SÜHEYLÎ, Ahmed b. Hemdem Kethudâ

(d. 992-3?/1585? - ö. 1043/1633-34)
Divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Süheylî’nin asıl adı Ahmed’tir. Süheyl, güney yarım kürede bulunan parlak bir yıldızdır. Aslen Şamlı olan sanatçı, kendisini doğunun parlak yıldızı gibi gördüğü için Süheylî mahlasını seçmiş olmalıdır. Süheylî’nin yaşadığı döneme ışık tutan kaynaklarda, şairin hayatı hakkında yetersiz ve kimi yanlış bilgiler bulunmaktadır. Tezkirelerde ve benzer biyografik eserlerde hayatına dair doğru bilgiler, onun Hemdem Kethudâ’nın oğlu, Mısır’da divan kâtibi ve Şam asıllı olduğu ile sınırlıdır. Ansiklopedi ve kataloglardaki bilgiler ise eserlerinden derlendiği için eksik olmakla birlikte bazı doğru bilgileri içermektedir. Fezâil-i Şam adlı eserinden, şairin Şam’da doğmuş ve büyümüş olduğu, öğrenim sürecini büyük ölçüde burada tamamladığı öğrenilmektedir. Dîvân’da da birkaç yerde ayrıldığı vatanına, Şam’a olan özlemini dile getirmektedir. Hakkında bilgi veren kaynaklardan ve kendi eserlerinden Süheylî’nin doğum tarihi ile ilgili bir bilgiye rastlanmaz. Şiirlerinden, Şam’da doğmuş olmakla birlikte özellikle şair kimliği ile İstanbul’da yetişip şöhret bulduğu öğrenilmektedir (Dîvân, Kıt. 15/51). Babası Hemdem Kethudâ’dır. Hemdem Kethudâ’nın Şam’dan ne zaman ayrılıp hangi görevle İstanbul’a gittiğini bilinmez. Şam’da doğup eğitiminin önemli kısmını burada tamamlamış olan Süheylî, ailesiyle İstanbul’a büyük olasılıkla babasının devlet memuriyeti sebebiyle taşınmıştır. Babasının yönlendirmesi ile çocuk yaştan itibaren Şam’da çağının temel bilgilerini görmüş, öğrenmeye hevesli bir genç olarak İstanbul’a gelmiştir. Hâtemî Bey’e yazdığı manzum mektuptan anladığımıza göre, özellikle şiir konusunda kendisini İstanbul’un yetiştirdiği anlaşılmaktadır (Dîvân, Kıt. 15/51). Bu mektuptan, pek çok şair ile tanışmış ve sohbet meclislerinde bulunmuş olduğu anlaşılan şair, Arapça’ya da hakimiyeti ile kısa sürede devlet işlerinde değerlendirilmesi gereken şahsiyetlerden olmuştur.

Hemdem Kethudâ, Sultan III. Mehmed (1595-1603) döneminde Avusturyalıların elinde bulunan en önemli Macar kalelerinden biri olan Eğri kalesinin fethinde şehit düşmüştür. Eski vezirazamlardan Cerrah Mehmed Paşa ve daha sonra Süheylî’nin hamisi olan Cafer Paşa’nın da katıldığı bu çetin savaşta, Osmanlı orduları önemli kayıplar vermiştir. Süheylî, Cerrah Mehmed Paşa’ya intisab ettikten sonra yazdığı kasidede, babasını kaybettikten sonra kendisine yardım elini uzatan Cerrah Mehmed Paşa’ya şükranlarını ifade eder (Dîvân, K. 23/4).

Süheylî’nin tarih sahnesinde ilk izleri, sanatçı-yazar kimliği iledir. Eserlerinden öğrendiğimize göre, ilk görevi Özdemiroğlu Osman Paşa’nın serdarlığında düzenlenen Tebriz seferindeki münşîliğidir. 993/1585’te düzenlenen seferde Osman Paşa ile Gazi Giray Han’ın görüşmelerinde yazılı kayıt tuttuğu bilindiği üzere bu seferde Paşa’nın yanında, resmi ya da gayrı resmi yazışmalar yapmak, kayıtlar tutmakla görevlendirilmiş olmalıdır.
Bu tarihlerde henüz vakanüvistlik ünvanı verilmeye başlanmadığı ve resmi tarih yazıcılığı geleneği oluşmadığı için, vakanüvistlik olarak da adlandırılmayacak bir görev unvanı altında tarih yazıcılığı yapılmaktadır. Zaten, ilk eseri olan Târîh-i Şâhî’yi 1000/1591/92 yılında yazmış olması, şairliğinden önce tarih yazarlığı kimliğini öne çıkarmaktadır. Fakat yazarın ileride çeşitli devletlilerle farklı yerlerde olan ilişkileri, onun resmi tarih yazıcılığı görevi ile ilişkili değil, daha çok kendisine yakınlık gösteren vezirlerin himayesinde tarihçi-şair kimliği ile görev yapan bir memur olmasındandır. Kesin olarak bildiğimiz iki görev unvanı, Halep muhasebeciliği ve Mısır divan katipliğidir.

Cafer Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa’nın vefatından sonra Bağdat ve Şam bölgesinde de kalamayan Süheylî; Cerrah Mehmed Paşa’nın sadaretinde (1598-99) İstanbul’a dönmüş olmalıdır. Paşa sadrazam iken sunulan bu şiirden ve Paşa’nın çocuklarının sünneti için yazdığı şiirlerden (Dîvân, Kıt. 9) Süheylî’nin 1596-1598 yıllarında İstanbul’da bulunduğu anlaşılmaktadır.
Babasından iki yıl sonra 1598’de ve 1605’te ikisine de Fatma adını verdiği iki kız çocuğunu kaybeden (Dîvân, Kıt. 19, 29) şair, musahipleri Osman Paşa ve Cafer Paşa’dan sonra sığındığı Cerrah Mehmed Paşa’nın 1599’da azlinden ve nikris hastalığından dolayı istikbal göremeyişinden olsa gerek tekrar Şam’a dönmek zorunda kalmıştır. Bu tarihten sonra Süheylî’nin çok istemesine rağmen bir daha İstanbul’a dönemediği anlaşılmaktadır.
Bir ara Canbulatoğullarının himayelerini kazandıysa da bu ailenin, devlete karşı isyan girişiminde bulunmuş olması Süheylî’yi de zor durumda bırakmıştır. Şair, ne İstanbul’a dönebilmiş ne de Halep, Kilis veya Şam dolaylarında kalabilmiştir. Belki de bu yılların bulanık havasından tedirgin olarak Mısır’a döndü. Mısır’da divan kâtibi olarak görev yapan Süheylî’nin, Târîh-i Mısr-ı Cedîd adlı eserinden, bu tarihten 1038/1628-29 yılına kadar geçen olayları bizzat yaşadığı anlaşılmaktadır. Nihayet 1041/1631-32 yılında Sultan IV. Murad (1623-40) için yazdığı bir kaside, şairin bu yıllarda şiir yazacak sağlıkta Mısır’da bulunduğunu göstermektedir. Bu şiir eldeki son örnek olarak bilinir (Dîvân, Kıt. 7, 28). Süheylî’nin bu tarihten ne kadar sonra ve nerede öldüğü bilinmez.

Eserleri:

Süheylî, manzum ve mensur eserleri ile mütercim ve müellif bir edebî şahsiyet olarak değerlendirilmelidir. Mensur eserlerinde kullandığı ifadelerden, kendisinden önce ortaya konmuş pek çok eseri bir tercümeci dikkati ile okumakla kalmadığını, kendi görüş ve düşünceleri ile zenginleşen eserler meydana getirdiğini görürüz.
Süheylî, şair kimliğinden önce tarih ve hikâye yazarı olarak tanınmaktadır.

1. ‘Acâ‘ibü’l-Me‘âsir ve Garâ’ibü’n-Nevâdir: 204 hikâyeden oluşan mensur eserini kaleme alırken Süheylî, bu esere ilham veren pek çok hikâye okumuştur. Bu sürecin, onun dili kullanma yeteneğini geliştirmesi yanında estetik zevkinin oluşmasında ve kültürel birikim kazanmasında önemli katkı sağladığından kuşku duyulamaz. Dr. Şerife Yağcı, eserin 25’i Türkiye ve 6’sı yurtdışında olmak üzere 31 nüshasını tespit etmiştir. Eser İstanbul’da 1256 / 1840, 1276 / 1859 tarihlerinde iki defa, 1268 / 1851’de Kahire’de ve 1882’de Kazan’da olmak üzere toplam 4 defa basılmıştır. Matbu nüshaları Nevâdir-i Süheylî adıyla meşhurdur. Eserin matbu nüshalarının çokluğu ve Kazan ve Kahire’de de basılmış olması onun çok okunduğunun bir göstergesidir. Eserin Şemsettin Kutlu tarafından yapılan sadeleştirilmiş bir yayını da bulunmaktadır. Şemsettin Kutlu metnini, 1276 / 1859’da Beyoğlu Kışla-yı Hümâyun’unda basılan matbu nüsha üzerine kurmuştur. Nevâdir-i Süheylî, çeviri mensur bir hikaye külliyatıdır. Ahmed b. Hemdem münşiyâne bir üslupla yazdığı eserinin önsözünde hikayeleri aldığı tarih kitaplarının ve biyografik eserlerin adlarını vermiş, ayrıca her hikayenin başında hangi kitapta bulunduğunu belirtmiştir. Arapça ve Farsça çeşitli eserlerden çevrilmiş olan hikayelerin çoğu Emevî ve Abbâsî devirlerine aittir. İçlerinde Sultan Sencer, Ahmed b. Tolon ve Fatih'le ilgili birer hikaye vardır. İbret ve ders vermek amacıyla derlenmiş olan bu hikayelerde tarihî gerçeklere uygunluk aramamak gerekir.

2. Târih-i Şâhî: Eser Hz. Âdem’den itibaren tüm peygamberleri naklederek önce bir peygamberler tarihi gibi başlar, daha sonra genişçe bir bölüm Hz. Muhammed’e ayrılır ve sırasıyla dört halife ve on iki imam tarihlerinden bahisle Türk tarihine geçilir. Sırasıyla Anadolu’da kurulan beylikler ve Anadolu dışında hüküm süren Türk yönetimlerinden, Acem, Şirvan, Semerkant vb. vilayetlerin hanlarından, Hicaz, Yemen ve Mısır yönetimlerinden bahisle söz vilâyet-i Rûm’a yani Osmanlılara ve Osman Gazi’ye getirilir. Yazar IV. Murad’dan ve döneminden bahisle eserini tamamlar. Eserde 1038 / 1628 tarihine kadar geçen olaylar anlatılmıştır. Daha önce yazarın hayatından bahsederken söz edildiği gibi eserde 1042 / 1632 tarihi, belki olayların geçtiği ve anlatıldığı bir tarih olarak değil ama yazarın eserini kaleme aldığı bir zaman dilimi olarak yer almaktadır. Yetmiş sekiz tarih kitabının incelenmesi ve değerlendirilmesi yoluyla oluşturulmuş bir eserdir. Süheylî eserini kaleme almaya 1000 / 1591 yılında başladığını eserinde anlatır (vr.3a). Eserin Acâibü’l-meâsir yazarı Süheylî’ye aidiyetini kanıtlayan tek delil, eserde geçen Ahmed b. Hemdem Kethüdâ adı değildir. Her iki eserde de kullanılan tarih kitapları ortaktır, her iki eserde bazı benzer hikâyeler ve üslup benzerliği bulunmaktadır. Elbette Taberî, İbni Esîr, İbni Hallikân vb. önemli tarihçilerin ve Mir’atü’z-zamânTârîh-i GüzîdeVefâyatü’l-A’yânTârîh-i Muntazam vb. meşhur kitapların ortaklığı belirgin bir ölçü sunamaz. Bununla birlikte yazarın her iki eserinin başında da yararlandığı tarih kitaplarını aynı şekilde sayması bir ipucu olabilir. Yazar, Târih-i Şâhî’nin bir yerinde İbni Sünbül Tarihi'ni tercüme ettiğinden bahseder. Bu tercüme Târih-i Mısr-ı Kadîm adlı eseridir. Eserin biri Süleymaniye Kütüphanesi Fatih 4356 ile, diğeri ise Topkapı Sarayı, Eski Hazine Nu: 1437'dedir.Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüsha kayıtlara müellif hattı olarak geçmişse de eser istinsah edilmiştir.

3. Târih-i Mısr-ı Kadîm: Hz. Âdem’in yaratılışından Tûfan’a, Tûfan’dan Çerkez hükümetlerinin sonuna kadar geçen olayları ihtivâ eden bir eserdir. Ed-Dürretü’l-Yetîme Fî Evsâfi Mısri’l-Kadîme adıyla da bilinir. Tarih-i Mısr-ı Cedîd’le birlikte İbrahim Müteferrrika matbaasında 1142 / 1729 tarihinde basılmış olan eserin pek çok yazma nüshası da bulunmaktadır. Eser Nureddin Ahmed b. Sünbül /Zenbel’in Arapça yazdığı Mısır tarihinin Türkçeye tercümesidir. Eserin bazı yazmaları: Tornberg, CCLXVI, Aumer, 69, Blochet, 838, Lindesiana, TSMK, R. 1417, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi TY.9752, TY. 2403.1141 / M. 1728’de Matbaâ-i Âmire’de basıldı.

4. Târih-i Mısr-ı Cedîd: 921 / 1515’ten 1030 / 1621 senesine kadar geçen Mısır olaylarını anlatır. Târih-i Mısr-ı Kadîm’in zeylidir. Matbaa-i Âmire’de İbrahim Müteferrika tarafından basılmıştır. Sonuna İbrahim Müteferrika tarafından bir Mısır bölge haritası ilave edilmiştir. Çoğu nüshada Mısr-ı Kadim’le birlikte ciltlenmişlerdir. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, İbnülemin, Nu: 2929, TY. 2601, 2403, Nuruosmaniye Kütüphanesi, Nu: 3121 (52b’den itibaren Mısr-ı cedîd), Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü, Nu: 4229 (70b’den itibaren Mısr-ı cedîd).

5. Târih-i Mescid-i Harem: Târih-i Mekke-i Mükerreme adıyla da anılır. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed zamanına gelinceye kadar Kâbe’nin kaç defa binâ olduğu ve Hz. Muhammed asrından 1040 / 1630 tarihine kadar kaç defa onarıldığını anlatan bir eserdir. Birisi Flügel kataloğunda, Nu. 896’da, diğeri Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar. Nu: 3745 / II’de kayıtlıdır.

6. Fezâil-i Şâm: Eserin tek nüshası İstanbul Üniversitesi, İbnülemin, Nu: 3287'dedir. Şam’ın faziletleri hakkındadır. İnşa ilmiyle ilgili bir el kitabı olarak düzenlenmiştir.

7. Münşeat: Birisi İstanbul Üniversitesi TY. 238’de; diğeri ise Berlin Staatsbibliothek’te (Hs. or. oct. 895) olmak üzere iki nüshası vardır. Sohrweide, Berlin nüshasının ayrıntılı tavsifini ve içindeki inşa metinlerinin dökümünü yapmıştır. Eser Süheylî’nin mektuplarını içermez.

8. Divân: Süheylî’nin, şair kimliği ile ilk ortaya çıkışı İstanbul’da olmuş, fakat edebiyat çevreleri tarafından tanınmadan şehirden ayrılmak zorunda kalmıştır. Halep ve Mısır’da divan katipliği görevinde bulunduğu sıralarda en çok istediği şey, İstanbul’a dönüp sanatını gösterebileceği bir ortamı elde edebilmektir. Bir gün İstanbul’a dönüp kendine iltifat eden bir devlet büyüğünün de yardımıyla sanatı takdir edilen bir şair olmayı, sadece şairliği ile öne çıkmayı, bu yolla geçinebilmeyi umut etmektedir.
Dîvân Süheylî’nin hem Anadolu’da hem de Şam ve Mısır eyaletlerinde bulunmuş olması bakımından bu edebiyatın uzak objektifle çekilmiş bir fotoğrafı gibidir. Uzaktan bu tarz bir bakışın, bu edebiyatın dinamiklerini yakından takip edememek gibi sakıncaları bulunmakla birlikte bu edebiyatı geniş bir çerçeveden değerlendirme fırsatı vermiş olması da önemlidir.
Süheylî Dîvân’ı, başka örnekler gibi önceki tanınmış şairlerin izlenmesi ile ortaya çıkmıştır. Hayâlî, Bâkî, Gelibolulu Âlî ve Fuzûlî gibi şairler bu etkilenilen isimlerin başlıcalarıdır. Bu etkileşim, nazire yoluyla veya musammatlar oluşturmak şeklinde görüldüğü gibi ismen zikrederek veya mazmun ve klişelerde, imaj ve tablolarda aşinalık ve öykünme şeklinde de görülebilir. Eldeki Dîvân nüshasında Usûlî’nin bir kasidesine yazılmış nazire (K. 47); Şeyhülislam Yahyâ Efendi, Makâlî, Veysî ve Cenâbî’nin matla‘ları ile tesdîs; Sadrazam Hafız Ahmed Paşa’nın matla‘ı ile tesmîn; Makâlî ve Vahyîzâde Hilmî Efendi’nin gazellerinden tahmîs bulunmaktadır.
Dîvân’da 15. sırada yer alan 56 beyit tutarındaki kıta, Süheylî,’nin Bağdat’a gelen Hâtemî Bey aracılığı ile Anadolu şairleri için yazıp yolladığı manzum bir mektuptur. Bu mektup, şairin Anadolu’da tanıdığı veya bildiği şairleri haber verdiği gibi kendisi hakkında önemli bir belge niteliği de taşır. Baştan sona kadar bir mektup türü özellikleri taşıyan şiirin, dönemi için eleştiri niteliği arz ediyor olması da dikkat çekicidir. Çok sayıda şairi tanıyan ve onlar hakkında hüküm veren Süheylî, özgüvenle kendi konumunu da değerlendirirken öncekilere öykünme yolunda tedbiri elden bırakmadığını da vurgular. Ahmed b. Hemdem Kethüdâzâde Süheylî’nin divanı Dr. Esat Harmancı tarafından Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi 1098 numarada tespit edilmiş ve yayımlanmıştır. Harmancı’nın yayınladığı dîvân metninde geçen yer ve şahıs adları, tarihî göndermeler Süheylî’nin hayatıyla uyum içerisindedir.

Kaynakça

Diriöz, Haydar Ali (1981). “Süheylî”. Türk Ansiklopedisi. C. 30. Ankara: Millî Eğitim Bakanlığı Yay. 21.

Harmancı, M. Esat (2007). Süheylî Dîvân. Ankara: Akçağ Yay.

Kutlu, Şemsettin. Türk İslâm Târihinden (Nevâdir-i Süheylî). Tercüman 1001 Temel Eser.

Nizâmeddin Ahmed el-Harezmî. Divân-ı Süheylî. Nuruosmaniye Kütüphanesi. No. 3824.

Özkırımlı, Atilla. “Süheylî” Türk Edebiyatı Ansiklopedisi. C. IV. 1053.

Özkırımlı, Atilla. “Süheylî” Meydan Larousse. C. 11. 638.

Süheylî. Târih-i Mısr-ı Cedîd (Mısr-ı Kadîm ile birlikte). İbrahim Müteferrika Baskısı. İstanbul: Matbaa-i Âmire. 114.

Süheylî. Târih-i Mescid-i Harem. Süleymaniye Kütüphanesi. Yazma Bağışlar. No. 3745 / 2. vr. 44b.

Süheylî: Târih-i Şâhî, Süleymaniye Ktp., Fatih Bl. Nu: 4356.

SüheylîFezâil-i Şâm. İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi. İbnülemin Kitapları. Nu. 3287. vr. 22a.

Süheylî. Acâibü’l-meâsir ve Garâibü’n-nevâdir. Nuruosmaniye. Nu. 4117. vr. 7a.

“Süheylî Ahmed” (1985). Yeni Türk Ansiklopedisi. C. 10. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

“Süheylî, Ahmed” (1981). Türk Ansiklopedisi. C. 30. Ankara: MEB Yay.

Süheylî Ahmed bin Hemdem Kethudâ. Dîvân. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, No: 1098.

Yağcı, Şerife (2001). Süheylî’nin Acâibü’l-Meâsir ve Garâibü’n-Nevâdir’i: Metin ve Küçük Hikâye Üzerine Bir İnceleme. Doktora Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi.

Yalçınkaya, Şerife (2010). “Süheylî, Ahmed”. İslam Ansiklopedisi. C. 38. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 32-33.

 

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. MAHMUT ESAT HARMANCI & DOÇ. DR. ŞERİFE YALÇINKAYA
Yayın Tarihi: 05.11.2014
Güncelleme Tarihi: 02.12.2021

Eserlerinden Örnekler

Cihân-ı bî-vefâ bâkî degüldür kimseye ey yâr

Degüldür bir karâra çün bilürsün çarh-ı nâ-hemvâr


Dilersen olasun bâg-ı cihân içinde ber-hurdâr

Bu kavli cân ile gûş it sana pendüm budur her bâr


Eli altında olma kimsenün hâtem gibi zinhâr

Kimesneye dime tâ kim gözün üstünde kaşun var

(Bursalı Mehmed Tahir (1342). Osmanlı Müellifleri. C. III. İstanbul: Matbaa-i Amire.68; Harmancı, M. Esat (2007). Süheylî Dîvân. Ankara: Akçağ Yay.)

 

Fezâil-i Şâm risâlesinden
Vatanumdur benüm o cây-ı latîf

Şehr-i dârü’s-selâm makâm-ı şerîf


Mevlidümdür o şehr-i rûh-efzâ

Anda buldum fakîr neşv ü nemâ

.....

İyledüm nice yıldur anda makâm

Şugl-ı ilme idüp tetabbu-ı tâm

(Süheylî. Fezâil-i Şâm. İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi. İbnülemin Kitapları. No: 3287. vr.4b. 22a.)

 

Târih-i Şâhî’den
“Âkıbet 93 senesinde vezîr-i a’zâm Osmân Paşayla Tebriz fethine vardugumuzda ol gün ki Salmâs nâm mahalle vusûl buldukda hân-ı mezbûr (İslâm Girây Hân) dört hidmetkârı ile fursat bulup halâs olup Osmân Paşayla mülâkat itdükleri hînde râkım-ı hurûf olan mü’ellif-i târîh ... Süheylî b. Hemdem Kethüdâ ol seferde bile olup hân-ı celîlü’ş-şân ile ol seferde âşinâlık müyesser oldı.”

(Süleymaniye Kütüphanesi Fatih 4356vr. 255a)

 

Târih-i Şâhî’den
“Bu târîh-i hakîrün mü’ellifi olan Ahmed b. Hemdem Kethüdâü’ş-şehîr bi-Süheylî ol sene-i seniyyede velî-nimetüm ve efendüm olan Cafer Paşa ki Tebriz kalası feth olındukda serdâr-ı ekrem Osmân Paşa kal’a muhafazasına efendümüzi alıŽkoyup bir kaç sene muhâfazadan sonra 1001 sâlinde vezîr Cafer Paşaya eyâlet-i Bagdâd virilüp zabt uŽtasarruf üzre iken Hân Ahmed hazretleri dahı âsitâne-i devletden Bagdâd’a gelüp efendüm istikbâle çıkup tekrîm ü ta’zîm ile bir sarây-ı celîle kondurdılar. Ve bir iki aydan sonra Hazret-i İmâm Alî ve İmâm Hüseyn ziyâretlerin murâd idüp Ca’fer Paşadan icâzet taleb eyledükde bu Süheylî bendelerini kendüŽtaraf-ıâlîlerinden Hân-ı celîlü’ş-şânun hidmetine ta’yîn buyurdılar. Hıtta-i Bagdâd içinde olan merâkıd-ı evliyâ-yı güzîni ve meşhed-i İmâm Aliyyü’l-Murtazâ ve meşhed-i İmâmŽHüseyn’i ziyâret idüp tekrâr Bagdâd-ı safâ-bünyâdda olan makarr-ı Žsa’âdetlerine nüzûl idince buabd-i fakîr hidmet-i şerîflerinde istihdâm idüp envâ-ı mekârim-i lutf u ihsânlarına mazhar olurdum. El-hakk böyle bir vücûd-ı şerîf ve kerem ü ahlâkı zâ’idü ani’t-tavsîf pâdişâh-ı hünermend ü âkil görilmiş degildür. BirŽkaç sene ol diyârda ikâmet idüp rahmet-i Rahmân’a intikâl buyurdılar. Ve meşhed-i hazret-i İmâmAlî’de defn olındılar.”(Süleymaniye Kütüphanesi Fatih 4356, vr. 335b-336a).

 

Fezâil-i Şâm risalesinden
Târîh-i itmâm-ı kitâb

Minnet ol kâdir-i bî-hemtâya

Geldi irişdi suhen itmâma

 

RaŽkam itdükde Süheylî kaleme

Düşdi târîh-i Fezâ’il tâme


Gubâr-ı âsitân zü’l-meâlî

Süheylî kâtib-i dîvân-ı âlî

(İstanbul Üniversitesi. İbnülemin. Nu: 3287. vr. 22a):

 

Târih-i Mescid-i Harem 'den
“Sebeb-i hâdis budur ki vech-i arzda hubût-ı Âdemaleyhi’s-Žsalâtü ve’s-selâmdan devr iden devr-i medâr hâtim-i enbiyâ aleyhi’s-selâma gelince binâ-yı beytullâhi’l-muazzam kaç kere tecdîd olınmışdur ve kimler binâ iylemişdür ve hicret-i nebevî aleyhi’s-selâmdan bin kırk sâline gelince ki pâdişâh-ı rub-ı meskûn ve hâkân-ı nusret-makrûn ... Sultân Murâd Hân ibni Sultân Ahmed Hân..”

(Süleymaniye Kütüphanesi. Yazma Bağışlar. Nu: 3745 / II’de 2a.)

 

Târih-i Mısr-ı Cedîd’den
“Ba’de eyâlet-i Mısr âsitâne-i arş-âşiyân-ı pâdişâhîde imrâhor-ı kebîr mansıbıyla ser-efrâz olan vezîr-i huceste-tedbîr Mehemmed Paşa-yı rûşen-zamîr cenâbına sadaka olınup şehr-i Zi’l-hiccenün yigirmi yedinci güni virilüp şehr-i Muharremün yigirmi üçünci güni fî-seneti 1038 müsellem gelüp Sâlih Begi kâ’im-i makâm tayîn buyurmışlar...”

(Süleymaniye Kütüphanesi. Yazma Bağışlar. Nu: 3745 / II, 65b.)

 


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1İBN ARABŞÂH, Ahmed bin Muhammed bin Abdullâh bin İbrâhîm bin Muhammed, Şehâbeddîn, Ebu’l-Abbâs, Acemî, Rûmîd. 15 Kasım 1389 - ö. 24 Ağustos 1450Doğum YeriGörüntüle
2AYŞÎ, Dervîş Mehmed Ayşîd. ? - ö. 1650-1651Doğum YeriGörüntüle
3Hızır Ağad. 1710? - ö. 1796?Doğum YeriGörüntüle
4İBN ARABŞÂH, Ahmed bin Muhammed bin Abdullâh bin İbrâhîm bin Muhammed, Şehâbeddîn, Ebu’l-Abbâs, Acemî, Rûmîd. 15 Kasım 1389 - ö. 24 Ağustos 1450Doğum YılıGörüntüle
5AYŞÎ, Dervîş Mehmed Ayşîd. ? - ö. 1650-1651Doğum YılıGörüntüle
6Hızır Ağad. 1710? - ö. 1796?Doğum YılıGörüntüle
7İBN ARABŞÂH, Ahmed bin Muhammed bin Abdullâh bin İbrâhîm bin Muhammed, Şehâbeddîn, Ebu’l-Abbâs, Acemî, Rûmîd. 15 Kasım 1389 - ö. 24 Ağustos 1450Ölüm YılıGörüntüle
8AYŞÎ, Dervîş Mehmed Ayşîd. ? - ö. 1650-1651Ölüm YılıGörüntüle
9Hızır Ağad. 1710? - ö. 1796?Ölüm YılıGörüntüle
10İBN ARABŞÂH, Ahmed bin Muhammed bin Abdullâh bin İbrâhîm bin Muhammed, Şehâbeddîn, Ebu’l-Abbâs, Acemî, Rûmîd. 15 Kasım 1389 - ö. 24 Ağustos 1450Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
11AYŞÎ, Dervîş Mehmed Ayşîd. ? - ö. 1650-1651Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
12Hızır Ağad. 1710? - ö. 1796?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
13İBN ARABŞÂH, Ahmed bin Muhammed bin Abdullâh bin İbrâhîm bin Muhammed, Şehâbeddîn, Ebu’l-Abbâs, Acemî, Rûmîd. 15 Kasım 1389 - ö. 24 Ağustos 1450Madde AdıGörüntüle
14AYŞÎ, Dervîş Mehmed Ayşîd. ? - ö. 1650-1651Madde AdıGörüntüle
15Hızır Ağad. 1710? - ö. 1796?Madde AdıGörüntüle