AŞKÎ/IŞKÎ, Aşkî-i Kadîm, Muhammed Abdürrezzâk

(d. 8. yüzyıl başı ?/XV. yüzyıl başı ? - ö. 888’den sonra ?/1483’ten sonra ?)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Sultân II. Murâd’a kasideler sunmuş, şehzadelik yıllarından itibaren Fâtih’in yanında bulunarak hükümdarın ilgi ve himayesini görmüş bir şair ve ilim adamıdır. Balat’ta kendi adıyla anılan mahallede inşa ettirdiği caminin tapu tahrir kayıtlarında adının “Abdürrezzâk” olarak geçmesinin (Barkan vd. 1970: 422) yanı sıra, söz konusu cami hakkında bilgi veren Hadîkatü’l-Cevâmi’ müellifinin ondan “Aşkî Muhammed Efendi” olarak bahsetmesine (Ayvansarâyî: vr. 196) nazaran asıl adının “Muhammed Abdürrezzâk” olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra gelen Aşkî mahlaslı şairlerden ayırt edilmesi için yaygın olarak “Aşkî-i Kadîm” diye anılmıştır. Fâtih’in tahta ilk çıkış 1444-1445 yıllarında 40 yaşlarında, olgun bir şehzade musahibi ve 1483 Mayıs’ında inşa ettirdiği camiin vakfiyesinden o yıllarda sağ olması ihtimaline binaen doğum tarihi muhtemelen XV. yüzyıl başlarındadır. Hakkında bilinen en eski kaynak Sehî Tezkiresi’nde ve resmî belgelerde adının “Mevlânâ” yahut “Monlâ” unvanıyla zikredilmesi, onun ilmiye sınıfına mensup olduğunu göstermektedir. Bununla beraber Latîfî’nin onu aynı mahlastaki başka bir şairle karıştırmasından ileri gelen bir yanlışı, daha sonra bu bilgiyi kullanan bütün tezkirelerde “kabiliyetsizliğine rağmen haksız yere günde 100 akçe yevmiye alan bir çöğür şairi” sıfatıyla anılmasına sebep olmuştur. Fâtih devri bilgin ve müderrisleri hakkında bilgi veren kaynaklarda adı geçmemekle birlikte, Fâtih Vakfiyesi’nde bulunan “…. Fahrü’l-ulemâ Mevlânâ Işkî mülkine muttasıldur.” (Fatih Mehmet II Vakfiyeleri 1938: 85-86) ibaresi onun yaşadığı dönemde ilmiyle tanınmış bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.

 

Aşkî’nin Sultân II. Murâd için nazmettiği gazel ve kasideleriyle bu padişah döneminde saraya intisap etmeye çalıştığı ve başarıya da ulaştığı anlaşılmaktadır. Hangi yıllardan itibaren Sultân II. Murâd’a ve saraya şiir sunmaya başladığı konusunda bir bilgi bulunmamakla birlikte, Manisa sancakbeyliğinde bulunan şehzadelerin yaylağı olan Bozdağ’ı tasvir eden iki kasidesinden birinde Şehzâde Mehmed’in Edirne’den Manisa’ya gelişini anlattığı beyitlerinden hareketle, şairin Sultân Mehmed’le tanışıklığının 1444-45 tarihine kadar uzandığı söylenebilir. Bu bilgiler ışığında şairin Fâtih tarafından sevilip takdir gördüğü için kendisine günde 100 akçelik yüksek bir maaş bağlandığı anlaşılmaktadır. Fâtih’in tahta geçtiği 1451 yılında veya onu takip eden yıllarda Manisa’dan ayrılan Aşkî, İstanbul’un fethinden sonra Balat’ın Haliç’e nâzır tepelerinden birinde, Topkapı Sarayı’nı tam karşıdan gören güzel bir mevkide arazi sahibi olmuştur. Bugün İstanbul’un Balat semtinde “Molla Aşkî” Mahallesi’nde bulunan söz konusu arazi üzerinde “Molla Aşkî Camii” adıyla anılan mabedin bulunduğu mevki, konum ve manzarası itibarıyla değerlendirilecek olursa şairin gerçekten padişah tarafından çok sevildiği yahut hatırı sayılır derecede zengin olduğu kanaatine varılmaktadır. Nitekim bu cami hakkında İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde “Mahalle-i Mescid-i Mevlânâ Aşkî” başlığı altında Mayıs 1483 tarihli kayda göre yıllık toplam 4500 akçelik gelirini camisi için vakfettiği anlaşılmaktadır.

 

 Ali Kuşçu yerine Efdâl-zâde Hamîdü’d-dîn Efendi’nin tayin olunup Câmî-i Cedîd (Fatih Camii) vakfından günde 40 ve zevâidden günde 10 akçe ödenmesine dair Sultân Mehmed’in 23 Şevval 877/23 Mart 1473 tarihinde Mevlânâ Aşkî’ye gönderdiği bir tedris beratı suretinden, şairin mal varlığını vakfetmeden önceki yıllarda da Fatih Camii mütevelliliğinde bulunduğu anlaşılmaktadır (Ünver 1954: 351-383). Bu belgeden hareketle Ekrem Hakkı Bey, Selatin camii mütevelliliklerinin “tarîk-i kazâ”da olanlara tevcih edilmesi geleneğine nazaran Mevlânâ Aşkî’nin aynı zamanda ilmiye sınıfına mensup olduğunun anlaşılacağı görüşündedir (Ayverdi 1973: 458). Camiin inşa edilip vakfiyesinin düzenlendiği yıllarda 80 yaşlarında bulunması muhtemel olan Aşkî’nin ölüm tarihi bilinmemektedir. Mezarı Balat’ta Molla Aşkî Mahallesi’ndeki camisinin mihrabı önündedir.

 

Aşkî’nin eserleri şunlardır:

1. Dîvân: Aşkî’nin günümüze mürettep bir Dîvân’ı ulaşamamıştır. Aşkî’nin gazelleri ve kasideleri çeşitli yazma eserlerden toplanarak Molla Aşkî, Dîvân adı altında neşredilmiştir (Şentürk vd. 2012). Eserde şairin Dîvân’ının tertibine çalışılmış, metnindeki kasidelerin önemli bir kısmı İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi İbnülemin Koleksiyonu 3676 numarada kayıtlı nüshadan elde edilmiştir. Aşkî’nin 7’si İbnülemin nüshasında bulunmayan 16 kasidesi Azmi Bilgin tarafından yayımlanmıştır. Aşkî Dîvânı kurulurken söz konusu eksik kasideler önemli ölçüde tamamlandığı gibi, göze ilişen bazı okuma ve imlâ kusurları da onarılmıştır. Gerek İbnülemin nüshasında gerekse Bilgin neşrinde bulunmayan 8 kaside ve 1 terci‘-bend ise Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi 3418 numarada kayıtlı Mecmû‘a-i Kasâ‘id-i Türkiyye’den elde edilebilmiştir. Bir kasidesi de Ömer bin Mezîd’in nazîre mecmuasından aktarılmıştır. Gazellerin 124’ü Millî Kütüphane’de (894.35-1 471) numarada kayıtlı olan yazma nüshadan elde edilmiştir. 

2. Heft Peyker: Aşkî’nin Genceli Nizâmî’den yaptığı bir Heft Peyker çevirisi bulunmaktadır. Aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbında yazılmış 5612 beyitten oluşan mesnevînin bilinen tek nüshası British Library’de (Or. 7079) olup yazmanın başında “Kitâb-ı Heft Peyker ve Kasr-ı Nu’mân-ı Havernak li-Aşkî Efendi” yazılıdır. 2b yaprağında “Manzûme-i Aşkî Efendi, Hikâye-i Heft Peyker ve Kasr-ı Havernak-ı Nu’mânî” kaydı bulunmaktadır. Eserin başında geçen ifadelerden bir padişahın isteği ve siparişi üzerine tercümesine başlandığı anlaşılan Heft Peyker’in bu tek nüshasının “sebeb-i telif” kısmı kopuk olduğundan, mesnevînin yazılışı ile ilgili en önemli bilgilerden bugün için mahrum bulunmaktayız. Fakat Heşt sad u şast u yek olmuşdı temâm / Kim bu nâme nazmda buldı nizâm beytiyle açıkça 861/1456-7 tarihini vermesi sebebiyle eserin yazılmasını isteyen padişahın Fâtih Sultân Mehmed olduğu anlaşılmaktadır.

 

Aşkî’nin şairliği hakkındaki en eski bilgilere Sehî’nin Heşt Behişt (tlf. 945/1538-9) adlı tezkiresinde rastlanmaktadır (Sehi Beg 1978: 198-204, vr. 64b-67b). Sehî’nin ifadelerinden Aşkî’yi ve sanatını beğenip takdir ettiği anlaşılmakta, o devirde şiirlerine başta padişah olmak üzere herkesçe rağbet gösterildiği öğrenilmektedir. Sehî Tezkiresi’nde Aşkî’ye günde 100 akçelik yüksek bir maaş bağlandığı da belirtilmektedir. Sehî’nin, eserin bir başka yerinde Aşkî’nin talebesi olduğunu belirttiği Kâtibî mahlaslı şairden söz ederken “Monlâ Işkî şâgirdidür. Gendüsi latîf kitâbet ider kâtib idi (…) ve ilm-i mûsikîde pehlevân-ı kâmil, gendünüŋ ve gayruŋ eş’ârın nakş u tasnîf baglayup ırlar idi” (Sehi Beg 1978: vr. 92b) demesine nazaran Aşkî’nin de kâtiplik veya musikî ile bir ilgisi olabileceği akla gelmektedir.

 

Gerek kendisine en yakın kaynak olan Sehî Tezkiresi’nin (tlf. 945/l538) ifadesine ve gerekse bugün elde bulunan eserlerine nazaran Aşkî’nin oldukça başarılı bir şair olduğu anlaşılmaktaysa da Latîfî Tezkiresi’nden (tlf. 953/l546) kaynaklanan bir yanlış beyit ve gazel aktarımı sebebiyle sonraki edebiyat çevreleri ve kaynaklarında yüzyıllar boyunca adından pek de iyi söz edilmediği görülmektedir. Nitekim Âşık Çelebi; Sehî ve Latîfî’yi kaynak göstererek tezkiresinde (tlf. 976l568) Aşkî hakkında şöyle demektedir: “Sultân Muhammed mâdihlerindendür. Şi’r ile şi’ârı ve şöhret-i eş’ârı yokdur. Îrâda ve istişhâda kâbil bir beyti dahi yokdur. Ammâ aceb bu ki yevmî yüz akçe şâ’ir ulûfesine mutasarrıf imiş. Sehî Beg ve Monlâ Latîfî’ye iktidâen îrâd olundı.” (Âşık Çelebi: vr. 176a). Ardından da Aşkî’ye ait olduğunu iddia ettiği şu matlaı vermektedir: Bir gün sanemâ yüregümi yaram elüŋden / Tâ kim göresin nice-durur yaram elüŋden. Âşık Çelebi’nin, Sehî Tezkiresi’nde Aşkî ve şiiri hakkındaki bilgileri dikkate almadığını gösteren yukarıdaki satırları, özellikle gerçekten çok sıradan bir söyleyişe sahip bu beyte gösterdiği bir tepkinin ifadesi olarak da değerlendirilebilir. Daha sonra kaleme alınan Künhü’l-Ahbâr (tlf. l007/l598) ve Kınalı-zâde Hasan Çelebi Tezkiresi (tlf. 994/l586) de Aşkî hakkında aşağı yukarı aynı ifadeleri kullanırlar. Bununla beraber Latîfî başta olmak üzere ondan naklen Aşkî hakkındaki bütün bu olumsuz görüşleri benimseyen kaynakların basit bir mantık yürüterek, usta bir şair olan Fâtih gibi bir padişahın, Latîfî’nin aktardığı türden sözleri sarf edecek kalitede bir şairi yıllarca yanında barındırmasının anlamsızlığını düşünmeleri beklenirdi.

 

Sultân II. Murâd devrinde (sal. 1425-1451) düzenlenmiş Mecmû’atü’n-Nezâ’ir (tlf. 840/1436-7) sahibi Ömer bin Mezîd’in, eserine Aşkî’nin 11 gazel ve 1 kasidesini almasına bakıldığında, onun Fâtih döneminden önce de sevilen ve okunan bir şair olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, Eğridirli Hâcı Kemâl’in 918/1512’de hazırladığı Câmi’ü’n-Nezâ’ir’de Aşkî’nin 20 gazelinin bulunması, ağırlıklı olarak Sultân Bâyezîd dönemi şairlerinin eserlerinden oluşan Mecmû’a-i Kasâid-i Türkiyye’de ise 8 kaside ve 1 terci’-bendine yer verilmesi, onun şiirlerine duyulan ilginin ölümünden sonra da devam ettiğinin bir göstergesidir. Nitekim Müeyyed-zâde’nin ünlü kütüphanesinin Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulunan 2000 kitaplık listesinde yer alan eserler arasında Molla Aşkî’ye ait olması muhtemel bir Dîvân-ı Işkî bulunması (Erünsal: 251) da bu hususu destekler görünmektedir.

Kaynakça

Âşık Çelebi (1971). Meşâirü’ş-Şu‘arâ or Tezkere of Âşık Çelebi. nşr. G. M. Meredith-Owens. London: Gibb Memorial New Series XXIV. vr. 176a.

Ayvansarâyî Hüseyin bin İsmâil. Hadikatü’l-Cevâmi’. Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi 2247. vr. 196.

Ayverdi, Ekrem Hakkı (1958). Fatih Devri Sonlarında İstanbul Mahalleleri. Şehrin İskanı ve Nüfusu. İstanbul: Vakıflar Umum Müdürlüğü Neşriyatı.

Barkan, Ömer Lutfî, E. H. Ayverdi (1970). İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri 953 (1546) Târihli. İstanbul.

Bilgin, Azmi (2004). “Aşkî’nin Manzumeleri”. Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi (10): 149-178.

Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ (İnceleme-Metin). Ankara: AKM Yay.

Erünsal, İsmail E. (2008). Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kaynakları. Harvard Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü.

Fatih Mehmet II Vakfiyeleri (1938). Ankara: Vakıflar Genel Müdürlüğü Neşriyatı, Türk Vakfiyeleri No. 1.

Hammer-Purgstall, Joseph von (1911). Devlet-i Osmâniyye Târîhi. C. III. terc. Mehmed Atâ. İstanbul: 1329.

İnalcık, Halil (hzl.) (1952). Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arnavid. Ankara: TTK Yay.

İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.

İsen, Mustafa (hzl.) (1998). Sehî Bey Tezkiresi: Heşt-Behişt. Ankara: Akçağ Yayınları.

Kutluk, İbrahim (hzl.) (1989). Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. C. II. Ankara: TTK Yay.

Nişâncı-zâde Muhyiddîn Mehmed b. Ahmed, (1290). Mir’ât-i Kâinât. C. I. [İstanbul]: Tatyos Divitçiyan Matbaası.

Sehi Beg (1978). Heşt Bihişt: The Tezkire by Sehi Beg. nşr. Günay Kut. Sources of Oriental Languages and Literatures 5. Harvard University.

Şentürk, Ahmet Atillâ, N. Boşdurmaz (hzl.) (2012). Molla Aşkî, Dîvân. İstanbul: Yapı Kredi Yay.

Ünver, [Ahmet] Süheyl (1954). “Fâtih Sultan Mehmet Zamanında Tedris Berâtları Vesilesiyle Ali Kuşçu ve Efdal-zâde”. Fâtih ve İstanbul İstanbul Fethi Derneği Tarafından Yayınlanan İki Aylık Dergi I (3-6). İstanbul: 29 Eylül 1953 - 29 Mart. 351-356.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. AHMET ATİLLA ŞENTÜRK
Yayın Tarihi: 28.12.2014
Güncelleme Tarihi: 05.11.2020

Eserlerinden Örnekler

Kasîde

Hamdülillah kim girü meşşâta-i sûr-i zafer

Gâze-i feth ile nusret şâhidi rûyın bezer

Tâli’ oldı âsümân-ı bahtdan devlet mehi

Maşrık-ı ümmîdden şems-i se’âdet çekdi ser

Ârzû dürrâcını sayd eyledi bâz-ı murâd

Âhû-yı maksûde urdı pençesin şîr-i zafer

Dürlü reng ile olup ârâste tâvûs-ı feth

Şâhun ikbâli gülistânında oldı cilve-ger

Husrev-i Rüstem-şecâ’et Erdeşîr-i şîr-dil

Kisrî-i Hâtim-sehâvet kayser-i Fagfûr-fer

Pâdişâh-ı mülk-gîr ü şehriyâr-ı tâc-bahş

Dâver-i cinn ü inâs ü kahramân-ı bahr ü ber

Kâtil-i küffâr şemşîr-i Hudâ şîr-i Resûl

Fahr-i âlem âfitâb-ı sâye-ver hayrü’l-beşer

Şâh-ı gâzî Hân Muhammed şem’-i şer’ ü şems-i dîn

Bahr-i lutf u kân-ı cûd ü ma’den-i fazl ü hüner

Saltanet tahtında her kim ide anunla cedel

Efserini yile virüp âhir eyler terk-i ser

Şâh-ı gâzîdür ki fethi düşmenin kesr eyleyüp

Hâne-i ömri binâsin eyledi zîr ü zeber

Râh-i dînde sâdık u rûz-ı gazâda murtazâ

Âl-i Osmândur velîkin adl ile gûyâ Ömer

Leşker-i mansûrı gerdinden gülistâna sabâ

İledürse zâyid olur çeşm-i nergesde baser

Fitne-i küffârdan İslâmı hıfz itmek içün 

Tîgı hısn-ı âhenîn oldı çomâgi def’-i şer

Halk kaçan görür-idi şâhid-i âsâyişi

Zulm şâmın âfitâb-ı adli kılmasa seher

Şîr-peyker sancagından mâh-ı kalb-ârâ-yı feth

Berk ururdı nite kim kalb-i esedde nûr-i hwêr

Hızmetinde serv gibi her ki togrı olmadı

Dest-i devrândan irişdi pâyine zahm-i teber

Cengde bed-hwâhı boynına adûsı başına

Gürz ü şemşîri olurlar rû-be-rû vü ser-be-ser

Şehr-i İstanbûlı bir lahza içinde aldugı

Mehdî-i âhir-zemân oldugına şâhid yiter

Her ki sûsen gibi medhine dil uzada olur

Geldügi sâ’et vücûde misl-i nerges tâc-ver

Meclisi ehli olur def gibi ser-tâ-pây gûş

Her kaçan nâyı yanınca okınur bu şi’r-i ter

Subh-i devlet irdi sâkî togdı hurşîd-i zafer

Vaktidür la’l-i müzâb ile pür ola câm-ı zer

Nâle-i kumrî işidüp lâle gibi câm dut

Tâ ki yol bulmaya sana fitne-i devr-i kamer

Sen melek-sîret perî-hû mâhı gören âdemî

Dir buna hûrî-durur mâder feriştehdür peder

Kâmetündür serv-i gülzâr-ı letâfet âh kim

İrmedüm ömrüm su gibi bu hevâda_itdi güzer

İy meh-i mihr-ahterüm gül yüzünün şevkı-y-ile

Gonce gibi merdüm-i çeşmüm-durur hûnîn-ciger

İşve-i çeşmünle ruhsârun gülinden kem degül

Lâlenün bagrında dag u çeşm-i nergesde seher

Hattun ile la’lünün vasfını yazsam nâmeye

Hatt anber-bûy olup hâme olur ney-şeker

Sâkiyâ gül mevsimidür hâssa feth-i şâh ile

Âlem oldı fer bulup bâg-ı cinândan hûb-ter

Bu ferahdan şâd olup sahn-ı sahrâda bugün

Hızr gibi hulle-i sebz ile tonandı şecer

Cân safâ bulmag-içün sâfî meyi dök sâgere

Vakt-i şâdî vü tarebdür gitdi dillerden keder

Âsümâna efser-i şâdî irişsün yiridür

Şimdi kim feth-i şehenşeh-durur illerde haber

Behmen-i Hûşeng-Haşmet Kisrî-i Behrâm-kâm

Keykubâd-ı Cem-Haşem İskender-i Dârâb-der

Zıll-i Hak Sultân Muhammed âfitâb-ı dîn ki_olur

Yidi deryâ kef-i lek-bahşı katında bir şemer

Her ne araya irişür ise ol ferruh-kadem

Devlet ü ikbâl ü bahta olur ol ara maker

Husrevâ devrân nice kim devr kıla görmeye

Bir senün gibi şeh-i âlî-güher sâhib-nazer

Bir gazâ kıldun cihân içinde ki_anı rûzigâr

Şevket ü ferrine İslâm ehlinün târîh ider

Eyledün Kostantıniyye şehrini bir demde feth

Komadun tekfûra hergiz zerrece cây-ı mefer

Âkıbet kahrun kılıcı ile kat’ olup başı

Terk kıldı âlemi kesdi hayâtından vezer

Def gibi yiye tabanca dest-i devrândan ruhı

Her ki sen şeh hızmetinde baglamaz ney-veş kemer

Bahr ü berde her ne denlü varsa kâferler kamu

Tîg-ı tîzün harbini işidüp itdiler hazer

Mâr gibi çünki nîzen dil uzada gizlenür

Rûbeh-i mâde gibi bîşe içinde şîr-i ner

Ol Sikender keştîyi yürütdi-y-ise bahrde

Sen Sikender keştîlere yirde itdürdi sefer

Havf-i tîgundan adû gösterdi arka yay gibi

Gerçi rûz-i rezm gögsin gerdi mânend-i siper

Avnün ile âhû-yı hûnîn-cigerdür şîr-dil

Adlün ile kebk-i bî-zûr oldı şâhîn-şâh-per

Pâdişehler gerçi olur taht u tâca mu’tebir

Sensin ol kim taht u tâc olur senünle mu’teber

Âhir-i ömr-i adûdur evvel-i fethün senün

Ba’de Deccâl oldı Mehdînün livâsi müşteher

Devlet ü ikbâl ile âlemde dâyim var ol

Kim salâh-ı mülk ü dîn-çün terk kılup hwâb u hêr

Bir iş itdün düşmen-i dîn olana ki_olmış-durur

Râzî vü hoşnûd senden Tanrı vü Peygâmber

Husrevâ Işkî kulun ol cevherîdür kim bu gün

Rişte-i nazma dizer güftâr yirine dürer

Hûb elkâbun şerîf adun ile oldugı-çün

Oldı şi’rüm böyle hûb u nâzük ü zîbâ vü ter

Zâhir iken keff-i Mûsî işe gelmez pây-i gâv

Var iken enfâs-ı Îsî gûşa girmez nehk-ı her

Kişver-i ikbâlden niçe ki bürc-i nusrete

Râyet-i feth ola nasb ide adûdan kesr-i cer

Leşker-i nusret-gulâmun kim nasîridür Hudâ

Her ne yire varsa dâyim düşmene bulsun zafer

(Şentürk, Ahmet Atillâ, N. Boşdurmaz (hzl.) (2012). Molla Aşkî, Dîvân. İstanbul: Yapı Kredi Yay. 294-302.)