Madde Detay
AHMEDÎ, Ahmedî-i Tebrîzî, Tebrîzli Ahmedî
(d. ?/? - ö. ?/?)
divan şairi, mütercim
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Azeri)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Akkoyunlu sahası şairlerinden Ahmedî’nin hayatı hakkında fazla bir malumat yoktur. Onunla ilgili bilinenler; XV. asırda Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Azerbaycan, İran ve Irak’ta devlet kuran Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Ya’kûb Han devrinde, bu hanedanın Musullu boy beylerinden olup Anadolu’ya sefere çıkan Sûfî Halîl’in bir gece şairi çağırıp bir “kıssa-i Yûsuf” yazmasını istediğinden, onun da bu talep üzerine ertesi gün ordudan ayrılarak Tebriz’e geldiğinden ve eserini bu şehirde elli yedi günde tamamladığından ibarettir (Azamat 1989). Ahmedî’nin bilinen iki eseri vardır:
1. Yûsuf ü Züleyhâ: Bu eseri ilk defa Azamat, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kütüphanesi’nde (no. 51) bulunan nüshasından hareketle ilim dünyasına tanıtmıştır (1988). Yûsuf ü Züleyhâ, yukarıda da belirtildiği üzere, Akkoyunlu boy beylerinden Halîl Bey (İbni Bektaş Şâh Halîlullâh)’in arzusuyla Tebriz’de elli yedi günde yazılmıştır. Şair, aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazdığı mesnevînin 4035 beyit olduğunu belirtmişse de bugün elimizde bulunan nüshası 2801 beyittir. Bu durum nüshanın bazı yapraklarının kopmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Yûsuf ü Züleyhâ üzerine Kayık (2007) ve Çeri (2010) tarafından yüksek lisans çalışması yapılmıştır.
2. Esrâr-nâme: Ahmedî’nin ikinci eseri baştan sona mesnevî nazım şekliyle kaleme aldığı 1781 beyitten oluşan Esrâr-nâme’sidir. Metinde “tahmîd”den önce 84 beyitlik bir bölüm vardır. Manzumenin başında bulunan bu kısım, Âşık Paşa’nın Garîb-nâme isimli mesnevîsinin ikinci bâbının dokuzuncu hikâyesidir. Bundan dolayı Esrâr-nâme’nin bir bölümü olarak telakki edilen ilk 84 beyti eserden çıkarmak ve eseri tahmîd ile başlatmak gerekmektedir (Kartal 2010: 198-200). Ahmedî’nin bu manzumesi Esrâr-nâme’nin tam bir tercümesi değildir. Nitekim içindeki 39 hikâyeden sadece üçü Attâr’ın Esrâr-nâme’sinden tercüme edilmiştir. Manzumeye Esrâr-nâme adının verilmesi, Attâr’ın aynı isimli eseriyle ilgisinden ziyade, metinde anlatılan hikâyelerin hüviyetiyle ilgili gibi görünmektedir. Nitekim Tebrîzli Ahmedî’nin; şiir hakkındaki görüşlerini beyan ederken söylediği “Şi’r kim ola husûsâ sırr-ı Hak / Cân u dil andan ala her dem sebak” (Ayan 1996: 157/1812) beyti de “can ve gönlün” ders alması için şiirin sırr-ı Hak’tan yani İlâhî sırdan teşekkül etmesi gerektiği düşüncesi de bunu göstermektedir. Tebrîzli Ahmedî, Esrâr-nâme’sindeki 25 hikâyeyi Attâr’ın Musîbet-nâme’sinden, 3 hikâyeyi Attâr’ın Esrâr-nâme’sinden, 2 hikâyeyi Attâr’ın Tezkiretü’l-Evliyâ’sından, 1 hikâyeyi de Attâr’ın İlâhî-nâme’sinden tercüme etmiştir. Ancak tercüme edilen hikâyelerden 4’ü hem Musîbet-nâme’de hem Tezkiretü’l-Evliyâ’da, 1’i de Tezkiretü’l-Evliyâ ile Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde geçmektedir. Ayrıca Tebrîzli Ahmedî’nin 1 hikâyeyi de, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden tercüme ettiği dikkati çekmektedir. Bu da şairin, Esrâr-nâme’sini Attâr’ın çeşitli eserlerinde anlattığı hikâyelerinden seçme yaparak oluşturduğu ortaya koymaktadır. Nitekim Esrâr-nâme’de anlatılan hikâyelerden kaynağı tespit edilebilen 31 hikâyeden 30’una Attâr’ın 4 eserinin kaynaklık ettiği görülmektedir. Dolayısıyla metnin bu özelliği de Esrâr-nâme için, Attâr’ın manzum ve mensur bazı eserlerinden seçilen hikâyelerin Türkçeye manzum tercümemesiyle oluşturulmuş bir “manzum hikâyeler antoloji”sidir denilebileceğini düşündürmektedir. Tebrîzli Ahmedî’nin hikâyeleri bazen beyitleri doğrudan veya beytin mısralarının yerlerini değiştirerek tercüme etmiş ya da manasını yorumlamıştır. Bazen de beytin bir mısraını tercüme edip diğerini değiştirmiştir. Kimi beyitlerin manasını yorumlayıp genişletirken, kimi beyitleri de çıkarmıştır. Tebrîzli Ahmedî’nin tercüme ettiği hikâyelerde özellikle Attâr’ın kullandığı kelime ve terkipleri kullanması da dikkat çekmektedir. O, hikâyelerin sonunda Attâr’dan ve Mevlânâ’dan farklı bir şekilde çeşitli nasihatler vermekte, bazı terimleri de geniş bir şekilde açıklamaktadır. Tebrîzli Ahmedî, Attâr’dan tercüme ettiği hikâyeleri, özüne bağlı kalarak genişletmiş, ancak bu esnada küçük farklılıklar da oluşmuştur (Kartal 2010). Eser Ayan tarafından yayımlanmıştır (1996).
Eserlerinde dinî, tasavvufi nitelikteki en ağır konuları bile kısa, canlı ve basit cümlelerle anlatabilen Tebrîzli Ahmedî, Türk-İslam kültürüne hakkıyla vâkıf, canlı ve akıcı bir üsluba sahip, usta bir hikâyeci olarak dikkati çekmektedir (Ayan 2007: 104-105).
Kaynakça
Ayan, Gönül (hzl.) (1996). Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme (İnceleme - Metin). Ankara: AKM Yay.
Ayan, Gönül (2007). “Tebrizli Ahmedi ve Esrar-name İsimli Mesnevisi”. Turkish Studies 2 (3): 100-105.
Azamat, Nihat (1988). “Yeni Bir Ahmedî ve İki Eseri: Yusuf u Zeliha. Esrârnâme Tercümesi”. Osmanlı Araştırmaları VII-VIII: 347-64.
Azamat, Nihat (1989). “Ahmedî, Akkoyunlu”. İslâm Ansiklopedisi. C. 2. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 167-68.
Çeri, Ahmet (2010). Tebrizli Ahmedî, Yûsuf u Zelîhâ (35b-70b İnceleme-Metin-Dizin). Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.
Kartal, Ahmet (2010). “Tebrizli Ahmedî’nin Esrâr-nâme İsimli Eseri Üzerine Düşünceler”. Türklük Bilgisi Araştırmaları (Journal of Turkish Studies) 34 (II): 197-206.
Kartal, Ahmet (2013). Doğu’nun Uzun Hikâyesi-Türk Edebiyatında Mesnevî. İstanbul: Doğukütüphanesi.
Kayık, Salih (2007). Tebrizli Ahmedî, Yûsuf u Zelîhâ (1b-35b İnceleme-Metin-Dizin). Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.
Şentürk, Ahmet Atillâ, A. Kartal (2010). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Dergâh Yay.
Yavuz, Kemal (hzl.) (2000). Garîb-nâme (Tıpkıbasım). C. I/1-2, II/1-2. İstanbul: TDK Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. AHMET KARTALYayın Tarihi: 29.12.2014Güncelleme Tarihi: 09.06.2022Eserlerinden Örnekler
Esrâr-nâme’den
Hikâye-i Süfyân Ma’a Bülbül
Gördi bir tıflı meger Süfyân-ı Pîr
Bülbüli kılmış kafes içre esîr
Bülbül anda zâr u giryân u hazîn
Hem kafes muhkem yapılmış âhenîn
Her zamân kendin urur soldan saga
Bir mecâl ister kafesden çıkmaga
Gördi Süfyân anı oldı bî-karâr
Didi bu bî-çâre kalmış bunda zâr
Âşık-ı dîvânedür şûrîde-hâl
Kim yaraşmaz buna bend ü bî-mecâl
Ol sabîyi okıdı Süfyân meger
Virdi ana avcı tolu sîm ü zer
Didi gel sen bu kuşı âzâd kıl
Sana ol kuşdan bu yegdür bellü bil
Bülbüli aldı sabîden ol azîz
Çün kafesden çıkdı pervâz itdi tîz
Bir budag üstine kondı murg-ı zâr
Kıldı Süfyâna du’âlar sad-hezâr
Çünki Süfyân bülbüli kıldı mu’âf
Ol dahı kıldı gülistânı tavâf
Nevha kıldı çün güli gördi hezâr
Başladı destâna ol dem murg-ı zâr
Nevha kıldı okuyuban dâsitân
Agladı çok çok zemîn ü âsumân
Okıdı destânı bustân içre hoş
Giceye dek gül öninde kıldı cûş
Gül ayagında meger komışdı baş
Gül varaklar üstine olmış şâbâş
Örü turdı eydür iy ârâm-ı cân
Bil icâzet isterem olam revân
Didi ol ma’şûka azmün kancaru
Bu ne sözdür söyledün iy nîk-hû
Bunca yıllardur ki hasretsin bana
Ne tîz usandun bu dem n’oldı sana
Didi hâşâ senden usanmış olam
Kim hemân evvelki âşık bülbülem
Nice müddetdür ben olmışam esîr
Bir azîz oldı bana çün dest-gîr
Anun ol yahşılıgın unutmazam
Ölür isem ol kapudan gitmezem
Didi gel iy âşık-ı pâk-i’tikâd
Sad-hezârân âferîn iy pâk-zâd
Gündüz olayum huzûrunda müdâm
Gice andan ayru oturmak harâm
Bir işikden kim ire sana devâ
Ol işigi terk kılmak ne revâ
Şükrüni unutma dâ’im iy gedâ
Hâk-i pâyin gözüne kıl tûtiyâ
Koma ölince elünden dâmenin
Hiç unutma gâh u geh gül harmanın
Çünki destûr oldı ol şûrîde-hâl
Açdı Süfyân işigine perr ü bâl
Kondın Süfyânun önine ol zamân
Didi Süfyân ana iy şîrîn-zebân
Nite geldün yine iy bî-çâre sen
Ne sebebden eyledün terk-i vatan
Gice halvet yârı terk itdün neden
Söylegil hâlün nedür iy murg sen
Didi bülbül kim ayâ şâh-ı cihân
Ol adûdan çün bana virdün amân
Ben dahı terk itmezem dâ’im seni
Sen dahı elbet kabûl eyle beni
Gündüz anda gice bunda olayum
Ben de gâh gâh sana hıdmet kılayum
Didi Süfyân ana iy şûrîde-hâl
Hoş kabûl itdük seni bî-kîl ü kâl
Gündüz olurdı gülistân içre şâd
Gice Süfyân ile ol murg-ı küşâd
Uyımazdı gice ol şîr-i şikâr
Subha dek tâ’at kılurdı bî-şümâr
Bülbül-i şûrîde hen yanında zâr
Okur idi dâsitânı sad-hezâr
Gâh gâh idicegiz gönli heves
Bülbül ile şeyh olurdı hem-nefes
Sır sözi olıcagız bir yirde hem
Gönderürdi bülbüli ol zü’l-kerem
Bülbüle buyıdı rûz u şeb amel
Nâ-gehân Süfyâna irişdi ecel
Götürüldi çün cenâze ol zamân
Bülbül-i şûrîde irişdi revân
Ol cenâze üstine devrân ider
Ayak altına yüzin galtân ider
Gah hevâdan yire çalar özini
Gâh cenâze üzre sürter yüzini
Âkıbet defn itdiler şeyhi be-hâk
Kondı kabri üstine ol murg-ı pâk
Nevhalar kıldı okıyup dâsitân
Agladı halk u zemîn ü âsumân
Bir zamân olmazdı ol yirden cüdâ
Dâsitân okırdı eylerdi sadâ
Komadı bir lahzâ hâlî hâkini
Âkıbet tapşurdı cân-ı pâkini
Olmış idi şeyh derdinden zebûn
Geldi burnından meger bir katre hûn
Başını kabr üstine kodı hemân
Düşdi cân ısmarladı bülbül revân
Gel bu sözleri işit iy bî-vefâ
Kim vefâ ehli kabûl eyler cefâ
Olma bir kuşdan dahı kem iy gedâ
Andan ögren yüri hem ders-i vefâ
Yâd kıl bu kıssa-i cân-sûzı sen
Andan ögren hem vefâ iy bu’l-hasen
Rahmeti Süfyânun oldı kâr-ger
Kuş da andan dönmedi iy bî-haber
Bin kezin rahm eylemişlerdür sana
Yine dönüp gıybet itmişsin na
Bülbül andan yimedi nân u nemek
Gerçi çekdi şeyh ana bir dem emek
Ol emek hakkın ferâmûş itmedi
Anun işigini koyup gitmedi
Âkıbet ol yolda teslîm itdi cân
Sen de insâf eyle âhır iy civân
Bildi hayvan yahşılık hakk-ı emek
Bu aceb sen bilmedün nân u nemek
Ol kişi kim bilmeye nân u nemek
Ol kişiden yeg ola ma’nîde sek
Cânunı Hak yitirürse halka sen
Rahmeti kem eylemegil halka sen
Her kim ol şefkat nigâh eyler müdâm
Şîve-i hulk-ı ilâh eyler müdâm
Bundan ulu yok mîzânda iy gedâ
Ola hüsn-i hulkı bâ-halk-ı Hudâ
(Ayan, Gönül (hzl.) (1996). Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme (İnceleme - Metin). Ankara: AKM Yay. 103-108.)
Yayın Tarihi: 29.12.2014Güncelleme Tarihi: 09.06.2022Eserlerinden Örnekler
Esrâr-nâme’den
Hikâye-i Süfyân Ma’a Bülbül
Gördi bir tıflı meger Süfyân-ı Pîr
Bülbüli kılmış kafes içre esîr
Bülbül anda zâr u giryân u hazîn
Hem kafes muhkem yapılmış âhenîn
Her zamân kendin urur soldan saga
Bir mecâl ister kafesden çıkmaga
Gördi Süfyân anı oldı bî-karâr
Didi bu bî-çâre kalmış bunda zâr
Âşık-ı dîvânedür şûrîde-hâl
Kim yaraşmaz buna bend ü bî-mecâl
Ol sabîyi okıdı Süfyân meger
Virdi ana avcı tolu sîm ü zer
Didi gel sen bu kuşı âzâd kıl
Sana ol kuşdan bu yegdür bellü bil
Bülbüli aldı sabîden ol azîz
Çün kafesden çıkdı pervâz itdi tîz
Bir budag üstine kondı murg-ı zâr
Kıldı Süfyâna du’âlar sad-hezâr
Çünki Süfyân bülbüli kıldı mu’âf
Ol dahı kıldı gülistânı tavâf
Nevha kıldı çün güli gördi hezâr
Başladı destâna ol dem murg-ı zâr
Nevha kıldı okuyuban dâsitân
Agladı çok çok zemîn ü âsumân
Okıdı destânı bustân içre hoş
Giceye dek gül öninde kıldı cûş
Gül ayagında meger komışdı baş
Gül varaklar üstine olmış şâbâş
Örü turdı eydür iy ârâm-ı cân
Bil icâzet isterem olam revân
Didi ol ma’şûka azmün kancaru
Bu ne sözdür söyledün iy nîk-hû
Bunca yıllardur ki hasretsin bana
Ne tîz usandun bu dem n’oldı sana
Didi hâşâ senden usanmış olam
Kim hemân evvelki âşık bülbülem
Nice müddetdür ben olmışam esîr
Bir azîz oldı bana çün dest-gîr
Anun ol yahşılıgın unutmazam
Ölür isem ol kapudan gitmezem
Didi gel iy âşık-ı pâk-i’tikâd
Sad-hezârân âferîn iy pâk-zâd
Gündüz olayum huzûrunda müdâm
Gice andan ayru oturmak harâm
Bir işikden kim ire sana devâ
Ol işigi terk kılmak ne revâ
Şükrüni unutma dâ’im iy gedâ
Hâk-i pâyin gözüne kıl tûtiyâ
Koma ölince elünden dâmenin
Hiç unutma gâh u geh gül harmanın
Çünki destûr oldı ol şûrîde-hâl
Açdı Süfyân işigine perr ü bâl
Kondın Süfyânun önine ol zamân
Didi Süfyân ana iy şîrîn-zebân
Nite geldün yine iy bî-çâre sen
Ne sebebden eyledün terk-i vatan
Gice halvet yârı terk itdün neden
Söylegil hâlün nedür iy murg sen
Didi bülbül kim ayâ şâh-ı cihân
Ol adûdan çün bana virdün amân
Ben dahı terk itmezem dâ’im seni
Sen dahı elbet kabûl eyle beni
Gündüz anda gice bunda olayum
Ben de gâh gâh sana hıdmet kılayum
Didi Süfyân ana iy şûrîde-hâl
Hoş kabûl itdük seni bî-kîl ü kâl
Gündüz olurdı gülistân içre şâd
Gice Süfyân ile ol murg-ı küşâd
Uyımazdı gice ol şîr-i şikâr
Subha dek tâ’at kılurdı bî-şümâr
Bülbül-i şûrîde hen yanında zâr
Okur idi dâsitânı sad-hezâr
Gâh gâh idicegiz gönli heves
Bülbül ile şeyh olurdı hem-nefes
Sır sözi olıcagız bir yirde hem
Gönderürdi bülbüli ol zü’l-kerem
Bülbüle buyıdı rûz u şeb amel
Nâ-gehân Süfyâna irişdi ecel
Götürüldi çün cenâze ol zamân
Bülbül-i şûrîde irişdi revân
Ol cenâze üstine devrân ider
Ayak altına yüzin galtân ider
Gah hevâdan yire çalar özini
Gâh cenâze üzre sürter yüzini
Âkıbet defn itdiler şeyhi be-hâk
Kondı kabri üstine ol murg-ı pâk
Nevhalar kıldı okıyup dâsitân
Agladı halk u zemîn ü âsumân
Bir zamân olmazdı ol yirden cüdâ
Dâsitân okırdı eylerdi sadâ
Komadı bir lahzâ hâlî hâkini
Âkıbet tapşurdı cân-ı pâkini
Olmış idi şeyh derdinden zebûn
Geldi burnından meger bir katre hûn
Başını kabr üstine kodı hemân
Düşdi cân ısmarladı bülbül revân
Gel bu sözleri işit iy bî-vefâ
Kim vefâ ehli kabûl eyler cefâ
Olma bir kuşdan dahı kem iy gedâ
Andan ögren yüri hem ders-i vefâ
Yâd kıl bu kıssa-i cân-sûzı sen
Andan ögren hem vefâ iy bu’l-hasen
Rahmeti Süfyânun oldı kâr-ger
Kuş da andan dönmedi iy bî-haber
Bin kezin rahm eylemişlerdür sana
Yine dönüp gıybet itmişsin na
Bülbül andan yimedi nân u nemek
Gerçi çekdi şeyh ana bir dem emek
Ol emek hakkın ferâmûş itmedi
Anun işigini koyup gitmedi
Âkıbet ol yolda teslîm itdi cân
Sen de insâf eyle âhır iy civân
Bildi hayvan yahşılık hakk-ı emek
Bu aceb sen bilmedün nân u nemek
Ol kişi kim bilmeye nân u nemek
Ol kişiden yeg ola ma’nîde sek
Cânunı Hak yitirürse halka sen
Rahmeti kem eylemegil halka sen
Her kim ol şefkat nigâh eyler müdâm
Şîve-i hulk-ı ilâh eyler müdâm
Bundan ulu yok mîzânda iy gedâ
Ola hüsn-i hulkı bâ-halk-ı Hudâ
(Ayan, Gönül (hzl.) (1996). Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme (İnceleme - Metin). Ankara: AKM Yay. 103-108.)
Güncelleme Tarihi: 09.06.2022Eserlerinden Örnekler
Esrâr-nâme’den
Hikâye-i Süfyân Ma’a Bülbül
Gördi bir tıflı meger Süfyân-ı Pîr
Bülbüli kılmış kafes içre esîr
Bülbül anda zâr u giryân u hazîn
Hem kafes muhkem yapılmış âhenîn
Her zamân kendin urur soldan saga
Bir mecâl ister kafesden çıkmaga
Gördi Süfyân anı oldı bî-karâr
Didi bu bî-çâre kalmış bunda zâr
Âşık-ı dîvânedür şûrîde-hâl
Kim yaraşmaz buna bend ü bî-mecâl
Ol sabîyi okıdı Süfyân meger
Virdi ana avcı tolu sîm ü zer
Didi gel sen bu kuşı âzâd kıl
Sana ol kuşdan bu yegdür bellü bil
Bülbüli aldı sabîden ol azîz
Çün kafesden çıkdı pervâz itdi tîz
Bir budag üstine kondı murg-ı zâr
Kıldı Süfyâna du’âlar sad-hezâr
Çünki Süfyân bülbüli kıldı mu’âf
Ol dahı kıldı gülistânı tavâf
Nevha kıldı çün güli gördi hezâr
Başladı destâna ol dem murg-ı zâr
Nevha kıldı okuyuban dâsitân
Agladı çok çok zemîn ü âsumân
Okıdı destânı bustân içre hoş
Giceye dek gül öninde kıldı cûş
Gül ayagında meger komışdı baş
Gül varaklar üstine olmış şâbâş
Örü turdı eydür iy ârâm-ı cân
Bil icâzet isterem olam revân
Didi ol ma’şûka azmün kancaru
Bu ne sözdür söyledün iy nîk-hû
Bunca yıllardur ki hasretsin bana
Ne tîz usandun bu dem n’oldı sana
Didi hâşâ senden usanmış olam
Kim hemân evvelki âşık bülbülem
Nice müddetdür ben olmışam esîr
Bir azîz oldı bana çün dest-gîr
Anun ol yahşılıgın unutmazam
Ölür isem ol kapudan gitmezem
Didi gel iy âşık-ı pâk-i’tikâd
Sad-hezârân âferîn iy pâk-zâd
Gündüz olayum huzûrunda müdâm
Gice andan ayru oturmak harâm
Bir işikden kim ire sana devâ
Ol işigi terk kılmak ne revâ
Şükrüni unutma dâ’im iy gedâ
Hâk-i pâyin gözüne kıl tûtiyâ
Koma ölince elünden dâmenin
Hiç unutma gâh u geh gül harmanın
Çünki destûr oldı ol şûrîde-hâl
Açdı Süfyân işigine perr ü bâl
Kondın Süfyânun önine ol zamân
Didi Süfyân ana iy şîrîn-zebân
Nite geldün yine iy bî-çâre sen
Ne sebebden eyledün terk-i vatan
Gice halvet yârı terk itdün neden
Söylegil hâlün nedür iy murg sen
Didi bülbül kim ayâ şâh-ı cihân
Ol adûdan çün bana virdün amân
Ben dahı terk itmezem dâ’im seni
Sen dahı elbet kabûl eyle beni
Gündüz anda gice bunda olayum
Ben de gâh gâh sana hıdmet kılayum
Didi Süfyân ana iy şûrîde-hâl
Hoş kabûl itdük seni bî-kîl ü kâl
Gündüz olurdı gülistân içre şâd
Gice Süfyân ile ol murg-ı küşâd
Uyımazdı gice ol şîr-i şikâr
Subha dek tâ’at kılurdı bî-şümâr
Bülbül-i şûrîde hen yanında zâr
Okur idi dâsitânı sad-hezâr
Gâh gâh idicegiz gönli heves
Bülbül ile şeyh olurdı hem-nefes
Sır sözi olıcagız bir yirde hem
Gönderürdi bülbüli ol zü’l-kerem
Bülbüle buyıdı rûz u şeb amel
Nâ-gehân Süfyâna irişdi ecel
Götürüldi çün cenâze ol zamân
Bülbül-i şûrîde irişdi revân
Ol cenâze üstine devrân ider
Ayak altına yüzin galtân ider
Gah hevâdan yire çalar özini
Gâh cenâze üzre sürter yüzini
Âkıbet defn itdiler şeyhi be-hâk
Kondı kabri üstine ol murg-ı pâk
Nevhalar kıldı okıyup dâsitân
Agladı halk u zemîn ü âsumân
Bir zamân olmazdı ol yirden cüdâ
Dâsitân okırdı eylerdi sadâ
Komadı bir lahzâ hâlî hâkini
Âkıbet tapşurdı cân-ı pâkini
Olmış idi şeyh derdinden zebûn
Geldi burnından meger bir katre hûn
Başını kabr üstine kodı hemân
Düşdi cân ısmarladı bülbül revân
Gel bu sözleri işit iy bî-vefâ
Kim vefâ ehli kabûl eyler cefâ
Olma bir kuşdan dahı kem iy gedâ
Andan ögren yüri hem ders-i vefâ
Yâd kıl bu kıssa-i cân-sûzı sen
Andan ögren hem vefâ iy bu’l-hasen
Rahmeti Süfyânun oldı kâr-ger
Kuş da andan dönmedi iy bî-haber
Bin kezin rahm eylemişlerdür sana
Yine dönüp gıybet itmişsin na
Bülbül andan yimedi nân u nemek
Gerçi çekdi şeyh ana bir dem emek
Ol emek hakkın ferâmûş itmedi
Anun işigini koyup gitmedi
Âkıbet ol yolda teslîm itdi cân
Sen de insâf eyle âhır iy civân
Bildi hayvan yahşılık hakk-ı emek
Bu aceb sen bilmedün nân u nemek
Ol kişi kim bilmeye nân u nemek
Ol kişiden yeg ola ma’nîde sek
Cânunı Hak yitirürse halka sen
Rahmeti kem eylemegil halka sen
Her kim ol şefkat nigâh eyler müdâm
Şîve-i hulk-ı ilâh eyler müdâm
Bundan ulu yok mîzânda iy gedâ
Ola hüsn-i hulkı bâ-halk-ı Hudâ
(Ayan, Gönül (hzl.) (1996). Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme (İnceleme - Metin). Ankara: AKM Yay. 103-108.)
Eserlerinden Örnekler
Esrâr-nâme’den
Hikâye-i Süfyân Ma’a Bülbül
Gördi bir tıflı meger Süfyân-ı Pîr
Bülbüli kılmış kafes içre esîr
Bülbül anda zâr u giryân u hazîn
Hem kafes muhkem yapılmış âhenîn
Her zamân kendin urur soldan saga
Bir mecâl ister kafesden çıkmaga
Gördi Süfyân anı oldı bî-karâr
Didi bu bî-çâre kalmış bunda zâr
Âşık-ı dîvânedür şûrîde-hâl
Kim yaraşmaz buna bend ü bî-mecâl
Ol sabîyi okıdı Süfyân meger
Virdi ana avcı tolu sîm ü zer
Didi gel sen bu kuşı âzâd kıl
Sana ol kuşdan bu yegdür bellü bil
Bülbüli aldı sabîden ol azîz
Çün kafesden çıkdı pervâz itdi tîz
Bir budag üstine kondı murg-ı zâr
Kıldı Süfyâna du’âlar sad-hezâr
Çünki Süfyân bülbüli kıldı mu’âf
Ol dahı kıldı gülistânı tavâf
Nevha kıldı çün güli gördi hezâr
Başladı destâna ol dem murg-ı zâr
Nevha kıldı okuyuban dâsitân
Agladı çok çok zemîn ü âsumân
Okıdı destânı bustân içre hoş
Giceye dek gül öninde kıldı cûş
Gül ayagında meger komışdı baş
Gül varaklar üstine olmış şâbâş
Örü turdı eydür iy ârâm-ı cân
Bil icâzet isterem olam revân
Didi ol ma’şûka azmün kancaru
Bu ne sözdür söyledün iy nîk-hû
Bunca yıllardur ki hasretsin bana
Ne tîz usandun bu dem n’oldı sana
Didi hâşâ senden usanmış olam
Kim hemân evvelki âşık bülbülem
Nice müddetdür ben olmışam esîr
Bir azîz oldı bana çün dest-gîr
Anun ol yahşılıgın unutmazam
Ölür isem ol kapudan gitmezem
Didi gel iy âşık-ı pâk-i’tikâd
Sad-hezârân âferîn iy pâk-zâd
Gündüz olayum huzûrunda müdâm
Gice andan ayru oturmak harâm
Bir işikden kim ire sana devâ
Ol işigi terk kılmak ne revâ
Şükrüni unutma dâ’im iy gedâ
Hâk-i pâyin gözüne kıl tûtiyâ
Koma ölince elünden dâmenin
Hiç unutma gâh u geh gül harmanın
Çünki destûr oldı ol şûrîde-hâl
Açdı Süfyân işigine perr ü bâl
Kondın Süfyânun önine ol zamân
Didi Süfyân ana iy şîrîn-zebân
Nite geldün yine iy bî-çâre sen
Ne sebebden eyledün terk-i vatan
Gice halvet yârı terk itdün neden
Söylegil hâlün nedür iy murg sen
Didi bülbül kim ayâ şâh-ı cihân
Ol adûdan çün bana virdün amân
Ben dahı terk itmezem dâ’im seni
Sen dahı elbet kabûl eyle beni
Gündüz anda gice bunda olayum
Ben de gâh gâh sana hıdmet kılayum
Didi Süfyân ana iy şûrîde-hâl
Hoş kabûl itdük seni bî-kîl ü kâl
Gündüz olurdı gülistân içre şâd
Gice Süfyân ile ol murg-ı küşâd
Uyımazdı gice ol şîr-i şikâr
Subha dek tâ’at kılurdı bî-şümâr
Bülbül-i şûrîde hen yanında zâr
Okur idi dâsitânı sad-hezâr
Gâh gâh idicegiz gönli heves
Bülbül ile şeyh olurdı hem-nefes
Sır sözi olıcagız bir yirde hem
Gönderürdi bülbüli ol zü’l-kerem
Bülbüle buyıdı rûz u şeb amel
Nâ-gehân Süfyâna irişdi ecel
Götürüldi çün cenâze ol zamân
Bülbül-i şûrîde irişdi revân
Ol cenâze üstine devrân ider
Ayak altına yüzin galtân ider
Gah hevâdan yire çalar özini
Gâh cenâze üzre sürter yüzini
Âkıbet defn itdiler şeyhi be-hâk
Kondı kabri üstine ol murg-ı pâk
Nevhalar kıldı okıyup dâsitân
Agladı halk u zemîn ü âsumân
Bir zamân olmazdı ol yirden cüdâ
Dâsitân okırdı eylerdi sadâ
Komadı bir lahzâ hâlî hâkini
Âkıbet tapşurdı cân-ı pâkini
Olmış idi şeyh derdinden zebûn
Geldi burnından meger bir katre hûn
Başını kabr üstine kodı hemân
Düşdi cân ısmarladı bülbül revân
Gel bu sözleri işit iy bî-vefâ
Kim vefâ ehli kabûl eyler cefâ
Olma bir kuşdan dahı kem iy gedâ
Andan ögren yüri hem ders-i vefâ
Yâd kıl bu kıssa-i cân-sûzı sen
Andan ögren hem vefâ iy bu’l-hasen
Rahmeti Süfyânun oldı kâr-ger
Kuş da andan dönmedi iy bî-haber
Bin kezin rahm eylemişlerdür sana
Yine dönüp gıybet itmişsin na
Bülbül andan yimedi nân u nemek
Gerçi çekdi şeyh ana bir dem emek
Ol emek hakkın ferâmûş itmedi
Anun işigini koyup gitmedi
Âkıbet ol yolda teslîm itdi cân
Sen de insâf eyle âhır iy civân
Bildi hayvan yahşılık hakk-ı emek
Bu aceb sen bilmedün nân u nemek
Ol kişi kim bilmeye nân u nemek
Ol kişiden yeg ola ma’nîde sek
Cânunı Hak yitirürse halka sen
Rahmeti kem eylemegil halka sen
Her kim ol şefkat nigâh eyler müdâm
Şîve-i hulk-ı ilâh eyler müdâm
Bundan ulu yok mîzânda iy gedâ
Ola hüsn-i hulkı bâ-halk-ı Hudâ
(Ayan, Gönül (hzl.) (1996). Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme (İnceleme - Metin). Ankara: AKM Yay. 103-108.)