Madde Detay
SEHÎ, Sehî Bey
(d. -/- - ö. 955/1548/49)
tezkire yazarı, divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Şair ve ilk tezkire yazarı olan Sehî Bey, Edirne’de doğdu. Asıl adı belli değildir. Abdullahoğlu denmesine bakılırsa devşirme olduğu söylenebilir. Öğrenim hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. 15. yüzyılın büyük şairlerinden Necatî Bey’in (ö.914/1508) yanında yetiştiği ve hayatı boyunca da onun çevresinden hiç ayrılmadığı biliniyor. Necâtî Bey, Sultan Bâyezîd’in (d.857/1453-ö.918 /1512) oğlu şehzade Mahmud’un (d.880/1475-ö.913 /1507) Manisa valiliği zamanında, şehzade hocası ve nişancı olunca, Sehî Bey de 910/1504 yılında onunla birlikte Manisa’ya gitti. Ömrü kâtipliklerde geçen Sehî Bey, şehzade Mahmud’un yanında başladığı bu görevine onun ölümü üzerine İstanbul’da devam etti. Daha sonra da şehzadeliği sırasında Kanunî’ye (d.900/1495-ö.974/1566) divan kâtibi oldu (919/1504) ve 926/1520 yılına kadar Manisa ve kısa süreler Edirne’de olmak üzere yedi yıl onun hizmetinde bulundu. Kanunî, padişah olunca Sehî Bey, önce İstanbul’da kapıkulu sipahi bölüğüne atandı ve bir süre sonra da Edirne’de küçük bir tevliyet hizmetine geçti. Bu tayinin Sehî Bey’in arzusu dışında olduğu ve tekrar İstanbul’a gelmek için çeşitli aracılara başvurduğu biliniyor. Ardından Ergene ve başka bazı imaretlerin mütevelliliğine tayin edildi. Sehî Bey, hayatının son 30 yılını Edirne’de yalnızlık içinde mütevellilik maaşıyla geçirdi. Burada iken Tezkire’sini yazdı. Eserini bitirdikten sonra Kanunî Sultan Süleyman’a sundu. Ama Anadolu sahasının ilk tezkire örneği olan bu eserle beklediği ilgiyi göremedi. Sehî Bey, 955/1548 yılında Edirne’de seksen yaşını aşmışken öldü.
1. Divan. Sehî Bey, mürettep bir Divan sahibidir. Bu divanın bilinen tek yazma nüshası Paris Bibliotheque Nationale’de bulunmaktadır. (Supplement Turc 360). Hakan Yekbaş tarafından yayınlanan bu Divan’da 33 kaside, 2 terkib-bend, 32 kıt’a, 303 gazel, 4 murabba’, 15 rübai, 7 tarih, 2 mesnevi, 15 matla’, 22 müfred, 3 nazım yer alır. Sehî Bey, şiir alanında çok önem verdiği Necâtî yolundadır. Sade dili, yerli malzeme ve gündelik hayata dair izlenimleri, deyim ve atasözlerine yaslanan anlatımı, Rumeli şairlerinde sıklıkla rastlanan gerçekçi tasvirleri, onun şiirlerinin özellikleridir.
2. Heşt- Bihişt (y. 945/1538): Anadolu sahasında şairler tezkiresi yazma geleneği, Sehî Bey’in 945/1538 yılında Edirne’de tamamladığı Tezkire-i Sehî olarak da bilinen Heşt Bihişt ile başlar. Eser, bir önsöz, her birine “bihişt” (cennet) adı verilen sekiz tabaka ve bir hâtimeden meydana gelmiştir. Sehî Bey, Tezkire’sini tamamladıktan sonra devrin sultanı, Kanunî Sultan Süleyman’a sunmuştur. Yazar, sekiz tabakaya ayırdığı eserinde, her tabakada ele alacağı şairlerin sınıf ve sınırını, o tabaka başına koyduğu küçük bölümle izah etmiş, tabakanın sonuna eklediği tetimme ile de yazdığı bölümdeki şairlerin özelliklerini bir kez daha kısaca anlatmıştır. Giriş kısmından sonra Tezkire’de, sekiz bölüm içinde Anadolu’da Türk edebiyatının başlangıcından eserin yazıldığı tarihe kadar yetişen şairlerin sıralanmasında herhangi bir tertip gözetilmemiştir. Sehî Bey, Abdurrahman-ı Câmî’nin (ö.898/1492) Bahâristân’ından ve Devletşah’ın (ö.900/1495, 913/ 1507) Tezkiretü’ş-Şuara’sından etkilenmekle birlikte asıl model olarak Ali Şîr Nevayî’nin (ö.906/1501) Mecalisü’n-nefâis’ini almıştır. Bunu da eserinin önsözünde açıklar. Tezkire’nin sadece tertip tarzına bakmak bile, bu konuda yeterli kanaati uyandırır. Heşt Bihişt’te bulunan 241 şair hakkında fazla bilgi verilmemiş; hayatları kısaca anlatıldıktan sonra, şiirleri ve sanatları konusunda birkaç söz söylenmiş ve örnek olarak şiirlerinden bir ya da birkaç beyit alınmıştır. Şairlerin sanatları ve şiir özellikleri hakkında Sehî Bey’in değerlendirmeleri çoğu kez yüzeyde kalmıştır. Hemen bütün şairler için birbirine çok benzer sözler kullanılmış, benzer hükümler verilmiştir. Bununla birlikte Sehî Bey’in kendisinden önce ve devrinde yaşamış her şairi tezkiresine almadığı, şairler arasında bir seçim yaptığı ve ancak tanınmış olanlara yer verdiği de görülür. 15. ve 16.yüzyıl şiirlerini toplayan şiir ve nazire mecmualarındaki şairlerin bir bölümü Sehî Tezkiresi’nde yoktur. Sehî Bey’in dili süs ve özentiden uzak, sade ve açıktır. Sehî Bey, sözü uzatmaktan kaçınmış olmakla birlikte bazan cümleleri yarım ve eksik bırakmıştır. Müellif, şairlerin şahsiyetini ve sanat değerlerini ifade ederken belirli bir kelime kadrosu içinde kalmıştır. Bu tip klişe kelimelerin (hoş-tab’ nâzik kimse,rind, nâzik, çerb-zebân vb.) sayısı altmış civarındadır. Bunların şiirlerini nitelendirirken de elli kadar benzer ifade (eş’ârı hoş-âyende gibi) kullanmıştır. Sehî Tezkiresi’nin en önemli tarafı, Osmanlı Devleti sınırları içinde yetişen şairleri ilk kez bir tezkire halinde toplaması ve böylece birçok şairi unutulmaktan kurtarmasıdır. Tezkire, Osmanlı edebiyatının ilk devirlerindeki şairlerin çoğu hakkında bilgi veren tek kaynaktır. Ayrıca Sehî Bey, Anadolu’daki şair tezkireciliğini başlatmış, bu bakımdan kendisinden sonra gelen tezkirecilere örnek olmuştur. Tezkire, Mehmed Şükrü tarafından “Âsâr-ı Eslâftan Tezkire-i Sehî” adıyla 1325’te İstanbul’da basılmış; O. Reşer ve Necati Lugal tarafından Almanca’ya çevrilmiş (Sehi Bey’s Tezkere, Türkische Dichterbiographien aus dem 16 Jahrn, Tübingen 1941); Günay Kut, tenkitli olarak (Harvard 1980), Mustafa İsen de sadeleştirerek yayımlamıştır (İstanbul 1980, Ankara 1998).
Kaynakça
Abdurrahman Hıbrî. Enîsü’l-Müsâmirîn. İstanbul Üniv. Ktp. T.ş 451, vr.70b.
Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmanî. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Akün, Ömer Faruk (?). “Sehî Bey”. İslâm Ansiklopedisi. C.X. İstanbul: MEB Yay. 318-320.
Atâ, Tayyarzâde Ahmed (1876). Tarih-i Atâ. İstanbul: Yahya Efendi Matbaası.
Babinger, Franz (1982). Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri. çev. Coşkun Üçok. Ankara.
Babinger, Franz (1925). “Sehî Çelebi”. Encyclopedie de I’İslâm. Leiden. 219.
Banguoğlu, Tahsin (1930). Türk Şuara Tezkireleri. Mezuniyet Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Bayrı, Mehmet Halit (1928). “Sehî ve Eseri”. Milli Mecmua 110: 1777-1779.
“Sehî Bey” (1986). Başlangıcından Günümüze Kadar Büyük Türk Klasikleri. C. 4. İstanbul: Ötüken Yay. 152.
Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzemâ. Ankara: AKM Yay.
Canım, Rıdvan (2009). “Sehî Bey”. İslâm Ansiklopedisi. C. 36. İstanbul: TDV Yay.
Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2009). Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83504/kinalizade-hasan-celebi---tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013]
Fâ’izî. Zübdetü’l-Eş’âr. Süleymaniye Ktp. Şehit Ali Paşa, 1877, v.54a.
Faik Reşad (1325). Tezkire-i Sehî. İstanbul.
İpekten, Halûk (1988). Türk Edebiyatının Kaynaklarından Türkçe Şuara Tezkireleri. Erzurum.
İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.
İsen, Mustafa (2010). Tezkireden Biyografiye. İstanbul: Kapı Yay.
İsen, Mustafa (hzl.) (1998). Sehî Bey Tezkiresi Heşt-Bihişt. Ankara: Akçağ Yay.
İsen, Mustafa, Filiz Kılıç, İsmail Hakkı Aksoyak, Aysun Sungurhan, Mustafa Durmuş (2011). Şair Tezkireleri. Ankara: Grafiker Yay.
Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Âşık Çelebi Meşâ‘irü’ş-Şu‘arâ. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.
Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatçı (hzl.) (2001). Nail Tuman, Tuhfe-i Nâ’ilî. Ankara: Bizim Büro Yay.
Kut, Günay (1998). “Heşt Bihişt”. İslâm Ansiklopedisi. C. 17. İstanbul: TDV Yay. 273-274.
Kut, Günay (1984). “Heşt Bihişt’in Yeni Bir Nüshası ve Bir Düzeltme”. Journal of Turkish Studies VII: 293-301.
Kut, Günay (1978). “Sehî Bey Divanı”. Çevren 20.
Kut, Günay (1978). Heşt Bihişt, The Tezkire by Sehî Beg. Harvard University.
Levend, Âgâh Sırrı (1973). Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: TTK Yay.
Müstakimzade Süleyman Sadeddin. Mecelletü’n-nisâb. Süleymaniye Ktp. Halet Ef. 628, v.262.
Peremeci, Osman Nuri (1940). Edirne Tarihi. İstanbul.
Rescher, Oş (1941). Türkische Dichterbiographien I Sehi’s Tezkere. Tubingen.
Riyazî. Riyâzü’ş-Şuara. Nuruosmaniye Ktp. 3724, vr.97b.
Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2008). Beyânî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83502/beyani----tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013]
Tatçı, Mustafa (haz.) (2003). Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri I-II-III. Ankara: Bizim Büro Yay.
Tolasa, Harun (1983). Sehî, Latifî ve Âşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16.Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi. Ankara: Akçağ Yay.
Yekbaş, Hakan (2010). Sehî Bey Dîvânı. İstanbul: Kitabevi Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. MUSTAFA İSENYayın Tarihi: 14.08.2013Güncelleme Tarihi: 29.10.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel 1
Ey nübüvvet tahtınun şâhı Resûl-i Kibriyâ
Hatm-i silk-i enbiyâsın hatm-i silk-i enbiyâ
Gülsitân-ı rif’atünde mâh u hurşîd-i-felek
Nîl-gûn deryâda berg-i nîlüferdür gûyiyâ
Çarhı eşkâl-i bürûc itmişdi fânûs-ı hayâl
Döne döne meh şeb-i isrâda mûm oldı sana
Keff-i pâkün nakşı bir gül-destedür kapmış zemîn
Başa sokmış götürür şeydân olup ey meh-likâ
Fürkatünden Ka’be toprak döşenür taş yaşdanur
Meryem-âsâ kara geymiş ihtiyâr itmiş fenâ
Rahş-ı hâsun şevkına yüz mihrile pîr-i felek
Na’l kesdi mâh gibi sînesinde câ-be-câ
Emrüne râm olmayandur tâ ebet makhûr olan
Bahtlu ol k’eylemişdür sen imâma iktidâ
Oldılar beyt-i nübüvvet tahtına kâ’im-makâm
Her yanadan çâr-rükn-i çâr-yâr-ı aşfıyâ
Serv-i gülzâr-ı risâletsin Şehî dervîşünü
Sâye-i rahmetden itme yâ Resûlla’llah cüdâ
Lütfunun deryasına müstagrak iken hâş u âm
Hâşe-li’llâh şefkatünden ben gedâ mahrûm ola
(Yekbaş, Hakan (2010). Sehî Bey Dîvânı. İstanbul: Kitabevi Yay. 86-87.)
Gazel 2
Gün gibi yüksekden uçar varsa kûy-ı yâra şu
Yârdan uçar gör iner bir gün ol bî-çâre şu
Seyle virdi gerçi kim dünyâ yüzini göz yaşı
Kûy-ı yâra varamaz dönüp yürür âvâre şu
Yüz urup toprağa yaşum gitdi kûy-ı yâra dek
Durmayup çağlar akar’âşık durur dîdâra şu
Başını taşdan taşa urup döginür taş ile
Düşdi zencîrün sürer dîvânedür taglara şu
Hançeründen yüregüm zahmı onulmaz çâre ne
Ey gönül bilmez misin onulmaz alsa yara şu
Şovuk el değmemek içün gülsitân-ı hüsnüne
Her yana çepçevre şi’rüm akıdur gül-zâre şu
İşigünde hasta yatur hayliden dermân umar
Lebleründen şun Sehî’ye ara şerbet ara şu
Dilde dâğ-ı ‘aşkı tâze eyleyelden oldular
Gönlümün şehri Yenice eşk-i çeşmüm Kara Su
(Yekbaş, Hakan (2010). Sehî Bey Dîvânı. İstanbul: Kitabevi Yay. 290-291.)
Tezkire’den
MEVLÂNÂ
MELÎHÎ
-rahmetu’llâhi aleyh-
Ehl-i ilmdendür. Ulûm-ı zâhirîde cidd ü cehd-i bî-hadd ü vâfir ve sa‘y-ı medîd-i bî-add ü mütevâtir idüp kendüsi belîg ü fasîh ve eş‘ârı latîf ü melîh fâzıl u kâmil güftârı nâzük ü şîrîn ve gazeliyyâtı dil-pezîr ü rengîn kimesnedür.Fenn-i bedî‘ ü beyânı ‘azîmü’l-kadr ve refî‘ü’l-mekân olmagın ilm-i şi‘re bir vech ile mümâreset ve bir sûret ile ragbet gösterüp tetebbu‘-ı ilm-i şi‘r itmişdür ki kendü zamânında olan cümle-i şu‘arâdan fenn-i şi‘rde bî-mânend ve üslûb-ı ma’ânîde ser-âmed olup Monlâ Veliyyü’d-dîn oglı Ahmed Paşanuñ şi‘rde üstâdı vü pîşvâsıdur. Ve bu ebyât anuñ eş‘ârındandur.
Şi‘r: Micmer görüben sûzumı içi oda yandı
Şem‘ agladugum gördi kana boyandı
Öpüp lebüñi zülfüñe el urup uzandı
Gûyâ ki hayât âbın içüp ömrüm uzandı
Merhûm Sultân Mehemmed Gâzî ile musâhabet itmişdür. Nihâyet derecede ayyâş ve gâyet mertebede evbâş oldugı ecilden pâdişâh hidmetinden dûr ve âsitâne-i sa‘adetinden mehcûr düşüp felâket ile fevt olup Allah emrine vâsıl oldı. Rivâyetiderler ki merhûm Sultân Mehemmedüñ buña haylî nazarı olup bunuñla tenhâ musãhabetden mahzûz olmış. Aslâ bir lahzâ ayık bulunmaz imiş. Âhırü’l-emr bir gün incinüp şarâba yasag idüp ısmarlamış “mest bulduguñuzda baña getirün”. İttifâk bir gün mest buldılar. Pâdişâh huzûrına iletdiler. “Niçün içdüñ” diyü su’âl itdi. Yemîn idüp “içmedüm” diyü cevâb virdi. “Sen hod bi’l-fi‘l mestsin niçün yemîn idersin” dinilecek pâdişâh-ı âlem-penâh korkusundan şarâbı hokna itdürdüm didi. Cevâbı bu oldı. Sultân Mehemmed dahi bu söz sebebi ile günâhın afv itdi. Ayruk yanına getürmedi.Ve bu kıt‘a Mevlânâ Melîhînüñ sıfat-ı meyde olan eş‘ârındandur
Kıt‘a: Bu Melîhî iki âsâ götürür
Biri rûhânî biri cismânî
Ol ki cismânîdür agaçdandur
Ol ki rûhânî la‘l-i rümmânî
Yayın Tarihi: 14.08.2013Güncelleme Tarihi: 29.10.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel 1
Ey nübüvvet tahtınun şâhı Resûl-i Kibriyâ
Hatm-i silk-i enbiyâsın hatm-i silk-i enbiyâ
Gülsitân-ı rif’atünde mâh u hurşîd-i-felek
Nîl-gûn deryâda berg-i nîlüferdür gûyiyâ
Çarhı eşkâl-i bürûc itmişdi fânûs-ı hayâl
Döne döne meh şeb-i isrâda mûm oldı sana
Keff-i pâkün nakşı bir gül-destedür kapmış zemîn
Başa sokmış götürür şeydân olup ey meh-likâ
Fürkatünden Ka’be toprak döşenür taş yaşdanur
Meryem-âsâ kara geymiş ihtiyâr itmiş fenâ
Rahş-ı hâsun şevkına yüz mihrile pîr-i felek
Na’l kesdi mâh gibi sînesinde câ-be-câ
Emrüne râm olmayandur tâ ebet makhûr olan
Bahtlu ol k’eylemişdür sen imâma iktidâ
Oldılar beyt-i nübüvvet tahtına kâ’im-makâm
Her yanadan çâr-rükn-i çâr-yâr-ı aşfıyâ
Serv-i gülzâr-ı risâletsin Şehî dervîşünü
Sâye-i rahmetden itme yâ Resûlla’llah cüdâ
Lütfunun deryasına müstagrak iken hâş u âm
Hâşe-li’llâh şefkatünden ben gedâ mahrûm ola
(Yekbaş, Hakan (2010). Sehî Bey Dîvânı. İstanbul: Kitabevi Yay. 86-87.)
Gazel 2
Gün gibi yüksekden uçar varsa kûy-ı yâra şu
Yârdan uçar gör iner bir gün ol bî-çâre şu
Seyle virdi gerçi kim dünyâ yüzini göz yaşı
Kûy-ı yâra varamaz dönüp yürür âvâre şu
Yüz urup toprağa yaşum gitdi kûy-ı yâra dek
Durmayup çağlar akar’âşık durur dîdâra şu
Başını taşdan taşa urup döginür taş ile
Düşdi zencîrün sürer dîvânedür taglara şu
Hançeründen yüregüm zahmı onulmaz çâre ne
Ey gönül bilmez misin onulmaz alsa yara şu
Şovuk el değmemek içün gülsitân-ı hüsnüne
Her yana çepçevre şi’rüm akıdur gül-zâre şu
İşigünde hasta yatur hayliden dermân umar
Lebleründen şun Sehî’ye ara şerbet ara şu
Dilde dâğ-ı ‘aşkı tâze eyleyelden oldular
Gönlümün şehri Yenice eşk-i çeşmüm Kara Su
(Yekbaş, Hakan (2010). Sehî Bey Dîvânı. İstanbul: Kitabevi Yay. 290-291.)
Tezkire’den
MEVLÂNÂ
MELÎHÎ
-rahmetu’llâhi aleyh-
Ehl-i ilmdendür. Ulûm-ı zâhirîde cidd ü cehd-i bî-hadd ü vâfir ve sa‘y-ı medîd-i bî-add ü mütevâtir idüp kendüsi belîg ü fasîh ve eş‘ârı latîf ü melîh fâzıl u kâmil güftârı nâzük ü şîrîn ve gazeliyyâtı dil-pezîr ü rengîn kimesnedür.Fenn-i bedî‘ ü beyânı ‘azîmü’l-kadr ve refî‘ü’l-mekân olmagın ilm-i şi‘re bir vech ile mümâreset ve bir sûret ile ragbet gösterüp tetebbu‘-ı ilm-i şi‘r itmişdür ki kendü zamânında olan cümle-i şu‘arâdan fenn-i şi‘rde bî-mânend ve üslûb-ı ma’ânîde ser-âmed olup Monlâ Veliyyü’d-dîn oglı Ahmed Paşanuñ şi‘rde üstâdı vü pîşvâsıdur. Ve bu ebyât anuñ eş‘ârındandur.
Şi‘r: Micmer görüben sûzumı içi oda yandı
Şem‘ agladugum gördi kana boyandı
Öpüp lebüñi zülfüñe el urup uzandı
Gûyâ ki hayât âbın içüp ömrüm uzandı
Merhûm Sultân Mehemmed Gâzî ile musâhabet itmişdür. Nihâyet derecede ayyâş ve gâyet mertebede evbâş oldugı ecilden pâdişâh hidmetinden dûr ve âsitâne-i sa‘adetinden mehcûr düşüp felâket ile fevt olup Allah emrine vâsıl oldı. Rivâyetiderler ki merhûm Sultân Mehemmedüñ buña haylî nazarı olup bunuñla tenhâ musãhabetden mahzûz olmış. Aslâ bir lahzâ ayık bulunmaz imiş. Âhırü’l-emr bir gün incinüp şarâba yasag idüp ısmarlamış “mest bulduguñuzda baña getirün”. İttifâk bir gün mest buldılar. Pâdişâh huzûrına iletdiler. “Niçün içdüñ” diyü su’âl itdi. Yemîn idüp “içmedüm” diyü cevâb virdi. “Sen hod bi’l-fi‘l mestsin niçün yemîn idersin” dinilecek pâdişâh-ı âlem-penâh korkusundan şarâbı hokna itdürdüm didi. Cevâbı bu oldı. Sultân Mehemmed dahi bu söz sebebi ile günâhın afv itdi. Ayruk yanına getürmedi.Ve bu kıt‘a Mevlânâ Melîhînüñ sıfat-ı meyde olan eş‘ârındandur
Kıt‘a: Bu Melîhî iki âsâ götürür
Biri rûhânî biri cismânî
Ol ki cismânîdür agaçdandur
Ol ki rûhânî la‘l-i rümmânî
Güncelleme Tarihi: 29.10.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel 1
Ey nübüvvet tahtınun şâhı Resûl-i Kibriyâ
Hatm-i silk-i enbiyâsın hatm-i silk-i enbiyâ
Gülsitân-ı rif’atünde mâh u hurşîd-i-felek
Nîl-gûn deryâda berg-i nîlüferdür gûyiyâ
Çarhı eşkâl-i bürûc itmişdi fânûs-ı hayâl
Döne döne meh şeb-i isrâda mûm oldı sana
Keff-i pâkün nakşı bir gül-destedür kapmış zemîn
Başa sokmış götürür şeydân olup ey meh-likâ
Fürkatünden Ka’be toprak döşenür taş yaşdanur
Meryem-âsâ kara geymiş ihtiyâr itmiş fenâ
Rahş-ı hâsun şevkına yüz mihrile pîr-i felek
Na’l kesdi mâh gibi sînesinde câ-be-câ
Emrüne râm olmayandur tâ ebet makhûr olan
Bahtlu ol k’eylemişdür sen imâma iktidâ
Oldılar beyt-i nübüvvet tahtına kâ’im-makâm
Her yanadan çâr-rükn-i çâr-yâr-ı aşfıyâ
Serv-i gülzâr-ı risâletsin Şehî dervîşünü
Sâye-i rahmetden itme yâ Resûlla’llah cüdâ
Lütfunun deryasına müstagrak iken hâş u âm
Hâşe-li’llâh şefkatünden ben gedâ mahrûm ola
(Yekbaş, Hakan (2010). Sehî Bey Dîvânı. İstanbul: Kitabevi Yay. 86-87.)
Gazel 2
Gün gibi yüksekden uçar varsa kûy-ı yâra şu
Yârdan uçar gör iner bir gün ol bî-çâre şu
Seyle virdi gerçi kim dünyâ yüzini göz yaşı
Kûy-ı yâra varamaz dönüp yürür âvâre şu
Yüz urup toprağa yaşum gitdi kûy-ı yâra dek
Durmayup çağlar akar’âşık durur dîdâra şu
Başını taşdan taşa urup döginür taş ile
Düşdi zencîrün sürer dîvânedür taglara şu
Hançeründen yüregüm zahmı onulmaz çâre ne
Ey gönül bilmez misin onulmaz alsa yara şu
Şovuk el değmemek içün gülsitân-ı hüsnüne
Her yana çepçevre şi’rüm akıdur gül-zâre şu
İşigünde hasta yatur hayliden dermân umar
Lebleründen şun Sehî’ye ara şerbet ara şu
Dilde dâğ-ı ‘aşkı tâze eyleyelden oldular
Gönlümün şehri Yenice eşk-i çeşmüm Kara Su
(Yekbaş, Hakan (2010). Sehî Bey Dîvânı. İstanbul: Kitabevi Yay. 290-291.)
Tezkire’den
MEVLÂNÂ
MELÎHÎ
-rahmetu’llâhi aleyh-
Ehl-i ilmdendür. Ulûm-ı zâhirîde cidd ü cehd-i bî-hadd ü vâfir ve sa‘y-ı medîd-i bî-add ü mütevâtir idüp kendüsi belîg ü fasîh ve eş‘ârı latîf ü melîh fâzıl u kâmil güftârı nâzük ü şîrîn ve gazeliyyâtı dil-pezîr ü rengîn kimesnedür.Fenn-i bedî‘ ü beyânı ‘azîmü’l-kadr ve refî‘ü’l-mekân olmagın ilm-i şi‘re bir vech ile mümâreset ve bir sûret ile ragbet gösterüp tetebbu‘-ı ilm-i şi‘r itmişdür ki kendü zamânında olan cümle-i şu‘arâdan fenn-i şi‘rde bî-mânend ve üslûb-ı ma’ânîde ser-âmed olup Monlâ Veliyyü’d-dîn oglı Ahmed Paşanuñ şi‘rde üstâdı vü pîşvâsıdur. Ve bu ebyât anuñ eş‘ârındandur.
Şi‘r: Micmer görüben sûzumı içi oda yandı
Şem‘ agladugum gördi kana boyandı
Öpüp lebüñi zülfüñe el urup uzandı
Gûyâ ki hayât âbın içüp ömrüm uzandı
Merhûm Sultân Mehemmed Gâzî ile musâhabet itmişdür. Nihâyet derecede ayyâş ve gâyet mertebede evbâş oldugı ecilden pâdişâh hidmetinden dûr ve âsitâne-i sa‘adetinden mehcûr düşüp felâket ile fevt olup Allah emrine vâsıl oldı. Rivâyetiderler ki merhûm Sultân Mehemmedüñ buña haylî nazarı olup bunuñla tenhâ musãhabetden mahzûz olmış. Aslâ bir lahzâ ayık bulunmaz imiş. Âhırü’l-emr bir gün incinüp şarâba yasag idüp ısmarlamış “mest bulduguñuzda baña getirün”. İttifâk bir gün mest buldılar. Pâdişâh huzûrına iletdiler. “Niçün içdüñ” diyü su’âl itdi. Yemîn idüp “içmedüm” diyü cevâb virdi. “Sen hod bi’l-fi‘l mestsin niçün yemîn idersin” dinilecek pâdişâh-ı âlem-penâh korkusundan şarâbı hokna itdürdüm didi. Cevâbı bu oldı. Sultân Mehemmed dahi bu söz sebebi ile günâhın afv itdi. Ayruk yanına getürmedi.Ve bu kıt‘a Mevlânâ Melîhînüñ sıfat-ı meyde olan eş‘ârındandur
Kıt‘a: Bu Melîhî iki âsâ götürür
Biri rûhânî biri cismânî
Ol ki cismânîdür agaçdandur
Ol ki rûhânî la‘l-i rümmânî
Eserlerinden Örnekler
Gazel 1
Ey nübüvvet tahtınun şâhı Resûl-i Kibriyâ
Hatm-i silk-i enbiyâsın hatm-i silk-i enbiyâ
Gülsitân-ı rif’atünde mâh u hurşîd-i-felek
Nîl-gûn deryâda berg-i nîlüferdür gûyiyâ
Çarhı eşkâl-i bürûc itmişdi fânûs-ı hayâl
Döne döne meh şeb-i isrâda mûm oldı sana
Keff-i pâkün nakşı bir gül-destedür kapmış zemîn
Başa sokmış götürür şeydân olup ey meh-likâ
Fürkatünden Ka’be toprak döşenür taş yaşdanur
Meryem-âsâ kara geymiş ihtiyâr itmiş fenâ
Rahş-ı hâsun şevkına yüz mihrile pîr-i felek
Na’l kesdi mâh gibi sînesinde câ-be-câ
Emrüne râm olmayandur tâ ebet makhûr olan
Bahtlu ol k’eylemişdür sen imâma iktidâ
Oldılar beyt-i nübüvvet tahtına kâ’im-makâm
Her yanadan çâr-rükn-i çâr-yâr-ı aşfıyâ
Serv-i gülzâr-ı risâletsin Şehî dervîşünü
Sâye-i rahmetden itme yâ Resûlla’llah cüdâ
Lütfunun deryasına müstagrak iken hâş u âm
Hâşe-li’llâh şefkatünden ben gedâ mahrûm ola
(Yekbaş, Hakan (2010). Sehî Bey Dîvânı. İstanbul: Kitabevi Yay. 86-87.)
Gazel 2
Gün gibi yüksekden uçar varsa kûy-ı yâra şu
Yârdan uçar gör iner bir gün ol bî-çâre şu
Seyle virdi gerçi kim dünyâ yüzini göz yaşı
Kûy-ı yâra varamaz dönüp yürür âvâre şu
Yüz urup toprağa yaşum gitdi kûy-ı yâra dek
Durmayup çağlar akar’âşık durur dîdâra şu
Başını taşdan taşa urup döginür taş ile
Düşdi zencîrün sürer dîvânedür taglara şu
Hançeründen yüregüm zahmı onulmaz çâre ne
Ey gönül bilmez misin onulmaz alsa yara şu
Şovuk el değmemek içün gülsitân-ı hüsnüne
Her yana çepçevre şi’rüm akıdur gül-zâre şu
İşigünde hasta yatur hayliden dermân umar
Lebleründen şun Sehî’ye ara şerbet ara şu
Dilde dâğ-ı ‘aşkı tâze eyleyelden oldular
Gönlümün şehri Yenice eşk-i çeşmüm Kara Su
(Yekbaş, Hakan (2010). Sehî Bey Dîvânı. İstanbul: Kitabevi Yay. 290-291.)
Tezkire’den
MEVLÂNÂ
MELÎHÎ
-rahmetu’llâhi aleyh-
Ehl-i ilmdendür. Ulûm-ı zâhirîde cidd ü cehd-i bî-hadd ü vâfir ve sa‘y-ı medîd-i bî-add ü mütevâtir idüp kendüsi belîg ü fasîh ve eş‘ârı latîf ü melîh fâzıl u kâmil güftârı nâzük ü şîrîn ve gazeliyyâtı dil-pezîr ü rengîn kimesnedür.Fenn-i bedî‘ ü beyânı ‘azîmü’l-kadr ve refî‘ü’l-mekân olmagın ilm-i şi‘re bir vech ile mümâreset ve bir sûret ile ragbet gösterüp tetebbu‘-ı ilm-i şi‘r itmişdür ki kendü zamânında olan cümle-i şu‘arâdan fenn-i şi‘rde bî-mânend ve üslûb-ı ma’ânîde ser-âmed olup Monlâ Veliyyü’d-dîn oglı Ahmed Paşanuñ şi‘rde üstâdı vü pîşvâsıdur. Ve bu ebyât anuñ eş‘ârındandur.
Şi‘r: Micmer görüben sûzumı içi oda yandı
Şem‘ agladugum gördi kana boyandı
Öpüp lebüñi zülfüñe el urup uzandı
Gûyâ ki hayât âbın içüp ömrüm uzandı
Merhûm Sultân Mehemmed Gâzî ile musâhabet itmişdür. Nihâyet derecede ayyâş ve gâyet mertebede evbâş oldugı ecilden pâdişâh hidmetinden dûr ve âsitâne-i sa‘adetinden mehcûr düşüp felâket ile fevt olup Allah emrine vâsıl oldı. Rivâyetiderler ki merhûm Sultân Mehemmedüñ buña haylî nazarı olup bunuñla tenhâ musãhabetden mahzûz olmış. Aslâ bir lahzâ ayık bulunmaz imiş. Âhırü’l-emr bir gün incinüp şarâba yasag idüp ısmarlamış “mest bulduguñuzda baña getirün”. İttifâk bir gün mest buldılar. Pâdişâh huzûrına iletdiler. “Niçün içdüñ” diyü su’âl itdi. Yemîn idüp “içmedüm” diyü cevâb virdi. “Sen hod bi’l-fi‘l mestsin niçün yemîn idersin” dinilecek pâdişâh-ı âlem-penâh korkusundan şarâbı hokna itdürdüm didi. Cevâbı bu oldı. Sultân Mehemmed dahi bu söz sebebi ile günâhın afv itdi. Ayruk yanına getürmedi.Ve bu kıt‘a Mevlânâ Melîhînüñ sıfat-ı meyde olan eş‘ârındandur
Kıt‘a: Bu Melîhî iki âsâ götürür
Biri rûhânî biri cismânî
Ol ki cismânîdür agaçdandur
Ol ki rûhânî la‘l-i rümmânî