Madde Detay
NAZMÎ, Edirneli
(d. ?/? - ö. 993/1585/86?)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Hayatı hakkında kaynaklardan ayrıntılı bilgi elde edemediğimiz Nazmî’nin Çaldıran seferine katılışı söz konusu olduğundan, doğumunun 15. yüzyılın son çeyreğinde gerçekleştiği düşünülebilir. Tezkirelerde, Nazmî Mehmed Çelebi, Mehemmed, Nazmî, Nazmî Beg, Nazmî Nizâmeddîn, Nazmî Mehmed Beg, Nazmî Nizâmî Çelebi şeklinde mahlasına yer verilmiştir. Şair de birkaç şiirinde mahlasının Nazmî asıl adının da Muhammed olduğunu belirtmiştir. Nazmî’den bahseden kaynaklar Edirneli olduğunu söyler. Ailesinin kuloğullarından olduğunu şairden bahseden tezkirelerden ve Dîvân’ınında yer alan Arz-ı Hâl Be-Pâdişâh adlı mesneviden öğreniyoruz. Bu mesneviden Edirneli Nazmî’nin, ilk önce yeniçeri olduğu ve Yavuz Sultan Selim ile İran ve Mısır seferlerine katıldığını, daha sonra Kanûnî Sultan Süleyman zamanında da sipahi olarak savaşlara iştirak ettiğini, ayrıca ahkâm kâtipliği yaptığını, seferlerde bir hayli sıkıntı çektiğini Âşık Çelebi Tezkiresi’nde bahsedildiği üzre leng ü lûk (topal) olduğunu bu sebeple silah-dârlara ser-bölük olarak terfi ettirildiği belirtilmektedir.
Şairden bahseden tezkirelerde Nazmî’nin eğitimine ilişkin bir bilgi verilmeksizin şiir ve aruz dışında diğer ilimlere de vukufiyetinin olduğu belirtilmektedir. Nazmî de Divan’ında çeşitli alanlarda vukufiyetinin bulunmasına rağmen devlette kendisine layık bir göreve gelemediğinden şikâyet eder ve bir mansıp talebinde bulunur. Ancak bir görev alamadığından geçim derdi ile sipahilik görevini yürütmekte mecbur olur. Yine Dîvân’ında sipahilik mesleği üzerine bir murabba söyler. Şiir, dönemin sipahi kolunun yaşadığı durumu ortaya koyması açısından önemli bir belgedir.
Nazmî’nin ölüm tarihi, kaynaklarda 955-1548/1549, 962-1554/1555, 966-1558/1559 , 970-1562/1563 şeklindedir. Kaynaklardaki bu farklılık, şairin ölüm tarihinin kesin olarak belirlenmesini engellemektedir. Ancak Fatih Köksal tarafından gün yüzüne çıkarılıp üslup ve yazı özellikleri ile de şairin diğer eserlerine büyük benzerlikler gösterdiğinden, Edirneli Nazmî’ye ait olduğu düşünülen Tevârih-i Antakiyye adlı eserde; düşülen tarihlerden hareketle 993-1585/86 şairin ölüm tarihinin 993/1585’ten sonra olduğu ifade edilebilir.
Nazmî, Türk edebiyatının üretken şairlerinden biridir.
1. Mecma’ü’n-Nezâ’ir
Viyana’daki nüshada “Nezairü’ş-şuara” ismi, Nurıosmaniye nüshasında ise “Mecmau’n-Nezair” (Köprülü 1928; 63) adı ile yer alan eser Fatih Köksal tarafından “Mecma’ü’n-Nezâ’ir” ismi ile ilim dünyasına sunulmuştur (Köksal 2001;93).
Mecma’ü’n-Nezâ’ir 357 şaire ait 5527 şiir ihtiva etmektedir. Bu şiirlerin 5490’ı gazel, 37’si murabbadır. Metnin tenkitli nüshaları ile birlikte toplam beyit sayısı 33440’tır. Eser, dîvânlarda olduğu gibi kafiyelerin son harflerine göre “elifbâ” sırası, hem de aruz bahirlerine göre belli bir sıra gözetilerek tertip edilmiştir. Şairin Mecma’ü’n-Nezâ’ir’de kullandığı bu özellik kendi Dîvân’ında da göze çarpmaktadır. Ayrıca her harfi kendi arasında kafiye ve redife göre alfabetik olarak sıralamıştır. Şiirler kafiye düzenlerinde olduğu gibi vezinde de bir tasnife tabî tutulmuştur. Remel, Remel-i mahzuf, Remel-i Mahbûn, Hezec-i Mahfûz, Hezec-i Ahreb, Hezec-i Sâlim, Muzâri’-i Ahreb, Müctes, Hafîf bahirleri olarak şiirler tasnif edilmiştir. Her harfe göre tasnif edilen şiirler o başlıkta ele alınmış, Farsça başlıkla bahrin adı ve vezni belirtilmiştir (Köksal 2001; 93).
Eserin kütüphanelerdeki nüshaları şöyledir: Topkapı Sarayı Kütüphanesi III. Ahmet Bölümü, Mı. 2644, Nuruosmaniye Kütüphanesi, Nu. 4222, Nuruosmaniye Kütüphanesi, Nu. 4915, Handschriftenabteilung der Österreichischen Nationalbibliothek, Wien H.0.142 (Fliigel, /, 693), Ali Emîrî Millet Kütüphanesi, Nu. 683, 684 (2 Cilt), Bursa Bölge Yazmalar Kütüphanesi Nu. 2276, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, TY 1547. (Köksal 2001;93).
2. Dîvân
Edirneli Nazmî’ye ait olan ikinci eser şairin Dîvân’ıdır. Edirneli Nazmî Dîvânı’nda toplamda 7002 gazel, 16 kaside, 7 terkîb-i bend, 7 tercî’-i bend, 524 murabba, 62 muhammes, 12 müseddes, 5 müsebba’, 5 müsemmen, 5 mütessa’, 7 mu’aşşer, 2 tahmis, 23 müstezad, 425 müfred, 364 tarih manzumesi, 53 kıt’a, 16 mesnevi bulunmaktadır. Bütün bu şiirler incelendiğinde; şimdiye kadar Klâsik Türk edebiyatında görülmemiş bir yöntemle tertip edilmiş bir dîvân karşımıza çıkar. Yani Nazmî Dîvanı, Türk edebiyatının en hacimli örneğidir. Dîvân’ın 3 nüshası bulunmaktadır.(Üst 2012;79)
3. Pend-nâme-i Attâr Çevirisi:
Bu eserin varlığından “Edirneli Nazmî’nin Pend-i Attâr Çevirisi” başlıklı makalesi ile ilk bahseden Hasibe Mazıoğlu’dur. DTCF Kütüphanesi Muzaffer Ozak 1/1061 numarada kayıtlı Pend-nâme-i Attâr tercümesinin 967/1558/59’de Edirneli Nazmî tarafından yazıldığını bir sene sonra da 968/1560'de de elde bulunan bu yegâne nüshanın istinsah edildiğini belirtir.(Mazıoğlu 1977; 47-53) Bu eser üzerine bir diğer çalışma Kudret Altun tarafından yapılmıştır. O da bu eserin Nazmî’ye ait olduğunu kesinlikle belirtmiştir. Eserin “Sebeb-i Telif” bölümünde şimdiye kadar birçok eser yazıldığını, ancak bunların çoğunun dünyevî zevklere hitap ettiğini fakat insanın faydasına olan şeyin ahiret ömrünü etkileyip kişiyi olgunlaştırarak “iyi insan” olmaya yöneltmesi gerektiğini bu nedenle bu işi üstlendiğini belirtir. Şair, eserinde Attâr’dan feyz aldığını, halkın da Farsça bilmediğinden kendi eserinden faydalanmasını gaye edindiğini söyler. Attâr’dan kendisi için dua ister. Kitabın son kısmına eserin asıl yazarına dua edilir ve eserin yazımına tarih düşürülür. (Altun 2004; 21)
4. Münşeat Mecmuası:
Tezkirelerde adına rastlamadığımız ya da varlığından bahsedilmeyen ve Edirneli Nazmî’ye atfedilen eserlerden biri de budur. Adnan Sadık Erzi ve Hikmet İlaydın, “XVI. Asra Ait Bir Münşeât Mecmuası” başlıklı makalelerinde DTCF Kütüphanesi İsmail Saib 1/4504 numarada kayıtlı eserin bir bölümünün Edirneli Nazmî tarafından yazıldığını iddia ederler. Nüshanın tavsifi şöyledir: Ölçü: 210x150; 160x95 mm.; varak sayısı: 94, her sayfada 17 satır; cilt: ebrûlu kâğıt kaplı, sırtı meşin, âdi; kâğıt: kalın saykallı kâğıt; başlıklar surhı (kırmızı); yazı: dîvânî; istinsah tarihi: Cemâziyelâhir 986 (Ağustos 1578). (İlaydın-Erzi 1957; 222)
'Kad temme inşâ'-i nüsha-i Nazmî Çelebi fi âhiri cemâziye'l-âhir sene 983' (İlaydın-Erzi 1957; 222) kaydından dolayı eserin Edirneli Nazmî’ye ait olduğu ifade edilmiştir.
5. Tevârih-i Antâkiye
Bu eserden ilk bahseden Fatih Köksal Pend-nâme ve Münşeât’ın Edirneli Nazmî’ye ait olma ihtimali kadar bu eserin de ona ait olma ihtimalini beyan eder. Köksal, eserin Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 5336 numarada kayıtlı bir mecmuanın içerisinde olduğunu, istinsah tarihinin bulunmamasına rağmen sayfa kenarına düşülen çeşitli konulardaki tarihlerden eserin 16. yüzyılda yazılmış ve mecmuadaki en son tarihin 993/1585/86 olduğunu ortaya koyduktan sonra Tevârîh-i Antâkiye’nin herhangi bir tarihî ve bibliyografik eserlerde yer almadığına dikkat çeker.(Köksal 2005;388.)
Şairin, edebî şahsiyetinde şiirin dış yapısına ait öne çıkan en belirgin özellik aruz veznidir. Türk edebiyatında kullanılmamış bahir ve veznleri de tercih etmiş; Vâhid Tebrîzî’nin Risâle-i Aruz adlı eserindeki bahirlerden hareketle yeni vezinler uydurmuştur. Şair kullanacağı vezni, kafiyenin kaç harften ve hangi harflerle oluşturacağını, revîyi ayrıntılı olarak bir başlık hâlinde şiirinin başına yazar ve şiirini de belirttiği kalıba uygun olarak vücuda getirir. Çizdiği kalıba uygun olan ilk şiirden sonra yine bu kalıpla aynı nitelikleri gösteren “nazire” gazel, murabba, muhammes vb. nazım şekilleri ile şiir söylemeye devam eder.
Yine Edirneli Nazmî’nin şiirlerinde göze çarpan bir diğer özellik hemen hepsine en az bir örnek teşkil edecek kadar edebî sanatları şiirinde kullanmasıdır. Bununla birlikte nazım şekilleri üzerinde de yeni denemelere girişmiştir. Ayrıca Klâsik Türk edebiyatı şairlerinin çoğunda görülen bir tavırla kendi şiirini över. Nazmı kemale erdirenin Nizâmî olduğunu ifade ederek dönemin Nizâmî’si olarak kendini ona eş tutar. Ayrıca Klâsik Türk edebiyatında örnek aldığı şairler olarak da Necâtî ve Zâtî’nin isimlerini zikreder.
Nazmî’nin edebî anlayış açısından en önemli özelliği ise; farklılığı ve yeniliği yakalama çabasıdır. Eserleri ve içerikleri dikkate alındığında farklı alanlarda, geniş hacimli ürünler vücuda getirmesi adeta kendini bütün edebî alanlarda yetkin kılmanın bir işareti olsa gerektir. Nazmî’nin çok fazla yazması ve bu sebeple şiirinde lirizmin kaybolması, kaynaklarda eleştirilen bir husustur. Dîvân’ın birçok yerinde “gereksiz söz söylememeyi, uzun lafın manayı ve güzelliği öldüreceğini” söyler, fakat aynı mevzu, vezin yahut mefhumu içeren şiirleri tekrar tekrar söylemekten çekinmez. Bunun sebebi de; şiire olan vukufiyetini garip bir hırsla defalarca ortaya koyarak kendini kanıtlama; bu noktadan sonra şiirde imkânları zorlayarak veya yapılmamışı yaparak da kendine en farklı noktada olmayı hedeflemiş olmasıdır. Ancak ne edebî; ne de ekonomik açıdan istediği noktayı elde edebilimiştir. Hayatı maddî sıkıntılarla geçmiş, edebiyat tarihlerinde çok, derinlikten ve lirizmden yoksun şiirler yazan şair olarak anılmıştır. Fakat edebiyat tarihlerindeki ününü yine farklılık ve sanat olarak adına Türkî-i Basît dediği şiirleri ile kazanmıştır. Türkî-i Basît olarak başlıklandırdığı şiirlerinde Eski Anadolu Türkçesine ait kelimeleri kullanmıştır, dönem içinde kullanılan kelimelerin daha eski şekline yer vermiştir. Klâsik tarzda söylediği şiirlerinde tıpkı Türkî-i Basît tarzıyla söylediği şiirlerinde olduğu gibi; Arapça ve Farsça kelimelerin de Türk edebiyatında çok az kullanılan ya da hiç kullanılmayan, sözlüklerde dahi nadiren rastlanılan kelimelere yer vermiştir. Edirneli Nazmî’deki bu durum; şairin aslında yapmak istediği şeyin gerçekten Arapça ve Farsça kelimelerin kullanımından -millî bir duyuşla- rahatsızlığının bir ürünü olarak Türkî-i Basît başlığı altında daha sade bir dille şiir yazmaktan ziyade diğer şiirlerinde kullandığı Arapça ve Farsça çok az kullanılan ya da hemen hemen hiç kullanılmayan kelimeleri kullanarak bu üç dildeki vukufiyeti ortaya koymak düşüncesini uyandırmaktadır.
Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte Türk kültürünün canlandırılması ve kendine döndürülmesi çabası içinde millî kimlik oluşturma kaygısı ortaya çıkmış ve bu düşünceye edebiyatta öncü olarak Edirneli Nazmî seçilmiştir. Edebiyat tarihlerinin tamamında Türkî-i Basît adını verdiği şiirlerinden dolayı bahis konusu edilen Nazmî’den ilk defa Fuad Köprülü söz eder. Köprülü, Millî Edebiyat Cereyânının İlk Mübeşşirleri ve Dîvân-ı Türkî-i Basît adlı eserinde; Nazmî Dîvânı’nından Türkî-i Basît başlığını taşıyan şiirleri seçerek bir araya getirmiş ve eseri iki bölüm halinde ortaya koymuştur. İlk bölüm; Milli Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri başlığını taşır ve bu başlık altında “millî dil”, “millî edebiyat” kavramlarını, Türklerin İslamiyeti kabul ettikten sonraki “Türk Dili”nin değişim sürecini irdeler. İkinci bölümde şair hakkında ayrıntılı bilgi ve seçtiği Türkî-i Basît şiirlerine yer verir. Daha sonra yazılan edebiyat tarihlerinde ve çalışmalarda Edirneli Nazmî’nin klâsik tarzda yazdığı şiirler yerine Türkî-i Basît şiirleri üzerine değerlendirmeler yapılmış, edebî zevk açısından kıymetli bulunmayan şiirler arkaik Türkçe kelimler açısından değerli bir hazine olarak nitelendirilmiştir. Fuat Köprülü ile başlayan Türkî-i Basît iddiası sonrasında da devam etmiştir. Türkî-i Basît, Türk edebiyatında Arapça ve Farsça’ya karşı Türkçe’nin direnişi olarak akis bulmuş, edebiyat tarihlerinde kimi zaman bir akım hüvviyeti kazanmıştır. Türkî-i Basît, milliyetçi bir tavırla Türk dilinin haklarının korunması amacıyla cereyan/hareket/başkaldırı; milliyetçi yaklaşımdan yoksun bir akım ve millîyetçilik tavrından yoksun bireysel çaba olarak kaynaklarda ve çalışmalarda tasnif edilmiştir.
Edirneli Nazmî, şiirini söylerken ya da eserini şekillendirirken farklılığın/denenmemişin/orijinalin peşine düşmüştür. Bu yönü ile Türkî-i Basît ne iddia edildiği gibi millî hassasiyetlerden doğan bir “Türkçü şiir”, ne de bir “başkaldırı”dır. Türkî-i Basît, şairin, Dîvânını vücuda getirirken denediği, şahsî ve edebî farklılıklardan biridir. Tamamen Edirneli Nazmî’ye ait bir hassasiyetle, sanat telakkisi olarak ortaya konulan bu tarzın akım olması söz konusu değildir. Buna ilaveten Edirneli Nazmî tarafından meydana getirilen bu tarzın kendi döneminde beğenilmemesi, dilin zaman içindeki tekâmülü çerçevesinde kullanılan kelimelerin şiir diline uygun düşmemesi takipçilerinin olmamasına sebep olmuştur.
Kaynakça
Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmanî. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Akkuş, Muzaffer (hzl.) (1995). Kitab-ı Gunya. Ankara: TDK Yay.
Altun, Kudret (2004). Edirneli Nazmî Pend-Nâme-i Nazmî. Kayseri: Laçin Yay.
Andrews, Walter G. (2000). Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı. Çev. T. Güney. İstanbul: İletişim Yay.
Atsız, Nihal (1934). 16’ncı Asır Şairlerinden Edirneli Nazmî’nin Eseri ve Bu Eserin Türk Dili ve Kültürü Bakımından Ehemmiyeti. İstanbul: Arkadaş Matbaası.
Avşar, Ziya (1998). Edirneli Nazmî-Hayatı-Edebî Kişiliği-Eserleri-Türkî-i Basît ve Gazelleri Dışındaki Nazım Şekil ve Türleri. Doktora Tezi. Niğde: Gazi Üniversitesi.
Aydın, Songül (2004). Gazellerde Kafiye. Yüksek Lisans Tezi. Muğla: Muğla Üniversitesi.
Aynur, Hatice (2009). “Türkî-i Basît Hareketini Yeniden Düşünmek / Re-Thinking The Turkî-i Basît Movement In Turkish Literature”. Turkish Studies –International Periodical For The Languages, Literature and History Of Turkish Or Turkic- 4/5 (Edebiyatımızda Mahallîleşme ve Türkî Basît Özel Sayısı - Prof. Dr. Mustafa İsen’e) Summer.
Ayverdi, İlhan (2006). Misalli Büyük Türkçe Sözlük. 2. Baskı. İstanbul: Kubbealtı Yay.
Banarlı, Nihad Sami (2001). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: MEB Yay.
Buhari Muhammed b. İsmail (1992). Sahih, Daravât. İstanbul: Çağrı Yay.
Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzemâ. Ankara: AKM Yay.
Çakım, Burhanettin (1996). “Türkî-i Basît Akımı”. Türk Yurdu 104.
Çayırbağ, Yaşar (2000). Ötüken Türkçe Sözlük. İstanbul: Ötüken Yay.
Demir, İmdat (2009). “Türkî-i Basît’in Dili Üzerine”. Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, Volume 4/5 Summer.
Doğan, Ahmet (2005). Açıklamalı ve Örnekli Aruz Bilgisi. Ankara: Akçağ Yay.
Ergun, Sadettin Nüzhet (1931). Tanzimata Kadar Muhtasar Türk Edebiyatı Tarihi ve Nümuneleri. İstanbul, yyy.
Erkul, Rasih (2004). Eski Türk Edebiyatı. Ankara: Öğreti Yay.
Fâ’izî. Zübdetü’l-Eş’âr. Milli Kütüphane, Yz. No: Mfa 2810.
Gibb, E. J. Wilkinson (1999). Osmanlı Şiir Tarihi. çev. Ali Çavuşoğlu. C. II. Ankara: Akçağ Yay.
Gölpınarlı, Abdülbâki (1954). Divân Şiiri, XV-XVI. Yüzyıllar. İstanbul: Varlık Yay.
Fahri Ç. Derin ve Vahit Çubuk (hzl.) (1985). Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, Mecmû’a-i Tevârîh. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.
İlaydın, Hikmet ve Adnan Sadık Erzi (1957). “XV. Asra Âid Bir Münşeât Mecmuası”. Hikmet İlaydın Makaleler. Ankara: Aydın Kitabevi Yay.
İpekten, Haluk (1999). Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz. 3. Baskı. İstanbul: Dergah Yay.
İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.
İsen, Mustafa (hzl.) (1998). Sehî Bey Tezkiresi Heş-Behişt. Ankara: Akçağ Yay.
İsen, Mustafa, Osman Horata, Muhsin Macit, Filiz Kılıç ve İ. Hakkı Aksoyak (2009). Eski Türk Edebiyatı El Kitabı. 5. Baskı. Ankara: Grafiker Yay.
Kabaklı, Ahmet (2008). Türk Edebiyatı. C. II. 14. Baskı. Ankara: Türk Edebiyatı Vakfı Yay.
Karaismailoğlu, Adnan (2001). Klâsik Dönem Şiir İncelemeleri. Ankara: Akçağ Yay.
Karamanlıoğlu, Ali Fehmi (1978). Türk Dili. İstanbul: Dergâh Yay.
Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Âşık Çelebi, Meşâ’irü’ş-Şu’arâ (İnceleme-Metin). İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.
Kırkkılıç, Ahmet (1994). “Türki-i Basît Cereyanı”. Yedi İklim 7: 50.
Kocatürk, Vasfi Mahir (1970). Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Edebiyat Yay.
Köksal, Fatih (2002). “Orjinal Bir Şair: Edirneli Nazmî ve Dîvân’ına Yeni Bakışlar”. Bilig 20 (Kış).
Köksal, Fatih (2005). Klâsik Türk Şiiri Araştırmaları. Ankara: Akçağ Yay.
Köksal, M. Fatih (2012). Edirneli Nazmî, Mecma’u’n-Nezâ’ir. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-292688/h/edirneli-nazmi-mecmaun-nezair.pdf.
Köprülü, M. Fuad (1928). Milli Edebiyat Cereyânının İlk Mübeşşirleri ve Divân-ı Türkî Basît. İstanbul: Devlet Matbaası.
Kut, Günay (2010). Acâibü’l-Mahlûkat. İstanbul: Simurg Yay.
Kutlu, Şemsettin (1983). Divân Edebiyatı Antolojisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kutluk, İbrahim (hzl.) (1978). Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: TTK Yay.
Levend, Agah Sırrı (1972). Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri. Ankara.
Macit, Muhsin ve Uğur Soldan (2005). Edebiyat Bilgi ve Teorileri El Kitabı. 2. Baskı. Ankara: Grafiker Yay.
Mazıoğlu, Hasibe (1964-1965). “Divan Edebiyatında Sadeleşme Akımı”. Türk Dili XIV.
Mazıoğlu, Hasibe (1977). “Edirneli Nazmî’nin Pend-i Attâr Çevirisi”. Türkoloji Dergisi VII.
Mermer, Ahmet (2006). Türkî-i Basît ve Aydınlı Visâlî’nin Şiirleri. Ankara: Akçağ Yay.
Mermer, Ahmet vd. (2008). Eski Türk Edebiyatına Giriş. 3. Baskı. Ankara: Akçağ Yay.
Onay, Ahmet Talat (1996). Türk Şiirlerinin Vezni. Ankara: Akçağ Yay.
Öksüz, Ziya (1995). Türkçenin Sadeleşme Tarihi: Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi. Ankara: TDK Yay.
Özkan, Mustafa (2004). Tarih İçinde Türk Dili, “Edirneli Nazmî ve Türkî-i Basît (Sade Türkçe) Hareketi”. 3. Baskı. İstanbul: Filiz Kitabevi.
Özmen, Mehmet (2001). Ahmed-i Dâî Divanı I-II. Ankara: TDK Yay.
Solmaz, Süleyman (2005). Ahdî ve Gülşen-i Şu’arâsı (İnceleme-Metin). Ankara: AKM Yay.
Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2008). Beyânî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83502/beyani----tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013]
Şentürk, Ahmet Atilla ve Ahmet Kartal (2004). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Dergâh Yay.
Şentürk, Ahmet Atilla (1999).Osmanlı Şiir Antolojisi. İstanbul: YKY.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1995). “Eski Şairleri Okurken”. Edebiyat Üzerine Makaleler. İstanbul: Dergah Yay.
Tatçı, Mustafa (hzl.) (2003). Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri I-II-III. Ankara: Bizim Büro Yay.
Timurtaş, Faruk Kadri (1981). Tarih İçinde Türk Edebiyatı. İstanbul: Vilâyet Yay.
Türek, Özcan (1976). Dîvân Şiiri, XIII.-XVI. Yüzyıl. Ankara: Kalite Matbaası.
Türk Dünyası El Kitabı (1992). Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
Üst, Sibel (2011). Edirneli Nazmî Dîvânı (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük. Erzurum: Atatürk Üniversitesi.
Vahid Tebrîzî. Yz. 06.Hk.4302 4b-5a.
Yaltkaya, Şerafettin ve Kilisli Rıfat Bilge (hzl.) (1971). Kâtip Çelebi, Keşf-el-Zunûn. İstanbul: MEB Yay.
Yelten, Muhammet (hzl.) (1998). Şirvanlı Mahmud. Târih-i İbn-i Kesîr Tercümesi (Giriş-İnceleme-Metin-Sözlük). Ankara: TDK Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ SİBEL ÜSTYayın Tarihi: 09.11.2013Güncelleme Tarihi: 30.10.2020Eserlerinden Örnekler
Kasîde-i Hurûf Be-Tarîk-i Meşâ’ire
Elif- Allâh adın an cümle umûrunda dilâ
Tâ ki her tutdugun işün sonı olmaya hebâ
Be- Berî ol yüri dünyâ hevesinden cümle
Gam u endûh u melâlet sana yörenmeye tâ
Te- Ta’âllâh o Hâlıkdur o zürriyet içün
Cümle mahlûkı yaratdı zeker-ile ünsâ
Se- Sevâbıyla kişi magfiret ister Hakdan
N’ola zenb ehli olanlar dahı ‘afv itse recâ
5Cîm- Cîrânun-ıla hoşca diril kim ölicek
Nûr olup kabrün içi berk ura çün şems-i duhâ
Ha- Hayatında sehâdur kişiye lâzım olan
Çün behiştî olısar âhiri her ehl-i sehâ
Hı- Hıyânetle dirilme sakın ahbâbunla
Diler-isen ki nasîb ola sana râh-ı hüdâ
Dâl- Dâyim olagör zikr-i Hudâya meşgûl
Ko hevâ vü hevesi nefsüne idüb îzâ
Zal- Zâkir ola her kim dün ü gün Mevlâyı
Bulur ol iki cihânda hasenât-ı küberâ
10Re- Riyâset hevesin eyleme dünyâda yüri
Çünki yeksân olısar bay u gedâ rûz-ı cezâ
Ze- Zevâl ol kişinün başuna kim ‘ömri güni
Hırs-ı dünyâyıla gafletde geçe subh u mesâ
Sîn- Sîni kişinün dûzah olısar ya behişt
Münkir olmaz ana îmânı olanlar hâşâ
Şîn-Şîrîn sühen olmak kişi şefkatdendür
Şefkat îmândan o hod rûha merâm-ı aksâ
Sâd- Sâbir olur âlâm u gumûm-ı dehre
Kimde kim cân-ıla dilden ola teslîm ü rızâ
Dâd- Dârib ola her kim seg-i nefsin insâf
Cîfe dünyâya harîs oluban itdükce hatâ
Tı- Tıfıllar gibi ârâyişine dünyânun
Olma mâyil ki;ölicek olısar ol sana lezâ
Zı- Zılâl-i şecer-i Tûbâda rûz-ı mahşer
Müstezill olmagı Hakdan kılagör istid’â
‘Ayn- ‘Aynında degüldür hele merd-i Hakkun
Halk-ı dünyâ içün itdükleri şol ceng ü vegâ
Gayn- Gayrıya gönül virmez o Mevlâyı koyub
‘Aşk-ı Mevlâyıla şol kimsede kim ola safâ
Fe- Fenâ virür özine ola ol kim ‘âkil
Yokdurur çünki görür mülk-i cihân içre bekâ
Kâf- Kara yer olısar yerün âhir ölicek
Anda hâlün nice;olur anı anub eyle bükâ
Kâf- Kârı kişinün zikr gerekdür dün ü gün
Ki virür zikr-i İlâh âyîne-yi kalbe cilâ
Lâm- Lâyık budurur ‘abde ki ism-i Ma’bûd
Dilde zikri ola dâyim ola virdi esmâ
Mîm-Mîzân u sırât-ıla behişt ü dûzah
Hakdurur dahı ne kim didi resûl âmennâ
Nûn- Nûr-ıla tola merkadi mü’min olanun
Murg-ı rûhına hem uçmak ola anun me’vâ
Vâv- Vây ana ki Nazmî gibi gümrâh ola âh
Eyle yâ Rabb dalâletden o gümrâhı rehâ
He- Hevâ vü hevesi ko ölümün an ölümün
Gâfil olmaz dün ü gün andan o kim ‘âkil ola
Lâmelif- Lâ dimez ol kim ola ehl-i tevhîd
Emr-i Hak kavl-i Resûl olana bî-reyb ü riyâ
Ye- Yalandur sakın aldanma bu dünyâya sakın
Gerçek olaydı ya fânî mi olurdı dünyâ
Nazîre Reddü ‘Acz’Ale’s-sadr
Her dem eyler yüce pervâz o hümâ
O hümâ kullanur âh özge hevâ
Cevr ider cânuma cânân her dem
Her dem âh itmeyeyin mi ben yâ
Beni gördükce kaçar benden yâr
Yâr olur gayrlar-ıla ammâ
O nigârum bana hep nakş geçer
Geçer ol resme günüm âh bana
Nazmiyâ her-dem idersem nola âh
Âh ider her dem o kim derdi ola
Nazîre
[Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün]
Görse kad-i mevzûn u şeker-─andeni cânâ
Bin Yûsuf-ı Mısra seni virmezdi Züleyhâ
Şîrîn-lebün itdi niçe Hüsrevleri Ferhâd
Sevdi seni her biri anun cân-ıla cânâ
Mecnûn gibi pâ-mâl ü perîşân-dil olurdı
Bu kâkül ü bu zülf-ile görse seni Leylâ
Vâmık gibi Mecnûn olub âşufte olurdı
Görse bu ‘izâr-ıla nigârâ seni ‘Azrâ
Sevdün sen eyâ şûh çü bir mâh-likâyı
Hurşîde Ferahşâd gönül bagladı gûyâ
Şevk-ile durur mihrünün iy Mihr-sıfat âh
Senden ki Vefâ fikrin ider ‘âşık-ı şeydâ
Der-Bahr-ı Remel Ki Her Mısrâ’-eş Müsemmen Heme Eczâ Mahbûn u ‘Arûz u Darb-ı Mahzûf Taktî’-eş
Der-Kâfiye-i Mücerred
Bu cemâl-ile melâhat bu bahâ-yıla letâfet dahı bu hüsn-ile behcet ki senün var sanemâ
Bir gören bin dil ü cândan kul olub tapu kılub ‘âşık olur mihr kılur anı güzel âh sana
İy yüzi gül saçı sünbül dudagı mül bigi fülfül hatı ‘anber gözi ‘abher bûyı ‘ar ‘ar dilber
Hânumânum ten ü cânum dahı ‘akl-ıla cenânum dahı hem dînüm ü îmânum [hem] ola sana fedâ
Sana hem-tâ teni garrâ hatı ra’nâ hadi zîbâ kadi bâlâ gözi elâ güzel olmaz güzelüm
Sendedür şol dil alur hande vü güftâr safâ-bahş dahı şîve-i dil-keş dahı hem hüsn ü bahâ
Nazar iden ki nazîrin göremez hüsn-ile sen bî-bedelün sen melek-âsâ güzelün bu yüzden
İy yüzi şems-i duhâ vey alını bedr-i dücâ ‘aşık olub anı sana cân-ıla dil virse nola
İy yüzi ter-semenüm alnı güzel yâsemenüm kâmeti hoş nârvenüm hûb teni nesterenüm
Sana bu hüsn-ile behcetde bu lutf-ıla melâhatde ider Nazmî nihâyetde hemîn medh ü senâ
Maklûb-ı Müstevî
A lebi la’l derd-i la’li belâ
Odur o rûha hûr-vâr devâ
Hoş kemâlün heme kelâmun şûh
Âşinâ-yı le’âlî-yi inşâ
Hem ruh-ı âfetün tefâhür-i meh
 gül-i mülk â gül-i mülk â
Şu ruh-ı bâ-le’âl-i âb-hurûş
Âteş-i râhib u bahâr ü şitâ
Nazmiyâ derd-i dürr dâyim zan
Odur o derde derd-vâr devâ
(Üst, Sibel (2011). Edirneli Nazmî Dîvânı, (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük). Erzurum: Atatürk Üniversitesi.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 09.11.2013Güncelleme Tarihi: 30.10.2020Eserlerinden Örnekler
Kasîde-i Hurûf Be-Tarîk-i Meşâ’ire
Elif- Allâh adın an cümle umûrunda dilâ
Tâ ki her tutdugun işün sonı olmaya hebâ
Be- Berî ol yüri dünyâ hevesinden cümle
Gam u endûh u melâlet sana yörenmeye tâ
Te- Ta’âllâh o Hâlıkdur o zürriyet içün
Cümle mahlûkı yaratdı zeker-ile ünsâ
Se- Sevâbıyla kişi magfiret ister Hakdan
N’ola zenb ehli olanlar dahı ‘afv itse recâ
5Cîm- Cîrânun-ıla hoşca diril kim ölicek
Nûr olup kabrün içi berk ura çün şems-i duhâ
Ha- Hayatında sehâdur kişiye lâzım olan
Çün behiştî olısar âhiri her ehl-i sehâ
Hı- Hıyânetle dirilme sakın ahbâbunla
Diler-isen ki nasîb ola sana râh-ı hüdâ
Dâl- Dâyim olagör zikr-i Hudâya meşgûl
Ko hevâ vü hevesi nefsüne idüb îzâ
Zal- Zâkir ola her kim dün ü gün Mevlâyı
Bulur ol iki cihânda hasenât-ı küberâ
10Re- Riyâset hevesin eyleme dünyâda yüri
Çünki yeksân olısar bay u gedâ rûz-ı cezâ
Ze- Zevâl ol kişinün başuna kim ‘ömri güni
Hırs-ı dünyâyıla gafletde geçe subh u mesâ
Sîn- Sîni kişinün dûzah olısar ya behişt
Münkir olmaz ana îmânı olanlar hâşâ
Şîn-Şîrîn sühen olmak kişi şefkatdendür
Şefkat îmândan o hod rûha merâm-ı aksâ
Sâd- Sâbir olur âlâm u gumûm-ı dehre
Kimde kim cân-ıla dilden ola teslîm ü rızâ
Dâd- Dârib ola her kim seg-i nefsin insâf
Cîfe dünyâya harîs oluban itdükce hatâ
Tı- Tıfıllar gibi ârâyişine dünyânun
Olma mâyil ki;ölicek olısar ol sana lezâ
Zı- Zılâl-i şecer-i Tûbâda rûz-ı mahşer
Müstezill olmagı Hakdan kılagör istid’â
‘Ayn- ‘Aynında degüldür hele merd-i Hakkun
Halk-ı dünyâ içün itdükleri şol ceng ü vegâ
Gayn- Gayrıya gönül virmez o Mevlâyı koyub
‘Aşk-ı Mevlâyıla şol kimsede kim ola safâ
Fe- Fenâ virür özine ola ol kim ‘âkil
Yokdurur çünki görür mülk-i cihân içre bekâ
Kâf- Kara yer olısar yerün âhir ölicek
Anda hâlün nice;olur anı anub eyle bükâ
Kâf- Kârı kişinün zikr gerekdür dün ü gün
Ki virür zikr-i İlâh âyîne-yi kalbe cilâ
Lâm- Lâyık budurur ‘abde ki ism-i Ma’bûd
Dilde zikri ola dâyim ola virdi esmâ
Mîm-Mîzân u sırât-ıla behişt ü dûzah
Hakdurur dahı ne kim didi resûl âmennâ
Nûn- Nûr-ıla tola merkadi mü’min olanun
Murg-ı rûhına hem uçmak ola anun me’vâ
Vâv- Vây ana ki Nazmî gibi gümrâh ola âh
Eyle yâ Rabb dalâletden o gümrâhı rehâ
He- Hevâ vü hevesi ko ölümün an ölümün
Gâfil olmaz dün ü gün andan o kim ‘âkil ola
Lâmelif- Lâ dimez ol kim ola ehl-i tevhîd
Emr-i Hak kavl-i Resûl olana bî-reyb ü riyâ
Ye- Yalandur sakın aldanma bu dünyâya sakın
Gerçek olaydı ya fânî mi olurdı dünyâ
Nazîre Reddü ‘Acz’Ale’s-sadr
Her dem eyler yüce pervâz o hümâ
O hümâ kullanur âh özge hevâ
Cevr ider cânuma cânân her dem
Her dem âh itmeyeyin mi ben yâ
Beni gördükce kaçar benden yâr
Yâr olur gayrlar-ıla ammâ
O nigârum bana hep nakş geçer
Geçer ol resme günüm âh bana
Nazmiyâ her-dem idersem nola âh
Âh ider her dem o kim derdi ola
Nazîre
[Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün]
Görse kad-i mevzûn u şeker-─andeni cânâ
Bin Yûsuf-ı Mısra seni virmezdi Züleyhâ
Şîrîn-lebün itdi niçe Hüsrevleri Ferhâd
Sevdi seni her biri anun cân-ıla cânâ
Mecnûn gibi pâ-mâl ü perîşân-dil olurdı
Bu kâkül ü bu zülf-ile görse seni Leylâ
Vâmık gibi Mecnûn olub âşufte olurdı
Görse bu ‘izâr-ıla nigârâ seni ‘Azrâ
Sevdün sen eyâ şûh çü bir mâh-likâyı
Hurşîde Ferahşâd gönül bagladı gûyâ
Şevk-ile durur mihrünün iy Mihr-sıfat âh
Senden ki Vefâ fikrin ider ‘âşık-ı şeydâ
Der-Bahr-ı Remel Ki Her Mısrâ’-eş Müsemmen Heme Eczâ Mahbûn u ‘Arûz u Darb-ı Mahzûf Taktî’-eş
Der-Kâfiye-i Mücerred
Bu cemâl-ile melâhat bu bahâ-yıla letâfet dahı bu hüsn-ile behcet ki senün var sanemâ
Bir gören bin dil ü cândan kul olub tapu kılub ‘âşık olur mihr kılur anı güzel âh sana
İy yüzi gül saçı sünbül dudagı mül bigi fülfül hatı ‘anber gözi ‘abher bûyı ‘ar ‘ar dilber
Hânumânum ten ü cânum dahı ‘akl-ıla cenânum dahı hem dînüm ü îmânum [hem] ola sana fedâ
Sana hem-tâ teni garrâ hatı ra’nâ hadi zîbâ kadi bâlâ gözi elâ güzel olmaz güzelüm
Sendedür şol dil alur hande vü güftâr safâ-bahş dahı şîve-i dil-keş dahı hem hüsn ü bahâ
Nazar iden ki nazîrin göremez hüsn-ile sen bî-bedelün sen melek-âsâ güzelün bu yüzden
İy yüzi şems-i duhâ vey alını bedr-i dücâ ‘aşık olub anı sana cân-ıla dil virse nola
İy yüzi ter-semenüm alnı güzel yâsemenüm kâmeti hoş nârvenüm hûb teni nesterenüm
Sana bu hüsn-ile behcetde bu lutf-ıla melâhatde ider Nazmî nihâyetde hemîn medh ü senâ
Maklûb-ı Müstevî
A lebi la’l derd-i la’li belâ
Odur o rûha hûr-vâr devâ
Hoş kemâlün heme kelâmun şûh
Âşinâ-yı le’âlî-yi inşâ
Hem ruh-ı âfetün tefâhür-i meh
 gül-i mülk â gül-i mülk â
Şu ruh-ı bâ-le’âl-i âb-hurûş
Âteş-i râhib u bahâr ü şitâ
Nazmiyâ derd-i dürr dâyim zan
Odur o derde derd-vâr devâ
(Üst, Sibel (2011). Edirneli Nazmî Dîvânı, (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük). Erzurum: Atatürk Üniversitesi.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 30.10.2020Eserlerinden Örnekler
Kasîde-i Hurûf Be-Tarîk-i Meşâ’ire
Elif- Allâh adın an cümle umûrunda dilâ
Tâ ki her tutdugun işün sonı olmaya hebâ
Be- Berî ol yüri dünyâ hevesinden cümle
Gam u endûh u melâlet sana yörenmeye tâ
Te- Ta’âllâh o Hâlıkdur o zürriyet içün
Cümle mahlûkı yaratdı zeker-ile ünsâ
Se- Sevâbıyla kişi magfiret ister Hakdan
N’ola zenb ehli olanlar dahı ‘afv itse recâ
5Cîm- Cîrânun-ıla hoşca diril kim ölicek
Nûr olup kabrün içi berk ura çün şems-i duhâ
Ha- Hayatında sehâdur kişiye lâzım olan
Çün behiştî olısar âhiri her ehl-i sehâ
Hı- Hıyânetle dirilme sakın ahbâbunla
Diler-isen ki nasîb ola sana râh-ı hüdâ
Dâl- Dâyim olagör zikr-i Hudâya meşgûl
Ko hevâ vü hevesi nefsüne idüb îzâ
Zal- Zâkir ola her kim dün ü gün Mevlâyı
Bulur ol iki cihânda hasenât-ı küberâ
10Re- Riyâset hevesin eyleme dünyâda yüri
Çünki yeksân olısar bay u gedâ rûz-ı cezâ
Ze- Zevâl ol kişinün başuna kim ‘ömri güni
Hırs-ı dünyâyıla gafletde geçe subh u mesâ
Sîn- Sîni kişinün dûzah olısar ya behişt
Münkir olmaz ana îmânı olanlar hâşâ
Şîn-Şîrîn sühen olmak kişi şefkatdendür
Şefkat îmândan o hod rûha merâm-ı aksâ
Sâd- Sâbir olur âlâm u gumûm-ı dehre
Kimde kim cân-ıla dilden ola teslîm ü rızâ
Dâd- Dârib ola her kim seg-i nefsin insâf
Cîfe dünyâya harîs oluban itdükce hatâ
Tı- Tıfıllar gibi ârâyişine dünyânun
Olma mâyil ki;ölicek olısar ol sana lezâ
Zı- Zılâl-i şecer-i Tûbâda rûz-ı mahşer
Müstezill olmagı Hakdan kılagör istid’â
‘Ayn- ‘Aynında degüldür hele merd-i Hakkun
Halk-ı dünyâ içün itdükleri şol ceng ü vegâ
Gayn- Gayrıya gönül virmez o Mevlâyı koyub
‘Aşk-ı Mevlâyıla şol kimsede kim ola safâ
Fe- Fenâ virür özine ola ol kim ‘âkil
Yokdurur çünki görür mülk-i cihân içre bekâ
Kâf- Kara yer olısar yerün âhir ölicek
Anda hâlün nice;olur anı anub eyle bükâ
Kâf- Kârı kişinün zikr gerekdür dün ü gün
Ki virür zikr-i İlâh âyîne-yi kalbe cilâ
Lâm- Lâyık budurur ‘abde ki ism-i Ma’bûd
Dilde zikri ola dâyim ola virdi esmâ
Mîm-Mîzân u sırât-ıla behişt ü dûzah
Hakdurur dahı ne kim didi resûl âmennâ
Nûn- Nûr-ıla tola merkadi mü’min olanun
Murg-ı rûhına hem uçmak ola anun me’vâ
Vâv- Vây ana ki Nazmî gibi gümrâh ola âh
Eyle yâ Rabb dalâletden o gümrâhı rehâ
He- Hevâ vü hevesi ko ölümün an ölümün
Gâfil olmaz dün ü gün andan o kim ‘âkil ola
Lâmelif- Lâ dimez ol kim ola ehl-i tevhîd
Emr-i Hak kavl-i Resûl olana bî-reyb ü riyâ
Ye- Yalandur sakın aldanma bu dünyâya sakın
Gerçek olaydı ya fânî mi olurdı dünyâ
Nazîre Reddü ‘Acz’Ale’s-sadr
Her dem eyler yüce pervâz o hümâ
O hümâ kullanur âh özge hevâ
Cevr ider cânuma cânân her dem
Her dem âh itmeyeyin mi ben yâ
Beni gördükce kaçar benden yâr
Yâr olur gayrlar-ıla ammâ
O nigârum bana hep nakş geçer
Geçer ol resme günüm âh bana
Nazmiyâ her-dem idersem nola âh
Âh ider her dem o kim derdi ola
Nazîre
[Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün]
Görse kad-i mevzûn u şeker-─andeni cânâ
Bin Yûsuf-ı Mısra seni virmezdi Züleyhâ
Şîrîn-lebün itdi niçe Hüsrevleri Ferhâd
Sevdi seni her biri anun cân-ıla cânâ
Mecnûn gibi pâ-mâl ü perîşân-dil olurdı
Bu kâkül ü bu zülf-ile görse seni Leylâ
Vâmık gibi Mecnûn olub âşufte olurdı
Görse bu ‘izâr-ıla nigârâ seni ‘Azrâ
Sevdün sen eyâ şûh çü bir mâh-likâyı
Hurşîde Ferahşâd gönül bagladı gûyâ
Şevk-ile durur mihrünün iy Mihr-sıfat âh
Senden ki Vefâ fikrin ider ‘âşık-ı şeydâ
Der-Bahr-ı Remel Ki Her Mısrâ’-eş Müsemmen Heme Eczâ Mahbûn u ‘Arûz u Darb-ı Mahzûf Taktî’-eş
Der-Kâfiye-i Mücerred
Bu cemâl-ile melâhat bu bahâ-yıla letâfet dahı bu hüsn-ile behcet ki senün var sanemâ
Bir gören bin dil ü cândan kul olub tapu kılub ‘âşık olur mihr kılur anı güzel âh sana
İy yüzi gül saçı sünbül dudagı mül bigi fülfül hatı ‘anber gözi ‘abher bûyı ‘ar ‘ar dilber
Hânumânum ten ü cânum dahı ‘akl-ıla cenânum dahı hem dînüm ü îmânum [hem] ola sana fedâ
Sana hem-tâ teni garrâ hatı ra’nâ hadi zîbâ kadi bâlâ gözi elâ güzel olmaz güzelüm
Sendedür şol dil alur hande vü güftâr safâ-bahş dahı şîve-i dil-keş dahı hem hüsn ü bahâ
Nazar iden ki nazîrin göremez hüsn-ile sen bî-bedelün sen melek-âsâ güzelün bu yüzden
İy yüzi şems-i duhâ vey alını bedr-i dücâ ‘aşık olub anı sana cân-ıla dil virse nola
İy yüzi ter-semenüm alnı güzel yâsemenüm kâmeti hoş nârvenüm hûb teni nesterenüm
Sana bu hüsn-ile behcetde bu lutf-ıla melâhatde ider Nazmî nihâyetde hemîn medh ü senâ
Maklûb-ı Müstevî
A lebi la’l derd-i la’li belâ
Odur o rûha hûr-vâr devâ
Hoş kemâlün heme kelâmun şûh
Âşinâ-yı le’âlî-yi inşâ
Hem ruh-ı âfetün tefâhür-i meh
 gül-i mülk â gül-i mülk â
Şu ruh-ı bâ-le’âl-i âb-hurûş
Âteş-i râhib u bahâr ü şitâ
Nazmiyâ derd-i dürr dâyim zan
Odur o derde derd-vâr devâ
(Üst, Sibel (2011). Edirneli Nazmî Dîvânı, (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük). Erzurum: Atatürk Üniversitesi.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Kasîde-i Hurûf Be-Tarîk-i Meşâ’ire
Elif- Allâh adın an cümle umûrunda dilâ
Tâ ki her tutdugun işün sonı olmaya hebâ
Be- Berî ol yüri dünyâ hevesinden cümle
Gam u endûh u melâlet sana yörenmeye tâ
Te- Ta’âllâh o Hâlıkdur o zürriyet içün
Cümle mahlûkı yaratdı zeker-ile ünsâ
Se- Sevâbıyla kişi magfiret ister Hakdan
N’ola zenb ehli olanlar dahı ‘afv itse recâ
5Cîm- Cîrânun-ıla hoşca diril kim ölicek
Nûr olup kabrün içi berk ura çün şems-i duhâ
Ha- Hayatında sehâdur kişiye lâzım olan
Çün behiştî olısar âhiri her ehl-i sehâ
Hı- Hıyânetle dirilme sakın ahbâbunla
Diler-isen ki nasîb ola sana râh-ı hüdâ
Dâl- Dâyim olagör zikr-i Hudâya meşgûl
Ko hevâ vü hevesi nefsüne idüb îzâ
Zal- Zâkir ola her kim dün ü gün Mevlâyı
Bulur ol iki cihânda hasenât-ı küberâ
10Re- Riyâset hevesin eyleme dünyâda yüri
Çünki yeksân olısar bay u gedâ rûz-ı cezâ
Ze- Zevâl ol kişinün başuna kim ‘ömri güni
Hırs-ı dünyâyıla gafletde geçe subh u mesâ
Sîn- Sîni kişinün dûzah olısar ya behişt
Münkir olmaz ana îmânı olanlar hâşâ
Şîn-Şîrîn sühen olmak kişi şefkatdendür
Şefkat îmândan o hod rûha merâm-ı aksâ
Sâd- Sâbir olur âlâm u gumûm-ı dehre
Kimde kim cân-ıla dilden ola teslîm ü rızâ
Dâd- Dârib ola her kim seg-i nefsin insâf
Cîfe dünyâya harîs oluban itdükce hatâ
Tı- Tıfıllar gibi ârâyişine dünyânun
Olma mâyil ki;ölicek olısar ol sana lezâ
Zı- Zılâl-i şecer-i Tûbâda rûz-ı mahşer
Müstezill olmagı Hakdan kılagör istid’â
‘Ayn- ‘Aynında degüldür hele merd-i Hakkun
Halk-ı dünyâ içün itdükleri şol ceng ü vegâ
Gayn- Gayrıya gönül virmez o Mevlâyı koyub
‘Aşk-ı Mevlâyıla şol kimsede kim ola safâ
Fe- Fenâ virür özine ola ol kim ‘âkil
Yokdurur çünki görür mülk-i cihân içre bekâ
Kâf- Kara yer olısar yerün âhir ölicek
Anda hâlün nice;olur anı anub eyle bükâ
Kâf- Kârı kişinün zikr gerekdür dün ü gün
Ki virür zikr-i İlâh âyîne-yi kalbe cilâ
Lâm- Lâyık budurur ‘abde ki ism-i Ma’bûd
Dilde zikri ola dâyim ola virdi esmâ
Mîm-Mîzân u sırât-ıla behişt ü dûzah
Hakdurur dahı ne kim didi resûl âmennâ
Nûn- Nûr-ıla tola merkadi mü’min olanun
Murg-ı rûhına hem uçmak ola anun me’vâ
Vâv- Vây ana ki Nazmî gibi gümrâh ola âh
Eyle yâ Rabb dalâletden o gümrâhı rehâ
He- Hevâ vü hevesi ko ölümün an ölümün
Gâfil olmaz dün ü gün andan o kim ‘âkil ola
Lâmelif- Lâ dimez ol kim ola ehl-i tevhîd
Emr-i Hak kavl-i Resûl olana bî-reyb ü riyâ
Ye- Yalandur sakın aldanma bu dünyâya sakın
Gerçek olaydı ya fânî mi olurdı dünyâ
Nazîre Reddü ‘Acz’Ale’s-sadr
Her dem eyler yüce pervâz o hümâ
O hümâ kullanur âh özge hevâ
Cevr ider cânuma cânân her dem
Her dem âh itmeyeyin mi ben yâ
Beni gördükce kaçar benden yâr
Yâr olur gayrlar-ıla ammâ
O nigârum bana hep nakş geçer
Geçer ol resme günüm âh bana
Nazmiyâ her-dem idersem nola âh
Âh ider her dem o kim derdi ola
Nazîre
[Mef’ûlü Mefâ’îlü Mefâ’îlü Fe’ûlün]
Görse kad-i mevzûn u şeker-─andeni cânâ
Bin Yûsuf-ı Mısra seni virmezdi Züleyhâ
Şîrîn-lebün itdi niçe Hüsrevleri Ferhâd
Sevdi seni her biri anun cân-ıla cânâ
Mecnûn gibi pâ-mâl ü perîşân-dil olurdı
Bu kâkül ü bu zülf-ile görse seni Leylâ
Vâmık gibi Mecnûn olub âşufte olurdı
Görse bu ‘izâr-ıla nigârâ seni ‘Azrâ
Sevdün sen eyâ şûh çü bir mâh-likâyı
Hurşîde Ferahşâd gönül bagladı gûyâ
Şevk-ile durur mihrünün iy Mihr-sıfat âh
Senden ki Vefâ fikrin ider ‘âşık-ı şeydâ
Der-Bahr-ı Remel Ki Her Mısrâ’-eş Müsemmen Heme Eczâ Mahbûn u ‘Arûz u Darb-ı Mahzûf Taktî’-eş
Der-Kâfiye-i Mücerred
Bu cemâl-ile melâhat bu bahâ-yıla letâfet dahı bu hüsn-ile behcet ki senün var sanemâ
Bir gören bin dil ü cândan kul olub tapu kılub ‘âşık olur mihr kılur anı güzel âh sana
İy yüzi gül saçı sünbül dudagı mül bigi fülfül hatı ‘anber gözi ‘abher bûyı ‘ar ‘ar dilber
Hânumânum ten ü cânum dahı ‘akl-ıla cenânum dahı hem dînüm ü îmânum [hem] ola sana fedâ
Sana hem-tâ teni garrâ hatı ra’nâ hadi zîbâ kadi bâlâ gözi elâ güzel olmaz güzelüm
Sendedür şol dil alur hande vü güftâr safâ-bahş dahı şîve-i dil-keş dahı hem hüsn ü bahâ
Nazar iden ki nazîrin göremez hüsn-ile sen bî-bedelün sen melek-âsâ güzelün bu yüzden
İy yüzi şems-i duhâ vey alını bedr-i dücâ ‘aşık olub anı sana cân-ıla dil virse nola
İy yüzi ter-semenüm alnı güzel yâsemenüm kâmeti hoş nârvenüm hûb teni nesterenüm
Sana bu hüsn-ile behcetde bu lutf-ıla melâhatde ider Nazmî nihâyetde hemîn medh ü senâ
Maklûb-ı Müstevî
A lebi la’l derd-i la’li belâ
Odur o rûha hûr-vâr devâ
Hoş kemâlün heme kelâmun şûh
Âşinâ-yı le’âlî-yi inşâ
Hem ruh-ı âfetün tefâhür-i meh
 gül-i mülk â gül-i mülk â
Şu ruh-ı bâ-le’âl-i âb-hurûş
Âteş-i râhib u bahâr ü şitâ
Nazmiyâ derd-i dürr dâyim zan
Odur o derde derd-vâr devâ
(Üst, Sibel (2011). Edirneli Nazmî Dîvânı, (İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük). Erzurum: Atatürk Üniversitesi.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | MUHTÂRÎ, Emir Hâşim-zâde/Hâşimî-zâde Seyyid Ahmed Muhtar Efendi | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | FEYZÎ (ELÎFÎ), Elîfî-zâde Feyzullâh Efendi | d. ? - ö. 20 Haziran-19 Temmuz 1765 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | SIRRÎ, Şerîf Sırrı Efendi | d. 1815 - ö. 1854 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | MUHTÂRÎ, Emir Hâşim-zâde/Hâşimî-zâde Seyyid Ahmed Muhtar Efendi | d. ? - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
5 | FEYZÎ (ELÎFÎ), Elîfî-zâde Feyzullâh Efendi | d. ? - ö. 20 Haziran-19 Temmuz 1765 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
6 | SIRRÎ, Şerîf Sırrı Efendi | d. 1815 - ö. 1854 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
7 | MUHTÂRÎ, Emir Hâşim-zâde/Hâşimî-zâde Seyyid Ahmed Muhtar Efendi | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
8 | FEYZÎ (ELÎFÎ), Elîfî-zâde Feyzullâh Efendi | d. ? - ö. 20 Haziran-19 Temmuz 1765 | Meslek | Görüntüle |
9 | SIRRÎ, Şerîf Sırrı Efendi | d. 1815 - ö. 1854 | Meslek | Görüntüle |
10 | MUHTÂRÎ, Emir Hâşim-zâde/Hâşimî-zâde Seyyid Ahmed Muhtar Efendi | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
11 | FEYZÎ (ELÎFÎ), Elîfî-zâde Feyzullâh Efendi | d. ? - ö. 20 Haziran-19 Temmuz 1765 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
12 | SIRRÎ, Şerîf Sırrı Efendi | d. 1815 - ö. 1854 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
13 | MUHTÂRÎ, Emir Hâşim-zâde/Hâşimî-zâde Seyyid Ahmed Muhtar Efendi | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
14 | FEYZÎ (ELÎFÎ), Elîfî-zâde Feyzullâh Efendi | d. ? - ö. 20 Haziran-19 Temmuz 1765 | Madde Adı | Görüntüle |
15 | SIRRÎ, Şerîf Sırrı Efendi | d. 1815 - ö. 1854 | Madde Adı | Görüntüle |