçmek şarttır. Aşk, insanı yaratılış sırrına mazhar eder. Aşkın bu merkezî rolüne bağlı olarak; şair, Divân’ında bu kavramla iligili çeşitli benzetmeler yapmıştır: Şarap, hamr, şerbet, cür‘a, bâde, câm, kadeh, bal, bâzâr, meydan, bağ, çadır, derd, derman, zencir, ip, od, nâr, şem, deniz, bahr, ummân, mevc, asker, leşker, düldül, at, burak, hilat, hırka, sancak, kitab, güneş, imam, ata, ana. Yine gönül kavramı da şair tarafından sıkça kullanılmaktadır. İnsanın kendini tanıması bir anlamda gönlünü tanımasıyla mümkündür. Gönül ve cân aşkın mahallidir (Bilgin 2000: LI-LXXIII).

Kaynakça

Bayrı, M. Halid (1960). “Mutasavvıf Şairler: Sinan Ümmî”. Türk Folklor Araştırmaları IV/129 (1960): 2128-2129.

Bilgin, A. Azmi (2000). Ümmî Sinan Divanı (İnceleme-Metin). Ankara: MEB Yay.

Kurnaz, Cemal, M. Tatcı (1998). Ümmî Sinan: Hayatı ve Şiirleri. Ankara: Akçağ Yay.

Tatcı, Mustafa (1997). “Elmalılı Bir Mutasavvıf Şair: Ümmî Sinan Halvetî”. Edebiyattan İçeri. Ankara: Akçağ Yay.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: DR. GÜROL PEHLİVAN
Yayın Tarihi: 05.11.2014
Güncelleme Tarihi: 12.12.2020

Eserlerinden Örnekler

İlahi

Be yârenler nazar kıldum âleme

Cânından ayrılan tenler iniler

Ne gelürse söyler oldum dilime

Teninden ayrılan cânlar iniler

 

Kimdür bu dünyâda güldüm diyenler

Maksûdum murâdum buldum diyenler

Kanı şol yârdan ayrıldum diyenler

Akıdup gözinden kanlar iniler

 

Fânîsin hey fânî cihân fânîsin

Derd ile mihnetin tamâm kânısın

Kimi eşin aldırmış kimi yavrısın

Âh idüp derdile şunlar iniler

 

Bu ayrılık bir acâyib hâlımış

Bunda gelen ugrar ulu yolımış

Bülbülün efgânı hemân gülimiş

Okuyup dürlü destânlar iniler

 

Ümmî Sinân eydür çıkma yolundan

Allahın zikrini koma dilinden

Sabr it yürü var ne gelür elinden

Sevdüğinden ayrılanlar iniler 

Bilgin, A. Azmi (2000). Ümmî Sinan Divanı (İnceleme-Metin). Ankara: MEB Yay. 94.

 

İlahi

Sır hümâsı pervâz idüp sırru’llâha irdi yine

Mahabbeti niyâz idüp ‘aşku’llâha irdi yine

 

Hakîkatın nihâyeti neydügini bilmek içün

Kodı cânı ‘aklı gönli ‘ilmu’llâha irdi yine

 

Ma‘rifetin lübbidür bu kâmil insân gıdâsıdur

Anlarısan mu‘ammâyı sarfu’llâha irdi yine

 

Her kemâlin lezzetinin hakîkatın anda bulup

Terk idüp gayrı varlığı keşfu’llâha irdi yine

 

Nûr-ı siyâhın neydügin anlayanadur sözümüz

‘İzzim celâlim didügi zıllu’llâha irdi yine

 

Dilimdeki ism-i zâtın müsemmâsıdur gördügüm

Be vallâhi inanursan hüva’llâha irdi yine

 

Ben bu sırrı söylemekden söylemesem hoş yegidi

İhtiyârım elde degül mahvu’llâha irdi yine

 

Ser gözüyle görenlere çok degüldür sözüm benüm

Aydan günden ‘ayân oldı sırru’llâha irdi yine

 

Zât-ı hakâyık didigüm hakîkatın esfelidür

Sırdan öte sır denilen kenzu’llâha irdi yine

 

Nûr-ı ‘amâ menziline konup göçen ‘ayân bilür

Görmeyene gümân gelür nûru’llâha irdi yine

 

Ümmî Sinân eydür bu sır vuslatının pertevidür

Söyledügüm ‘aceblemen vaslu’llâha irdi yine

Bilgin, A. Azmi (2000). Ümmî Sinan Divanı (İnceleme-Metin). Ankara: MEB Yay. 219-220.

 

İlahi

Gel ey ‘akl-ı safâ ehli nedür ma‘nâ sorarsan gel

İçüp ‘aşkın şarâbından bu tevhîdi sürersen gel

 

Takın bu seyfin akvâsın cihâdü’l-ekberi anla

Hicâb-ı mâsiva’llâha fenâ virüp kırarsan gel

 

Şu söz kim söylene dilde müsemmâsı gerek elde

Kitâbın ma‘nîsin anla gönül dersin sorarsan gel

 

Dilimde söylenen ahbâr hâlimde keşf olan esrâr

Sana ma‘lûm idem anı dü ‘âlemden ırarsan gel

 

Gönül emrâzına kâldan bulunmaz ‘aklıla dermân

Bu sırra olmuşam Lokmân eger merhem sararsan gel

 

Taş u toprak tavâfından vefâ bulmadı ‘âşıklar

‘Âşıkın kalbidür Ka‘be hac u ‘umre idersen gel

 

Delîlim mürşid-i kâmil tanugum tevhîd-i esmâ

Gümâna düşmesün nefsin bu menzile irersen gel

 

Bugün vahdet nişânından âhar yerden cevâb itme

Ledünni bahrının kânı ki bir katre ararsan gel

 

Sinân Ümmî olup sâki eline câm-ı ‘aşk aldı

Koyup nâmûsı ey zâhid mey ü sohbet sürersen gel

Bilgin, A. Azmi (2000). Ümmî Sinan Divanı (İnceleme-Metin). Ankara: MEB Yay. 129-130.

 

Şathiyye

Leylek binâ yapmaga cem‘ eylemiş çamırı

Kurna düzer kabakdan hammâmcılık zamîri

 

Kartal kâdîlık almış saksagan muhzır olmış

Kurbağı yeşil giymiş eydür benem emîri

 

Kuzgun karpuz eylemiş bir ardıcın başına

Çıkmış bir su bagası ugurlayup kemiri

 

Dirdük kavak yapragın kaftân idüp geymege

Sırtında kara kiçe kürk geyersin sâmırı

 

Un yoğurdun samradan etmek idüp satmaga

Key sakın ekşidürsin gâfil olma hamırı

 

Kuyumcısın kalpazan usta görsin iş bozan

Altun gümüş satarsın bakırıla demiri

 

Ümmî Sinân bu sözün ma‘nîsini anlayan

İbrâhimin putunı bulsa yıkar yemiri

Bilgin, A. Azmi (2000). Ümmî Sinan Divanı (İnceleme-Metin). Ankara: MEB Yay. 259-260.


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1Nevzat Akyard. 01 Nisan 1968 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
2İBRAHİM OĞUZd. 1926 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
3Osman Zeki Yüksel Serdengeçtid. 15 Mayıs 1917 - ö. 10 Kasım 1983Doğum YeriGörüntüle
4Nevzat Akyard. 01 Nisan 1968 - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
5İBRAHİM OĞUZd. 1926 - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
6Osman Zeki Yüksel Serdengeçtid. 15 Mayıs 1917 - ö. 10 Kasım 1983Doğum YılıGörüntüle
7Nevzat Akyard. 01 Nisan 1968 - ö. ?Ölüm YılıGörüntüle
8İBRAHİM OĞUZd. 1926 - ö. ?Ölüm YılıGörüntüle
9Osman Zeki Yüksel Serdengeçtid. 15 Mayıs 1917 - ö. 10 Kasım 1983Ölüm YılıGörüntüle
10Nevzat Akyard. 01 Nisan 1968 - ö. ?MeslekGörüntüle
11İBRAHİM OĞUZd. 1926 - ö. ?MeslekGörüntüle
12Osman Zeki Yüksel Serdengeçtid. 15 Mayıs 1917 - ö. 10 Kasım 1983MeslekGörüntüle
13Nevzat Akyard. 01 Nisan 1968 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14İBRAHİM OĞUZd. 1926 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15Osman Zeki Yüksel Serdengeçtid. 15 Mayıs 1917 - ö. 10 Kasım 1983Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16Nevzat Akyard. 01 Nisan 1968 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
17İBRAHİM OĞUZd. 1926 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
18Osman Zeki Yüksel Serdengeçtid. 15 Mayıs 1917 - ö. 10 Kasım 1983Madde AdıGörüntüle