Madde Detay
LÂMİ’Î ÇELEBİ, Mahmûd b. Osmân
(d. 878/1472-3 - ö. 938/1532)
divan şairi, nasir
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Asıl adı Mahmûd, babasının adı Osmân’dır. Kaynaklarda adı Mahmûd bin Osmân bin Nakkâş Alî bin İlyâs olarak geçer. Bursa’da doğdu. Çok iyi bir medrese eğitimi aldı, Muradiye Medresesi’nin iki tanınmış müderrisi Mollâ Ahaveyn ve Mollâ Mehmed bin el-Hâc Hasanzâde’den ders alan Lâmiʻî, İslâmî ilimleri öğrendikten sonra Nakşî şeyhlerinden Emîr Ahmed Buhârî Hazretleri’ne (ö. 922/1516) intisap ederek Nakşibendî tarikatine girdi. Nakşibendî tarikatine girmesinin en büyük nedeni, üzerinde çalıştığı ve Türk edebiyatına kazandırdığı eserlerin yazarları olan ünlü İran mutasavvıfı Câmî’nin (ö. 898/1492) ve Çağatay Türkçesinin kurucusu sayılan Alî Şîr Nevâyî’nin (ö. 906/1501) de Nakşibendî olmasıdır. Lâmiʻî, Şerh-i Esmâ’ü’l-hüsnâ adlı eserinde kendisinden “Nevâyî-veş mürîd-i Şeyh Câmî” olarak söz eder (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi 4046/2: yk. 11b). Lâmiʻî, bu iki büyük ustadan Câmî’nin o denli tesiri altında kalmıştır ki onun önemli eserlerini Türkçeye tercüme etmiş ve “Câmî-i Rûm” olarak anılmıştır. Âşık Çelebi (ö. 979/1572), bunu: “Câmî mü’ellefâtın çok terceme itdügi eclden Câmî-i Rûm dirlerdi.” şeklinde ifade etmektedir (Kılıç 2010: 746).
Lâmiʻî, önemli ve güzel sanatlarda şöhret yapmış bir aileye mensuptur. Babası Osmân Çelebi, II. Bâyezîd’in (ö. 918/1512) hazine defterdarıdır. Annesinin ismi ise Dilşâd Hatun’dur. Büyükbabası Nakkâş Alî ise Timur’un (ö. 807/1405) Anadolu’yu istilâsı sırasında Semerkand’a götürülmüş, orada nakkaşlığını ilerleterek Bursa’ya dönmüştür. Bursa’daki ünlü Yeşil Cami’nin nakışları Nakkâş Alî’ye aittir. Gibb, onun kimi minyatürlü eserlerin tezhiplerini de yapmış olabileceğini söylemektedir (Gibb 1904: III/20). Nakkâş Alî, daha sonra Bursa’da Orta Pazar mevkiinde bir mescit yaptırmış, muhtemelen bu mescidin çinilerinin süslemelerini de kendisi yapmıştır. Fakat bugün Nakkâş Alî’nin mezar taşına bu mescit haziresinde rastlanmamaktadır. Bununla birlikte Lâmiʻî’nin gerek kendi gerekse babasının mezar taşı, büyükbabasının yaptırdığı mescidin haziresindedir. Oğulları Ahmed Çelebi ve Mehmed Çelebi de aynı hazireye gömülmüştür. 1969 yılında Lâmiʻî’nin mezarını ziyarete gittiğimde harap bir şekilde bulunan mescit, üç dört sene evvel çok güzel bir şekilde restore edilmiştir.
Lâmiʻî, Fâtih Sultân Mehmed (ö. 886/1481) devrinin son zamanlarında doğmuş, altmış yıllık ömründe II. Bâyezîd, I. Selîm (ö. 926/1520) ve Kânûnî Sultân Süleymân (ö. 974/1566) devirlerini yaşamıştır. Kaynaklara göre Lâmiʻî İstanbul’a hiç gelmemiş, bununla birlikte daha hayattayken yazarlık ve şairlik gücünü kabul ettirmiştir. Bursa, 726/1326’da Orhan Bey (ö. 763/1362) tarafından fethedildikten sonra Osmanlılar’ın payitahtı olmuş, böylece hem pek çok tarikatin ve takipçilerinin toplandığı bir yer haline gelmiş hem de bir kültür merkezi olarak işlevini yerine getirmiştir. Gerek Timur’un yağmalaması gerekse payitahtın İstanbul’a taşınması, Bursa’nın önemini azaltmamıştır. Bursa’nın hâlâ bir kültür şehri olması ve Lâmiʻî’nin Emîr Ahmed Buhârî’ye olan bağlılığı, onun Bursa’dan ayrılmamasının nedeni olmalıdır. Bunun yanı sıra Lâmiʻî’nin Bursa’yı çok sevmesi söz konusudur, bunun en önemli tanığı Bursa Şehr-engîzi’dir. İşte Lâmiʻî böyle bir ortamda yetişmiş ve almış olduğu eğitim ve kültür, onun bir entelektüel olarak gelişmesini sağlamıştır. Onu hayatı boyunca destekleyen iki kişi olmuştur, bunlar her ikisi de şeyhülislâm olan Fenârîzâde Muhyiddîn Çelebi (ö. 954/1548) ve Kâdirî mahlasıyla şiirleri bulunan Abdülkâdir Hamîdî Çelebi’dir (ö. 955/1548).
Lâmiʻî, Emîr Ahmed Buhârî’yi kendisine şeyh olarak seçmiş ve Nakşibendî tarikatine girmiştir, ona olan bağlılığını ve saygısını zaman zaman eserlerinde dile getirmiştir. Dîvân’ında Emîr Buhârî’yi methettiği şiirleri, Nisâbü’l-Belâga adını verdiği münşeatında ona yazdığı mektupları, gerek Dîvân’ında gerekse Hüsn ü Dil’de ona olan övgüleri, Lâmiʻî’nin hem Emîr Buhârî’nin manevî kişiliğine hem de Nakşibendîliğe bağlılığını gösterir.
Lâmiʻî, eserlerini 37 yaşındayken oldukça geç bir yaşta vermeye başlamış olmasına rağmen ondan sonraki yıllarını hiç boş geçirmemiş, arkasında otuzun üzerinde eser bırakarak 60 yaşında (938/1532) hayata veda etmiştir. Ölüm tarihine düşürülen tarihler de 938 tarihini tutar. Bunlardan biri Lâmiʻî’nün ide Hak rûhını şâd tarih mısraıdır ki ebced hesabı ile 938 tutmaktadır. Bu konularda oldukça dikkatli olan ve Lâmiʻî’nin değerlendirmesini uzun uzadıya yapan Âşık Çelebi’nin Lâmiʻî’nin ölüm tarihini 940 olarak göstermesi bir zuhûl olmalıdır (Kılıç 2010: 748). Ölüm tarihi diğer tezkirelerde yoktur, yalnızca Tercüme-i Şakâyık’ta verilmiştir (Mecdî 1269: 432). Mezar taşında da ölüm tarihi yazılı değildir, sadece el-merhûm Şeyh Lâmiʻî bin ʻOsmân yazılı bir kitabesi bulunmaktadır. Buradan da onun sonunda Nakşibendî şeyhi olduğunu çıkarırız. Âşık Çelebi, Lâmiʻî Çelebi’nin özel hayatından da bahseder ve Lâmiʻî’nin hayatının son zamanlarında arkadaşlarının ısrarı ile Tatar Memi adlı bir güzel için bir gazel yazdığını ve bu yüzden zor durumda kaldığını söyler. Tatar Memi’nin İsli Abdî lakabıyla tanınan hayranlarından biri, Lâmiʻî’yi olmadık sözlerle halkın diline düşürmüş ve zaten çok geçmeden de Lâmiʻî Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Hümâ Hatun adında bir hanımla evlenmiş, ondan Ahmed Çelebi, Dervîş Mehmed Çelebi ve Abdullâh adında üç oğlu ile Safiye Hatun adlı bir kızı olmuştur. Ayrıca İbrâhîm adlı bir oğlu ile Zeyneb Hatun adlı bir kızı olduğu da bilinmektedir (Erünsal 1990: 180). Dervîş Mehmed Çelebi de şairdir, Lemʻî mahlasını kullanan Dervîş Mehmed Çelebi’nin Bahrü’l-Evzân adlı aruzla ilgili bir risalesi bulunmaktadır. (Bursalı Mehmed Tâhir 1338: II/495)
Lâmiʻî, Arapça ve Farsçayı iyi bildiği gibi nazım ve nesir tercümelerinde de üstattır. Âşık Çelebi, Lâmiʻî’nin nazım ve nesirdeki ustalığını anlatırken: “Şiʻr ü inşâyı şîr ü şeker gibi cemʻ itdi ve nâvdân-ı hâme-i dü-zebânınuñ birinden cûy-ı şîr-i şîʻr ve birinden âb-ı nâb-ı inşâ akıtdı.” (Kılıç 2010: 745) demektedir ki eserleri de Âşık Çelebi’nin bu değerlendirmesini teyit etmektedir. Fakat Âşık Çelebi’nin Lâmiʻî hakkındaki bu övgüleri Âlî (ö. 1008/1600) tarafından şiddetle eleştirilmiş, onun mesnevilerinin lezzetsiz, tatsız tuzsuz, şiirlerinin ve kasidelerinin zamanın önemli meselelerinden tamamen yoksun olduğu şu cümlelerle ifade edilmiştir: “Yûsuf u Züleyhâ-yı Hamdî var iken mezbûruñ mesnevîlerine raġbet olınmaz. Gûyâ ki sözleri nemekîn degüldür. Yâhûd kesret-i nemekden lezîz ü şîrîn degüldür. Eşʻâr u kasâ’idi hod cerâ’id-i rûzgârdan külliyetle maʻdûmdur.” (İsen 1994: 266). Âlî, özellikle Lâmiʻî’nin Âşık Çelebi tarafından “Câmî-i Rûm” olarak anılmasına “Eyne’s-serâ ve eyne’s-Süreyyâ?” (Yeryüzü nerede, Süreyyâ yıldızı nerede?) deyişini kullanarak karşı çıkmış, hatta daha sonraki tezkire yazarlarını da Âşık Çelebi’yi takliden aynı şeyi söylemekle suçlamıştır (İsen 1994: 266). Oysa Âşık Çelebi, tezkiresinde Câmî’nin birçok eserini tercüme ettiği için Lâmiʻî’ye “Câmî-i Rûm” dendiğini söyler, bu ibareden onu Câmî ayarında tuttuğu çıkarılamaz. Sehî Bey (ö. 955/1548), Heşt Bihişt adlı tezkiresinde “Câmî-i Rûm” tabirini kullanmasa bile Lâmiʻî’yi Câmî’yle mukayese etmiştir (Kut 1978: 166). Latîfî de (ö. 990/1582) Lâmiʻî’ye “Câmî-i Rûm” dendiğinden bahseder, bu lakabın ona ilim erbabı tarafından çok eser vermiş olması açısından verildiğini belirtir. Fakat Âlî, nedense sadece Âşık Çelebi’nin sözlerini değerlendirmeye almıştır. Âşık Çelebi’nin bu yargılarına karşı çıkış, acaba onun Âlî’yi tezkiresine almaması yüzünden midir? Aralarında bir anlaşmazlık olduğu açıktır. Lâmiʻî de inşâ ile uğraştığı için mi Âlî’den nasibini almıştır acaba? Gerçi Latîfî, tezkiresinde “nazım ve inşâ”dan anlayanlar tarafından onun gerek şiirlerinde gerekse nesrinde “renk ve ruh” olmadığını, eserlerindeki pek çok ibarenin alelade ve herkesçe söylenen şeyler olduğunu ve başkalarından alındığı üzerinde fikir birliği olduğunu söylüyorsa da, bunun karşılaştırmalı bir incelemeden sonra verilmesi gereken bir hüküm olması gerektiğini de söyleyerek kendi fikrini Lâmiʻî lehinde şöyle ifade eder: “Bunda olan külliyyet ü câmiʻiyyet şuʻarâ-yı Rûm’uñ birinde yokdur.” (Canım 2000: 476).
Lâmiʻî, otuza yakın eser vermiştir, Şerefü’l-İnsân adlı eserinin mukaddimesinde eserlerinin sayısının gündüz ve gece saatlerinin toplamı gibi 24 olduğunu söylemektedir. Eser sayısı, görülen iki Şerefü’l-İnsân nüshasına göre şöyledir (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 1557: yk. 8b; aynı kütüphane, Hacı Mahmud Efendi 2454: yk. 7a):
Mensur eserler: 1- Şevâhidü’n-Nübüvve, 2- Nefahâtü’l-Üns, 3- Risâle-i Tasavvuf, 4- Hüsn ü Dil, 5- Münâzara-i Bahâr u Şitâ, 6- Şerh-i Dîbâce-i Gülistân, 7- Münşe’ât-ı Mekâtîb, 8- Hall-i Muʻammâ-yı Mîr Hüseyn, 9- Risâle-i ʻArûz, 10- Menâkıb-ı Üveysü’l-Karanî, 11- ʻİbret-nâme, 12- Risâle-i Esvile mine’n-Nübüvve.
Manzum eserler: 1- Mevlidü’r-Resûl, 2- Maktel-i İmâm Hüseyn, 3- Salâmân u Absâl, 4- Şemʻ ü Pervâne, 5- Gûy u Çevgân, 6- Ferhâd-nâme, 7- Vâmık u ʻAzrâ, 8- Kıssa-i Evlâd-ı Câbir, 9- Lügat-i Manzûme, 10- Dîvân-ı Eşʻâr, 11- Şehr-engîz, 12- Risâle-i Hall-i Fâl.
Lâmiʻî, Şerefü’l-İnsân’ın mukaddime kısmında ayrıca eseri yazdığı zaman 55 yaşında olduğunu da belirtir (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi 2454: yk. 6b). Bu vesileyle Şerefü’l-İnsân’ın telif tarihinin 933/1526-27 olmasından yola çıkılarak Lâmiʻî’nin de doğum tarihi tespit edilebilir (878/1473). Şerefü’l-İnsân’la birlikte bu yaştaki eser sayısı 25’e çıkar.
Mensur Eserleri: Eser sıralaması Şerefü’l-İnsân’da verilen sıraya göre yapılmıştır, Şerefü’l-İnsân’dan sonra yazılanlar ayrıca belirtilmiştir:
1- Şevâhidü’n-Nübüvve: Mevlânâ Abdurrahmân Câmî’nin aynı addaki eserinin genişletilmiş tercümesidir. Hz. Muhammed’in (ö. 11/632) hayatını anlatan siyer türündeki bu eser, sonunda verilen tarihe (ebced) göre 915/1509-10 yılında tamamlanmıştır (Öztürk 2015: 574). Eser, Arapça bir girişten sonra yedi kısımdan oluşur. Câmî’ninki de böyledir; fakat Lâmiʻî tercümesine bazı ilâveler yapmıştır. Şevâhidü’n-Nübüvve, 27 Rebiülevvel 1293/22 Nisan 1876 tarihinde İstanbul’da Matbaa-i Âmire’de basılmıştır. Câmî’nin tercümesi, 1958 yılında Hacı Muzaffer Ozak tarafından Türkçeye çevrilmiştir (Ozak 1958). 2014 yılında Celal Bayar Üniversitesi’nde Erdem Can Öztürk tarafından Lâmiʻî Çelebi’nin Şevâhidü’n-nübüvve Tercümesi (İnceleme-Tenkitli Metin-Dizin) adlı bir doktora tezi yapılmış ve bu tez aynı isimle yayımlanmıştır (Öztürk 2015).
2- Tercüme-i Nefahâtü’l-Üns veya Fütûhü’l-Mücâhidîn li-Tervîhi Kulûbi’l-Müşâhidîn: Câmî’nin Nefahâtü’l-Üns min Hadarâti’l-Kuds adlı tezkiretü’l-evliyâ türündeki eserinin Türkçe tercümesidir. Lâmiʻî eserine Fütûhü’l-Mücâhidîn li-Tervîhi Kulûbi’l-Müşâhidîn adını koymuşsa da eser kısaca Tercüme-i Nefahât olarak bilinir. Eser 927 Recep ayında (7 Haziran-6 Temmuz 1521) tamamlanmıştır. Yazar bunu eserinin sonuna koymuş olduğu Târîhü’l-İtmâm adlı tarih manzumesinde söyler. Lâmiʻî, eserin giriş kısmında tercümeye nasıl başladığını anlatarak Kânûnî Sultân Süleymân’ın Belgrat Kalesi’ni 927 yılının Ramazan ayında (30 Ağustos 1521’e rastlıyor) alması üzerine eserinin ismini Fütûhü’l-Mücâhidîn li-Tervîhi Kulûbi’l-Müşâhidîn koyduğunu belirtir. Buradan da anlaşıldığı üzere eserini Recep ayı içinde bitirdikten sonra mukaddime kısmını yazmış ve muhtemelen bu arada, yani Recep ayından sonra iki ay içinde Belgrat alınmış, böylece o da eserinin ismini koymuştur. Lâmiʻî, bu eserinde 597 veli ve şairin biyografilerinin sonuna eklediği 32 kadın veliyle birlikte toplam 629 kişinin hayatını anlatır. Eklediği şair ve veliler arasında Şeyh Emîr Ahmed Buhârî, Şeyh Ebü’l-Vefâ Konevî (ö. 896/1491), Şeyh İlâhî (ö. 896/1491), Hacı Bayram-ı Ankaravî (ö. 833/1430), Yazıcızâde Mehmed (ö. 855/1451), Ahmed-i Bîcân (Yazıcızâde Mehmed’in kardeşi) (ö. 870/1466), Yûnus Emre (ö. 720/1320?) ve Hacı Bektaş-ı Velî (ö. 669/1271?) gibi Anadolu velileri hakkında bilgi bulunmaktadır. Bu eserin diğer bir önemi de Anadolu sahasındaki ilk Türkçe biyografi ve Şakâyık-ı Nuʻmâniyye’nin kaynaklarından biri olmasıdır.
Nefahâtü’l-Üns Tercümesi, 1270/1854 ve 1289/1872 tarihlerinde olmak üzere iki kez İstanbul’da basılmıştır. Günümüz Türkçesiyle 1995 yılında yayımlanmıştır (Uludağ-Kara 1995).
3- Risâle-i Tasavvuf: Şimdiye kadar ele geçmemiştir. Lâmiʻî Çelebi’nin Terekesi’nde yer alan kitap listesinde bu eser mevcuttur (Erünsal 1990: 181). Fakat şunu da söylemekte yarar var sanırım. Tereke’deki kitapların veriliş şekli, eğer Lâmiʻî’nin eseri ise genellikle belirtilmiştir (Hüsn ü Dil li-Lâmiʻî, Dîvân-ı Lâmiʻî, Gûy u Çevgân li-Lâmiʻî gibi). Risâle-i Tasavvuf’ta ise “li-Lâmiʻî” diye bir açıklama yoktur, bu da ister istemez: “Acaba bu risale bir başkasına ait bir Risâle-i Tasavvuf mudur?” sorusunu akla getiriyor. Çünkü Lâmiʻî’nin tercüme ettiği eserlerle ilgili kitapların da bu listede olduğu görülüyor, Nefahât ve Tercüme-i Nefahât gibi. Lâmiʻî, muhtemelen ilgilendiği eserleri de topluyor ve sonra tercümelerini yapıyordu. Bununla birlikte Şerefü’l-İnsân’da mensur eserlerini verirken Risâle-i Tasavvuf’u da yazmıştır. Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Esad Efendi 1659 numarada Kitâb fi’t-Tasavvuf adıyla katalog fişinde kayıtlı olan bir eser görülmekteyse de bu eser Menâkıb-ı Üveysü’l-Karanî olarak tespit edilmiştir (Esad Efendi 1659/2, yk. 20b-88a).
4- Hüsn ü Dil: Lâmiʻî, Fettâhî-i Nişâbûrî’nin (ö. 852/1448?) aynı addaki tasavvufî ve alegorik tarzda mensur, yer yer manzum eserini Türkçeye tercüme edip Yavuz Sultân Selîm’e sunmuş ve günde 35 akçe ile ödüllendirilmiştir. Lâmiʻî, bu eserin önsözünde dünyevî ilişkilerden nasıl koptuğunu anlatarak şeyhi Emîr Buhârî için mensur ve manzum bir methiye yazmıştır. Sehî eserle ilgili fikrini şöyle ifade eder: “Anda çok maʻârif ü fezâ’il harc u derc itmişdür ki hadd ü vasfdan bîrûn u efsûndur” (Kut 1978: 166). Latîfî de eserin “ʻinde’l-fuzalâ ve’l-büleġâ” tarafından beğenildiğini nakleder (Canım 2000: 475). Âşık Çelebi de Lâmiʻî’nin Hüsn ü Dil’inden övgü ile söz ederek eserin “matbûʻ u masnûʻ” olduğunu söylemiştir. (Kılıç 2010: 745). Âlî’nin değerlendirmesi ise “Hüsn ü Dil-i Âhî (ö. 923/1517) tururken anuñ mü’ellefi okınmaz.” (İsen 1994: 266) şeklindedir. Eserin yurt içi ve yurt dışı yazma eser kütüphanelerinde pek çok nüshası vardır. Lâmiʻî bu eserini inşâ tarzında (süslü nesir) yazmıştır. Eser üzerine iki yüksek lisans tezi yapılmıştır. Bunlardan biri, 1987 yılında Ankara Üniversitesi’nde Ülkü Ayan tarafından yapılan Lâmiʻî Çelebi Hüsn ü Dil’i (İnceleme-Metin) adlı, diğeri de 1998 yılında Uludağ Üniversitesi’nde Abit Şenel tarafından yapılan Lâmiʻî Çelebi Hüsn ü Dil (İnceleme-Metin) adlı tezlerdir.
5- Münâzara-i Bahâr u Şitâ: Lâmiʻî’nin kendi telifidir. Hüsn ü Dil gibi mensur ve manzum karışıktır. Eserin sebeb-i telif kısmından Şehr-engîz-i Burûsa’dan sonra yazıldığı anlaşılmaktadır. Baharla kışın mücadelesini ele alan eser, münazara türünün güzel bir örneğidir. Lâmiʻî, bu eseri Kânûnî Sultân Süleymân için yazmıştır. Bu eser her ne kadar baharla kışın münazarasıysa da gerçekte Bursa’nın bahar ve kışıdır. Eserin 21 Şaban 1290/14 Ekim 1873 tarihinde İstanbul’da Arap harfli baskısı yapılmıştır. Metin ve tıpkıbasım olarak da yayımlanmıştır (Eğri 2001). Eser üzerine ayrıca 2005 yılında Atatürk Üniversitesi’nde Recai Kızıltunç tarafından Bursalı Lâmiʻî Çelebi’nin Münâzara-i Sultân-ı Bahâr bâ-Şehriyâr-ı Şitâ Eseri (İnceleme-Edisyon Kritikli Metin) adlı bir doktora tezi de yapılmıştır.
6- Şerh-i Dîbâce-i Gülistân: Saʻdî’nin (ö. 691/1292) Gülistân adlı eserinin dîbâcesinin şerhidir. Lâmiʻî bu eserini II. Bâyezîd zamanında, 910 yılının Receb ayında (8 Aralık 1504-6 Ocak 1505) tamamlamıştır. Eserin, sonunda da ebcedle düşülmüş tarihi yer almaktadır. Üzerine iki yüksek lisans tezi başında sebeb-i telifi yapılmıştır. Biri 1997 yılında Uludağ Üniversitesi’nde İbrahim İmran Öztahtalı tarafından Lâmiʻî Çelebi Şerh-i Dîbâce-i Gülistân (İnceleme-Metin) adlı, diğeri de 2000 yılında Ege Üniversitesi’nde Hülya Canpolat tarafından yapılan Lâmiʻî Çelebi’nin Şerh-i Dîbâce-i Gülistan’ı adlı tezlerdir. Burada bir yorum yapmak lüzûmu hissettim. Çünkü Hülya Canpolat’ın tezinin 30.-41. sayfaları arasında yer alan “Eser Üzerinde Yapılan Bir Çalışma” adlı bölümde, daha önce yapılmış tez çalışmasında yer alan yanlışlar üzerine çok haklı ve nazikâne bir eleştiri bulunmaktadır. Tunca Kortantamer danışmanlığında yapılmış olan bu tez, bize aynı konuda niçin ikinci defa bir tez yapıldığını açıklama bakımından dikkate değer bir çalışmadır.
7- Münşe’ât-ı Mekâtîb veya Nisâbü’l-Belâga: İnşâ tarzının en güzel örneklerini ihtiva eden eserde, 3 adet Farsça, 5 adet Arapça, 78 adet de Türkçe olmak üzere toplam 86 mektup vardır (Esir 2006: 40). Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi 2733 numarada kayıtlı yazma nüsha müellif hattıyladır. Eser üzerine 2001 yılında Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Hüseyin Karaman tarafından Lâmiʻî Çelebi’nin Münşeât’ı adlı bir yüksek lisans tezi yapılmıştır.
8- Hall-i Muʻammâ-yı Mîr Hüseyn veya Şerh-i Esmâ-i Hüsnâ veya Mir’âtü’l-Esmâ ve Câm-ı Cihân-nümâ veya Tefe’ül-nâme: Mîr Hüseyn bin Muhammed eş-Şîrâzî’nin (ö. 904/1498-99) muammalarının şerhidir. 100 beyitten oluşan Mîr Hüseyn’in muammalarının 99 tanesi, Allah’ın 99 güzel ismine aittir (esmâ’ü’l-hüsnâ). Lâmiʻî, eseri bir arkadaşının isteği üzerine tercüme etmiştir. Lâmiʻî’nin bu eserdeki nesir dili, Nevâyî’nin nesir dilini andırmaktadır. Bir nüshası Millet Yazma Eser Kütüphanesi Ali Emîrî Şeriye 969 numarada kayıtlıdır. Kimi kütüphanelerde ise Tefe’ül-nâme adıyla kayıtlıdır. Ayrıca Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Murat Buhârî 330 numarada kayıtlı yk. 73b-79a arasında küçük bir girişten sonra Allâh adıyla başlayıp es-Sabûr ile biten ve Allah’ın 99 ismi için Türkçe 2 beyitlik kıtʻa tarzında yazılan, daha sonra Hz. Muhammed’in dört sıfatıyla (Ahmed, Mahmûd, Muhammed, Mustafâ) sona eren Lâmiʻî Çelebi’nin Esmâ’ü’l-Hüsnâ Tefe’ül-nâmesi adlı bir risale de bulunmaktadır. Risalede 74b’de ve 79a’da Lâmiʻî’nin adının görülmesine rağmen bu nüshanın görülen diğer nüshalarla bir benzerliği bulunmamaktadır. Eser üzerine 1999 yılında Ankara Üniversitesi’nde Münire Kevser Baş tarafından Lâmiʻî Çelebi’nin Şerh-i Muammeyât Alâ Esmâ-i Hüsnâ’sı adlı bir yüksek lisans tezi yapılmıştır.
9- Risâle-i ʻArûz: Bugüne kadar ele geçmemiştir. Keşfü’z-Zünûn’da Risâle fi’l-ʻArûz adıyla Lemʻî adına kayıtlıdır (Yaltkaya-Bilge 1971: I/877). Manisa İl Halk Kütüphanesi 1656/7’de (142a-152b) kayıtlı nüsha, katalogda her ne kadar Arapça olarak Arûz-ı Lâmiʻî adıyla görülüyorsa da (Gönültaş 1986: 3-4), bu eser Lâmiʻî’nin Lügat-i Manzume’sidir (bkz. manzum eserleri: 9. Lügat-i Manzûme). Ayrıca Risâle-i ʻArûz’un adı, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi 1557’de kayıtlı Şerefü’l-İnsân nüshasında Risâle-i ʻArûz-ı Fârisî olarak geçmektedir (yk. 8b), yine de eseri görmeden dili hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir.
10- Menâkıb-ı Üveysü’l-Karanî: Nüshaları nadirdir. Hz. Muhammed’in yakın arkadaşı Üveysü’l-Karanî’nin (ö. 37/657) mensur menâkıbıdır. Manisa İl Halk Kütüphanesi 1307 numarada Ricâlü’l-Gayb adı altında gösterilen ve Lâmiʻî’nin adına verilen eser, Menâkıb-ı Üveysü’l-Karanî’dir (Gönültaş 1986: 51). Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine 283 numarada kayıtlı eser de Meslekü’s-Sâlikîn adı altında Lâmiʻî’ye atfedilmiştir. (Karatay 1961: 49, katalog no 150). Aslında bu yazmada mevcut iki eser bulunmaktadır. Bu iki eserden birincisi Lâmiʻî’nin Menâkıb-ı Üveysü’l-Karanî adlı eseridir, bu eserin yazarı Dervîş Mehmed bin Lâmiʻî bin ʻOsmân bin ʻAlî (Lemʻî) olarak kaydedilmiştir. İkinci esere gelince 35a’nın başında (aslında 36a olmalıydı) Meslekü’s-Sâlikîn yazmasına rağmen bu eser İlâhî Abdullâh Simâvî’nin Meslekü’t-Tâlibîn ve’l-Vâsilîn adlı eseridir (Bursalı Mehmed Tâhir 1333: I/91). Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Esad Efendi 1659 numarada Meslekü’s-Sâlikîn olarak gösterilip Lâmiʻî’ye atfedilen eser Menâkıb-ı Üveysü’l-Karanî’dir (Öztürk 2015: 50). 1998 yılında Uludağ Üniversitesi’nde Bayram Gündoğar tarafından Menâkıbnameler ve Lâmiʻî Çelebi’nin Menâkıb-ı Üveys el-Karanî Adlı Eserinin Tahlîli adıyla yapılmış bir yüksek lisans tezinde verilen nüshada da eserin Lemʻî’ye verildiği görülmektedir (Gündoğar 1998: 45). Gündoğar, bu tezde her ne kadar metni doğru dürüst vermeye çalışmışsa da maalesef bir yazma eserin genellikle 1b’de başladığının bilinmemesinden dolayı eseri 2a’dan (doğrusu 1b olacaktır) başlatmıştır. Yazarın isminin geçtiği yaprak numarası 5a verilmişse de 4b olmalıdır. Bu yaprakta eʻna derviş Mehmed b. Lamiʻi b. Osman b. Ali eş-şehr bi’l Lemʻi (doğrusu aʻnî dervîş Mehmed b. Lâmiʻî b. ʻOsmân b. ʻAlî eş-şehîr bi’l-Lemʻî olacaktır) yazılıdır. Acaba Lâmiʻî’nin oğlu daha sonra mı eseri tamamlamıştır? Çünkü Lâmiʻî, Şerefü’l-İnsân’da mensur eserleri arasında Menâkıb-ı Üveysü’l-Karanî’nin kendi eseri olduğunu bizzat söylemektedir. Üveysü’l-Karanî, birçok yerde Veysel Karanî veya Üveys-i Karanî şeklinde de karşımıza çıkmaktadır.
11- ʻİbret-nümâ veya ʻİbret-nâme: Eser Mohaç muharebesinden (932/1526) sonra yazılmıştır. İki bölümden oluşan eserin birinci bölümünü tanınmış velilerin tayy-ı zamân ve bast-ı mekânla ilgili kerametleri oluşturur. İkinci bölümde ise merakları yüzünden başlarına çeşitli dertler gelen insanlarla ilgili hikâyeler vardır (Kut 2000: 371). Pek çok nüshası olan eserin Robinson tarafından tespit edilen minyatürlü bir nüshası, Keir Koleksiyonu 1587 numarada kayıtlıdır. Aslında eserde tespit edilen yirmi dört minyatür dışında bir o kadar daha minyatür olduğu belirtilmiştir. Robinson makalesinde yirmi dört minyatürle ilgili verdiği bilgiler dışında kimi minyatürlerden örnekler de vermiştir. (Robinson 1988: 22-27) Kitâb-ı İbret-nümâ adıyla 1273/1856-57’de basılmıştır, bir de eserin sadece birinci bölümünden oluşan ayrı bir baskısı vardır. 1988 yılında Gazi Üniversitesi’nde Salih Gülerer tarafından Bursalı Lâmiʻî Çelebi ʻİbret-Nümâ (İnceleme-Metin) adlı bir yüksek lisans tezi yapılmıştır.
12- Risâle-i Esvile mine’n-Nübüvve: Bugüne kadar ele geçmemiştir. Lâmiʻî ile ilgili yayımlanmış makalelerde Risâle-i Usûl mine’l-Fünûn adıyla geçen bu eser, Şerefü’l-İnsân’da verilen eser listesinde usûl değil, esvile (es’ile) şeklindedir. Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Pertevniyal 424 numaralı Şerefü’l-İnsân’ın müellif hattı nüshasında eser adı Risâle-i Esvile mine’n-Nübüvve olarak (yk. 8b/11) geçer. Fakat aynı kütüphanenin Fatih 3999 numaralı Şerefü’l-İnsân nüshasında (yk. 8b derkenar/5) ve pek çok Şerefü’l-İnsân nüshasında “nübüvve” kelimesi yerine “fünûn” kelimesi görülür. Aslında Fatih nüshası da önemli bir nüshadır, Lâmiʻî’nin oğlu Lemʻî tarafından istinsah edilmiştir.
13- Şerefü’l-İnsân: Lâmiʻî’nin bu önemli eseri, aslında 51 bölümden oluşan İhvânü’s-Safâ adlı Arapça felsefî bir ansiklopedinin 21. kısmının Türkçeye tercümesidir. Süslü nesir üslûbu ile yapılan tercüme, insanlarla hayvanlar arasında geçen bir münazaradır. 1997 yılında Gazi Üniversitesi’nde Sadettin Eğri tarafından yapılan Lâmiʻî Çelebi Şerefü’l-İnsân (İnceleme-Metin) adlı doktora tezi, daha sonra iki cilt halinde yayımlanmıştır (Eğri 2011).
14- Letâ’if-nâme: Lâmiʻî, Şerefü’l-İnsân’da eserlerinin ismini sıralarken Letâ’if-nâme’yi listesine almamıştır. Letâ’if-nâme’nin kimin tarafından yazıldığı hakkında ihtilâf vardır. Lâmiʻî, kimi açık saçık hikâyelerden ve hicivlerden oluşan eserinin, özellikle açık saçık hikâyelerin kendisi gibi bir Nakşibendî şeyhine yakışmayacağı düşüncesiyle topladığı malzemeyi oğlu Abdullâh’a vererek değerlendirmesini ve tamamlamasını ister, bu arada müstehcen olanları çıkarmasını söyler. Kitabın önsözünde oğlu Abdullâh, bu bilgileri aktararak babasının dileğini yerine getirdiğini ve kendisinin de ilâveleri olduğunu ifade etmiştir (Çalışkan 1978: 7-8). Kimi kütüphane kataloglarında eser Lemʻî (Lâmiʻî’nin oğlu Dervîş Mehmed Çelebi’nin mahlası) veya Lâmiʻî adına kayıtlıdır. Eser bir mukaddime ve beş bölümden oluşmaktadır: Evvelki bâb ferzâneler muhâveresindedür, ikinci bâb dîvâneler mutâyebesindedür, üçinci bâb sâyir erbâb-ı zamâne muhâtabasındadur, dördinci bâb ehl-i hâne mülâʻabesindedür, bişinci bâb ashâb-ı dâm u dâne musâhabesindedür (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi 5390: yk. 6a/10-14). Letâ’if’e alınan hikâyelerden özellikle hayvanlarla ilgili olanlar, eski ve yaygın hikâyelerdir (Sakaoğlu 1979: 279-89). Eserin pek çok yerinde Abdullâh, babasına atfen hikâyeler anlatmaktadır. Manzum parçalardaki mahlas Lâmiʻî’ye aittir. Letâ’if’te Nasreddîn Hoca’ya (ö. 683/1284?) ait iki latife bulunmakta olup bunlardan birisi Şeyyâd Hamza (ö. 749/1348-49) ile olan latifedir, diğeri de Nasreddin Hoca Latifeleri yazmalarında Timur ile Nasreddin Hoca arasında geçen hikâyelerden biridir. Lâmiʻî, bu latifeyi Timur ile 14. yüzyıl şairlerinden Ahmedî (ö. 815/1412-13) arasında geçmiş olarak anlatır. Eserin birinci bölümünde anlatılan latifeler, Alî Şîr Nevâyî, Hüseyin Baykara (ö. 911/1506), Saʻdî, Câmî gibi ünlü ve bilgin kişilerle ilgilidir. Ayrıca Farsça Mûş u Gurbe (Fare ve Kedi) hikâyesi benzeri bir hikâye Türkçe; fakat kısa olarak Letâ’if’te geçer. Kimi ilginç manzumeler arasında Ağustos ve Karakış ile Yer ve Gök münazaraları zikredilmeye değerdir. Yer ve Gök münazarası Gûy u Çevgân’da da yer almaktadır (Tezcan 1994: 111-18). Letâ’if-nâme’nin özellikle dördüncü bölümü müstehcen latifeleri ihtiva eder. Latifeler adı ile basılmıştır, bu baskıda 145 latife bulunmaktadır (Çalışkan 1978). Eser üzerine ayrıca 1989 yılında Atatürk Üniversitesi’nde Nurdoğan Savran tarafından Bursalı Lâmiʻî Çelebi’nin Letâ’if’inin Erzurum Nüshasının Halk Edebiyatı Açısından Değerlendirilmesi adlı bir yüksek lisans tezi ve 1990 yılında Selçuk Üniversitesi’nde Aydın Budak tarafından Lâmiʻî Çelebi’nin Letâyif-nâme’si (karşılaştırmalı metin ve dil incelemesi) adlı bir doktora tezi yapılmıştır.
15- Nefsü’l-Emr: Güzel tavırların ne olduğunu anlatmak amacıyla çirkin tavırları eleştirmek için nükteli bir üslupla yazılan küçük bir risaledir. Osmanlı Müellifleri’nin söz ettiği (Bursalı Mehmed Tâhir 1333: II/493) Münâzara-i Nefs ü Rûh, muhtemelen bu eser olmalıdır. Hasan Ali Esir, bu eserle ilgili Lâmiʻî Çelebi’ye İsnat Edilen Bir Eser: Risâle-i Nefsü’l-Emr-i Lâmiʻî adlı bir makale yazmıştır (İlmî Araştırmalar 12, İstanbul: 2001). Eserin Lâmiʻî’ye ait olup olmadığı kesin değildir.
Manzum Eserleri:
1- Mevlidü’r-Resûl: 706 beyitten oluşan eserin tek nüshası, 2011 yılında Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi 83 numarada tespit edilerek yayımlanmıştır (Eroğlu 2011: 61). Bu mevlidin özelliği ve Süleymân Çelebi’nin (ö. 825/1422) mevlidinden farkı, vezninin mefâʻîlün mefâʻîlün feʻûlün oluşu ile Hz. Muhammed’in doğumu, çocukluğu ve annesinin ölümü ile sınırlı olmasıdır (Eroğlu 2011: 53-54).
2- Maktel-i İmâm Hüseyn: Lâmiʻî, bu eserini Vâiz Mollâ Arab’ın (ö. 938/1531) Hz. Hüseyin’in (ö. 61/680) Kerbelâ’da öldürülmesi hikâyelerinin okunmasını yasaklaması üzerine kaleme almıştır. Kitabın bitiminde Mollâ Arab’ı da davet ederek Aşçızâde Hasan Çelebi (Kadı) ve diğer ulemaların önünde maktelini okumuştur. Mesnevi, fâʻilâtün fâʻilâtün fâʻilün vezniyle yazılmıştır. Minyatürlü bir nüshası Türk-İslam Eserleri Müzesi 1958 numarada kayıtlıdır. Diğer bir kopyası British Library Or. 7238’de bulunmaktadır. Bir hayli nüshası bulunan eserin Millî Kütüphane Yz. B 446 numarada kayıtlı 988 beyitten oluşan nüshası, bir inceleme ile basılmıştır (Ertekin 2012: 30). Ayrıca Maktel-i Hüseyn ile ilgili 2001 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Harun Arslan tarafından Lâmiʻî Çelebi Kitâb-ı Maktel-i Âl-i Resûl (Giriş-Metin-İnceleme-Sözlük-Adlar Dizini) adlı bir yüksek lisans tezi de yapılmıştır.
2015 yılında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde Tuğba Erdem Akkoyun tarafından Lâmiʻî Maktel-i İmâm Hüseyin İnceleme-Çeviriyazı-Sözlük adlı bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır. Manisa İl Halk Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu’nda 8375/1 numarada kayıtlı eserde “Abdullah” yazmasına rağmen (Gönültaş 1986: 34) Akkoyun bu makteli Lâmiʻî’ye atfetmiştir. Üstelik eserin sonunda yer alan Kim olur meddâhı Abdullâh hakîr/Kim kıla daʻvâ hünerden ol fakîr beyti, eserin kimin tarafından yazıldığını göstermektedir. Bu metnin Lâmiʻî’nin makteli ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Lâmiʻî’nin makteli 990 beyit civarında olmasına rağmen diğer metin 2943 beyittir.
3- Salâmân u Absâl: Klasik Grek edebiyatından alınan konu, önce Arapçaya, daha sonra da Câmî tarafından Farsçaya çevrilmiştir. Lâmiʻî, Câmî’nin bu Farsça versiyonunu Türkçeye çevirmiştir. Arapçası Huneyn bin İshâk’a (ö. 260/873) atfedilir. İbn Sînâ (ö. 429/1037) ve İbn Tufeyl’in (581/1185) Hayy bin Yakzan adlı mistik romanlarında da aynı konu işlenmiştir. Bu konu, aslında tasavvufî umdeler çerçevesinde; fakat felsefî bir görüş açısıyla ele alınmıştır. Lâmiʻî, eserinde bu eserin daha önce İbn Sînâ tarafından ele alındığını da zikretmektedir. Lâmiʻî’nin tercümesinde Câmî’nin eserine göre pek çok ekleme görülmektedir. Absâl, dünyevî zevkleri, Salâman ise manevî bir hayatı seçmiştir. Eser I. Selîm için yazılmıştır. Nüshaları nadirdir, fâʻilâtün fâʻilâtün fâʻilün vezniyle yazılmıştır. Câmî’nin eserinin diğer bir tercümesi, Abdülvehhab Tarzi tarafından yapılmış olup 1944 yılında Millî Eğitim Bakanlığı’nca basılmıştır. 1997 yılında Atatürk Üniversitesi’nde Erdoğan Uludağ tarafından yapılan Vakʻaya Dayalı Bir Eser Olarak Lâmiʻî Çelebi’nin Salâmân u Absâl Mesnevîsi (İnceleme-Karşılaştırmalı Metin-Sadeleştirme) adlı doktora tezi, 2013 yılında yayımlanmıştır (Uludağ 2013). Diğer bir inceleme ise Lâmiʻî Salâmân ve Absâl Mesnevîsi ve Mesnevideki Mitolojik Unsurlar adıyla yayımlanmıştır (Kaya 2007). Salâmân u Absâl hikâyesiyle ilgili olan önemli makaleler şunlardır: Ali Suavi, “Mesâ’il-i Müteferrika-Salâmân u Absâl”, Ulûm Gazetesi, sayı 24, s. 1369-1379 (Paris, 1869-70); Iraj Dehghan, “Jâmî’s Salâmân and Absâl”, Journal of Near Estern Studies, volume 30, number 2, p. 118-126, April 1971; İsmail Erdoğan, “Ali Suavî’nin Salaman ve Absal Hikâyeleri ile İlgili Yazısı Üzerine Bir Değerlendirme”, The Journal of Academic Social Science Studies (JASS), volume 6, issue 2, p. 1437-1448, February 2013.
4- Şemʻ ü Pervâne: 929/1522’de Rodos’un fethi münasebetiyle kaleme alınan bu tasavvufî ve alegorik mesnevi, her nedense yazıldığı zamandan sonra Vâmık u ‘Azrâ ile birlikte Kânûnî Sultân Süleymân’a gönderilmiştir. Mesnevi, Ehlî-i Şîrâzî’nin (ö. 942/1535) aynı addaki mesnevisinin tercümesidir ve feʻîlâtün mefâʻilün feʻilün vezniyle yazılmıştır. Ehlî-i Şîrâzî, eserini 894/1488-89 yılında tamamlamıştır. Türk edebiyatında 16. yüzyılda yazılmış Balıkesirli Zâtî (ö. 953/1546) ve Kalkandelenli Muʻîdî’nin Şemʻ ü Pervâne adlı mesnevileri varsa da Zâtî’nin mesnevisinin Lâmiʻî’nin mesnevisiyle isim benzerliği dışında hiçbir benzerliği bulunmamaktadır. Muʻîdî’nin mesnevisi ise yine Ehlî-i Şîrâzî’nin mesnevisine dayandığından konu bakımından aynı olmakla birlikle farklılıklar da mevcuttur. Ehlî-i Şîrâzî’nin eserlerinin kopyalarına Türk kütüphanelerinde pek rastlanmaz. Bu sebepten Lâmiʻî’nin Ehlî-i Şîrâzî’nin eserini görmesi oldukça uzak bir ihtimal görünüyor. Fakat Mahmûd Şebüsterî’nin (ö. 720/1320) torunu Niyâzî mahlaslı Abdullâh Şebüsterî adlı İranlı bir şair, aynı addaki Farsça mesnevisini I. Selîm’e sunmuştur (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Kadızade Mehmet Efendi 415). Dolayısıyla, Lâmiʻî’nin bu eseri görmesi daha akla yakın görünmektedir. Niyâzî’nin ve Lâmiʻî’nin mesnevisi hafif bahrindedir, oysa Şîrâzî’nin mesnevisi hezec bahrinde yazılmıştır. I. Selîm zamanında Osmanlı ülkesine gelen Niyâzî, eserini I. Selîm’e sunarak 90 akçe yevmiye almıştır. Şakâyık’ın verdiği bilgiye göre Niyâzî, Kânûnî’ye Rodos’un fethi üzerine 60 beyitlik bir kaside de sunmuştur. Bu kasidenin her beytinin ilk mısraında Kânûnî’nin cülûsuna ve diğer mısraında da Rodos’un fethine tarih düşürülmüştür (Mecdî 1269: 456). Şemʻ ü Pervâne, Türk edebiyatına ilk kez Lâmiʻî tarafından kazandırılmıştır. Şemʻ ü Pervâne’nin nüshalarının son çıkan nüshalarıyla nüsha sayısı 16 olarak tespit edilmiştir. Lâmiʻî’nin eserleri üzerinde çalışmalar sürdükçe bu sayı artabilir. Daha evvel 9 nüshası biliniyordu (Kut 2005: 149/not 145). Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hafid Efendi 360 numarada Lâmiʻî’nin Dîvân’ı olarak kayıt altına geçen eser, bir Şemʻ ü Pervâne nüshasıdır. Yeni tespit edilen nüshaların ikisi Mısır Milli Kütüphanesi Talʻat-Edeb-i Türkî 249 ve Talʻat-Mecâmîʻ-i Türkî 1 numarada, diğerleri ise İstanbul Sadberk Hanım Müzesi Kütüphanesi Hüseyin Kocabaş Yazmaları 299 numarada (Bakar 1997: 53, katalog no 238); İran, Tahran Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Kütüphanesi No. 231 numarada, Gürcistan’da (Abuladze 2001: 295) ve Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi 83 numaradadır (Eroğlu 2011: 61). Eser üzerine 1997 yılında İnönü Üniversitesi’nde Recep Köse tarafından Bursalı Lâmiʻî’nin Şemʻ ü Pervânesi (İnceleme-Metin) adlı bir yüksek lisans tezi yapılmıştır.
5- Gûy u Çevgân: Ârifî’nin (ö. 853/1449-50) Hâl-nâme olarak da bilinen mesnevisinin tercümesidir, mefʻûlü mefâʻilün feʻûlün vezniyle yazılmıştır. Lâmiʻî, bu tasavvufî ve alegorik mesneviyi Hz. Muhammed’in arkadaşlarından olan Hz. Hassân’ı (ö. 60/680?) rüyasında gördükten sonra yazmıştır (Kutluk 1981: 831-32; Tezcan 1994: 102, Kılıç 2010: 749). Eser, bir dervişin bir şehzadeyi gûy u çevgân oynarken görüp ona âşık olmasını ve hikâyenin sonunda aşkından ölmesini, yani Allah’a kavuşmasını anlatır (Tezcan 1978). Eser, 1976 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Nuran Tezcan tarafından Lâmiʻî’nin Hayatı, Eserleri, Gûy u Çevgân Mesnevîsi (İnceleme-Metin) adıyla yüksek lisans tezi olarak yapılmış, daha sonra Lāmi’īs Gūy u Çevgān adıyla Almanca bir girişle 1892 beyit tespit edilerek basılmıştır (Tezcan 1994).
6- Ferhâd-nâme veya Ferhâd u Şîrîn: Lâmiʻî’nin bu mesnevisi, Nevâyî’nin Ferhâd u Şîrîn’ine dayanır. Aslında bu esere belki de tercüme demek yanlış olur. Zira Lâmiʻî bu eseri 918/1512 yılında Yavuz Sultân Selîm adına Çağatay Türkçesinden Batı Türkçesine uyarlamıştır. Bu arada Lâmiʻî’nin diğer eserlerinde de görüldüğü üzere kendi eklemeleri de bulunmaktadır. Konusu bilindiği üzere Sasanî hükümdarı Pervîz’in hayatından alınmış olup Şîrîn ü Husrev, Şîrîn ü Pervîz, Ferhâd ü Şîrîn gibi adlarla bilinir (Erkan 1999: 53). Nizâmî’nin (ö. 611/1214?) Penc Genc adlı hamsesinin ikinci kitabıdır (yazılışı 576/1180). Nevâyî, eserini Ferhâd ü Şîrîn (yazılışı 888/1484) olarak adlandırmış ve Ferhâd’ı ön plana çıkarmıştır. Lâmiʻî de mesnevisine aynı adı vermiştir. Mesnevî, mefâʻîlün mefâʻîlün feʻûlün vezniyle yazılmıştır. Lâmiʻî, sebeb-i te’lîf kısmında Emîr Buhârî’yi överek bu mesneviyi Bursa valisi Fenârî Cemâleddîn Mehmed Şâh’ın isteği üzerine yazdığını belirtir (Levend 1964: 87-88). Eser üzerine 1998 yılında Atatürk Üniversitesi’nde Abdülkadir Erkal tarafından Lâmiʻî Çelebi Ferhad u Şirin (Ferhadname) (İnceleme-Metin) adıyla 5043 beyitten oluşan tek nüsha (Agâh Sırrı Levend 263 numaralı yazma nüsha) üzerinden bir yüksek lisans tezi yapılmıştır. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Hasan Ali Esir tarafından Lâmiʻî Çelebi Ferhâd ile Şîrîn (İnceleme-Metin-İndeks) adlı 8157 beyit tespit edilerek yapılmış bir doktora tezi de mevcuttur, bu tezin metin kısmı (transkripsiyonsuz olarak) küçük bir incelemeyle birlikte T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın internet sayfasının e-kitap bölümünde de yer almaktadır. E-kitap’taki bu metin, ayrıca Mehmet Kanar tarafından öyküleştirilerek de yayımlanmıştır (Kanar 2012).
7- Vâmık u ʻAzrâ: Lâmiʻî’nin bu mesnevisi, Kânûnî’nin isteği üzerine tercüme edilmiştir. Mesnevi fâʻilatün fâʻilâtün fâʻilün vezni ile yazılmış olup sonunda yer alan 102 beyitlik Gül-i Sad-berg kasidesiyle birlikte 5981 beyittir. Ebü’l-Kâsım Unsurî (ö. 431/1039-40) tarafından Farsça olarak kaleme alınan bu mesnevi, İran edebiyatında Yunan hikâyelerinin etkisi görülen hikâyelerden biridir. Mesnevinin sebeb-i telif kısmındaki ifadesinden Lâmiʻî’nin Unsurî’nin metnini görmemiş olması ihtimali de vardır. Lâmiʻî, daha evvel Bihiştî (917/1511-12?) tarafından Türkçeye çevrilen versiyonu gördüğünü ve tercümesinin iyi bir tercüme olmadığını da kaydeder, yani Lâmiʻî bu tercümeden hareketle eserini tekrar iyi bir Türkçeyle kaleme almış olabilir (Ayan 1998: 17). Unsurî’nin Vâmık u Azrâ’sına Türkiye kütüphanelerinde rastlanmaz, zira eser bugün elde mevcut değildir. Ancak bu kitap hakkında ilk defa W. F. Büchner, Enzyklopaedie des Islâm’da (1930) bilgi vererek eserin Yunan kültüründen geldiğini yazmıştır. Bu bilgi, Mücmelü’t-Tevârîh ve’l-Kısâs adlı eserde de söz konusu edilmiş, Vâmık u Azrâ hikâyesindeki olayların Yunan ülkesinde Dârâ b. Dârâb zamanında vuku bulduğu belirtilmiştir (Hägg-Utas 2003: 10). Eserin bir kısmı 1833 yılında J. von Hammer tarafından Viyana’da Almanca bir özetle basılmıştır. Vâmık, mesnevinin erkek kahramanıdır ve gerek doğması gerekse yetiştirilmesi açısından diğer aşk mesnevilerindeki şablona uymaktadır. Vâmık’ın Azrâ’ya olan aşkı, onun resmini görmesiyle başlar. Daha sonra üvey kardeşi Behmen’le birlikte sevdiği kıza ulaşabilmek için çeşitli maceralara atılırlar. Bu bakımdan Vâmık u Azrâ’nın Husrev ü Şîrîn’den veya Zâtî’nin Şemʻ ü Pervâne’sinden pek bir farkı yoktur. Vâmık u Azrâ yayınında olmayan üç nüshadan ikisi Mısır Millî Kütüphanesi Talʻat-Edeb-i Türkî 64’te ve 116’da, diğeri de Afyon Gedik Ahmet Paşa Kütüphanesi 17673’te kayıtlıdır. Lâmiʻî’nin Vâmık u Azrâ’sının tamamen Unsurî’nin eserinin tercümesi olmadığını; ama her iki eser arasında benzerlikler bulunduğu Ayan tarafından bildirilmektedir (Ayan 1998: 15-17). 1983 yılında Atatürk Üniversitesi’nde Gönül Ayan tarafından yapılan Lâmiʻî’nin Vâmık u Azrâ Mesnevisi (İnceleme-Metin) adlı doktora tezi, daha sonra yayımlanmıştır (Ayan 1998). Eser üzerine ayrıca 2004 yılında İnönü Üniversitesi’nde Mehmet Özger tarafından Lâmiʻî Çelebi’nin Vâmık u Azrâ Mesnevîsinin Modern Roman Tekniklerine Göre İncelenmesi adlı bir de yüksek lisans tezi yapılmıştır.
8- Kıssa-i Evlâd-ı Câbir: Lâmiʻî’nin Şerefü’l-İnsân’da manzum eserlerinin arasında saydığı Kıssa-i Evlâd-ı Câbir, Keşfü’z-Zünûn’da (Yaltkaya-Bilge 1971: I/533) Câbir-nâme olarak geçer, bugüne kadar ele geçmemiştir.
9- Lügat-i Manzûme (Tuhfe-i Lâmiʻî): Farsça ve Farsçada kullanılan Arapça kelimelerin Türkçe karşılıklarının verildiği bu lügate genellikle lügat mecmuaları içinde rastlanır. Bir hayli nüshası bulunan bu lügatin müstakil nüshaları da vardır. Manisa İl Halk Kütüphanesi 1656/7’de (142a-152b) Arûz-ı Lâmiʻî adıyla kayıtlı eserin (Gönültaş 1986: 3-4) başı ve sonu tespit edilmiş ve bu eserin Lügat-i Manzûme’nin nüshalarından biri olduğu anlaşılmıştır. Bu nüshada olduğu gibi kimi nüshalar da Risâle-i Arûz ile karıştırılmıştır (Kut 2005: 166). Bu eser, gerek Erünsal’ın “Lâmiʻî Çelebi’nin Terekesi” adlı makalesinde gerekse Şerefü’l-İnsân’da Risâle fî’l-Arûz şeklinde gösterilmiştir. Mısır Millî Kütüphanesi kitaplarından Arûz-ı Türkî 1 ve Talʻat-Mecâmiʻ-i Farisî 30 numaralarda Tuhfe adına kayıtlı olan bu eserin başları ile Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi’nde Lügat-i Manzûme ve Manisa İl Halk Kütüphanesi 1656/7’de (142a-152b) Arûz-ı Lâmiʻî (Gönültaş 1986: 3-4) adı altında kayıtlı olanların başları birbirini tutmaktadır: “İdelüm evvel ol Hakk adını yâd”. On bahri içine alan eser, aşağı yukarı 172-177 beyitten oluşur. 175 beyit tespit edilerek yayımlanmıştır (Öztahtalı 2004).
10- Dîvân-ı Eşʻâr: Birçok nüshası içinde önemli iki nüshası bulunmaktadır. Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emîrî Manzum 380, 40b’de Lâmiʻî, eseri 936 yılında bitirdiğini ama istinsahının evâhir-i Receb 937/10-19 Mart 1531 yılına kaldığını belirtir. Eser başlamadan önceki Ib’de rikʻa hatla Ali Emîrî tarafından yazılmış şu kayıt mevcuttur: “Külliyât-ı Lâmiʻî Çelebi. Lâmiʻî Çelebi merhûm hayatda iken 937 senesinde vezîr-i aʻzam makbûl İbrâhîm Paşa nâmına yazdurduġı nüsha-i nefîsedür.” Dîvân’ın 40a yüzünde Lâmiʻî, bu eserini 936/1529-30 tarihinde bitirdiğini “feyz-i ilâhî” tarihiyle belirtmiştir. Bu kısımda Lâmiʻî, şiir ve şairle ilgili bilgiler verir. Araya tasavvuf ıstılâhlarını ekler. Meselâ rûy: tecellî-i cemâldür (16b), meyhâne: ʻâlem-i melekûtdur (17b) gibi. Bu kısımda cemâl, celâl, pîşânî, zülf, rûy, hâl, hatt, kirişme, şîve, ʻişve, ruh, dehân, zebân, kâmet, kadd, dehân, leb, beden, sîne, sâk, pây, erganûn, nây, çeng, def, nâkûs, zünnâr, çelîpâ, kilîsâ, Kaʻbe, harâbât, harâbâtî, kumârhâne, hammâr, şarâb, bî-hûşî, bâde, piyâle, mey-perest, meyhâne, meykede, müdâme, naġme, nâle gibi kelimelerin tasavvufî anlamları yer alır.
Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emirî Manzum 380 numarada kayıtlı Lâmiʻî Dîvânı’nın dîbâcesinin Nevâyî’nin ilk divanı olan Bedâyiʻü’l-Bidâye için yazılan ve sonradan Hutbe-i Devâvîn adını alan dîbâcesinin başlangıcıyla olan benzerliği dikkat çekicidir. Bu nüshaya göre 40 yapraklık bir dîbâceden sonra Dîvân başlar. Dîvân 5 defterden oluşur: 1- defter-i evvel: kasâyid (41b-93a) 2- defter-i sânî: tercîʻât, murabbaʻât, muhammesât (93b-130a) 3- defter-i sâlis: gazeliyyât (131b-257a) 4- defter-i râbiʻ: müteferrikât, kadınlar hakkında latifeler, boza ve afyonun zemmi, tarihler, lügazlar (258b-286b) 5- mesneviyât: Bu kısımda iki mesnevi bulunmaktadır: Şehr-engîz-i Burûsa (289b-310b) ve Hayret-nâme (311b-329a). Hayret-nâme mesnevisinde divan edebiyatı güzelinin özellikleri, zülf, dehân, kâmet vb. kelimelerle ele alınmaktadır. Hayret-nâme’nin bir diğer nüshası da Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 2465 numarada kayıtlı bir mecmuada mevcuttur (135b-145a) (Gölpınarlı 1971: 379).
Dîvân’ın British Library’deki diğer önemli nüshası da (OR 10882) 993/1585’te Lâmiʻî’nin torunlarından Mehmed bin Ahmed bin Lâmiʻî bin Osmân bin Alî Nakkâş tarafından yazılmıştır ve düzeni Millet Yazma Eser Kütüphanesi’ndeki nüsha gibidir. Lâmiʻî Dîvânı ile ilgili 1983 yılında Atatürk Üniversitesi’nde Hamit Bilen Burmaoğlu tarafından Lâmiʻî Çelebi Dîvânı (Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânı’nın Tenkidli Metni) adlı bir doktora tezi yapılmıştır, daha sonra Divan’dan seçmeler yayımlanmıştır (Burmaoğlu 1989).
11- Şehr-engîz: Bursa’nın güzelliklerini anlatan bu manzum eser, mefâʻîlün mefâʻîlün feʻûlün vezniyle yazılmıştır. Matbu nüsha 27 Safer 1288/17 Mayıs 1871’de basılmıştır. Kânûnî’nin Bursa’yı ziyareti münasebetiyle yazılan ve Lâmiʻî’nin Bursa sevgisini de gösteren bu mesnevi hakkındaki ilk makale, çok güzel bir Türkçe ile nesre çevrilerek Orhan Şaik Gökyay tarafından kaleme alınmıştır (Yücel Kültür Mecmuası: cilt IX, sayı 49, Mart 1939, 52-55).
Lâmiʻî’nin bu eseriyle ilgili 1984 yılında Uludağ Üniversitesi’nde M. Murat Yurtsever tarafından Lâmiʻî Çelebi Şehrengiz-i Bursa adlı bir yüksek lisans tezi yapılmıştır. Eser ayrıca Mustafa İsen ve Hamit Bilen Burmaoğlu tarafından Latin harfleriyle “Bursa Şehr-engîz’i (Lâmiʻî Çelebi)” adıyla 638 beyit tespit edilerek yayımlanmıştır (İsen-Burmaoğlu 1988: 57-106), aynı hazırlayıcılarca Bursa Şehrengizi (Lâmiʻî Çelebi) adıyla tekrar yayımlanmıştır (İsen-Burmaoğlu 2011).
Şehrengiz türü, genellikle şehrin güzel delikanlılarını anlatmasıyla bilinirken Lâmiʻî’nin Bursa’nın güzelliklerinden söz etmesi şaşırtıcı olmuştur. Kânûnî’nin Bursa’ya gelişi dolayısıyla hem şehrin güzelliklerinin anlatılması hem de dört mevsimin özelliklerine parmak basılması, Lâmiʻî’nin Bursa’yı ne kadar sevdiğini gösteren bir tanıktır. Lâmiʻî’nin ailesine olan bağlılığı ve bütün ailenin Bursa’da yaşaması, onu Bursa ile özdeşleştirmiş, dolayısıyla Bursa’ya bağlamıştır. İstanbul’un payitaht olması ve yazar ve şairlerin payitahtta toplanma gayretinde olmasına rağmen Lâmiʻî’nin Bursa’da kalması, onun Bursa’ya bağlılığını göstermektedir. Meselâ Bursa’nın baharını anlatırken şöyle der:
Nice medh eyleyem bu şehri iy cân
Ki vasfı ʻaklı eyler deng ü hayrân
Şairin amacı, mimarî yapıları, mesireleri, camileri, suları, yaylaları, hamamları ile örnek bir şehir olan Bursa’yı anlatmaktır.
Nuran Tezcan, 1999 yılında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılığı tarafından düzenlenen Osmanlı Dünyasında Şiir Sempozyumu’nda sunduğu “Güzele Bir Şehrengizden Bakış” adlı bildirisiyle Lâmiʻî’nin Bursa Şehr-engîzi’nden başka Bursa’nın erkek güzellerini anlatan Nâme-i Şehr-engîz-i Mahâbîb-i Dil-firîb-i Bursa adlı bir şehrengîzinin olduğunu da ortaya koymuş ve bu bildirisi yayımlanmıştır (Tezcan 2001).
12- Risâle-i Hall-i Fâl: Bugüne kadar ele geçmemiş bir eserdir.
13- Vis ü Râmîn: Fahreddîn Cürcânî’nin aynı addaki mesnevisinden tercümedir. Lâmiʻî diğer mesnevi tercümelerine yaptığı gibi bu tercümesine de bir hayli eklemeler yapmıştır. Lâmiʻî, bu tercümesini Kânûnî’nin isteği üzerine yine daha önce adları zikredilen Kâdirî ve Muhyiddîn Çelebilerin Lâmiʻî’yi önermesiyle gerçekleştirmiştir. Lâmiʻî bu eserinde Damat İbrâhîm Paşa (ö. 942/1536) için de bir methiye ekleyerek çocuklarına yardımda bulunulmasını rica etmiştir. Mesnevi, mefâʻîlün mefâʻîlün feʻûlün vezniyle yazılmış olup bir aşk hikâyesidir; fakat hikâyenin sonunda Râmîn bir şeyhe bağlanır. Lâmiʻî’nin hatt-ı destiyle olan nüshası, Bursa İl Halk Kütüphanesi Genel 2278 numarada kayıtlıdır. Bu eser, Şerefü’l-İnsân’da verilen listede yer almamıştır, buradan da mesnevinin 933/1526-27’den sonra yazıldığı anlaşılmaktadır. Bu mesnevi üzerine 1994 yılında Uludağ Üniversitesi’nde Fatma Zehra Kavukçu tarafından Lâmiʻî Çelebi Veyse vü Râmîn (Giriş-Metin) adlı bir yüksek lisans tezi ve 2009 yılında Atatürk Üniversitesi’nde Murat Öztürk tarafından Lâmiʻî Çelebi’nin Veyse vü Ramin Mesnevisi (İnceleme-Metin-Sadeleştirme) adlı bir doktora tezi yapılmıştır.
14- Heft Peyker: Nizâmî’nin aynı addaki mesnevisinin tercümesidir. Lâmiʻî, bu tercümeyi bitirememiş, ölümü üzerine yarım kalan eser, damadı Rûşenî-zâde tarafından tamamlanmıştır (Yaltkaya-Bilge 1971: II/2045, Kılıç 2010: 749). Eser Şerefü’l-İnsân’da zikredilmemiştir ve günümüzde mevcut değildir. Chester Beatty Kütüphanesi’nde Heft Peyker adıyla Lâmiʻî’ye atfedilmiş bir yazma nüsha görünüyorsa da bu nüsha üzerine yapılmış doktora tezinde eserin Abdî’ye ait olduğu belirlenmiştir (Güzelova 2008: 64).
Lâmiʻî hakkında yazılan kimi hayatıyla ilgili makalelerde ve kimi kütüphane fişlerinde onun adına kayıtlı; fakat ona ait olmayan eserler kendi adına verilmiş veya kendisinin eserlerinden alınan parçalar, ayrı bir eser gibi gösterilmiştir. Mesela bunlardan Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Genel 3634 numarada kayıtlı olan ve Saʻâdet-nâme adıyla bilinen Tercüme-i Ravzatü’ş-Şühedâ, Lâmiʻî’nin değil Türk Câmî’nindir (Uzun 1993: 102). Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Lala İsmail 747/4’te kayıtlı Firâk-nâme ise Lâmiʻî’nin münşe’âtından (Nisâbü’l-Belâga) alınan bir parçadır. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi TY 1194 numarada kayıtlı el-Ferec Baʻde’ş-Şidde adlı eser Lâmiʻî’nin olarak görünmektedir; fakat eserin hiçbir yerinde bu eserin Lâmiʻî’nin tercümesi olduğunu gösteren bir kanıt yoktur. Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi 2740 numaradaki Mecmûʻa’da Lâmiʻî adına kayıtlı Istılâhât-ı Sûfiyye, aslında Lâmiʻî’nin Dîvân’ındaki dîbâce kısmının bir bölümüdür, daha sonra biri tarafından bu adla bu mecmuaya (2a-3b arasında) alınmıştır. Bu kısım Dîvân’da Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emîrî Manzum 380, 16b-17b arasındadır. Lâmiʻî’ye atfedilen Gıdâ’ü’r-Rûh (Blochet 1932: 8, katalog no A. F. 19; Ayan 1994: 52), aslında Nuran Tezcan’ın da dediği gibi 977/1569-70’te vefat eden Laʻlî-zâde Abdülbâkî Efendi’nindir (Tezcan 1979: 313). Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Esad Efendi 1591’de kayıtlı nüshada yazar adı çok açık olarak verilmiştir. Ayrıca kaynaklarda da Laʻlî-zâde’nin bu eserinden bahsedilir (Bursalı Mehmed Tâhir 1333: I/159).
Karahan’ın İslâm Ansiklopedisi’ndeki Lâmiʻî maddesinde Hıred-nâme’nin Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emirî Manzum 380’de bulunduğunu söylemesine rağmen (Karahan 1957: 12) Dîvân’da böyle bir esere rastlanmamıştır.
Konya Mevlânâ Müzesi’nde Lâmiʻî adına kayıtlı olarak gösterilen Fetih-nâme-i Kalʻa-i Moton, büyük bir olasılıkla Şevâhidü’n-Nübüvve tercümesinin son cüzünden alınmış bir kısımdır. Lâmiʻî bu kısımda II. Bâyezîd zamanında 904/1499’da Kalʻa-i İnebahtı’nın alındığını anlattıktan sonra 14 Zilhicce 905/11 Temmuz 1500’de de Moton Kalesi’nin alındığını anlatır. Dış kalenin altı gün içinde alınmasına rağmen iç kalenin fethi kale dışarıdan yardım aldığı için uzar. Nihayet 15 Muharrem 906/11 Ağustos 1500’de Moton Kalesi alınır (Lâmiʻî 1293: 38-44; Gölpınarlı 1971: 379). Dolayısıyla Lâmiʻî’nin bu ad altında ayrı bir eseri olduğunu sanmıyorum.
Lâmiʻî’nin daha sonra oğlundan tamamlamasını istediği Letâ’if-nâme adlı eseri, kimi yayınlarda Mecmaʻü’l-Letâ’if, Sefîne-i Letâ’if ve Mecmûʻa-i Maʻârif adlarıyla da geçmektedir. Lâmiʻî’ye ait Sefîne-i Letâ’if ve Mecmûʻa-i Maʻârif adıyla ayrı bir eserin Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Yazma Bağışlar 3790’da bulunduğunu da söylemeliyim (Bu nüshada eser adı yanlışlıkla Sefîne yerine Sîne yazılıdır.), oysa bu eser dîbâceye aittir. Letâ’if sanılan diğer bir münferit nüsha, Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi 2465 numaralı yazma içinde 87b-133b yaprakları arasındadır (Gölpınarlı 1971: 379). Bu eser de aslında Lâmiʻî Dîvânı’nın (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emîrî Manzum 380) başında bulunan dîbâcesidir (Üzgör 1990: 128-255). Sefîne-i Letâ’if ve Mecmûʻa-i Maʻârif ibaresi, dîbâcenin sonunda geçer (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, Ali Emîrî Manzum 380, 40a) Bu dîbâcede Lâmiʻî’nin verdiği bilgiye göre dîbâceyi yazdığı sırada yıl 936/1529-30’dur (yk. 93b) ve yaşı da 58’dir. Dîvân, Dîvân-ı Eşʻâr adıyla Şerefü’l-İnsân’da kayıtlı olduğuna göre Lâmiʻî bu dîbâceyi Şerefü’l-İnsân’ı kaleme aldıktan sonra yazmış olabilir.
Lâmiʻî, Vâmık u Azrâ’nın sonuna Kânûnî Sultân Süleymân için Kasîde-i Gül-i Sad-berg adıyla bir kaside eklemiştir (Ayan 1998: 513-19). Kimi nüshalarda 100 kimilerinde 102 beyit olan bu kaside de yer yer ayrı bir eser gibi gösterilmiştir.
Lâmiʻî’ye atfedilen Risâle fî Şerhi Kelîmâti’ş-Şehâde (Ayan 1994: 60), aslında Lâmiʻî’nin değil Mollâ Câmî’nin eseridir (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Nafiz Paşa 1350/4: yk. 27a-30b, Arapça).
Lâmiʻî Çelebi’nin Terekesi’nde görüldüğü üzre Lâmiʻî’nin kendi kitaplarının çoğu Tereke’de mevcuttur (Erünsal 1990: 179-194). Bunlardan bugün ele geçmeyen Risâle-i Tasavvuf, Çâryâr-ı Lâmiʻî adlı eserler de Tereke’de yer almaktadır. Bu arada Tereke’de Reşfü’n-Nasâyih adlı bir esere daha rastlanır ki Keşfü’z-Zünûn’da bu eser Reşfü’n-Nasâ’ih ü Keşfü’n-Fazâ’ih adıyla Lâmiʻî’nin bir kasidesi olarak gösterilmiştir (Yaltkaya-Bilge 1971: I/905) ve bu kaside Dîvân’ın I. defteri olan kasâ’id kısmında mevcuttur.
2011 yılında Bursa’da Lâmiʻî Çelebi adına bir sempozyum yapılmıştır. (Kemikli-Eroğlu 2011)
Son olarak Lâmiʻî’nin hiçbir kaynakta geçmeyen bir eserinden söz edilecektir. Millet Yazma Eser Kütüphanesi Ali Emîrî Edebiyat 291/3’te yk. 231b-236b arasında yer alan ve Hallâc-ı Mansûr’un başına gelenleri anlatan başlıksız bir metin bulunmaktadır. [Mansûr-name] adı verilen bu eserin 230b’de geçen “Bu hakîr, Tercüme-i Nefahâtü’l-Üns’te böyle yazmışdur ki” cümlesinden yola çıkarak eserin Lâmiʻî’nin tercümesindeki Hallâc-ı Mansûr’un hayat hikâyesinin bir başka versiyonu olduğu sonucu çıkarılmıştır (Lâmiʻî 1293: 199-202). Yalnız Nefahat’in 200. sayfasındaki bilgiler, elimizdeki metinle örtüşmekte olmasına rağmen metnin daha sonra tamamen değişik bir versiyon olduğu tespit edilmiştir. Fakat ne yazık ki eserin sonu eksiktir.
Bu biyografide Lâmiʻî üzerine yapılan yanlışlar ve karışıklıklar bizzat görülerek düzeltilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak Lâmiʻî’ye ait 29 eser tespit edilmiştir. Buna Hayret-nâme de eklersek eser sayısı 30’a yükselir, ancak Şerefü’l-İnsân’da adı geçtiği halde bugün ele geçmeyen Risâle fî’l-ʻArûz, Câbir-nâme, Risâle-i Esvile mine’l-Fünûn veya Nübüvve ve Risâle-i Hall-i Fâl adlı eserler dışında elde mevcut 26 eser vardır. Dolayısıyla Osmanlı Müellifleri’nde geçen (Bursalı Mehmed Tâhir 1338: II/ 493) Menâkıb-ı Cenâb-ı Alî (mensur), Miftâhü’n-Necât fî Havâssı Süver ve’l-Âyât (mensur), Kıssa-i Edhem ü Hümâ ve Hıred-nâme ya ele geçmemiştir ya da yanlışlıkla Lâmiʻî’ye atfedilmiştir.
Lâmiʻî ve eserleri üzerine yapılmış mezuniyet tezi de çoktur, önemli görülen bu mezuniyet tezlerinden bazıları şunlardır: Ahmed Rasim, Lâmiʻî, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1921; Rüştü Altunbay, Lâmiʻî’nin Vâmık u Azrâ’sının Tedkiki, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1939; Muzaffer Gürses, Divan Edebiyatının Bazı Meseleleri ve Lâmiʻî Çelebi, Hayatı, Eserleri, Sanatı ve Şahsiyeti ve Vâmık u Azrâ, Veys ü Râmîn Mesnevilerinin Tedkik, Tahlil ve Tenkidi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1945; Saliha Gürkan, Lâmiʻî Çelebi’nin Absâl ve Salâmân Mesnevisi ile Mollâ Câmî’nin Absâl ve Salâmân Mesnevisinin Karşılaştırılması, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1951; Gülizar Kırıkkanat, Lâmiʻî Divanındaki Gazeller, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1969; Bilge Yılmaz, Lâmiʻî Divanındaki Kasideler, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1970; Selahattin Ergil, Lâmiʻî’nin İbretnüması, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1971; İbrahim Boğalı, Maktel-i Âl-i Resûl Lâmiʻî Çelebi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1971; Tülin Erdoğan, Lâmiʻî Çelebi Divanı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1971; Mehmed Sıddık Öğmen, Vise vü Ramin (1.-85. varaktır), Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1983; Muammer Tekmen, Bursa Şehrengîzleri (Lâmiʻî Çelebi, İshak Çelebi, İsmail Beliğ), Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1985.
Kaynakça
Abuladze, Tsisana (2001). “Gürcistan Eski Kitaplıklarında bulunan Türk Dilleri ile Yazılı Eserler”. Türk Dili 2001/I (591): 292-298.
Ayan, Gönül (1994). “Lâmiʻî Çelebi’nin Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri”. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi I (1). Konya: Selçuk Üniversitesi Basımevi. 43-65.
Ayan, Gönül (hzl.) (1998). Lâmiʻî Vâmık u Azrâ -İnceleme-Metin-. Ankara: AKM Başkanlığı Yay.
Bakar, İsmail (hzl.) (1997). Sadberk Hanım Müzesi Yazma Eserler Kataloğu Hüseyin Kocabaş Koleksiyonu. İstanbul: Vehbi Koç Vakfı Yay.
Baldır-zâde Mehmed. Vefeyât-nâme. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi TY 2656: yk. 178b.
Bilge, Kilisli Muallim Rıfat-İnal, İbnülemin M. Kemal (hzl.) (1951). Bağdatlı İsmâil Paşa. Hediyyetü’l-Ârifîn Esmâ’ü’l-Mü’ellifîn ve Âsârü’l-Musannifîn. 2 Cilt. İstanbul: MEB Yay.
Blochet, Gabriel Joseph Edgard (1932). Catalogue Des Manuscrits Turcs de la Bibliotheque Nationale (Tome I: Ancien fonds, nos 1-396; Supplément, nos 1-572). Paris.
Burmaoğlu, Hamit Bilen (hzl.) (1989). Bursalı Lâmiʻî Divanı’ndan Seçmeler. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
Bursalı Mehmed Tâhir (1333-1342). Osmânlı Müellifleri. 3 Cilt. İstanbul.
Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latîfî, Tezkiretü’ş-Şuʻarâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ (İnceleme-Metin). Ankara: AKM Başkanlığı Yay.
Çalışkan, Yaşar (hzl.) (1978). Lâmiʻî-zâde Abdullah Çelebi, Latifeler. İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser Yay.
Eğri, Sadettin (hzl.) (2001). Lâmiʻî Çelebi, Bir Bursa Efsanesi: Münâzara-i Sultân-ı Bahâr Bâ-Şehriyâr-ı Şitâ. İstanbul: Kitabevi Yay.
Eğri, Sadettin (hzl.) (2011). Lâmiʻî Çelebi, Şerefü’l-İnsân. 2 Cilt. Boston: Harvard Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü Yay.
Erkan, Mustafa (1999). “Hüsrev ve Şîrîn”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C. 19. İstanbul: TDV Yay. 53-55.
Eroğlu, Süleyman (hzl.) (2011). Bursalı Lâmiʻî Çelebi, Mevlidü’r-Resûl. Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi Yay.
Ertekin, Ertuğrul (hzl.) (2012). Bursalı Lâmiʻî Çelebi Maktel-i Âl-i Resûl. İstanbul: Kevser Yay.
Erünsal, İsmail E. (1984). “Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kaynakları II: Kanunî Sultan Süleyman Devrine Ait Bir İnʻâmât Defteri”. Osmanlı Araştırmaları IV: 1-17.
Erünsal, İsmail E. (1990). “Türk Edebiyatının Arşiv Kaynakları IV: Lâmi’i Çelebi’nin Terekesi”. Türklük Bilgisi Araştırmaları, Fahir İz Armağanı I, 14: 179-194.
Esir, Hasan Ali (hzl.) (2006). Münşeât-ı Lâmiî (Lâmiî Çelebi’nin Mektupları), İnceleme-Metin-İndeks-Sözlük. Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörlüğü Yay.
Gibb, Elias J. W. (1904). A History of Ottoman Poetry. C. 3. London.
Gölpınarlı, Abdülbâki (hzl.) (1971). Mevlânâ Müzesi Yazmalar Kataloğu. C. 2. Ankara: MEB Yay.
Gönültaş, Güler (hzl.) (1986). Manisa İl Halk Kütüphanesi Türkçe El Yazmaları Kataloğu. Manisa: Türk Kütüphaneciler Derneği Yay.
Güzelova, Hanzade (hzl.) (2008). Abdî’nin Heft Peyker Mesnevîsi (İnceleme-Metin-Dizin). Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Hägg, Thomas-Utas, Bo (hzl.) (2003). The Virgin and Her Lover, Fragment of an Ancient Greek Novel and a Persian Epic Poem. Leiden: Brill.
Hammer, J. Von (1836-38). Geschichte der Osmanischen Dichkunst. Pesth.
İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Başkanlığı Yay.
İsen, Mustafa-Burmaoğlu, Hamit Bilen (hzl.) (1988). “Bursa Şehr-engîzi (Lâmiʻî Çelebi)”. Marmara Üniversitesi Türklük Araştırmaları Dergisi (3): 57-106.
İsen, Mustafa-Burmaoğlu, Hamit Bilen (hzl.) (2011). Bursa Şehrengizi Lâmiʻî Çelebi. Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi Yay.
İsmâil Belîğ (1302). Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişmendân-ı Nâdire-dân. Bursa: Hüdâvendigâr Vilâyeti Matbaası.
Kanar, Mehmet (öyküleştiren) (2012). Lâmiʻî Çelebi, Ferhat ile Şirin. İstanbul: Say Yay.
Karahan, A. (1957). “Lâmiʻî”. İslâm Ansiklopedisi. C. 7. İstanbul: MEB Yay. 10-15.
Karatay, Fehmi Edhem (hzl.) (1961). Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu. C. 1. İstanbul: Topkapı Sarayı Müzesi Yay.
Kaya, İdris Güven (hzl.) (2007). Lâmiʻî’nin Salâmân ve Absâl Mesnevisi ve Mesnevideki Mitolojik Unsurlar. Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi Yay.
Kemikli, Bilal-Eroğlu, Süleyman (editör) (2011). Bursalı Lâmî Çelebi ve Dönemi. Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi Yay.
Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Âşık Çelebi, Meşâʻirü’ş-Şuʻarâ (İnceleme-Metin). C. 2. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.
Kut, Günay (hzl.) (1978). Heşt Bihişt: The Tezkire by Sehî Beg, An Analysis of the first Biographical Work on Ottoman Poets with a Critical Edition Based on MS. Süleymaniye Library. Ayasofya 0.3544 Boston: Harvard Üniversitesi Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü Yay.
Kut, Günay (2000). “İbretnâme”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 21. İstanbul: TDV Yay. 370-371.
Kut, Günay (2003). “Lâmiʻî Çelebi”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 27. İstanbul: TDV Yay. 96-97.
Kut, Günay (2005). “Lâmiʻî Chelebi and His Works”. Yazmalar Arasında Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları I. İstanbul: Simurg Yay. 127-156.
Kut, Günay (2005). “Bursa ve Manisa İl Halk Kütüphanesindeki Bazı Türkçe Yazmalar Üzerine”. Yazmalar Arasında Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları I. İstanbul: Simurg Yay. 157-178.
Kutluk, İbrahim (hzl.) (1981). Kınalı-zade Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şuarâ. II. C. Ankara: TTK Yay.
Lâmiʻî (1289). Tercüme-i Nefahâtü’l-Üns. İstanbul.
Lâmiʻî (1293). Tercüme-i Şevahidü’n-Nübüvve. İstanbul.
Levend, Agâh Sırrı (1964). “Lâmiʻî’nin Ferhad ü Şirin’i”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten. Ankara: TDK Yay. 85-111.
Mecdî (1269). Tercüme-i Şakâyık. İstanbul.
Mısır Millî Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu 1870-1980 (1987-1992). 4 Cilt. Mısır: el-Heyetü’l-Mısriyyeti’l Âmmeti li’l-Kitab.
Ozak, Elhac Muzaffer (hzl.) (1958). Şevâhidü’n-Nübüvve Tercümesi. İstanbul: Ergin Kitabevi.
Öztahtalı, İbrahim İmran (hzl.) (2004). Lâmiʻî Çelebi ve Lügat-ı Manzûmu (Tuhfe-i Lâmiʻî). Bursa: Gaye Kitabevi.
Öztürk, Erdem Can (hzl.) (2015). Lâmiʻî Çelebi’nin Şevâhidü’n-nübüvve Tercümesi (İnceleme-Tenkitli Metin-Dizin). Ankara: Gece Kitaplığı.
Pfizmaier, A. (Çev.) (1839). Verherliehung der Stadt Bursa. Wien.
Robinson, B. W. (1988) “The Arts of The Book: Persia, Turkey and Pre-Mughal India”. Islamic Art In The Keir Collection. London-Boston: Faber and Faber. 1-32
Sakaoğlu, Saim (1979). “Bursalı Lâmiʻî’nin Letâ’if’indeki Hayvan Masalları”. Türklük Bilgisi Araştırmaları, Ali Nihad Tarlan Hatıra Sayısı 3: 279-289.
Schmidt, Jan (2002). “Ottoman Autobiographical Texts by Lāmiʻī and Others in the Collection of Turkish Manuscripts at the Leiden University Library” Türklük Bilgisi Araştırmaları, Barbara Flemming Armağanı 26/II: 195-201.
Tekin, Gönül Alpay (2002). “Lâmiʻî Çelebi’nin Gûy u Çevgân Mesnevisinin Tasavvufî Yorumu”. Türklük Bilgisi Araştırmaları, Barbara Flemming Armağanı 26/II: 253-274.
Tezcan, Nuran (1979). “Bursalı Lâmiʻî Çelebi”. Türkoloji Dergisi VIII (1). Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. 305-345.
Tezcan, Nuran (2001). “Güzele Bir Şehrengizden Bakış”. Türkoloji Dergisi XIV (1). Ankara: Dil ve Edebiyat Araştırmaları Derneği Yay. 161-194.
Tezcan, Nuran (2002). “Lâmiʻî’nin Bazı Eserlerinde Kadın Tipleri ve Kadınla İlgili Düşünceler”. Türklük Bilgisi Araştırmaları, Barbara Flemming Armağanı 26/II: 281-294.,
Tezcan, Nuran (1978). Lāmiʻī’nin Gūy u Çevgān Mesnevisi. Ömer Asım Aksoy Armağanı. Ankara: TDK Yay. 201-225.
Tezcan, Nuran (hzl.) (1994). Lāmiʻīs Gūy u Çevgān. Stutgart: Franz Steiner Verlag.
Th. Menzel (1936). “Lāmi’ī”. The Encylodepia of İslam. C. 3. Leiden. 13-14.
Tolasa, Harun (1979). “Klasik Edebiyatımızda Dîvân Önsöz (Dîbâce)leri; Lâmiʻî Dîvânı Önsözü ve (buna göre) Dîvân Şiiri Sanat Görüşü”. Türklük Bilgisi Araştırmaları, Ali Nihad Tarlan Hatıra Sayısı 3: 385-402.
Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu Afyon Gedik Ahmet Paşa İl Halk Kütüphanesi İl Merkezi ve Dinar İlçe Halk Kütüphanesi (1996). Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
Uludağ, Erdoğan (1997). “Lâmiʻî’nin Salâmân u Absâl Adlı Mesnevisi”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 8: 67-77.
Uludağ, Erdoğan (hzl.) (2013). Lâmiʻî Çelebi’nin Salâmân u Absâl Mesnevîsi. İstanbul: Büyüyen Ay Yayınevi.
Uludağ, Süleyman, Kara, Mustafa (hzl.) (1995). Abdurrahman Câmî. Nefahâtü’l-Üns. Evliyâ Menkıbeleri Tercüme ve Şerh: Lâmiʻî Çelebi. İstanbul: Marifet Yay.
Uzun, Mustafa (1993). “Câmî-i Rûmî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. C. 7. İstanbul: TDV Yay. 102-03.
Üzgör, Tahir (1990). Türkçe Dîvân Dîbâceleri. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
Yaltkaya, Şerefettin-Lektör Kilisli Rıfat Bilge (hzl.) (1971). Kâtib Çelebi. Keşf-el-Zunun (Keşfü’z-Zünûn an Esâmi’l-Kütüb ve’l-Fünûn). 2 C. İstanbul: MEB Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. GÜNAY KUTYayın Tarihi: 27.01.2015Güncelleme Tarihi: 16.11.2021Eserlerinden Örnekler
Tercüme-i Nefahâtü’l-Üns’ten
Ve yine ol zamânda anlaruñ biri Geyikli Baba Hazretleri -kaddesallâhu sırruhu-dur. Burûsa kurbında Keşîş Daġı eteginde yatur. Sultân Orhân Hazretleri, anuñ üzerinde türbe ve zâviye ve câmiʻ binâ itdürmişdür. Taġda geyikler ile musâhabet ider imiş. Turġud ili ki Osmân pâdişâhuñ -ʻaleyhi’r-rahme- meşhur beglerindendür ve mezkûr taġuñ ardında Turġud ili didükleri il aña mensûbdur. Sultân Orhân zamânında pîr olup, ferâġat idüp aña irâdet getürmişdi ve mürîd olmışdı. Bi-nefsihi hıdmetin iderdi. Sultân Orhân Hazretleri dahı tamâm Geyikli Baba hıdmetlerine mahabbet itmişdi. Hattâ dirler ki İnegöli cemîʻ-i kara ve nevâhisiyle Baba hıdmetlerine baġışladı, kabûl itmedi. “Mülk ü mâl pâdişâhlara gerekdür, dervîşlerüñ aña ihtiyâcı yokdur ve anuñ ehli degüldür.” diyüp ʻözr eylemiş. Âhırü’l-emr pâdişâh ziyâde ibrâm idicek, pâdişâhuñ nefsini riʻâyet idüp: “Şol karşuki tepecikden birisi dervîşlerüñ havlısı ve odunlıġı olsun.” dimiş. Baba Hazretleri’ne: “Kimüñ mürîdlerüñdensiz?” diyü sormışlar, buyurmışlar ki: “Baba İlyâs mürîdlerüñdenüz ve Seyyid Ebu’l-Vefâ tarîkindeyüz -kaddesallâhu Teʻâlâ sırruhu-.”
Ve meşhûrlarından biri dahı Gelibolı’da Yazıcıoġulları Ahmed Çelebi ve Mehmed Çelebi’dür -rahimehumâ Allâh-. Ahmed Çelebi’ye bî-cân dirler, Envârü’l-ʻÂşıkîn sâhibidür ve Mehmed Çelebi Kitâb-ı Muhammediyye sâhibidür. İkisi dahı sâhib-fazl ve sülûkın tamâm itmiş kimselerdür. Gelibolı’da yaturlar. Kerâmât ve fezâ’ili mü’ellefâtından maʻlûmdur. Kitâb-ı Muhammediyye hod beyândan müstaġnîdür, Türkî lisânuñ faslü’l-hitâbıdur ve erbâb-ı mevâʻizüñ kemâl-i sıhhat üzerine kitâbıdur.
Ve Rûm’da meşhûrlardan biri Yûnus Emre’dür -kaddesallâhu Teʻâlâ sırruhu-. Meşhûr ve maʻrûf sözleri vardur. Cümlesi makbûl-i tevâ’ifdür, ve ser-â-ser esrâr-ı tevhîd ve etvâr-ı tefrîd ve rümûz ve işâretdür. Kendisi Tapduk Emre’nüñ mürîdidür -kaddesallâhu sırruhu-. Dirler ki arkası ile niçe yıllar şeyhine odun getürdi ve hergiz bir egri aġaç getürmedi. Tapduk eyitmiş: “Yûnus, hîç bu odunlaruñ içinde bir egri aġaç görinmez.” Eyitmiş: “Sultânum, bu kapuda[n] egri sıġmaz.” Kendüsi Kütahya suyınuñ üzerinde Sakarya suyına karışduġı yirüñ kurbında yatur. Meşhûrdur, ziyâret iderler.
Ve ol cümleden biri Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri -kuddise sırruhu-dur. Türkmen vilâyetinde yatur. Sâhib-velâyet ve kerâmât issi idi. Hâliyâ üzerleri ‘âlî imâretdür, ziyâretgâhdur. Meşhûr ve maʻrûf matâfü’l-ʻâlemiyândur.
Egerçi kim zebânumuzda aña mensûb geçinenler ve mezâr-ı müteberriki üzerinde cemʻ olanlar ekseriyâ boyunlarından rıbka-i İslâm’ı ihrâc idüp ibâhet otlaġında halîʻü’l-ʻizâr gezerler. Ammâ kendinüñ sıhhat-i câlî ve bu tâ’ifeden idügi tevâtüre irişmişdür. Velhâsıl eger her diyârda meşhûr olanlaruñ mücerred esmâ-yı şerîflerine işâret olına. Bir niçe mücelled kitâb olur. Yalñız Konya’da ve Aksaray’da mezârı olan ehlullâh revvehallâhu Teʻâlâ ervâhahum dâ’ire-i ahsâdan mütecâvizdür. Hemân Hak sübhânehu ve Teʻâlâ cemîʻsinüñ kurblarını ve nûrlarını ziyâde idüp cümle tâlibleri rûhâniyyetlerinden behrmend eyleye (1289: 690-692).
Münâzara-i Sultân-ı Bahâr bâ-Şehriyâr-ı Şitâ’dan
Hışm-giriften-i Şehriyâr-ı Şitâ ez-nâme-i Sultân-ı Bahâr
Çünkim bu nâme-i müşkîn-hitâme Şehriyâr-ı Şitâ’nuñ [öñinde] okındı. Gûyâ ki sîne-i pür-kînesine biñ mismâr-ı cân-sipâr tokındı. Hışm âteşinden dîk-i dimâġı ġaleyân eyleyüp şöyle kakıdı ki raʻdvâr gürleyüp berk-âyîn şakıdı ve ol kitâb-ı takrîʻ-i hitâbı Peyk-i Sabâ’nuñ elinden alup, gül gibi sad pâre kılup oda urdı. Gâyibâne hitâb idüp Sultân-ı Bahâr’a eyitdi ki: “Fe’tinâ bimâ teʻidünâ in-künte mine’s-sâdıkîn” (Kur’ân, Araf 7/70) ve “yetekebberûne fi’l-ardi bi-ġayri’l-hakki” (Kur’ân, Araf 7/146) mezhebine zehâb ve derûnın nâr-ı hışmıla pür-tâb idüp, hemân-dem Rüstemvâr ġazab rahşına süvâr olup, “Leşker-i diyâr-ı sıġâr u kibâr her ne kim var cemʻ olsun.” diyü buyurdı.
beyt:
Göñül kâşânesin kılsa ġazab od
Tolar sakf-ı dimâġuñ ser-te-ser od
Ammâ saʻy-ı bî-fâyide ve cehd-i bî-ʻâyide kıldı ki sipâh u reʻâyâ, aʻnî vazîʻ u şerîf-i berâyâ ser-â-ser yüz döndürmişlerdi. Ol gaddâr-ı bed-kirdâruñ cevr ü eziyetinden ve ahvâl-i bî-hamiyyetinden cânlarına geçmişdi.
mısraʻ:
Turur küfrile turmaz zulmile mülk
muktezâsınca halâyıkuñ her biri bir gûşeye kaçmışdı. Belî cihân-gîri vü cihân-dârı ve fermân-dihî vü kâm-kârî şol sahîb-devlete müsellemdür ki himmet-i ‘âlî-rütbeti rûz u şeb nusret-i ehl-i dîn ve takviyet-i ʻibâd-ı Rabbü’l-ʻâlemîn ve ihyâ-yı sünen-i seyyidü’l-mürselîn ola ve nasbü’l-ʻayn-ı zamîr-i münîrini zuʻafâya şefkat ü merhamet ve fukarâya ʻinâyet ü himmet eyleye. Her saʻâdetmendüñ ki dıraht-ı bahtı gülşen-i saltanatda neşv ü nemâ bula. Anuñ âsâr-ı hayât-ı hurrem-sıfâtı, ‘âlemde ikâmet-i merâsim-i emr-i maʻrûf ve levâzım-ı nehy-i münker olmak gerekdür. Ve her sâhib-i kadr-i bülendüñ ki nihâl-i ikbâli cûy-bâr-ı pâdişâhîden ser-sebz ü şâdâb ola. Nev-bâve-i vücûd-ı pür-cûdı halâyıka îsâl-i hayr u nefʻ ve istîsâl-i şerr ü darr olmak vâcib gerekdür. Ve’llezîne yu’züne’l-mü’minîne ve’l-mü’minâti bi-ġayri me’ksetebû fe-kadi’htemelû bühtânen ve ismen mübînen. (Kur’ân, Ahzab 33/58)
Hâr-ı zulm ü bî-dâd nevk-i tîġ u sinânıla mazlûmlar pâyından çıkmadın gülbin-i saltanat ser-sebz ü handân olmaz ve has u hâşâk-i mihnet ü fesâd bâd-ı lutf u ihsânıla sitem-dîdeler dâmeninden refte olmadın zülâl-i enhâr-ı sıdk u safâ tamâm cereyân bulmaz.
Çemen-i mülke bekâ-yı tarâvet bârân-ı maʻdeletden olur ve çeşme-sâr-ı dîne devâm cereyân-ı imdâd-ı mekremetden gelür. El-kıssa Şehriyâr-ı Şitâ egerçi kim leşkerüñ iʻrâzın ve ehl-i kişverüñ inkıbâzın fehm eyledi. Likin çün efsürde dimâgdı. Gayret pâyını efsürde kılup, şiʻâb-ı tilâli berkidüp sıʻâb-ı kılâle tahassün kıldı ve ‘azm-i müdâfaʻa vü mukâbele ve kasd-ı mümâlaga vü mukâtele kıldı (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Pertev Paşa 484. 16b-17b).
Şerefü’l-İnsân’dan
sıfat-ı kûsfend
Kûsfendüñ dahı egerçikim nefsinde teslîm ü selâmeti ġâlibdür. Ve ahvâl ü etvârı ser-cümle bî-mesâlibdür. Ve tîneti pâk ve talʻati tâb-nâk, ferhunde-hûy, tâbında rûydur. Nihâdı nezâfet ve bünyâdı letâfet üzerinedür. Ammâ zürriyât-ı âdem, anuñ tenâvül-i lahm ü sahmına ziyâde harîs u muʻtâddur. Ol cihetden tabʻında havf u haşyet ve vehm ü dehşet ġâlib olup ġâyetde maġlûb-nihâddur. Ednâ nesneden belinler cüzû-yı kazıyyeden ürker, hattâ Süreyyâ’nuñ tulûʻın görse tâkat getürmez. Nihâyetde ter-tabʻ u nâzük-mizâcdur.
sıfat-ı büz
Büz dahı egerçi kûsfende nisbet dilîrdür, ammâ ġâyetde şerîrdür. Bî-nevâ-sîret ve levend-serîretdür. Cân-bâz-tabîʻat ve rakkâs-sıfatdur. Gûyende-i nâ-sâz ve hˇânende-i bed-âvâzdur.
sıfat-ı âhû
Âhû dahı egerçi ki memdûh-ı zurefâ ve makbûl-i ʻurefâdur. Kuhl-ı hikmetden mukle-i dîdesi şeb-i muġber gibi sürmelenmişdür. Ve nûr-ı kudretden safha-i nâsıyesi subh-ı münevver gibi vesmelenmişdür.
li-mü’ellifihi:
Müdâm efʻî yimekden her birinüñ
Sadef gibi içi pür-mühre-i mâr
Hemîşe sünbül-i ter otlamakdan
Kamunuñ nâfesi pür-müşk-i Tâtâr
nesr: Kâse-i dîdeleri buhâr-ı sümûm-ı efâʻî birle bâ-zehr-i hayvânîden hokka-i tiryâk, kîse-i nâfeleri “mahtûmin hitâmühü misk” birle mühr-i Süleymân gibi ferah-nâkdür.
mesnevî:
Süreyyâ-menzilet cemʻ-i perîşân
Tesurru’n-nâzırîn ez-reng-i îşân
Be-mülk-i Çîn her yek tâcdârest
Hırâmân-ı yâ kabâ-yı zer nigârest
Gerdenî çün tîġ-ı şeh efrâhte
Gamzenî çün nâveki endâhte
nesr: Meydân-ı tek ü pûyda ve hengâm-ı hây u hûyda her biri mânend-i bâd-ı sarsar ve murġ-ı tîz-perdür. Suʻûd-ı firâzda duʻâ-yı mazlûmdan serîʻ hübût-ı neşîbde kazâ-yı mahtûm gibi bedîʻdür.
beyt:
Fe-ke’l-eceli’l-makdûri fi-külli mehbatın
Ve-ke’l-ʻameli’l-mebrûri fi-külli maʻrecin
Geh şitâ bed sûy-ı pestî çün kazâ-yı âsmân
Geh ki âyed sûy-ı bâlâ çün duʻâ-yı müstecâb
nesr: Ammâ raʻnâ-tabʻ ve gerden-keş ü hercâyî-sıfat ü perîveşdür. Hayrân-sıfat ve meczûb-sîretdür. Bu sebebden ricâlü’l-ġaybıla musâhabeti ve ehl-i riyâzetile münâsebeti vardur. Ve ʻurf-i nâsda “erenler atı” dimekle meşhûrdur. Pes bunuñ gibi hıdmetlerden ol maʻzûrdur (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Pertevniyal 424. 74a-75a).
Absâl u Salâmân-ı Lâmiʻî’den
Salâmân melâmet-i pezerden teng-dil olup melâmet hâsıl kılup muztarr u şeydâ ‘azm-i [4] sahrâ itdügidür ve sîne-i sûzânıla âteş-i fürûzân eyleyüp Absâl ile götürüp [5] kendüyi aña atduġıdur. Absâl külliyen yanup kendü sahîh ü sâlim kalduġıdur
Kimdürür ‘âlemde ‘âşık gibi zâr
Dehr elinden rûz u şeb âşüfte-kâr
Her nefes bî-sabr u bî-ârâm olur
Her zamân bî-hâsıl u bî-kâm olur
Gâh elinden düşmenüñ dil hastedür
Geh dilinden dostınuñ dem bestedür
Ni belâsından bunuñ âzâd olur
Ni cefâsından anuñ dil-şâd olur
Hayreti her dem füzûn olmakdadur
Tîġ-ı ġamdan baġrı hûn olmakdadur
Yâra dâyim cân nisâr itmek diler
Kâr [u] bârın târ-mâr itmek diler
Mihnet ü derd ü belâdan zevk alur
Nây gibi âh u vâdan şevk alur
ʻIşk ġavġâsı gibi olmaz belâ
ʻIşk sevdâsı gibi yokdur safâ
Odı güldür dûdı sünbüldür anuñ
Sûzişi devr ü teselsüldür anuñ
Diñle bürhânın bu daʻvânuñ ‘ıyân
Eydeyüm hâl-i Salâmân’dan beyân
Çün Salâmân itdi pend-i şâhı gûş
Yine deryâ-yı derûnı kıldı cûş
‘Akl-ı dâmen-gîr kim gel bu yaña
‘Işk tutup yakasın dir uy baña
Oldı dirlik câmesi egnine tar
Bu libâs-ı müsteʻârı gördi ‘âr
Câm-ı ġamdan hûn-ı dil mahbûbdur
Bî-safâ dirlikden ölmek hûbdur
Pes kılup cân kasdını bu hâlile
ʻAzm-i sahrâ eyledi Absâl’ile
Yüreginden yanuban fânûsvâr
Cemʻ idüp hîzemleri kuknûsvâr
Kûh gibi püşteler itdi tamâm
Ol urup tutdı felek evcin hırâm
Yanmaġiçün ‘ışka çün bil baġladı
Yakuban bu şiʻri hâlin añladı (İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi TY 3088. 67a-67b.)
Şemʻ ü Pervâne’den
Âġâz-ı nâme-i müşkîn-nikâb ve tasvîr-i hüsn-i şemʻ-i ‘âlem-tâb
İy beyân şemʻi gel zebâna yine
‘Işka pervâne gibi yan a yine
Sûz u derdile meclis-efrûz ol
Âteşîn sözlerile dil-sûz ol
Cânuñ âteşdürür dilüñ kuknûs
Sal bu deyr içre naġme-i nâkûs
Tâ ki sûzın semender unutsun
Nâr Nemrûd’ı Âzer unutsun
Micmer olup göñüller oduñile
Ney gibi iñlesün sürûduñile
Kılsun envârı dîdeler rûşen
İtsün ezhârı sîneler gülşen
Dûdı olsun buhûr-ı bezm-i felek
Andan alsun ġıdâyı rûh u melek
Yaʻnî bir şemʻ uyar cihân içre
Berk ura nûrı bezm-i cân içre
Olup ol şemʻe halk pervâne
Haşre dek zevk u şevkıla yana
Lâmiʻî yiter eyle lâf-ı dürûġ
Sanma şemʻ-i dürûġa ola fürûġ
Oldı meclisde ehl-i diller cemʻ
Getür ortaya kandadur ol şemʻ
Söyleyem ger olursa ‘avn-i İlâh
Eyleyüp ibtidâ-yı bismi’llâh
Dîdeden ol ki almaġ istedi hˇâb
Böyle virdi fesâne şemʻine tâb
Matlaʻ-i dâstân
Var idi şâm içinde bir meh-rû
Gün gibi nûridi musavver o
Zülfi alurdı Hind ü Çîn’den bâc
Hüsni vazʻ itmişidi Rûm’a harâc
Ahter-i burc-ı hüsn ü talʻatidi
Gevher-i dürc-i ‘îş ü ‘işretidi
Mihr görmiş degüldi ruhsârın
Bâd işitmiş degüldi güftârın
Çarha gösterse nâ-gehân ġabġab
Kendüden gideridi her kevkeb
Kâmeti serv gibi ser-keşidi
Bedeni sîm-i hâm-ı bî-ġışidi
Ġayretinden o serv-i sîm-berüñ
Cânı pür-‘ukde idi ney-şekerüñ
Çemen-ârâ-yı nahl-bend-i cihân
Şîre-i cândan itmiş anı ‘ıyân
Leb-i şîrîninüñ suyı şekker
Mûy-ı merġûlenüñ kulı ‘anber
Sünbülinüñ benefşe hayrânı
Ġoncesinüñ nesîmi reyhânî
Gevher-i şeb-çerâġıdı rûyı
Silk-i dürr-i hoş-âbıdı mûyı
Câme-i Kaʻbe idi ser-pûşı
Zemzemidi leb-i şekker-nûşı
Yüzin itmişdi kıble her mukbil
Zülfinüñ halkasında yüz biñ dil
Elif-i serv-kaddi cân içre
‘Alem-i hüsn idi cihân içre
Külhan-ı ġamda nâr-ı ruhsârı
Işıġ itmişdi niçe ser-dârı (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Esad Efendi 2744. 17a-18a.)
Gûy u Çevgân’dan
Âġâz-ı kitâb-ı gûy u çevgân
Bâ sûz u güzâz-ı âteş-i cân
Ėden bu beyânda ‘azm-i meydân
Söz topına böyle urdı çevgân
Var idi diyâr-ı Çîn’de bir şâh
Zîbende-i tâc u taht u hır-gâh
Dervîş-nüvâz u bende-perver
İkbâl u saʻâdet ehli server
Müşkîn idi hâk-i Çîn deminden
Girmişdi siyâha şeb ġamından
Devrinde cihân şu resme hoş yeng
Yoġ idi fiġân ėder meger ceng
Âşüfte-dil ü şikeste-hâtır
Hûbân saçı idi evvel âhir
Bir baht-ı nügûn-ser ü siyeh-hâl
Bulunmaz idi meger hat u hâl
Maʻmûr idi ‘adli ile ‘âlem
Mesrûr idi hulkı ile âdem
Şâdî vü tarabda idi herkes
Sevdâ-zede zülf ü hâl idi bes
Yâr aġzı gibi ġam idi nâ-yâb
Bahtum gibi fitne idi der-hˇâb
Çekmişdi sipihre bâr-gâhı
Ėtmişdi şikeste kadr-i mâhı
...
Eylerdi cemâli mihre hande
Zülfi mehi salmış idi bende
Mecmûʻa-i hüsn idi cemâli
Şeh-beyt-i kasîde zülf ü hâli
Âyîne-i Çîn idi ‘izârı
Gitmiş yėle hattınuŋ ġubârı
Müşkîn saçı idi fitne-i Çîn
Yâ vakt-i bahâr ebr-i müşkîn
Her bir hamı idi şekl-i erkam
Çevgân idi gûy-ı ‘akla her ham
Zülfi ki şebi şikest kılmış
Çîn kavmini büt-perest kılmış
Göstermege hüsn içinde meydân
Ėtmiş mehi gû hilâli çevgân
Ebrûsı kemân-ı ‘anberîn-tûz
Müjgânı hadeng-i tîr-i dil-dûz
Bir nokta dehânı lîk mevhûm
Bir kılca miyânı ol da maʻdûm
Lâyık leb-i laʻli çeşmesine
Bakup yakar ise Hızr sîne
Saçından ėder sabâ şemîmi
Bûyından alur seher nesîmi
Müşkîn saçınuŋ esîri ‘anber
Şîrîn sözinüŋ ġulâmı sükker
Hüsnine hezâr Leylî mecnûn
Hulkında ‘ukûl-i dehr meftûn
Kirpükleri san ki iki leşker
Saflar tutup elde tîġ ü hancer
Barmakları on kalem müretteb
Hûn-ı dil-i halk aŋa mürekkeb (Tezcan 1994: 137-139).
Vâmık u ʻAzrâ’dan
Dâye-i Hurşîd-râ mâh-ı devrân ʻAzrâ’yı alup kaçmaġiçün hammâm adın itdügidür [2] ve hammâmdan çıkup sûret-i tebdîl ve câme taġyîr idüp kaçup gitdügidür
sıfat-ı hammâm
Germ iden efsânenüñ hammâmını
Zeyn kılmış böyle efsûn câmını
Kûh-ı Ġazneyn içre varıdı meger
Bir ‘aceb germâbe-i hurşîd-fer
Hânesinüñ devri mânend-i sipihr
Kubbesinüñ iki câmı mâh u mihr
Çeşme-i çarh-ı berîn pergârvâr
Sikke peyker havzınuñ devrinde var
Her kaçan andan yaña kılsa nigâh
Akıdurdı aġzı suyın mihr ü mâh
Kudret odından alurdı tâbını
Hak şifâ-bahş itmiş idi âbını
Pûte-i hikmet gibi ol havz-ı ter
Kalbe virürdi safâ-yı sîm ü zer
Hasteler hâsıl kılurdı anda tâb
Pür-küdûret tenleri eylerdi nâb
Dâye çün urdı hıyel bünyâdını
Eyledi ol câna hammâm adını
Didi gün günden bu mâh oldı hilâl
Ben nahîfüñ itdügi oldur hayâl
Hâne habsinden tarıġup bülbüli
Tâb-ı derd ü ġamla solmışdur güli
Çün cüvânlık çâġı olur pür-heves
Ehl-i habs uçmaġı ‘add eyler kafes
Kimse bâġı kendüye bâġ istemez
Kanġı murġ-ı cennet uçmaġ istemez
Çün şeker-lebler olur tûtî-mizâc
Şerbet ü terkîb aña olmaz ‘ilâc
Su degişmekdür ‘ilâcı anlaruñ
Muktezâsı seyredür ol cânlaruñ
Şol ilâhî şu husûsâ her zamân
Tenler andan tâze cânlar şâd-mân
Bir nefes bu gülbin-i mihr ü vefâ
Alsa ol âb-ı ilâhîden safâ
Anda varup hâtırın râm eylese
Yatuban birkaç gün ârâm eylese
Zevkı anuñ nîme-i dünyâ deger
Nice dünyâ cennet-i ‘ulyâ deger
Tâb-ı âbından dil ü cân olsa pür
Tenleri eyler sadefveş kân-ı dür (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Kadızade Mehmed 418. 69b-70a.)
Dîvân’dan
Olur melûl ġarîb ü çeker elem ‘âşık
Şehâ esirge benem hem ġarîb ü hem ‘âşık
Ne resme sabr ide cânum ki bî-dilem bî-dil
Ne yüzden ola tesellî ki ‘âşıkam ‘âşık
Vefâyı görmez o cân kim cefâya katlanmaz
Visâle hîç ire mi çekmedin elem ‘âşık
Cihânda bencileyin zâr biñde bir olmaz
Degüldür ehl-i cemâle egerçi kem ‘âşık
Felekleri yakar iy mâh-ı hüsn gey hazer it
Güneş gibi çekicek âh-ı subh-dem ‘âşık
Yiter sirişk ü ruhuñ saña ‘îş içün her dem
Cihânda sîm ü zerüñ yoġısa ne ġam ‘âşık
Taʻarruz itse saña Lâmiʻî n’ola vâʻiz
Olur hemîşe cihân içre müttehem ‘âşık (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 244a.)
Âh kim rûyın o mâhuñ çarh-ı dûn göstermedi
Ebr-i zülfi hâyil oldı baña gün göstermedi
Gerçi kim cânı ölümlü haste itmişdi gözüñ
Güvledi ġamzeñ görüp kendin zebûn göstermedi
Cânı gibi sînesinde sakladı peykânını
N’eylediyse eyledi hûn-ı derûn göstermedi
Âh kim cânumdaġı bu iştiʻâl-i nâr-ı ġam
Gerçi yaşum sepdi su bir dem sükûn göstermedi
Şîvesini ol elif-kaddüñ nigârâ râstî
Safha-i ‘âlemde resm-i kâf u nûn göstermedi
Kodum elden dâmen-i dünyâyı urdum ‘ışka baş
ʻAkla ol devlet yüzin hükm-i cünûn göstermedi
Ol zenahdân variken düşmezdi çâh-ı Bâbil’e
Lâmiʻî Hârût’a baht-ı ser-nigûn göstermedi (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 244a.)
Der temedduh-ı hod ve rucûʻ ile’l-istiġfâri’l-ebed
Lâmiʻî sen kemâle irgürdüñ
Fenn-i nazm-ı kasâyid ü ġazeli
Mesneviyyât içinde mislüñ yok
Baġladuñ bir misâle yüz meseli
Az vardur siyâk-ı inşâda
Hıred-i hurde-bînüñüñ bedeli
Hadsüz itdüñ ʻulûmı resmîde
Nazar erbâbıyıla hoş cedeli
Añladuñ her ne var usûl ü fürûʻ
Sarf-ı ‘ömr eyledüñ bu yolda belî
...
Kıble kılduñ cemâlini mîrüñ
Râh-ı ġayretde itmedüñ keseli
Âh kim bunca fazl ü himmetile
Hakk’a lâyık ne eyledüñ ‘ameli
Ne kılursın bu cümleden üzülüp
‘Amelüñ birle kalıcak suveli
Tüptü ʻammâ sivâke kâtibeten
İʻtimâdî ‘aleyke yâ emeli
Baña iy Hak şu ‘ilme vir yol kim
Mustafâ şehri ola bâbı ‘Alî (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 258b-259a.)
Lüġaz-ı güllâc
feʻilâtün mefâʻilün feʻilün
Nedür ol dil-ber-i perî-peyker
Açsa hûr u melek gibi şeh per
Hacil eyler cemâli bedr ayı
Kubbe-i nîme-i felek câyı
Varaku’t-tayrdur misâli anuñ
Gözde uçsa ne tañ hayâli anuñ
Bedenidür çü şemʻ-i kâfûrî
Mât ider gökde Zühre’yi nûrı
Tâb-ı şevkıla kızdurup özini
Sürh âteşde dâġ ider yüzini
Nâr-ı sûzâna san semenderdür
Ne semender meh-i semen-berdür
Berg-i güldür dem-i zarâfetde
Leb-i cânânedür letâfetde
Kand ü şehdile hoş durur başı
Hasretinden gül akıdur yaşı
Göz idüp aña her leb-i bâdâm
Lebleri sükkerinden ister kâm
Tutariken bu deñlü kadr ü bahâ
Her zamân yufkadur eli ammâ
Ser-firâziken ol gül-i hurrem
Yiri saffü’n-niʻâldür her dem
Lâmiʻî itdi çün bu râzı nihân
Bir yaña olsa cümle halk-ı cihân
Sevgülü tutup anı cânından
Çıkarur sanmañuz dehânından (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 280a-280b.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 27.01.2015Güncelleme Tarihi: 16.11.2021Eserlerinden Örnekler
Tercüme-i Nefahâtü’l-Üns’ten
Ve yine ol zamânda anlaruñ biri Geyikli Baba Hazretleri -kaddesallâhu sırruhu-dur. Burûsa kurbında Keşîş Daġı eteginde yatur. Sultân Orhân Hazretleri, anuñ üzerinde türbe ve zâviye ve câmiʻ binâ itdürmişdür. Taġda geyikler ile musâhabet ider imiş. Turġud ili ki Osmân pâdişâhuñ -ʻaleyhi’r-rahme- meşhur beglerindendür ve mezkûr taġuñ ardında Turġud ili didükleri il aña mensûbdur. Sultân Orhân zamânında pîr olup, ferâġat idüp aña irâdet getürmişdi ve mürîd olmışdı. Bi-nefsihi hıdmetin iderdi. Sultân Orhân Hazretleri dahı tamâm Geyikli Baba hıdmetlerine mahabbet itmişdi. Hattâ dirler ki İnegöli cemîʻ-i kara ve nevâhisiyle Baba hıdmetlerine baġışladı, kabûl itmedi. “Mülk ü mâl pâdişâhlara gerekdür, dervîşlerüñ aña ihtiyâcı yokdur ve anuñ ehli degüldür.” diyüp ʻözr eylemiş. Âhırü’l-emr pâdişâh ziyâde ibrâm idicek, pâdişâhuñ nefsini riʻâyet idüp: “Şol karşuki tepecikden birisi dervîşlerüñ havlısı ve odunlıġı olsun.” dimiş. Baba Hazretleri’ne: “Kimüñ mürîdlerüñdensiz?” diyü sormışlar, buyurmışlar ki: “Baba İlyâs mürîdlerüñdenüz ve Seyyid Ebu’l-Vefâ tarîkindeyüz -kaddesallâhu Teʻâlâ sırruhu-.”
Ve meşhûrlarından biri dahı Gelibolı’da Yazıcıoġulları Ahmed Çelebi ve Mehmed Çelebi’dür -rahimehumâ Allâh-. Ahmed Çelebi’ye bî-cân dirler, Envârü’l-ʻÂşıkîn sâhibidür ve Mehmed Çelebi Kitâb-ı Muhammediyye sâhibidür. İkisi dahı sâhib-fazl ve sülûkın tamâm itmiş kimselerdür. Gelibolı’da yaturlar. Kerâmât ve fezâ’ili mü’ellefâtından maʻlûmdur. Kitâb-ı Muhammediyye hod beyândan müstaġnîdür, Türkî lisânuñ faslü’l-hitâbıdur ve erbâb-ı mevâʻizüñ kemâl-i sıhhat üzerine kitâbıdur.
Ve Rûm’da meşhûrlardan biri Yûnus Emre’dür -kaddesallâhu Teʻâlâ sırruhu-. Meşhûr ve maʻrûf sözleri vardur. Cümlesi makbûl-i tevâ’ifdür, ve ser-â-ser esrâr-ı tevhîd ve etvâr-ı tefrîd ve rümûz ve işâretdür. Kendisi Tapduk Emre’nüñ mürîdidür -kaddesallâhu sırruhu-. Dirler ki arkası ile niçe yıllar şeyhine odun getürdi ve hergiz bir egri aġaç getürmedi. Tapduk eyitmiş: “Yûnus, hîç bu odunlaruñ içinde bir egri aġaç görinmez.” Eyitmiş: “Sultânum, bu kapuda[n] egri sıġmaz.” Kendüsi Kütahya suyınuñ üzerinde Sakarya suyına karışduġı yirüñ kurbında yatur. Meşhûrdur, ziyâret iderler.
Ve ol cümleden biri Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri -kuddise sırruhu-dur. Türkmen vilâyetinde yatur. Sâhib-velâyet ve kerâmât issi idi. Hâliyâ üzerleri ‘âlî imâretdür, ziyâretgâhdur. Meşhûr ve maʻrûf matâfü’l-ʻâlemiyândur.
Egerçi kim zebânumuzda aña mensûb geçinenler ve mezâr-ı müteberriki üzerinde cemʻ olanlar ekseriyâ boyunlarından rıbka-i İslâm’ı ihrâc idüp ibâhet otlaġında halîʻü’l-ʻizâr gezerler. Ammâ kendinüñ sıhhat-i câlî ve bu tâ’ifeden idügi tevâtüre irişmişdür. Velhâsıl eger her diyârda meşhûr olanlaruñ mücerred esmâ-yı şerîflerine işâret olına. Bir niçe mücelled kitâb olur. Yalñız Konya’da ve Aksaray’da mezârı olan ehlullâh revvehallâhu Teʻâlâ ervâhahum dâ’ire-i ahsâdan mütecâvizdür. Hemân Hak sübhânehu ve Teʻâlâ cemîʻsinüñ kurblarını ve nûrlarını ziyâde idüp cümle tâlibleri rûhâniyyetlerinden behrmend eyleye (1289: 690-692).
Münâzara-i Sultân-ı Bahâr bâ-Şehriyâr-ı Şitâ’dan
Hışm-giriften-i Şehriyâr-ı Şitâ ez-nâme-i Sultân-ı Bahâr
Çünkim bu nâme-i müşkîn-hitâme Şehriyâr-ı Şitâ’nuñ [öñinde] okındı. Gûyâ ki sîne-i pür-kînesine biñ mismâr-ı cân-sipâr tokındı. Hışm âteşinden dîk-i dimâġı ġaleyân eyleyüp şöyle kakıdı ki raʻdvâr gürleyüp berk-âyîn şakıdı ve ol kitâb-ı takrîʻ-i hitâbı Peyk-i Sabâ’nuñ elinden alup, gül gibi sad pâre kılup oda urdı. Gâyibâne hitâb idüp Sultân-ı Bahâr’a eyitdi ki: “Fe’tinâ bimâ teʻidünâ in-künte mine’s-sâdıkîn” (Kur’ân, Araf 7/70) ve “yetekebberûne fi’l-ardi bi-ġayri’l-hakki” (Kur’ân, Araf 7/146) mezhebine zehâb ve derûnın nâr-ı hışmıla pür-tâb idüp, hemân-dem Rüstemvâr ġazab rahşına süvâr olup, “Leşker-i diyâr-ı sıġâr u kibâr her ne kim var cemʻ olsun.” diyü buyurdı.
beyt:
Göñül kâşânesin kılsa ġazab od
Tolar sakf-ı dimâġuñ ser-te-ser od
Ammâ saʻy-ı bî-fâyide ve cehd-i bî-ʻâyide kıldı ki sipâh u reʻâyâ, aʻnî vazîʻ u şerîf-i berâyâ ser-â-ser yüz döndürmişlerdi. Ol gaddâr-ı bed-kirdâruñ cevr ü eziyetinden ve ahvâl-i bî-hamiyyetinden cânlarına geçmişdi.
mısraʻ:
Turur küfrile turmaz zulmile mülk
muktezâsınca halâyıkuñ her biri bir gûşeye kaçmışdı. Belî cihân-gîri vü cihân-dârı ve fermân-dihî vü kâm-kârî şol sahîb-devlete müsellemdür ki himmet-i ‘âlî-rütbeti rûz u şeb nusret-i ehl-i dîn ve takviyet-i ʻibâd-ı Rabbü’l-ʻâlemîn ve ihyâ-yı sünen-i seyyidü’l-mürselîn ola ve nasbü’l-ʻayn-ı zamîr-i münîrini zuʻafâya şefkat ü merhamet ve fukarâya ʻinâyet ü himmet eyleye. Her saʻâdetmendüñ ki dıraht-ı bahtı gülşen-i saltanatda neşv ü nemâ bula. Anuñ âsâr-ı hayât-ı hurrem-sıfâtı, ‘âlemde ikâmet-i merâsim-i emr-i maʻrûf ve levâzım-ı nehy-i münker olmak gerekdür. Ve her sâhib-i kadr-i bülendüñ ki nihâl-i ikbâli cûy-bâr-ı pâdişâhîden ser-sebz ü şâdâb ola. Nev-bâve-i vücûd-ı pür-cûdı halâyıka îsâl-i hayr u nefʻ ve istîsâl-i şerr ü darr olmak vâcib gerekdür. Ve’llezîne yu’züne’l-mü’minîne ve’l-mü’minâti bi-ġayri me’ksetebû fe-kadi’htemelû bühtânen ve ismen mübînen. (Kur’ân, Ahzab 33/58)
Hâr-ı zulm ü bî-dâd nevk-i tîġ u sinânıla mazlûmlar pâyından çıkmadın gülbin-i saltanat ser-sebz ü handân olmaz ve has u hâşâk-i mihnet ü fesâd bâd-ı lutf u ihsânıla sitem-dîdeler dâmeninden refte olmadın zülâl-i enhâr-ı sıdk u safâ tamâm cereyân bulmaz.
Çemen-i mülke bekâ-yı tarâvet bârân-ı maʻdeletden olur ve çeşme-sâr-ı dîne devâm cereyân-ı imdâd-ı mekremetden gelür. El-kıssa Şehriyâr-ı Şitâ egerçi kim leşkerüñ iʻrâzın ve ehl-i kişverüñ inkıbâzın fehm eyledi. Likin çün efsürde dimâgdı. Gayret pâyını efsürde kılup, şiʻâb-ı tilâli berkidüp sıʻâb-ı kılâle tahassün kıldı ve ‘azm-i müdâfaʻa vü mukâbele ve kasd-ı mümâlaga vü mukâtele kıldı (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Pertev Paşa 484. 16b-17b).
Şerefü’l-İnsân’dan
sıfat-ı kûsfend
Kûsfendüñ dahı egerçikim nefsinde teslîm ü selâmeti ġâlibdür. Ve ahvâl ü etvârı ser-cümle bî-mesâlibdür. Ve tîneti pâk ve talʻati tâb-nâk, ferhunde-hûy, tâbında rûydur. Nihâdı nezâfet ve bünyâdı letâfet üzerinedür. Ammâ zürriyât-ı âdem, anuñ tenâvül-i lahm ü sahmına ziyâde harîs u muʻtâddur. Ol cihetden tabʻında havf u haşyet ve vehm ü dehşet ġâlib olup ġâyetde maġlûb-nihâddur. Ednâ nesneden belinler cüzû-yı kazıyyeden ürker, hattâ Süreyyâ’nuñ tulûʻın görse tâkat getürmez. Nihâyetde ter-tabʻ u nâzük-mizâcdur.
sıfat-ı büz
Büz dahı egerçi kûsfende nisbet dilîrdür, ammâ ġâyetde şerîrdür. Bî-nevâ-sîret ve levend-serîretdür. Cân-bâz-tabîʻat ve rakkâs-sıfatdur. Gûyende-i nâ-sâz ve hˇânende-i bed-âvâzdur.
sıfat-ı âhû
Âhû dahı egerçi ki memdûh-ı zurefâ ve makbûl-i ʻurefâdur. Kuhl-ı hikmetden mukle-i dîdesi şeb-i muġber gibi sürmelenmişdür. Ve nûr-ı kudretden safha-i nâsıyesi subh-ı münevver gibi vesmelenmişdür.
li-mü’ellifihi:
Müdâm efʻî yimekden her birinüñ
Sadef gibi içi pür-mühre-i mâr
Hemîşe sünbül-i ter otlamakdan
Kamunuñ nâfesi pür-müşk-i Tâtâr
nesr: Kâse-i dîdeleri buhâr-ı sümûm-ı efâʻî birle bâ-zehr-i hayvânîden hokka-i tiryâk, kîse-i nâfeleri “mahtûmin hitâmühü misk” birle mühr-i Süleymân gibi ferah-nâkdür.
mesnevî:
Süreyyâ-menzilet cemʻ-i perîşân
Tesurru’n-nâzırîn ez-reng-i îşân
Be-mülk-i Çîn her yek tâcdârest
Hırâmân-ı yâ kabâ-yı zer nigârest
Gerdenî çün tîġ-ı şeh efrâhte
Gamzenî çün nâveki endâhte
nesr: Meydân-ı tek ü pûyda ve hengâm-ı hây u hûyda her biri mânend-i bâd-ı sarsar ve murġ-ı tîz-perdür. Suʻûd-ı firâzda duʻâ-yı mazlûmdan serîʻ hübût-ı neşîbde kazâ-yı mahtûm gibi bedîʻdür.
beyt:
Fe-ke’l-eceli’l-makdûri fi-külli mehbatın
Ve-ke’l-ʻameli’l-mebrûri fi-külli maʻrecin
Geh şitâ bed sûy-ı pestî çün kazâ-yı âsmân
Geh ki âyed sûy-ı bâlâ çün duʻâ-yı müstecâb
nesr: Ammâ raʻnâ-tabʻ ve gerden-keş ü hercâyî-sıfat ü perîveşdür. Hayrân-sıfat ve meczûb-sîretdür. Bu sebebden ricâlü’l-ġaybıla musâhabeti ve ehl-i riyâzetile münâsebeti vardur. Ve ʻurf-i nâsda “erenler atı” dimekle meşhûrdur. Pes bunuñ gibi hıdmetlerden ol maʻzûrdur (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Pertevniyal 424. 74a-75a).
Absâl u Salâmân-ı Lâmiʻî’den
Salâmân melâmet-i pezerden teng-dil olup melâmet hâsıl kılup muztarr u şeydâ ‘azm-i [4] sahrâ itdügidür ve sîne-i sûzânıla âteş-i fürûzân eyleyüp Absâl ile götürüp [5] kendüyi aña atduġıdur. Absâl külliyen yanup kendü sahîh ü sâlim kalduġıdur
Kimdürür ‘âlemde ‘âşık gibi zâr
Dehr elinden rûz u şeb âşüfte-kâr
Her nefes bî-sabr u bî-ârâm olur
Her zamân bî-hâsıl u bî-kâm olur
Gâh elinden düşmenüñ dil hastedür
Geh dilinden dostınuñ dem bestedür
Ni belâsından bunuñ âzâd olur
Ni cefâsından anuñ dil-şâd olur
Hayreti her dem füzûn olmakdadur
Tîġ-ı ġamdan baġrı hûn olmakdadur
Yâra dâyim cân nisâr itmek diler
Kâr [u] bârın târ-mâr itmek diler
Mihnet ü derd ü belâdan zevk alur
Nây gibi âh u vâdan şevk alur
ʻIşk ġavġâsı gibi olmaz belâ
ʻIşk sevdâsı gibi yokdur safâ
Odı güldür dûdı sünbüldür anuñ
Sûzişi devr ü teselsüldür anuñ
Diñle bürhânın bu daʻvânuñ ‘ıyân
Eydeyüm hâl-i Salâmân’dan beyân
Çün Salâmân itdi pend-i şâhı gûş
Yine deryâ-yı derûnı kıldı cûş
‘Akl-ı dâmen-gîr kim gel bu yaña
‘Işk tutup yakasın dir uy baña
Oldı dirlik câmesi egnine tar
Bu libâs-ı müsteʻârı gördi ‘âr
Câm-ı ġamdan hûn-ı dil mahbûbdur
Bî-safâ dirlikden ölmek hûbdur
Pes kılup cân kasdını bu hâlile
ʻAzm-i sahrâ eyledi Absâl’ile
Yüreginden yanuban fânûsvâr
Cemʻ idüp hîzemleri kuknûsvâr
Kûh gibi püşteler itdi tamâm
Ol urup tutdı felek evcin hırâm
Yanmaġiçün ‘ışka çün bil baġladı
Yakuban bu şiʻri hâlin añladı (İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi TY 3088. 67a-67b.)
Şemʻ ü Pervâne’den
Âġâz-ı nâme-i müşkîn-nikâb ve tasvîr-i hüsn-i şemʻ-i ‘âlem-tâb
İy beyân şemʻi gel zebâna yine
‘Işka pervâne gibi yan a yine
Sûz u derdile meclis-efrûz ol
Âteşîn sözlerile dil-sûz ol
Cânuñ âteşdürür dilüñ kuknûs
Sal bu deyr içre naġme-i nâkûs
Tâ ki sûzın semender unutsun
Nâr Nemrûd’ı Âzer unutsun
Micmer olup göñüller oduñile
Ney gibi iñlesün sürûduñile
Kılsun envârı dîdeler rûşen
İtsün ezhârı sîneler gülşen
Dûdı olsun buhûr-ı bezm-i felek
Andan alsun ġıdâyı rûh u melek
Yaʻnî bir şemʻ uyar cihân içre
Berk ura nûrı bezm-i cân içre
Olup ol şemʻe halk pervâne
Haşre dek zevk u şevkıla yana
Lâmiʻî yiter eyle lâf-ı dürûġ
Sanma şemʻ-i dürûġa ola fürûġ
Oldı meclisde ehl-i diller cemʻ
Getür ortaya kandadur ol şemʻ
Söyleyem ger olursa ‘avn-i İlâh
Eyleyüp ibtidâ-yı bismi’llâh
Dîdeden ol ki almaġ istedi hˇâb
Böyle virdi fesâne şemʻine tâb
Matlaʻ-i dâstân
Var idi şâm içinde bir meh-rû
Gün gibi nûridi musavver o
Zülfi alurdı Hind ü Çîn’den bâc
Hüsni vazʻ itmişidi Rûm’a harâc
Ahter-i burc-ı hüsn ü talʻatidi
Gevher-i dürc-i ‘îş ü ‘işretidi
Mihr görmiş degüldi ruhsârın
Bâd işitmiş degüldi güftârın
Çarha gösterse nâ-gehân ġabġab
Kendüden gideridi her kevkeb
Kâmeti serv gibi ser-keşidi
Bedeni sîm-i hâm-ı bî-ġışidi
Ġayretinden o serv-i sîm-berüñ
Cânı pür-‘ukde idi ney-şekerüñ
Çemen-ârâ-yı nahl-bend-i cihân
Şîre-i cândan itmiş anı ‘ıyân
Leb-i şîrîninüñ suyı şekker
Mûy-ı merġûlenüñ kulı ‘anber
Sünbülinüñ benefşe hayrânı
Ġoncesinüñ nesîmi reyhânî
Gevher-i şeb-çerâġıdı rûyı
Silk-i dürr-i hoş-âbıdı mûyı
Câme-i Kaʻbe idi ser-pûşı
Zemzemidi leb-i şekker-nûşı
Yüzin itmişdi kıble her mukbil
Zülfinüñ halkasında yüz biñ dil
Elif-i serv-kaddi cân içre
‘Alem-i hüsn idi cihân içre
Külhan-ı ġamda nâr-ı ruhsârı
Işıġ itmişdi niçe ser-dârı (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Esad Efendi 2744. 17a-18a.)
Gûy u Çevgân’dan
Âġâz-ı kitâb-ı gûy u çevgân
Bâ sûz u güzâz-ı âteş-i cân
Ėden bu beyânda ‘azm-i meydân
Söz topına böyle urdı çevgân
Var idi diyâr-ı Çîn’de bir şâh
Zîbende-i tâc u taht u hır-gâh
Dervîş-nüvâz u bende-perver
İkbâl u saʻâdet ehli server
Müşkîn idi hâk-i Çîn deminden
Girmişdi siyâha şeb ġamından
Devrinde cihân şu resme hoş yeng
Yoġ idi fiġân ėder meger ceng
Âşüfte-dil ü şikeste-hâtır
Hûbân saçı idi evvel âhir
Bir baht-ı nügûn-ser ü siyeh-hâl
Bulunmaz idi meger hat u hâl
Maʻmûr idi ‘adli ile ‘âlem
Mesrûr idi hulkı ile âdem
Şâdî vü tarabda idi herkes
Sevdâ-zede zülf ü hâl idi bes
Yâr aġzı gibi ġam idi nâ-yâb
Bahtum gibi fitne idi der-hˇâb
Çekmişdi sipihre bâr-gâhı
Ėtmişdi şikeste kadr-i mâhı
...
Eylerdi cemâli mihre hande
Zülfi mehi salmış idi bende
Mecmûʻa-i hüsn idi cemâli
Şeh-beyt-i kasîde zülf ü hâli
Âyîne-i Çîn idi ‘izârı
Gitmiş yėle hattınuŋ ġubârı
Müşkîn saçı idi fitne-i Çîn
Yâ vakt-i bahâr ebr-i müşkîn
Her bir hamı idi şekl-i erkam
Çevgân idi gûy-ı ‘akla her ham
Zülfi ki şebi şikest kılmış
Çîn kavmini büt-perest kılmış
Göstermege hüsn içinde meydân
Ėtmiş mehi gû hilâli çevgân
Ebrûsı kemân-ı ‘anberîn-tûz
Müjgânı hadeng-i tîr-i dil-dûz
Bir nokta dehânı lîk mevhûm
Bir kılca miyânı ol da maʻdûm
Lâyık leb-i laʻli çeşmesine
Bakup yakar ise Hızr sîne
Saçından ėder sabâ şemîmi
Bûyından alur seher nesîmi
Müşkîn saçınuŋ esîri ‘anber
Şîrîn sözinüŋ ġulâmı sükker
Hüsnine hezâr Leylî mecnûn
Hulkında ‘ukûl-i dehr meftûn
Kirpükleri san ki iki leşker
Saflar tutup elde tîġ ü hancer
Barmakları on kalem müretteb
Hûn-ı dil-i halk aŋa mürekkeb (Tezcan 1994: 137-139).
Vâmık u ʻAzrâ’dan
Dâye-i Hurşîd-râ mâh-ı devrân ʻAzrâ’yı alup kaçmaġiçün hammâm adın itdügidür [2] ve hammâmdan çıkup sûret-i tebdîl ve câme taġyîr idüp kaçup gitdügidür
sıfat-ı hammâm
Germ iden efsânenüñ hammâmını
Zeyn kılmış böyle efsûn câmını
Kûh-ı Ġazneyn içre varıdı meger
Bir ‘aceb germâbe-i hurşîd-fer
Hânesinüñ devri mânend-i sipihr
Kubbesinüñ iki câmı mâh u mihr
Çeşme-i çarh-ı berîn pergârvâr
Sikke peyker havzınuñ devrinde var
Her kaçan andan yaña kılsa nigâh
Akıdurdı aġzı suyın mihr ü mâh
Kudret odından alurdı tâbını
Hak şifâ-bahş itmiş idi âbını
Pûte-i hikmet gibi ol havz-ı ter
Kalbe virürdi safâ-yı sîm ü zer
Hasteler hâsıl kılurdı anda tâb
Pür-küdûret tenleri eylerdi nâb
Dâye çün urdı hıyel bünyâdını
Eyledi ol câna hammâm adını
Didi gün günden bu mâh oldı hilâl
Ben nahîfüñ itdügi oldur hayâl
Hâne habsinden tarıġup bülbüli
Tâb-ı derd ü ġamla solmışdur güli
Çün cüvânlık çâġı olur pür-heves
Ehl-i habs uçmaġı ‘add eyler kafes
Kimse bâġı kendüye bâġ istemez
Kanġı murġ-ı cennet uçmaġ istemez
Çün şeker-lebler olur tûtî-mizâc
Şerbet ü terkîb aña olmaz ‘ilâc
Su degişmekdür ‘ilâcı anlaruñ
Muktezâsı seyredür ol cânlaruñ
Şol ilâhî şu husûsâ her zamân
Tenler andan tâze cânlar şâd-mân
Bir nefes bu gülbin-i mihr ü vefâ
Alsa ol âb-ı ilâhîden safâ
Anda varup hâtırın râm eylese
Yatuban birkaç gün ârâm eylese
Zevkı anuñ nîme-i dünyâ deger
Nice dünyâ cennet-i ‘ulyâ deger
Tâb-ı âbından dil ü cân olsa pür
Tenleri eyler sadefveş kân-ı dür (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Kadızade Mehmed 418. 69b-70a.)
Dîvân’dan
Olur melûl ġarîb ü çeker elem ‘âşık
Şehâ esirge benem hem ġarîb ü hem ‘âşık
Ne resme sabr ide cânum ki bî-dilem bî-dil
Ne yüzden ola tesellî ki ‘âşıkam ‘âşık
Vefâyı görmez o cân kim cefâya katlanmaz
Visâle hîç ire mi çekmedin elem ‘âşık
Cihânda bencileyin zâr biñde bir olmaz
Degüldür ehl-i cemâle egerçi kem ‘âşık
Felekleri yakar iy mâh-ı hüsn gey hazer it
Güneş gibi çekicek âh-ı subh-dem ‘âşık
Yiter sirişk ü ruhuñ saña ‘îş içün her dem
Cihânda sîm ü zerüñ yoġısa ne ġam ‘âşık
Taʻarruz itse saña Lâmiʻî n’ola vâʻiz
Olur hemîşe cihân içre müttehem ‘âşık (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 244a.)
Âh kim rûyın o mâhuñ çarh-ı dûn göstermedi
Ebr-i zülfi hâyil oldı baña gün göstermedi
Gerçi kim cânı ölümlü haste itmişdi gözüñ
Güvledi ġamzeñ görüp kendin zebûn göstermedi
Cânı gibi sînesinde sakladı peykânını
N’eylediyse eyledi hûn-ı derûn göstermedi
Âh kim cânumdaġı bu iştiʻâl-i nâr-ı ġam
Gerçi yaşum sepdi su bir dem sükûn göstermedi
Şîvesini ol elif-kaddüñ nigârâ râstî
Safha-i ‘âlemde resm-i kâf u nûn göstermedi
Kodum elden dâmen-i dünyâyı urdum ‘ışka baş
ʻAkla ol devlet yüzin hükm-i cünûn göstermedi
Ol zenahdân variken düşmezdi çâh-ı Bâbil’e
Lâmiʻî Hârût’a baht-ı ser-nigûn göstermedi (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 244a.)
Der temedduh-ı hod ve rucûʻ ile’l-istiġfâri’l-ebed
Lâmiʻî sen kemâle irgürdüñ
Fenn-i nazm-ı kasâyid ü ġazeli
Mesneviyyât içinde mislüñ yok
Baġladuñ bir misâle yüz meseli
Az vardur siyâk-ı inşâda
Hıred-i hurde-bînüñüñ bedeli
Hadsüz itdüñ ʻulûmı resmîde
Nazar erbâbıyıla hoş cedeli
Añladuñ her ne var usûl ü fürûʻ
Sarf-ı ‘ömr eyledüñ bu yolda belî
...
Kıble kılduñ cemâlini mîrüñ
Râh-ı ġayretde itmedüñ keseli
Âh kim bunca fazl ü himmetile
Hakk’a lâyık ne eyledüñ ‘ameli
Ne kılursın bu cümleden üzülüp
‘Amelüñ birle kalıcak suveli
Tüptü ʻammâ sivâke kâtibeten
İʻtimâdî ‘aleyke yâ emeli
Baña iy Hak şu ‘ilme vir yol kim
Mustafâ şehri ola bâbı ‘Alî (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 258b-259a.)
Lüġaz-ı güllâc
feʻilâtün mefâʻilün feʻilün
Nedür ol dil-ber-i perî-peyker
Açsa hûr u melek gibi şeh per
Hacil eyler cemâli bedr ayı
Kubbe-i nîme-i felek câyı
Varaku’t-tayrdur misâli anuñ
Gözde uçsa ne tañ hayâli anuñ
Bedenidür çü şemʻ-i kâfûrî
Mât ider gökde Zühre’yi nûrı
Tâb-ı şevkıla kızdurup özini
Sürh âteşde dâġ ider yüzini
Nâr-ı sûzâna san semenderdür
Ne semender meh-i semen-berdür
Berg-i güldür dem-i zarâfetde
Leb-i cânânedür letâfetde
Kand ü şehdile hoş durur başı
Hasretinden gül akıdur yaşı
Göz idüp aña her leb-i bâdâm
Lebleri sükkerinden ister kâm
Tutariken bu deñlü kadr ü bahâ
Her zamân yufkadur eli ammâ
Ser-firâziken ol gül-i hurrem
Yiri saffü’n-niʻâldür her dem
Lâmiʻî itdi çün bu râzı nihân
Bir yaña olsa cümle halk-ı cihân
Sevgülü tutup anı cânından
Çıkarur sanmañuz dehânından (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 280a-280b.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 16.11.2021Eserlerinden Örnekler
Tercüme-i Nefahâtü’l-Üns’ten
Ve yine ol zamânda anlaruñ biri Geyikli Baba Hazretleri -kaddesallâhu sırruhu-dur. Burûsa kurbında Keşîş Daġı eteginde yatur. Sultân Orhân Hazretleri, anuñ üzerinde türbe ve zâviye ve câmiʻ binâ itdürmişdür. Taġda geyikler ile musâhabet ider imiş. Turġud ili ki Osmân pâdişâhuñ -ʻaleyhi’r-rahme- meşhur beglerindendür ve mezkûr taġuñ ardında Turġud ili didükleri il aña mensûbdur. Sultân Orhân zamânında pîr olup, ferâġat idüp aña irâdet getürmişdi ve mürîd olmışdı. Bi-nefsihi hıdmetin iderdi. Sultân Orhân Hazretleri dahı tamâm Geyikli Baba hıdmetlerine mahabbet itmişdi. Hattâ dirler ki İnegöli cemîʻ-i kara ve nevâhisiyle Baba hıdmetlerine baġışladı, kabûl itmedi. “Mülk ü mâl pâdişâhlara gerekdür, dervîşlerüñ aña ihtiyâcı yokdur ve anuñ ehli degüldür.” diyüp ʻözr eylemiş. Âhırü’l-emr pâdişâh ziyâde ibrâm idicek, pâdişâhuñ nefsini riʻâyet idüp: “Şol karşuki tepecikden birisi dervîşlerüñ havlısı ve odunlıġı olsun.” dimiş. Baba Hazretleri’ne: “Kimüñ mürîdlerüñdensiz?” diyü sormışlar, buyurmışlar ki: “Baba İlyâs mürîdlerüñdenüz ve Seyyid Ebu’l-Vefâ tarîkindeyüz -kaddesallâhu Teʻâlâ sırruhu-.”
Ve meşhûrlarından biri dahı Gelibolı’da Yazıcıoġulları Ahmed Çelebi ve Mehmed Çelebi’dür -rahimehumâ Allâh-. Ahmed Çelebi’ye bî-cân dirler, Envârü’l-ʻÂşıkîn sâhibidür ve Mehmed Çelebi Kitâb-ı Muhammediyye sâhibidür. İkisi dahı sâhib-fazl ve sülûkın tamâm itmiş kimselerdür. Gelibolı’da yaturlar. Kerâmât ve fezâ’ili mü’ellefâtından maʻlûmdur. Kitâb-ı Muhammediyye hod beyândan müstaġnîdür, Türkî lisânuñ faslü’l-hitâbıdur ve erbâb-ı mevâʻizüñ kemâl-i sıhhat üzerine kitâbıdur.
Ve Rûm’da meşhûrlardan biri Yûnus Emre’dür -kaddesallâhu Teʻâlâ sırruhu-. Meşhûr ve maʻrûf sözleri vardur. Cümlesi makbûl-i tevâ’ifdür, ve ser-â-ser esrâr-ı tevhîd ve etvâr-ı tefrîd ve rümûz ve işâretdür. Kendisi Tapduk Emre’nüñ mürîdidür -kaddesallâhu sırruhu-. Dirler ki arkası ile niçe yıllar şeyhine odun getürdi ve hergiz bir egri aġaç getürmedi. Tapduk eyitmiş: “Yûnus, hîç bu odunlaruñ içinde bir egri aġaç görinmez.” Eyitmiş: “Sultânum, bu kapuda[n] egri sıġmaz.” Kendüsi Kütahya suyınuñ üzerinde Sakarya suyına karışduġı yirüñ kurbında yatur. Meşhûrdur, ziyâret iderler.
Ve ol cümleden biri Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri -kuddise sırruhu-dur. Türkmen vilâyetinde yatur. Sâhib-velâyet ve kerâmât issi idi. Hâliyâ üzerleri ‘âlî imâretdür, ziyâretgâhdur. Meşhûr ve maʻrûf matâfü’l-ʻâlemiyândur.
Egerçi kim zebânumuzda aña mensûb geçinenler ve mezâr-ı müteberriki üzerinde cemʻ olanlar ekseriyâ boyunlarından rıbka-i İslâm’ı ihrâc idüp ibâhet otlaġında halîʻü’l-ʻizâr gezerler. Ammâ kendinüñ sıhhat-i câlî ve bu tâ’ifeden idügi tevâtüre irişmişdür. Velhâsıl eger her diyârda meşhûr olanlaruñ mücerred esmâ-yı şerîflerine işâret olına. Bir niçe mücelled kitâb olur. Yalñız Konya’da ve Aksaray’da mezârı olan ehlullâh revvehallâhu Teʻâlâ ervâhahum dâ’ire-i ahsâdan mütecâvizdür. Hemân Hak sübhânehu ve Teʻâlâ cemîʻsinüñ kurblarını ve nûrlarını ziyâde idüp cümle tâlibleri rûhâniyyetlerinden behrmend eyleye (1289: 690-692).
Münâzara-i Sultân-ı Bahâr bâ-Şehriyâr-ı Şitâ’dan
Hışm-giriften-i Şehriyâr-ı Şitâ ez-nâme-i Sultân-ı Bahâr
Çünkim bu nâme-i müşkîn-hitâme Şehriyâr-ı Şitâ’nuñ [öñinde] okındı. Gûyâ ki sîne-i pür-kînesine biñ mismâr-ı cân-sipâr tokındı. Hışm âteşinden dîk-i dimâġı ġaleyân eyleyüp şöyle kakıdı ki raʻdvâr gürleyüp berk-âyîn şakıdı ve ol kitâb-ı takrîʻ-i hitâbı Peyk-i Sabâ’nuñ elinden alup, gül gibi sad pâre kılup oda urdı. Gâyibâne hitâb idüp Sultân-ı Bahâr’a eyitdi ki: “Fe’tinâ bimâ teʻidünâ in-künte mine’s-sâdıkîn” (Kur’ân, Araf 7/70) ve “yetekebberûne fi’l-ardi bi-ġayri’l-hakki” (Kur’ân, Araf 7/146) mezhebine zehâb ve derûnın nâr-ı hışmıla pür-tâb idüp, hemân-dem Rüstemvâr ġazab rahşına süvâr olup, “Leşker-i diyâr-ı sıġâr u kibâr her ne kim var cemʻ olsun.” diyü buyurdı.
beyt:
Göñül kâşânesin kılsa ġazab od
Tolar sakf-ı dimâġuñ ser-te-ser od
Ammâ saʻy-ı bî-fâyide ve cehd-i bî-ʻâyide kıldı ki sipâh u reʻâyâ, aʻnî vazîʻ u şerîf-i berâyâ ser-â-ser yüz döndürmişlerdi. Ol gaddâr-ı bed-kirdâruñ cevr ü eziyetinden ve ahvâl-i bî-hamiyyetinden cânlarına geçmişdi.
mısraʻ:
Turur küfrile turmaz zulmile mülk
muktezâsınca halâyıkuñ her biri bir gûşeye kaçmışdı. Belî cihân-gîri vü cihân-dârı ve fermân-dihî vü kâm-kârî şol sahîb-devlete müsellemdür ki himmet-i ‘âlî-rütbeti rûz u şeb nusret-i ehl-i dîn ve takviyet-i ʻibâd-ı Rabbü’l-ʻâlemîn ve ihyâ-yı sünen-i seyyidü’l-mürselîn ola ve nasbü’l-ʻayn-ı zamîr-i münîrini zuʻafâya şefkat ü merhamet ve fukarâya ʻinâyet ü himmet eyleye. Her saʻâdetmendüñ ki dıraht-ı bahtı gülşen-i saltanatda neşv ü nemâ bula. Anuñ âsâr-ı hayât-ı hurrem-sıfâtı, ‘âlemde ikâmet-i merâsim-i emr-i maʻrûf ve levâzım-ı nehy-i münker olmak gerekdür. Ve her sâhib-i kadr-i bülendüñ ki nihâl-i ikbâli cûy-bâr-ı pâdişâhîden ser-sebz ü şâdâb ola. Nev-bâve-i vücûd-ı pür-cûdı halâyıka îsâl-i hayr u nefʻ ve istîsâl-i şerr ü darr olmak vâcib gerekdür. Ve’llezîne yu’züne’l-mü’minîne ve’l-mü’minâti bi-ġayri me’ksetebû fe-kadi’htemelû bühtânen ve ismen mübînen. (Kur’ân, Ahzab 33/58)
Hâr-ı zulm ü bî-dâd nevk-i tîġ u sinânıla mazlûmlar pâyından çıkmadın gülbin-i saltanat ser-sebz ü handân olmaz ve has u hâşâk-i mihnet ü fesâd bâd-ı lutf u ihsânıla sitem-dîdeler dâmeninden refte olmadın zülâl-i enhâr-ı sıdk u safâ tamâm cereyân bulmaz.
Çemen-i mülke bekâ-yı tarâvet bârân-ı maʻdeletden olur ve çeşme-sâr-ı dîne devâm cereyân-ı imdâd-ı mekremetden gelür. El-kıssa Şehriyâr-ı Şitâ egerçi kim leşkerüñ iʻrâzın ve ehl-i kişverüñ inkıbâzın fehm eyledi. Likin çün efsürde dimâgdı. Gayret pâyını efsürde kılup, şiʻâb-ı tilâli berkidüp sıʻâb-ı kılâle tahassün kıldı ve ‘azm-i müdâfaʻa vü mukâbele ve kasd-ı mümâlaga vü mukâtele kıldı (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Pertev Paşa 484. 16b-17b).
Şerefü’l-İnsân’dan
sıfat-ı kûsfend
Kûsfendüñ dahı egerçikim nefsinde teslîm ü selâmeti ġâlibdür. Ve ahvâl ü etvârı ser-cümle bî-mesâlibdür. Ve tîneti pâk ve talʻati tâb-nâk, ferhunde-hûy, tâbında rûydur. Nihâdı nezâfet ve bünyâdı letâfet üzerinedür. Ammâ zürriyât-ı âdem, anuñ tenâvül-i lahm ü sahmına ziyâde harîs u muʻtâddur. Ol cihetden tabʻında havf u haşyet ve vehm ü dehşet ġâlib olup ġâyetde maġlûb-nihâddur. Ednâ nesneden belinler cüzû-yı kazıyyeden ürker, hattâ Süreyyâ’nuñ tulûʻın görse tâkat getürmez. Nihâyetde ter-tabʻ u nâzük-mizâcdur.
sıfat-ı büz
Büz dahı egerçi kûsfende nisbet dilîrdür, ammâ ġâyetde şerîrdür. Bî-nevâ-sîret ve levend-serîretdür. Cân-bâz-tabîʻat ve rakkâs-sıfatdur. Gûyende-i nâ-sâz ve hˇânende-i bed-âvâzdur.
sıfat-ı âhû
Âhû dahı egerçi ki memdûh-ı zurefâ ve makbûl-i ʻurefâdur. Kuhl-ı hikmetden mukle-i dîdesi şeb-i muġber gibi sürmelenmişdür. Ve nûr-ı kudretden safha-i nâsıyesi subh-ı münevver gibi vesmelenmişdür.
li-mü’ellifihi:
Müdâm efʻî yimekden her birinüñ
Sadef gibi içi pür-mühre-i mâr
Hemîşe sünbül-i ter otlamakdan
Kamunuñ nâfesi pür-müşk-i Tâtâr
nesr: Kâse-i dîdeleri buhâr-ı sümûm-ı efâʻî birle bâ-zehr-i hayvânîden hokka-i tiryâk, kîse-i nâfeleri “mahtûmin hitâmühü misk” birle mühr-i Süleymân gibi ferah-nâkdür.
mesnevî:
Süreyyâ-menzilet cemʻ-i perîşân
Tesurru’n-nâzırîn ez-reng-i îşân
Be-mülk-i Çîn her yek tâcdârest
Hırâmân-ı yâ kabâ-yı zer nigârest
Gerdenî çün tîġ-ı şeh efrâhte
Gamzenî çün nâveki endâhte
nesr: Meydân-ı tek ü pûyda ve hengâm-ı hây u hûyda her biri mânend-i bâd-ı sarsar ve murġ-ı tîz-perdür. Suʻûd-ı firâzda duʻâ-yı mazlûmdan serîʻ hübût-ı neşîbde kazâ-yı mahtûm gibi bedîʻdür.
beyt:
Fe-ke’l-eceli’l-makdûri fi-külli mehbatın
Ve-ke’l-ʻameli’l-mebrûri fi-külli maʻrecin
Geh şitâ bed sûy-ı pestî çün kazâ-yı âsmân
Geh ki âyed sûy-ı bâlâ çün duʻâ-yı müstecâb
nesr: Ammâ raʻnâ-tabʻ ve gerden-keş ü hercâyî-sıfat ü perîveşdür. Hayrân-sıfat ve meczûb-sîretdür. Bu sebebden ricâlü’l-ġaybıla musâhabeti ve ehl-i riyâzetile münâsebeti vardur. Ve ʻurf-i nâsda “erenler atı” dimekle meşhûrdur. Pes bunuñ gibi hıdmetlerden ol maʻzûrdur (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Pertevniyal 424. 74a-75a).
Absâl u Salâmân-ı Lâmiʻî’den
Salâmân melâmet-i pezerden teng-dil olup melâmet hâsıl kılup muztarr u şeydâ ‘azm-i [4] sahrâ itdügidür ve sîne-i sûzânıla âteş-i fürûzân eyleyüp Absâl ile götürüp [5] kendüyi aña atduġıdur. Absâl külliyen yanup kendü sahîh ü sâlim kalduġıdur
Kimdürür ‘âlemde ‘âşık gibi zâr
Dehr elinden rûz u şeb âşüfte-kâr
Her nefes bî-sabr u bî-ârâm olur
Her zamân bî-hâsıl u bî-kâm olur
Gâh elinden düşmenüñ dil hastedür
Geh dilinden dostınuñ dem bestedür
Ni belâsından bunuñ âzâd olur
Ni cefâsından anuñ dil-şâd olur
Hayreti her dem füzûn olmakdadur
Tîġ-ı ġamdan baġrı hûn olmakdadur
Yâra dâyim cân nisâr itmek diler
Kâr [u] bârın târ-mâr itmek diler
Mihnet ü derd ü belâdan zevk alur
Nây gibi âh u vâdan şevk alur
ʻIşk ġavġâsı gibi olmaz belâ
ʻIşk sevdâsı gibi yokdur safâ
Odı güldür dûdı sünbüldür anuñ
Sûzişi devr ü teselsüldür anuñ
Diñle bürhânın bu daʻvânuñ ‘ıyân
Eydeyüm hâl-i Salâmân’dan beyân
Çün Salâmân itdi pend-i şâhı gûş
Yine deryâ-yı derûnı kıldı cûş
‘Akl-ı dâmen-gîr kim gel bu yaña
‘Işk tutup yakasın dir uy baña
Oldı dirlik câmesi egnine tar
Bu libâs-ı müsteʻârı gördi ‘âr
Câm-ı ġamdan hûn-ı dil mahbûbdur
Bî-safâ dirlikden ölmek hûbdur
Pes kılup cân kasdını bu hâlile
ʻAzm-i sahrâ eyledi Absâl’ile
Yüreginden yanuban fânûsvâr
Cemʻ idüp hîzemleri kuknûsvâr
Kûh gibi püşteler itdi tamâm
Ol urup tutdı felek evcin hırâm
Yanmaġiçün ‘ışka çün bil baġladı
Yakuban bu şiʻri hâlin añladı (İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi TY 3088. 67a-67b.)
Şemʻ ü Pervâne’den
Âġâz-ı nâme-i müşkîn-nikâb ve tasvîr-i hüsn-i şemʻ-i ‘âlem-tâb
İy beyân şemʻi gel zebâna yine
‘Işka pervâne gibi yan a yine
Sûz u derdile meclis-efrûz ol
Âteşîn sözlerile dil-sûz ol
Cânuñ âteşdürür dilüñ kuknûs
Sal bu deyr içre naġme-i nâkûs
Tâ ki sûzın semender unutsun
Nâr Nemrûd’ı Âzer unutsun
Micmer olup göñüller oduñile
Ney gibi iñlesün sürûduñile
Kılsun envârı dîdeler rûşen
İtsün ezhârı sîneler gülşen
Dûdı olsun buhûr-ı bezm-i felek
Andan alsun ġıdâyı rûh u melek
Yaʻnî bir şemʻ uyar cihân içre
Berk ura nûrı bezm-i cân içre
Olup ol şemʻe halk pervâne
Haşre dek zevk u şevkıla yana
Lâmiʻî yiter eyle lâf-ı dürûġ
Sanma şemʻ-i dürûġa ola fürûġ
Oldı meclisde ehl-i diller cemʻ
Getür ortaya kandadur ol şemʻ
Söyleyem ger olursa ‘avn-i İlâh
Eyleyüp ibtidâ-yı bismi’llâh
Dîdeden ol ki almaġ istedi hˇâb
Böyle virdi fesâne şemʻine tâb
Matlaʻ-i dâstân
Var idi şâm içinde bir meh-rû
Gün gibi nûridi musavver o
Zülfi alurdı Hind ü Çîn’den bâc
Hüsni vazʻ itmişidi Rûm’a harâc
Ahter-i burc-ı hüsn ü talʻatidi
Gevher-i dürc-i ‘îş ü ‘işretidi
Mihr görmiş degüldi ruhsârın
Bâd işitmiş degüldi güftârın
Çarha gösterse nâ-gehân ġabġab
Kendüden gideridi her kevkeb
Kâmeti serv gibi ser-keşidi
Bedeni sîm-i hâm-ı bî-ġışidi
Ġayretinden o serv-i sîm-berüñ
Cânı pür-‘ukde idi ney-şekerüñ
Çemen-ârâ-yı nahl-bend-i cihân
Şîre-i cândan itmiş anı ‘ıyân
Leb-i şîrîninüñ suyı şekker
Mûy-ı merġûlenüñ kulı ‘anber
Sünbülinüñ benefşe hayrânı
Ġoncesinüñ nesîmi reyhânî
Gevher-i şeb-çerâġıdı rûyı
Silk-i dürr-i hoş-âbıdı mûyı
Câme-i Kaʻbe idi ser-pûşı
Zemzemidi leb-i şekker-nûşı
Yüzin itmişdi kıble her mukbil
Zülfinüñ halkasında yüz biñ dil
Elif-i serv-kaddi cân içre
‘Alem-i hüsn idi cihân içre
Külhan-ı ġamda nâr-ı ruhsârı
Işıġ itmişdi niçe ser-dârı (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Esad Efendi 2744. 17a-18a.)
Gûy u Çevgân’dan
Âġâz-ı kitâb-ı gûy u çevgân
Bâ sûz u güzâz-ı âteş-i cân
Ėden bu beyânda ‘azm-i meydân
Söz topına böyle urdı çevgân
Var idi diyâr-ı Çîn’de bir şâh
Zîbende-i tâc u taht u hır-gâh
Dervîş-nüvâz u bende-perver
İkbâl u saʻâdet ehli server
Müşkîn idi hâk-i Çîn deminden
Girmişdi siyâha şeb ġamından
Devrinde cihân şu resme hoş yeng
Yoġ idi fiġân ėder meger ceng
Âşüfte-dil ü şikeste-hâtır
Hûbân saçı idi evvel âhir
Bir baht-ı nügûn-ser ü siyeh-hâl
Bulunmaz idi meger hat u hâl
Maʻmûr idi ‘adli ile ‘âlem
Mesrûr idi hulkı ile âdem
Şâdî vü tarabda idi herkes
Sevdâ-zede zülf ü hâl idi bes
Yâr aġzı gibi ġam idi nâ-yâb
Bahtum gibi fitne idi der-hˇâb
Çekmişdi sipihre bâr-gâhı
Ėtmişdi şikeste kadr-i mâhı
...
Eylerdi cemâli mihre hande
Zülfi mehi salmış idi bende
Mecmûʻa-i hüsn idi cemâli
Şeh-beyt-i kasîde zülf ü hâli
Âyîne-i Çîn idi ‘izârı
Gitmiş yėle hattınuŋ ġubârı
Müşkîn saçı idi fitne-i Çîn
Yâ vakt-i bahâr ebr-i müşkîn
Her bir hamı idi şekl-i erkam
Çevgân idi gûy-ı ‘akla her ham
Zülfi ki şebi şikest kılmış
Çîn kavmini büt-perest kılmış
Göstermege hüsn içinde meydân
Ėtmiş mehi gû hilâli çevgân
Ebrûsı kemân-ı ‘anberîn-tûz
Müjgânı hadeng-i tîr-i dil-dûz
Bir nokta dehânı lîk mevhûm
Bir kılca miyânı ol da maʻdûm
Lâyık leb-i laʻli çeşmesine
Bakup yakar ise Hızr sîne
Saçından ėder sabâ şemîmi
Bûyından alur seher nesîmi
Müşkîn saçınuŋ esîri ‘anber
Şîrîn sözinüŋ ġulâmı sükker
Hüsnine hezâr Leylî mecnûn
Hulkında ‘ukûl-i dehr meftûn
Kirpükleri san ki iki leşker
Saflar tutup elde tîġ ü hancer
Barmakları on kalem müretteb
Hûn-ı dil-i halk aŋa mürekkeb (Tezcan 1994: 137-139).
Vâmık u ʻAzrâ’dan
Dâye-i Hurşîd-râ mâh-ı devrân ʻAzrâ’yı alup kaçmaġiçün hammâm adın itdügidür [2] ve hammâmdan çıkup sûret-i tebdîl ve câme taġyîr idüp kaçup gitdügidür
sıfat-ı hammâm
Germ iden efsânenüñ hammâmını
Zeyn kılmış böyle efsûn câmını
Kûh-ı Ġazneyn içre varıdı meger
Bir ‘aceb germâbe-i hurşîd-fer
Hânesinüñ devri mânend-i sipihr
Kubbesinüñ iki câmı mâh u mihr
Çeşme-i çarh-ı berîn pergârvâr
Sikke peyker havzınuñ devrinde var
Her kaçan andan yaña kılsa nigâh
Akıdurdı aġzı suyın mihr ü mâh
Kudret odından alurdı tâbını
Hak şifâ-bahş itmiş idi âbını
Pûte-i hikmet gibi ol havz-ı ter
Kalbe virürdi safâ-yı sîm ü zer
Hasteler hâsıl kılurdı anda tâb
Pür-küdûret tenleri eylerdi nâb
Dâye çün urdı hıyel bünyâdını
Eyledi ol câna hammâm adını
Didi gün günden bu mâh oldı hilâl
Ben nahîfüñ itdügi oldur hayâl
Hâne habsinden tarıġup bülbüli
Tâb-ı derd ü ġamla solmışdur güli
Çün cüvânlık çâġı olur pür-heves
Ehl-i habs uçmaġı ‘add eyler kafes
Kimse bâġı kendüye bâġ istemez
Kanġı murġ-ı cennet uçmaġ istemez
Çün şeker-lebler olur tûtî-mizâc
Şerbet ü terkîb aña olmaz ‘ilâc
Su degişmekdür ‘ilâcı anlaruñ
Muktezâsı seyredür ol cânlaruñ
Şol ilâhî şu husûsâ her zamân
Tenler andan tâze cânlar şâd-mân
Bir nefes bu gülbin-i mihr ü vefâ
Alsa ol âb-ı ilâhîden safâ
Anda varup hâtırın râm eylese
Yatuban birkaç gün ârâm eylese
Zevkı anuñ nîme-i dünyâ deger
Nice dünyâ cennet-i ‘ulyâ deger
Tâb-ı âbından dil ü cân olsa pür
Tenleri eyler sadefveş kân-ı dür (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Kadızade Mehmed 418. 69b-70a.)
Dîvân’dan
Olur melûl ġarîb ü çeker elem ‘âşık
Şehâ esirge benem hem ġarîb ü hem ‘âşık
Ne resme sabr ide cânum ki bî-dilem bî-dil
Ne yüzden ola tesellî ki ‘âşıkam ‘âşık
Vefâyı görmez o cân kim cefâya katlanmaz
Visâle hîç ire mi çekmedin elem ‘âşık
Cihânda bencileyin zâr biñde bir olmaz
Degüldür ehl-i cemâle egerçi kem ‘âşık
Felekleri yakar iy mâh-ı hüsn gey hazer it
Güneş gibi çekicek âh-ı subh-dem ‘âşık
Yiter sirişk ü ruhuñ saña ‘îş içün her dem
Cihânda sîm ü zerüñ yoġısa ne ġam ‘âşık
Taʻarruz itse saña Lâmiʻî n’ola vâʻiz
Olur hemîşe cihân içre müttehem ‘âşık (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 244a.)
Âh kim rûyın o mâhuñ çarh-ı dûn göstermedi
Ebr-i zülfi hâyil oldı baña gün göstermedi
Gerçi kim cânı ölümlü haste itmişdi gözüñ
Güvledi ġamzeñ görüp kendin zebûn göstermedi
Cânı gibi sînesinde sakladı peykânını
N’eylediyse eyledi hûn-ı derûn göstermedi
Âh kim cânumdaġı bu iştiʻâl-i nâr-ı ġam
Gerçi yaşum sepdi su bir dem sükûn göstermedi
Şîvesini ol elif-kaddüñ nigârâ râstî
Safha-i ‘âlemde resm-i kâf u nûn göstermedi
Kodum elden dâmen-i dünyâyı urdum ‘ışka baş
ʻAkla ol devlet yüzin hükm-i cünûn göstermedi
Ol zenahdân variken düşmezdi çâh-ı Bâbil’e
Lâmiʻî Hârût’a baht-ı ser-nigûn göstermedi (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 244a.)
Der temedduh-ı hod ve rucûʻ ile’l-istiġfâri’l-ebed
Lâmiʻî sen kemâle irgürdüñ
Fenn-i nazm-ı kasâyid ü ġazeli
Mesneviyyât içinde mislüñ yok
Baġladuñ bir misâle yüz meseli
Az vardur siyâk-ı inşâda
Hıred-i hurde-bînüñüñ bedeli
Hadsüz itdüñ ʻulûmı resmîde
Nazar erbâbıyıla hoş cedeli
Añladuñ her ne var usûl ü fürûʻ
Sarf-ı ‘ömr eyledüñ bu yolda belî
...
Kıble kılduñ cemâlini mîrüñ
Râh-ı ġayretde itmedüñ keseli
Âh kim bunca fazl ü himmetile
Hakk’a lâyık ne eyledüñ ‘ameli
Ne kılursın bu cümleden üzülüp
‘Amelüñ birle kalıcak suveli
Tüptü ʻammâ sivâke kâtibeten
İʻtimâdî ‘aleyke yâ emeli
Baña iy Hak şu ‘ilme vir yol kim
Mustafâ şehri ola bâbı ‘Alî (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 258b-259a.)
Lüġaz-ı güllâc
feʻilâtün mefâʻilün feʻilün
Nedür ol dil-ber-i perî-peyker
Açsa hûr u melek gibi şeh per
Hacil eyler cemâli bedr ayı
Kubbe-i nîme-i felek câyı
Varaku’t-tayrdur misâli anuñ
Gözde uçsa ne tañ hayâli anuñ
Bedenidür çü şemʻ-i kâfûrî
Mât ider gökde Zühre’yi nûrı
Tâb-ı şevkıla kızdurup özini
Sürh âteşde dâġ ider yüzini
Nâr-ı sûzâna san semenderdür
Ne semender meh-i semen-berdür
Berg-i güldür dem-i zarâfetde
Leb-i cânânedür letâfetde
Kand ü şehdile hoş durur başı
Hasretinden gül akıdur yaşı
Göz idüp aña her leb-i bâdâm
Lebleri sükkerinden ister kâm
Tutariken bu deñlü kadr ü bahâ
Her zamân yufkadur eli ammâ
Ser-firâziken ol gül-i hurrem
Yiri saffü’n-niʻâldür her dem
Lâmiʻî itdi çün bu râzı nihân
Bir yaña olsa cümle halk-ı cihân
Sevgülü tutup anı cânından
Çıkarur sanmañuz dehânından (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 280a-280b.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Tercüme-i Nefahâtü’l-Üns’ten
Ve yine ol zamânda anlaruñ biri Geyikli Baba Hazretleri -kaddesallâhu sırruhu-dur. Burûsa kurbında Keşîş Daġı eteginde yatur. Sultân Orhân Hazretleri, anuñ üzerinde türbe ve zâviye ve câmiʻ binâ itdürmişdür. Taġda geyikler ile musâhabet ider imiş. Turġud ili ki Osmân pâdişâhuñ -ʻaleyhi’r-rahme- meşhur beglerindendür ve mezkûr taġuñ ardında Turġud ili didükleri il aña mensûbdur. Sultân Orhân zamânında pîr olup, ferâġat idüp aña irâdet getürmişdi ve mürîd olmışdı. Bi-nefsihi hıdmetin iderdi. Sultân Orhân Hazretleri dahı tamâm Geyikli Baba hıdmetlerine mahabbet itmişdi. Hattâ dirler ki İnegöli cemîʻ-i kara ve nevâhisiyle Baba hıdmetlerine baġışladı, kabûl itmedi. “Mülk ü mâl pâdişâhlara gerekdür, dervîşlerüñ aña ihtiyâcı yokdur ve anuñ ehli degüldür.” diyüp ʻözr eylemiş. Âhırü’l-emr pâdişâh ziyâde ibrâm idicek, pâdişâhuñ nefsini riʻâyet idüp: “Şol karşuki tepecikden birisi dervîşlerüñ havlısı ve odunlıġı olsun.” dimiş. Baba Hazretleri’ne: “Kimüñ mürîdlerüñdensiz?” diyü sormışlar, buyurmışlar ki: “Baba İlyâs mürîdlerüñdenüz ve Seyyid Ebu’l-Vefâ tarîkindeyüz -kaddesallâhu Teʻâlâ sırruhu-.”
Ve meşhûrlarından biri dahı Gelibolı’da Yazıcıoġulları Ahmed Çelebi ve Mehmed Çelebi’dür -rahimehumâ Allâh-. Ahmed Çelebi’ye bî-cân dirler, Envârü’l-ʻÂşıkîn sâhibidür ve Mehmed Çelebi Kitâb-ı Muhammediyye sâhibidür. İkisi dahı sâhib-fazl ve sülûkın tamâm itmiş kimselerdür. Gelibolı’da yaturlar. Kerâmât ve fezâ’ili mü’ellefâtından maʻlûmdur. Kitâb-ı Muhammediyye hod beyândan müstaġnîdür, Türkî lisânuñ faslü’l-hitâbıdur ve erbâb-ı mevâʻizüñ kemâl-i sıhhat üzerine kitâbıdur.
Ve Rûm’da meşhûrlardan biri Yûnus Emre’dür -kaddesallâhu Teʻâlâ sırruhu-. Meşhûr ve maʻrûf sözleri vardur. Cümlesi makbûl-i tevâ’ifdür, ve ser-â-ser esrâr-ı tevhîd ve etvâr-ı tefrîd ve rümûz ve işâretdür. Kendisi Tapduk Emre’nüñ mürîdidür -kaddesallâhu sırruhu-. Dirler ki arkası ile niçe yıllar şeyhine odun getürdi ve hergiz bir egri aġaç getürmedi. Tapduk eyitmiş: “Yûnus, hîç bu odunlaruñ içinde bir egri aġaç görinmez.” Eyitmiş: “Sultânum, bu kapuda[n] egri sıġmaz.” Kendüsi Kütahya suyınuñ üzerinde Sakarya suyına karışduġı yirüñ kurbında yatur. Meşhûrdur, ziyâret iderler.
Ve ol cümleden biri Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri -kuddise sırruhu-dur. Türkmen vilâyetinde yatur. Sâhib-velâyet ve kerâmât issi idi. Hâliyâ üzerleri ‘âlî imâretdür, ziyâretgâhdur. Meşhûr ve maʻrûf matâfü’l-ʻâlemiyândur.
Egerçi kim zebânumuzda aña mensûb geçinenler ve mezâr-ı müteberriki üzerinde cemʻ olanlar ekseriyâ boyunlarından rıbka-i İslâm’ı ihrâc idüp ibâhet otlaġında halîʻü’l-ʻizâr gezerler. Ammâ kendinüñ sıhhat-i câlî ve bu tâ’ifeden idügi tevâtüre irişmişdür. Velhâsıl eger her diyârda meşhûr olanlaruñ mücerred esmâ-yı şerîflerine işâret olına. Bir niçe mücelled kitâb olur. Yalñız Konya’da ve Aksaray’da mezârı olan ehlullâh revvehallâhu Teʻâlâ ervâhahum dâ’ire-i ahsâdan mütecâvizdür. Hemân Hak sübhânehu ve Teʻâlâ cemîʻsinüñ kurblarını ve nûrlarını ziyâde idüp cümle tâlibleri rûhâniyyetlerinden behrmend eyleye (1289: 690-692).
Münâzara-i Sultân-ı Bahâr bâ-Şehriyâr-ı Şitâ’dan
Hışm-giriften-i Şehriyâr-ı Şitâ ez-nâme-i Sultân-ı Bahâr
Çünkim bu nâme-i müşkîn-hitâme Şehriyâr-ı Şitâ’nuñ [öñinde] okındı. Gûyâ ki sîne-i pür-kînesine biñ mismâr-ı cân-sipâr tokındı. Hışm âteşinden dîk-i dimâġı ġaleyân eyleyüp şöyle kakıdı ki raʻdvâr gürleyüp berk-âyîn şakıdı ve ol kitâb-ı takrîʻ-i hitâbı Peyk-i Sabâ’nuñ elinden alup, gül gibi sad pâre kılup oda urdı. Gâyibâne hitâb idüp Sultân-ı Bahâr’a eyitdi ki: “Fe’tinâ bimâ teʻidünâ in-künte mine’s-sâdıkîn” (Kur’ân, Araf 7/70) ve “yetekebberûne fi’l-ardi bi-ġayri’l-hakki” (Kur’ân, Araf 7/146) mezhebine zehâb ve derûnın nâr-ı hışmıla pür-tâb idüp, hemân-dem Rüstemvâr ġazab rahşına süvâr olup, “Leşker-i diyâr-ı sıġâr u kibâr her ne kim var cemʻ olsun.” diyü buyurdı.
beyt:
Göñül kâşânesin kılsa ġazab od
Tolar sakf-ı dimâġuñ ser-te-ser od
Ammâ saʻy-ı bî-fâyide ve cehd-i bî-ʻâyide kıldı ki sipâh u reʻâyâ, aʻnî vazîʻ u şerîf-i berâyâ ser-â-ser yüz döndürmişlerdi. Ol gaddâr-ı bed-kirdâruñ cevr ü eziyetinden ve ahvâl-i bî-hamiyyetinden cânlarına geçmişdi.
mısraʻ:
Turur küfrile turmaz zulmile mülk
muktezâsınca halâyıkuñ her biri bir gûşeye kaçmışdı. Belî cihân-gîri vü cihân-dârı ve fermân-dihî vü kâm-kârî şol sahîb-devlete müsellemdür ki himmet-i ‘âlî-rütbeti rûz u şeb nusret-i ehl-i dîn ve takviyet-i ʻibâd-ı Rabbü’l-ʻâlemîn ve ihyâ-yı sünen-i seyyidü’l-mürselîn ola ve nasbü’l-ʻayn-ı zamîr-i münîrini zuʻafâya şefkat ü merhamet ve fukarâya ʻinâyet ü himmet eyleye. Her saʻâdetmendüñ ki dıraht-ı bahtı gülşen-i saltanatda neşv ü nemâ bula. Anuñ âsâr-ı hayât-ı hurrem-sıfâtı, ‘âlemde ikâmet-i merâsim-i emr-i maʻrûf ve levâzım-ı nehy-i münker olmak gerekdür. Ve her sâhib-i kadr-i bülendüñ ki nihâl-i ikbâli cûy-bâr-ı pâdişâhîden ser-sebz ü şâdâb ola. Nev-bâve-i vücûd-ı pür-cûdı halâyıka îsâl-i hayr u nefʻ ve istîsâl-i şerr ü darr olmak vâcib gerekdür. Ve’llezîne yu’züne’l-mü’minîne ve’l-mü’minâti bi-ġayri me’ksetebû fe-kadi’htemelû bühtânen ve ismen mübînen. (Kur’ân, Ahzab 33/58)
Hâr-ı zulm ü bî-dâd nevk-i tîġ u sinânıla mazlûmlar pâyından çıkmadın gülbin-i saltanat ser-sebz ü handân olmaz ve has u hâşâk-i mihnet ü fesâd bâd-ı lutf u ihsânıla sitem-dîdeler dâmeninden refte olmadın zülâl-i enhâr-ı sıdk u safâ tamâm cereyân bulmaz.
Çemen-i mülke bekâ-yı tarâvet bârân-ı maʻdeletden olur ve çeşme-sâr-ı dîne devâm cereyân-ı imdâd-ı mekremetden gelür. El-kıssa Şehriyâr-ı Şitâ egerçi kim leşkerüñ iʻrâzın ve ehl-i kişverüñ inkıbâzın fehm eyledi. Likin çün efsürde dimâgdı. Gayret pâyını efsürde kılup, şiʻâb-ı tilâli berkidüp sıʻâb-ı kılâle tahassün kıldı ve ‘azm-i müdâfaʻa vü mukâbele ve kasd-ı mümâlaga vü mukâtele kıldı (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Pertev Paşa 484. 16b-17b).
Şerefü’l-İnsân’dan
sıfat-ı kûsfend
Kûsfendüñ dahı egerçikim nefsinde teslîm ü selâmeti ġâlibdür. Ve ahvâl ü etvârı ser-cümle bî-mesâlibdür. Ve tîneti pâk ve talʻati tâb-nâk, ferhunde-hûy, tâbında rûydur. Nihâdı nezâfet ve bünyâdı letâfet üzerinedür. Ammâ zürriyât-ı âdem, anuñ tenâvül-i lahm ü sahmına ziyâde harîs u muʻtâddur. Ol cihetden tabʻında havf u haşyet ve vehm ü dehşet ġâlib olup ġâyetde maġlûb-nihâddur. Ednâ nesneden belinler cüzû-yı kazıyyeden ürker, hattâ Süreyyâ’nuñ tulûʻın görse tâkat getürmez. Nihâyetde ter-tabʻ u nâzük-mizâcdur.
sıfat-ı büz
Büz dahı egerçi kûsfende nisbet dilîrdür, ammâ ġâyetde şerîrdür. Bî-nevâ-sîret ve levend-serîretdür. Cân-bâz-tabîʻat ve rakkâs-sıfatdur. Gûyende-i nâ-sâz ve hˇânende-i bed-âvâzdur.
sıfat-ı âhû
Âhû dahı egerçi ki memdûh-ı zurefâ ve makbûl-i ʻurefâdur. Kuhl-ı hikmetden mukle-i dîdesi şeb-i muġber gibi sürmelenmişdür. Ve nûr-ı kudretden safha-i nâsıyesi subh-ı münevver gibi vesmelenmişdür.
li-mü’ellifihi:
Müdâm efʻî yimekden her birinüñ
Sadef gibi içi pür-mühre-i mâr
Hemîşe sünbül-i ter otlamakdan
Kamunuñ nâfesi pür-müşk-i Tâtâr
nesr: Kâse-i dîdeleri buhâr-ı sümûm-ı efâʻî birle bâ-zehr-i hayvânîden hokka-i tiryâk, kîse-i nâfeleri “mahtûmin hitâmühü misk” birle mühr-i Süleymân gibi ferah-nâkdür.
mesnevî:
Süreyyâ-menzilet cemʻ-i perîşân
Tesurru’n-nâzırîn ez-reng-i îşân
Be-mülk-i Çîn her yek tâcdârest
Hırâmân-ı yâ kabâ-yı zer nigârest
Gerdenî çün tîġ-ı şeh efrâhte
Gamzenî çün nâveki endâhte
nesr: Meydân-ı tek ü pûyda ve hengâm-ı hây u hûyda her biri mânend-i bâd-ı sarsar ve murġ-ı tîz-perdür. Suʻûd-ı firâzda duʻâ-yı mazlûmdan serîʻ hübût-ı neşîbde kazâ-yı mahtûm gibi bedîʻdür.
beyt:
Fe-ke’l-eceli’l-makdûri fi-külli mehbatın
Ve-ke’l-ʻameli’l-mebrûri fi-külli maʻrecin
Geh şitâ bed sûy-ı pestî çün kazâ-yı âsmân
Geh ki âyed sûy-ı bâlâ çün duʻâ-yı müstecâb
nesr: Ammâ raʻnâ-tabʻ ve gerden-keş ü hercâyî-sıfat ü perîveşdür. Hayrân-sıfat ve meczûb-sîretdür. Bu sebebden ricâlü’l-ġaybıla musâhabeti ve ehl-i riyâzetile münâsebeti vardur. Ve ʻurf-i nâsda “erenler atı” dimekle meşhûrdur. Pes bunuñ gibi hıdmetlerden ol maʻzûrdur (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Pertevniyal 424. 74a-75a).
Absâl u Salâmân-ı Lâmiʻî’den
Salâmân melâmet-i pezerden teng-dil olup melâmet hâsıl kılup muztarr u şeydâ ‘azm-i [4] sahrâ itdügidür ve sîne-i sûzânıla âteş-i fürûzân eyleyüp Absâl ile götürüp [5] kendüyi aña atduġıdur. Absâl külliyen yanup kendü sahîh ü sâlim kalduġıdur
Kimdürür ‘âlemde ‘âşık gibi zâr
Dehr elinden rûz u şeb âşüfte-kâr
Her nefes bî-sabr u bî-ârâm olur
Her zamân bî-hâsıl u bî-kâm olur
Gâh elinden düşmenüñ dil hastedür
Geh dilinden dostınuñ dem bestedür
Ni belâsından bunuñ âzâd olur
Ni cefâsından anuñ dil-şâd olur
Hayreti her dem füzûn olmakdadur
Tîġ-ı ġamdan baġrı hûn olmakdadur
Yâra dâyim cân nisâr itmek diler
Kâr [u] bârın târ-mâr itmek diler
Mihnet ü derd ü belâdan zevk alur
Nây gibi âh u vâdan şevk alur
ʻIşk ġavġâsı gibi olmaz belâ
ʻIşk sevdâsı gibi yokdur safâ
Odı güldür dûdı sünbüldür anuñ
Sûzişi devr ü teselsüldür anuñ
Diñle bürhânın bu daʻvânuñ ‘ıyân
Eydeyüm hâl-i Salâmân’dan beyân
Çün Salâmân itdi pend-i şâhı gûş
Yine deryâ-yı derûnı kıldı cûş
‘Akl-ı dâmen-gîr kim gel bu yaña
‘Işk tutup yakasın dir uy baña
Oldı dirlik câmesi egnine tar
Bu libâs-ı müsteʻârı gördi ‘âr
Câm-ı ġamdan hûn-ı dil mahbûbdur
Bî-safâ dirlikden ölmek hûbdur
Pes kılup cân kasdını bu hâlile
ʻAzm-i sahrâ eyledi Absâl’ile
Yüreginden yanuban fânûsvâr
Cemʻ idüp hîzemleri kuknûsvâr
Kûh gibi püşteler itdi tamâm
Ol urup tutdı felek evcin hırâm
Yanmaġiçün ‘ışka çün bil baġladı
Yakuban bu şiʻri hâlin añladı (İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi TY 3088. 67a-67b.)
Şemʻ ü Pervâne’den
Âġâz-ı nâme-i müşkîn-nikâb ve tasvîr-i hüsn-i şemʻ-i ‘âlem-tâb
İy beyân şemʻi gel zebâna yine
‘Işka pervâne gibi yan a yine
Sûz u derdile meclis-efrûz ol
Âteşîn sözlerile dil-sûz ol
Cânuñ âteşdürür dilüñ kuknûs
Sal bu deyr içre naġme-i nâkûs
Tâ ki sûzın semender unutsun
Nâr Nemrûd’ı Âzer unutsun
Micmer olup göñüller oduñile
Ney gibi iñlesün sürûduñile
Kılsun envârı dîdeler rûşen
İtsün ezhârı sîneler gülşen
Dûdı olsun buhûr-ı bezm-i felek
Andan alsun ġıdâyı rûh u melek
Yaʻnî bir şemʻ uyar cihân içre
Berk ura nûrı bezm-i cân içre
Olup ol şemʻe halk pervâne
Haşre dek zevk u şevkıla yana
Lâmiʻî yiter eyle lâf-ı dürûġ
Sanma şemʻ-i dürûġa ola fürûġ
Oldı meclisde ehl-i diller cemʻ
Getür ortaya kandadur ol şemʻ
Söyleyem ger olursa ‘avn-i İlâh
Eyleyüp ibtidâ-yı bismi’llâh
Dîdeden ol ki almaġ istedi hˇâb
Böyle virdi fesâne şemʻine tâb
Matlaʻ-i dâstân
Var idi şâm içinde bir meh-rû
Gün gibi nûridi musavver o
Zülfi alurdı Hind ü Çîn’den bâc
Hüsni vazʻ itmişidi Rûm’a harâc
Ahter-i burc-ı hüsn ü talʻatidi
Gevher-i dürc-i ‘îş ü ‘işretidi
Mihr görmiş degüldi ruhsârın
Bâd işitmiş degüldi güftârın
Çarha gösterse nâ-gehân ġabġab
Kendüden gideridi her kevkeb
Kâmeti serv gibi ser-keşidi
Bedeni sîm-i hâm-ı bî-ġışidi
Ġayretinden o serv-i sîm-berüñ
Cânı pür-‘ukde idi ney-şekerüñ
Çemen-ârâ-yı nahl-bend-i cihân
Şîre-i cândan itmiş anı ‘ıyân
Leb-i şîrîninüñ suyı şekker
Mûy-ı merġûlenüñ kulı ‘anber
Sünbülinüñ benefşe hayrânı
Ġoncesinüñ nesîmi reyhânî
Gevher-i şeb-çerâġıdı rûyı
Silk-i dürr-i hoş-âbıdı mûyı
Câme-i Kaʻbe idi ser-pûşı
Zemzemidi leb-i şekker-nûşı
Yüzin itmişdi kıble her mukbil
Zülfinüñ halkasında yüz biñ dil
Elif-i serv-kaddi cân içre
‘Alem-i hüsn idi cihân içre
Külhan-ı ġamda nâr-ı ruhsârı
Işıġ itmişdi niçe ser-dârı (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Esad Efendi 2744. 17a-18a.)
Gûy u Çevgân’dan
Âġâz-ı kitâb-ı gûy u çevgân
Bâ sûz u güzâz-ı âteş-i cân
Ėden bu beyânda ‘azm-i meydân
Söz topına böyle urdı çevgân
Var idi diyâr-ı Çîn’de bir şâh
Zîbende-i tâc u taht u hır-gâh
Dervîş-nüvâz u bende-perver
İkbâl u saʻâdet ehli server
Müşkîn idi hâk-i Çîn deminden
Girmişdi siyâha şeb ġamından
Devrinde cihân şu resme hoş yeng
Yoġ idi fiġân ėder meger ceng
Âşüfte-dil ü şikeste-hâtır
Hûbân saçı idi evvel âhir
Bir baht-ı nügûn-ser ü siyeh-hâl
Bulunmaz idi meger hat u hâl
Maʻmûr idi ‘adli ile ‘âlem
Mesrûr idi hulkı ile âdem
Şâdî vü tarabda idi herkes
Sevdâ-zede zülf ü hâl idi bes
Yâr aġzı gibi ġam idi nâ-yâb
Bahtum gibi fitne idi der-hˇâb
Çekmişdi sipihre bâr-gâhı
Ėtmişdi şikeste kadr-i mâhı
...
Eylerdi cemâli mihre hande
Zülfi mehi salmış idi bende
Mecmûʻa-i hüsn idi cemâli
Şeh-beyt-i kasîde zülf ü hâli
Âyîne-i Çîn idi ‘izârı
Gitmiş yėle hattınuŋ ġubârı
Müşkîn saçı idi fitne-i Çîn
Yâ vakt-i bahâr ebr-i müşkîn
Her bir hamı idi şekl-i erkam
Çevgân idi gûy-ı ‘akla her ham
Zülfi ki şebi şikest kılmış
Çîn kavmini büt-perest kılmış
Göstermege hüsn içinde meydân
Ėtmiş mehi gû hilâli çevgân
Ebrûsı kemân-ı ‘anberîn-tûz
Müjgânı hadeng-i tîr-i dil-dûz
Bir nokta dehânı lîk mevhûm
Bir kılca miyânı ol da maʻdûm
Lâyık leb-i laʻli çeşmesine
Bakup yakar ise Hızr sîne
Saçından ėder sabâ şemîmi
Bûyından alur seher nesîmi
Müşkîn saçınuŋ esîri ‘anber
Şîrîn sözinüŋ ġulâmı sükker
Hüsnine hezâr Leylî mecnûn
Hulkında ‘ukûl-i dehr meftûn
Kirpükleri san ki iki leşker
Saflar tutup elde tîġ ü hancer
Barmakları on kalem müretteb
Hûn-ı dil-i halk aŋa mürekkeb (Tezcan 1994: 137-139).
Vâmık u ʻAzrâ’dan
Dâye-i Hurşîd-râ mâh-ı devrân ʻAzrâ’yı alup kaçmaġiçün hammâm adın itdügidür [2] ve hammâmdan çıkup sûret-i tebdîl ve câme taġyîr idüp kaçup gitdügidür
sıfat-ı hammâm
Germ iden efsânenüñ hammâmını
Zeyn kılmış böyle efsûn câmını
Kûh-ı Ġazneyn içre varıdı meger
Bir ‘aceb germâbe-i hurşîd-fer
Hânesinüñ devri mânend-i sipihr
Kubbesinüñ iki câmı mâh u mihr
Çeşme-i çarh-ı berîn pergârvâr
Sikke peyker havzınuñ devrinde var
Her kaçan andan yaña kılsa nigâh
Akıdurdı aġzı suyın mihr ü mâh
Kudret odından alurdı tâbını
Hak şifâ-bahş itmiş idi âbını
Pûte-i hikmet gibi ol havz-ı ter
Kalbe virürdi safâ-yı sîm ü zer
Hasteler hâsıl kılurdı anda tâb
Pür-küdûret tenleri eylerdi nâb
Dâye çün urdı hıyel bünyâdını
Eyledi ol câna hammâm adını
Didi gün günden bu mâh oldı hilâl
Ben nahîfüñ itdügi oldur hayâl
Hâne habsinden tarıġup bülbüli
Tâb-ı derd ü ġamla solmışdur güli
Çün cüvânlık çâġı olur pür-heves
Ehl-i habs uçmaġı ‘add eyler kafes
Kimse bâġı kendüye bâġ istemez
Kanġı murġ-ı cennet uçmaġ istemez
Çün şeker-lebler olur tûtî-mizâc
Şerbet ü terkîb aña olmaz ‘ilâc
Su degişmekdür ‘ilâcı anlaruñ
Muktezâsı seyredür ol cânlaruñ
Şol ilâhî şu husûsâ her zamân
Tenler andan tâze cânlar şâd-mân
Bir nefes bu gülbin-i mihr ü vefâ
Alsa ol âb-ı ilâhîden safâ
Anda varup hâtırın râm eylese
Yatuban birkaç gün ârâm eylese
Zevkı anuñ nîme-i dünyâ deger
Nice dünyâ cennet-i ‘ulyâ deger
Tâb-ı âbından dil ü cân olsa pür
Tenleri eyler sadefveş kân-ı dür (Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Kadızade Mehmed 418. 69b-70a.)
Dîvân’dan
Olur melûl ġarîb ü çeker elem ‘âşık
Şehâ esirge benem hem ġarîb ü hem ‘âşık
Ne resme sabr ide cânum ki bî-dilem bî-dil
Ne yüzden ola tesellî ki ‘âşıkam ‘âşık
Vefâyı görmez o cân kim cefâya katlanmaz
Visâle hîç ire mi çekmedin elem ‘âşık
Cihânda bencileyin zâr biñde bir olmaz
Degüldür ehl-i cemâle egerçi kem ‘âşık
Felekleri yakar iy mâh-ı hüsn gey hazer it
Güneş gibi çekicek âh-ı subh-dem ‘âşık
Yiter sirişk ü ruhuñ saña ‘îş içün her dem
Cihânda sîm ü zerüñ yoġısa ne ġam ‘âşık
Taʻarruz itse saña Lâmiʻî n’ola vâʻiz
Olur hemîşe cihân içre müttehem ‘âşık (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 244a.)
Âh kim rûyın o mâhuñ çarh-ı dûn göstermedi
Ebr-i zülfi hâyil oldı baña gün göstermedi
Gerçi kim cânı ölümlü haste itmişdi gözüñ
Güvledi ġamzeñ görüp kendin zebûn göstermedi
Cânı gibi sînesinde sakladı peykânını
N’eylediyse eyledi hûn-ı derûn göstermedi
Âh kim cânumdaġı bu iştiʻâl-i nâr-ı ġam
Gerçi yaşum sepdi su bir dem sükûn göstermedi
Şîvesini ol elif-kaddüñ nigârâ râstî
Safha-i ‘âlemde resm-i kâf u nûn göstermedi
Kodum elden dâmen-i dünyâyı urdum ‘ışka baş
ʻAkla ol devlet yüzin hükm-i cünûn göstermedi
Ol zenahdân variken düşmezdi çâh-ı Bâbil’e
Lâmiʻî Hârût’a baht-ı ser-nigûn göstermedi (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 244a.)
Der temedduh-ı hod ve rucûʻ ile’l-istiġfâri’l-ebed
Lâmiʻî sen kemâle irgürdüñ
Fenn-i nazm-ı kasâyid ü ġazeli
Mesneviyyât içinde mislüñ yok
Baġladuñ bir misâle yüz meseli
Az vardur siyâk-ı inşâda
Hıred-i hurde-bînüñüñ bedeli
Hadsüz itdüñ ʻulûmı resmîde
Nazar erbâbıyıla hoş cedeli
Añladuñ her ne var usûl ü fürûʻ
Sarf-ı ‘ömr eyledüñ bu yolda belî
...
Kıble kılduñ cemâlini mîrüñ
Râh-ı ġayretde itmedüñ keseli
Âh kim bunca fazl ü himmetile
Hakk’a lâyık ne eyledüñ ‘ameli
Ne kılursın bu cümleden üzülüp
‘Amelüñ birle kalıcak suveli
Tüptü ʻammâ sivâke kâtibeten
İʻtimâdî ‘aleyke yâ emeli
Baña iy Hak şu ‘ilme vir yol kim
Mustafâ şehri ola bâbı ‘Alî (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 258b-259a.)
Lüġaz-ı güllâc
feʻilâtün mefâʻilün feʻilün
Nedür ol dil-ber-i perî-peyker
Açsa hûr u melek gibi şeh per
Hacil eyler cemâli bedr ayı
Kubbe-i nîme-i felek câyı
Varaku’t-tayrdur misâli anuñ
Gözde uçsa ne tañ hayâli anuñ
Bedenidür çü şemʻ-i kâfûrî
Mât ider gökde Zühre’yi nûrı
Tâb-ı şevkıla kızdurup özini
Sürh âteşde dâġ ider yüzini
Nâr-ı sûzâna san semenderdür
Ne semender meh-i semen-berdür
Berg-i güldür dem-i zarâfetde
Leb-i cânânedür letâfetde
Kand ü şehdile hoş durur başı
Hasretinden gül akıdur yaşı
Göz idüp aña her leb-i bâdâm
Lebleri sükkerinden ister kâm
Tutariken bu deñlü kadr ü bahâ
Her zamân yufkadur eli ammâ
Ser-firâziken ol gül-i hurrem
Yiri saffü’n-niʻâldür her dem
Lâmiʻî itdi çün bu râzı nihân
Bir yaña olsa cümle halk-ı cihân
Sevgülü tutup anı cânından
Çıkarur sanmañuz dehânından (Millet Yazma Eser Kütüphanesi, AEMnz 380. 280a-280b.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Fahreddin Bozdağ | d. 01 Ocak 1958 - ö. 10 Kasım 2017 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | Burhan Arpad | d. 19 Mayıs 1910 - ö. 3 Aralık 1994 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | KANDÎ, Müverrih Kandî | d. ? - ö. 1555 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | Fahreddin Bozdağ | d. 01 Ocak 1958 - ö. 10 Kasım 2017 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | Burhan Arpad | d. 19 Mayıs 1910 - ö. 3 Aralık 1994 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | KANDÎ, Müverrih Kandî | d. ? - ö. 1555 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | Fahreddin Bozdağ | d. 01 Ocak 1958 - ö. 10 Kasım 2017 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | Burhan Arpad | d. 19 Mayıs 1910 - ö. 3 Aralık 1994 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | KANDÎ, Müverrih Kandî | d. ? - ö. 1555 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | Fahreddin Bozdağ | d. 01 Ocak 1958 - ö. 10 Kasım 2017 | Meslek | Görüntüle |
11 | Burhan Arpad | d. 19 Mayıs 1910 - ö. 3 Aralık 1994 | Meslek | Görüntüle |
12 | KANDÎ, Müverrih Kandî | d. ? - ö. 1555 | Meslek | Görüntüle |
13 | Fahreddin Bozdağ | d. 01 Ocak 1958 - ö. 10 Kasım 2017 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | Burhan Arpad | d. 19 Mayıs 1910 - ö. 3 Aralık 1994 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | KANDÎ, Müverrih Kandî | d. ? - ö. 1555 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | Fahreddin Bozdağ | d. 01 Ocak 1958 - ö. 10 Kasım 2017 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | Burhan Arpad | d. 19 Mayıs 1910 - ö. 3 Aralık 1994 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | KANDÎ, Müverrih Kandî | d. ? - ö. 1555 | Madde Adı | Görüntüle |