Madde Detay
MUHTEŞEM, Şa'bân-zâde Mehmed Muhteşem
(d. ?/? - ö. 1120/1708)
Divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Aslen Bosna'nın Nevesinye Kasabası'nda cami, han, hamam gibi vakıfları olan tanınmış bir aileden Hurrem Ağa'nın oğludur. Doğum tarihi ve doğum yeri hakkında herhangi bir bilgi yoktur. İstanbul'da kazasker olan amcası Şaban Efendi'nin yanında yetişmiş ve onun terbiyesinden geçmiştir. Bu yüzden amcasının adına izafeten "Şa’bân-zâde" şöhretiyle tanınmıştır. Tuhfe-i Nâili ise Muhteşem'in Şa’bân-zâde isminden hareketle Şaban Efendi'nin oğlu olduğunu kaydeder. Kaynaklarda Şa'bân-zâde’nin, Muhteşem mahlasını kullandığı kayıtlıdır. Şa'bân-zâde Mehmed, Şeyhülislam Yahya Efendi'ye mülâzim olup ilmiye sınıfına girer ve sırasıyla; Kösec Ali Bey, Tûtî Latîf, Hâfız Paşa, Atik İbrâhim Paşa, Atik Murâd Paşa, Sahn-ı Semân, Hadîce Sultân, Cedîd Ali Paşa, Haseki Sultan, Süleymâniye Medreseleri ve Vefâ Dârü’l-İfâdesi müderrislikleri, daha sonra Yenişehir, Bursa, Mekke, İstanbul, Şam kadılıkları ve Şıkk-ı Sâlis Defterdarlığı görevlerinde bulunur (İsen-Teodosiyeviç 1986:433; Şeyhi 1989:73; Bağdatlı İsmail Paşa 1955: 2/310; Kurnaz vd. 2001: 911).
Nisan 1691 (Şaban 1102)'de Kıbrıs'a sürülüp tahminen l103/1692 'de İstanbul'a gelir. Muharrem 1104/Eylül 1692 'de Seyyid Osman Efendi yerine Anadolu Kazaskeri olur. Vekâyiü'l-Fudalâ ve Osmanlı Müellifleri’nde, Şa’bân-zâde’nin 29 Safer 1104/10 Kasım 1692 günü Edirne'de vefatı ile Selçuk Hatun Mescidi civarına defnedildiği kayıtlıysa da Tuhfe-i Nâ’ili ve Sâlim, Mecma'-ı Şu'arâ, Tuhfe-i Hattâtîn gibi kaynaklar onun, şıkk-ı sâlis defterdârı olduğunu ve 1120/1708'de vefat ettiğini söylemektedir (Şeyhi 1989:73; Kurnaz vd. 2001: 911, Salim 1315:614; Siraceddin 1325 :119; Müstakim-zâde 1928:415; Tahir 1333:2/261-262).
Şa’bân-zâde’nin, Muzhirü'l-İşkâl Fî Beyâni Lugâti'l-Mesnevî adlı eserinin kendi hattıyla istinsah ettiği 1111/1699,1112/1700 ve 1113/1701 tarihli nüshaları olduğuna göre, ölüm tarihi Vekâyiü'l-Fudalâ ve Osmanlı Müellifleri'nin gösterdiği 1104/1692 tarihinin değil de , Tuhfe-i Hattâtîn’de zikredilen “Kesret” kelimesinin işaret ettiği 1120/1708 tarihinin daha isabetli olduğu anlaşılmaktadır (Özkan 1997: XII; Öngören 2003: 457-458).
Tuhfe-i Hattâtîn'de de Şa’bân-zâde’nin, Ayasofya-yı Kebîr şadırvanı karşısında bir yerde ikâmet ettiği ve hüsn-i hattı Karakız şöhretiyle tanınan Hoca-zâde Mehmed Efendi'den öğrendiği kayıtlıdır (Müstakim-zâde 1928:415).
Şa’bân-zâde'nin Muzhirü'l-İşkâl Fî Beyâni Lugati'l-Mesnevî, Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem (Âdâbu'l-Hükkâm), Münâzara-i Tîğ u Kalem adlı üç eseri vardır. Osmanlı Müellifleri, Şa’bân-zâde’nin Ahsenü’l-Haber Min Kelâmi Seyyidi’l-Beşer adlı bir kırk hadis tercümesi olduğunu yazsa da söz konusu eserin başında müellifin “bu abd-i fakîr ü hakîr ve bu bende-i kesîrü’t-taksîr er-râci’ lutfihü’r-rabbi’l-mennân Abdullâh bin Muhammed bin Şa’bân …” (Şa’bân-zâde Abdullâh Vâsıf Efendi 1115/1730:yk 1b) ifâdesinden anlaşılacağı üzere bu eser, Şa’bân-zâde’nin oğlu Abdullâh Vâsıf Efendi’ye aittir.
I.Muzhirü'l-İşkâl Fî Beyâni Lugati'l-Mesnevî
1111/1699’da telif edilen bu eserde Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin Mesnevî’sinde yer alan 2000’e yakın Arapça ve Farsça kelime tercüme edilmiş, ıstılahî anlamları verilmiş, bazı maddeler dil bilgisi kuralları bakımından açıklanmış, menkıbe ve hikmetli sözlere yer verilmiştir. Başta Mevlânâ olmak üzere birçok şairin şiirlerinden örneklerin de yer aldığı bu eserini Şaban-zâde, Veziriazam Köprülü Hüseyin Paşa’ya ithaf etmiştir. Zorlukları gideren anlamına gelen Muzhirü’l-İşkal’e bu isim Mesnevî’deki anlaşılması güç kelimelerdeki kapalılığı giderdiği için verilmiş olmalıdır. Mesnevi’den seçilen kelimeler ilk harf bab, son harf de fasıl kabul edilip ona göre düzenlenmiştir. Maddeler açıklanırken Farsça ve Arapça kelimelerin yanı sıra kimi izaha muhtaç beyitler de açıklanmıştır. Bu yönüyle seçme beyitlere yapılmış bir şerh gibidir. Açıklamalarda yer alan ayet ve hadislerin asılları ve tercümeleri birlikte verilmiştir. Bir menkıbe anlatılması gerektiğinde de “hikâyet” ibaresinden sonra anlatılmaktadır. Anlamı verilen kelimeler arasında gramer özellikleri olanlar varsa onlara da değinilmiştir. İzahları uzun olan maddeler Türkçedir. Kısa açıklamaların Arapça ve Farsça yapıldığı da görülür. Bazı maddelerin açıklamalarında şahit olarak Arapça ve Farsça beyitler getirilmiş ve şairlerin isimleri her zaman belirtilmemiştir. Edebi bakımdan izahı olan kelimeler “mine’l-ıstılahat “ veya “ min ıstılahati’l-acem” başlıklarından sonra verilmiştir (Özkan 1999:572; Güleç 2008:246).
Eserin nüshalan şu kütüphanelerde bulunmaktadır: Topkapı Sarayı Müzesi Revan Köşkü Ktb. Nu.1893, Emanet Hazinesi Ktb. nu.2052, Bağdat Köşkü Ktb. Nu.389 ve 390, Süleymaniye Ktb. Ayasofya Nu. 4774, Çorlulu Ali Paşa Nu.295, Şehid Ali Paşa Nu. 2690, Halet Efendi Nu.565, Hacı Beşir Ağa Nu.646; Nuruosmaniye Ktb. Nu.4314(Özkan 1997:XVI; Karatay 1961:31).
II. Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem (Âdâbu'l-Hükkâm)
Musannıfek ismiyle bilinen Ali İbn e'ş-Şahrûd Bestâmî'nin kaleme alıp Velî Mahmûd Paşa'ya sunduğu Tuhfe-i Mahmûdiyye isimli eserinin Türkçeye tercümesidir. Müellif mukaddimede eserin diğer isminin Âdabu'l-Hükkâm olduğunu belirtmektedir. Münâcat ve na'ttan sonra bu eseri dostlarının faydalı olacağı yolundaki ısrarları üzerine tercüme ettiğini ve eserin on bâbdan mürekkep olduğunu söyler. Bir siyâsetnâme örneği olan eserin içeriği şöyledir:
1. Bâb: İlmin ve bilgili olmanın faziletini beyan eder 2. Bâb: Vezirlerin ve emirlerin muaşeretini, toplumun sınıfları ile yaşam biçimlerini beyan eder. 3. Bâb: Güzel ahlakla ahlaklanmayı ve kötü sıfatlardan arınmayı beyan eder. 4. Bâb: Civanmerdlik ve cömertliğin şerefini beyan eder. 5. Bab: Günahlardan tövbe eylemenin ve geçmiş günahlardan pişmanlık duymanın fazilet ve şerefini beyan eder. 6. Bâb: İhtiyaç sahiplerinin ihtiyaç ve isteklerini karşılamanın şeref ve faziletini beyan eder. 7. Bâb: Velinimetin hukukunu bilmenin ve hükümdara vefa göstermenin fazilet ve şerefini beyan eder. 8. Bâb: Dünyanın vefasızlığını ve dünya hayatından duyulan pişmanlığı beyan eder. 9. Bâb: İyiliği emredip kötülükten sakındırmayı ve dini kuvvetlendirip Müslümanları yüceltmeyi beyan eder 10.Bâb: Allah’ı zikretmeyi ve O’nun sonsuz bağışlamasını beyan eder
Her bâbda konuyu destekleyici ve açıklayıcı birkaç tane hikaye anlatılır. Münacaat, na't ve sebeb-i telif kısımlarındaki birçok mensur cümle ve manzum kısımlar Münazara-i Tiğ u Kalem'de de aynen kullanılmaktadır.
Eserin nüshaları ve bulunduklan yerler şunlardır: Süleymaniye Ktb. Hacı Mahmud Efendi Nu.1853; Nuruosmaniye Ktb. Nu.4389; Matbu nüshası ise 1868 (1285)'de İstanbul'da Buharî-zâde Elhac Salih Efendi Matbaasında basılmış olup 91 sayfadır (Özkan 1997:XVI-XVII).
III. Münâzara-i Tîğ u Kalem
Kalem ve kılıcın birbirine üstünlük sağlamak amacıyla deliller ortaya koyduğu eserde tevhid, na't ve devrin padişahı 2.Mustafa'nın övüldüğü medhiye bölümlerinden sonra eserin yazılış sebebi ve vasıfları yer almaktadır. Müellif sebeb-i telifte bir sabah vakti üzgün, umutsuz ve perişan bir halde iken dostlarının "ziyaret ibadet gibidir" diyerek kendisini ziyarete geldiklerini ve kendisinden önce Münâzara-i Tîğ u Kalem isimli eserler yazıldığını, kendisinin de böyle bir eser yazabilecek kudrette olduğunu ısrarla söylediklerini, bunun üzerine eseri yazmaya başladığını kaydetmektedir. Bundan sonra "Tavsîf-i În Risâle Be-Tarz-ı Takriz" başlığı altında eserin özelliklerini anlatır. Bu tavsiften sonra otuz başlık altında sırayla kalem ve kılıç kendi üstünlüklerini, hasmının aşağılığını ayet ve hadislerden deliller getirerek ispat etmeye çalışırlar. Bundan sonraki beş bölümde ise aklın vasıfları, muhakemesi, kalem ve kılıca hitabı, Kalem ve kılıcın son kez konuşmaları, aklın her ikisine nasihatları yer alır ve eser burada sona erer (Özkan 1999: 574). Eserin nüshaları ve bulundukları yerler şunlardır: Süleymaniye Ktb. Esad Ef. Nu.3815/2, Süleymaniye Ktb. Esad Ef. Nu. 2719, Süleymaniye Ktb. Lala İsmail Ef. Nu.595. Süleymaniye Ktb. Fatih Nu.5335, Süleymaniye Ktb. Zühdü Bey Nu. 500, Nuruosmaniye Ktb. Nu.4892, İstanbul Üniversitesi Ktb. Nu. T 2017, İstanbul Üniversitesi Ktb. Nu.T 3749, İstanbul Üniversitesi Ktb. T Nu.5749, İstanbul Üniversitesi Ktb. Nu.T 2969, Dil ve Tarih Coğrafya Fak. Ktb. İsmail Sâib Nu.796, Dil ve Tarih Coğrafya Fak. Ktb. Muzaffer Ozak I Nu.52, Topkapı Sarayı Müzesi Ktb. Emanet Hazinesi Nu.1657, Topkapı Sarayı Müzesi Ktb.Bağdat Köşkü Nu. 151 (Özkan 1997:XXII-XXVIII; Karatay 1961: 88).
İyi bir öğrenim gören Şa'bân-zâde ömrünü ilim tahsiliyle ve yazmakla geçirmiştir. Sanata ve şiire yatkın bir tabiatı olan müellif, Arap, Fars, Türk dillerine ve edebiyatlarına vâkıf, âlim bir şahsiyet olup kalemi kuvvetli, güzel ve akıcı yazan bir edebî kişiliğe sahiptir.
Kaynakça
Bağdatlı İsmail Paşa (1955). Hediyyetü'l-Ârifîn Esmâü'l-Müellifîn Âsârü'l-Musannifîn. İstanbul: Maarif Vekâleti Basımevi.
Bursalı Mehmed Tahir (1333) Osmanlı Müellifleri. İstanbul: 2.C. 1.kısım Ali Şükrü Mtb.
Güleç, İsmail (2008).Türk Edebiyatında Mesnevi Tercüme ve Şerhleri. İstanbul: Pan Yay.
İnal, İbnülemin Mahmud Kemal (hzl.) (1928). Müstakimzâde Süleymân Sa’deddin, Tuhfe-i Hattatin. İstanbul: Türk Tarihi Encümeni Külliyatı. Devlet Mtb.
İsen, Mustafa-Teodosiyeviç, M (1986). "Muhteşem Mehmed Efendi (Şa'banzade)". Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C.6. İstanbul: Dergah Yay.433.
Karatay, Fehmi Edhem (1961) Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu. İstanbul: Topkapı Sarayı Müzesi Yay. Nu. II.
Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatçı (hzl.)(2001). Mehmed Nâil Tuman Tuhfe-i Nâilî-Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri. C.II. Ankara: Bizim Büro Yay.
Mehmed Siraceddin (1325). Mecma'-i Şu'arâ ve Tezkire-i Üdebâ. Dersaadet: Matbaa-i Kütübhane-i Cihan.
Öngören, Reşat (2003). “Mehmed Efendi, Şâbanzâde”. İslam Ansiklopedisi. C.28. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 457-458.
Özcan, Abdulkadir (hzl.) (1989). Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiü'l-Fudalâ, Şakâik-i Nu'maniye ve Zeyilleri. C.4. İstanbul: Çağrı Yay. 73-74.
Özkan, Feridun Hakan (hzl.) (1997). Şa’bânzâde Mehmed Muhteşem ve Münâzara-i Tîğ u Kalem'i. Yüksek Lisans Tezi. Afyon: Afyon Kocatepe Üniversitesi.
Özkan, Feridun Hakan (1999). “Şa’bânzâde Mehmed Muhteşem’in Hayatı ve Eserleri”. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi. (Dr.Himmet Biray Özel Sayısı): 568-578.
Sâlim (1315). Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Dersaadet: İkdam Matbaası.
Şa’bân-zâde Abdullâh Vâsıf Efendi. Ahsenü’l-Haber Min Kelâmi Seyyidi’l-Beşer. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Ktb. Mustafa Con Koleksiyonu. Nu: 347.
Şa’bân-zâde Mehmed Muhteşem (1285). Tercüme-i Tuhfe-i Mahmud Muhteşem. İstanbul: Buhari-zâde Elhac Sâlih Efendi Matbaası.
Şa’bân-zâde Mehmed Muhteşem. Muzhirü'l-İşkâl Fî Beyâni Lugati'l-Mesnevî. Süleymaniye Ktb. Ayasofya nu. 4774.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DOÇ. DR. FERUDUN HAKAN ÖZKANYayın Tarihi: 04.02.2014Güncelleme Tarihi: 25.11.2020Eserlerinden Örnekler
Muzhirü'l-İşkâl Fî Beyâni Lugati'l-Mesnevî’den
“…Ammâ baʽd bu hakîr-i kesîrü’t-taksîr Muhammed Şaʽbânzâde fakîr da’imâ mütâlaʽa-i musannefât-ı erbâb-ı maʽârife muvâzebet ve tetebbuʽ-ı müʼellefât-ı meşâyih-i kirâm-ı zevi’l-ihtirâma rûz u şeb iştigâl ü mümâreset üzere olup lâ-siyemmâ Mevlânâ kaddesenallahü bi-sırrehü’l-âsinâ hazretlerinün Mesnevî-i şerîfleri ki
Beyt
Beyt-i men beyt nîst iklîmest
Hezl-i men hezl nîst taʽlîmest
buyurdukları üzere eşiʽʽa-i bârika-i maʽânîsinden dil-i pür-zalâma ziyâ ve envâr-ı sâikasından gamâm-ı gumûm-ı câna devâ her nokta-i mersûmı gâlib-i kıtʽatü’l-mâs ve her satr-ı bedâyiʽü’l-intizâmı silk-i cevâhir-i bî-kıyâsdur. Terâkib ü elfâzında münderic olan maʽânî dil ü câna zülâl-i hayât-ı câvidânî ve selsâl-i devâm-ı zindegânîdür.
Beyt
Her nüktesidür maʽânî
Her harfi şükûfe-i emânî
Lafzı çü tarâvet-i cevânî
Maʽnîsidür âb-ı zindegânî
Nesr: Elfâz-ı rengîni şevk-âmîz ve müdâm-ı maʽânîsi şûr-engîzdür. Kuhlü’l-cevâhir-i ahbârı dîde-i muhlise tûtiyâ ve iksîr-i aʽzam-ı esrârı ‘ayn-ı kîmyâdur. İhvân-ı vefâ ve yârân-ı safâdan baʽzıları bu kitâb-ı müşgîn-nikâbun lugât-i nâdiresi intihâb ve hurûf-ı hecâ üzere mahsûs bir kitâb olsa hazret-i Mevlânâ’nun feyz-i mukaddeslerinden feyz-yâb olmaga bâdî olurdı diyü ilhâh u ibrâm ve niyâz-ı mâlâ-kelâm eylediklerinde bu husûsı ‘unvân-ı sahîfe-i saʽâdet ve bâʽis-i rütbet-i dünyâ vü âhiret bilüp niçe kütüb-i lugâti tetebbûʽ ve mürâcaʽatdan sonra baʽde mübeyyinü’l-hakîka ve’l-mecâz baʽzı şürûhdan intihâb u ifrâz olunup neyyimeten ve teberrüken mütevekkilen ‘ale’l-hayyü’l-kadîm ve müsta’inen billâhi’l-kerîm sebt ü tenmîke şürûʽ olundı ve ismi müsemmâsına mutâbık olmagiçün Muzhirü’l-İşkâl tesmiye kılındı Vallâhü veliyyü’t-tevfîk ve hüve ni’meʼr-refîk....”
(Şa'bân-zâde Mehmed Muhteşem. Muzhiru’l-İşkal. Süleymaniye Ktb. Ayasofya 4774,.1b.)
“…Ber-ser-i emrûd bün bînî çünân
Emrûd agacınun başı üzere beni ancılayın görirsün dimekdür. Bu meselün vuzûhı bu hikâyeyi bilmege merhûndur ol kıssa budur ki Hikâyet: Bir erün ‘avretinün bir bîgâne ‘âşıkı var imiş, ol hatun kendi eri ile bir bâgçede otururken ol ‘âşık ‘avretle musâhebet itmege işâret eylemiş, ol oturdukları nişîmenün etrâfı eşcâr u giyâhla pür imiş, ‘avret ‘âşıkına “Ol otluga gelüp ihtifâ eyle.” diyüp işâret itmiş. Baʽdehu bir hîle idüp erine dimiş ki : “ Ben şu emrûd agacına çıkmak isterem, icâzet vir.” dimiş, eri dahı ‘avrete icâzet virüp emrûd agacına çıkmış. Pes yukarudan aşagıya hitâb idüp dimiş ki: “Ey merd senün yanunda ol bîgâne ‘avret ne işler?” eri aşagıdan yukaruya dimiş ki :” Ey hatun mecnûn mı oldın, benüm yanumda ‘avret yokdur.” Pes hatun :“ Elbette senün yanunda bir bîgâne ‘avret vardur.” diyü feryâd eylemiş. Pes ana eri :”Gel imdi aşagıya in, hakîkat-i hâli gör.” dimiş. Aşagı inüp: “ ‘Acebdür ben senün yanunda yukaruda iken bir bîgâne ‘avret gördüm, şimdi gâ’ib oldı, gel sen dahı çık görelüm ne zuhûr ider.” dimiş. Pes eri dahı agaca çıkdıkda otluklarun içünden ol bîgâne ‘âşıkı yanuna çeküp anunla muʽânakaya başlamış, merd-i ebleh agaç üzerinden çagurmış ki: “Ey ‘avret senün yanundaki nâ-mahrem er kimdür?” ‘Avret dimiş ki: “Benüm yanumda bîgâne ve nâ-mahrem kimse yokdur ben tenhâ oturıram, gel emrûd agacından aşagı in tâ gümânun kalmaya.” dimiş. Pes ol ebleh aşagı ininceye dek nâ-mahrem olan kimse kaçup otlak içine gizlenmiş, er inüp hatununun yanunda kimse görmedikde hatun ana dimiş ki: “ Bu rü’yet-i nâ-sâlih emrûd agacınun hâsiyyetindendür .” Pes bu kelâm darb-ı mesel olmış, kaçan bir kimse bir şey’i hakîkat ile görmeyüp galat eylese ana hakîkat-bîn olan kimseler bu kavli darb-ı mesel idüp “Ey fülân ez-ser-i emrûd bün fürûd ây tâ gümânet nemând” dirler. Pes ol ‘arabun kendi hatununa “Ber-ser-i emrûd bün bînî çünân” dimesi sen beni kendi galat-bîn olan nazarunla mertebenden ancılayın görirsün, gel mertebenden tenezzül eyle benüm mertebeme karîb ol tâ hakîkat-i hâle vâkıf olup bed-gümân kalmayasun dimek olur.”
(Şa’bân-zâde Mehmet Muhteşem. Muzhiru’l-İşkal, Süleymaniye Ktb. Ayasofya 4774. 29b-30a.)
Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem’den,
Hikâyet: Ömer ibni Abdulazîz hilâfeti hengâmında kendi âdeti üzere dâimâ sabâhdan tâ namâz-ı pîşîn mesned-i hükûmetde otururdı ve katʽ u fasl-ı husûmât iderdi. Bir gün vakt-i namâz-ı pîşîn oldı ve ana melâl ü kelâl hâsıl oldı ve kendi halvet-hânesine gitdi tâ âsâyiş ü râhat eyleye. Huddâmı geldi didi ki “Muhtâcân kapuda müctemi oldılar ve sen burada âsûde oturursın meger hazretden sana berât-ı necât gelmişdür?” Ömer ibni Abdulazîz huddâmdan bu sözi işitdi bî-tevakkuf halvethânesinden taşra çıkdı ve mesned-i hükûmetde oturdı.
Beyt
Tû hoş hufte der-hevdec-i kârvân
Mehâr-ı şütr der-kef-i sârbân
Pes herkes ki hükûmet ihtiyâr eyleye ve merciʽiyyet-i merdümânî kabûl kıla ehl-i hâcâtın hâcetini edâ ve muhtâcânın makâsıd u murâdâtı husûl-pezîr olmasına saʽy u himmetde pâ-ber-câ olmak gerekdür.
(Şa'bân-zâde Mehmet Muhteşem. Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem. Nûruosmaniye Ktb. Nu. 4389. yk. 21a)
Münâzara-i Tîg u Kalem’den
Gül-i gülzâr-ı cihân-ı levlâk
Bülbül-i bâg-ı le kad erselnâk
Vasfı şânında zebânlar ebkem
Nice düşsün tama’-ı hâma kalem
Nice vasfında ola dil hâmûş
Dilde deryâ-yı şekîb itdi hurûş
Olmasa pertev-i envârı bedîd
Râh-ı zulmetde kalırdı hurşîd
Hâk-i dergâhını her şâm u seher
İdinür kuhl-i basar şems ü kamer
İtdi her cânibi nûrı rûşen
Âb u tâb ile cihânı gülşen
Alem-efrâz-ı cihân-ı mahşer
Cür’a-i sâgar-ı havz-ı Kevser
Sâgar-ı mâhı ki itmiş idi şak
Dökülür dahı mey-i nâb-ı şafak
Sâyesi olmadugına hikmet
Budur ey dil ki o mihr-i izzet
Hâk-i râhı o kadar itdi münîr
Sâyenün rengini itdi tagyîr
Hem-nişîn olmagla hâk-i rehi
Sâye terk eyledi reng-i siyehi
Zâtı gencine-i tılsım-ı a’zam
Nâmı dîbâce-i ism-i a’zam
Pertev-i âyîne-i rahmânî
Tâb-ı subh-ı dü-cihân pîşânî
Nûrıdur tîre-zed ey zulemât
Nûr-ı dîdâr-ı Muhammed salavât
(Şa’bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. Nu. 4892. yk.3a.)
Dâd baht-ı siyehümden feryâd
Ma’rifet gevherin itdi berbâd
Nâ-murâdum o kadar âlemde
Nâr-ı gam kâmı yakar sînemde
Âteşümden tutuşur dildeki âb
Murg-ı ümmîd olur âhumda kebâb
Gelemez hâtıra kâmun nâmı
Kande kaldı görebilmek kâmı
Ma’rifet k’ola nihân tenhâda
Benzer ol gevhere kim deryâda
Âşinâ çıkmadı baht-ı gaddâr
Kaldı deryâda bu dürr-i şehvâr
Gam u mihnetle tenüm müdgamdur
Peykerüm sanki musavver gamdur
Eylemiş cismümi dest-i takdîr
Mâye-i şûrîş-i gamla tahmîr
Vardugım bezm olur âlûde-i gam
Bilmezem bu gam ile kande gidem
(Şa’bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. nu. 4892. yk.6a.)
Tîg-i ser-tîz suhan-ı hışm-âmîz ile ber-vech-i itâb kaleme hitâb itdi ki re’y-i âlem-ârâ-yı dilîrân-ı kavî-dile ve dilâverân-ı düşmen-i kesele ber-vech-i meczûm ma’lûmdur ki ben bir şahs-ı âlî-câh-ı bülend-bârgâh ve mânend-i mihr ü mâh-ı zerrîn-külâhem. Talî’a-i hurşîd-i dırahşân gibi nûr-efşânem. Ziyâ-i şems-i şecâ’at u nûr-ı kamer-i mehâbetem. Benüm çihre-i pür-behrem mahz-ı nûr deycûr-ı zulmet benden dûrdur. Her bâr benüm dîdâr-ı rûşen-âsârumdan hurşîd-i lâmi’ü’l-envâr gibi şu’le-i feth ü zafer bedîdâr olur. Cenîbet-rân-ı meydân-ı mehâbet sâhib-kırân-ı arsa-i şehâmetem. Zemîn ü zamân çü gûy u çevgân semend-i gerdûn-kerdüm sebzezâr-ı âsmân meydân-ı cevlângâh-ı hink-i hâmûn-ı neverdümdür. Benüm sehm-i dil-dûzum vehminden pehlevân-ı sipihrün hancer-i ser-tîzi elinden düşer. Belki sultân-ı mihrün a’zâsı korhusundan dir dir ditrer.
……
Kalem-i sihr-rakam dahı kelimât-ı müseccaʽa-i hikmet-âmîz ve ‘ibârât-ı murassa’a-i ibret-engîz ile mâ-fi’z-zamîrini bu vech ile ta’bîr ü tahrîr eyledi ki ben ki bi-hamdi’llâhi’l-meliki’l-kadîr debîr-i felek-i esîr ve muharrir-i bârgâh-ı takdîrem, zabt-ı kavânîn-i mülk ü millet ve nazm-ı devâvîn-i dîn ü devlet benüm ribka-i iktidâruma mukalled ü mevsûm ve muhâsebe-i umûr-ı cumhûr-ı kevn ü fesâd ve defter-i tevcîhât-ı maʽâş-ı ‘ibâd benüm kilk-i bedâyi’-inşâduma mukayyed ü mersûm olmagın sadr-ı eyvân-ı dîvânı bana mahall ü erzânî oldugına âyât-ı beyyinât muhbir-i sâdıka ve sübût-ı müddeʽâya ehâdis-i şerîfe nâtıkadur.
(Şa'bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. Nu. 4892. yk.18a-19a.)
Yayın Tarihi: 04.02.2014Güncelleme Tarihi: 25.11.2020Eserlerinden Örnekler
Muzhirü'l-İşkâl Fî Beyâni Lugati'l-Mesnevî’den
“…Ammâ baʽd bu hakîr-i kesîrü’t-taksîr Muhammed Şaʽbânzâde fakîr da’imâ mütâlaʽa-i musannefât-ı erbâb-ı maʽârife muvâzebet ve tetebbuʽ-ı müʼellefât-ı meşâyih-i kirâm-ı zevi’l-ihtirâma rûz u şeb iştigâl ü mümâreset üzere olup lâ-siyemmâ Mevlânâ kaddesenallahü bi-sırrehü’l-âsinâ hazretlerinün Mesnevî-i şerîfleri ki
Beyt
Beyt-i men beyt nîst iklîmest
Hezl-i men hezl nîst taʽlîmest
buyurdukları üzere eşiʽʽa-i bârika-i maʽânîsinden dil-i pür-zalâma ziyâ ve envâr-ı sâikasından gamâm-ı gumûm-ı câna devâ her nokta-i mersûmı gâlib-i kıtʽatü’l-mâs ve her satr-ı bedâyiʽü’l-intizâmı silk-i cevâhir-i bî-kıyâsdur. Terâkib ü elfâzında münderic olan maʽânî dil ü câna zülâl-i hayât-ı câvidânî ve selsâl-i devâm-ı zindegânîdür.
Beyt
Her nüktesidür maʽânî
Her harfi şükûfe-i emânî
Lafzı çü tarâvet-i cevânî
Maʽnîsidür âb-ı zindegânî
Nesr: Elfâz-ı rengîni şevk-âmîz ve müdâm-ı maʽânîsi şûr-engîzdür. Kuhlü’l-cevâhir-i ahbârı dîde-i muhlise tûtiyâ ve iksîr-i aʽzam-ı esrârı ‘ayn-ı kîmyâdur. İhvân-ı vefâ ve yârân-ı safâdan baʽzıları bu kitâb-ı müşgîn-nikâbun lugât-i nâdiresi intihâb ve hurûf-ı hecâ üzere mahsûs bir kitâb olsa hazret-i Mevlânâ’nun feyz-i mukaddeslerinden feyz-yâb olmaga bâdî olurdı diyü ilhâh u ibrâm ve niyâz-ı mâlâ-kelâm eylediklerinde bu husûsı ‘unvân-ı sahîfe-i saʽâdet ve bâʽis-i rütbet-i dünyâ vü âhiret bilüp niçe kütüb-i lugâti tetebbûʽ ve mürâcaʽatdan sonra baʽde mübeyyinü’l-hakîka ve’l-mecâz baʽzı şürûhdan intihâb u ifrâz olunup neyyimeten ve teberrüken mütevekkilen ‘ale’l-hayyü’l-kadîm ve müsta’inen billâhi’l-kerîm sebt ü tenmîke şürûʽ olundı ve ismi müsemmâsına mutâbık olmagiçün Muzhirü’l-İşkâl tesmiye kılındı Vallâhü veliyyü’t-tevfîk ve hüve ni’meʼr-refîk....”
(Şa'bân-zâde Mehmed Muhteşem. Muzhiru’l-İşkal. Süleymaniye Ktb. Ayasofya 4774,.1b.)
“…Ber-ser-i emrûd bün bînî çünân
Emrûd agacınun başı üzere beni ancılayın görirsün dimekdür. Bu meselün vuzûhı bu hikâyeyi bilmege merhûndur ol kıssa budur ki Hikâyet: Bir erün ‘avretinün bir bîgâne ‘âşıkı var imiş, ol hatun kendi eri ile bir bâgçede otururken ol ‘âşık ‘avretle musâhebet itmege işâret eylemiş, ol oturdukları nişîmenün etrâfı eşcâr u giyâhla pür imiş, ‘avret ‘âşıkına “Ol otluga gelüp ihtifâ eyle.” diyüp işâret itmiş. Baʽdehu bir hîle idüp erine dimiş ki : “ Ben şu emrûd agacına çıkmak isterem, icâzet vir.” dimiş, eri dahı ‘avrete icâzet virüp emrûd agacına çıkmış. Pes yukarudan aşagıya hitâb idüp dimiş ki: “Ey merd senün yanunda ol bîgâne ‘avret ne işler?” eri aşagıdan yukaruya dimiş ki :” Ey hatun mecnûn mı oldın, benüm yanumda ‘avret yokdur.” Pes hatun :“ Elbette senün yanunda bir bîgâne ‘avret vardur.” diyü feryâd eylemiş. Pes ana eri :”Gel imdi aşagıya in, hakîkat-i hâli gör.” dimiş. Aşagı inüp: “ ‘Acebdür ben senün yanunda yukaruda iken bir bîgâne ‘avret gördüm, şimdi gâ’ib oldı, gel sen dahı çık görelüm ne zuhûr ider.” dimiş. Pes eri dahı agaca çıkdıkda otluklarun içünden ol bîgâne ‘âşıkı yanuna çeküp anunla muʽânakaya başlamış, merd-i ebleh agaç üzerinden çagurmış ki: “Ey ‘avret senün yanundaki nâ-mahrem er kimdür?” ‘Avret dimiş ki: “Benüm yanumda bîgâne ve nâ-mahrem kimse yokdur ben tenhâ oturıram, gel emrûd agacından aşagı in tâ gümânun kalmaya.” dimiş. Pes ol ebleh aşagı ininceye dek nâ-mahrem olan kimse kaçup otlak içine gizlenmiş, er inüp hatununun yanunda kimse görmedikde hatun ana dimiş ki: “ Bu rü’yet-i nâ-sâlih emrûd agacınun hâsiyyetindendür .” Pes bu kelâm darb-ı mesel olmış, kaçan bir kimse bir şey’i hakîkat ile görmeyüp galat eylese ana hakîkat-bîn olan kimseler bu kavli darb-ı mesel idüp “Ey fülân ez-ser-i emrûd bün fürûd ây tâ gümânet nemând” dirler. Pes ol ‘arabun kendi hatununa “Ber-ser-i emrûd bün bînî çünân” dimesi sen beni kendi galat-bîn olan nazarunla mertebenden ancılayın görirsün, gel mertebenden tenezzül eyle benüm mertebeme karîb ol tâ hakîkat-i hâle vâkıf olup bed-gümân kalmayasun dimek olur.”
(Şa’bân-zâde Mehmet Muhteşem. Muzhiru’l-İşkal, Süleymaniye Ktb. Ayasofya 4774. 29b-30a.)
Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem’den,
Hikâyet: Ömer ibni Abdulazîz hilâfeti hengâmında kendi âdeti üzere dâimâ sabâhdan tâ namâz-ı pîşîn mesned-i hükûmetde otururdı ve katʽ u fasl-ı husûmât iderdi. Bir gün vakt-i namâz-ı pîşîn oldı ve ana melâl ü kelâl hâsıl oldı ve kendi halvet-hânesine gitdi tâ âsâyiş ü râhat eyleye. Huddâmı geldi didi ki “Muhtâcân kapuda müctemi oldılar ve sen burada âsûde oturursın meger hazretden sana berât-ı necât gelmişdür?” Ömer ibni Abdulazîz huddâmdan bu sözi işitdi bî-tevakkuf halvethânesinden taşra çıkdı ve mesned-i hükûmetde oturdı.
Beyt
Tû hoş hufte der-hevdec-i kârvân
Mehâr-ı şütr der-kef-i sârbân
Pes herkes ki hükûmet ihtiyâr eyleye ve merciʽiyyet-i merdümânî kabûl kıla ehl-i hâcâtın hâcetini edâ ve muhtâcânın makâsıd u murâdâtı husûl-pezîr olmasına saʽy u himmetde pâ-ber-câ olmak gerekdür.
(Şa'bân-zâde Mehmet Muhteşem. Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem. Nûruosmaniye Ktb. Nu. 4389. yk. 21a)
Münâzara-i Tîg u Kalem’den
Gül-i gülzâr-ı cihân-ı levlâk
Bülbül-i bâg-ı le kad erselnâk
Vasfı şânında zebânlar ebkem
Nice düşsün tama’-ı hâma kalem
Nice vasfında ola dil hâmûş
Dilde deryâ-yı şekîb itdi hurûş
Olmasa pertev-i envârı bedîd
Râh-ı zulmetde kalırdı hurşîd
Hâk-i dergâhını her şâm u seher
İdinür kuhl-i basar şems ü kamer
İtdi her cânibi nûrı rûşen
Âb u tâb ile cihânı gülşen
Alem-efrâz-ı cihân-ı mahşer
Cür’a-i sâgar-ı havz-ı Kevser
Sâgar-ı mâhı ki itmiş idi şak
Dökülür dahı mey-i nâb-ı şafak
Sâyesi olmadugına hikmet
Budur ey dil ki o mihr-i izzet
Hâk-i râhı o kadar itdi münîr
Sâyenün rengini itdi tagyîr
Hem-nişîn olmagla hâk-i rehi
Sâye terk eyledi reng-i siyehi
Zâtı gencine-i tılsım-ı a’zam
Nâmı dîbâce-i ism-i a’zam
Pertev-i âyîne-i rahmânî
Tâb-ı subh-ı dü-cihân pîşânî
Nûrıdur tîre-zed ey zulemât
Nûr-ı dîdâr-ı Muhammed salavât
(Şa’bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. Nu. 4892. yk.3a.)
Dâd baht-ı siyehümden feryâd
Ma’rifet gevherin itdi berbâd
Nâ-murâdum o kadar âlemde
Nâr-ı gam kâmı yakar sînemde
Âteşümden tutuşur dildeki âb
Murg-ı ümmîd olur âhumda kebâb
Gelemez hâtıra kâmun nâmı
Kande kaldı görebilmek kâmı
Ma’rifet k’ola nihân tenhâda
Benzer ol gevhere kim deryâda
Âşinâ çıkmadı baht-ı gaddâr
Kaldı deryâda bu dürr-i şehvâr
Gam u mihnetle tenüm müdgamdur
Peykerüm sanki musavver gamdur
Eylemiş cismümi dest-i takdîr
Mâye-i şûrîş-i gamla tahmîr
Vardugım bezm olur âlûde-i gam
Bilmezem bu gam ile kande gidem
(Şa’bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. nu. 4892. yk.6a.)
Tîg-i ser-tîz suhan-ı hışm-âmîz ile ber-vech-i itâb kaleme hitâb itdi ki re’y-i âlem-ârâ-yı dilîrân-ı kavî-dile ve dilâverân-ı düşmen-i kesele ber-vech-i meczûm ma’lûmdur ki ben bir şahs-ı âlî-câh-ı bülend-bârgâh ve mânend-i mihr ü mâh-ı zerrîn-külâhem. Talî’a-i hurşîd-i dırahşân gibi nûr-efşânem. Ziyâ-i şems-i şecâ’at u nûr-ı kamer-i mehâbetem. Benüm çihre-i pür-behrem mahz-ı nûr deycûr-ı zulmet benden dûrdur. Her bâr benüm dîdâr-ı rûşen-âsârumdan hurşîd-i lâmi’ü’l-envâr gibi şu’le-i feth ü zafer bedîdâr olur. Cenîbet-rân-ı meydân-ı mehâbet sâhib-kırân-ı arsa-i şehâmetem. Zemîn ü zamân çü gûy u çevgân semend-i gerdûn-kerdüm sebzezâr-ı âsmân meydân-ı cevlângâh-ı hink-i hâmûn-ı neverdümdür. Benüm sehm-i dil-dûzum vehminden pehlevân-ı sipihrün hancer-i ser-tîzi elinden düşer. Belki sultân-ı mihrün a’zâsı korhusundan dir dir ditrer.
……
Kalem-i sihr-rakam dahı kelimât-ı müseccaʽa-i hikmet-âmîz ve ‘ibârât-ı murassa’a-i ibret-engîz ile mâ-fi’z-zamîrini bu vech ile ta’bîr ü tahrîr eyledi ki ben ki bi-hamdi’llâhi’l-meliki’l-kadîr debîr-i felek-i esîr ve muharrir-i bârgâh-ı takdîrem, zabt-ı kavânîn-i mülk ü millet ve nazm-ı devâvîn-i dîn ü devlet benüm ribka-i iktidâruma mukalled ü mevsûm ve muhâsebe-i umûr-ı cumhûr-ı kevn ü fesâd ve defter-i tevcîhât-ı maʽâş-ı ‘ibâd benüm kilk-i bedâyi’-inşâduma mukayyed ü mersûm olmagın sadr-ı eyvân-ı dîvânı bana mahall ü erzânî oldugına âyât-ı beyyinât muhbir-i sâdıka ve sübût-ı müddeʽâya ehâdis-i şerîfe nâtıkadur.
(Şa'bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. Nu. 4892. yk.18a-19a.)
Güncelleme Tarihi: 25.11.2020Eserlerinden Örnekler
Muzhirü'l-İşkâl Fî Beyâni Lugati'l-Mesnevî’den
“…Ammâ baʽd bu hakîr-i kesîrü’t-taksîr Muhammed Şaʽbânzâde fakîr da’imâ mütâlaʽa-i musannefât-ı erbâb-ı maʽârife muvâzebet ve tetebbuʽ-ı müʼellefât-ı meşâyih-i kirâm-ı zevi’l-ihtirâma rûz u şeb iştigâl ü mümâreset üzere olup lâ-siyemmâ Mevlânâ kaddesenallahü bi-sırrehü’l-âsinâ hazretlerinün Mesnevî-i şerîfleri ki
Beyt
Beyt-i men beyt nîst iklîmest
Hezl-i men hezl nîst taʽlîmest
buyurdukları üzere eşiʽʽa-i bârika-i maʽânîsinden dil-i pür-zalâma ziyâ ve envâr-ı sâikasından gamâm-ı gumûm-ı câna devâ her nokta-i mersûmı gâlib-i kıtʽatü’l-mâs ve her satr-ı bedâyiʽü’l-intizâmı silk-i cevâhir-i bî-kıyâsdur. Terâkib ü elfâzında münderic olan maʽânî dil ü câna zülâl-i hayât-ı câvidânî ve selsâl-i devâm-ı zindegânîdür.
Beyt
Her nüktesidür maʽânî
Her harfi şükûfe-i emânî
Lafzı çü tarâvet-i cevânî
Maʽnîsidür âb-ı zindegânî
Nesr: Elfâz-ı rengîni şevk-âmîz ve müdâm-ı maʽânîsi şûr-engîzdür. Kuhlü’l-cevâhir-i ahbârı dîde-i muhlise tûtiyâ ve iksîr-i aʽzam-ı esrârı ‘ayn-ı kîmyâdur. İhvân-ı vefâ ve yârân-ı safâdan baʽzıları bu kitâb-ı müşgîn-nikâbun lugât-i nâdiresi intihâb ve hurûf-ı hecâ üzere mahsûs bir kitâb olsa hazret-i Mevlânâ’nun feyz-i mukaddeslerinden feyz-yâb olmaga bâdî olurdı diyü ilhâh u ibrâm ve niyâz-ı mâlâ-kelâm eylediklerinde bu husûsı ‘unvân-ı sahîfe-i saʽâdet ve bâʽis-i rütbet-i dünyâ vü âhiret bilüp niçe kütüb-i lugâti tetebbûʽ ve mürâcaʽatdan sonra baʽde mübeyyinü’l-hakîka ve’l-mecâz baʽzı şürûhdan intihâb u ifrâz olunup neyyimeten ve teberrüken mütevekkilen ‘ale’l-hayyü’l-kadîm ve müsta’inen billâhi’l-kerîm sebt ü tenmîke şürûʽ olundı ve ismi müsemmâsına mutâbık olmagiçün Muzhirü’l-İşkâl tesmiye kılındı Vallâhü veliyyü’t-tevfîk ve hüve ni’meʼr-refîk....”
(Şa'bân-zâde Mehmed Muhteşem. Muzhiru’l-İşkal. Süleymaniye Ktb. Ayasofya 4774,.1b.)
“…Ber-ser-i emrûd bün bînî çünân
Emrûd agacınun başı üzere beni ancılayın görirsün dimekdür. Bu meselün vuzûhı bu hikâyeyi bilmege merhûndur ol kıssa budur ki Hikâyet: Bir erün ‘avretinün bir bîgâne ‘âşıkı var imiş, ol hatun kendi eri ile bir bâgçede otururken ol ‘âşık ‘avretle musâhebet itmege işâret eylemiş, ol oturdukları nişîmenün etrâfı eşcâr u giyâhla pür imiş, ‘avret ‘âşıkına “Ol otluga gelüp ihtifâ eyle.” diyüp işâret itmiş. Baʽdehu bir hîle idüp erine dimiş ki : “ Ben şu emrûd agacına çıkmak isterem, icâzet vir.” dimiş, eri dahı ‘avrete icâzet virüp emrûd agacına çıkmış. Pes yukarudan aşagıya hitâb idüp dimiş ki: “Ey merd senün yanunda ol bîgâne ‘avret ne işler?” eri aşagıdan yukaruya dimiş ki :” Ey hatun mecnûn mı oldın, benüm yanumda ‘avret yokdur.” Pes hatun :“ Elbette senün yanunda bir bîgâne ‘avret vardur.” diyü feryâd eylemiş. Pes ana eri :”Gel imdi aşagıya in, hakîkat-i hâli gör.” dimiş. Aşagı inüp: “ ‘Acebdür ben senün yanunda yukaruda iken bir bîgâne ‘avret gördüm, şimdi gâ’ib oldı, gel sen dahı çık görelüm ne zuhûr ider.” dimiş. Pes eri dahı agaca çıkdıkda otluklarun içünden ol bîgâne ‘âşıkı yanuna çeküp anunla muʽânakaya başlamış, merd-i ebleh agaç üzerinden çagurmış ki: “Ey ‘avret senün yanundaki nâ-mahrem er kimdür?” ‘Avret dimiş ki: “Benüm yanumda bîgâne ve nâ-mahrem kimse yokdur ben tenhâ oturıram, gel emrûd agacından aşagı in tâ gümânun kalmaya.” dimiş. Pes ol ebleh aşagı ininceye dek nâ-mahrem olan kimse kaçup otlak içine gizlenmiş, er inüp hatununun yanunda kimse görmedikde hatun ana dimiş ki: “ Bu rü’yet-i nâ-sâlih emrûd agacınun hâsiyyetindendür .” Pes bu kelâm darb-ı mesel olmış, kaçan bir kimse bir şey’i hakîkat ile görmeyüp galat eylese ana hakîkat-bîn olan kimseler bu kavli darb-ı mesel idüp “Ey fülân ez-ser-i emrûd bün fürûd ây tâ gümânet nemând” dirler. Pes ol ‘arabun kendi hatununa “Ber-ser-i emrûd bün bînî çünân” dimesi sen beni kendi galat-bîn olan nazarunla mertebenden ancılayın görirsün, gel mertebenden tenezzül eyle benüm mertebeme karîb ol tâ hakîkat-i hâle vâkıf olup bed-gümân kalmayasun dimek olur.”
(Şa’bân-zâde Mehmet Muhteşem. Muzhiru’l-İşkal, Süleymaniye Ktb. Ayasofya 4774. 29b-30a.)
Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem’den,
Hikâyet: Ömer ibni Abdulazîz hilâfeti hengâmında kendi âdeti üzere dâimâ sabâhdan tâ namâz-ı pîşîn mesned-i hükûmetde otururdı ve katʽ u fasl-ı husûmât iderdi. Bir gün vakt-i namâz-ı pîşîn oldı ve ana melâl ü kelâl hâsıl oldı ve kendi halvet-hânesine gitdi tâ âsâyiş ü râhat eyleye. Huddâmı geldi didi ki “Muhtâcân kapuda müctemi oldılar ve sen burada âsûde oturursın meger hazretden sana berât-ı necât gelmişdür?” Ömer ibni Abdulazîz huddâmdan bu sözi işitdi bî-tevakkuf halvethânesinden taşra çıkdı ve mesned-i hükûmetde oturdı.
Beyt
Tû hoş hufte der-hevdec-i kârvân
Mehâr-ı şütr der-kef-i sârbân
Pes herkes ki hükûmet ihtiyâr eyleye ve merciʽiyyet-i merdümânî kabûl kıla ehl-i hâcâtın hâcetini edâ ve muhtâcânın makâsıd u murâdâtı husûl-pezîr olmasına saʽy u himmetde pâ-ber-câ olmak gerekdür.
(Şa'bân-zâde Mehmet Muhteşem. Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem. Nûruosmaniye Ktb. Nu. 4389. yk. 21a)
Münâzara-i Tîg u Kalem’den
Gül-i gülzâr-ı cihân-ı levlâk
Bülbül-i bâg-ı le kad erselnâk
Vasfı şânında zebânlar ebkem
Nice düşsün tama’-ı hâma kalem
Nice vasfında ola dil hâmûş
Dilde deryâ-yı şekîb itdi hurûş
Olmasa pertev-i envârı bedîd
Râh-ı zulmetde kalırdı hurşîd
Hâk-i dergâhını her şâm u seher
İdinür kuhl-i basar şems ü kamer
İtdi her cânibi nûrı rûşen
Âb u tâb ile cihânı gülşen
Alem-efrâz-ı cihân-ı mahşer
Cür’a-i sâgar-ı havz-ı Kevser
Sâgar-ı mâhı ki itmiş idi şak
Dökülür dahı mey-i nâb-ı şafak
Sâyesi olmadugına hikmet
Budur ey dil ki o mihr-i izzet
Hâk-i râhı o kadar itdi münîr
Sâyenün rengini itdi tagyîr
Hem-nişîn olmagla hâk-i rehi
Sâye terk eyledi reng-i siyehi
Zâtı gencine-i tılsım-ı a’zam
Nâmı dîbâce-i ism-i a’zam
Pertev-i âyîne-i rahmânî
Tâb-ı subh-ı dü-cihân pîşânî
Nûrıdur tîre-zed ey zulemât
Nûr-ı dîdâr-ı Muhammed salavât
(Şa’bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. Nu. 4892. yk.3a.)
Dâd baht-ı siyehümden feryâd
Ma’rifet gevherin itdi berbâd
Nâ-murâdum o kadar âlemde
Nâr-ı gam kâmı yakar sînemde
Âteşümden tutuşur dildeki âb
Murg-ı ümmîd olur âhumda kebâb
Gelemez hâtıra kâmun nâmı
Kande kaldı görebilmek kâmı
Ma’rifet k’ola nihân tenhâda
Benzer ol gevhere kim deryâda
Âşinâ çıkmadı baht-ı gaddâr
Kaldı deryâda bu dürr-i şehvâr
Gam u mihnetle tenüm müdgamdur
Peykerüm sanki musavver gamdur
Eylemiş cismümi dest-i takdîr
Mâye-i şûrîş-i gamla tahmîr
Vardugım bezm olur âlûde-i gam
Bilmezem bu gam ile kande gidem
(Şa’bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. nu. 4892. yk.6a.)
Tîg-i ser-tîz suhan-ı hışm-âmîz ile ber-vech-i itâb kaleme hitâb itdi ki re’y-i âlem-ârâ-yı dilîrân-ı kavî-dile ve dilâverân-ı düşmen-i kesele ber-vech-i meczûm ma’lûmdur ki ben bir şahs-ı âlî-câh-ı bülend-bârgâh ve mânend-i mihr ü mâh-ı zerrîn-külâhem. Talî’a-i hurşîd-i dırahşân gibi nûr-efşânem. Ziyâ-i şems-i şecâ’at u nûr-ı kamer-i mehâbetem. Benüm çihre-i pür-behrem mahz-ı nûr deycûr-ı zulmet benden dûrdur. Her bâr benüm dîdâr-ı rûşen-âsârumdan hurşîd-i lâmi’ü’l-envâr gibi şu’le-i feth ü zafer bedîdâr olur. Cenîbet-rân-ı meydân-ı mehâbet sâhib-kırân-ı arsa-i şehâmetem. Zemîn ü zamân çü gûy u çevgân semend-i gerdûn-kerdüm sebzezâr-ı âsmân meydân-ı cevlângâh-ı hink-i hâmûn-ı neverdümdür. Benüm sehm-i dil-dûzum vehminden pehlevân-ı sipihrün hancer-i ser-tîzi elinden düşer. Belki sultân-ı mihrün a’zâsı korhusundan dir dir ditrer.
……
Kalem-i sihr-rakam dahı kelimât-ı müseccaʽa-i hikmet-âmîz ve ‘ibârât-ı murassa’a-i ibret-engîz ile mâ-fi’z-zamîrini bu vech ile ta’bîr ü tahrîr eyledi ki ben ki bi-hamdi’llâhi’l-meliki’l-kadîr debîr-i felek-i esîr ve muharrir-i bârgâh-ı takdîrem, zabt-ı kavânîn-i mülk ü millet ve nazm-ı devâvîn-i dîn ü devlet benüm ribka-i iktidâruma mukalled ü mevsûm ve muhâsebe-i umûr-ı cumhûr-ı kevn ü fesâd ve defter-i tevcîhât-ı maʽâş-ı ‘ibâd benüm kilk-i bedâyi’-inşâduma mukayyed ü mersûm olmagın sadr-ı eyvân-ı dîvânı bana mahall ü erzânî oldugına âyât-ı beyyinât muhbir-i sâdıka ve sübût-ı müddeʽâya ehâdis-i şerîfe nâtıkadur.
(Şa'bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. Nu. 4892. yk.18a-19a.)
Eserlerinden Örnekler
Muzhirü'l-İşkâl Fî Beyâni Lugati'l-Mesnevî’den
“…Ammâ baʽd bu hakîr-i kesîrü’t-taksîr Muhammed Şaʽbânzâde fakîr da’imâ mütâlaʽa-i musannefât-ı erbâb-ı maʽârife muvâzebet ve tetebbuʽ-ı müʼellefât-ı meşâyih-i kirâm-ı zevi’l-ihtirâma rûz u şeb iştigâl ü mümâreset üzere olup lâ-siyemmâ Mevlânâ kaddesenallahü bi-sırrehü’l-âsinâ hazretlerinün Mesnevî-i şerîfleri ki
Beyt
Beyt-i men beyt nîst iklîmest
Hezl-i men hezl nîst taʽlîmest
buyurdukları üzere eşiʽʽa-i bârika-i maʽânîsinden dil-i pür-zalâma ziyâ ve envâr-ı sâikasından gamâm-ı gumûm-ı câna devâ her nokta-i mersûmı gâlib-i kıtʽatü’l-mâs ve her satr-ı bedâyiʽü’l-intizâmı silk-i cevâhir-i bî-kıyâsdur. Terâkib ü elfâzında münderic olan maʽânî dil ü câna zülâl-i hayât-ı câvidânî ve selsâl-i devâm-ı zindegânîdür.
Beyt
Her nüktesidür maʽânî
Her harfi şükûfe-i emânî
Lafzı çü tarâvet-i cevânî
Maʽnîsidür âb-ı zindegânî
Nesr: Elfâz-ı rengîni şevk-âmîz ve müdâm-ı maʽânîsi şûr-engîzdür. Kuhlü’l-cevâhir-i ahbârı dîde-i muhlise tûtiyâ ve iksîr-i aʽzam-ı esrârı ‘ayn-ı kîmyâdur. İhvân-ı vefâ ve yârân-ı safâdan baʽzıları bu kitâb-ı müşgîn-nikâbun lugât-i nâdiresi intihâb ve hurûf-ı hecâ üzere mahsûs bir kitâb olsa hazret-i Mevlânâ’nun feyz-i mukaddeslerinden feyz-yâb olmaga bâdî olurdı diyü ilhâh u ibrâm ve niyâz-ı mâlâ-kelâm eylediklerinde bu husûsı ‘unvân-ı sahîfe-i saʽâdet ve bâʽis-i rütbet-i dünyâ vü âhiret bilüp niçe kütüb-i lugâti tetebbûʽ ve mürâcaʽatdan sonra baʽde mübeyyinü’l-hakîka ve’l-mecâz baʽzı şürûhdan intihâb u ifrâz olunup neyyimeten ve teberrüken mütevekkilen ‘ale’l-hayyü’l-kadîm ve müsta’inen billâhi’l-kerîm sebt ü tenmîke şürûʽ olundı ve ismi müsemmâsına mutâbık olmagiçün Muzhirü’l-İşkâl tesmiye kılındı Vallâhü veliyyü’t-tevfîk ve hüve ni’meʼr-refîk....”
(Şa'bân-zâde Mehmed Muhteşem. Muzhiru’l-İşkal. Süleymaniye Ktb. Ayasofya 4774,.1b.)
“…Ber-ser-i emrûd bün bînî çünân
Emrûd agacınun başı üzere beni ancılayın görirsün dimekdür. Bu meselün vuzûhı bu hikâyeyi bilmege merhûndur ol kıssa budur ki Hikâyet: Bir erün ‘avretinün bir bîgâne ‘âşıkı var imiş, ol hatun kendi eri ile bir bâgçede otururken ol ‘âşık ‘avretle musâhebet itmege işâret eylemiş, ol oturdukları nişîmenün etrâfı eşcâr u giyâhla pür imiş, ‘avret ‘âşıkına “Ol otluga gelüp ihtifâ eyle.” diyüp işâret itmiş. Baʽdehu bir hîle idüp erine dimiş ki : “ Ben şu emrûd agacına çıkmak isterem, icâzet vir.” dimiş, eri dahı ‘avrete icâzet virüp emrûd agacına çıkmış. Pes yukarudan aşagıya hitâb idüp dimiş ki: “Ey merd senün yanunda ol bîgâne ‘avret ne işler?” eri aşagıdan yukaruya dimiş ki :” Ey hatun mecnûn mı oldın, benüm yanumda ‘avret yokdur.” Pes hatun :“ Elbette senün yanunda bir bîgâne ‘avret vardur.” diyü feryâd eylemiş. Pes ana eri :”Gel imdi aşagıya in, hakîkat-i hâli gör.” dimiş. Aşagı inüp: “ ‘Acebdür ben senün yanunda yukaruda iken bir bîgâne ‘avret gördüm, şimdi gâ’ib oldı, gel sen dahı çık görelüm ne zuhûr ider.” dimiş. Pes eri dahı agaca çıkdıkda otluklarun içünden ol bîgâne ‘âşıkı yanuna çeküp anunla muʽânakaya başlamış, merd-i ebleh agaç üzerinden çagurmış ki: “Ey ‘avret senün yanundaki nâ-mahrem er kimdür?” ‘Avret dimiş ki: “Benüm yanumda bîgâne ve nâ-mahrem kimse yokdur ben tenhâ oturıram, gel emrûd agacından aşagı in tâ gümânun kalmaya.” dimiş. Pes ol ebleh aşagı ininceye dek nâ-mahrem olan kimse kaçup otlak içine gizlenmiş, er inüp hatununun yanunda kimse görmedikde hatun ana dimiş ki: “ Bu rü’yet-i nâ-sâlih emrûd agacınun hâsiyyetindendür .” Pes bu kelâm darb-ı mesel olmış, kaçan bir kimse bir şey’i hakîkat ile görmeyüp galat eylese ana hakîkat-bîn olan kimseler bu kavli darb-ı mesel idüp “Ey fülân ez-ser-i emrûd bün fürûd ây tâ gümânet nemând” dirler. Pes ol ‘arabun kendi hatununa “Ber-ser-i emrûd bün bînî çünân” dimesi sen beni kendi galat-bîn olan nazarunla mertebenden ancılayın görirsün, gel mertebenden tenezzül eyle benüm mertebeme karîb ol tâ hakîkat-i hâle vâkıf olup bed-gümân kalmayasun dimek olur.”
(Şa’bân-zâde Mehmet Muhteşem. Muzhiru’l-İşkal, Süleymaniye Ktb. Ayasofya 4774. 29b-30a.)
Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem’den,
Hikâyet: Ömer ibni Abdulazîz hilâfeti hengâmında kendi âdeti üzere dâimâ sabâhdan tâ namâz-ı pîşîn mesned-i hükûmetde otururdı ve katʽ u fasl-ı husûmât iderdi. Bir gün vakt-i namâz-ı pîşîn oldı ve ana melâl ü kelâl hâsıl oldı ve kendi halvet-hânesine gitdi tâ âsâyiş ü râhat eyleye. Huddâmı geldi didi ki “Muhtâcân kapuda müctemi oldılar ve sen burada âsûde oturursın meger hazretden sana berât-ı necât gelmişdür?” Ömer ibni Abdulazîz huddâmdan bu sözi işitdi bî-tevakkuf halvethânesinden taşra çıkdı ve mesned-i hükûmetde oturdı.
Beyt
Tû hoş hufte der-hevdec-i kârvân
Mehâr-ı şütr der-kef-i sârbân
Pes herkes ki hükûmet ihtiyâr eyleye ve merciʽiyyet-i merdümânî kabûl kıla ehl-i hâcâtın hâcetini edâ ve muhtâcânın makâsıd u murâdâtı husûl-pezîr olmasına saʽy u himmetde pâ-ber-câ olmak gerekdür.
(Şa'bân-zâde Mehmet Muhteşem. Tercüme-i Tuhfe-i Mahmûd-ı Muhteşem. Nûruosmaniye Ktb. Nu. 4389. yk. 21a)
Münâzara-i Tîg u Kalem’den
Gül-i gülzâr-ı cihân-ı levlâk
Bülbül-i bâg-ı le kad erselnâk
Vasfı şânında zebânlar ebkem
Nice düşsün tama’-ı hâma kalem
Nice vasfında ola dil hâmûş
Dilde deryâ-yı şekîb itdi hurûş
Olmasa pertev-i envârı bedîd
Râh-ı zulmetde kalırdı hurşîd
Hâk-i dergâhını her şâm u seher
İdinür kuhl-i basar şems ü kamer
İtdi her cânibi nûrı rûşen
Âb u tâb ile cihânı gülşen
Alem-efrâz-ı cihân-ı mahşer
Cür’a-i sâgar-ı havz-ı Kevser
Sâgar-ı mâhı ki itmiş idi şak
Dökülür dahı mey-i nâb-ı şafak
Sâyesi olmadugına hikmet
Budur ey dil ki o mihr-i izzet
Hâk-i râhı o kadar itdi münîr
Sâyenün rengini itdi tagyîr
Hem-nişîn olmagla hâk-i rehi
Sâye terk eyledi reng-i siyehi
Zâtı gencine-i tılsım-ı a’zam
Nâmı dîbâce-i ism-i a’zam
Pertev-i âyîne-i rahmânî
Tâb-ı subh-ı dü-cihân pîşânî
Nûrıdur tîre-zed ey zulemât
Nûr-ı dîdâr-ı Muhammed salavât
(Şa’bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. Nu. 4892. yk.3a.)
Dâd baht-ı siyehümden feryâd
Ma’rifet gevherin itdi berbâd
Nâ-murâdum o kadar âlemde
Nâr-ı gam kâmı yakar sînemde
Âteşümden tutuşur dildeki âb
Murg-ı ümmîd olur âhumda kebâb
Gelemez hâtıra kâmun nâmı
Kande kaldı görebilmek kâmı
Ma’rifet k’ola nihân tenhâda
Benzer ol gevhere kim deryâda
Âşinâ çıkmadı baht-ı gaddâr
Kaldı deryâda bu dürr-i şehvâr
Gam u mihnetle tenüm müdgamdur
Peykerüm sanki musavver gamdur
Eylemiş cismümi dest-i takdîr
Mâye-i şûrîş-i gamla tahmîr
Vardugım bezm olur âlûde-i gam
Bilmezem bu gam ile kande gidem
(Şa’bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. nu. 4892. yk.6a.)
Tîg-i ser-tîz suhan-ı hışm-âmîz ile ber-vech-i itâb kaleme hitâb itdi ki re’y-i âlem-ârâ-yı dilîrân-ı kavî-dile ve dilâverân-ı düşmen-i kesele ber-vech-i meczûm ma’lûmdur ki ben bir şahs-ı âlî-câh-ı bülend-bârgâh ve mânend-i mihr ü mâh-ı zerrîn-külâhem. Talî’a-i hurşîd-i dırahşân gibi nûr-efşânem. Ziyâ-i şems-i şecâ’at u nûr-ı kamer-i mehâbetem. Benüm çihre-i pür-behrem mahz-ı nûr deycûr-ı zulmet benden dûrdur. Her bâr benüm dîdâr-ı rûşen-âsârumdan hurşîd-i lâmi’ü’l-envâr gibi şu’le-i feth ü zafer bedîdâr olur. Cenîbet-rân-ı meydân-ı mehâbet sâhib-kırân-ı arsa-i şehâmetem. Zemîn ü zamân çü gûy u çevgân semend-i gerdûn-kerdüm sebzezâr-ı âsmân meydân-ı cevlângâh-ı hink-i hâmûn-ı neverdümdür. Benüm sehm-i dil-dûzum vehminden pehlevân-ı sipihrün hancer-i ser-tîzi elinden düşer. Belki sultân-ı mihrün a’zâsı korhusundan dir dir ditrer.
……
Kalem-i sihr-rakam dahı kelimât-ı müseccaʽa-i hikmet-âmîz ve ‘ibârât-ı murassa’a-i ibret-engîz ile mâ-fi’z-zamîrini bu vech ile ta’bîr ü tahrîr eyledi ki ben ki bi-hamdi’llâhi’l-meliki’l-kadîr debîr-i felek-i esîr ve muharrir-i bârgâh-ı takdîrem, zabt-ı kavânîn-i mülk ü millet ve nazm-ı devâvîn-i dîn ü devlet benüm ribka-i iktidâruma mukalled ü mevsûm ve muhâsebe-i umûr-ı cumhûr-ı kevn ü fesâd ve defter-i tevcîhât-ı maʽâş-ı ‘ibâd benüm kilk-i bedâyi’-inşâduma mukayyed ü mersûm olmagın sadr-ı eyvân-ı dîvânı bana mahall ü erzânî oldugına âyât-ı beyyinât muhbir-i sâdıka ve sübût-ı müddeʽâya ehâdis-i şerîfe nâtıkadur.
(Şa'bân-zâde Mehmed Muhteşem. Münâzara-i Tîg u Kalem. Nûruosmâniye Ktb. Nu. 4892. yk.18a-19a.)