AHMEDÎ, Ahmedî-i Tebrîzî, Tebrîzli Ahmedî

(d. ?/? - ö. ?/?)
divan şairi, mütercim
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Azeri)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Akkoyunlu sahası şairlerinden Ahmedî’nin hayatı hakkında fazla bir malumat yoktur. Onunla ilgili bilinenler; XV. asırda Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Azerbaycan, İran ve Irak’ta devlet kuran Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Ya’kûb Han devrinde, bu hanedanın Musullu boy beylerinden olup Anadolu’ya sefere çıkan Sûfî Halîl’in bir gece şairi çağırıp bir “kıssa-i Yûsuf” yazmasını istediğinden, onun da bu talep üzerine ertesi gün ordudan ayrılarak Tebriz’e geldiğinden ve eserini bu şehirde elli yedi günde tamamladığından ibarettir (Azamat 1989). Ahmedî’nin bilinen iki eseri vardır:

1. Yûsuf ü Züleyhâ: Bu eseri ilk defa Azamat, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kütüphanesi’nde (no. 51) bulunan nüshasından hareketle ilim dünyasına tanıtmıştır (1988). Yûsuf ü Züleyhâ, yukarıda da belirtildiği üzere, Akkoyunlu boy beylerinden Halîl Bey (İbni Bektaş Şâh Halîlullâh)’in arzusuyla Tebriz’de elli yedi günde yazılmıştır. Şair, aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazdığı mesnevînin 4035 beyit olduğunu belirtmişse de bugün elimizde bulunan nüshası 2801 beyittir. Bu durum nüshanın bazı yapraklarının kopmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Yûsuf ü Züleyhâ üzerine Kayık (2007) ve Çeri (2010) tarafından yüksek lisans çalışması yapılmıştır.

2. Esrâr-nâme: Ahmedî’nin ikinci eseri baştan sona mesnevî nazım şekliyle kaleme aldığı 1781 beyitten oluşan Esrâr-nâme’sidir. Metinde “tahmîd”den önce 84 beyitlik bir bölüm vardır. Manzumenin başında bulunan bu kısım, Âşık Paşa’nın Garîb-nâme isimli mesnevîsinin ikinci bâbının dokuzuncu hikâyesidir. Bundan dolayı Esrâr-nâme’nin bir bölümü olarak telakki edilen ilk 84 beyti eserden çıkarmak ve eseri tahmîd ile başlatmak gerekmektedir (Kartal 2010: 198-200). Ahmedî’nin bu manzumesi Esrâr-nâme’nin tam bir tercümesi değildir. Nitekim içindeki 39 hikâyeden sadece üçü Attâr’ın Esrâr-nâme’sinden tercüme edilmiştir. Manzumeye Esrâr-nâme adının verilmesi, Attâr’ın aynı isimli eseriyle ilgisinden ziyade, metinde anlatılan hikâyelerin hüviyetiyle ilgili gibi görünmektedir. Nitekim Tebrîzli Ahmedî’nin; şiir hakkındaki görüşlerini beyan ederken söylediği “Şi’r kim ola husûsâ sırr-ı Hak / Cân u dil andan ala her dem sebak” (Ayan 1996: 157/1812) beyti de “can ve gönlün” ders alması için şiirin sırr-ı Hak’tan yani İlâhî sırdan teşekkül etmesi gerektiği düşüncesi de bunu göstermektedir. Tebrîzli Ahmedî, Esrâr-nâme’sindeki 25 hikâyeyi Attâr’ın Musîbet-nâme’sinden, 3 hikâyeyi Attâr’ın Esrâr-nâme’sinden, 2 hikâyeyi Attâr’ın Tezkiretü’l-Evliyâ’sından, 1 hikâyeyi de Attâr’ın İlâhî-nâme’sinden tercüme etmiştir. Ancak tercüme edilen hikâyelerden 4’ü hem Musîbet-nâme’de hem Tezkiretü’l-Evliyâ’da, 1’i de Tezkiretü’l-Evliyâ ile Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde geçmektedir. Ayrıca Tebrîzli Ahmedî’nin 1 hikâyeyi de, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden tercüme ettiği dikkati çekmektedir. Bu da şairin, Esrâr-nâme’sini Attâr’ın çeşitli eserlerinde anlattığı hikâyelerinden seçme yaparak oluşturduğu ortaya koymaktadır. Nitekim Esrâr-nâme’de anlatılan hikâyelerden kaynağı tespit edilebilen 31 hikâyeden 30’una Attâr’ın 4 eserinin kaynaklık ettiği görülmektedir. Dolayısıyla metnin bu özelliği de Esrâr-nâme için, Attâr’ın manzum ve mensur bazı eserlerinden seçilen hikâyelerin Türkçeye manzum tercümemesiyle oluşturulmuş bir “manzum hikâyeler antoloji”sidir denilebileceğini düşündürmektedir. Tebrîzli Ahmedî’nin hikâyeleri bazen beyitleri doğrudan veya beytin mısralarının yerlerini değiştirerek tercüme etmiş ya da manasını yorumlamıştır. Bazen de beytin bir mısraını tercüme edip diğerini değiştirmiştir. Kimi beyitlerin manasını yorumlayıp genişletirken, kimi beyitleri de çıkarmıştır. Tebrîzli Ahmedî’nin tercüme ettiği hikâyelerde özellikle Attâr’ın kullandığı kelime ve terkipleri kullanması da dikkat çekmektedir. O, hikâyelerin sonunda Attâr’dan ve Mevlânâ’dan farklı bir şekilde çeşitli nasihatler vermekte, bazı terimleri de geniş bir şekilde açıklamaktadır. Tebrîzli Ahmedî, Attâr’dan tercüme ettiği hikâyeleri, özüne bağlı kalarak genişletmiş, ancak bu esnada küçük farklılıklar da oluşmuştur (Kartal 2010). Eser Ayan tarafından yayımlanmıştır (1996).

Eserlerinde dinî, tasavvufi nitelikteki en ağır konuları bile kısa, canlı ve basit cümlelerle anlatabilen Tebrîzli Ahmedî, Türk-İslam kültürüne hakkıyla vâkıf, canlı ve akıcı bir üsluba sahip, usta bir hikâyeci olarak dikkati çekmektedir (Ayan 2007: 104-105).

Kaynakça

Ayan, Gönül (hzl.) (1996). Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme (İnceleme - Metin). Ankara: AKM Yay.

Ayan, Gönül (2007). “Tebrizli Ahmedi ve Esrar-name İsimli Mesnevisi”. Turkish Studies 2 (3): 100-105.

Azamat, Nihat (1988). “Yeni Bir Ahmedî ve İki Eseri: Yusuf u Zeliha. Esrârnâme Tercümesi”. Osmanlı Araştırmaları VII-VIII: 347-64.

Azamat, Nihat (1989). “Ahmedî, Akkoyunlu”. İslâm Ansiklopedisi. C. 2. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 167-68.

Çeri, Ahmet (2010). Tebrizli Ahmedî, Yûsuf u Zelîhâ (35b-70b İnceleme-Metin-Dizin). Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.

Kartal, Ahmet (2010). “Tebrizli Ahmedî’nin Esrâr-nâme İsimli Eseri Üzerine Düşünceler”. Türklük Bilgisi Araştırmaları (Journal of Turkish Studies) 34 (II): 197-206.

Kartal, Ahmet (2013). Doğu’nun Uzun Hikâyesi-Türk Edebiyatında Mesnevî. İstanbul: Doğukütüphanesi.

Kayık, Salih (2007). Tebrizli Ahmedî, Yûsuf u Zelîhâ (1b-35b İnceleme-Metin-Dizin). Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.

Şentürk, Ahmet Atillâ, A. Kartal (2010). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Dergâh Yay.

Yavuz, Kemal (hzl.) (2000). Garîb-nâme (Tıpkıbasım). C. I/1-2, II/1-2. İstanbul: TDK Yay.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. AHMET KARTAL
Yayın Tarihi: 29.12.2014
Güncelleme Tarihi: 09.06.2022

Eserlerinden Örnekler

Esrâr-nâme’den

Hikâye-i Süfyân Ma’a Bülbül

Gördi bir tıflı meger Süfyân-ı Pîr

Bülbüli kılmış kafes içre esîr

Bülbül anda zâr u giryân u hazîn

Hem kafes muhkem yapılmış âhenîn

Her zamân kendin urur soldan saga

Bir mecâl ister kafesden çıkmaga

Gördi Süfyân anı oldı bî-karâr

Didi bu bî-çâre kalmış bunda zâr

Âşık-ı dîvânedür şûrîde-hâl

Kim yaraşmaz buna bend ü bî-mecâl

Ol sabîyi okıdı Süfyân meger 

Virdi ana avcı tolu sîm ü zer

Didi gel sen bu kuşı âzâd kıl 

Sana ol kuşdan bu yegdür bellü bil

Bülbüli aldı sabîden ol azîz 

Çün kafesden çıkdı pervâz itdi tîz

Bir budag üstine kondı murg-ı zâr 

Kıldı Süfyâna du’âlar sad-hezâr

Çünki Süfyân bülbüli kıldı mu’âf 

Ol dahı kıldı gülistânı tavâf

Nevha kıldı çün güli gördi hezâr 

Başladı destâna ol dem murg-ı zâr

Nevha kıldı okuyuban dâsitân 

Agladı çok çok zemîn ü âsumân

Okıdı destânı bustân içre hoş 

Giceye dek gül öninde kıldı cûş

Gül ayagında meger komışdı baş 

Gül varaklar üstine olmış şâbâş

Örü turdı eydür iy ârâm-ı cân 

Bil icâzet isterem olam revân

Didi ol ma’şûka azmün kancaru 

Bu ne sözdür söyledün iy nîk-hû

Bunca yıllardur ki hasretsin bana 

Ne tîz usandun bu dem n’oldı sana

Didi hâşâ senden usanmış olam 

Kim hemân evvelki âşık bülbülem

Nice müddetdür ben olmışam esîr 

Bir azîz oldı bana çün dest-gîr

Anun ol yahşılıgın unutmazam 

Ölür isem ol kapudan gitmezem

Didi gel iy âşık-ı pâk-i’tikâd 

Sad-hezârân âferîn iy pâk-zâd

Gündüz olayum huzûrunda müdâm 

Gice andan ayru oturmak harâm

Bir işikden kim ire sana devâ 

Ol işigi terk kılmak ne revâ

Şükrüni unutma dâ’im iy gedâ 

Hâk-i pâyin gözüne kıl tûtiyâ

Koma ölince elünden dâmenin 

Hiç unutma gâh u geh gül harmanın

Çünki destûr oldı ol şûrîde-hâl 

Açdı Süfyân işigine perr ü bâl

Kondın Süfyânun önine ol zamân 

Didi Süfyân ana iy şîrîn-zebân

Nite geldün yine iy bî-çâre sen 

Ne sebebden eyledün terk-i vatan

Gice halvet yârı terk itdün neden 

Söylegil hâlün nedür iy murg sen

Didi bülbül kim ayâ şâh-ı cihân 

Ol adûdan çün bana virdün amân

Ben dahı terk itmezem dâ’im seni 

Sen dahı elbet kabûl eyle beni

Gündüz anda gice bunda olayum 

Ben de gâh gâh sana hıdmet kılayum

Didi Süfyân ana iy şûrîde-hâl

Hoş kabûl itdük seni bî-kîl ü kâl

Gündüz olurdı gülistân içre şâd

Gice Süfyân ile ol murg-ı küşâd

Uyımazdı gice ol şîr-i şikâr 

Subha dek tâ’at kılurdı bî-şümâr

Bülbül-i şûrîde hen yanında zâr 

Okur idi dâsitânı sad-hezâr

Gâh gâh idicegiz gönli heves 

Bülbül ile şeyh olurdı hem-nefes

Sır sözi olıcagız bir yirde hem 

Gönderürdi bülbüli ol zü’l-kerem

Bülbüle buyıdı rûz u şeb amel 

Nâ-gehân Süfyâna irişdi ecel

Götürüldi çün cenâze ol zamân 

Bülbül-i şûrîde irişdi revân

Ol cenâze üstine devrân ider 

Ayak altına yüzin galtân ider

Gah hevâdan yire çalar özini 

Gâh cenâze üzre sürter yüzini

Âkıbet defn itdiler şeyhi be-hâk 

Kondı kabri üstine ol murg-ı pâk

Nevhalar kıldı okıyup dâsitân 

Agladı halk u zemîn ü âsumân

Bir zamân olmazdı ol yirden cüdâ 

Dâsitân okırdı eylerdi sadâ

Komadı bir lahzâ hâlî hâkini 

Âkıbet tapşurdı cân-ı pâkini

Olmış idi şeyh derdinden zebûn 

Geldi burnından meger bir katre hûn

Başını kabr üstine kodı hemân 

Düşdi cân ısmarladı bülbül revân

Gel bu sözleri işit iy bî-vefâ 

Kim vefâ ehli kabûl eyler cefâ

Olma bir kuşdan dahı kem iy gedâ 

Andan ögren yüri hem ders-i vefâ

Yâd kıl bu kıssa-i cân-sûzı sen 

Andan ögren hem vefâ iy bu’l-hasen

Rahmeti Süfyânun oldı kâr-ger 

Kuş da andan dönmedi iy bî-haber

Bin kezin rahm eylemişlerdür sana 

Yine dönüp gıybet itmişsin na

Bülbül andan yimedi nân u nemek 

Gerçi çekdi şeyh ana bir dem emek

Ol emek hakkın ferâmûş itmedi 

Anun işigini koyup gitmedi

Âkıbet ol yolda teslîm itdi cân 

Sen de insâf eyle âhır iy civân

Bildi hayvan yahşılık hakk-ı emek 

Bu aceb sen bilmedün nân u nemek

Ol kişi kim bilmeye nân u nemek 

Ol kişiden yeg ola ma’nîde sek

Cânunı Hak yitirürse halka sen 

Rahmeti kem eylemegil halka sen

Her kim ol şefkat nigâh eyler müdâm 

Şîve-i hulk-ı ilâh eyler müdâm

Bundan ulu yok mîzânda iy gedâ 

Ola hüsn-i hulkı bâ-halk-ı Hudâ

(Ayan, Gönül (hzl.) (1996). Tebrizli Ahmedî, Esrâr-nâme (İnceleme - Metin). Ankara: AKM Yay. 103-108.)