SAFÂYÎ, Mustafa

(d. ?/? - ö. 1138/1725)
tezkire yazarı ve divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

18. yüzyıl tezkirecilerinden olan Mustafa Safâyî Efendi, İstanbul’da doğdu. Tezkiresinin mukaddimesinden anlaşıldığı üzere, IV. Mehmed’in (1641-1692) sadrazamlarından olan Elmas Mehmed Paşa (ö.1697) tarafından korundu. Onun desteğiyle kâtiplik mesleğine girdi. Daha sonra mektupçu ve defter emini oldu (Çapan 2005a: 62). Defter emanetine getirilişine Üsküdarlı Sırrî; "Didi utârid gel gör belâyı / Defter emîni oldı Safâyî" (Erdem 1994:190) beytini tarih düşürdü.  Bir süre İstanbul mukâtaacılığı ve kal’a tezkireciliği gibi vazifelerde bulundu. Biraz safça bir adam olması yüzünden, sadrazama yakınlığını çekemeyenlerin düşmanlıklarını kazandı. Elmas Mehmed Paşa’nın Nemçe (Zenta) Seferinde 11 Eylül 1697 günü şehit olması üzerine, atandığı maliye tezkireciliği görevinden azledildi. Ççok sıkıntılı günler geçiren Safâyî, Paşa'nın şehadeti üzerine şu tarihi düşürdü: 

Zevâli gussasın çeksün deyü ruhsat virir yohsa 

Felek ehl-i kemâlin hor u makhûr oldığın ister (Erdem 1994: 190)  

Safâyî, Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın sadrazamlığı sırasında, 25 yıl önce yazmağa başladığı tezkiresini tamamlayarak kendisine sundu ve bu sayede durumunu düzeltme imkânı buldu. Yine sadrazamın yardımlarıyla şıkk-ı sânî defterdarlığına getirildi. Bu görevini sürdürürken 1138/1725'te vefat etti. Râmiz'in babası Nâim Efendi, Safâyî’nin vefatına şu tarihi düşürdü:

 "Ola yâ Rabb Safâyî’nin makamı cennet-i a’lâ " (Erdem 1994: 191)  

Sicill-i Osmânî’de (1996: 228) vefat tarihi sehven 1137 Cumâde’l-âhiri; Hâtimetü’l-Eş’âr’da (Fatin Efendi 1271: 239) ise hatalı olarak 1197 şeklinde kaydedilmiştir. 

Safâyî devrinde şiir ve edebiyat çevrelerinde önemli bir kişi olarak tanınmıştır. Özellikle Lale Devri (1718-1730) şairleri arasında seçkin bir yeri vardır. Bu devirde düzenlenen şiir, musıki ve sanat toplantılarına katılmış, devlet büyüklerinin yakınında bulunmuş devrin önemli olayları ve yeni yapılan eserler dolayısıyla kasideler, kıtalar ve tarihler söylemiştir (İpekten 1986: 105). Râmiz, şiirlerinin devrinde beğenildiğini söyler (Erdem 1994: 191). Fatin de onu eşsiz bir şair olarak niteler (1271: 239-40). Kaynaklarda Safâyî’nin mürettep bir Dîvân’ı olduğundan söz edilmektedir, ancak ele geçmemiştir (İpekten 1986: 105). Safâyî Efendi asıl şöhretini, Nuhbetü’l-Âsâr min Fevâ’idi’l-Eş’âr adlı tezkiresine borçludur. Şiirlerinden de Râmiz (Erdem 1994: 191)ve Fatin (1271: 239-40) Tezkirelerinde övgüyle söz edilmiştir.

1. Nuhbetü’l-Âsâr min Fevâ’idi’l-Eş’âr: Bu eser 1640 yılında tamamlanan Rızâ Tezkiresi’ne zeyldir. Tezkirede 1640 yılından başlayarak, tamamlandığı 1132/1720 yılına kadar geçen 80 yıl içinde yetişmiş, 484 şairin biyografisi kayıtlıdır ve bu sebeple, 18. yüzyıl edebiyat tarihi için önemli bir kaynaktır. Safâyî Tezkiresi basılmamıştır, yazma nüshaları da sınırlıdır. Müellifin el yazısıyla yazılmış ve tamamlanmamış müsveddesi Süleymaniye Ktp. Hâlet Efendi eki 112'dedir. Tam ve en doğru, büyük ihtimalle müellifin kendi eliyle beyaza çektiği nüshası, yine Süleymaniye Ktp. Es’ad Efendi 2549’da kayıtlıdır. Tezkirenin tenkitli metni yayımlanmıştır (Çapan 2005a).

Tezkire alfabetik olarak tasnif edilmiş ve her harf kendi içinde, şairler adlarının üçüncü harfine kadar sıralanmıştır. Aynı adlı şairler ölüm tarihleri itibarıyla kaydedilmişlerdir. Dili oldukça ağır ve ağdalıdır. Safâyî, kalemini iyi bir inşa örneği verebilmek gayesiyle, oldukça itinalı kullanmıştır. Bu gayreti özellikle tezkiresinin mukaddimesinde ve tanınmış şairleri anlatırken açıkça görülür. Buna karşılık eserde, son derece sede bir dille yazılmış kısımlar da vardır (Çapan 2005a: 13). Safâyî Tezkiresi'nin dil ve üslup özelliklerinden biri de, ifadesindeki akıcılık ve bu akıcılığı temin eden kelimelerin, özellikle secilerin seçimindeki özendir. 

Safâyî Tezkiresi, edebiyatımızda Latîfî, Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi’nin eserleri kadar önemlidir. 17. yüzyılın ikinci yarısıyla 18.yüzyılın başında, özellikle bir kültür ve edebiyat devri olan Lale Devri’nde yaşayan şairler bakımından çok değerli bir kaynaktır. Yazar şairlerin hayatlarına ait geniş ve ayrıntılı bilgi vermiş, öğrenimini, mesleğini, nerelerde görev yaptığını ve eserlerini kaydetmiştir. Çoğunun ölüm tarihleri de belirtilmiştir. Eserine aldığı şairlerin edebî şahsiyetleri hakkında da değerli fikirler ileri sürmüştür. Ayrıca her şair için bazen üç-dört gazele kadar, bolca örnek vermişir. Safâyî, şiir örneklerini seçerken de oldukça dikkatli davranmıştır. Bu örnekler arasında onun kendi sanat zevkini ifade eden şiirler çoğunluktadır ve bunlar onun üstün, sağlam ve gelişmiş bir şiir zevkine sahip olduğunu göstermektedir.

Safâyî, şairlerin biyografilerini kronolojik olarak sıralarken genellikle mahlas, isim, memleket, akrabalık, tahsil, meslek, şahsiyet özellikleri ve becerileri, sosyal muhit, şairin hayatından kesitler, eser, anekdotlar, değerlendirme, örnek cümlesi ve örnekler, ölüm, ölüm hâli, vefat kaydı ve şairin mezarının yeri gibi bilgileri doğru olarak kaydetme endişesi taşır. Şairlerin sanat güçleriyle, yaratılıştan getirdikleri hususiyetler arasındaki ilişkiye de dikkat eder. Bazen şairin doğuştan şair olup olmadığı, yaratılışında sanat güç ve kabiliyetinin bulunup bulunmadığı, eğer varsa bunun azlığı, çokluğu, yüksekliği düşüklüğü vb. çeşitli dereceleri üzerinde durur. Bunları yaparken, değerlendirmelerini söz konusu şairin hangi eserinden hareketle yaptığını ise nadiren belirtir. Değerlendirmelerini subjektif tavra ve ananevi terminolojiye uygun ifade kalıpları içinde yapar. Sanata dair tespitleri arasında, şairlerin eserlerine dair bilgilere de yer verir. 

Kaynakça

Akbayar, Nuri-Seyit Ali Kahraman (hzl.) (1996). Sicill-i Osmânî, Mehmed Süreyya. C. 3. İstanbul: Tarih Vakfı Yay.

Çapan, Pervin (1991). “Tezkire-i Safâyî Dîbâcesi”. Fırat Üniv. Sos. Bil. Dergisi 5 (1): 111-114.

Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay.

Çapan, Pervin (2005b). “Tezkireci Mustafa Safâyî Efendi’nin Şairliğine Dair”. Şinasi Tekin’in Anısına Uygurlardan Osmanlıya. İstanbul: Simurg Yay. 296-304.

Çapan, Pervin (2009).“Bir Üslûp Unsuru Olarak Safâyî Tezkiresi’nde Örnek Verme İşlemi”, İKÜ UTEK 2007 Bildiri Kitabı (2): 99-120.

Erdem, Sadık (hzl.) (1994). Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ’sı. Ankara: AKM Yay.

Fatîn Efendi (1271). Hâtimetü’l-Eş’âr. İstanbul.

İnce, Adnan (hzl.) (2005). Tezkiretü’ş-Şuarâ Sâlim Efendi. Ankara: AKM Yay.

İpekten, Haluk (1986). Türk Edebiyatının Kaynaklarından Türkçe Şu’arâ Tezkireleri. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yay.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. PERVİN ÇAPAN
Yayın Tarihi: 20.08.2013
Güncelleme Tarihi: 16.11.2020

Eserlerinden Örnekler

Gazel

Devr eder ol serv-kâmet gül-izârım Mevlevî

Neyveş efzûn eyledi feryâd u zârım Mevlevî

Mevlevîler başına âlem fer-â-fer çevrilir

Ger semâ etse kaçan ol işve-kârım Mevlevî

Gitmekile hep rikâb-ı esb-i nâzında senin

Fahr eder erbâb-ı dil yektâ-suvârım Mevlevî

Ser-bürehne sana eyva’llâh der abdâl kim

Mülk-i hüsnün pâdişâhı tâc-dârım Mevlevî

Gel kudümünle müşerref kıl gönüller tahtını

Müstemendindir Safâyî şehriyârım Mevlevî

(Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 439.)

ÂDEM DEDE

İsm-i sâmîleri mutâbık-ı müsemmâ olup mahlasları dahi Âdem’dir. Antakya’dan zuhûr etmişdir. Evâ’il-i hâlinde zu’emâ zümresinden iken tarîk-i hidâyet-refîk-i Mevleviyyeye sâlik olup tekmîl-i âdâb-ı tarîkat ve tahsîl-i kemâl-i ma’rifet edip badehu Galata’da vâkı’ İskender Pâşâ zâviyesine şârih-i Mesnevî-i şerîf İsmâil Dede yerine şeyh-i Mevlevî olmuşdur. Velâyet ve kerâmet ile meşhûr bir zât-ı ma’murdur cümle-i kerâmâtından ‘asr-ı Sultân Murâd Hân-ı Râbide Şeyh-i mûmâ-ileyh ba’zı dervişân ile birgün Hisârlara gidip vakt-i ‘asrdan sonra kâyık ile ‘avdet edip gelürken bir ki neyzen ve bir iki kudüm-zen ile âyîn-i Mevlevî ile gelirken ol ‘asrda bostancıbaşı olan nâdân yalı köşkünde otururmuş. Bunların sadâsın istimâ’ etdikde bir gürûh bostâncı ile bir kanca başı sandal ta’yîn edip şeyhi ve dervişân ile Tophâne iskelesine yanaşırken bunları çevirip köşk önüne getürdür. Bunları taşra çıkarır kayıklarını delip nâylarını kudümlerini bir taş üzerinde kırdırıp bade’l-yevm bu makûle vaz’ ile deryâda gezmeyesüz deyü lisânen ta’zîr edip yol verir. Şeyh-i mûmâ-ileyh ve dervişân münkesiran Bagçe Kapusu iskelesine gelince ahşam geçer karanlık olur. Hâsılı hezâr-zahmet ile bir kâyık bulup Galata’ya geçerler. Tekyeye geldikleri sâ’at şeyhin odasında sarây tarafına nâzır iki penceresi var imiş. İkisini dahi kapayıp yigirmi gün geçdikde şeyh pencereleri açdırır. Ol sâ’at bir haber şâyi’ olur ki bostâncıbaşı gazab-ı pâdişâhî ile katl olunmuş. Hemân dervişin biri şitâb ile kaziyeye vâkıf olmak içün ol mahalle vardıkda ol bostâncıbaşının ser-maktû’ını kudümleri ve nayları kırdığı taş üzerine komışlar. Husûs-ı mezbûr kibâr u sıgârın ma’lûmu oldukda

 Bu âyînin semâ’ıdır ve ger nây u kudûmidür

 Sakın ta’n etme ki hasmın Celâleddin-i Rûmî’dür

Mefhûmu üzre Şeyh-i mûmâ-ileyhin inkisârı ile oldugu nûr-ı hûrşîd gibi âşikâr olmuş bir şeyh-i kâmil olup bin altmış dört hudûdunda arzû-yı hacc ile suy-ı deryâdan ‘âzim-i râh-ı Hicâz olup Kâhire-i Mısr’a vardıkda merhûm olmagla ol gencîne-i feyz ü kemâl Mısr Mevlevî-hânesi mekâbirinde defn olunup yerine hânkâh-ı Galata’da kârî-i Mesnevî-i Şerîf olan Arzî Mehmed Dede şeyh-i Mevlevî olmagla Âdem Dede fevtine ve Arzî Dede meşîhatına müverrih Nisârî bu târihi nazm etmişdir.Târîh

 Usûl-i devri çün Âdem Efendi’nin tamâm oldu

 Dedim ayâ bu kâr-ı dil-nüvâza kim mukayeddir

 Bu efkâr ile hâb-âlûd iken bu dîde-i tab’ım

 Göründü ruh-ı Mevlânâ ki ol nûr-ı ser-âmeddir

 Buyurdu ey Nisârî böyle tahrîr eyle târihin

 Değildir devr-i Âdem geçdi o devr-i Muhammed’dir

Nesr ‘azîz-i mûmâ-ileyhin terennümât-ı ney-pâre-i kalemi mutâbık-ı usûl-i sûfiyâne ve eş’ârı hâlet-şi’ârı bî tekellüf ü âşıkâne olup bu birkaç beyt-i latîf ol vücûd-ı şerîfin âsârındandır.

Nazm

Derd ehli libâsını ‘aşkile giyen gelsin

Zehrine şeker gibi zevk ile yiyen gelsin

Ol günlerini sâ’im hem gîcelerin kâ’im

Fakr âteşine dâ’im sabr ile yanan gelsin

Hakk’a eremez kimse atlas u libâs ile

Öz kendi eli ile cânına kıyan gelsin

Kâl u kîl ile hergiz menzile erişilmez

Kendilik ile olmaz mürşîde Uyan gelsin

Âldanma sakın Âdem her âline dünyânın

Öz varlıgını bunun yokluga sayan gelsin

(Çapan, Pervin (haz.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 63-64.)

‘ITRÎ

Nâmı Mustafâ’dır. İstânbûl’dan bedîdâr Buhûrî-zâde denmekle şöhret-şi’ârdır. ‘Asrın şu’arâ-yı şîrîn-güftârındandır. ‘İlm-i edvârda devrin hâce-i sânîsi ve fenn-i mûsikîde şehrin gulâm-ı şâdîsi olmagla sadâ-yı nevâ-yı nâlesi ‘Irak ile Hicâz’ı pervâz ve nezâket-âgâz-ı hoş-nevâsı Nişâpûr-ı ‘Acem ü İsfehânı reşk-endâz etmişdir. Fenn-i mu’ammâda dahi sâhib-i nâm u nişân olmagla pâdişâh-ı ve’l-imkân Sultân Muhammed Hân-ı Râbi’ hazretlerinin meclis-i hümâyunlarına dâhil olup ma’rifeti pesendîde-i pâdişâhî olmagla İstânbûl’un esirciler kethüdâlıgını ‘arzuhâl etmekle hatt-ı hümâyûn-ı sa’âdet-makrûn ile teveccüh ü ihsân buyurulup vefâtına dek zabt edip kendüye medâr-ı ma’işet olup bin yüz yigirmi iki seneside mâye-i hayât-ı râhatü’l-ervâh olan rûh-ı revânı ‘âlem-i evce ‘azîmet etmişdir. Âsârından bu birkaç beyt bu mahalle tahrîr olundu.

Nazm

Bakmazsa rûy-ı dil-bere adâ safâ nazar

Sen eyle sun’-ı Hakk’ı temâşâ sâfâ nazar

Mihr ü mehe bakar mı cemâlin gören dedim

Bakdı dedi ol âyîne-sîmâ sâfâ nazar

Dil-i nâzır gubâr-ı derindir dedim didi

Câ’izse kuhl-ı dîde-i bînâ safâ nazar

Dil-dâr hâl ü hatt u lebin gösterip dedi

Habb ü gubâr u bâde-i şehlâ safâ nazar

Yokdur nazîr-i hüsnüne dirdir iki degil

Mislin görürse nergis-i şehlâ sâfâ nazar

Bu nev-zuhûr-ı şâhid-i nazmın görüp eger

‘Itrî nazîre derse ehibbâ sâfâ nazar

ve lehu

Etsin ‘ilâc derd-i dile ol meh tabîb ise

Yohsa visâle minnetimiz yok nasîb ile

Dil-ber henüz satmada kâlâ-yı nâzını

Germ-âteş içre yanmadadır ‘andelîb ise

Bir genc-i bî-misâldir ‘Itrî harîm-i yâr

Ejderdir etmiş anda temekkün rakîb ise

ve lehu

Hasretle nola kalsa gözüm hâk-i rehinde

Göz dikdigi yerlerdir o mihrin de mehin de

Dâmen-keş ola ey ‘Itrî hemân çirk-i riyâdan

Gam çekme giran yok deyü bahr-ı künhünde

ve lehu

Şevk-i gülzâr-ı ruhunla dil kaçan cûş eder

Nâlesi hep bülbülân-ı gülşeni hâmûş eder

Gülşen-i kûyun anıp ger nâle kılsam ‘Itriyâ

Meclisinden lâl olup bülbül figânım gûş eder

(Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 398-399.)

NÂ’İLÎ

Ol şem’-i şebistân-ı ma’ârifin nâmı Mustafâ’dır. Bezmgâh-ı Sitânbûl’dan fürûzân olmuşdur. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i ma’ârif-i bî-hesâbdan sonra aklâm-ı mukâta’atdan ma’den kaleminin halîfesi olmuşdur. Asrın şu’arâsındandır. Tîşe-i hâmesinin güşâde etdigi vâdî-i suhan kendüye mahsusdur ki bir Ferhâd tîşe-i kuvvet-i nâtıkasının dest-zedi degildir. Hümâ-yı tab’-ı bülendi evc-i fesâhatin âşiyâne-gîri bir şâh-ı kalem-rev-i suhandır ki makâm-ı belâgat-serîri olup mahsûdü’l-akrân olmagla evâhir-i hâlinde ba’zı hasede ve fesede gamzıyla magzûb-ı âsâfî olup nefy ile mihnet-keş-i rûzgâr olmuşdur. Şem’-i ikbâli keşte-i tündbâd-ı edbâr oldugun zılâmı âlâmanı iz’âf etmişdir. Cevâhir-i girân-bahâ-yı eş’âr-ı fesâhat-disârını tedvîne münharır edip bin yetmiş yedi târîhinde ‘azm-ı bekâ etmişdir. Fevtine bu târîhler nazm olunmuşdur.

Târîh-i Vefât-ı Nâ’ilî

(‘Âzim-i lahd olucak Nâ’ilî-i pâk suhan

Etdi ahbâba vedâ’ eyledi hem terk-i vatan

Merkadin ravza-i ennent rdr Mevlâ-yı Rahîm

Ferş-i istebrak ola sündüs ola ana kefen)

Dediler halk-ı cihân fevtine anın târîh

Nâ’il-i cennet ola Nâ’ilî-i nâdide-fenn

 sene:1077

Târîh-i Dîger

Gûş edip Fevzî dedi târîhini

Nâ’ilî ola şefâ’at nâ’ilî

 sene:1077

Târîh-i Dîger

Ebû ‘Ali-suhan ya’ni Nâ’ilî Çelebi

O mîr-i meclîs-i ‘irfân u zübde-i şu’arâ

Ser-halîfesi ma’den-i mukâta’ası iken

O merkezde nice dem olmuşidi zîb-efzâ

Muhâsebe edecek ‘ömr-i defterin takdîr

Yedd-i ecelle urup mühr eyledi imzâ

Olunca ‘âzîm-i dîvân-ı Hazret-i Bârî

O pâdişâh-ı serîr-i mesâlik-i ma’nâ

Dedim du’â ile Târîh-i fevtini Nazmî

Bihişti Nâ’ilî’ye eyleye mekân Mevlâ

sene:1077

Târîh-i Dîger

Nâ’il-i Firdevs bâdâ Nâ’ilî el-Fâtihâ

 sene:1077

Nazm eyledigi Na’t-ı Şerîf’dir.

Gönül bîgânelerle âşinâdır yâ Resûla’llâh

Der-i devlet-me’âbından cüdâdır yâ Resûla’llâh

Zer-i hûrşîd mahşer-i ravzadır iksîr-i hâlinden

Reh-i ‘aşkında ol kim hâk-i pâdır yâ Resûla’llâh

Sarardır zikr ü fikrin hücresin erbâb-ı tevhîdin

Siyeh hâkî zer eyler kimmiyâdır yâ Resûla’llâh

Olan hâdî sırât-ı müstakîme şer’-i pâkindir

Bu âlem berzah-ı havf u recâdır yâ Resûla’llâh

Ne denlü Nâ’ilî şâyân-ı tertîb-i cezâ olsa

Cenâbından şefâ’at mültecâdır yâ Resûla’llâh

 ve lehu

Nutk-âferîn ki tab’ıma feyz-i makâl eder

İlhâm-ı na’t-ı mu’ciz-i eshâb u âl eder

Şükr-i nısâb-ı na’tile dâd-ı suhanveri

Nev-tûtî-i zebânıma şeker-nevâl eder

İ’câz-ı na’ti kim kalem-i mû-şikâfımı

Sûret-i nigâr deyr-i bütân-ı hayâl eder

Meşşâta-i kalem reşehât-ı midâdımı

Bir bir cemâl-i şâhid-i ma’nâya hâl eder

Eş’ârından bir mikdâr ebyât tahrîr olundu

Bir veche nâzır ol ki nazîri bulunmaya

Bir zülfe beste ol ki esîri bulunmaya

Ahsentü ol gedâ-yı tahammül bedûşa kim

Yansa cihân içinde hasırı bulunmaya

La’net o hân-ı lutfa ki nâdâna vakf olup

Ehl-i dilin fatîr ü hamîri bulunmaya

Dil kim eder figânını geh pest ü geh bülend

Benzer o sâza kim bem ü zîri bulunmaya

 ve lehu

Goncanın gül-bün bülün destâr-ı hûbândır yeri

Ol hayâ gül-berginin pirâhen-i cândır yeri

Tâk-ı ebrûdan geçip zülfünden ayrılmaz gönül

Bir ‘aceb dîvânedir kim kâh-ı eyvândır yeri

Pâdişâh-ı mülk-âzâdı olan mey-hârenin

Tahte-i meyhânede taht-ı Süleymân’dır yeri

Nâ’ilî bulmaz mürebbî pâyesin perverdeler

Âfitâbın çarh-ı çârım gevherin kândır yeri

 ve lehu

Rind-i ‘aşkı bu tokuz câm ferah-nâk edemez

Dil nedir ‘aşk nedir gam nedir idrâk edemez

Şîşe meksûr olıcak kâbil-i tathîr olmaz

Mest-i sahbâ-yı mecâz âyînesin pâk edemez

Kimmiyâ kân-ı emel bulsa da cây-ı hâli

Zer eder hâkini ammâ zerini hâk edemez

 ve lehu

Nakd-i dili dil-dâra verip mâ-hasal aldım

Bâzâr-ı muhabbetde gam-ı bî-kesel aldım

Bir vechile ta’bîr edemem zevk-i hayâlin

Âgûşa bu şeb hâbda bir ince bel aldım

Öpdüm ayagın meykedede pîr-i mugânın

Şeyhü’l-harem-i Ka’be-i ‘irfândan el aldım

 ve lehu

Peymâneden döküldü mey-i nâb bir yere

Nûr indi sandılar gören ahbâb bir yere

Nahl-i bülend gibi görücek sâye-dâr olup

Can düşdü bir yere dil-i bî-tâb bir yere

Bir kerre olsa büt çâr-ı ebrûya matâf

Mahsûs olurdu Ka’be’de mihrâb bir yere

 ve lehu

Hevâ-yı ‘aşka uyup kây-ı yâra dek gideriz

Nesîm-i subha refîkiz bahâra dek gideriz

Pelâs-pâre-i rindî bedûş kâse-be-kef

Zekât-ı mey verilir bir diyâra dek gideriz

 ve lehu

Tâ-be-key ey mest gaflet-i hâb gelsin çeşmine

Nîm-şeb nâlişler et hûn-âb gelsin çeşmine

‘Âşık ol gurbetde kim tahrîb olur giryânlıga

Dem-be-dem eşk-i gam-ı ahbâb gelsin çeşmine

 ve lehu

Ehl-i dile tokunma ki âzârı saht olur

Bezm olsa hâk her ne kadar hârı saht olur

 ve lehu

Sâde-diller kim felekden şefkat ümîdindedir

Ser-nigûn peymâneden keyfiyet ümîdindedir

Dil temennâ-yı nigâh-ı tutf eder ol âfetin

Merdüm-i çeşminden insâniyyet ümîdindedir

 ve lehu

Şahsın isti’dâdı lutf-ı peykerinden bellidir

Kimmiyâ-yı kabiliyyet cevherinden bellidir

Zîr-i pây-ı şem’ ü gül-bünde ‘ayâr-ı sûzişi

Bülbül ü pervânenin hâkisterinden bellidir

 ve lehu

Güşâyiş-i dile bir nice rûzgâr ister

Şükûfte olmaga ol gonca çok bahâr ister

 ve lehu

Şerâb-ı nâb getirdikçe nîm-hâb sana

Tutar elinde kadeh mâh u âfitâb sana

 ve lehu

Nisâr-ı nakd-i niyâz etmege şitâbım var

Benim ol âfet ile başka bir hesâbım var

 ve lehu

Sürûr-ı bezm-i visâli figân-ı âha degiş

Safâ-yı vuslatı bir âşinâ nigâha degiş

 ve lehu

Ol şûhu bâgda gördüm şükûfte-rû tâze

Elinde bir gül açılmış o tâze bu tâze

(Çapan, Pervin (haz.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Başkanlığı Yay. 581-586.)


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1Haşim Çatışd. 04 Eylül 1952 - ö. 19 Mart 1996Doğum YeriGörüntüle
2KÂTİB ÇELEBİd. 1609 - ö. 1657Doğum YeriGörüntüle
3ŞEYHÎ, La'lî-zâde Şeyh Mehmed Efendi b. La'lî-zâde İbrahim Efendid. 1640-41 - ö. Ağustos-Eylül 1706Doğum YeriGörüntüle
4Haşim Çatışd. 04 Eylül 1952 - ö. 19 Mart 1996Doğum YılıGörüntüle
5KÂTİB ÇELEBİd. 1609 - ö. 1657Doğum YılıGörüntüle
6ŞEYHÎ, La'lî-zâde Şeyh Mehmed Efendi b. La'lî-zâde İbrahim Efendid. 1640-41 - ö. Ağustos-Eylül 1706Doğum YılıGörüntüle
7Haşim Çatışd. 04 Eylül 1952 - ö. 19 Mart 1996Ölüm YılıGörüntüle
8KÂTİB ÇELEBİd. 1609 - ö. 1657Ölüm YılıGörüntüle
9ŞEYHÎ, La'lî-zâde Şeyh Mehmed Efendi b. La'lî-zâde İbrahim Efendid. 1640-41 - ö. Ağustos-Eylül 1706Ölüm YılıGörüntüle
10Haşim Çatışd. 04 Eylül 1952 - ö. 19 Mart 1996MeslekGörüntüle
11KÂTİB ÇELEBİd. 1609 - ö. 1657MeslekGörüntüle
12ŞEYHÎ, La'lî-zâde Şeyh Mehmed Efendi b. La'lî-zâde İbrahim Efendid. 1640-41 - ö. Ağustos-Eylül 1706MeslekGörüntüle
13Haşim Çatışd. 04 Eylül 1952 - ö. 19 Mart 1996Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14KÂTİB ÇELEBİd. 1609 - ö. 1657Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15ŞEYHÎ, La'lî-zâde Şeyh Mehmed Efendi b. La'lî-zâde İbrahim Efendid. 1640-41 - ö. Ağustos-Eylül 1706Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16Haşim Çatışd. 04 Eylül 1952 - ö. 19 Mart 1996Madde AdıGörüntüle
17KÂTİB ÇELEBİd. 1609 - ö. 1657Madde AdıGörüntüle
18ŞEYHÎ, La'lî-zâde Şeyh Mehmed Efendi b. La'lî-zâde İbrahim Efendid. 1640-41 - ö. Ağustos-Eylül 1706Madde AdıGörüntüle