Madde Detay
ŞÎRÎ
(d. ?/? - ö. ?/1761/1762?)
tekke şairi
(Tekke / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Devriyesiyle tanınmış olan ve daha başka nefesleri de bulunan Şîrî’nin yaşantısı üzerine kesin bir bilgi yoktur. 18. yüzyılda yaşadığı ve İstanbul’da Merdivenköyü’ndeki Bektaşî tekkesi şeyhlerinden Bektaş Çelebi olduğunun sanıldığı söylenmektedir (Öztelli 1968: 421; Öztelli 1985: 370). Öztelli, Tekke Şiiri Antolojisi adlı eserinde ise Hamdullah adlı ayrı bir şahıs olmak ihtimalinin daha kuvvetli (1968: 421) olduğu söylemektedir. “Cihan var olmadan ketm-i ademde” ile başlayan meşhur devriyesinin son dörtlüğü Ergun ve Koca’da “Şimdi hamdülillâh Şirî dediler” (1956: 269; 1990: 300) mısrası Öztelli’de farklı olarak “Şimdi Hamdullah-ı Şîrî dediler” (1968: 423) olarak geçmektedir. Öztelli, “ Hamdullah-ı Şîrî” ifadesinden onun asıl adının Hamdullah olabileceği çıkarımında bulunmuştur. Ergun ise Şîrî hakkında, 18.asır Bektaşîlerinden olduğunun tahmin edildiğini ve Bektaşîler arasında birkaç şiiri meşhur olan bu zatın, birçokları tarafından Hacı Bektaş Veli veya Kırşehir hangâhında postnişinlik etmiş bulunan Bektaş Çelebilerden biri addedildiği bilgisini aktarmaktadır. Bu manzumelerdeki ifade hususiyetinin nihayet 14. asırda icra olunabileceğinden 13. asır mutasavvıflarından olan Hacı Bektaş Veli’nin bu ifade ile şiir yazmasına imkânının olmadığını belirtmektedir. Bilindiği gibi üç Bektaş Çelebi vardır. Biri 16. asırda, diğer ikisi de 17. ve 18. asırlarda yaşamışlardır. Gerçi bu şiirler, 16.asırda yaşayan Bektaş Çelebi’ye isnat olunabilir, fakat o devirde yazılmış mecmualarda bu manzumelerden hiç birine tesadüf edilmemektedir (Ergun 1956: 146). Şîrî’nin “ Bülbülüm” redifli manzumesini H.1135 (M. 1722) de yazılmış bir Misâlî divanında kayıtlı bulunmaktadır. Bu mahlasla yazılan şiirlerin 16. asırda yaşayan Ali Bey ismindeki iki şairden birine ait bulunması da ihtimal dâhilindedir. Bu şairlerden birisi Silistreli Hersekzâde Ali Bey’dir ki, H.988 (M. 1580) de vefat etmiştir. Diğeri H.1001 (M.1592) de ölen Tireli Ali Bey’dir. Silistreli Ali Bey’i Hasan Çelebi “Rafizî” lerden göstermeye çalışmaktadır. Hersekzâde Ali Bey’in de Gülşenî tarikatına mensup olduğunu bilinmektedir. Şu halde bu şiirleri Yalnız Hacı Bektaş Çelebilerden birine değil, Şîrî mahlasını kullanan bu şairlere hususiyle birincisine isnat etmek de mümkündür. Fakat bu şairlerin Şîrî mahlasıyla birlikte Hacı Bektaş mahlasını da kullandığını söylenebilir ve öteden beri Bektaşîler arasında şayi olan rivayet, tercihen kabul edilirse bu manzumeleri yeni yeni vesikaların bulunmasını bekleyerek şimdilik 1175 (M.1762) yılına kadar çelebilik makamını işgal eden üçüncü Hacı Bektaş Çelebi namına derç etmekte beis yoktur (Ergun 1956: 146). Turgut Koca’da Şîrî hakkında Bektaşî edebiyatında Şirî veya Hacı Bektaş mahlaslı şiirler yazan Feyzullah Efendi’nin oğlu Bektaş Çelebi olduğunu ve buna Hacı Bektaş Efendi de denildiğini söylemektedir. Bununla birlikte Şîrî takma adı ile şiirler yazmış olan Tireli Ali Bey'e veya Silistreli Hersekzade Ali Bey’e atfetmek bir yakıştırmadan öteye geçemez. Tireli Ali Bey, Rufâî, Silistreli Ali Bey ise Gülşenî tarikatındandır. Bu iki şair, hiçbir zaman Hacı Bektaş takma adıyla şiir söylememiştir. Feyzullah Çelebi’nin oğlu Bektaş Çelebi, (1175h.) 1761 yılında ölmüş ve Hacı Veli Bektaş dergâhının karşı tarafında, Balım Sultan türbesinin mimarî bir türbede gömülüdür (Koca 1990: 297). Öztelli'nin de vermiş olduğu bilgiye göre âşık 1761 (1968: 421) veya 1762 tarihinde vefat etmiştir (1968: 421).
Bir zamanlar Şîrî ve Hacı Bektaş mahlaslı şiirlerin, Hacı Bektaş-ı Velî’ye ait olduğu sanılmıştı. Hacı Bektaş Veli’nin şiir söylemediği kesindir. İncelenirse Pîr Hacı Bektaş Veli’nin dili ile Bektaş Çelebi’nin dili çok ayrıdır. Örneğin Hacı Bektaş Veli, Osman Beye; “Öngten songun gur gele.” diye dua eder. Bunu bugünkü Türkçe ile söylersek “Önünden sonun gür gelsin.” olur. Şu halde bu Türkçe, asla on sekizinci yüzyıl Türkçesi olamaz. Şîrî aruz ve hece vezini başarılı olarak kullanmıştır Koca, ikisinde Hacı Bektaş mahlasını kullandığı Şîrî’nin dört nutkuna yer vermiştir (1990: 297). Şîrî ve Hacı Bektaş mahlaslı toplam beş şiir, Ergun’un Bektaşî Şairleri ve Nefesleri adlı eserinin birinci cildinde de kayıtlıdır (Ergun 1956: 146). Güçlü bir sanatçıdır, sağlam bir tasavvuf kültürü olduğu anlaşılmaktadır (Öztelli 1968: 421).
Kaynakça
Ergun, Sadeddin Nüzhet (1956). Bektaşî Edebiyatı Antolojisi On Yedinci Asırdan Beri Bektaşî- Kızılbaş Alevî Şairleri ve Nefesleri. C. 1-2. İstanbul: Maarif Kitaphanesi.
Koca, Turgut (1990). Bektaşî Nefesleri ve Şairleri. İstanbul: Naci Kasım İstanbul Maarif Kitaphanesi.
Öztelli, Cahit (1968). Tekke Şiiri Antolojisi. Ankara: Edebiyat Yay.
Öztelli, Cahit (1985). Bektaşî Gülleri. İstanbul: Özgür Yay.
Yatağanoğlu, Alimcan (2002). Dedemin Cöngünden Alevî-Bektaşî Şiirleri. İstanbul: Kaynak Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: ARAŞ. GÖR. EMİNE ÇAKIRYayın Tarihi: 22.02.2015Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Devriye
Cihan var olmadan ketm-i ademde
Hak ile birlikte yektaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben
Anâsırdan bir libasa büründüm
Nâr-ü bâd-ü Hâk-ü âbdan göründüm
Hayrülbeşer ile dünyaya geldim
Âdem ile bile bir yaş idim ben
Âdemin sulbunden Şit olup geldim
Nuh-ı Nebî olup Tufan’a girdim
Bir zaman bu mülke İbrahim oldum
Yaptım Beytullah’ı taş taşıdım ben
İsmail göründüm bir zaman ey can
İshak, Yakup, Yusuf oldum bir zaman
Eyyub geldim çok çağırdım el’aman
Kurt yedi vücudum kan yaş idim ben
Zekeriyya ile beni biçtiler
Yahya ile kanım yere saçtılar
Dâvud geldim, çok peşime düştüler
Mühr-ü Süleyman’ı çok taşıdım ben
Mübarek asayı Musa’ya verdim
Rühu’l-kudüs olup Meryem’e erdim
Cümle evliyaya ben rehber oldum
Cibril-i Emin’e sağdaş idim ben
Sulb-ı pederinden Ahmed-i Muhtar
Rehnümalarından erdi Zülfikâr
Cihan var olmadan Ehl-i Beyt’e yâr
Kul iken zât ile sırdaş idim ben
Tefekkür eyledim ben kendi kendim
Mucize görmeden imana geldim
Şah-ı Merdan ile Düldül’e bindim
Zülfikar bağladım, tiğ taşıdım ben
“Sekahüm” hamrinden içildi şerbet
Kuruldu ayn-i cem ettik muhabbet
Meydana açıldı sırr-ı hakikat
Aldığım esrarı çok taşıdım ben
Hidayet erişti bize Allah’tan
Biat ettik cümle Resullah’tan
Haber verdi bize “seyr-i fillah”tan
Şah-ı Merdan ile sırdaş idim ben
Bu cihan mülkünü devr edip geldim
Kırklar meydanında erkâna girdim
Şâh-ı Velâyet’ten kemer-best oldum
Selman-ı Pak ile yoldaş idim ben
Şükür matlabını getirdim ele
Gül oldum, feryadı verdim bülbüle
Cem olduk bir yere Ehl-i Beyt ile
Kırklar meydanında ferraâş idim ben
İkrar verdik cümle düzüldük yola
Sırrı fâş etmedik asla bir kula
Kerbela’da İmam Hüseyn ile bile
Pâk ettim dâmanı gül taşıdım ben
Şu fena mülküne çok gelip gittim
Yağmur olup yağdım ot olup bittim
Urûm diyarını ben irşat ettim
Horâsan’dan gelen Bektaş idim ben
Gâhi nebi gâhi veli göründüm
Gâhi uslu gâhi deli göründüm
Gâhi Ahmet gâhi Ali göründüm
Kimse bilmez sırrım kallaş idim ben
Şimdi hamdülillâh ŞİRÎ dediler
Geldim gittim zâtım hiç bilmediler
Sırrmımı kimseler fetmetmediler
Hep mahluk kuluna kardaş idim ben (Ergun 1956: 267-269; Öztelli 1985: 123; Koca 1990: 298-300; Alimcan 2002: 151-153)
Nutuk
Haktan emir oldu geldim Cihana
Gözüm açtım nail oldum o bürce
Kâmil oldum Hak kelâmın okudum
Elif kaddim dal yazıldım o bürce
Alnımıza yazıluptur yazılar
Hakkı sevenler bizleri arzular
Yeryüzünde hiç yol yoktur gaziler
Arş yüzünden bir yol gider o bürce
Gökte uçan Cebrail’dir peridir
Bir gül vardır Muhammed’in teridir
Bir kapusu Şâhımerdan Ali’dir
Elvan elvan nurlar yağar o bürce
Hacı Bektaş’ım arayıp yanmışım
Erenler deminden bir pay kapmışım
Eğer Kâbe ise yerin yapmışım
Her gönülden bir yol gider o bürce (Koca 1990: 300)
Yayın Tarihi: 22.02.2015Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Devriye
Cihan var olmadan ketm-i ademde
Hak ile birlikte yektaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben
Anâsırdan bir libasa büründüm
Nâr-ü bâd-ü Hâk-ü âbdan göründüm
Hayrülbeşer ile dünyaya geldim
Âdem ile bile bir yaş idim ben
Âdemin sulbunden Şit olup geldim
Nuh-ı Nebî olup Tufan’a girdim
Bir zaman bu mülke İbrahim oldum
Yaptım Beytullah’ı taş taşıdım ben
İsmail göründüm bir zaman ey can
İshak, Yakup, Yusuf oldum bir zaman
Eyyub geldim çok çağırdım el’aman
Kurt yedi vücudum kan yaş idim ben
Zekeriyya ile beni biçtiler
Yahya ile kanım yere saçtılar
Dâvud geldim, çok peşime düştüler
Mühr-ü Süleyman’ı çok taşıdım ben
Mübarek asayı Musa’ya verdim
Rühu’l-kudüs olup Meryem’e erdim
Cümle evliyaya ben rehber oldum
Cibril-i Emin’e sağdaş idim ben
Sulb-ı pederinden Ahmed-i Muhtar
Rehnümalarından erdi Zülfikâr
Cihan var olmadan Ehl-i Beyt’e yâr
Kul iken zât ile sırdaş idim ben
Tefekkür eyledim ben kendi kendim
Mucize görmeden imana geldim
Şah-ı Merdan ile Düldül’e bindim
Zülfikar bağladım, tiğ taşıdım ben
“Sekahüm” hamrinden içildi şerbet
Kuruldu ayn-i cem ettik muhabbet
Meydana açıldı sırr-ı hakikat
Aldığım esrarı çok taşıdım ben
Hidayet erişti bize Allah’tan
Biat ettik cümle Resullah’tan
Haber verdi bize “seyr-i fillah”tan
Şah-ı Merdan ile sırdaş idim ben
Bu cihan mülkünü devr edip geldim
Kırklar meydanında erkâna girdim
Şâh-ı Velâyet’ten kemer-best oldum
Selman-ı Pak ile yoldaş idim ben
Şükür matlabını getirdim ele
Gül oldum, feryadı verdim bülbüle
Cem olduk bir yere Ehl-i Beyt ile
Kırklar meydanında ferraâş idim ben
İkrar verdik cümle düzüldük yola
Sırrı fâş etmedik asla bir kula
Kerbela’da İmam Hüseyn ile bile
Pâk ettim dâmanı gül taşıdım ben
Şu fena mülküne çok gelip gittim
Yağmur olup yağdım ot olup bittim
Urûm diyarını ben irşat ettim
Horâsan’dan gelen Bektaş idim ben
Gâhi nebi gâhi veli göründüm
Gâhi uslu gâhi deli göründüm
Gâhi Ahmet gâhi Ali göründüm
Kimse bilmez sırrım kallaş idim ben
Şimdi hamdülillâh ŞİRÎ dediler
Geldim gittim zâtım hiç bilmediler
Sırrmımı kimseler fetmetmediler
Hep mahluk kuluna kardaş idim ben (Ergun 1956: 267-269; Öztelli 1985: 123; Koca 1990: 298-300; Alimcan 2002: 151-153)
Nutuk
Haktan emir oldu geldim Cihana
Gözüm açtım nail oldum o bürce
Kâmil oldum Hak kelâmın okudum
Elif kaddim dal yazıldım o bürce
Alnımıza yazıluptur yazılar
Hakkı sevenler bizleri arzular
Yeryüzünde hiç yol yoktur gaziler
Arş yüzünden bir yol gider o bürce
Gökte uçan Cebrail’dir peridir
Bir gül vardır Muhammed’in teridir
Bir kapusu Şâhımerdan Ali’dir
Elvan elvan nurlar yağar o bürce
Hacı Bektaş’ım arayıp yanmışım
Erenler deminden bir pay kapmışım
Eğer Kâbe ise yerin yapmışım
Her gönülden bir yol gider o bürce (Koca 1990: 300)
Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Devriye
Cihan var olmadan ketm-i ademde
Hak ile birlikte yektaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben
Anâsırdan bir libasa büründüm
Nâr-ü bâd-ü Hâk-ü âbdan göründüm
Hayrülbeşer ile dünyaya geldim
Âdem ile bile bir yaş idim ben
Âdemin sulbunden Şit olup geldim
Nuh-ı Nebî olup Tufan’a girdim
Bir zaman bu mülke İbrahim oldum
Yaptım Beytullah’ı taş taşıdım ben
İsmail göründüm bir zaman ey can
İshak, Yakup, Yusuf oldum bir zaman
Eyyub geldim çok çağırdım el’aman
Kurt yedi vücudum kan yaş idim ben
Zekeriyya ile beni biçtiler
Yahya ile kanım yere saçtılar
Dâvud geldim, çok peşime düştüler
Mühr-ü Süleyman’ı çok taşıdım ben
Mübarek asayı Musa’ya verdim
Rühu’l-kudüs olup Meryem’e erdim
Cümle evliyaya ben rehber oldum
Cibril-i Emin’e sağdaş idim ben
Sulb-ı pederinden Ahmed-i Muhtar
Rehnümalarından erdi Zülfikâr
Cihan var olmadan Ehl-i Beyt’e yâr
Kul iken zât ile sırdaş idim ben
Tefekkür eyledim ben kendi kendim
Mucize görmeden imana geldim
Şah-ı Merdan ile Düldül’e bindim
Zülfikar bağladım, tiğ taşıdım ben
“Sekahüm” hamrinden içildi şerbet
Kuruldu ayn-i cem ettik muhabbet
Meydana açıldı sırr-ı hakikat
Aldığım esrarı çok taşıdım ben
Hidayet erişti bize Allah’tan
Biat ettik cümle Resullah’tan
Haber verdi bize “seyr-i fillah”tan
Şah-ı Merdan ile sırdaş idim ben
Bu cihan mülkünü devr edip geldim
Kırklar meydanında erkâna girdim
Şâh-ı Velâyet’ten kemer-best oldum
Selman-ı Pak ile yoldaş idim ben
Şükür matlabını getirdim ele
Gül oldum, feryadı verdim bülbüle
Cem olduk bir yere Ehl-i Beyt ile
Kırklar meydanında ferraâş idim ben
İkrar verdik cümle düzüldük yola
Sırrı fâş etmedik asla bir kula
Kerbela’da İmam Hüseyn ile bile
Pâk ettim dâmanı gül taşıdım ben
Şu fena mülküne çok gelip gittim
Yağmur olup yağdım ot olup bittim
Urûm diyarını ben irşat ettim
Horâsan’dan gelen Bektaş idim ben
Gâhi nebi gâhi veli göründüm
Gâhi uslu gâhi deli göründüm
Gâhi Ahmet gâhi Ali göründüm
Kimse bilmez sırrım kallaş idim ben
Şimdi hamdülillâh ŞİRÎ dediler
Geldim gittim zâtım hiç bilmediler
Sırrmımı kimseler fetmetmediler
Hep mahluk kuluna kardaş idim ben (Ergun 1956: 267-269; Öztelli 1985: 123; Koca 1990: 298-300; Alimcan 2002: 151-153)
Nutuk
Haktan emir oldu geldim Cihana
Gözüm açtım nail oldum o bürce
Kâmil oldum Hak kelâmın okudum
Elif kaddim dal yazıldım o bürce
Alnımıza yazıluptur yazılar
Hakkı sevenler bizleri arzular
Yeryüzünde hiç yol yoktur gaziler
Arş yüzünden bir yol gider o bürce
Gökte uçan Cebrail’dir peridir
Bir gül vardır Muhammed’in teridir
Bir kapusu Şâhımerdan Ali’dir
Elvan elvan nurlar yağar o bürce
Hacı Bektaş’ım arayıp yanmışım
Erenler deminden bir pay kapmışım
Eğer Kâbe ise yerin yapmışım
Her gönülden bir yol gider o bürce (Koca 1990: 300)
Eserlerinden Örnekler
Devriye
Cihan var olmadan ketm-i ademde
Hak ile birlikte yektaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben
Anâsırdan bir libasa büründüm
Nâr-ü bâd-ü Hâk-ü âbdan göründüm
Hayrülbeşer ile dünyaya geldim
Âdem ile bile bir yaş idim ben
Âdemin sulbunden Şit olup geldim
Nuh-ı Nebî olup Tufan’a girdim
Bir zaman bu mülke İbrahim oldum
Yaptım Beytullah’ı taş taşıdım ben
İsmail göründüm bir zaman ey can
İshak, Yakup, Yusuf oldum bir zaman
Eyyub geldim çok çağırdım el’aman
Kurt yedi vücudum kan yaş idim ben
Zekeriyya ile beni biçtiler
Yahya ile kanım yere saçtılar
Dâvud geldim, çok peşime düştüler
Mühr-ü Süleyman’ı çok taşıdım ben
Mübarek asayı Musa’ya verdim
Rühu’l-kudüs olup Meryem’e erdim
Cümle evliyaya ben rehber oldum
Cibril-i Emin’e sağdaş idim ben
Sulb-ı pederinden Ahmed-i Muhtar
Rehnümalarından erdi Zülfikâr
Cihan var olmadan Ehl-i Beyt’e yâr
Kul iken zât ile sırdaş idim ben
Tefekkür eyledim ben kendi kendim
Mucize görmeden imana geldim
Şah-ı Merdan ile Düldül’e bindim
Zülfikar bağladım, tiğ taşıdım ben
“Sekahüm” hamrinden içildi şerbet
Kuruldu ayn-i cem ettik muhabbet
Meydana açıldı sırr-ı hakikat
Aldığım esrarı çok taşıdım ben
Hidayet erişti bize Allah’tan
Biat ettik cümle Resullah’tan
Haber verdi bize “seyr-i fillah”tan
Şah-ı Merdan ile sırdaş idim ben
Bu cihan mülkünü devr edip geldim
Kırklar meydanında erkâna girdim
Şâh-ı Velâyet’ten kemer-best oldum
Selman-ı Pak ile yoldaş idim ben
Şükür matlabını getirdim ele
Gül oldum, feryadı verdim bülbüle
Cem olduk bir yere Ehl-i Beyt ile
Kırklar meydanında ferraâş idim ben
İkrar verdik cümle düzüldük yola
Sırrı fâş etmedik asla bir kula
Kerbela’da İmam Hüseyn ile bile
Pâk ettim dâmanı gül taşıdım ben
Şu fena mülküne çok gelip gittim
Yağmur olup yağdım ot olup bittim
Urûm diyarını ben irşat ettim
Horâsan’dan gelen Bektaş idim ben
Gâhi nebi gâhi veli göründüm
Gâhi uslu gâhi deli göründüm
Gâhi Ahmet gâhi Ali göründüm
Kimse bilmez sırrım kallaş idim ben
Şimdi hamdülillâh ŞİRÎ dediler
Geldim gittim zâtım hiç bilmediler
Sırrmımı kimseler fetmetmediler
Hep mahluk kuluna kardaş idim ben (Ergun 1956: 267-269; Öztelli 1985: 123; Koca 1990: 298-300; Alimcan 2002: 151-153)
Nutuk
Haktan emir oldu geldim Cihana
Gözüm açtım nail oldum o bürce
Kâmil oldum Hak kelâmın okudum
Elif kaddim dal yazıldım o bürce
Alnımıza yazıluptur yazılar
Hakkı sevenler bizleri arzular
Yeryüzünde hiç yol yoktur gaziler
Arş yüzünden bir yol gider o bürce
Gökte uçan Cebrail’dir peridir
Bir gül vardır Muhammed’in teridir
Bir kapusu Şâhımerdan Ali’dir
Elvan elvan nurlar yağar o bürce
Hacı Bektaş’ım arayıp yanmışım
Erenler deminden bir pay kapmışım
Eğer Kâbe ise yerin yapmışım
Her gönülden bir yol gider o bürce (Koca 1990: 300)