ÂCİZÎ, Aziz Mahmûd Urmevî

(d. ?/? - ö. 1048/1639)
tekke şairi
(Tekke / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Kaynaklarda ismi Azîz Mahmûd Urmevî, Azîz Mahmûd Badamyârî (Erdoğan 1998: 212), Rumiye Şeyhi (Nâimâ 2007: 898), Urmiye Şeyhi (Çelebi 1286: 207) ve Şeyh Rûmî (Çelebi 2001: 40) ve Seyyid Mahmûd olarak geçer. Babası ve ecdadı hakkında muhtelif görüşler vardır. Azîz Mahmûd’un yeğeni Açıkbaş Mahmûd Urmevî’ye atfedilen Risâle-i Nurbahşiye adlı eserde şu silsile aktarılır: "Bahâeddîn Nakşbend/Hoca Alâeddîn Attâr/Mevlânâ Nizâmeddîn Hamuş/Mevlânâ Saâdeddîn Kaşgârî/Mevlânâ Alâeddîn Mektebdâr/Mevlânâ Sun’ullâh Kûzekûnânî/Dervîş Ahî Hüsrevşâhî/Mevlânâ İlyâs Seyyid Muhammed/Şeyh Ahmed (Açıkbaş Mahmûd: 114b). Bu silsile Azîz Mahmûd Urmevî’ye kadar gelmiştir. Başka kaynaklarda Azîz Mahmûd’un babasının isminin Seyyid Ahmed olduğu kayıtlıdır (Süreyya 1996: 919; Uşşâkizâde: 28b). Bazı kaynaklara göre babasının lakabı Koç Ağa, Koç Baba, Hazret-i Koç veya Koç Sultan olmakla birlikte, Dina Le Gall Şerâit ve Nesâih-i Meşâih’i kaynak göstererek babasının isminin Muhammed olduğunu ve Koç Baba veya Koç Ağa olarak anıldığını aktarır (Nâimâ 2007: 899; Gall 2005: 72). Evliyâ Çelebi’ye göre Koçağa Sultan Azîz Mahmûd’un ecdadındandır (Çelebi 2001: 40). Martin Van Bruinessen, Süleymaniye Kütüphanesi Hüsrev Paşa No:408’da kayıtlı olan Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşibend ve Beliğ’in Güldeste-i Riyâz-ı İrfan’ındaki silsilelerden hareketle Koç Ağayla Muhammed Badamyâri’nin aynı kişi olabileceğine ve Ahmed ile Muhammed isimlerinin karışıklık yaratabileceğine dair bir kritik yapar (Bruinessen 1995: 69-71). Ali Emirî bunların dışında bir silsile aktarır ki bu silsilede Seyyid Ahmed ve Seyyid Muhammed’in babalarının ismi Muhammed’dir ve “Baba” lakabıyla anılır (Mermutlu 2012: 172). Ali Emirî’den farklı olarak Uşşâkî-zâde Şakayık Zeyli’nde Azîz Mahmûd’un babasının isminin Ahmed ve lakabının da “Baba” olduğunu belirtir (Uşşâkî-zâde 28b). İsmail Beliğ Güldeste’sinde “Baba” lakaplı ve Âcizî mahlaslı olarak Seyyid Muhammed’i gösterir ki oğlunun ismi Muhammed, oğlunun ismi yine Muhammed, onun oğlunun ismi Ahî Mahmûd (Azîz Mahmûd’un kardeşi) ve oğlunun ismi Açıkbaş Mahmûd Efendi’dir (Beliğ 1287: 154). Şemseddin Sivâsî’ye atfedilen Menakıb-ı Çehâr Yâr-i Güzîn’in bazı baskılarında aktarılan Nakşibendî silsilelerine göre “Baba” lakabı Seyyid Muhammed’e atfedilmektedir ve Seyyid Muhammed de Monla İlyâs’dan irşat görevini almıştır. (Sivâsî 1278: 498) Yine aynı eserin bazı yazma nüshalarında şöyle bir kayıt bulunmaktadır: Malum-ı izzet ola ki, bu menakıb-ı şerîfün câmi’i ve muharriri olan ‘âsî ve müsrif ahkâr-ı ‘ibâd ve efkaruhüm ilâ ‘afvillâhi Teala Seyyid Eyyûb İbn Seyyid Sıddîk İbn Seyyid Ali İbn Muhammed el-müştehir bi “Hazret-i Baba el-mülakkab bi ‘Âcizî el-Urmevî vatanen en-Nakşbendî tarikaten ve silsileten eydür ki; Cedd-i âlimiz olan Hazret-i Baba bazı vecd ve sekr halatında bir kitab-ı hikmet-âmiz ve huzur-engiz telif buyurmuşlardır ki “Tezkire-i Baba” dimekle şöhret bulmuştur, ol kitabda mahsus bir hikâye getürmüşlerdir (Ceyhan 2006: 28-29).

Burada menakıbı oluşturduğu söylenen Seyyid Eyyûb, Dina Le Gall’ın Silsilenâme-i Turuk-ı Aliye’den aktardığı bilgiye göre Seyyid Ebvâbî Âcizî’dir. Seyyid Muhammed’in (Le Gall Koç Baba’nın isminin Ahmed değil Muhammed olduğunu aktarır) oğlu Seyyid Ali, Rumiye Şeyhi Azîz Mahmûd Urmevî’nin kardeşidir ve Safevi zulmünden kaçan Rumiye Şeyhine rağmen Ali Urmiye’de kalır. Ali’nin oğlu Sıddîk ve onun oğlu Ebvâbî’dir. Diğer kaynaklardan farklı olarak Le Gall, Azîz Mahmûd Urmevî’nin kardeşi olarak Ahmed isminde birini zikreder (Gall 1992: 197-198). Urmiye’den Diyarbakır’a göç eden Rumiye Şeyhi’nin yanında Ahî Mahmûd’un olduğu kaynaklarda mevcuttur. Ancak Le Gall’a göre Ahmed ismindeki şeyh Azîz Mahmûd ile Diyarbakır’a göç etmiştir ve Ali, Urmiye’deki tekkede kalmıştır (Gall 2005: 74).

Azîz Mahmûd Urmevî, Nakşbendiliğin bir kolu olan Urmeviliğin kurucusudur. Babasından manevi eğitimini aldıktan sonra Safevi zulmü üzerine Urmiye’den ayrılmış, Diyarbakır’a yerleşmiştir. Diyarbakır’a gelmesiyle birlikte tarikatını burada kurmuş ve halktan büyük teveccüh görmüştür. Tarihçiler Tebriz, Erivan, Erzurum, Musul, Van, Urfa gibi şehirlerden insanların Şeyh Azîz’i görmeye geldiklerini söylemişlerdir. Hatta şeyhin kırk bin kadar müridi olduğu ve tekkesinde cehri zikir yaptırdığı söylenmektedir.

Şeyhin bu kadar büyük bir şöhrete sahip olması onun sonunu hazırlamıştır. Sultan IV. Murad, Erivan Kalesi’ni kuşatırken Azîz Mahmûd da sultana eşlik etmiştir. İnsanlar sırf şeyhi görmek için ordugâha gelmişlerdir. Daha sonra Bağdat seferine giderken de Urmevî ve IV. Murad karşılaşmışlardır. Bu karşılaşmada da Rumiyye Şeyhi padişahı üç bin kadar müridi ile karşılamıştır ve şeyh, Bağdat zaferini sultana önceden müjdelemiştir. Yalnız sefer dönüşünde IV. Murad şeyhin idamına hükmetmiştir. Bu idamın sebepleri birkaç şekilde anlatılır. Şeyh Bağdat seferi sırasında Sultana bakırı altına çeviren bir kız tavsiye etmiştir. Sultan da bu Dürzi kızına bir miktar sermaye bırakmıştır. Bu sermayeyi kız harcamış ve eğlencede tüketmiştir. Bunu duyan Sultan hem kızı hem de şeyhi boğdurmuştur. İkinci olarak Azîz Mahmûd, Haseki Sultan’ı kendisini ziyaret etmesi için davet etmiş, ancak davranışlarından hoşlanmamış ve onu asası ile darp etmiştir. Sultan da bunun üzerine şeyhe sövmüş ve onu idam ettirmiştir.

Daha bir makul sebep ise Urmevî’nin bölgede kazandığı güçtür. Şeyhin şöhreti tüm bölgede yayılmıştı. Bu güç sultanın çevresindekileri büyük ihtimalle rahatsız etmiştir. Kısa bir zaman önce vuku bulan Sakarya Şeyhi hadisesi de şeyhin idamında önemli bir rol oynamıştır. Sakarya Şeyhi’nin çevresinde birçok kişi toplanmış ve mehdilik iddiası ile ayaklanmıştır. Urmevînin idamından sonra padişah bazı kişileri görevlendirmiş ve şeyhin evinde silah türü aletler araştırılmıştır. Araştırmalarda herhangi bir bulguya rastlanmamasıyla kuşkuların yersizliğini geç de olsa ortaya çıkmıştır. Şeyhin idamından sonra bazı halifeleri irşada devam etmişlerdir (Tosun 2012: 280-294; Algar 2007:174-193).

1. Tezkire-i Hazret-i Baba veya Baba Kelâmı olarak adlandırılan eser Azîz Mahmûd Urmevîye atfedilmektedir. Kütüphânelerdeki yazmalarda şu bilgiler mevcuttur:

Hacı Selim Ağa Kütüphanesi kemankeş koleksiyonu 386 numara ile kayıtlı yazmanın katalogdaki ismi Tezkire fi beyani Ahvali’n-nebî aleyhisselam şeklinde geçmektedir. Yazar ismi ise “Süleyman Efendi Baba Âcizî”’dir. Bu hata mahlas benzerliğinin yanında Bursalı Mehmed Tahir’in Âcizî maddesinde “Üsküdar Atik Valide kütüphanesinde ahlak ve tasavvuftan bahseden manzum bir eseri vardır” kaydından dolayı oluşmuştur ki Atik Valide kütüphanesi koleksiyonu Hacı Selim Ağa’ya aktarılmıştır (Tahir 1333: 124). Vakıf kaydının bulunduğu ilk sayfada Tezkire-i Hazret-i Baba ve hemen arkasındaki sayfada bulunan fihristin üst tarafında Tezkire-i Şerif Hazret-i Baba kayıtları vardır.

18. yüzyılda yaşamış olan Âciz Baba ve İşkodralı Şeyh Süleyman Âcizî adları ile de anılan Sa’di şeyhi ile ilgili karışıklık eserin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar 4626 numaralı nüshasında tekrarlanmıştır. İlk sayfada “Kitâb-ı Tezkire-i Şerif” ibaresinden sonraki ibare kasten silinmiştir. Bu silinen yerden yukarı doğru bir ok çıkarılmış ve “Âcizî Süleymân Sa’di” ibaresi yazılmıştır. Bundan başka bir nüsha da Süleymaniye Kütüphanesi, Kadızade Burhaneddin Koleksiyonu 45 numarada kayıtlıdır. Yazmanın ilk sayfasında “Tezkire-i Baba-yı Nakşîbendî”, "Hazret-i Babanun Tezkire-i Şerîfidir” ve "Nakşbendînün Tezkire-i Şerîfidir” kayıtları mevcuttur. Bu üç nüshada bir fihrist bulunmaktadır ve zikredilen ilk iki nüshada bu fihrist 82 adet başlığı dolayısı ile 82 adet manzum parçayı içermektedir.

Diyarbakır’da şahsi bir kütüphanede bulunan başka bir nüshada eserin ismi “Baba Kelamı” olarak geçmektedir. Bu eser bir makaleyle tanıtılmıştır. Bu nüshaya göre söz konusu eser açık olarak Azîz Mahmûd Urmevî’ye aittir (Erdoğan 1998: 211-225). Yine bu nüshada bir fihrist vardır ve 104 başlığa ayrılmıştır. Başka bir nüsha Ankara Millî Kütüphane’de A685 numarada kayıtlıdır. Eser sondan ve ortadan eksiktir. Fihrist bulunmayan bu nüshada bazı manzum parçaların başlıkları yazılmamıştır. Diğer dört nüshayla bu nüsha da Mirac’ı anlatan manzumeyle başlamıştır.

Ankara Millî Kütüphane’de Hk194 numarada kayıtlı bir nüshada eser Muhammed Badamyârî’ye atfedilmiştir. İsmi ilk varakta “Hikâyet-i Külhan” adı altında geçmektedir. Diğer yazmalara göre bu nüsha hem şiir dizilimi hem de içeriği açısından farklıdır. Eser bir dil incelemesiyle doktora tezine konu olmuştur (Gül 2012).

Yazmalardaki Muhammed Badamyârî ve Azîz Mahmûd Urmevî kayıtları hem bir karışıklık yaratmakta hem de eserin kolektif bir eser olduğuna dair bir düşünce uyandırmaktadır. Yine eserde geçen birçok isim ve mahlas bu düşünceyi destekler niteliktedir. İlk şiirde “ümmi dervişim fakir Abdülkerim” ismi geçmiştir. Bazı şiirlerde ise hiç mahlas geçmez (15 adet şiirde) veya bir dervişin manzumeyi yazdığı söylenir (1 şiirde). Bunun dışında Türâbî (6 şiirde), Âciz ve Âcizî (51 şiirde), Kaygusuz Abdal (2 şiirde) Ag Saraylı İsa ve İsa (birer şiirde), Hâkî (2 şiirde), Gaybî (1 şiirde), Fenayî (1 şiirde) geçer. Âcizî mahlaslı şair 82 şiirlik eserin büyük bir kısmını kaleme almıştır. (Kemankeş 1a-237b) Ag Saraylı İsa hakkında bilgi Menakıb-ı Çehar Yar-i Güzin adlı eserde yer almaktadır. Buradaki bilgiye göre İsa, Hazret-i Baba’nın talebelerindendir (Sıddîk 2009: 522). Bu bilgi “Tezkire-i Hazret-i Babanın” Urmevî silsilesindeki dervişlerin ve şeyhlerin yazdığı kolektif bir eser olduğunu ortaya koymaktadır. Kaygusuz Abdal’ın kimliğine dair ipucu eserin Diyarbakır’daki nüshasında bulunmaktadır. Burada Muhammed Badamyârî’nin ölüm tarihi verildikten sonra “nâm-ı diger Kaygusuz Abdal” kaydı düşülmüştür ki Muhammed Badamyâri de silsilesi Urmeviliğe dayanan bir şeyhdir (Erdoğan 1998: 212). Eserin “Kemankeş” nüshasında birkaç yerde Âciz mahlasıyla birlikte isim zikredilmektedir:

“İbn-i Şeyh Ahmed Âcizem (103a)” “İbn-i Şeyh Ahmed’ün yâri (139b)” ”İbn-i Şeyh Ahmed Âcizem (170b)” Bu mısralara bakarak Şeyh Ahmed’in oğlu Âciz’im veya Şeyh Ahmed Aciz’in oğluyum manaları çıkabilir. Ayrıca; “Âciz senden ister müdâm/Cemâlüna vasl eylegil/Bu Mahmûd cân efendini” (Kemankeş 167a) mısraları geçmektedir. Âciz mahlası üzerine burada Mahmûd ismini de göz önünde bulundurarak, Şeyh Ahmed’in oğlu Âciz anlamı çıkartılıp Âciz(î) mahlasını Azîz Mahmûd Urmevî’ye atfedilebilir. Bunun yanında eserin kolektif olduğu hem oldukça değişken hususiyetler barındıran dil ve şekil özelliklerinden, hem de birçok mahlas barındırmasından dolayı açıktır. Hatta 20 numaralı şiirde Kaygusuz Abdal ve Âcizî mahlasları birlikte geçmektedir (Kemankeş 61b-63b). Zikredilen mahlasların geçtiği mısralarda, aynı şiir içinde şekil özellikleri değişmektedir. Bu görüntü, bir şiir yazılırken birden çok şairin müdahalesi olduğu göstermektedir. Tahminimizce eser, Muhammed Badamyârî ile başlayıp sonraki Urmevî şeyhleri ve dervişleri tarafından genişletilmiştir. 

Kaynakça

Âcizî Süleyman Dede İşkodralı. Dîvân. Millî Kütüphâne. 06 Mil Yz FB 232, 1-48 vr.

Âcizî Mehmed Badamyârî. Hikâyât. 06 Mil Hk 194.1-304 vr.

Âcizî Süleyman Efendi Baba. Tezkire fi Beyani Ahvâli’n-Nebî Aleyhisselâm. Hacı Selîm Ağa Kemankeş nr 386. 1-237 vr.

Açıkbaş Mahmûd Urmevî. Risâle-i Nurbahşiyye. Süleymaniye Kütüphanesi, H.Hayri-H.Abdullah, nr.

146, vr. 114b.

Algar, Hamid (2007). Nakşibendîlik. İstanbul: İnsan Yay.

Ali Emirî (1328). Tezkire-i Şuara-yı Amîd. Matbaa-yı Amire.

Baba Nakşbendî Abdurrahim. Tezkire-i Baba-yı Nakşbendî. Süleymâniye Kütüphânesi, Kadızâde Burhâneddin. No: 45.1-282vr.

Bruinessen, Martin Van (1995). Kürdistan Üzerine Yazılar. Çev. Nevzat Kıraç-Bülent Peker v.d. İstanbul: İletişim Yay.

Baykal, Bekir Sıtkı (hzl.) (1982). Peçevî, Peçevî Tarihi. C. 2. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.

Bursalı Mehmed Tahir (1333). Osmanlı Müellifleri. C. 1. İstanbul.

Ceyhan, Adem (2006). Türk Edebiyâtında Hz. Ali Vecizeleri. Ankara: Öncü Yayınevi.

Çabuk, Vahit (hzl.) (1989). Solakzâde Solakzâde Tarihi. C. 2. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.

Dağlı, Yücel vd.(hzl.) (2001). Evliya Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi. C. 3. İstanbul: Yapı Kredi Yay.

Derviş Abdulkâsım b. Şeyh Ahmed Âcizî. Mesnevî. 06 Mil Yz A 685. 1-259 vr.

Erdoğan, Kenan (1998). “Seyyid Aziz Mahmud Urmevî ve Bilinmeyen Bir Eseri: Baba Kelamı”, Bir, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi (Prof. Dr. Kemal Eraslan Armağanı). 9-10: 211-225.

Gall, Dina le (1992). The Ottoman Naqshbandiyya In The Pre-Mujaddidi Phase:A Study in Islamic Religious Culture and Its Transmission. U.M.I.

Gall, Dina le (2005). A Culture of Sufism: Naqshbandis in the Otoman World, (1450-1700). New York: State University of New York Pres.

Gül, Meltem (2012). Muhammed Badamyari, Hikayat: İnceleme, Metin, Sözlük. Doktora Tezi. Van: Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi.

İpşirli, Mehmet (hzl.) 2007. Nâimâ, Tarih-i Nâimâ. C. 2. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.

İsmâil Beliğ (1287). Güldeste-i Riyâz-ı İrfan. Hüdavendigâr Matbaası.

Katip Çelebi (1286). Fezleke-i Katip Çelebi. Ceride-i Havadis Matbaası.

Mermutlu, Mehmet Said (2012). “Nigâhî ve Divançesi”, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi. 7.

Özcan, Abdülkâdir (hzl.) (1979). Şakâik-i Numaniye ve Zeyilleri. İstanbul: Çağrı Yay.

Seyyid Eyyub bin Sıddîk (2009). Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn (Dört Halîfenin Üstünlükleri). İstanbul: Hakikat Kitabevi.

Süleymân Sa’di Âcizî. Tezkire-i Şerîf. İstanbul Üniversitesi Türkçe Yazmalar no: 4626. 1-301vr.

Süreyya, Mehmed (1996). Sicill-i Osmanî. C. 3. İstanbul: Yurt Vakfı Yay.

Şemseddin Sivâsî (1278). Menakıb-ı Çehâr Yar-i Güzîn. Takvimnâme-i Âmire.

Tosun, Necdet (2012). Bahâeddin Nakşbend-Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı. İstanbul: İnsan Yay.

Uşşâkizade. Zeyl-i Şakâik. Süleymâniye Ktp.,Hafîd Efendi 242, vr. 28b-29a.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: MEHMET YUNUS YAZICI
Yayın Tarihi: 05.11.2014
Güncelleme Tarihi: 05.12.2020

Eserlerinden Örnekler

Tezkire-i Hazret-i Baba

Nûr Muhammed Salavât-Hikâyet Bir Kişinün Yüreginde

Bir kişinün yüreginde

‘Aşk odı bir dâğ eyledi

Hîç gülinün rengi solmaz

Gönlinde bir bâğ eyledi

 

Her gün ana dolu kadeh

Ahî eser efil getürür

Gün geldikce şevki artar

Niçün ki bir ah eyledi

 

Berk yapuşun ol pîre kim

Onı size göstere kim

Cânum kurbân ol pîre kim

Yolumızı sağ eyledi

 

Kim ki ‘arşuna geldiyse

Kadeh eline aldıysa

Hakk yolına can virdiyse

Görini pür-nûr eyledi

 

Görini pür-nûr eyledi

Anı ana pîr eyledi

Kim ki pîrine hakk didi

Makâmını Tûr eyledi

 

Mûsâ gibi Tûr’da dura

Dostını bî-hicâb göre

‘Arz vekîlin söyleye

Müşkilini hall eyledi

 

Müşkilini hall eyledi

Gönül şehrin sen eyledi 

Gönül şehri sende dolu

Teni dahı sen eyledi

 

Her gönül ki senden hocam

Bir nefes cüdâ olmadı

Cân kafesden kurutlıcak

Cennete pervâz eyledi

 

Cennetde dahı durmaz ol

Cennete boyun eğmez ol

Yâ hû diyüb andan geçer

Özini vuslat eyledi

 

Anda vuslat olan kişi

Dîdâr görmek anun işi

Kışlağı bî-nişân imiş

Yaylağ lâ-mekân eyledi

 

Kim girse halvet-hâneye

Ma‘bûdına tâ‘at itse

Her nefesün şükrin bilse

Hakk anı server eyledi

 

Kim ki zâlimlere uydı

Nefs meresin elden koydı

Ya bu fenâya aldandı

Tenini perver eyledi

 

Kim ki seni hakk bilmedi

Dergâhuna yüz sürmedi

‘Âkibet insan olmadı

Özini hayvân eyledi

 

Kim ki dayandı adına

Dadandı dünyâ dadına

Düşdi cehennem odına

Her kim sana ‘âkk eyledi

 

Zihî yazık ibn-i âdem

Günâhından korkmaz imiş

Bir zerrece hayrı yokdur

Dağlarca günâh eyledi

 

Görmez bunca günâhını

Ol ‘âsî anmaz şâhını

Dutmaz hakka penâhını

Özin rû-siyâh eyledi

 

Kim ki sana inânmadı

Ol kişi râhat bulmadı

Hîç ana rahmet inmedi

Özin bî-îmân eyledi

 

Kim ki sana bil bağladı

Cân cesed seni çağladı

Bahdıkca hakka uğradı

Kendözin fenâ eyledi

 

Anda fenâ olan kişi

Dîdâr görmek anun işi

Kışlağı bî-nişân imiş

Yaylağ lâ-mekân eyledi

 

Yine geldi serverine

Mühr-i nübüvvet şânına

Baş koyupdur ayağına

Yine özin hâk eyledi

 

Bunı diyen sırf delüdir

Şekk ü şübheden berîdir

Ol degül anun yâridir

Beni dîvâne eyledi

 

Miskîn ‘Âcizî sözleri

Zinhâr size ögüd olsun

Kim ki bu meyden içmedi

Ol balını dûğ eyledi

Âcizî Süleyman Efendi Baba. Tezkire fi Beyani Ahvâli’n-Nebî Aleyhisselâm. Hacı Selîm Ağa Kemankeş nr 386. vr. 100a-100b.

 

Nûr Muhammed Salavât-Hikâyet Senün ‘Aşkun

Senün ‘aşkun gönüllerde bekâdır yâ Resûla’llah

Senün ‘aşkundan özge ‘aşk fenâdır yâ Resûla’llah

 

Senün yüzün gören gözler ne ay gözler ne yuldızlar

Nurundan gice gündüzler şu‘adır yâ Resûla’llah

 

Okıdı medhüni Allah senün ey enbiyâ hatmi

Ki gökde “Yâ-sin” yerde “Tâ-hâ”dır yâ Resûla’llah

 

Okıdı “الهذِي أَسْرَى ” sana ey seyyid-i ‘âlem

Didi rûhu’l-emîn durgıl salâdır yâ Resûla’llah

 

Adun Ahmed özün Mahmûd Muhammed Kâsım u Dâ‘î

Beher ismi ile okursun revâdır yâ Resûla’llah

 

Yüz yigirmi dört bin nebi ki oldı ‘âleme izhâr

Senün kadrün kamusundan ‘ulâdır yâ Resûla’llah

 

صَدْرَكَ لَكَ نَشْرَحْ أَلَمْ” senün sînen sıfâtıdır

Saçun “Leyl” ü yüzün “Şems” “Duhâdır” yâ Resûla’llah

 

Yok idi ‘âlem ü âdem var idi ol zamân nûrun

Seni sonra geldi dimek hatâdır yâ Resûla’llah

 

Senün ‘aşkun kime düşse gönüllere saykal olur

Âyînesi yüz gösterir ‘atâdır yâ Resûla’llah

 

Seni seven kimselerün bâzârı Hakk ilen imiş

Senün nûrun o kimseye kaladır yâ Resûla’llah

 

Münâfık mel‘ûn u câhil yedilmedi kataruna

Yedilüb bile gelmeyen kaladır yâ Resûla’llah

 

İşitse adunı mü’min virir sallû ‘alâ salât

Ki kafirse semi‘ne ismün belâdır yâ Resûla’llah

 

Kime işaret kıldunsa ol oldı senün ‘âşıkun

Senün ‘aşkundan ol ‘âşık yanadır yâ Resûla’llah

 

Senün ‘aşkuna düşenler olar rahmet denizidir

Özin her dem o denize banadır yâ Resûla’llah

 

Senün tîrinün okına cânını pûte eylemiş

Kemândan çıkan Hakk tîrün cânadır yâ Resûla’llah

 

Dudagun şerbeti senün ‘aceb çeşmedir ey dilber

Niçe yüz bin gelür teşne kanadır yâ Resûla’llah

 

Senün zülfün medhin ider daramaga nûrlar ilen

Melekler dutmuş eline şânedir yâ Resûla’llah

 

Senün bir kez yüzün gören nâ-mahreme fâş eylemez

Kimse andan sorar olsa danadır yâ Resûla’llah

 

Olar ki mest ü şeydâdır cânı yolunda fedâdır

Seni her dem her arada anadır yâ Resûla’llah

 

Senün ‘aşkuna düşenün ‘aklı başdan zâil olur

‘Âmm u nâdân sagunur dânâdır yâ Resûla’llah

 

Mü’minler iyesiz olmaz iyesizler bahre dalmaz

Senün ‘aşkun kimde ise iyedir yâ Resûla’llah

 

Senün şer‘ince gitmeyen ‘aşkun odına tütmeyen

İblîs ana evim diyer yuvadır yâ Resûla’llah

 

Allah buyrugın dutmayan senün şer‘ince gitmeyen

Ne bendedir ne ümmetdir o nedir yâ Resûla’llah

 

Özin senden ırak eyler işi mekr ü yalan söyler

Özin şeytân çerisine taladır yâ Resûla’llah

 

Seni cândan seven kişi dâ’im şer‘ina guş eyler

Kulakda gûşvâresi tânedir yâ Resûla’llah

 

Senün şer‘in terk iderler nefsün atına binerler

Deger çarh hûrd ü hâr eyler uvadır yâ Resûla’llah

 

Binerler nefsün atına yanarlar nârun odına

Senün şer‘in balın dadmaz uyadır yâ Resûla’llah

 

Senün ‘aşkun gönüllerde müezzinler salâ eyler

Gözin gaflet dutanları uyarır yâ Resûla’llah

 

Bir eli yetse elüna gözin yol eyler ilüna

Cân ü başını yoluna koyadır yâ Resûla’llah

 

Senün ‘aşkun kimde ise pertevi daşra bırahur

Mahremlere yeticegin diyedir yâ Resûla’llah

 

Beyle söyler hakkdır sözi dâ’im ta‘rîf ider sizi

Onun çünki dâ’im yüzi sanadır yâ Resûla’llah

 

Bakub yüz-be-yüz olucak gider cân üzülür tenden

Her dem lutf ü kerem senden banadır yâ Resûla’llah

 

Her kim senünle yahş olsa yer ü gök ‘arş-ı nakş olsa

Her ne Allâh’dan bahş olsa duyadır yâ Resûla’llah

 

Seni söyler seni bilür secdesini sana kılur

Nice hâna muhtâc olsa doyadır yâ Resûla’llah

 

Her ‘âsî kabirde olsa zebânîler döger olsa

Sana salavât getürse koyadır yâ Resûla’llah

 

Seni cândan seven kişi hîç arada olmadı mât

Senün zülfün ona hil‘at giyedir yâ Resûla’llah

 

Senünlen birlenen kişi dâ’im saydı sen imişsin

İki cihân bahâ gelmez yinedir yâ Resûla’llah

 

Senün dogru ‘âşuklarun cân u cismi sen imişsin

Tanrı hakkı senün hakkun biledir yâ Resûla’llah

 

Senün derdünden ey dilber bu ‘Âciz haste olupdur

N’ola bir kez nigâh itsen devâdır yâ Resûla’llah

 

Rû-siyâh mahrûm ü bî-çiz n’ola bir kez rahm idesiz

Gelüpdür kapuna ‘Âciz Gedândır yâ Resûla’llah

Âcizî Süleyman Efendi Baba. Tezkire fi Beyani Ahvâli’n-Nebî Aleyhisselâm. Hacı Selîm Ağa Kemankeş nr 386. vr. 53a-55a.

 

Nûr Muhammed Salavât-Hikâyet Bana Seni Gerek

Kim ki hayatda can virdi

Göz açdı şeyhini gördi

O şeyhinde seni buldı

Bana seni gerek seni

 

Bir kanad ki şeyh virdi

Bu beden perr ü bâl oldı

Yine devlet dîdâr oldı

Bana seni gerek seni

 

Senden kanad aldım uçdum

Göklerün perdesini geçdim

Ab-ı kevseründen içdim

Bana seni gerek seni

 

Genc-i pinhânuna girdim

A‘la kudretlerün gördüm

Lâ-mekânuna gark oldum

Bana seni gerek seni

 

Senün derdünden kül oldum

O dergâhuna tozundum

Toprag iken gevher oldum

Bana seni gerek seni

 

Kim ki sana zârı kıldı

Dergâh ona menzil oldı

Mûsa nebî Tûr’ı sevdi

Bana seni gerek seni

 

Sensin ululardan ulu

Sensin “ya hû ve ya men hû”

Sensin zemîn felek dolu

Bana seni gerek seni

 

Seni seven ölmez imiş

Senden özge görmez imiş

Kendözini bilmez imiş

Bana seni gerek seni

 

‘Amâlar bilmez kandasın

İnkarlara ho daldasın

Görenler görür kandasın

Bana seni gerek seni

 

Yoluna koymuş cânı

Ben n’eylerim hân u mâlı

Sensin kamunun sübhânı

Bana seni gerek seni

 

Bu dünya fânîdir fânî

Sen virmişsin tene canı

Yüzümüze açgıl kânı

Bana seni gerek seni

 

İbn-i Şeyh Ahmed ’ün yari

Nazırıdır bâylar bâyı

Ben nazırı hak-i pâyı

Bana seni gerek seni

Âcizî Süleyman Efendi Baba. Tezkire fi Beyani Ahvâli’n-Nebî Aleyhisselâm. Hacı Selîm Ağa Kemankeş nr 386. vr. 139a-139b.

 

Nûr Muhammed Salavât-Hikâyet Hemîşe Pür-Nûr

 

Hemîşe pür-nûr olmaklık dilerse her kimün cânı

Dilinden koysun ayrık müdâm bu zikr-i Kur’ânı

 

Eger okur ise rencûr şifâ virir ona gayyûr

Eger kaygulu okursa gider kalmaz perîşânı

 

Bu Kur’ân mahlûka indi kamu yollu yolın buldı

Muhammed üstine dutdı bu eyvânı bu seyrânı

 

Zihî Kur’ân zihî Kur’ân zihî fazl u zihî ihsân

Zihî delîl zihî bürhân zihî ahkâm sultânı

Nazar kılsun ‘inâyetdir işidirsin sa‘âdetdir

Okursun külli devletdir zihî bahşiş müselmânı

 

Budur mü’minlere devlet budur miskînlere hil‘at

Budur münkerlere hüccet budur Kur’ân nûristânı

 

Bu Kur’ân okuyan diller çürimez yatur yüz yıllar

Ne hoş okur bu bülbüller bu Kur’ândır gülistânı

 

Cemâlündür Kelâmu’llâh saçun ‘âşıka Beytu’llâh

Şefâ‘atci Resûla’llâh kii sensin mü’minün cânı

 

Eger mü’min isen sen dah salavât vir ana dâ’im

Eger yüzine ‘âşıksan budur ‘âşık u meydânı

 

İki cihân ışıg ondan şefâ‘at eyleyen oldur

Nübüvvet anda zâhirdir bah onda mührini tanı

 

Çü bildi mü’min ey mürsel kafa yokdur cesedünde

Seyrildi sıdk-ı sâf oldı dahı kalmadı gümânı

 

Visâlüna iren kimse emîndir dünyâ âhiret

O vesvâsdan halâs oldı hisâra düşdi îmânı

 

‘Âşıkundur cân u dilden dâ’im sende nişân ister

Bî-nişân buldı ol kimse yüzünde gördi nişânı

 

Hisârunda olan ‘âşık ‘âşık yokdur varı sensin

Fenâlık makâmın buldı o tapdı genc ile kânı

 

Visâlün vaslına ‘Âciz dâ’im özin yanar gördi

Visâle yandı vasl oldı yanukdan isteme cânı

 

Bile bilün cemî‘ eşyâ ki ansız lezzeti yokdur

Dilersen ana iresin dün ü gün zikr eyle anı

Âcizî Süleyman Efendi Baba. Tezkire fi Beyani Ahvâli’n-Nebî Aleyhisselâm. Hacı Selîm Ağa Kemankeş nr 386. vr. 186a-187a.

 


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1ZEKERİYA MELEKİd. 1962 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
2HEYDER GULU NİRUMENDd. 1948 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
3YUSUF/YUSUFÎ, Yusuf Ohanesd. 08.08.1927 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
4ZEKERİYA MELEKİd. 1962 - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
5HEYDER GULU NİRUMENDd. 1948 - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
6YUSUF/YUSUFÎ, Yusuf Ohanesd. 08.08.1927 - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
7ZEKERİYA MELEKİd. 1962 - ö. ?Ölüm YılıGörüntüle
8HEYDER GULU NİRUMENDd. 1948 - ö. ?Ölüm YılıGörüntüle
9YUSUF/YUSUFÎ, Yusuf Ohanesd. 08.08.1927 - ö. ?Ölüm YılıGörüntüle
10ZEKERİYA MELEKİd. 1962 - ö. ?MeslekGörüntüle
11HEYDER GULU NİRUMENDd. 1948 - ö. ?MeslekGörüntüle
12YUSUF/YUSUFÎ, Yusuf Ohanesd. 08.08.1927 - ö. ?MeslekGörüntüle
13ZEKERİYA MELEKİd. 1962 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14HEYDER GULU NİRUMENDd. 1948 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15YUSUF/YUSUFÎ, Yusuf Ohanesd. 08.08.1927 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16ZEKERİYA MELEKİd. 1962 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
17HEYDER GULU NİRUMENDd. 1948 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
18YUSUF/YUSUFÎ, Yusuf Ohanesd. 08.08.1927 - ö. ?Madde AdıGörüntüle