Madde Detay
NİŞÂNÎ, Koca Nişancı/Celâl-zâde/ Nişancı Mustafa Bey b. Tosyalı Kadı Celâl Efendi/Mustafa Çelebi
(d. 895/896?/1490/1491? - ö. 975/1567)
Nişancı, Tarihçi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Asıl adı Mustafa bin Celâl’dir. Babasının adından dolayı Celâl-zâde Mustafa ismiyle meşhur olmuştur. Çağdaşı ve meslektaşı Ramazân-zâde Mehmed Çelebi’den ve Yeşilce lakaplı Nişancı Mehmed Paşa’dan ayırmak için de kendisine Koca Nişancı lakabı verilmiştir (Kutluk 1981: 988).
Kaynaklarda çok övücü sıfatlarla anılan Celâl-zâde Mustafa Çelebi, Tosya doğumludur (İsen 1994: 278, Özcan 1989: 113). Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Celâl-zade’nin doğum tarihi ile ilgili Nişancılıktan emekli olduğunda (964/1557) yaşının yetmişe yaklaştığını belirttiğine göre doğum yılı 895-896/1490-1491 yılları olduğu kabul edilebilir (Uğur vd. 1990: 23).
Babası Kadı Celâleddin’dir. (Peçevî 1283: 43, Müstakim-zâde 1928: 152, Ömer Rıza ty: 245) Medrese tahsili gören ve Amasyalı Şeyh Hamdullah’tan yazı dersleri alan (Müstakimzâde 1928: 152) Kadı Celâleddin, müderris olarak devlet hizmetinde birçok yerde kadılık yaparak hayatına devam etti ve kadıların en yüksek derecesi olan eşraf-ı kudât rütbesine kadar yükseldikten sonra (Uzunçarşılı 1958: 391) günlük otuz beş akçe ile emekliye ayrıldı (Gelibolulu’dan aktaran Demirtaş 2009: XII).
Celâl-zâde Mustafa’nın çocukluğu, babasının mesleği icabı Rumeli’nin çeşitli kazalarında geçti. Celâl-zade üç erkek kardeşten en büyüğüdür. (Kerslake 1993: 262) Bu üç kardeş, kültür seviyesi ve mizaç olarak birbirine benzerdi. Kardeşlerinden Salih Çelebi de babası gibi kadıydı. Şiir ve inşa hususunda bilinen birisiydi. Daha sonra da o da nişancılığa terfi etti. Bir diğer kardeşi Ataullah Bey’dir. Kendisi ʿAtâyî mahlasıyla şairlerin önde gelenlerindendi (İsen 1994: 278 ).
Memleketi Tosya’da ilk medrese tahsilini yaptıktan sonra İstanbul’a gelen Mustafa Çelebi, Sahn-ı Seman medresesinde danişmendliğe kadar yükselmiş fakat medrese tahsilini bitiremeden Piri Paşa’nın tezkirecisi olarak devlet hizmetine girmiştir. Mustafa Çelebi, Sahn-ı Seman medresesinde divanî yazıdaki maharetinden dolayı vezir-i azam Pîrî Mehmed Paşa ile Nişancı Seydî Bey’in dikkatini çekmiştir. (Özcan 1989: 113, İpşirli 1993: 464-465) Onların kendisini himâye etmesiyle medresedeki görevinden ayrılarak Yavuz Sultan Selim döneminde 922/1516 yılında divan kâtipliği görevine getirildi (Özcan 1989: 113).
Dîvân’da Yavuz Sultan Selim’in dikkatini çeken Celâl-zade zamanla Yavuz’un hususi katipliğine kadar yükseldi. Yavuz vezirlerinden gizli tutmak istediği işlere ait yazıları Celâl-zade’ye yazdırırdı. Mustafa Çelebi, padişahın bizzat yazdırdığı bu fermanlarda usule aykırı gördüğü ifadelerin düzeltilmesini arz etmekten çekinmezdi (Beyânî’den aktaran Arslan 2013: 45). Pîrî Paşa'nın 1523'te emekliye ayrılmasıyla vezir-i azamlığa devlet işlerinde hiç tecrübesi olmayan ve doğrudan saraydan terfi ettirilen İbrahim Paşa, Celâl-zâde'yi geniş bilgi ve becerisi sebebiyle aynı hizmette kullandı (Uzunçarşılı 1990: 8). Ancak İbrâhim Paşa, çok hızlı bir şekilde vezir-i azamlığa atandığı için resmi işlerden hiç anlamamaktaydı (Beyânî’den aktaran Arslan 1997:45). İbrahim Paşa 930/1524’te Hain Ahmed Paşa’nın isyanından sonra yerinde incelemeler yapmak ve nizam sağlamak amacıyla Mısır’a gönderildiğinde çalışma ekibinde Celâl-zâde Mustafa’yı da götürmüştür. (Akgündüz 1993: 81)
Celâl-zâde Mısır'dan döndükten hemen sonra reisü'l-küttâb oldu ve on yıl bu görevi sürdürdü. Reisü'l-küttâb olarak Kanunî Sultan Süleyman'ın Irakeyn Seferi'ne katılan Celâl-zâde Mustafa Çelebi, Bağdat'a girildikten sonra, yolda vefat etmiş olan Seydi Bey'in yerine 941/1534’te nişancılığa tayin edildi (Feridun 1274: 592, Hasan Beyzade 2004: 228).
Celâl-zâde, 1557 yılında Rüstem Paşa’nın kendisine emekli olduğu takdirde yerine Celâl-zâde’nin divan kâtipliğinde görevli kendi oğlu Mahmud Bey’i nişancılığa getireceği entrikasıyla kendi isteğiyle emekliliğe ayrılmıştır. Kanuni hizmetlerine karşılık onu iki yönden mükafatlandırmıştır. Seleflerinden hiçbirine gösterilmemiş bir lütuf olarak nişancılık haslarının tamamını üstünde bıraktığı gibi törenler ve seferlerde padişahın maiyetinde bulunma şerefini bahşeden müteferrikalık rütbesine de kavuşturmuştur. Bununla beraber Celâl-zâde emekli olmasına rağmen Kânunî, onu Zigetvar seferinde tekrar nişancılığa atamıştır (İsen 1994: 278, İpşirli 1989: 38).
On üç ay kadar süren bu ikinci nişancılığı ölümüyle sona erdi. Kaynakların hepsi Celâl-zâde Mustafa'nın cömertliğinden ve şefkatinden bahsetmektedir. Eyüp'te kendisine atfen Nişancı adını alan semtte yaptırdığı bahçeli konak, âlim ve ediplerin sürekli uğradıkları bir yer olmuştu. Bu kişilerle sohbetten çok hoşlanan Mustafa Çelebi şairlerin himayesini de üstlenerek onlara yüksek câizeler verirdi. Eyüp'te evinin yakınında bir cami, bir Halveti tekkesi ve Mimar Sinan'ın eseri olan bir hamam yaptırmışsa da bunlardan yalnızca cami bugün ayakta kalmış durumdadır. Celâl-zâde Mustafa'nın mezarı bu caminin bahçesinde, kendisinden önce ölen kardeşi Celâl-zâde Salih Çelebi'nin kabrinin yanındadır (Hammer 1984: 1784).
Celâl-zâde, üretken bir yazar olup eserleri şunlardır:
1.Tercüme-i Miʿrâcü’n-nübüvve fî Medârici’l-fütüvve (Tercüme-i Delâil-i Nübüvvet-i Muhammedî ve Şemâil-i Fütüvvet-i Ahmedî): Celâlzâde'nin bu eseri Molla Miskin diye tanınan Horasanlı Muinüddin Muhammed b. Abdullah el-Ferâhî’nin (ö. 1547) Meʿâricü’n-nübüvve fî medârici’l-fütüvve adlı Farsça siyer kitabının Türkçe tercümesidir Celâlzâde Mirâcü'n-nübüvve'yi nişancı bulunduğu sırada tercüme etmiştir. Bu kitap nesir olmasına rağmen Celâlzâde tercüme ettiği bu esere orjinalinde olmayan bizzat kendisinin yazdığı bazı şiirleri de eklemiştir. Eser bir Mukaddime ile başlar. Daha sonra ilk olarak Nûr-ı Muhammedî’nin yaratılması ve bu nûrun ilk insan ve peygamber Hz. Âdem’den başlayarak diğer peygamber ve eşlerine intikali anlatılır. Bu sırada bazı peygamberlerin kıssaları nakledilir. Daha sonraki kısımda Hz. Peygamber’in doğumu ve nübüvvetine kadar ki kısım anlatılır. Sonraki bölümde Hz. Peygamber’e peygamberlik gelmesi ve Medine’ye hicretinin anlatıldığı bölüm gelir. Hicretten Hz. Peygamber’in vefatına kadarki olan kısım da son bölümdür (Arslan 2013: 62).
2.Hediyetü’l-müminîn : Mustafa Çelebi’nin risale şeklinde birtakım münasip hikâyelerle tevhid, peygamber sevgisi, dört halifenin evsafı, iyi ahlak, Allah’a kalben bağlılık ve en sonunda da peygamberin torunları İmam Hasan ve İmam Hüseyin hakkındaki hürmeti konu edinen kısmen mensur ve kısmen manzum eseridir. Eser yirmi altı varaktır (Celâlzâde’den aktaran Demirtaş 2009: XLII).
3.Cevâhirü’l-Ahbâr fî Hasâili’l-Ahyâr : Arap müelliflerinden Ebu Hafs Sirâcüddin Ömer b. İbrahim El-Ensârî’nin Ahsenü’l-kasas olarak meşhur olmuş Hz. Yusuf kıssası ile ilgili yazdığı eserin Mustafa Çelebi tarafından yapılmış tercümesidir. Zehrü’l-Kimam fî Kıssât-ı Yusuf Aleyhi’s-selatü ve’s-selam isimli bu eser on yedi bölümden oluşur. Celâlzâde bu eseri emekli olduğunda yazmıştır. Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Selim için tercüme ettiği 175 varaklık (350 sayfa) bu eseri, Mustafa Çelebi 23 Ramazan 972/24 Nisan 1565’te tamamlamıştır (Celâlzâde’den aktaran Demirtaş 2009: XLII).
4.Mevâhibü’l-hallak fî Meratibi'l-ahlâk/ Enîsü’s-Selâtîn ve Celîsü’l-Havâkîn : İyi ve kötü huyların fayda ve zararlarından bahseden bu eser elli altı bölüm ve bir hatime üzerine tertip edilmiştir. Celâlzâde, bu eserini emekli olduktan sonra yazarak Sultan Süleyman'a ithaf etmiştir. Eserin mukaddimesinde esmâ-i hüsna şerhi ve sonunda Hazreti Peygamber'e salavât vardır. Mevâhibü'l-hallak üç padişah (Süleyman, Selim, Murad) tarafından mütalaa edildiği için “Enîsü’s-selâtîn ve Celîsü’l-havâkîn” diye meşhur olmuştur. Bu eserin 964/1557’de yazılmış bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesindedir (Celâlzâde’den aktaran Demirtaş 2009: XXXIX).
5.Tabakâtü’l-memâlik ve Derecâtü’l-mesâlik : Osmanlı Devleti coğrafyasının anlatıldığı bu eser birkaç aşamada yazılmıştır. Celâlzâde eserin ilk ana kısmını 1534, sonrasını da da emekli olduktan sonra 968/1561’de tamamlamıştır. Eserin tıpkıbasımı Petra Kappert tarafından yapılmıştır. Tabakâtü’l-memâlik, otuz tabaka ve üç yüz yetmiş beş derece üzerine tertip olunmuştur. Bu otuz tabakanın yirmi dokuz tabakası saray, hazine, merkez teşkilatı, kapıkulu ocakları, geri hizmette müstahdem askeri ocaklar, donanma, eyaletler ile İstanbul'daki dinî, ilmî ve içtimaî tesisler ve saireye ait olup otuzuncu tabaka ise Kanuni Sultan Süleyman zamanındaki olaylara ve 966'da (1559) Süleymaniye camii inşatının sonuna kadar gelmektedir. Fakat Tabakâtü’l-memâlik'in baş tarafında fihrist hâlinde zikredilen ve pek mühim olan yirmi dokuz tabakayı içeren cilt bugüne kadar görülmemiştir (Demirtaş 2009: XLVIII-CVII).
6.Fetihnâme-i Rodos : Ortaçağ İslâm dünyasında hükümdarlar, ülke sınırları içinde ve dışında nüfuzlarını ve iktidarlarını göstermek için süslü dille yazılmış mektup ve fermanlar göndererek kazandıkları zaferleri duyurmak isterlerdi. Genellikle sefaret heyetleri aracılığıyla ve ganimet olarak alınmış hediyelerle bazen de savaşta öldürülenlerin başları ve alınan esirlerle birlikte gönderilen bu mektuplar dost devletler için bir müjde, düşman devletler için ise bir tehdit şeklindeydi (Fayda 1995: 470). Bu fetihlerin herkesçe bilinmesi için fetih sırasında meydana gelen vakalar edebî dille anlatan eserler yazılırdı. Bunlar bazen bir tarih kroniği içinde bir bölüm olarak da yer almıştır (Aksoy 2002: 800). Bu eser de Rodos fethi dolayısıyla kaleme alınmıştır.
7.Mohaçnâme : Celâlzâde Mustafa Çelebi eserin başlığını Tabakâtü’l-memâlik ve derecâtü’l-mesâlik olarak belirtmekle birlikte daha sonraki bazı kaynaklarda Derecâtü’l-mesâlik fî tabakâti’l-memâlik diye, Keşfü’z-zünûn’da ise Târih-i Âl-i Osmân diye yazar. Kanûni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı ordusunun Macaristan ile 20 Zilkade 932/28 Ağustos 1526'da yapmış olduğu meydan savaşını tasvir eden bu eser neredeyse Tabakâtü’l-memâlik’in Mohaç bölümünün kopyasıdır. Celâlzâde muhtemelen bu eseri Tabakâtü’l-memâlik’ten evvel yazmış ve Tabakâtü’l-memâlik’e bazı düzenlemeler yaptıktan sonra eklemiştir (Celâlzâde’den aktaran Demirtaş 2009: XXXIV).
8.Fetihnâme-i Karaboğdan (Gazavât-ı Sultan Süleymân): 945/1538’de yapılan Karaboğdan seferinden bahseden eser, aynı başlığı taşımasa da Tabakâtü’l-memâlik’teki Karaboğdan Seferi’nin tekrarıdır (Celâlzâde’den aktaran Demirtaş 2009: XXXVI).
9.Selimnâme (Meâsir-i Selim Hâni) : Yazar, bu eseri Kanûnî devrinde ve yetmiş yaşlarında yaşlılıktan dolayı reisü’l-küttâblık görevinden emekliye ayrılarak yazmıştır. Hacim bakımından da bu eser diğer Selimnâmelerden daha geniştir. Eser, Yavuz Sultan Selim’in doğumuyla başlar ve hiçbir olayı atlamadan onun ölümüyle sonlanır (Uğur’dan aktaran Arslan 2013: 9).
10.Kanunnâme : Mustafa Çelebi’nin nisancılığı zamanında yazdığı kanunları açıkladığı ve düzeltmeler yaparak oluşturduğu kanunları içeren bir kitaptır.
11.Tarih-i Kalʿa-i İstanbul ve Mâbed-i Ayasofya (Tuhfetü’l-mülûk): Farsçadan tercüme edilen 33 varaklık bu eser şu konuları içerir: Mukaddime, Sultan Süleyman’ın medhi, alfabe harfleriyle tertip edilmiş bir kaside, risalenin yazılış sebebi, İmparator Justinyen’in olayı, Ayasofya’nın binası, Ayasofya’nın binası hakkında imparatorun rüyası, Ayasofya’nın kubbesi ve zineti, Baba Cafer’in medhi, imparatorun Ayasofya camii mimarına gazap etmesi.
12.Mensur Şehnâme : Bursalı Mehmed Tahir Osmanlı Müellifleri’nde adını vermedigi baska bir eserden naklen Mustafa Çelebi’nin Mensur Şehnâme Tercümesi’nin bulundugunu söylese de bu esere henüz rastlanılmamıstır (Özen 1975: 38).
Kaynakça
Akgündüz, Ahmet (1993). Osmanlı Kanunnāmeleri ve Hukuki Tahlilleri. C. 6. İstanbul: Fey Vakfı Yay.
Aksoy, Hasan (2002). “Türk Edebiyatında Fetihnâmeler”. Türkler. Ed. Hasan Celal Güzel vd. C. 11. Ankara: Yeni Türkiye Yay.
Aykut, Şevki Nezihi (hzl.) (2004). Hasan Bey-zâde Ahmed Paşa, Hasan Bey-zâde Tarihi- metin (926-1003/1520-1595). C.II. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.
Balcı, Mustafa (1996). Celalzade'nin Mevahibü`l-Hallâk Fi Meratibi`l Ahlak İsimli Eseri. Yüksek Lisans Tezi. Şanlıurfa: Harran Üniversitesi.
Baran, Burhan (2011). Celal-Zade Koca Nişancı Mustafa Çelebi: Cevâhirü'l-Ahbâr fi Hasâili'l-Ahyâr; İnceleme-Metin-Dizin(Cilt:I İnceleme-Metin). Doktora Tezi. Diyarbakır: Dicle Üniversitesi.
Çevik, Mümin ve Erol Kılıç (hzl.) (1984). Von Hammer, Baron Joseph, Osmanlı Devleti Tarihi. çev. Mehmet Ata. C. 6. İstanbul: Üçdal Yay.
Eski, Mustafa (hzl.) (1990). Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Kastamonu Meşâhiri. Ankara: Kastamonu Eğitim Yüksekokulu Yay.
Fayda, Mustafa (1995). “Fetihnâme”. İslâm Ansiklopedisi. C.12. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
İpşirli, Mehmet (hzl.) (1989). Selânikî, Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî (971-1003/1563-1595). İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.
İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.
Kehhâle, Ömer Rıza (1993). Mucemü’l-Müellifin. C. 12. Beyrut: Müessesetü'r-Risâle.
Kerslake Celia J. (1993). “Celāl-zāde Mustafa Çelebi”. İslâm Ansiklopedisi. C.7. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 260-262.
Kutluk, İbrahim (hzl.) (1981). Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’s-Şuarâ. C. 2. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.
Müstakim-zâde Süleyman Sa’deddin Efendi (1928). Tuhfetü’l-Hattâtîn. İstanbul: Devlet Matbaası.
Özcan, Abdülkadir (hzl.) (1989). Nevîzâde Atâullah Efendi, Eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye ve Zeyilleri: Hadâikü'l-Hakâyık fi Tekmileti'ş-Şakâyık. C. 2. İstanbul: Çağrı Yay.
Özen, İsmail (hzl.) (1975). Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri 1299-1915. C. 3. İstanbul: Meral Yay.
Peçevî, İbrahim Efendi (1283). Tarih-i Peçevî. C. I. İstanbul: Matbaa-i Âmire.
Uğur, Ahmet ve Mustafa Çuhadar (hzl.) (1997). Celâl-zâde Mustafa, Selim-nâme. İstanbul: MEB Yay.
Uğur, Ahmet vd. (hzl.) (1997). Gelibolulu, Mustafa Âlî, Kütüb-i Tārih-i Künhü’l-Ahbâr. C.1. Kayseri: Erciyers Üni. Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ HARUN ARSLANYayın Tarihi: 29.03.2014Güncelleme Tarihi: 10.12.2020Eserlerinden Örnekler
1. Tercüme-i Miʿrâcü’n-nübüvve fî Medârici’l-fütüvve (Tercüme-i Delâil-i Nübüvvet-i Muhammedî ve Şemâil-i Fütüvvet-i Ahmedî):
Cebrâ’îl ʿaleyhi’s-selâm fermân-ı Melik-i Celîl ile celle celâlüh taʿyîn-i burâk içün behişte geldi. Cennet mergzârlarında otlar kırk bin burâk gördi. Alınlarına nâm-ı Muhammed sallallâhu ʿaleyhi ve sellem yazılmış. Anlarun içinde bir burâk mahzûn, gamgîn bir kûşede baş aşağa eylemiş giryân-ı reşkden eşk-i seylâbları ruhsârına revân olmış. Cebrâ’îl ol burâk önine vardı. İstifsâr-ı hâl idicek, ol burâk tekellüm itdi: “İy Cebrâ’îl! Kırk bin yıldur ki nâm-ı Muhammed’i sallallâhu ʿaleyhi ve sellem işitdüm. Varlık rahtını anun ʿaşk ve muhabbet serâ-perdesine çekdüm. Ol günden-ki kulağum Ol Hazret’ün nâmını işitdi, gönlüm taʿâm ve şerâba meyl itmedi.” didi. Cebrâ’îl ʿaleyhi’sselâm ol burâkı ihtiyâr itdi. Andan devlet-serây-ı sultân-ı ins ü cân tarafına ʿazîmet itdi. İbn ʿAbbâs’dan radıyallâhu ʿanhümâ rivâyet olınur ki “Hazret-i Risâlet ʿaleyhis-salâvâtü ve’s-selâm buyurdılar ki hâne-i Ümmühânî’de sâʿat-i mezbûrede âvâz-ı perr-i Cebrâ’îl ʿaleyhi’s-selâm semʿüme irişdi. Hâbdan sıçradum. Câme-hâb üzerine oturdum. Cebrâ’îl’i gördüm turur. Eyitdi ki tahkîk Allâh taʿâlâ sana selâm ider; seni ister. Ben alur giderem. Allâh taʿâlâ diler ki niçe kerâmetler ile seni mükerrem eyleye ki senden öndin kimesneye ol kerâmetleri virmiş degüldür. Hiçbir beşerün hâtırına dahi hutûr ider degüldür.” didi. Kalkdum. Tahâret itdüm. İki rekʿat namâz kıldum. Taşra çıkdum. Bir rivâyetde istedüm ki tahâret idem. Fermân geldi ki “İy Cebrâ’îl! Behişte var. Havz-ı kevserden habîbüm içün sallallâhu ʿaleyhi ve sellem su getür.” didi. Ben-dahi girîbânumı açmadın rēvân-ı behişt, iki yâkûtdan ibrikleri getürdi. Âb-ı Kevserden tolu zümürrüd-i asferden bir taşt, dört kûşelü, her kûşesinde gevherler ârâsteki ki fürûʿı ʿanân-ı âsmâna irişmiş. Hazret ol suyıla pâk gusl eyledi. Egnine nûrdan bir hulle, fark-ı mübârekine nûrdan ʿimâme kodılar. Ol ʿimâme-i revân ol Hazret ismine Âdem halk olınmazdan evvel idi. Bin yıl mukaddem ʿakd itmiş idi. Kırk bin ferişte ol ʿimâmenün etrâfına taʿţîm-i tamâm ile turup tesbîh ü tehlîl iderlerdi. Her tesbihün ʿakabince ol Hazret’e salavât virürlerdi. Ol gice ki ʿimâmei Cebrâ’îl getürdi. Ol kırk bin ferişte bile gelmişlerdi. Ol Hazret’i ziyâret itdiler.
2. Tabakâtü'l-memâlik ve Derecâtü'l-mesâlik :
Bu derece hazret-i pâdişâh-ı zafer-muʿtâd ceyş-i pûlâd-nihâd ile kalʿa-i masûne-i Belgırad-ı cennet-âbâdı feth etdikleridir
Hazret-i pâdişâh-ı dîn-penâh u serʿ-dest-gâh müeyyed-min-ʿindi’llâh olub, âftâb-ı devletleri ufk-ı saʿâdet-tutuk-ı âhirü’z-zemândan tulûʿ idüb, safahât-ı âyîn-i dîn-i mübîn-i Seyyidü’l-mürselîn şaʿşaʿa-i şimşîr-i berk-karînleri ile münevver ü tâbân, lemeʿât-ı sâtıʿa-i tîg-i feth-âyâtları beyne’l-magribeyn ve’l-maşrıkeyn lâmiʿ u nümâyândır. Egerçi pâdişâh-ı merhûm u mebrûr, hidîv-i huld-mekîn ü firdevs-mekân u enîs-hûr, şâh-bâz-ı evc-i behişt ve hümâ-yı âşiyân-ı kusûr, garîk-i deryâ-yı rahmet-i Melik-i gafûr, şâh-ı memâlik-sitân u kişver-güşâ, fâtihü’l-ekâlîm, kahramân-ı kâhire, sâhibü’l-hücceti’l-bâhire Sultân Selîm enâra’llâhu bürhânehû el-melikü’r-rahîm serîr-i mübârek-âsâr u zafer-te’sîre cülûs-ı hümâyûn idüb, evreng-i saʿâdet-direng-i ʿOsmânî makdem-i meymûn-ı hilâfet-makrûnları vâkiʿ olaldan teshîr-i memâlik-i Aʿcâm u ʿIrak melhûz-ı hâtır-ı ʿâtır-ı ilhâm-ittifâkları, güşâd-ı kişver-i Fars u Horasan bel hıtta-i Hıtây u Çin ü Hindistân manzûr-ı zamîr-i münîr-i âftâb-rahşânları olmışdı. Hattâ bir defʿa şemme-i iltifâtları ile şâh-ı şark hâmûn-ı Çaldıran’da ceng-i sipâh-ı te’yîd-yemîn ü zafer-yesâr u feth-farkdan nâlân u gürîzân, deryâ-yı hayretde gark ve defʿa-i uhrâda zerre-i nigerânları zuhûrı ile sultân-ı Mısır ve memâlik-i ʿArab Kansu Gavri sahra-yı Haleb’de mukâbele-i mübârizân-ı kıyâmet-nişânda hezâr taʿab çeküb, ahirü’l-emr essehâ mâ-melek muktezâsınca revânını sümm-i semend-i pâdişâh-ı zafer-mende revân idüb, cânını belek çekmişdi. Takdîr-i Hayy-ı kadîr ile celle ʿani’s-sebîh ve’n-nazîr avân-ı saltanatları imtidâd bulsa gâlibâ zemân-ı kalîlde tedbîr-i güzîn ile cümle rubʿ-ı meskûnı zîr-nigîn idüb, satvet-i kahramânî ve şevket-i cihân-bânî birle eknâf-ı heft iklîmi Kâf-tâ-be-Kâf musahhar-ı şimşîr-i zafer-karîn iderlerdi. Ammâ pâdişâh-ı gazâpenâh u mücâhidîn-sipâh halleda’llâhu mülkehû ve ebkâhuhazretleri nişîmen-i saʿâdet-âşiyân-ı taht zıll-i [hümâ-sâye]-i hümâyûn-bahtlarıyla müstesʿad u sûd-mend oldıkda mahzâ ibtigâ-i merzât-ı Hakk ve imtisâl-i müfterizât-ı Vâcibü’l-mutlak içün teʿâlâ sânuhû ve ʿamme birruhû ve ihsânuhûtarîka-i âbâ ve ecdâd-ı cihâd-muʿtâdlarına sâlik olub, evkât-ı hilâfet-âyâtları kahr-ı aʿdâ-yı dîne masrûf, ʿinân-ı ʿazîmet-i meymenet-hâssiyyetleri izlâl-i erbâb-ı zalâl ü müşrikîne maʿtûf olmak mir’ât-ı zamâyir-i hakâyık-bîn ve âyine-i tabâyiʿ-i dakâyık-karînlerinde çehre-nümâ u sûret-güşâ vâkiʿ olduğı eclden dağdağa-i ʿusât-ı Şâm’dan ferâg müyesser oldığı gibi niyyet-i hayr-hâtimetleri savb-ı gazâya mukarrer oldı. (Demirtaş 2009: 62-63)
3. Selîmnâme
Şeref virdi kudûmi şehr-i Şâm’a,
Kul oldılar Şeh-i cem-ihtişâma.
Hümâyûn ismine okundı hutbe,
Hatîb ol ʿizzet ile buldı rütbe.
Zer ü sîme şeref bahş-eylediler,
Mübârek nâmını nakş eylediler.
ʿArab iklimine saldı emânı,
Ser-â-ser ʿadle sarf itdi zamânı.
Uyudı çeşm-i fitne hâbe vardı,
İmâm-ı terfiye mihrâba vardı.
Firûzân oldı rûşen şem-i nazmın,
Cihâna virdi nûrı lemʿi nazmın.
Buluşdı iki yâr emn u emândır,
Ki devr-i mehdî âhir-zamândır.
Serhadd-i memâlik-i ʿOsmaniye’den tâ Gazze’ye varınca ne kadar kılâʿ u bikâ’ ve bilâd u emsâr ve nevâhi-i-diyâr varısa tevâbiʿ u levâhıkı ile mazbût u müsellem dergâh-ı ʿâlî-şiyem vâkıʿ olub, her birinin re’âyâsı sâyir memâlik-i mahrûsa re’âyâsı gibi zıll-i zalîl-i ʿadaletlerinde huzûr-u istirâhatde oldılar. Bu hâletde efvâhdan mesmûʿ oldı ki muhârebe-i Haleb’de cânı halâs iden cündiler ve Çerkesler firârdan sonra Mısr’a irişüb anda bekâyâ-yı Çerâkise’den olanlar ile mülâkat idüb, maʿreke-i cân-âşûbda vakıʿ olan havâdisi takrir idüb, cümlesinin ittifakı Tomanbây nâm Çerkes’i sultan idüb, yigirmi beş bin mikdârı leşker olub, tekrâr pâdişâh-ı behişt-âşiyân taraflarına ʿisyân u tugyân itmek üzere ittifâk u ittihâd eylemişler. (Uğur, Ahmet vd. 1990: 190)
4. Cevâhiru’l-ahbâr fî Hasâili’l-ahyâr :
Bir kavm vardur, ol deryâda ġark olmışlardur ki ʿavâmdur. Bir kavm vardur ol bahirde gemiler tedârik idüp sefînelere girmişlerdür ki anlar ʿâlimlerdür. Hadd-i zâtında her nefs sefînedür ki kesb itdügine rehînedür. ʿAkl, ol geminün reîsi; efʿâl-i nüfūs ol merkebün limanı; metâʿı, ictihâdı, gemicileri, esrârı, sâyir ahlâk-ı hamîde-i merziyye ol geminün esbâbı misâlündedür, dimişler. Sefînenün cümle mühimmâtı kemâ-yenbaġî yirinde olup kusūr u noksânı olmaz ise riyâh, aʿmâl-i sâliha müsâʿadesi ile menâzil katʿ ider. Murâd u maksūd olan yire irişür. Ammâ esbâb u âlâtda kusūr u noksân olur ise muvâfakatı olmayan yillere döymez. Bahrün mevcleri müşkîldür, sefîne ġâyet berk ü mükemmel gerekdür. Şedâyide tahammül idemez münkesir ü helâk olur. Musannıf-ı kâmil bu makâma münâsib bir hikâyet îrâd eylemiş. Silk-i nazm ile muntazam kılındı.
Kim ki Hak tevfîkine mahrem olur,
Behcet ü şâdî ana hem-dem olur.
Asl-ı tevfîk ol gibi ey bahtiyâr,
Zikr-i Hak’da olasın bî-ihtiyâr.
Nefs ġâlib olsa ʿisyân itmege,
ʿAzm-ı zenb ü râm-ı şeytân itmege.
Gelse ol dem hâtıra havf-ı Hudâ,
Olsun ol emr ile ʿisyândan cüzâ.
Buna dirler zikr-i Hak, ehl-i hüdâ,
Reh-nümâ irşâdına it iktidâ.
Cümle îmân ehline tevfîk ire,
Ķalbe dâyim kuvvet-i tasdîk ire.
Kim ki Hakk’ı yâd idüp itmez günah,
Şah-dür ol devlet ana cünd ü sipah.
Bir ʿazįz itmiş hikâyet Kaʿbe’de,
Böyle görmiş vażʿ u hâlet Kaʿbe’de.
Kaʿbe’yi bir gice iderken tavâf,
Semʿine irmiş enîn ü hüzn-i sâf.
Aġlar, eyler çok tażarruʿla niyâz,
Bunı söyler, ġayrı itmez keşf-i râz.
...
(Baran, Burhan (2011). Celal-Zade Koca Nişancı Mustafa Çelebi: Cevâhirü'l-Ahbâr fi Hasâili'l-Ahyâr; İnceleme-Metin-Dizin(Cilt:I İnceleme-Metin). Doktora Tezi. Diyarbakır: Dicle Üniversitesi.156)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 29.03.2014Güncelleme Tarihi: 10.12.2020Eserlerinden Örnekler
1. Tercüme-i Miʿrâcü’n-nübüvve fî Medârici’l-fütüvve (Tercüme-i Delâil-i Nübüvvet-i Muhammedî ve Şemâil-i Fütüvvet-i Ahmedî):
Cebrâ’îl ʿaleyhi’s-selâm fermân-ı Melik-i Celîl ile celle celâlüh taʿyîn-i burâk içün behişte geldi. Cennet mergzârlarında otlar kırk bin burâk gördi. Alınlarına nâm-ı Muhammed sallallâhu ʿaleyhi ve sellem yazılmış. Anlarun içinde bir burâk mahzûn, gamgîn bir kûşede baş aşağa eylemiş giryân-ı reşkden eşk-i seylâbları ruhsârına revân olmış. Cebrâ’îl ol burâk önine vardı. İstifsâr-ı hâl idicek, ol burâk tekellüm itdi: “İy Cebrâ’îl! Kırk bin yıldur ki nâm-ı Muhammed’i sallallâhu ʿaleyhi ve sellem işitdüm. Varlık rahtını anun ʿaşk ve muhabbet serâ-perdesine çekdüm. Ol günden-ki kulağum Ol Hazret’ün nâmını işitdi, gönlüm taʿâm ve şerâba meyl itmedi.” didi. Cebrâ’îl ʿaleyhi’sselâm ol burâkı ihtiyâr itdi. Andan devlet-serây-ı sultân-ı ins ü cân tarafına ʿazîmet itdi. İbn ʿAbbâs’dan radıyallâhu ʿanhümâ rivâyet olınur ki “Hazret-i Risâlet ʿaleyhis-salâvâtü ve’s-selâm buyurdılar ki hâne-i Ümmühânî’de sâʿat-i mezbûrede âvâz-ı perr-i Cebrâ’îl ʿaleyhi’s-selâm semʿüme irişdi. Hâbdan sıçradum. Câme-hâb üzerine oturdum. Cebrâ’îl’i gördüm turur. Eyitdi ki tahkîk Allâh taʿâlâ sana selâm ider; seni ister. Ben alur giderem. Allâh taʿâlâ diler ki niçe kerâmetler ile seni mükerrem eyleye ki senden öndin kimesneye ol kerâmetleri virmiş degüldür. Hiçbir beşerün hâtırına dahi hutûr ider degüldür.” didi. Kalkdum. Tahâret itdüm. İki rekʿat namâz kıldum. Taşra çıkdum. Bir rivâyetde istedüm ki tahâret idem. Fermân geldi ki “İy Cebrâ’îl! Behişte var. Havz-ı kevserden habîbüm içün sallallâhu ʿaleyhi ve sellem su getür.” didi. Ben-dahi girîbânumı açmadın rēvân-ı behişt, iki yâkûtdan ibrikleri getürdi. Âb-ı Kevserden tolu zümürrüd-i asferden bir taşt, dört kûşelü, her kûşesinde gevherler ârâsteki ki fürûʿı ʿanân-ı âsmâna irişmiş. Hazret ol suyıla pâk gusl eyledi. Egnine nûrdan bir hulle, fark-ı mübârekine nûrdan ʿimâme kodılar. Ol ʿimâme-i revân ol Hazret ismine Âdem halk olınmazdan evvel idi. Bin yıl mukaddem ʿakd itmiş idi. Kırk bin ferişte ol ʿimâmenün etrâfına taʿţîm-i tamâm ile turup tesbîh ü tehlîl iderlerdi. Her tesbihün ʿakabince ol Hazret’e salavât virürlerdi. Ol gice ki ʿimâmei Cebrâ’îl getürdi. Ol kırk bin ferişte bile gelmişlerdi. Ol Hazret’i ziyâret itdiler.
2. Tabakâtü'l-memâlik ve Derecâtü'l-mesâlik :
Bu derece hazret-i pâdişâh-ı zafer-muʿtâd ceyş-i pûlâd-nihâd ile kalʿa-i masûne-i Belgırad-ı cennet-âbâdı feth etdikleridir
Hazret-i pâdişâh-ı dîn-penâh u serʿ-dest-gâh müeyyed-min-ʿindi’llâh olub, âftâb-ı devletleri ufk-ı saʿâdet-tutuk-ı âhirü’z-zemândan tulûʿ idüb, safahât-ı âyîn-i dîn-i mübîn-i Seyyidü’l-mürselîn şaʿşaʿa-i şimşîr-i berk-karînleri ile münevver ü tâbân, lemeʿât-ı sâtıʿa-i tîg-i feth-âyâtları beyne’l-magribeyn ve’l-maşrıkeyn lâmiʿ u nümâyândır. Egerçi pâdişâh-ı merhûm u mebrûr, hidîv-i huld-mekîn ü firdevs-mekân u enîs-hûr, şâh-bâz-ı evc-i behişt ve hümâ-yı âşiyân-ı kusûr, garîk-i deryâ-yı rahmet-i Melik-i gafûr, şâh-ı memâlik-sitân u kişver-güşâ, fâtihü’l-ekâlîm, kahramân-ı kâhire, sâhibü’l-hücceti’l-bâhire Sultân Selîm enâra’llâhu bürhânehû el-melikü’r-rahîm serîr-i mübârek-âsâr u zafer-te’sîre cülûs-ı hümâyûn idüb, evreng-i saʿâdet-direng-i ʿOsmânî makdem-i meymûn-ı hilâfet-makrûnları vâkiʿ olaldan teshîr-i memâlik-i Aʿcâm u ʿIrak melhûz-ı hâtır-ı ʿâtır-ı ilhâm-ittifâkları, güşâd-ı kişver-i Fars u Horasan bel hıtta-i Hıtây u Çin ü Hindistân manzûr-ı zamîr-i münîr-i âftâb-rahşânları olmışdı. Hattâ bir defʿa şemme-i iltifâtları ile şâh-ı şark hâmûn-ı Çaldıran’da ceng-i sipâh-ı te’yîd-yemîn ü zafer-yesâr u feth-farkdan nâlân u gürîzân, deryâ-yı hayretde gark ve defʿa-i uhrâda zerre-i nigerânları zuhûrı ile sultân-ı Mısır ve memâlik-i ʿArab Kansu Gavri sahra-yı Haleb’de mukâbele-i mübârizân-ı kıyâmet-nişânda hezâr taʿab çeküb, ahirü’l-emr essehâ mâ-melek muktezâsınca revânını sümm-i semend-i pâdişâh-ı zafer-mende revân idüb, cânını belek çekmişdi. Takdîr-i Hayy-ı kadîr ile celle ʿani’s-sebîh ve’n-nazîr avân-ı saltanatları imtidâd bulsa gâlibâ zemân-ı kalîlde tedbîr-i güzîn ile cümle rubʿ-ı meskûnı zîr-nigîn idüb, satvet-i kahramânî ve şevket-i cihân-bânî birle eknâf-ı heft iklîmi Kâf-tâ-be-Kâf musahhar-ı şimşîr-i zafer-karîn iderlerdi. Ammâ pâdişâh-ı gazâpenâh u mücâhidîn-sipâh halleda’llâhu mülkehû ve ebkâhuhazretleri nişîmen-i saʿâdet-âşiyân-ı taht zıll-i [hümâ-sâye]-i hümâyûn-bahtlarıyla müstesʿad u sûd-mend oldıkda mahzâ ibtigâ-i merzât-ı Hakk ve imtisâl-i müfterizât-ı Vâcibü’l-mutlak içün teʿâlâ sânuhû ve ʿamme birruhû ve ihsânuhûtarîka-i âbâ ve ecdâd-ı cihâd-muʿtâdlarına sâlik olub, evkât-ı hilâfet-âyâtları kahr-ı aʿdâ-yı dîne masrûf, ʿinân-ı ʿazîmet-i meymenet-hâssiyyetleri izlâl-i erbâb-ı zalâl ü müşrikîne maʿtûf olmak mir’ât-ı zamâyir-i hakâyık-bîn ve âyine-i tabâyiʿ-i dakâyık-karînlerinde çehre-nümâ u sûret-güşâ vâkiʿ olduğı eclden dağdağa-i ʿusât-ı Şâm’dan ferâg müyesser oldığı gibi niyyet-i hayr-hâtimetleri savb-ı gazâya mukarrer oldı. (Demirtaş 2009: 62-63)
3. Selîmnâme
Şeref virdi kudûmi şehr-i Şâm’a,
Kul oldılar Şeh-i cem-ihtişâma.
Hümâyûn ismine okundı hutbe,
Hatîb ol ʿizzet ile buldı rütbe.
Zer ü sîme şeref bahş-eylediler,
Mübârek nâmını nakş eylediler.
ʿArab iklimine saldı emânı,
Ser-â-ser ʿadle sarf itdi zamânı.
Uyudı çeşm-i fitne hâbe vardı,
İmâm-ı terfiye mihrâba vardı.
Firûzân oldı rûşen şem-i nazmın,
Cihâna virdi nûrı lemʿi nazmın.
Buluşdı iki yâr emn u emândır,
Ki devr-i mehdî âhir-zamândır.
Serhadd-i memâlik-i ʿOsmaniye’den tâ Gazze’ye varınca ne kadar kılâʿ u bikâ’ ve bilâd u emsâr ve nevâhi-i-diyâr varısa tevâbiʿ u levâhıkı ile mazbût u müsellem dergâh-ı ʿâlî-şiyem vâkıʿ olub, her birinin re’âyâsı sâyir memâlik-i mahrûsa re’âyâsı gibi zıll-i zalîl-i ʿadaletlerinde huzûr-u istirâhatde oldılar. Bu hâletde efvâhdan mesmûʿ oldı ki muhârebe-i Haleb’de cânı halâs iden cündiler ve Çerkesler firârdan sonra Mısr’a irişüb anda bekâyâ-yı Çerâkise’den olanlar ile mülâkat idüb, maʿreke-i cân-âşûbda vakıʿ olan havâdisi takrir idüb, cümlesinin ittifakı Tomanbây nâm Çerkes’i sultan idüb, yigirmi beş bin mikdârı leşker olub, tekrâr pâdişâh-ı behişt-âşiyân taraflarına ʿisyân u tugyân itmek üzere ittifâk u ittihâd eylemişler. (Uğur, Ahmet vd. 1990: 190)
4. Cevâhiru’l-ahbâr fî Hasâili’l-ahyâr :
Bir kavm vardur, ol deryâda ġark olmışlardur ki ʿavâmdur. Bir kavm vardur ol bahirde gemiler tedârik idüp sefînelere girmişlerdür ki anlar ʿâlimlerdür. Hadd-i zâtında her nefs sefînedür ki kesb itdügine rehînedür. ʿAkl, ol geminün reîsi; efʿâl-i nüfūs ol merkebün limanı; metâʿı, ictihâdı, gemicileri, esrârı, sâyir ahlâk-ı hamîde-i merziyye ol geminün esbâbı misâlündedür, dimişler. Sefînenün cümle mühimmâtı kemâ-yenbaġî yirinde olup kusūr u noksânı olmaz ise riyâh, aʿmâl-i sâliha müsâʿadesi ile menâzil katʿ ider. Murâd u maksūd olan yire irişür. Ammâ esbâb u âlâtda kusūr u noksân olur ise muvâfakatı olmayan yillere döymez. Bahrün mevcleri müşkîldür, sefîne ġâyet berk ü mükemmel gerekdür. Şedâyide tahammül idemez münkesir ü helâk olur. Musannıf-ı kâmil bu makâma münâsib bir hikâyet îrâd eylemiş. Silk-i nazm ile muntazam kılındı.
Kim ki Hak tevfîkine mahrem olur,
Behcet ü şâdî ana hem-dem olur.
Asl-ı tevfîk ol gibi ey bahtiyâr,
Zikr-i Hak’da olasın bî-ihtiyâr.
Nefs ġâlib olsa ʿisyân itmege,
ʿAzm-ı zenb ü râm-ı şeytân itmege.
Gelse ol dem hâtıra havf-ı Hudâ,
Olsun ol emr ile ʿisyândan cüzâ.
Buna dirler zikr-i Hak, ehl-i hüdâ,
Reh-nümâ irşâdına it iktidâ.
Cümle îmân ehline tevfîk ire,
Ķalbe dâyim kuvvet-i tasdîk ire.
Kim ki Hakk’ı yâd idüp itmez günah,
Şah-dür ol devlet ana cünd ü sipah.
Bir ʿazįz itmiş hikâyet Kaʿbe’de,
Böyle görmiş vażʿ u hâlet Kaʿbe’de.
Kaʿbe’yi bir gice iderken tavâf,
Semʿine irmiş enîn ü hüzn-i sâf.
Aġlar, eyler çok tażarruʿla niyâz,
Bunı söyler, ġayrı itmez keşf-i râz.
...
(Baran, Burhan (2011). Celal-Zade Koca Nişancı Mustafa Çelebi: Cevâhirü'l-Ahbâr fi Hasâili'l-Ahyâr; İnceleme-Metin-Dizin(Cilt:I İnceleme-Metin). Doktora Tezi. Diyarbakır: Dicle Üniversitesi.156)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 10.12.2020Eserlerinden Örnekler
1. Tercüme-i Miʿrâcü’n-nübüvve fî Medârici’l-fütüvve (Tercüme-i Delâil-i Nübüvvet-i Muhammedî ve Şemâil-i Fütüvvet-i Ahmedî):
Cebrâ’îl ʿaleyhi’s-selâm fermân-ı Melik-i Celîl ile celle celâlüh taʿyîn-i burâk içün behişte geldi. Cennet mergzârlarında otlar kırk bin burâk gördi. Alınlarına nâm-ı Muhammed sallallâhu ʿaleyhi ve sellem yazılmış. Anlarun içinde bir burâk mahzûn, gamgîn bir kûşede baş aşağa eylemiş giryân-ı reşkden eşk-i seylâbları ruhsârına revân olmış. Cebrâ’îl ol burâk önine vardı. İstifsâr-ı hâl idicek, ol burâk tekellüm itdi: “İy Cebrâ’îl! Kırk bin yıldur ki nâm-ı Muhammed’i sallallâhu ʿaleyhi ve sellem işitdüm. Varlık rahtını anun ʿaşk ve muhabbet serâ-perdesine çekdüm. Ol günden-ki kulağum Ol Hazret’ün nâmını işitdi, gönlüm taʿâm ve şerâba meyl itmedi.” didi. Cebrâ’îl ʿaleyhi’sselâm ol burâkı ihtiyâr itdi. Andan devlet-serây-ı sultân-ı ins ü cân tarafına ʿazîmet itdi. İbn ʿAbbâs’dan radıyallâhu ʿanhümâ rivâyet olınur ki “Hazret-i Risâlet ʿaleyhis-salâvâtü ve’s-selâm buyurdılar ki hâne-i Ümmühânî’de sâʿat-i mezbûrede âvâz-ı perr-i Cebrâ’îl ʿaleyhi’s-selâm semʿüme irişdi. Hâbdan sıçradum. Câme-hâb üzerine oturdum. Cebrâ’îl’i gördüm turur. Eyitdi ki tahkîk Allâh taʿâlâ sana selâm ider; seni ister. Ben alur giderem. Allâh taʿâlâ diler ki niçe kerâmetler ile seni mükerrem eyleye ki senden öndin kimesneye ol kerâmetleri virmiş degüldür. Hiçbir beşerün hâtırına dahi hutûr ider degüldür.” didi. Kalkdum. Tahâret itdüm. İki rekʿat namâz kıldum. Taşra çıkdum. Bir rivâyetde istedüm ki tahâret idem. Fermân geldi ki “İy Cebrâ’îl! Behişte var. Havz-ı kevserden habîbüm içün sallallâhu ʿaleyhi ve sellem su getür.” didi. Ben-dahi girîbânumı açmadın rēvân-ı behişt, iki yâkûtdan ibrikleri getürdi. Âb-ı Kevserden tolu zümürrüd-i asferden bir taşt, dört kûşelü, her kûşesinde gevherler ârâsteki ki fürûʿı ʿanân-ı âsmâna irişmiş. Hazret ol suyıla pâk gusl eyledi. Egnine nûrdan bir hulle, fark-ı mübârekine nûrdan ʿimâme kodılar. Ol ʿimâme-i revân ol Hazret ismine Âdem halk olınmazdan evvel idi. Bin yıl mukaddem ʿakd itmiş idi. Kırk bin ferişte ol ʿimâmenün etrâfına taʿţîm-i tamâm ile turup tesbîh ü tehlîl iderlerdi. Her tesbihün ʿakabince ol Hazret’e salavât virürlerdi. Ol gice ki ʿimâmei Cebrâ’îl getürdi. Ol kırk bin ferişte bile gelmişlerdi. Ol Hazret’i ziyâret itdiler.
2. Tabakâtü'l-memâlik ve Derecâtü'l-mesâlik :
Bu derece hazret-i pâdişâh-ı zafer-muʿtâd ceyş-i pûlâd-nihâd ile kalʿa-i masûne-i Belgırad-ı cennet-âbâdı feth etdikleridir
Hazret-i pâdişâh-ı dîn-penâh u serʿ-dest-gâh müeyyed-min-ʿindi’llâh olub, âftâb-ı devletleri ufk-ı saʿâdet-tutuk-ı âhirü’z-zemândan tulûʿ idüb, safahât-ı âyîn-i dîn-i mübîn-i Seyyidü’l-mürselîn şaʿşaʿa-i şimşîr-i berk-karînleri ile münevver ü tâbân, lemeʿât-ı sâtıʿa-i tîg-i feth-âyâtları beyne’l-magribeyn ve’l-maşrıkeyn lâmiʿ u nümâyândır. Egerçi pâdişâh-ı merhûm u mebrûr, hidîv-i huld-mekîn ü firdevs-mekân u enîs-hûr, şâh-bâz-ı evc-i behişt ve hümâ-yı âşiyân-ı kusûr, garîk-i deryâ-yı rahmet-i Melik-i gafûr, şâh-ı memâlik-sitân u kişver-güşâ, fâtihü’l-ekâlîm, kahramân-ı kâhire, sâhibü’l-hücceti’l-bâhire Sultân Selîm enâra’llâhu bürhânehû el-melikü’r-rahîm serîr-i mübârek-âsâr u zafer-te’sîre cülûs-ı hümâyûn idüb, evreng-i saʿâdet-direng-i ʿOsmânî makdem-i meymûn-ı hilâfet-makrûnları vâkiʿ olaldan teshîr-i memâlik-i Aʿcâm u ʿIrak melhûz-ı hâtır-ı ʿâtır-ı ilhâm-ittifâkları, güşâd-ı kişver-i Fars u Horasan bel hıtta-i Hıtây u Çin ü Hindistân manzûr-ı zamîr-i münîr-i âftâb-rahşânları olmışdı. Hattâ bir defʿa şemme-i iltifâtları ile şâh-ı şark hâmûn-ı Çaldıran’da ceng-i sipâh-ı te’yîd-yemîn ü zafer-yesâr u feth-farkdan nâlân u gürîzân, deryâ-yı hayretde gark ve defʿa-i uhrâda zerre-i nigerânları zuhûrı ile sultân-ı Mısır ve memâlik-i ʿArab Kansu Gavri sahra-yı Haleb’de mukâbele-i mübârizân-ı kıyâmet-nişânda hezâr taʿab çeküb, ahirü’l-emr essehâ mâ-melek muktezâsınca revânını sümm-i semend-i pâdişâh-ı zafer-mende revân idüb, cânını belek çekmişdi. Takdîr-i Hayy-ı kadîr ile celle ʿani’s-sebîh ve’n-nazîr avân-ı saltanatları imtidâd bulsa gâlibâ zemân-ı kalîlde tedbîr-i güzîn ile cümle rubʿ-ı meskûnı zîr-nigîn idüb, satvet-i kahramânî ve şevket-i cihân-bânî birle eknâf-ı heft iklîmi Kâf-tâ-be-Kâf musahhar-ı şimşîr-i zafer-karîn iderlerdi. Ammâ pâdişâh-ı gazâpenâh u mücâhidîn-sipâh halleda’llâhu mülkehû ve ebkâhuhazretleri nişîmen-i saʿâdet-âşiyân-ı taht zıll-i [hümâ-sâye]-i hümâyûn-bahtlarıyla müstesʿad u sûd-mend oldıkda mahzâ ibtigâ-i merzât-ı Hakk ve imtisâl-i müfterizât-ı Vâcibü’l-mutlak içün teʿâlâ sânuhû ve ʿamme birruhû ve ihsânuhûtarîka-i âbâ ve ecdâd-ı cihâd-muʿtâdlarına sâlik olub, evkât-ı hilâfet-âyâtları kahr-ı aʿdâ-yı dîne masrûf, ʿinân-ı ʿazîmet-i meymenet-hâssiyyetleri izlâl-i erbâb-ı zalâl ü müşrikîne maʿtûf olmak mir’ât-ı zamâyir-i hakâyık-bîn ve âyine-i tabâyiʿ-i dakâyık-karînlerinde çehre-nümâ u sûret-güşâ vâkiʿ olduğı eclden dağdağa-i ʿusât-ı Şâm’dan ferâg müyesser oldığı gibi niyyet-i hayr-hâtimetleri savb-ı gazâya mukarrer oldı. (Demirtaş 2009: 62-63)
3. Selîmnâme
Şeref virdi kudûmi şehr-i Şâm’a,
Kul oldılar Şeh-i cem-ihtişâma.
Hümâyûn ismine okundı hutbe,
Hatîb ol ʿizzet ile buldı rütbe.
Zer ü sîme şeref bahş-eylediler,
Mübârek nâmını nakş eylediler.
ʿArab iklimine saldı emânı,
Ser-â-ser ʿadle sarf itdi zamânı.
Uyudı çeşm-i fitne hâbe vardı,
İmâm-ı terfiye mihrâba vardı.
Firûzân oldı rûşen şem-i nazmın,
Cihâna virdi nûrı lemʿi nazmın.
Buluşdı iki yâr emn u emândır,
Ki devr-i mehdî âhir-zamândır.
Serhadd-i memâlik-i ʿOsmaniye’den tâ Gazze’ye varınca ne kadar kılâʿ u bikâ’ ve bilâd u emsâr ve nevâhi-i-diyâr varısa tevâbiʿ u levâhıkı ile mazbût u müsellem dergâh-ı ʿâlî-şiyem vâkıʿ olub, her birinin re’âyâsı sâyir memâlik-i mahrûsa re’âyâsı gibi zıll-i zalîl-i ʿadaletlerinde huzûr-u istirâhatde oldılar. Bu hâletde efvâhdan mesmûʿ oldı ki muhârebe-i Haleb’de cânı halâs iden cündiler ve Çerkesler firârdan sonra Mısr’a irişüb anda bekâyâ-yı Çerâkise’den olanlar ile mülâkat idüb, maʿreke-i cân-âşûbda vakıʿ olan havâdisi takrir idüb, cümlesinin ittifakı Tomanbây nâm Çerkes’i sultan idüb, yigirmi beş bin mikdârı leşker olub, tekrâr pâdişâh-ı behişt-âşiyân taraflarına ʿisyân u tugyân itmek üzere ittifâk u ittihâd eylemişler. (Uğur, Ahmet vd. 1990: 190)
4. Cevâhiru’l-ahbâr fî Hasâili’l-ahyâr :
Bir kavm vardur, ol deryâda ġark olmışlardur ki ʿavâmdur. Bir kavm vardur ol bahirde gemiler tedârik idüp sefînelere girmişlerdür ki anlar ʿâlimlerdür. Hadd-i zâtında her nefs sefînedür ki kesb itdügine rehînedür. ʿAkl, ol geminün reîsi; efʿâl-i nüfūs ol merkebün limanı; metâʿı, ictihâdı, gemicileri, esrârı, sâyir ahlâk-ı hamîde-i merziyye ol geminün esbâbı misâlündedür, dimişler. Sefînenün cümle mühimmâtı kemâ-yenbaġî yirinde olup kusūr u noksânı olmaz ise riyâh, aʿmâl-i sâliha müsâʿadesi ile menâzil katʿ ider. Murâd u maksūd olan yire irişür. Ammâ esbâb u âlâtda kusūr u noksân olur ise muvâfakatı olmayan yillere döymez. Bahrün mevcleri müşkîldür, sefîne ġâyet berk ü mükemmel gerekdür. Şedâyide tahammül idemez münkesir ü helâk olur. Musannıf-ı kâmil bu makâma münâsib bir hikâyet îrâd eylemiş. Silk-i nazm ile muntazam kılındı.
Kim ki Hak tevfîkine mahrem olur,
Behcet ü şâdî ana hem-dem olur.
Asl-ı tevfîk ol gibi ey bahtiyâr,
Zikr-i Hak’da olasın bî-ihtiyâr.
Nefs ġâlib olsa ʿisyân itmege,
ʿAzm-ı zenb ü râm-ı şeytân itmege.
Gelse ol dem hâtıra havf-ı Hudâ,
Olsun ol emr ile ʿisyândan cüzâ.
Buna dirler zikr-i Hak, ehl-i hüdâ,
Reh-nümâ irşâdına it iktidâ.
Cümle îmân ehline tevfîk ire,
Ķalbe dâyim kuvvet-i tasdîk ire.
Kim ki Hakk’ı yâd idüp itmez günah,
Şah-dür ol devlet ana cünd ü sipah.
Bir ʿazįz itmiş hikâyet Kaʿbe’de,
Böyle görmiş vażʿ u hâlet Kaʿbe’de.
Kaʿbe’yi bir gice iderken tavâf,
Semʿine irmiş enîn ü hüzn-i sâf.
Aġlar, eyler çok tażarruʿla niyâz,
Bunı söyler, ġayrı itmez keşf-i râz.
...
(Baran, Burhan (2011). Celal-Zade Koca Nişancı Mustafa Çelebi: Cevâhirü'l-Ahbâr fi Hasâili'l-Ahyâr; İnceleme-Metin-Dizin(Cilt:I İnceleme-Metin). Doktora Tezi. Diyarbakır: Dicle Üniversitesi.156)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
1. Tercüme-i Miʿrâcü’n-nübüvve fî Medârici’l-fütüvve (Tercüme-i Delâil-i Nübüvvet-i Muhammedî ve Şemâil-i Fütüvvet-i Ahmedî):
Cebrâ’îl ʿaleyhi’s-selâm fermân-ı Melik-i Celîl ile celle celâlüh taʿyîn-i burâk içün behişte geldi. Cennet mergzârlarında otlar kırk bin burâk gördi. Alınlarına nâm-ı Muhammed sallallâhu ʿaleyhi ve sellem yazılmış. Anlarun içinde bir burâk mahzûn, gamgîn bir kûşede baş aşağa eylemiş giryân-ı reşkden eşk-i seylâbları ruhsârına revân olmış. Cebrâ’îl ol burâk önine vardı. İstifsâr-ı hâl idicek, ol burâk tekellüm itdi: “İy Cebrâ’îl! Kırk bin yıldur ki nâm-ı Muhammed’i sallallâhu ʿaleyhi ve sellem işitdüm. Varlık rahtını anun ʿaşk ve muhabbet serâ-perdesine çekdüm. Ol günden-ki kulağum Ol Hazret’ün nâmını işitdi, gönlüm taʿâm ve şerâba meyl itmedi.” didi. Cebrâ’îl ʿaleyhi’sselâm ol burâkı ihtiyâr itdi. Andan devlet-serây-ı sultân-ı ins ü cân tarafına ʿazîmet itdi. İbn ʿAbbâs’dan radıyallâhu ʿanhümâ rivâyet olınur ki “Hazret-i Risâlet ʿaleyhis-salâvâtü ve’s-selâm buyurdılar ki hâne-i Ümmühânî’de sâʿat-i mezbûrede âvâz-ı perr-i Cebrâ’îl ʿaleyhi’s-selâm semʿüme irişdi. Hâbdan sıçradum. Câme-hâb üzerine oturdum. Cebrâ’îl’i gördüm turur. Eyitdi ki tahkîk Allâh taʿâlâ sana selâm ider; seni ister. Ben alur giderem. Allâh taʿâlâ diler ki niçe kerâmetler ile seni mükerrem eyleye ki senden öndin kimesneye ol kerâmetleri virmiş degüldür. Hiçbir beşerün hâtırına dahi hutûr ider degüldür.” didi. Kalkdum. Tahâret itdüm. İki rekʿat namâz kıldum. Taşra çıkdum. Bir rivâyetde istedüm ki tahâret idem. Fermân geldi ki “İy Cebrâ’îl! Behişte var. Havz-ı kevserden habîbüm içün sallallâhu ʿaleyhi ve sellem su getür.” didi. Ben-dahi girîbânumı açmadın rēvân-ı behişt, iki yâkûtdan ibrikleri getürdi. Âb-ı Kevserden tolu zümürrüd-i asferden bir taşt, dört kûşelü, her kûşesinde gevherler ârâsteki ki fürûʿı ʿanân-ı âsmâna irişmiş. Hazret ol suyıla pâk gusl eyledi. Egnine nûrdan bir hulle, fark-ı mübârekine nûrdan ʿimâme kodılar. Ol ʿimâme-i revân ol Hazret ismine Âdem halk olınmazdan evvel idi. Bin yıl mukaddem ʿakd itmiş idi. Kırk bin ferişte ol ʿimâmenün etrâfına taʿţîm-i tamâm ile turup tesbîh ü tehlîl iderlerdi. Her tesbihün ʿakabince ol Hazret’e salavât virürlerdi. Ol gice ki ʿimâmei Cebrâ’îl getürdi. Ol kırk bin ferişte bile gelmişlerdi. Ol Hazret’i ziyâret itdiler.
2. Tabakâtü'l-memâlik ve Derecâtü'l-mesâlik :
Bu derece hazret-i pâdişâh-ı zafer-muʿtâd ceyş-i pûlâd-nihâd ile kalʿa-i masûne-i Belgırad-ı cennet-âbâdı feth etdikleridir
Hazret-i pâdişâh-ı dîn-penâh u serʿ-dest-gâh müeyyed-min-ʿindi’llâh olub, âftâb-ı devletleri ufk-ı saʿâdet-tutuk-ı âhirü’z-zemândan tulûʿ idüb, safahât-ı âyîn-i dîn-i mübîn-i Seyyidü’l-mürselîn şaʿşaʿa-i şimşîr-i berk-karînleri ile münevver ü tâbân, lemeʿât-ı sâtıʿa-i tîg-i feth-âyâtları beyne’l-magribeyn ve’l-maşrıkeyn lâmiʿ u nümâyândır. Egerçi pâdişâh-ı merhûm u mebrûr, hidîv-i huld-mekîn ü firdevs-mekân u enîs-hûr, şâh-bâz-ı evc-i behişt ve hümâ-yı âşiyân-ı kusûr, garîk-i deryâ-yı rahmet-i Melik-i gafûr, şâh-ı memâlik-sitân u kişver-güşâ, fâtihü’l-ekâlîm, kahramân-ı kâhire, sâhibü’l-hücceti’l-bâhire Sultân Selîm enâra’llâhu bürhânehû el-melikü’r-rahîm serîr-i mübârek-âsâr u zafer-te’sîre cülûs-ı hümâyûn idüb, evreng-i saʿâdet-direng-i ʿOsmânî makdem-i meymûn-ı hilâfet-makrûnları vâkiʿ olaldan teshîr-i memâlik-i Aʿcâm u ʿIrak melhûz-ı hâtır-ı ʿâtır-ı ilhâm-ittifâkları, güşâd-ı kişver-i Fars u Horasan bel hıtta-i Hıtây u Çin ü Hindistân manzûr-ı zamîr-i münîr-i âftâb-rahşânları olmışdı. Hattâ bir defʿa şemme-i iltifâtları ile şâh-ı şark hâmûn-ı Çaldıran’da ceng-i sipâh-ı te’yîd-yemîn ü zafer-yesâr u feth-farkdan nâlân u gürîzân, deryâ-yı hayretde gark ve defʿa-i uhrâda zerre-i nigerânları zuhûrı ile sultân-ı Mısır ve memâlik-i ʿArab Kansu Gavri sahra-yı Haleb’de mukâbele-i mübârizân-ı kıyâmet-nişânda hezâr taʿab çeküb, ahirü’l-emr essehâ mâ-melek muktezâsınca revânını sümm-i semend-i pâdişâh-ı zafer-mende revân idüb, cânını belek çekmişdi. Takdîr-i Hayy-ı kadîr ile celle ʿani’s-sebîh ve’n-nazîr avân-ı saltanatları imtidâd bulsa gâlibâ zemân-ı kalîlde tedbîr-i güzîn ile cümle rubʿ-ı meskûnı zîr-nigîn idüb, satvet-i kahramânî ve şevket-i cihân-bânî birle eknâf-ı heft iklîmi Kâf-tâ-be-Kâf musahhar-ı şimşîr-i zafer-karîn iderlerdi. Ammâ pâdişâh-ı gazâpenâh u mücâhidîn-sipâh halleda’llâhu mülkehû ve ebkâhuhazretleri nişîmen-i saʿâdet-âşiyân-ı taht zıll-i [hümâ-sâye]-i hümâyûn-bahtlarıyla müstesʿad u sûd-mend oldıkda mahzâ ibtigâ-i merzât-ı Hakk ve imtisâl-i müfterizât-ı Vâcibü’l-mutlak içün teʿâlâ sânuhû ve ʿamme birruhû ve ihsânuhûtarîka-i âbâ ve ecdâd-ı cihâd-muʿtâdlarına sâlik olub, evkât-ı hilâfet-âyâtları kahr-ı aʿdâ-yı dîne masrûf, ʿinân-ı ʿazîmet-i meymenet-hâssiyyetleri izlâl-i erbâb-ı zalâl ü müşrikîne maʿtûf olmak mir’ât-ı zamâyir-i hakâyık-bîn ve âyine-i tabâyiʿ-i dakâyık-karînlerinde çehre-nümâ u sûret-güşâ vâkiʿ olduğı eclden dağdağa-i ʿusât-ı Şâm’dan ferâg müyesser oldığı gibi niyyet-i hayr-hâtimetleri savb-ı gazâya mukarrer oldı. (Demirtaş 2009: 62-63)
3. Selîmnâme
Şeref virdi kudûmi şehr-i Şâm’a,
Kul oldılar Şeh-i cem-ihtişâma.
Hümâyûn ismine okundı hutbe,
Hatîb ol ʿizzet ile buldı rütbe.
Zer ü sîme şeref bahş-eylediler,
Mübârek nâmını nakş eylediler.
ʿArab iklimine saldı emânı,
Ser-â-ser ʿadle sarf itdi zamânı.
Uyudı çeşm-i fitne hâbe vardı,
İmâm-ı terfiye mihrâba vardı.
Firûzân oldı rûşen şem-i nazmın,
Cihâna virdi nûrı lemʿi nazmın.
Buluşdı iki yâr emn u emândır,
Ki devr-i mehdî âhir-zamândır.
Serhadd-i memâlik-i ʿOsmaniye’den tâ Gazze’ye varınca ne kadar kılâʿ u bikâ’ ve bilâd u emsâr ve nevâhi-i-diyâr varısa tevâbiʿ u levâhıkı ile mazbût u müsellem dergâh-ı ʿâlî-şiyem vâkıʿ olub, her birinin re’âyâsı sâyir memâlik-i mahrûsa re’âyâsı gibi zıll-i zalîl-i ʿadaletlerinde huzûr-u istirâhatde oldılar. Bu hâletde efvâhdan mesmûʿ oldı ki muhârebe-i Haleb’de cânı halâs iden cündiler ve Çerkesler firârdan sonra Mısr’a irişüb anda bekâyâ-yı Çerâkise’den olanlar ile mülâkat idüb, maʿreke-i cân-âşûbda vakıʿ olan havâdisi takrir idüb, cümlesinin ittifakı Tomanbây nâm Çerkes’i sultan idüb, yigirmi beş bin mikdârı leşker olub, tekrâr pâdişâh-ı behişt-âşiyân taraflarına ʿisyân u tugyân itmek üzere ittifâk u ittihâd eylemişler. (Uğur, Ahmet vd. 1990: 190)
4. Cevâhiru’l-ahbâr fî Hasâili’l-ahyâr :
Bir kavm vardur, ol deryâda ġark olmışlardur ki ʿavâmdur. Bir kavm vardur ol bahirde gemiler tedârik idüp sefînelere girmişlerdür ki anlar ʿâlimlerdür. Hadd-i zâtında her nefs sefînedür ki kesb itdügine rehînedür. ʿAkl, ol geminün reîsi; efʿâl-i nüfūs ol merkebün limanı; metâʿı, ictihâdı, gemicileri, esrârı, sâyir ahlâk-ı hamîde-i merziyye ol geminün esbâbı misâlündedür, dimişler. Sefînenün cümle mühimmâtı kemâ-yenbaġî yirinde olup kusūr u noksânı olmaz ise riyâh, aʿmâl-i sâliha müsâʿadesi ile menâzil katʿ ider. Murâd u maksūd olan yire irişür. Ammâ esbâb u âlâtda kusūr u noksân olur ise muvâfakatı olmayan yillere döymez. Bahrün mevcleri müşkîldür, sefîne ġâyet berk ü mükemmel gerekdür. Şedâyide tahammül idemez münkesir ü helâk olur. Musannıf-ı kâmil bu makâma münâsib bir hikâyet îrâd eylemiş. Silk-i nazm ile muntazam kılındı.
Kim ki Hak tevfîkine mahrem olur,
Behcet ü şâdî ana hem-dem olur.
Asl-ı tevfîk ol gibi ey bahtiyâr,
Zikr-i Hak’da olasın bî-ihtiyâr.
Nefs ġâlib olsa ʿisyân itmege,
ʿAzm-ı zenb ü râm-ı şeytân itmege.
Gelse ol dem hâtıra havf-ı Hudâ,
Olsun ol emr ile ʿisyândan cüzâ.
Buna dirler zikr-i Hak, ehl-i hüdâ,
Reh-nümâ irşâdına it iktidâ.
Cümle îmân ehline tevfîk ire,
Ķalbe dâyim kuvvet-i tasdîk ire.
Kim ki Hakk’ı yâd idüp itmez günah,
Şah-dür ol devlet ana cünd ü sipah.
Bir ʿazįz itmiş hikâyet Kaʿbe’de,
Böyle görmiş vażʿ u hâlet Kaʿbe’de.
Kaʿbe’yi bir gice iderken tavâf,
Semʿine irmiş enîn ü hüzn-i sâf.
Aġlar, eyler çok tażarruʿla niyâz,
Bunı söyler, ġayrı itmez keşf-i râz.
...
(Baran, Burhan (2011). Celal-Zade Koca Nişancı Mustafa Çelebi: Cevâhirü'l-Ahbâr fi Hasâili'l-Ahyâr; İnceleme-Metin-Dizin(Cilt:I İnceleme-Metin). Doktora Tezi. Diyarbakır: Dicle Üniversitesi.156)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | ANÎK, Mustafa Anîk Efendi | d. ? - ö. 1716-17 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | RÂTİB, Seyyid Ebû Bekir Râtib Efendi | d. ? - ö. 1799 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | HİCRÎ, Ahmed Hicrî, Tosyalı | d. 1875 - ö. 1920 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | ANÎK, Mustafa Anîk Efendi | d. ? - ö. 1716-17 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | RÂTİB, Seyyid Ebû Bekir Râtib Efendi | d. ? - ö. 1799 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | HİCRÎ, Ahmed Hicrî, Tosyalı | d. 1875 - ö. 1920 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | ANÎK, Mustafa Anîk Efendi | d. ? - ö. 1716-17 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | RÂTİB, Seyyid Ebû Bekir Râtib Efendi | d. ? - ö. 1799 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | HİCRÎ, Ahmed Hicrî, Tosyalı | d. 1875 - ö. 1920 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | ANÎK, Mustafa Anîk Efendi | d. ? - ö. 1716-17 | Meslek | Görüntüle |
11 | RÂTİB, Seyyid Ebû Bekir Râtib Efendi | d. ? - ö. 1799 | Meslek | Görüntüle |
12 | HİCRÎ, Ahmed Hicrî, Tosyalı | d. 1875 - ö. 1920 | Meslek | Görüntüle |
13 | ANÎK, Mustafa Anîk Efendi | d. ? - ö. 1716-17 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | RÂTİB, Seyyid Ebû Bekir Râtib Efendi | d. ? - ö. 1799 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | HİCRÎ, Ahmed Hicrî, Tosyalı | d. 1875 - ö. 1920 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | ANÎK, Mustafa Anîk Efendi | d. ? - ö. 1716-17 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | RÂTİB, Seyyid Ebû Bekir Râtib Efendi | d. ? - ö. 1799 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | HİCRÎ, Ahmed Hicrî, Tosyalı | d. 1875 - ö. 1920 | Madde Adı | Görüntüle |