Madde Detay
YAHYÂ BEY, Taşlıcalı, Dukagin-zâde
(d. ?/? - ö. 990/1582)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Doğum tarihi ve yeri tam
olarak bilinmeyen Yahyâ, bizzat belirttiği üzere Arnavut asıllı olup ünlü
Dukagin ailesine mensuptur. Ailesinden dolayı Dukaginzâde, geldiği yerden
hareketle ise Taşlıcalı diye anılan şair, Kuzey Arnavutluk’tan devşirilerek
İstanbul’a getirilmiş ve Acemi Oğlanları Ocağı’nda eğitilmiştir. Burada ilk
olarak yayabaşılığa yükselen, daha sonra sipahi sınıfına ayrılan Yahyâ, öğrenme
isteği ve yeteneği ile Yeniçeri kâtibi Şehâbeddin Bey’in dikkatini çekmiş, bu
zâtın kendisini çırak edinmesiyle yeniçerilere uygulanan bazı zorunluluklardan
muaf tutulmuştur. Âşık Çelebi’nin belirttiğine göre bir nevi, “tâlimhâneyi
muallimhâne bilmek” sûretiyle eğitimini her geçen gün ilerletmiş, bu vesile ile
zamanının birçok şair ve nâsiriyle tanışmış, Kemâlpaşazâde, Kadri Efendi ve
Fenârizâde Muhyiddin Çelebi gibi döneminin önde gelen bilginlerinin meclislerine
devam etmiştir (İsen 1994: 286; İsen 1998: 248; Canım 2000: 578; Kılıç 2010:
672-675; Çavuşoğlu 1986: 343; Kaya 1986: 9-10, 14; Kaya 2011: 156).
Yahyâ, Kemâlpaşazâde’ye
sunduğu kasîdesini bu büyük bilginin çadırında bizzat okumuş, orada hazır
bulunan devlet adamları ile şairlerin şiirini beğenmelerine karşın dönemin bir
diğer ünlü ismi Hayâlî bazı eleştirilerde bulunmuş ve bu durum, iki şair
arasında ölümlerine dek sürecek olan bir düşmanlığın başlamasına yol açmıştır.
Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran ve Mısır seferlerine de katılan Yahyâ Bey,
Kanunî’ye 2. Irakeyn seferi vesilesiyle sunduğu kasîdesinde Hayâlî ile
kendisini karşılaştırmış, hem şaire ağır hakaretler yöneltmiş, hem de sultanın
ona olan iltifatından yakınıp Hayâlî’ye gösterdiği rağbeti kendisinden
esirgediğini ileri sürerek padişaha târizde bulunmuştur (Kılıç 2010: 675-676;
Çavuşoğlu 1986: 343; Kaya 2010: 156).
Her geçen gün şiirdeki
ünü artan, Defterdâr İskender Çelebi, İbrahim Paşa, Güzelce Kasım Paşa gibi
birçok devlet adamına medhiyeler yazan Yahyâ, düğünü vesilesiyle sunduğu bir
kasidesiyle, aynı zamanda padişahın damadı olan Rüstem Paşa’nın da gönlünü
kazanmış ve paşa, şaire sefer esnasında Eyüp tevliyetini, seferden dönüşte ise
sırasıyla Kapluca, Sultan Orhan, Bolayır ve Yıldırım Bayezid tevliyetlerini
vermiştir. Yahyâ’nın, Şehzâde Mustafa'nın 960/1553’te katli üzerine
yazdığı mersiyesinde, şehzâdenin suçsuzluğu yanında padişahın kandırıldığını ve
bunda rolü olduğunu belirterek Rüstem Paşa’yı itham etmesi, paşanın azline sebep
olmuş, bu durum paşanın şaire olan ilgisini sona erdirmiştir. Rakiplerinin
kışkırtmaları üzerine Rüstem Paşa, Yahyâ Bey’i önce vakıf mütevelliliğinden
azlettirmiş, ardından da hakkında şikâyet olduğu gerekçesiyle defalarca teftiş
ettirmiştir. Şair, yapılan tüm teftişlerden yüzünün akıyla çıkmakla birlikte
tevliyetleri kendisine geri verilmediği gibi bir zeâmetle İzvornik sancağına
sürülmüştür. Verilen zeâmetin yeterli olmadığını, sıkıntı içinde bulunduğunu ve
kendisine haksızlık edildiğini çeşitli kasîdelerinde dile getiren Yahyâ, başına
gelenlerin sorumlusu olarak Rüstem Paşa’yı görmüş, teselliyi ise paşanın
968/1561’de ölümünün ardından terkîb-i bend şeklinde kaleme aldığı hicviyesinde
bulmuştur (İsen 1994: 286-287; Kılıç 2010: 673-677; Çavuşoğlu 1986: 343-344;
Kaya 2010: 156).
Gerek Kanunî’den, gerekse
diğer devlet büyüklerinden umduğu ilgiyi göremeyişinin de yol açtığı üzüntü ve
kırgınlık içinde Rumeli serhaddine giderek akıncı ocağına katılan Yahyâ Bey,
bir daha İstanbul’a dönmemiş, son kasîdesini Zigetvar seferi sırasında
Kanunî’ye sunmuş ve yaşının seksene ulaştığını belirtmek sûretiyle padişahtan
çocuklarını kapıya alıp himâye etmesini talep etmiştir. Son yıllarında Gülşenî
Şeyhi Üryânî Mehmed Dede’ye bağlanarak kendisini tamamen tasavvufa veren şair,
hayatının geri kalanını sâkin bir şekilde geçirmiş; kaynakların çoğunda
belirtildiği üzere, 990/1582 yılında, yaşı doksanı aşmış bir hâlde iken vefat
etmiştir. Mezarı, günümüzde Sırbistan sınırları içinde kalan İzvornik
yakınında, Lozniçe’dedir (İsen 1994: 289; Çavuşoğlu 1986: 344-345; Kaya 1986:
15-16; Kaya 2010: 156).
Eserleri:
1. Dîvân. Yahyâ
Bey, önemli edebî eserlerinden biri olan dîvânını üç kez tertip etmiş ve her
defasında şiirleri üzerinde önemli değişiklikler yapmıştır. Son tertibi Kanûnî’ye
sunulan dîvânın Mehmet Çavuşoğlu tarafından hazırlanmış olan tenkitli neşrinde
(İstanbul 1977) 1 dîbâce, 34 kasîde, 5 tercî-i bend, 4 terkîb-i bend, 1 ta‘şir,
4 mu‘aşşer, 3 müseddes, 3 muhammes, 25 murabba, 3 tarih, 1 müstezat, 2
şehrengîz, 515 gazel ve 20 kıt‘a yer almaktadır. Dîvânın bazı nüshaları:
İstanbul Üniversitesi Ktp., İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, nr. 1302, Millet Ktp.,
Ali Emîrî Efendi Manzum, nr. 516, 517, Edirne Selimiye Ktp, Bâdî Efendi, nr.
2172.
2. Hamse. Yahyâ
Bey, bu eserini Kanûnî devrinde yazmış ve hamseyi oluşturan mesnevîlerin tümünü
bu padişaha sunmuştur. Hamse, sırasıyla şu mesnevîlerden oluşmaktadır: a.
Şâh u Gedâ: 1000 beyit civarında olan mesnevî, beşerî aşktan ilâhî aşka
geçişi anlatan platonik bir aşk hikâyesidir. Tahminen 1537 yılı civarında
yazılmış olan eser, dilinin Türkçe ve konusunun yerli olması nedeniyle hayli
ünlü olmuş ve beğenilmiştir. b. Gencîne-i Râz: 1540-1541’de yazılan
mesnevî, dinî-ahlâkî, tasavvufî çeşitli konuların işlendiği, makaleler adı
altında 40 bölüme ayrılmış didaktik bir eser olup 3051 beyitten oluşmaktadır.
Mesnevîde ayrıca, şairin kendi hayatından alınma hikâyelere yer verildiği
görülmektedir. c. Yûsuf u Zelîha: Yahyâ, yazılış tarihi belli
olmayan bu mesnevîsini, genç yaşında aşka düşmesi üzerine terk-i diyâr edip
Mısır’a vardığında kaleme aldığını belirtmektedir. Çavuşoğlu tarafından
hazırlanan tenkitli neşirde (İstanbul 1979) beyit sayısı 5179 olan mesnevîde
konu daha çok beşerî ölçüler içinde ele alınmış, eser dil ve üslûp bakımından
özgün kabul edilmiştir. Eserin bazı nüshaları: Millet Ktp., Ali Emirî Efendi
Manzum, nr. 986/1, İstanbul Üniversitesi Ktp., TY., 5682. d. Kitâb-ı Usûl:
Yaklaşık olarak 3100 beyitten oluşan ve yazılış tarihi bilinmeyen mesnevî, 12
bölüm ve 7 kısımdan oluşmaktadır. Yahyâ, bazı kaynaklarda adı “Usûlnâme” olarak
da geçen eserinde, “adalet, zulüm, uzlet, doğruluk, yiğitlik, aile, hânende ve
sâzendeler, ahmaklık, ölüm” vb. türlü konuları işlemiş, bunları yine çoğu kendi
hayatının ve gözlemlerinin ürünü olan onlarca hikâye ile açıklama yoluna
gitmiştir. e. Gülşen-i Envâr: Aynı zamanda Hamse’nin sonuncu kitabı olan
ve 2810 beyitten oluşan mesnevî, 1551’de yazılmıştır. Fasıl, aksâm, mertebe
gibi başlıklar altında dinî, tasavvufî ve ahlâkî hikâyeler ile temsillerden
oluşan eserde dînî konular yanında, mahallî konulara; hatta Şehzâde Mustafa’nın
vefatına da yer veren Yahyâ, dönemin toplum hayatını da oldukça sade bir dille
yansıtmayı başarmıştır. Eserin bazı nüshaları: Millet Ktp., Ali Emîrî, Manzum,
nr. 986/1-5, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3441.
3. Edirne Şehrengîzi.
Baş tarafında bir münâcât bulunan şehrengîz, Çavuşoğlu’nun dîvân neşrinde yer
verdiği metne göre 215 beyitten oluşmaktadır (Çavuşoğlu, 1977: 227-243). Yahyâ
eserde öncelikle sevdiği güzelin aşkı yüzünden düştüğü halleri dile getirmiş,
ardından da “Edirne’nin dünyada bir benzerinin bulunmadığından, bu şehrin bir
gaziler ocağı olduğundan, Meriç ve Tunca nehirlerinin âdeta şehrin delilerini
zapt etmeye yarayan iki zincir gibi olduğundan” vs. bahsetmek sûretiyle şehri
çeşitli yönleriyle tanıtmıştır. Ardından sözü Edirne’nin güzellerine getiren
şair, başta “Silahdâr-oğlu Mehmed” olmak üzere toplam 14 güzeli beşer beyitle
tasvir etmiştir. Şehrengîzin bir nüshası için bk. İstanbul Üniversitesi Ktp.,
İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, nr. 1302, vr. nr. 26a (Dîvân nüshası içinde).
4. İstanbul
Şehrengîzi. Yahyâ, yine Çavuşoğlu’nun dîvân neşrinde yer verdiği metne göre
345 beyitten oluştuğu görülen (Çavuşoğlu 1977: 244-275) eserinde, “şehr-i
işret-âbâd, bâğ-ı cennetten nümûne, saâdet mâhı, şehr-i meşhûr” vb. ibarelerle
andığı İstanbul’un güzelleri, âşıkları, denizi, sâhilleri, surları vb.
yönlerinden övgüyle söz etmiş, ardından güzellerin tasvirine geçmiştir. Şair bu
bölümde, başta “Astarsız Mehmed Beyoğlu” olmak üzere toplam 58 güzeli, ilkini
altı, diğerlerini de üçer beyitle ele almak sûretiyle tanıtmıştır. Eserin bazı
nüshaları: İstanbul Üniversitesi Ktp., TY, nr. 2982; İstanbul Üniversitesi
Ktp., İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, nr. 1302 (İsen 1994: 287; İsen 1998: 248; Canım
2000: 578; Solmaz 2005: 594; Kılıç 2010: 676, 680; Çavuşoğlu 1977: XII-XV;
Çavuşoğlu 1983: 17-21; Çavuşoğlu 1986: 345-346; Kaya 1986: 16; Kaya 2010: 157).
Yahyâ Bey, ömrünü âdeta
Anadolu’da ve Rumeli’de bir seferden diğerine koşarak geçirmekle birlikte,
sipâhilikten daha çok okumaya, ilim ve kültür elde etmeye çalışmış,
askerliğinin yanı sıra şairlik vasfının da bulunması nedeniyle “sâhib-i seyf ü
kalem”, yani “kalem ve kılıç sahibi” şahsiyetlerden biri kabul edilmiştir. O,
aynı zamanda mürettep bir dîvânı ve beş mesnevîden oluşan hamsesi bir yana,
Şehzâde Mustafa Mersiyesi gibi, dönemin şartları gereği yazılması hayli cesaret
gerektiren bir şiiri kaleme alacak kadar korkusuz, gözü pek ve atılgan
kişiliğiyle şahsına münhasır bir şairdir (Kılıç, 2010: 677; Çavuşoğlu, 1986:
343, 345; Kaya, 2010: 156).
Yahyâ, döneminde gazel ve
mesnevî alanının güçlü isimlerinden biri olarak görülmüş, gerek sağlığında,
gerekse ölümünden sonra yazılan tezkirelerde kişiliği, şiirleri ve hamsesi
haklı olarak övülmüştür. Örneğin Sehî, şairi “hoş tabiatlı”, Latîfî “asrın
şairlerinin seçkinlerinden ve sahip olduğu şöhretin hakkını verenlerden”, Âşık
Çelebi “arsa-i şi‘rin yeksüvârı”, Ahdî “devrinde mesnevî vadisinde benzeri
yoktur” ve Âlî “gazelde ve mesnevîde hâl sahibi, kemâl ehli bir şair” olarak
takdim etmiştir (İsen 1994: 287; İsen 1998: 248; Canım 2000: 578; Solmaz 2005:
593; Kılıç 2010: 673; Çavuşoğlu 1986: 345; Kaya 2010: 157). Yahyâ’nın
kasideleri, bunların özellikle ve de geleneksel kaside yapısına göre uzun
tutulduğu görülen teşbîb bölümleri hayli dikkat çekicidir. Teşbîblerin ilk
mısraından itibaren hemen her mısraında bir asker şairin, kahraman bir gazinin
coşkun heyecanı, güçlü bir üslûp ve tok bir sesle dile getirilmiştir. Bunlarda
yer verilen bazı tasvirlerdeki özgünlükler, özellikle soyut-somut zıtlığını pek
çok yerde başarılı bir şekilde kullanma, ayrıca konu farklılığında gösterilen
titizlik Yahyâ’yı dönemindeki şairlerden ayıran kendine has özelliklerindendir
(Çavuşoğlu 1986: 345; Kaya 2010: 156).
Şairin, Sehî Bey’in
“güzel ve gösterişli” olarak tanımladığı gazelleri, kendisinin de belirttiği
üzere daha ziyade âşıkâne ve rindânedir. Bunlardan gençlik yıllarında
yazdıkları âşıkâne, Üryânî Mehmed Dede’nin müridi olduktan sonra yazdıkları ise
daha çok dinî, tasavvufî ve rindâne tarzdadır. Bu şiirlerinde, geleneksel
yaklaşımdan farklı olarak zâhidi meyhaneye değil de mescide çağıran Yahyâ, bu
mekânı “Hak dîvânı” olarak göstermiş, şeriat ile tarikatın ise onun iki hisarı
olduğunu belirtmiştir. Şair, kasîde ve gazellerinin yanında musammatları ve
şehrengîzleri ile de dikkat çekmiş, bir kısmı hiciv türünde yazılmış olan
kıtʻalarında ise başta Hayâlî Bey olmak üzere Kandî, Rahmî vb. döneminin bazı
şairlerine yönelttiği eleştirilerini dile getirmiştir (İsen 1998: 248; Canım
2000: 578; Solmaz 2005: 594; Kılıç 2010: 680, 682; Çavuşoğlu 1977: 343;
Çavuşoğlu 1986: 345; Kaya 2010: 157).
Aynı zamanda
edebiyatımızın hamse sahibi şairlerinden biri olan Yahyâ’nın mesnevîleri,
mahallî renkler ve yalın bir dille meydana getirilmiş olmaları bakımından
oldukça önemlidir. Edebiyatımızda Necâtî ile başlayıp Zâtî ile devam eden
Türkçe’nin şiir dili olması yönündeki çabalara, şiirlerinde yer verdiği pek çok
atasözü, deyim ve halk ağzına yakın söyleyişle, son derece sade ve akıcı bir
üslûba sahip olmasıyla Yahyâ Bey de önemli katkılarda bulunmuştur (Çavuşoğlu
1986: 345; Kaya 2010: 157).
Başta dîvânındakiler
olmak üzere şiirlerinde yer yer poetik görüşlerini de dile getiren Yahyâ, şiir
yazmaktan asıl maksadının yâre hâlini arz etmek olduğunu belirtmiş ve âşık
olmadan iyi bir şair olunamayacağını vurgulamıştır. O, kendi şiiri için “âb-ı
zülâl, cân-bahş, dil-keş, gıdâ-yı rûh, hâlet-engîz, ra‘nâ” vb. ibareler
kullanmış; dîvânının birçok yerinde, “sözlerinin mürşid-i kâmil sözleri gibi
olduğunu, aynı zamanda İlâhî ilhâm eseri olup cân ârifine hayat suyu
bağışladığını” belirtmiştir. Ayrıca, şiirde sözü uzatmanın ve muammâ gibi
kapalı söylemenin anlaşılmayı zorlaştıracağı için uygun olmadığını belirten
şair, şiirinde hüsn-i edâ bulunduğunu dile getirmiştir. Şiirlerini hakkıyla
ancak “hâl ehli, aşk erbâbı ve fasih” kişilerin anlayabileceğini ifade eden
Yahyâ, eşsiz olduğunu ileri sürerek bilhassa gazel nazım şekli üzerinde durmuş,
gazelin “sûznâk ve hasb-i hâl” olması gerektiğini vurgulamıştır. Dîvânında
şairliği konusundaki görüşlere de yer veren Yahyâ Bey kendisini, “nazım ve
nesrin yenilmeyen pehlivânı, gazel fenninin mümtâzı” olarak takdim etmiş; hatta
bu nedenle zamane şairlerinin kendisini kıskandığını ileri sürmüştür. Poetik
görüşlerini dile getiren pek çok dîvân şairi gibi o da mübâlağalı ifadelere yer
vermekten kaçınmamış ve sonunda “Yahyâ” mahlâsı bulunmayan şiirlerin ruhsuz
beden gibi olduğunu, cihan mülkünü kendisinin nazm ile tuttuğunu ve adını nazm
ile yaşatarak ölümsüz kıldığını belirtmiştir (Mermer 1987: 229-234; Kaya 2010:
157).
Kaynakça
Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmanî. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Aydemir, Pınar (1993). Taşlıcalı Yahyâ’nın Şâh u Gedâ’sı. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.
Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzemâ. Ankara: AKM Yay.
Çağlayan, Bünyamin (1999). “Yahya Bey’in Musammat ve Şehrengîzlerinde Devrinin Siyasi ve Sosyal Olayları ile Hayatından İzler”. Gazi Üniversitesi Kastamonu Eğitim Fakültesi Dergisi VII: 89-104.
Çavuşoğlu, Mehmed (1969). “Taşlıcalı Dukakin-zâde Yahyâ Bey’in İstanbul Şehr-engîzi”. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi (XVII): 73-108.
Çavuşoğlu, Mehmed (hzl.) (1977). Yahyâ Bey, Dîvan. İstanbul: Edebiyat Fak. Basımevi.
Çavuşoğlu, Mehmed (hzl.) (1979). Yahyâ Bey, Yûsuf ve Zelîhâ. İstanbul: Edebiyat Fak. Basımevi.
Çavuşoğlu, Mehmed (hzl.) (1983). Yahyâ Bey ve Dîvânından Örnekler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.
Çavuşoğlu, Mehmed (1986). “Yahyâ Bey, Dukagin-zâde”. İslâm Ansiklopedisi. C. XIII. İstanbul: MEB Yay. 343-347.
Doğanyiğit, İbrahim (1992). Yahya Bey, Gülşen-i Envâr. Yüksek Lisans Tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi.
İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.
İsen, Mustafa (hzl.) (1998). Sehî Bey Tezkiresi, Heşt-Behişt. Ankara: Akçağ Yay.
İsen, Mustafa (hzl.) (1998). Dile Duran Ölüm, Klasik Türk Edebiyatında Mersiyeler. İstanbul: Kapı Yay.
Kaya, İ. Güven (1985). Dukaginzâde Yahyâ Beğ’in Sanatı. Doktora Tezi. Kosova: Kosova Üniversitesi.
Kaya, İ. Güven (1986). “Dukagin Oğulları ve Dukaginzâde Yahyâ Beğ”. Çevren XIII/52: 9-18.
Kaya, İ. Güven (2006). “Yahyâ Bey’in Kasîdelerindeki Tarihî Gerçekler”. Osmanlı Araştırmaları XXVIII: 53-75.
Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Âşık Çelebi, Meşâ’irü’ş-Şu’arâ (İnceleme-Metin). İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.
Komisyon (1998).“Yahya Bey, Taşlıcalı”. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. VIII. İstanbul: Dergâh Yay. 542-544.
Kutluk, İbrahim (hzl.) (1978). Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: TTK Yay.
Levend, Agâh Sırrı (1958). Türk Edebiyatında Şehr-engizler ve Şehr-engizlerde İstanbul. İstanbul: İstanbul Fetih Derneği, İstanbul Enstitüsü Yay.
Mermer, Ahmet (1987). “Taşlıcalı Yahyâ Bey’in Kendi Şiiri Üzerine Düşünce ve Değerlendirmesi”. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi I: 227-234.
Sehî (1325). Tezkire-i Sehî. İstanbul: Matbaa-i Âmidî.
Solmaz, Süleyman (hzl.) (2005). Ahdî ve Gülşen-i Şu’arâsı. Ankara: AKM Yay.
Tatçı, Mustafa (hzl.) (2003). Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri I-II-III. Ankara: Bizim Büro Yay.
Yahyâ Bey. Hamse-i Yahyâ. Millet Ktp., Ali Emîrî, Manzum, nr. 986/1-5.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. BAYRAM ALİ KAYAYayın Tarihi: 27.07.2013Güncelleme Tarihi: 27.12.2021Eserlerinden Örnekler
Kıtʻa
Kişi fenninde pehlevân
olıcak
Nerede oturursa sadr olur
ol
Kadri günden güne ziyâde
olup
Leyletü’l-Kadr içinde
bedr olur ol
(Çavuşoğlu1977: 598).
Şehzâde Mustafa Mersiyesi’nden
I
Meded meded bu cihânuñ
yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı
Mustafâ Hânı
Tolundı mihr-i cemâli
bozuldı dîvânı
Vebâle koydılar âl ile
Âl-i Osmânı
Geçerler idi geçende o
merd-i meydânı
Felek o cânibe döndürdi
şâh-ı devrânı
Yalancınuñ kurı bühtânı
buğz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumızı yakdı
nâr-ı hicrânı
Cinâyet itmedi cânî gibi
anuñ cânı
Boğuldı seyl-i belâya
tağıldı erkânı
N’olaydı görmeye idi bu
mâcerâyı gözüm
Yazuklar aña revâ görmedi
bu râyı gözüm
...................................................................
(Çavuşoğlu 1977: 165-168).
Gazel
Derûn-ı dilden âh itsem
olur dûd-ı belâ peydâ
Ayândur nâr-ı ʻışk olmaz
dil-i âşıkda nâ-peydâ
Elif kaddüñle laʻlüñ
mîmini gördükce ʻaksinden
Olur mirʼât-ı çeşmümde
hemân ol lahza mâ peydâ
Sözüñde hîle vü efsûn
gözüñde fitneler zâhir
Yüzüñde gün gibi âyîne-i
ʻâlem-nümâ peydâ
Dehânuñ düzdidür var ise
dil mülkin kılan yağma
Ki gelmez sûrete hergiz
olur cân gibi nâ-peydâ
Naʻaller kesmeden
ebrûlaruñ fikriyle ey meh-rû
Tenümde oldı fânî dehr
içinde bir kabâ peydâ
Hayât Âbından el yu ey
göñül fânî cihândan geç
Ola dirseñ saña pinhân
eger mülk-i bakâ peydâ
Makâm-ı gamda ey Yahyâ
hemîşe bî-nevâ diller
Senüñ tasnîf-i şiʻrüñle
kılur dilkeş nevâ peydâ
(Çavuşoğlu 1977: 280).
Gazel
Kul itse kendüye dünyâyı
bir şâh-ı cihân olsa
Selîmî sarsa dülbendin
Süleymân-ı zamân olsa
Dehânı mül saçı sünbül
yañağı gül beñi fülfül
Lebi gonca beli ince boyı
serv-i revân olsa
Tuyulmazdı gamı ʻışkuñ
belürmezdi hat-ı dilber
Cihânda ʻışk u müşg ey
dil eger bir dem nihân olsa
Nigâr olmayıcak cânsuz
bedendür kalʻa-i cismüm
Dil-i vîrâneme genc olsa
bir hȏş nev-cüvân olsa
Hemîşe cânı ol şükrâneye
saklardum ey Yahyâ
Güzeller ʻâşıka meyl itse
bârî bir zamân olsa
(Çavuşoğlu 1977: 519).
Yayın Tarihi: 27.07.2013Güncelleme Tarihi: 27.12.2021Eserlerinden Örnekler
Kıtʻa
Kişi fenninde pehlevân
olıcak
Nerede oturursa sadr olur
ol
Kadri günden güne ziyâde
olup
Leyletü’l-Kadr içinde
bedr olur ol
(Çavuşoğlu1977: 598).
Şehzâde Mustafa Mersiyesi’nden
I
Meded meded bu cihânuñ
yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı
Mustafâ Hânı
Tolundı mihr-i cemâli
bozuldı dîvânı
Vebâle koydılar âl ile
Âl-i Osmânı
Geçerler idi geçende o
merd-i meydânı
Felek o cânibe döndürdi
şâh-ı devrânı
Yalancınuñ kurı bühtânı
buğz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumızı yakdı
nâr-ı hicrânı
Cinâyet itmedi cânî gibi
anuñ cânı
Boğuldı seyl-i belâya
tağıldı erkânı
N’olaydı görmeye idi bu
mâcerâyı gözüm
Yazuklar aña revâ görmedi
bu râyı gözüm
...................................................................
(Çavuşoğlu 1977: 165-168).
Gazel
Derûn-ı dilden âh itsem
olur dûd-ı belâ peydâ
Ayândur nâr-ı ʻışk olmaz
dil-i âşıkda nâ-peydâ
Elif kaddüñle laʻlüñ
mîmini gördükce ʻaksinden
Olur mirʼât-ı çeşmümde
hemân ol lahza mâ peydâ
Sözüñde hîle vü efsûn
gözüñde fitneler zâhir
Yüzüñde gün gibi âyîne-i
ʻâlem-nümâ peydâ
Dehânuñ düzdidür var ise
dil mülkin kılan yağma
Ki gelmez sûrete hergiz
olur cân gibi nâ-peydâ
Naʻaller kesmeden
ebrûlaruñ fikriyle ey meh-rû
Tenümde oldı fânî dehr
içinde bir kabâ peydâ
Hayât Âbından el yu ey
göñül fânî cihândan geç
Ola dirseñ saña pinhân
eger mülk-i bakâ peydâ
Makâm-ı gamda ey Yahyâ
hemîşe bî-nevâ diller
Senüñ tasnîf-i şiʻrüñle
kılur dilkeş nevâ peydâ
(Çavuşoğlu 1977: 280).
Gazel
Kul itse kendüye dünyâyı
bir şâh-ı cihân olsa
Selîmî sarsa dülbendin
Süleymân-ı zamân olsa
Dehânı mül saçı sünbül
yañağı gül beñi fülfül
Lebi gonca beli ince boyı
serv-i revân olsa
Tuyulmazdı gamı ʻışkuñ
belürmezdi hat-ı dilber
Cihânda ʻışk u müşg ey
dil eger bir dem nihân olsa
Nigâr olmayıcak cânsuz
bedendür kalʻa-i cismüm
Dil-i vîrâneme genc olsa
bir hȏş nev-cüvân olsa
Hemîşe cânı ol şükrâneye
saklardum ey Yahyâ
Güzeller ʻâşıka meyl itse
bârî bir zamân olsa
(Çavuşoğlu 1977: 519).
Güncelleme Tarihi: 27.12.2021Eserlerinden Örnekler
Kıtʻa
Kişi fenninde pehlevân
olıcak
Nerede oturursa sadr olur
ol
Kadri günden güne ziyâde
olup
Leyletü’l-Kadr içinde
bedr olur ol
(Çavuşoğlu1977: 598).
Şehzâde Mustafa Mersiyesi’nden
I
Meded meded bu cihânuñ
yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı
Mustafâ Hânı
Tolundı mihr-i cemâli
bozuldı dîvânı
Vebâle koydılar âl ile
Âl-i Osmânı
Geçerler idi geçende o
merd-i meydânı
Felek o cânibe döndürdi
şâh-ı devrânı
Yalancınuñ kurı bühtânı
buğz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumızı yakdı
nâr-ı hicrânı
Cinâyet itmedi cânî gibi
anuñ cânı
Boğuldı seyl-i belâya
tağıldı erkânı
N’olaydı görmeye idi bu
mâcerâyı gözüm
Yazuklar aña revâ görmedi
bu râyı gözüm
...................................................................
(Çavuşoğlu 1977: 165-168).
Gazel
Derûn-ı dilden âh itsem
olur dûd-ı belâ peydâ
Ayândur nâr-ı ʻışk olmaz
dil-i âşıkda nâ-peydâ
Elif kaddüñle laʻlüñ
mîmini gördükce ʻaksinden
Olur mirʼât-ı çeşmümde
hemân ol lahza mâ peydâ
Sözüñde hîle vü efsûn
gözüñde fitneler zâhir
Yüzüñde gün gibi âyîne-i
ʻâlem-nümâ peydâ
Dehânuñ düzdidür var ise
dil mülkin kılan yağma
Ki gelmez sûrete hergiz
olur cân gibi nâ-peydâ
Naʻaller kesmeden
ebrûlaruñ fikriyle ey meh-rû
Tenümde oldı fânî dehr
içinde bir kabâ peydâ
Hayât Âbından el yu ey
göñül fânî cihândan geç
Ola dirseñ saña pinhân
eger mülk-i bakâ peydâ
Makâm-ı gamda ey Yahyâ
hemîşe bî-nevâ diller
Senüñ tasnîf-i şiʻrüñle
kılur dilkeş nevâ peydâ
(Çavuşoğlu 1977: 280).
Gazel
Kul itse kendüye dünyâyı
bir şâh-ı cihân olsa
Selîmî sarsa dülbendin
Süleymân-ı zamân olsa
Dehânı mül saçı sünbül
yañağı gül beñi fülfül
Lebi gonca beli ince boyı
serv-i revân olsa
Tuyulmazdı gamı ʻışkuñ
belürmezdi hat-ı dilber
Cihânda ʻışk u müşg ey
dil eger bir dem nihân olsa
Nigâr olmayıcak cânsuz
bedendür kalʻa-i cismüm
Dil-i vîrâneme genc olsa
bir hȏş nev-cüvân olsa
Hemîşe cânı ol şükrâneye
saklardum ey Yahyâ
Güzeller ʻâşıka meyl itse
bârî bir zamân olsa
(Çavuşoğlu 1977: 519).
Eserlerinden Örnekler
Kıtʻa
Kişi fenninde pehlevân
olıcak
Nerede oturursa sadr olur
ol
Kadri günden güne ziyâde
olup
Leyletü’l-Kadr içinde
bedr olur ol
(Çavuşoğlu1977: 598).
Şehzâde Mustafa Mersiyesi’nden
I
Meded meded bu cihânuñ
yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı
Mustafâ Hânı
Tolundı mihr-i cemâli
bozuldı dîvânı
Vebâle koydılar âl ile
Âl-i Osmânı
Geçerler idi geçende o
merd-i meydânı
Felek o cânibe döndürdi
şâh-ı devrânı
Yalancınuñ kurı bühtânı
buğz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumızı yakdı
nâr-ı hicrânı
Cinâyet itmedi cânî gibi
anuñ cânı
Boğuldı seyl-i belâya
tağıldı erkânı
N’olaydı görmeye idi bu
mâcerâyı gözüm
Yazuklar aña revâ görmedi
bu râyı gözüm
...................................................................
(Çavuşoğlu 1977: 165-168).
Gazel
Derûn-ı dilden âh itsem
olur dûd-ı belâ peydâ
Ayândur nâr-ı ʻışk olmaz
dil-i âşıkda nâ-peydâ
Elif kaddüñle laʻlüñ
mîmini gördükce ʻaksinden
Olur mirʼât-ı çeşmümde
hemân ol lahza mâ peydâ
Sözüñde hîle vü efsûn
gözüñde fitneler zâhir
Yüzüñde gün gibi âyîne-i
ʻâlem-nümâ peydâ
Dehânuñ düzdidür var ise
dil mülkin kılan yağma
Ki gelmez sûrete hergiz
olur cân gibi nâ-peydâ
Naʻaller kesmeden
ebrûlaruñ fikriyle ey meh-rû
Tenümde oldı fânî dehr
içinde bir kabâ peydâ
Hayât Âbından el yu ey
göñül fânî cihândan geç
Ola dirseñ saña pinhân
eger mülk-i bakâ peydâ
Makâm-ı gamda ey Yahyâ
hemîşe bî-nevâ diller
Senüñ tasnîf-i şiʻrüñle
kılur dilkeş nevâ peydâ
(Çavuşoğlu 1977: 280).
Gazel
Kul itse kendüye dünyâyı
bir şâh-ı cihân olsa
Selîmî sarsa dülbendin
Süleymân-ı zamân olsa
Dehânı mül saçı sünbül
yañağı gül beñi fülfül
Lebi gonca beli ince boyı
serv-i revân olsa
Tuyulmazdı gamı ʻışkuñ
belürmezdi hat-ı dilber
Cihânda ʻışk u müşg ey
dil eger bir dem nihân olsa
Nigâr olmayıcak cânsuz
bedendür kalʻa-i cismüm
Dil-i vîrâneme genc olsa
bir hȏş nev-cüvân olsa
Hemîşe cânı ol şükrâneye
saklardum ey Yahyâ
Güzeller ʻâşıka meyl itse
bârî bir zamân olsa
(Çavuşoğlu 1977: 519).