Madde Detay
NAZÎM,Yahya Çelebi
(d. ?/? - ö. Cemaziyelâhir 1139/Ocak-Şubat 1727)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Asıl ismi Yahya’dır. İlk olarak “Halîm” mahlasını kullanırken (Çapan 2005: 660) Neşâtî tarafından kendisine “Nazîm” mahlası verildi. Döneminde Nazîm Yahya Çelebi ismiyle şöhret buldu. İsmail Belîğ’de ise adı Mustafa, lakabı da Kürkçübaşızâde olarak kaydedilir (Abdülkadiroğlu 1999: 476).İstanbul’da doğdu. Es’ad Efendi’ye göre doğduğu semt Kumkapı (Behar 2010: 276), Tayyarzâde Ata Bey'e göre ise Kasımpaşa'dır (Tayyar-zâde Ahmed Ata Bey 1293:151). Yazma divanlarından birinin baş tarafında yer alan notlarda ise Gedikpaşa’da ikamet ettiği bilgisi yer almaktadır (Kam 1933: 4). Doğum yılı bilinmemektedir. Kaynaklarda vefat ettiğinde seksen yaşına yakın olduğu söylenilmesi ve bazı kaynaklarda ölüm tarihinin 1139/1727 olarak belirtilmesi (Mehmed Süreyya 1311: 568; Çifçi 1996: 414), (1060-1061/1650-1651) senelerinde doğduğunu göstermektedir.
Nazîm Külliyatının birinci Dîvân’ındaki tarihlere göre, babasının adı Ali Çelebi (ö.1103/1691-92)’dir. Babasının ölümünden on iki sene sonra (1115/1703-04) annesini, ondan dört sene sonra da kardeşi Hüseyin’i kaybetti (1119/1707-08). Arzî Dede’nin şeyhliği zamanında Mevlevî tarikatının muhibleri zümresine iltihak etti (Mehmed Süreyya 1311:568). Fâtin’e göre, Edirne Mevlevîhanesi Şeyhi Neşâtî’nin terbiyesine de mazhar oldu (Çifçi 1996: 414). IV. Mehmed döneminde şiir ve musikiye olan kabiliyeti sebebiyle Enderun’a alındı. Burada iyi bir tahsil görüp Arapça ve Farsça öğrendi. Kilâr-ı hassada növbetçi başı iken bazarbaşılık vazifesi ile mükafatlandırıldı (Tayyar-zâde Ahmed Ata Bey 1293:151). Sicill-i Osmânî'ye göre ise “kuruyemişci başı” oldu (Mehmed Süreyya1311:568). Hayatının sonuna kadar bu görevde kaldı. Fakat bazı şiirlerinde, yoksulluğundan ve maaşının azlığından şikayet etmesi, zaman zaman sıkıntılı bir hayat geçirdiğini göstermektedir. Devrinin devlet adamları için yazdığı kaside ve tarihler karşılığı aldığı caizelerle geçimini sağlamaya çalıştı. Tayyarzâde Ata’ya göre, IV. Mehmed, II. Süleyman ve III. Ahmed devirlerinde oldukça meşhur oldu (1293:151). Nazîm, Cemaziyelâhir 1139 / Ocak-Şubat 1727 tarihinde Edirne’de vefat etti.
Nazîm'in tek eseri, beş ayrı divandan oluşan Dîvân’ıdır. 1. Dîvânı yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır (Gümüş 1992). Divanlar, 1089 /1678-79, 1093 / 1682 ve 1098 / 1686-87 yıllarında tamamlanmıştır. Divanlarındaki tarih manzumelerinin ilkinin 1079/ 1668-69) tarihini taşıması, Nazîm’in çok genç yaşlarda şiir yazmaya başladığını göstermektedir. Şair, lütuflarını gördüğü devlet ricalinden başka yakın dostları için de şiirler yazmıştır. Bunlardan Ahmed adlı muhibbi için yazdığı “Ahmed” redifli gazelinden başka, Dâstân-ı Hicr ü Visâl adlı yüz atmış beyitlik hikayede, onunla olan dostluğundan ve dostluklarını çekemeyenlerce aralarına sokulan nifaktan ve bundan duyduğu üzüntüden bahseder. Nazîm, Neşâtî'nin sadece manevi anlamda şakirtlerinden olmayıp şiirleriyle de onun takdirine mazhar olmuş bir takipçisidir. Bir gazelinde Neşâtî'yi överken “Beğendirdim Neşâtî gibi bir üstâda eş'ârı” mısraı ile buna işaret eder. O, Türk edebiyatının “na’t-gû” sıfatını almasını ise beş divandan oluşan külliyatının neredeyse üçte ikisini teşkil eden naatlarına borçludur. Şair, Hz. Peygamber’e duyduğu büyük sevgiyi ömrü boyunca dile getirmiş, öldükten sonra da mezarında yetişen otların birer dil olup aynı vazifeyi ifa etmesini dilemiştir. Onun Hz. Peygambere olan sevgisi, bu konuda kaleme aldığı şiirler, çeşitli menkıbelerın ortaya çıkmasına da yol açmıştır (bk. Kam 1993: 11; Tayyar-zâde Ahmed Ata Bey 1293:1 51-152 ).
Kasidelerinde Nef'î, gazellerinde Neşâtî'nin tesiri altında kalan Nazîm, Fehîm-i Kadîm'e de nazireler yazmıştır. Tasavvufî şiirleri bulunmakla beraber, şiirlerinde daha çok aşıkane ve rindane konuları işlediği ve şarkılar yazdığı görülmektedir. Devrinin velûd şairlerinden biri olan şair, çok uzun kasideler de kaleme almıştır. Muasırlarından Arpa-emîni-zâde Sâmi Efendi gibi şairlerce şiirleri tanzir edilen şairin şiiri, Seyyid Vehbi de Vekâletname'sindede övülmüştür. Nazîm'in şairliği kadar şöhret ve başarı elde ettiği bir diğer saha bestekârlığıdır. Bu sahada devrinde oldukça maharet göstermiş, padişahın huzurunda bizzat fasıllar icra ederek onun beğenisini kazanmıştır (Behar 2010:96). Murabba, nakış beste, nakış ağır semâi, nakış yürük semai ve şarkı formunda beş yüze yakın eser bestelemiş, üç yüze yakın güftesi de mecmualarda tespit edilmiştir. Besteleri daha çok Bayati makamındadır. Bunlardan ikisi günümüze kadar ulaşmıştır. Fakat bunlardan zamanımıza kadar sadece sekizi gelebilmiştir (Aksüt 1992:51). TRT repertuvarında ise altı bestesi ile birer semai ve şarkısı yer almaktadır. Nazîm, bestelediği eserlerin güftelerini muhtelif şairlerin divanından aldığı gibi bir çoğunu da kendi şiirleri arasından seçmiştir. Ayrıca şiirleri pek çok bestekâr tarafından bestelenmiştir. (Kam 1933:22) Es'ad Efendi, onun aynı zamanda tiz ve güzel bir sese sahip olduğunu da ifade eder (Behar 2010:277).
Kaynakça
Abdulkadiroğlu, Abdulkerim (hzl.) (1999). İsmail Beliğ Nu'hbetü'l Asar Li-Zeyli Zübdeti'l-Eş'ar. Ankara: AKM Yay.476.
Aksüt, Sadun (1992).Türk Musıkisinin 100 Bestekârı.İstanbul:İnkılap Yay.
Behar, Cem (2010). Şeyhülislâm'ın Müziği (18. Yüzyılda Osmanlı/Türk Musıkisi ve Şeyhülislâm Es'ad Efendi'nin Atrâbü'l-Âsâr'ı). İstanbul:YKY.
Bursalı Mehmed Tahir (1338). Osmanlı Müellifleri. C.2. İstanbul: Ali Şükrü Matbaası.
Çapan, Pervin (hzl.) (2005). Mustafa Safâyî Efendi Tezkiretü’ş-Şu’arâ (Nuhbetü’l-Âsâr Min-Fevâ’idi’l-Eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 660.
Çifçi, Ömer (1996) (hzl). Hâtimetü’l- Eş‘âr (Fatîn Tezkiresi). Yüksek Lisans Tezi. Malatya: İnönü Üniversitesi.
Gümüş. Nevin (hzl.) (1992). Yahya Nazîm Dîvânı I (İnceleme-Metin).Yüksek Lisans Tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi.
Gümüş, Nevin (1995). "Yahya Nazîm Divanında Sevgiliye Ait Güzellik Unsurları İle Aşık-Maşuk-Rakib Münasebeti". Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. (6): 231-247.
Gümüş, Nevin (2010). "Bir Tarih Kıtası Örneğinde Metnin İlk Muhatabı Olmak". Turkish Studies International Periodical For the Languages. (5/4): 1174-1185.
İnce, Adnan (hzl.) (2005). Tezkiretü’ş-Şu’arâ Sâlim Efendi. Ankara: AKM Yay.
Kam, Ruşen Ferid (1933). Bestegâr-Şair Nazîm, Hayatı ve Eserleri Hakkında Tetkîkat. İstanbul: Hilâl Matbaası.
Kutlar, Fatma Sabiha (2004). Arpaemini-zâde Mustafa Sami Divan. Ankara.
Mehmed Süreyya Bey (1311). Sicil-i Osmânî. C.3. İstanbul: Matbaa-i Âmire.568.
Tayyar-zâde Ahmed Ata Efendi (1293). Ata Tarihi. C.4. İstanbul: Yahya Efendi Matbaası.51.
Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul: Matbaa-i Âmire.
Ziyâ Paşa (1291). Harâbât (mukaddime). İstanbul: Matbaa-i Âmire.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ NEVİN GÜMÜŞYayın Tarihi: 22.11.2014Güncelleme Tarihi: 14.11.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Gül gibi destine o ki lebrîz-i câm alur
Peymânesi tolunca bu gülşende kâm alur
Zâhirde yâre kendüyi bîgâne gösteren
Baksan nihânî her nigehinden selâm alur
Nakd-i niyâz ile dil-i hûbânı cem‘ iden
Ferş-i harem-serâ-yı visâle ruhâm alur
Reftâre gelse cilve-i nâz ile âşıkuñ
Evvel kademde aklın o kadd-i kıyâm alur
Ebrûsınuñ hilâlini dil ayda bir görüp
Ol mehveşüñ vazîfe-i hüsnin temâm alur
Zann eylerüm nasîbi gelür gaybdan o kim
Va’d-i visâl ile o dehenden peyâm alur
Hurşîd gibi çarh-ı siyeh-kâseden müdâm
Bir kurs ile kanâ’at iden intikâm alur
Zülfiyle seyr-i hüsnüni setr eylemez bana
Cânân-ı Nazîm şâm u seherde du’âm alur
Arz eylesem bu gevher-i nâ-suftemi nola
Tâc-ı ser-i kirâm o hân-ı benâm alur
Hacı Delim Girây ki evsâfın eyleyen
Nâkıs da olsa câ’izesin bi’t-temâm alur
Hâk-i der-i sa’âdetine rûymâl iden
Çeşm-i ümîde kuhl-i cilâ-yı merâm alur
Arz itmesün felekde meh ü mihr rif’atin
Ol mansıbı derinde bir ednâ gulâm alur
Olsun kemâl ü 'ömri füzûn tâ ki ehl-i dil
Ders-i du’â-yı devletini subh u şâm alur
Her subhı subh-ı ‘ıyd ola şâmı şâm-ı Kadir
Tekbîr-i rûz-ı ‘ıydı ki ehl-i sıyâm alur
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 70).
Gazel
Düşmen-i ehl-i hüner olma hazer
Düşmenüñ olsa dahi ehl-i hüner
Aybuña kimse nazar itmez iken
Aybına kimselerüñ itme nazar
Her kime 'ucb ile iderse nigâh
Ol göz olur başuña ayn-ı zarar
Hak sözi gûş idicek eyle kabul
Kavlüme kâ’il iseñ ey dil eger
Nâle-i ehl-i dili alma sakın
Kalbüñe taş ise de eyler eser
Dost kim ebleh ola terk it anı
Düşmenüñ âkıl ise çekme keder
Vuslat-ı yâre ere çâre Nazîm
Böylece olsa saña dârû-yı ter
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 92-93).
Gazel
Ol kim misâl-i hâle meh-i mihribânı var
On dört yaşında sînede bir nev-civânı var
Yârün hümâ-yı kâkülinüñ sâyesindedür
Bir bî-dilin başında ki devlet nişânı var
Hûnîn terâne bülbül-i gülzâr-ı şevkdür
Gül gibi ol ki câm-ı mey-i erguvânı var
Cânlar bağışlar ol sanemüñ zülf-i dilkeşi
Hâşâ ki beñzeye büt-i deyrün ne cânı var
Hoş geçse sâyesinde nola cûybâr-veş
Ol kim zemîn-i sînede serv-i revânı var
Mânend-i berk göz yumup açınca der-bekâ
Ey dil gerekse geşt ü güzâr it cihânı var
Lâbüd olur biter yitişür mîve-i murâd
Sabr eyle ey Nazîm bilürsüñ zamânı var
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 84-86).
*Acem makamında bestelenmiştir. (Sadün Aksüt)
Kaside
Şiddet-i deyden olup efsürde sertâser zemîn
Hâne-i âyînede sermâ çıkardı erba‘în
Âlemi sırça-sarây itdi yine şâh-ı şitâ
Çekdi mînâdan basît-i hâke bir nat‘-ı güzîn
Şu‘le mâh encüm-şerâr aña şihâb oldı ‘alev
Fasl-ı deydür yakdı âteş-dânını çarh-ı metîn
Âteşî sincâb-ı hâkister be-dûş itdi şitâ
Berfden giyderdi sermâ hâke kakum-ı postîn
Mâh-ı nev zann eyleme âvîhte yah-pâredür
Zîr-i bâmından nümâyân itdi bu nüh şeh-nişîn
Berk sanma zeyl-i bâğ-ı dehre bâd-ı sun‘ ile
Târem-i ‘ulvîden îsâr oldı berg-i yâsemîn
Dirhem-i berk ü nücûmuñ destine gırbâl olup
Hurdesin dökdi yire sarrâf-ı çarh-ı hurde-bîn
Penbe-rîz oldı gümânından yine hallâc-ı dehr
Berf sandı ditredi cism-i yetîmân-ı hazîn
Müşg ile kâfûrdur şâm-ı siyeh berf-i sefîd
İtdi ârâyiş dükânın Behmen-i serd ü haşîn
Âsmâna eyledi te‘sîr-i bâd-ı mihr-cân
İtdi yahdan menkal-i mihri sipihr-i çâr-mîn
Savlet-i deyden olurdı lerze-nâk sîne-çâk
Şîr-i berfine dûçâr olsa bu dem şîr-i gazîn
Kesret-i berf ol kadar kim yolda eylerdi hatâ
Çıksa sahrâya künâmından eğer âhû-yı Çîn
Pâre pâre kef nisâr oldı dehânından yire
Berfdür sanma eserdi üştür-i çarh-i berîn
Serdî-i dey bahr-i mevvâcı musattah gösterip
Kaldı zîr-i yahda deryâda olan çîn-i cebîn
İtdi izhâr-ı bürûdet tünd-bâd-ı zemherîr
Cebhe-i ebr-i matîr olsa ‘aceb mi çîn çîn
Habs idüp enhâr-ı kec-reftârı sultân-ı şitâ
Dest-bürd-i berd ile çekdi hisâr-ı âhenîn
Bîm-i deyden giydi sencâb-ı sehâbı âfitâb
Kaldı hâkisterde ahker-veş o rûy-ı âteşîn
Toñdurup eşcâr-ı bâğı serdî-i bâd-ı harîf
Bir perîdür şîşede yah-beste her nahl-i güzîn
Hükm-i sermâ ol kadar eşyâya te’sîr itdi kim
Oldı efsürde sadefde katre-i dürr-i semîn
Pençe-i Behmen kabâ-yı sebz-i eşcârı yine
Pâre pâre itdi ne dâmen kodı ne âstîn
Kalb-i saht-ı yâre te’sîr irmez oldı sûz-ı dil
Gûyiyâ toñdı şitâdan nâle-i âh u enîn
Serdî-i bâd-ı şitâdan mihr ü mâhı hıfz içün
Gökde kat kat perdeler çekdi sehâb-ı ‘anberîn
Yir yir âvîze olan yah-pâre sanma çekdiler
Hasmına sultân-ı dînüñ cünd-i sermâ tîg-ı kîn
Pertev-i nûr-ı Hudâ kim oldılar pervâne-vâr
Cem‘-i şem‘-i bezm-i mihr-i enbiyâ vü mürselîn
Nüktedân-ı li-ma‘allah mahrem-i bezm-i şuhûd
Vâkıf-ı esrâr-ı halvet-hâne-i ‘ayne’l-yakîn
Pâdişâh-ı ‘arş-mesned kim muti‘-i şer‘idür
Enbiyâ vü mürselîn ü evliyâ-yı kümmelîn
Kulzüm-i ‘ummân-ı ‘irfân kim yanında katredür
Bahr-i bî-ka‘r-ı ‘ulûm-ı evvelîn ü âhirîn
Râyet-efrâz-ı zafer kim oldı itdikçe cihâd
Tîr-i nusretdür kemân ü cünd-i fursatdur kemîn
Cân-ı ‘âlem ‘âlem-i cân rûh-ı sadr-ı kün-fekân
Nûr-bahş-ı cebhe-i îmân çerâğ-efrûz-ı dîn
Lücce-i ‘afv-ı şefâ‘at kân-ı cûd-ı merhamet
Çâre-sâz-ı ‘illet-i ümmet şefî‘ü’l-müznibîn
Mefhar-ı her dü-cihân bâlâ-nişîn vâlâ-nişân
Dâver-i ‘arş-âsitân Sidre-mekân Refref-mekîn
Şâhid-i kâşâne-i İsrâ habîb-i Kibriyâ
Şehriyâr-ı ‘âlem-ârâ şehsuvâr-ı nâzenîn
Ahmed-i mürsel Habîbullâh Muhammed Mustafa
Nâzenîn-i kurb-ı Hak mahbûb-ı Rabbi’l-‘âlemîn
Ol şeh-i kevn ü mekânuñ çâr-yâr-ı bâ-safâ
Her biri oldı binâ-yı şer‘ine rükn-i rekîn
Ol şehüñ mahşerde iki gâşiye-ber-dûşıdur
Muttasıl ‘afv ü şefâ‘atdür yesâr u der-yemîn
Sâhibü’l-mi‘râc o peygamber ki esb-i kadrinüñ
Cilve-gâhı ‘arş-ı a‘la oldı kâm-ı evvelîn
Zıllı ol nûr-ı Hudânuñ düşmese hâke n'ola
Cismini rûh-ı musavver eylemiş cân-âferîn
Ravza-i cennet harîm-i câhına ferrâş olup
Eyledi çârûb müjgânum dü-çeşm-i hûr-ı ‘în
Şevk-yâb-ı feyz-i güftârı dil ü cân-ı kelîm
Zevk-bahş-ı rûh-ı ‘Îsadur o nutk-ı sükkerîn
Âsitân-ı câhınuñ züvvârı ervâh-ı kirâm
Suffe-i dergâhınuñ huddâmı ashâb-ı güzîn
Sâkin-i cennet zemîn-i dergehi Kerrûbiyân
Zâ‘ir-i Beytü’l-harâm ravzası Rûhü’l-emîn
Rîzesinüñ reh-güzâr-ı rezmi fark-ı ferkadân
Kürsî-i pây-ı rikâb-ı ‘azmi çarh-ı heftümîn
Zîr-i rânende o bî-hemtâ Burâk-ı dil-keşüñ
Yâl-i şehbâl-i Hümâ tâvûs-dem ‘Ankâ-serîn
Şânına şâyân değüldür fi’l-mesel olsa eğer
Mâh-ı nev sîmîn-rikâb ü mihr aña zerrîn-zîn
Kande kim ‘atf-ı ‘inân itse livâ-yı ‘azmine
Şukkadur nasrun minallâh sırr-ı ‘ilm feth-i mübîn
Mâlik olmuşdı risâletle nübüvvet mülkine
Olmamışken rûh-ı Âdem cilve-bahş-ı mâ ve’t-tîn
Dehre hükm itdi Süleymân nebî bir mühr ile
Oldılar ammâ Süleymânlar aña zîr-i nigîn
Her kemîne bende-i fermânınuñ vakt-i ‘atâ
Kemterîne bahşişi mahsûl-i sad genc ü defîn
Vâsıl-ı dergâh-ı huld eyvânınuñ tesbîhidür
Hâzihi cennâtü ‘adnin fedhulühâ hâlidîn
Sâ’il-i dergâhınuñ ser-nâme-i ikbâlinüñ
Yazdılar ‘unvânını ‘izzet-karîn devlet-rehîn
Hâşelillâh dâhil-i dârü’l-emân-ı hıfzına
Haşre dek fırsat bula igvâya iblis-i la‘în
Pâdişâhâ kurb-câhâ ‘arş-dergâha şehâ
Ey vücûh-ı nâm ile vâlâ-ter ü bâlâ-terîn
Sen o sultân-ı dü-‘âlemsin ki itseñ iltifât
Dehre hükm eyler Süleymân gibi her ‘abd-i kemîn
‘Âcîzân-ı haşre itmiş Hak seni kehf’ü'l-emân
‘Afv ü lûtfuñdur ‘usât-ı ümmete hısn-ı hasîn
Gülşen-i vasf-ı sıfâtuñda yine cûşân olup
Akdı bir âb-ı revân gibi bu şi’r-i dil-nişîn
Mihr-i mührüñ hasretinden oldum engüşt-i pesîn
Yâ Nebî eyle beni şâyeste-i engüşterîn
Pîr ü bernâ hâk-i pâk-i ravzañı sevgend ider
Ey gubâr-ı dergehüñ tâc-ı şeref-bahş-ı yemîn
Feyz-i na‘tuñ virdi sad-gûne halâvet nazmuma
Şîr ile şîrîn olur perverde olsa engübîn
Rûmda Hassan olam vasf-ı sıfâtuñda eger
Feyz-i zâtuñla olursañ ben senâ-kâre mu‘în
‘Ömrüm oldukça senâña bezl idem makdûrumı
Söyleye ins ü melek arz u semâda âferîn
Lûtfuña ihsânuña kaldum iki destüm tehî
Sâ’ilüm eyle simât-ı şefkatüñden rîze-çîn
Yâ Resûlallâh Nazîm-i bî-kesi eyle kabûl
Anı redd itme bi-hakk-ı sâhb u âl ü tâbi‘în
Seyyi‘âtum sığmaz oldı defter-i a‘mâlüme
Cürmümi tahrîrden kaldı Kirâmen Kâtibîn
Şerr-i şûrından rehâ bulmak müyesser olmadı
Mâni‘-i hayr-ı ‘ameldür nefs-i şerîr ü mehîn
Sehv ile uydum hevâ-yı nefse itdüm ma‘siyet
Âdemi lâbüd belâya uğradur sû‘-i karîn
Geçdi gafletle şeb ü rûzum dirîgâ bilmedüm
Zâyi‘ oldı bîhûde bunca şühûr ile sinîn
Oldı cüz‘-i a‘zam-ı terkîb-i ‘isyân u fesâd
Turfa ma‘cûndur bu nakş-ı bed-sirişt ü bed-‘acîn
Besdür ey hâme yiter tarh-ı makâl-i germ ü serd
Tâ-be-key teksîr-i güftâr eyledüñ gass u semîn
Geldi hengâm-ı du‘â dergâh-ı Hakka el açup
Bir du‘â kıl kim kabûl ide mücîbü’s-sâ’ilîn
Tâ ki mâlâmâl idüp dehri zemistân berf ile
Hükmin icrâ eyleye fasl-ı şitâda erba’în
Tâ ki geh gâlib gehî mağlûb olup sayf u şitâ
Olalar germâ vü sermâ in berân u an berîn
Başına yağa tegerg-i gussa hasm-ı şer‘inüñ
Şiddet-i berf-i mesâ’ible ola endûh-gîn
Dostân-ı hânedânı hurrem ü handân olup
Düşmen-i câhı ola mahzûn u nâ-şâd u gamîn
Ehl-i diller vasfın itdikçe disünler ol şehüñ
Gûş idenler Rahmetullahi ‘aleyhim ecma‘în
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 23-25).
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 22.11.2014Güncelleme Tarihi: 14.11.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Gül gibi destine o ki lebrîz-i câm alur
Peymânesi tolunca bu gülşende kâm alur
Zâhirde yâre kendüyi bîgâne gösteren
Baksan nihânî her nigehinden selâm alur
Nakd-i niyâz ile dil-i hûbânı cem‘ iden
Ferş-i harem-serâ-yı visâle ruhâm alur
Reftâre gelse cilve-i nâz ile âşıkuñ
Evvel kademde aklın o kadd-i kıyâm alur
Ebrûsınuñ hilâlini dil ayda bir görüp
Ol mehveşüñ vazîfe-i hüsnin temâm alur
Zann eylerüm nasîbi gelür gaybdan o kim
Va’d-i visâl ile o dehenden peyâm alur
Hurşîd gibi çarh-ı siyeh-kâseden müdâm
Bir kurs ile kanâ’at iden intikâm alur
Zülfiyle seyr-i hüsnüni setr eylemez bana
Cânân-ı Nazîm şâm u seherde du’âm alur
Arz eylesem bu gevher-i nâ-suftemi nola
Tâc-ı ser-i kirâm o hân-ı benâm alur
Hacı Delim Girây ki evsâfın eyleyen
Nâkıs da olsa câ’izesin bi’t-temâm alur
Hâk-i der-i sa’âdetine rûymâl iden
Çeşm-i ümîde kuhl-i cilâ-yı merâm alur
Arz itmesün felekde meh ü mihr rif’atin
Ol mansıbı derinde bir ednâ gulâm alur
Olsun kemâl ü 'ömri füzûn tâ ki ehl-i dil
Ders-i du’â-yı devletini subh u şâm alur
Her subhı subh-ı ‘ıyd ola şâmı şâm-ı Kadir
Tekbîr-i rûz-ı ‘ıydı ki ehl-i sıyâm alur
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 70).
Gazel
Düşmen-i ehl-i hüner olma hazer
Düşmenüñ olsa dahi ehl-i hüner
Aybuña kimse nazar itmez iken
Aybına kimselerüñ itme nazar
Her kime 'ucb ile iderse nigâh
Ol göz olur başuña ayn-ı zarar
Hak sözi gûş idicek eyle kabul
Kavlüme kâ’il iseñ ey dil eger
Nâle-i ehl-i dili alma sakın
Kalbüñe taş ise de eyler eser
Dost kim ebleh ola terk it anı
Düşmenüñ âkıl ise çekme keder
Vuslat-ı yâre ere çâre Nazîm
Böylece olsa saña dârû-yı ter
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 92-93).
Gazel
Ol kim misâl-i hâle meh-i mihribânı var
On dört yaşında sînede bir nev-civânı var
Yârün hümâ-yı kâkülinüñ sâyesindedür
Bir bî-dilin başında ki devlet nişânı var
Hûnîn terâne bülbül-i gülzâr-ı şevkdür
Gül gibi ol ki câm-ı mey-i erguvânı var
Cânlar bağışlar ol sanemüñ zülf-i dilkeşi
Hâşâ ki beñzeye büt-i deyrün ne cânı var
Hoş geçse sâyesinde nola cûybâr-veş
Ol kim zemîn-i sînede serv-i revânı var
Mânend-i berk göz yumup açınca der-bekâ
Ey dil gerekse geşt ü güzâr it cihânı var
Lâbüd olur biter yitişür mîve-i murâd
Sabr eyle ey Nazîm bilürsüñ zamânı var
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 84-86).
*Acem makamında bestelenmiştir. (Sadün Aksüt)
Kaside
Şiddet-i deyden olup efsürde sertâser zemîn
Hâne-i âyînede sermâ çıkardı erba‘în
Âlemi sırça-sarây itdi yine şâh-ı şitâ
Çekdi mînâdan basît-i hâke bir nat‘-ı güzîn
Şu‘le mâh encüm-şerâr aña şihâb oldı ‘alev
Fasl-ı deydür yakdı âteş-dânını çarh-ı metîn
Âteşî sincâb-ı hâkister be-dûş itdi şitâ
Berfden giyderdi sermâ hâke kakum-ı postîn
Mâh-ı nev zann eyleme âvîhte yah-pâredür
Zîr-i bâmından nümâyân itdi bu nüh şeh-nişîn
Berk sanma zeyl-i bâğ-ı dehre bâd-ı sun‘ ile
Târem-i ‘ulvîden îsâr oldı berg-i yâsemîn
Dirhem-i berk ü nücûmuñ destine gırbâl olup
Hurdesin dökdi yire sarrâf-ı çarh-ı hurde-bîn
Penbe-rîz oldı gümânından yine hallâc-ı dehr
Berf sandı ditredi cism-i yetîmân-ı hazîn
Müşg ile kâfûrdur şâm-ı siyeh berf-i sefîd
İtdi ârâyiş dükânın Behmen-i serd ü haşîn
Âsmâna eyledi te‘sîr-i bâd-ı mihr-cân
İtdi yahdan menkal-i mihri sipihr-i çâr-mîn
Savlet-i deyden olurdı lerze-nâk sîne-çâk
Şîr-i berfine dûçâr olsa bu dem şîr-i gazîn
Kesret-i berf ol kadar kim yolda eylerdi hatâ
Çıksa sahrâya künâmından eğer âhû-yı Çîn
Pâre pâre kef nisâr oldı dehânından yire
Berfdür sanma eserdi üştür-i çarh-i berîn
Serdî-i dey bahr-i mevvâcı musattah gösterip
Kaldı zîr-i yahda deryâda olan çîn-i cebîn
İtdi izhâr-ı bürûdet tünd-bâd-ı zemherîr
Cebhe-i ebr-i matîr olsa ‘aceb mi çîn çîn
Habs idüp enhâr-ı kec-reftârı sultân-ı şitâ
Dest-bürd-i berd ile çekdi hisâr-ı âhenîn
Bîm-i deyden giydi sencâb-ı sehâbı âfitâb
Kaldı hâkisterde ahker-veş o rûy-ı âteşîn
Toñdurup eşcâr-ı bâğı serdî-i bâd-ı harîf
Bir perîdür şîşede yah-beste her nahl-i güzîn
Hükm-i sermâ ol kadar eşyâya te’sîr itdi kim
Oldı efsürde sadefde katre-i dürr-i semîn
Pençe-i Behmen kabâ-yı sebz-i eşcârı yine
Pâre pâre itdi ne dâmen kodı ne âstîn
Kalb-i saht-ı yâre te’sîr irmez oldı sûz-ı dil
Gûyiyâ toñdı şitâdan nâle-i âh u enîn
Serdî-i bâd-ı şitâdan mihr ü mâhı hıfz içün
Gökde kat kat perdeler çekdi sehâb-ı ‘anberîn
Yir yir âvîze olan yah-pâre sanma çekdiler
Hasmına sultân-ı dînüñ cünd-i sermâ tîg-ı kîn
Pertev-i nûr-ı Hudâ kim oldılar pervâne-vâr
Cem‘-i şem‘-i bezm-i mihr-i enbiyâ vü mürselîn
Nüktedân-ı li-ma‘allah mahrem-i bezm-i şuhûd
Vâkıf-ı esrâr-ı halvet-hâne-i ‘ayne’l-yakîn
Pâdişâh-ı ‘arş-mesned kim muti‘-i şer‘idür
Enbiyâ vü mürselîn ü evliyâ-yı kümmelîn
Kulzüm-i ‘ummân-ı ‘irfân kim yanında katredür
Bahr-i bî-ka‘r-ı ‘ulûm-ı evvelîn ü âhirîn
Râyet-efrâz-ı zafer kim oldı itdikçe cihâd
Tîr-i nusretdür kemân ü cünd-i fursatdur kemîn
Cân-ı ‘âlem ‘âlem-i cân rûh-ı sadr-ı kün-fekân
Nûr-bahş-ı cebhe-i îmân çerâğ-efrûz-ı dîn
Lücce-i ‘afv-ı şefâ‘at kân-ı cûd-ı merhamet
Çâre-sâz-ı ‘illet-i ümmet şefî‘ü’l-müznibîn
Mefhar-ı her dü-cihân bâlâ-nişîn vâlâ-nişân
Dâver-i ‘arş-âsitân Sidre-mekân Refref-mekîn
Şâhid-i kâşâne-i İsrâ habîb-i Kibriyâ
Şehriyâr-ı ‘âlem-ârâ şehsuvâr-ı nâzenîn
Ahmed-i mürsel Habîbullâh Muhammed Mustafa
Nâzenîn-i kurb-ı Hak mahbûb-ı Rabbi’l-‘âlemîn
Ol şeh-i kevn ü mekânuñ çâr-yâr-ı bâ-safâ
Her biri oldı binâ-yı şer‘ine rükn-i rekîn
Ol şehüñ mahşerde iki gâşiye-ber-dûşıdur
Muttasıl ‘afv ü şefâ‘atdür yesâr u der-yemîn
Sâhibü’l-mi‘râc o peygamber ki esb-i kadrinüñ
Cilve-gâhı ‘arş-ı a‘la oldı kâm-ı evvelîn
Zıllı ol nûr-ı Hudânuñ düşmese hâke n'ola
Cismini rûh-ı musavver eylemiş cân-âferîn
Ravza-i cennet harîm-i câhına ferrâş olup
Eyledi çârûb müjgânum dü-çeşm-i hûr-ı ‘în
Şevk-yâb-ı feyz-i güftârı dil ü cân-ı kelîm
Zevk-bahş-ı rûh-ı ‘Îsadur o nutk-ı sükkerîn
Âsitân-ı câhınuñ züvvârı ervâh-ı kirâm
Suffe-i dergâhınuñ huddâmı ashâb-ı güzîn
Sâkin-i cennet zemîn-i dergehi Kerrûbiyân
Zâ‘ir-i Beytü’l-harâm ravzası Rûhü’l-emîn
Rîzesinüñ reh-güzâr-ı rezmi fark-ı ferkadân
Kürsî-i pây-ı rikâb-ı ‘azmi çarh-ı heftümîn
Zîr-i rânende o bî-hemtâ Burâk-ı dil-keşüñ
Yâl-i şehbâl-i Hümâ tâvûs-dem ‘Ankâ-serîn
Şânına şâyân değüldür fi’l-mesel olsa eğer
Mâh-ı nev sîmîn-rikâb ü mihr aña zerrîn-zîn
Kande kim ‘atf-ı ‘inân itse livâ-yı ‘azmine
Şukkadur nasrun minallâh sırr-ı ‘ilm feth-i mübîn
Mâlik olmuşdı risâletle nübüvvet mülkine
Olmamışken rûh-ı Âdem cilve-bahş-ı mâ ve’t-tîn
Dehre hükm itdi Süleymân nebî bir mühr ile
Oldılar ammâ Süleymânlar aña zîr-i nigîn
Her kemîne bende-i fermânınuñ vakt-i ‘atâ
Kemterîne bahşişi mahsûl-i sad genc ü defîn
Vâsıl-ı dergâh-ı huld eyvânınuñ tesbîhidür
Hâzihi cennâtü ‘adnin fedhulühâ hâlidîn
Sâ’il-i dergâhınuñ ser-nâme-i ikbâlinüñ
Yazdılar ‘unvânını ‘izzet-karîn devlet-rehîn
Hâşelillâh dâhil-i dârü’l-emân-ı hıfzına
Haşre dek fırsat bula igvâya iblis-i la‘în
Pâdişâhâ kurb-câhâ ‘arş-dergâha şehâ
Ey vücûh-ı nâm ile vâlâ-ter ü bâlâ-terîn
Sen o sultân-ı dü-‘âlemsin ki itseñ iltifât
Dehre hükm eyler Süleymân gibi her ‘abd-i kemîn
‘Âcîzân-ı haşre itmiş Hak seni kehf’ü'l-emân
‘Afv ü lûtfuñdur ‘usât-ı ümmete hısn-ı hasîn
Gülşen-i vasf-ı sıfâtuñda yine cûşân olup
Akdı bir âb-ı revân gibi bu şi’r-i dil-nişîn
Mihr-i mührüñ hasretinden oldum engüşt-i pesîn
Yâ Nebî eyle beni şâyeste-i engüşterîn
Pîr ü bernâ hâk-i pâk-i ravzañı sevgend ider
Ey gubâr-ı dergehüñ tâc-ı şeref-bahş-ı yemîn
Feyz-i na‘tuñ virdi sad-gûne halâvet nazmuma
Şîr ile şîrîn olur perverde olsa engübîn
Rûmda Hassan olam vasf-ı sıfâtuñda eger
Feyz-i zâtuñla olursañ ben senâ-kâre mu‘în
‘Ömrüm oldukça senâña bezl idem makdûrumı
Söyleye ins ü melek arz u semâda âferîn
Lûtfuña ihsânuña kaldum iki destüm tehî
Sâ’ilüm eyle simât-ı şefkatüñden rîze-çîn
Yâ Resûlallâh Nazîm-i bî-kesi eyle kabûl
Anı redd itme bi-hakk-ı sâhb u âl ü tâbi‘în
Seyyi‘âtum sığmaz oldı defter-i a‘mâlüme
Cürmümi tahrîrden kaldı Kirâmen Kâtibîn
Şerr-i şûrından rehâ bulmak müyesser olmadı
Mâni‘-i hayr-ı ‘ameldür nefs-i şerîr ü mehîn
Sehv ile uydum hevâ-yı nefse itdüm ma‘siyet
Âdemi lâbüd belâya uğradur sû‘-i karîn
Geçdi gafletle şeb ü rûzum dirîgâ bilmedüm
Zâyi‘ oldı bîhûde bunca şühûr ile sinîn
Oldı cüz‘-i a‘zam-ı terkîb-i ‘isyân u fesâd
Turfa ma‘cûndur bu nakş-ı bed-sirişt ü bed-‘acîn
Besdür ey hâme yiter tarh-ı makâl-i germ ü serd
Tâ-be-key teksîr-i güftâr eyledüñ gass u semîn
Geldi hengâm-ı du‘â dergâh-ı Hakka el açup
Bir du‘â kıl kim kabûl ide mücîbü’s-sâ’ilîn
Tâ ki mâlâmâl idüp dehri zemistân berf ile
Hükmin icrâ eyleye fasl-ı şitâda erba’în
Tâ ki geh gâlib gehî mağlûb olup sayf u şitâ
Olalar germâ vü sermâ in berân u an berîn
Başına yağa tegerg-i gussa hasm-ı şer‘inüñ
Şiddet-i berf-i mesâ’ible ola endûh-gîn
Dostân-ı hânedânı hurrem ü handân olup
Düşmen-i câhı ola mahzûn u nâ-şâd u gamîn
Ehl-i diller vasfın itdikçe disünler ol şehüñ
Gûş idenler Rahmetullahi ‘aleyhim ecma‘în
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 23-25).
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 14.11.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Gül gibi destine o ki lebrîz-i câm alur
Peymânesi tolunca bu gülşende kâm alur
Zâhirde yâre kendüyi bîgâne gösteren
Baksan nihânî her nigehinden selâm alur
Nakd-i niyâz ile dil-i hûbânı cem‘ iden
Ferş-i harem-serâ-yı visâle ruhâm alur
Reftâre gelse cilve-i nâz ile âşıkuñ
Evvel kademde aklın o kadd-i kıyâm alur
Ebrûsınuñ hilâlini dil ayda bir görüp
Ol mehveşüñ vazîfe-i hüsnin temâm alur
Zann eylerüm nasîbi gelür gaybdan o kim
Va’d-i visâl ile o dehenden peyâm alur
Hurşîd gibi çarh-ı siyeh-kâseden müdâm
Bir kurs ile kanâ’at iden intikâm alur
Zülfiyle seyr-i hüsnüni setr eylemez bana
Cânân-ı Nazîm şâm u seherde du’âm alur
Arz eylesem bu gevher-i nâ-suftemi nola
Tâc-ı ser-i kirâm o hân-ı benâm alur
Hacı Delim Girây ki evsâfın eyleyen
Nâkıs da olsa câ’izesin bi’t-temâm alur
Hâk-i der-i sa’âdetine rûymâl iden
Çeşm-i ümîde kuhl-i cilâ-yı merâm alur
Arz itmesün felekde meh ü mihr rif’atin
Ol mansıbı derinde bir ednâ gulâm alur
Olsun kemâl ü 'ömri füzûn tâ ki ehl-i dil
Ders-i du’â-yı devletini subh u şâm alur
Her subhı subh-ı ‘ıyd ola şâmı şâm-ı Kadir
Tekbîr-i rûz-ı ‘ıydı ki ehl-i sıyâm alur
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 70).
Gazel
Düşmen-i ehl-i hüner olma hazer
Düşmenüñ olsa dahi ehl-i hüner
Aybuña kimse nazar itmez iken
Aybına kimselerüñ itme nazar
Her kime 'ucb ile iderse nigâh
Ol göz olur başuña ayn-ı zarar
Hak sözi gûş idicek eyle kabul
Kavlüme kâ’il iseñ ey dil eger
Nâle-i ehl-i dili alma sakın
Kalbüñe taş ise de eyler eser
Dost kim ebleh ola terk it anı
Düşmenüñ âkıl ise çekme keder
Vuslat-ı yâre ere çâre Nazîm
Böylece olsa saña dârû-yı ter
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 92-93).
Gazel
Ol kim misâl-i hâle meh-i mihribânı var
On dört yaşında sînede bir nev-civânı var
Yârün hümâ-yı kâkülinüñ sâyesindedür
Bir bî-dilin başında ki devlet nişânı var
Hûnîn terâne bülbül-i gülzâr-ı şevkdür
Gül gibi ol ki câm-ı mey-i erguvânı var
Cânlar bağışlar ol sanemüñ zülf-i dilkeşi
Hâşâ ki beñzeye büt-i deyrün ne cânı var
Hoş geçse sâyesinde nola cûybâr-veş
Ol kim zemîn-i sînede serv-i revânı var
Mânend-i berk göz yumup açınca der-bekâ
Ey dil gerekse geşt ü güzâr it cihânı var
Lâbüd olur biter yitişür mîve-i murâd
Sabr eyle ey Nazîm bilürsüñ zamânı var
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 84-86).
*Acem makamında bestelenmiştir. (Sadün Aksüt)
Kaside
Şiddet-i deyden olup efsürde sertâser zemîn
Hâne-i âyînede sermâ çıkardı erba‘în
Âlemi sırça-sarây itdi yine şâh-ı şitâ
Çekdi mînâdan basît-i hâke bir nat‘-ı güzîn
Şu‘le mâh encüm-şerâr aña şihâb oldı ‘alev
Fasl-ı deydür yakdı âteş-dânını çarh-ı metîn
Âteşî sincâb-ı hâkister be-dûş itdi şitâ
Berfden giyderdi sermâ hâke kakum-ı postîn
Mâh-ı nev zann eyleme âvîhte yah-pâredür
Zîr-i bâmından nümâyân itdi bu nüh şeh-nişîn
Berk sanma zeyl-i bâğ-ı dehre bâd-ı sun‘ ile
Târem-i ‘ulvîden îsâr oldı berg-i yâsemîn
Dirhem-i berk ü nücûmuñ destine gırbâl olup
Hurdesin dökdi yire sarrâf-ı çarh-ı hurde-bîn
Penbe-rîz oldı gümânından yine hallâc-ı dehr
Berf sandı ditredi cism-i yetîmân-ı hazîn
Müşg ile kâfûrdur şâm-ı siyeh berf-i sefîd
İtdi ârâyiş dükânın Behmen-i serd ü haşîn
Âsmâna eyledi te‘sîr-i bâd-ı mihr-cân
İtdi yahdan menkal-i mihri sipihr-i çâr-mîn
Savlet-i deyden olurdı lerze-nâk sîne-çâk
Şîr-i berfine dûçâr olsa bu dem şîr-i gazîn
Kesret-i berf ol kadar kim yolda eylerdi hatâ
Çıksa sahrâya künâmından eğer âhû-yı Çîn
Pâre pâre kef nisâr oldı dehânından yire
Berfdür sanma eserdi üştür-i çarh-i berîn
Serdî-i dey bahr-i mevvâcı musattah gösterip
Kaldı zîr-i yahda deryâda olan çîn-i cebîn
İtdi izhâr-ı bürûdet tünd-bâd-ı zemherîr
Cebhe-i ebr-i matîr olsa ‘aceb mi çîn çîn
Habs idüp enhâr-ı kec-reftârı sultân-ı şitâ
Dest-bürd-i berd ile çekdi hisâr-ı âhenîn
Bîm-i deyden giydi sencâb-ı sehâbı âfitâb
Kaldı hâkisterde ahker-veş o rûy-ı âteşîn
Toñdurup eşcâr-ı bâğı serdî-i bâd-ı harîf
Bir perîdür şîşede yah-beste her nahl-i güzîn
Hükm-i sermâ ol kadar eşyâya te’sîr itdi kim
Oldı efsürde sadefde katre-i dürr-i semîn
Pençe-i Behmen kabâ-yı sebz-i eşcârı yine
Pâre pâre itdi ne dâmen kodı ne âstîn
Kalb-i saht-ı yâre te’sîr irmez oldı sûz-ı dil
Gûyiyâ toñdı şitâdan nâle-i âh u enîn
Serdî-i bâd-ı şitâdan mihr ü mâhı hıfz içün
Gökde kat kat perdeler çekdi sehâb-ı ‘anberîn
Yir yir âvîze olan yah-pâre sanma çekdiler
Hasmına sultân-ı dînüñ cünd-i sermâ tîg-ı kîn
Pertev-i nûr-ı Hudâ kim oldılar pervâne-vâr
Cem‘-i şem‘-i bezm-i mihr-i enbiyâ vü mürselîn
Nüktedân-ı li-ma‘allah mahrem-i bezm-i şuhûd
Vâkıf-ı esrâr-ı halvet-hâne-i ‘ayne’l-yakîn
Pâdişâh-ı ‘arş-mesned kim muti‘-i şer‘idür
Enbiyâ vü mürselîn ü evliyâ-yı kümmelîn
Kulzüm-i ‘ummân-ı ‘irfân kim yanında katredür
Bahr-i bî-ka‘r-ı ‘ulûm-ı evvelîn ü âhirîn
Râyet-efrâz-ı zafer kim oldı itdikçe cihâd
Tîr-i nusretdür kemân ü cünd-i fursatdur kemîn
Cân-ı ‘âlem ‘âlem-i cân rûh-ı sadr-ı kün-fekân
Nûr-bahş-ı cebhe-i îmân çerâğ-efrûz-ı dîn
Lücce-i ‘afv-ı şefâ‘at kân-ı cûd-ı merhamet
Çâre-sâz-ı ‘illet-i ümmet şefî‘ü’l-müznibîn
Mefhar-ı her dü-cihân bâlâ-nişîn vâlâ-nişân
Dâver-i ‘arş-âsitân Sidre-mekân Refref-mekîn
Şâhid-i kâşâne-i İsrâ habîb-i Kibriyâ
Şehriyâr-ı ‘âlem-ârâ şehsuvâr-ı nâzenîn
Ahmed-i mürsel Habîbullâh Muhammed Mustafa
Nâzenîn-i kurb-ı Hak mahbûb-ı Rabbi’l-‘âlemîn
Ol şeh-i kevn ü mekânuñ çâr-yâr-ı bâ-safâ
Her biri oldı binâ-yı şer‘ine rükn-i rekîn
Ol şehüñ mahşerde iki gâşiye-ber-dûşıdur
Muttasıl ‘afv ü şefâ‘atdür yesâr u der-yemîn
Sâhibü’l-mi‘râc o peygamber ki esb-i kadrinüñ
Cilve-gâhı ‘arş-ı a‘la oldı kâm-ı evvelîn
Zıllı ol nûr-ı Hudânuñ düşmese hâke n'ola
Cismini rûh-ı musavver eylemiş cân-âferîn
Ravza-i cennet harîm-i câhına ferrâş olup
Eyledi çârûb müjgânum dü-çeşm-i hûr-ı ‘în
Şevk-yâb-ı feyz-i güftârı dil ü cân-ı kelîm
Zevk-bahş-ı rûh-ı ‘Îsadur o nutk-ı sükkerîn
Âsitân-ı câhınuñ züvvârı ervâh-ı kirâm
Suffe-i dergâhınuñ huddâmı ashâb-ı güzîn
Sâkin-i cennet zemîn-i dergehi Kerrûbiyân
Zâ‘ir-i Beytü’l-harâm ravzası Rûhü’l-emîn
Rîzesinüñ reh-güzâr-ı rezmi fark-ı ferkadân
Kürsî-i pây-ı rikâb-ı ‘azmi çarh-ı heftümîn
Zîr-i rânende o bî-hemtâ Burâk-ı dil-keşüñ
Yâl-i şehbâl-i Hümâ tâvûs-dem ‘Ankâ-serîn
Şânına şâyân değüldür fi’l-mesel olsa eğer
Mâh-ı nev sîmîn-rikâb ü mihr aña zerrîn-zîn
Kande kim ‘atf-ı ‘inân itse livâ-yı ‘azmine
Şukkadur nasrun minallâh sırr-ı ‘ilm feth-i mübîn
Mâlik olmuşdı risâletle nübüvvet mülkine
Olmamışken rûh-ı Âdem cilve-bahş-ı mâ ve’t-tîn
Dehre hükm itdi Süleymân nebî bir mühr ile
Oldılar ammâ Süleymânlar aña zîr-i nigîn
Her kemîne bende-i fermânınuñ vakt-i ‘atâ
Kemterîne bahşişi mahsûl-i sad genc ü defîn
Vâsıl-ı dergâh-ı huld eyvânınuñ tesbîhidür
Hâzihi cennâtü ‘adnin fedhulühâ hâlidîn
Sâ’il-i dergâhınuñ ser-nâme-i ikbâlinüñ
Yazdılar ‘unvânını ‘izzet-karîn devlet-rehîn
Hâşelillâh dâhil-i dârü’l-emân-ı hıfzına
Haşre dek fırsat bula igvâya iblis-i la‘în
Pâdişâhâ kurb-câhâ ‘arş-dergâha şehâ
Ey vücûh-ı nâm ile vâlâ-ter ü bâlâ-terîn
Sen o sultân-ı dü-‘âlemsin ki itseñ iltifât
Dehre hükm eyler Süleymân gibi her ‘abd-i kemîn
‘Âcîzân-ı haşre itmiş Hak seni kehf’ü'l-emân
‘Afv ü lûtfuñdur ‘usât-ı ümmete hısn-ı hasîn
Gülşen-i vasf-ı sıfâtuñda yine cûşân olup
Akdı bir âb-ı revân gibi bu şi’r-i dil-nişîn
Mihr-i mührüñ hasretinden oldum engüşt-i pesîn
Yâ Nebî eyle beni şâyeste-i engüşterîn
Pîr ü bernâ hâk-i pâk-i ravzañı sevgend ider
Ey gubâr-ı dergehüñ tâc-ı şeref-bahş-ı yemîn
Feyz-i na‘tuñ virdi sad-gûne halâvet nazmuma
Şîr ile şîrîn olur perverde olsa engübîn
Rûmda Hassan olam vasf-ı sıfâtuñda eger
Feyz-i zâtuñla olursañ ben senâ-kâre mu‘în
‘Ömrüm oldukça senâña bezl idem makdûrumı
Söyleye ins ü melek arz u semâda âferîn
Lûtfuña ihsânuña kaldum iki destüm tehî
Sâ’ilüm eyle simât-ı şefkatüñden rîze-çîn
Yâ Resûlallâh Nazîm-i bî-kesi eyle kabûl
Anı redd itme bi-hakk-ı sâhb u âl ü tâbi‘în
Seyyi‘âtum sığmaz oldı defter-i a‘mâlüme
Cürmümi tahrîrden kaldı Kirâmen Kâtibîn
Şerr-i şûrından rehâ bulmak müyesser olmadı
Mâni‘-i hayr-ı ‘ameldür nefs-i şerîr ü mehîn
Sehv ile uydum hevâ-yı nefse itdüm ma‘siyet
Âdemi lâbüd belâya uğradur sû‘-i karîn
Geçdi gafletle şeb ü rûzum dirîgâ bilmedüm
Zâyi‘ oldı bîhûde bunca şühûr ile sinîn
Oldı cüz‘-i a‘zam-ı terkîb-i ‘isyân u fesâd
Turfa ma‘cûndur bu nakş-ı bed-sirişt ü bed-‘acîn
Besdür ey hâme yiter tarh-ı makâl-i germ ü serd
Tâ-be-key teksîr-i güftâr eyledüñ gass u semîn
Geldi hengâm-ı du‘â dergâh-ı Hakka el açup
Bir du‘â kıl kim kabûl ide mücîbü’s-sâ’ilîn
Tâ ki mâlâmâl idüp dehri zemistân berf ile
Hükmin icrâ eyleye fasl-ı şitâda erba’în
Tâ ki geh gâlib gehî mağlûb olup sayf u şitâ
Olalar germâ vü sermâ in berân u an berîn
Başına yağa tegerg-i gussa hasm-ı şer‘inüñ
Şiddet-i berf-i mesâ’ible ola endûh-gîn
Dostân-ı hânedânı hurrem ü handân olup
Düşmen-i câhı ola mahzûn u nâ-şâd u gamîn
Ehl-i diller vasfın itdikçe disünler ol şehüñ
Gûş idenler Rahmetullahi ‘aleyhim ecma‘în
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 23-25).
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Gazel
Gül gibi destine o ki lebrîz-i câm alur
Peymânesi tolunca bu gülşende kâm alur
Zâhirde yâre kendüyi bîgâne gösteren
Baksan nihânî her nigehinden selâm alur
Nakd-i niyâz ile dil-i hûbânı cem‘ iden
Ferş-i harem-serâ-yı visâle ruhâm alur
Reftâre gelse cilve-i nâz ile âşıkuñ
Evvel kademde aklın o kadd-i kıyâm alur
Ebrûsınuñ hilâlini dil ayda bir görüp
Ol mehveşüñ vazîfe-i hüsnin temâm alur
Zann eylerüm nasîbi gelür gaybdan o kim
Va’d-i visâl ile o dehenden peyâm alur
Hurşîd gibi çarh-ı siyeh-kâseden müdâm
Bir kurs ile kanâ’at iden intikâm alur
Zülfiyle seyr-i hüsnüni setr eylemez bana
Cânân-ı Nazîm şâm u seherde du’âm alur
Arz eylesem bu gevher-i nâ-suftemi nola
Tâc-ı ser-i kirâm o hân-ı benâm alur
Hacı Delim Girây ki evsâfın eyleyen
Nâkıs da olsa câ’izesin bi’t-temâm alur
Hâk-i der-i sa’âdetine rûymâl iden
Çeşm-i ümîde kuhl-i cilâ-yı merâm alur
Arz itmesün felekde meh ü mihr rif’atin
Ol mansıbı derinde bir ednâ gulâm alur
Olsun kemâl ü 'ömri füzûn tâ ki ehl-i dil
Ders-i du’â-yı devletini subh u şâm alur
Her subhı subh-ı ‘ıyd ola şâmı şâm-ı Kadir
Tekbîr-i rûz-ı ‘ıydı ki ehl-i sıyâm alur
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 70).
Gazel
Düşmen-i ehl-i hüner olma hazer
Düşmenüñ olsa dahi ehl-i hüner
Aybuña kimse nazar itmez iken
Aybına kimselerüñ itme nazar
Her kime 'ucb ile iderse nigâh
Ol göz olur başuña ayn-ı zarar
Hak sözi gûş idicek eyle kabul
Kavlüme kâ’il iseñ ey dil eger
Nâle-i ehl-i dili alma sakın
Kalbüñe taş ise de eyler eser
Dost kim ebleh ola terk it anı
Düşmenüñ âkıl ise çekme keder
Vuslat-ı yâre ere çâre Nazîm
Böylece olsa saña dârû-yı ter
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 92-93).
Gazel
Ol kim misâl-i hâle meh-i mihribânı var
On dört yaşında sînede bir nev-civânı var
Yârün hümâ-yı kâkülinüñ sâyesindedür
Bir bî-dilin başında ki devlet nişânı var
Hûnîn terâne bülbül-i gülzâr-ı şevkdür
Gül gibi ol ki câm-ı mey-i erguvânı var
Cânlar bağışlar ol sanemüñ zülf-i dilkeşi
Hâşâ ki beñzeye büt-i deyrün ne cânı var
Hoş geçse sâyesinde nola cûybâr-veş
Ol kim zemîn-i sînede serv-i revânı var
Mânend-i berk göz yumup açınca der-bekâ
Ey dil gerekse geşt ü güzâr it cihânı var
Lâbüd olur biter yitişür mîve-i murâd
Sabr eyle ey Nazîm bilürsüñ zamânı var
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 84-86).
*Acem makamında bestelenmiştir. (Sadün Aksüt)
Kaside
Şiddet-i deyden olup efsürde sertâser zemîn
Hâne-i âyînede sermâ çıkardı erba‘în
Âlemi sırça-sarây itdi yine şâh-ı şitâ
Çekdi mînâdan basît-i hâke bir nat‘-ı güzîn
Şu‘le mâh encüm-şerâr aña şihâb oldı ‘alev
Fasl-ı deydür yakdı âteş-dânını çarh-ı metîn
Âteşî sincâb-ı hâkister be-dûş itdi şitâ
Berfden giyderdi sermâ hâke kakum-ı postîn
Mâh-ı nev zann eyleme âvîhte yah-pâredür
Zîr-i bâmından nümâyân itdi bu nüh şeh-nişîn
Berk sanma zeyl-i bâğ-ı dehre bâd-ı sun‘ ile
Târem-i ‘ulvîden îsâr oldı berg-i yâsemîn
Dirhem-i berk ü nücûmuñ destine gırbâl olup
Hurdesin dökdi yire sarrâf-ı çarh-ı hurde-bîn
Penbe-rîz oldı gümânından yine hallâc-ı dehr
Berf sandı ditredi cism-i yetîmân-ı hazîn
Müşg ile kâfûrdur şâm-ı siyeh berf-i sefîd
İtdi ârâyiş dükânın Behmen-i serd ü haşîn
Âsmâna eyledi te‘sîr-i bâd-ı mihr-cân
İtdi yahdan menkal-i mihri sipihr-i çâr-mîn
Savlet-i deyden olurdı lerze-nâk sîne-çâk
Şîr-i berfine dûçâr olsa bu dem şîr-i gazîn
Kesret-i berf ol kadar kim yolda eylerdi hatâ
Çıksa sahrâya künâmından eğer âhû-yı Çîn
Pâre pâre kef nisâr oldı dehânından yire
Berfdür sanma eserdi üştür-i çarh-i berîn
Serdî-i dey bahr-i mevvâcı musattah gösterip
Kaldı zîr-i yahda deryâda olan çîn-i cebîn
İtdi izhâr-ı bürûdet tünd-bâd-ı zemherîr
Cebhe-i ebr-i matîr olsa ‘aceb mi çîn çîn
Habs idüp enhâr-ı kec-reftârı sultân-ı şitâ
Dest-bürd-i berd ile çekdi hisâr-ı âhenîn
Bîm-i deyden giydi sencâb-ı sehâbı âfitâb
Kaldı hâkisterde ahker-veş o rûy-ı âteşîn
Toñdurup eşcâr-ı bâğı serdî-i bâd-ı harîf
Bir perîdür şîşede yah-beste her nahl-i güzîn
Hükm-i sermâ ol kadar eşyâya te’sîr itdi kim
Oldı efsürde sadefde katre-i dürr-i semîn
Pençe-i Behmen kabâ-yı sebz-i eşcârı yine
Pâre pâre itdi ne dâmen kodı ne âstîn
Kalb-i saht-ı yâre te’sîr irmez oldı sûz-ı dil
Gûyiyâ toñdı şitâdan nâle-i âh u enîn
Serdî-i bâd-ı şitâdan mihr ü mâhı hıfz içün
Gökde kat kat perdeler çekdi sehâb-ı ‘anberîn
Yir yir âvîze olan yah-pâre sanma çekdiler
Hasmına sultân-ı dînüñ cünd-i sermâ tîg-ı kîn
Pertev-i nûr-ı Hudâ kim oldılar pervâne-vâr
Cem‘-i şem‘-i bezm-i mihr-i enbiyâ vü mürselîn
Nüktedân-ı li-ma‘allah mahrem-i bezm-i şuhûd
Vâkıf-ı esrâr-ı halvet-hâne-i ‘ayne’l-yakîn
Pâdişâh-ı ‘arş-mesned kim muti‘-i şer‘idür
Enbiyâ vü mürselîn ü evliyâ-yı kümmelîn
Kulzüm-i ‘ummân-ı ‘irfân kim yanında katredür
Bahr-i bî-ka‘r-ı ‘ulûm-ı evvelîn ü âhirîn
Râyet-efrâz-ı zafer kim oldı itdikçe cihâd
Tîr-i nusretdür kemân ü cünd-i fursatdur kemîn
Cân-ı ‘âlem ‘âlem-i cân rûh-ı sadr-ı kün-fekân
Nûr-bahş-ı cebhe-i îmân çerâğ-efrûz-ı dîn
Lücce-i ‘afv-ı şefâ‘at kân-ı cûd-ı merhamet
Çâre-sâz-ı ‘illet-i ümmet şefî‘ü’l-müznibîn
Mefhar-ı her dü-cihân bâlâ-nişîn vâlâ-nişân
Dâver-i ‘arş-âsitân Sidre-mekân Refref-mekîn
Şâhid-i kâşâne-i İsrâ habîb-i Kibriyâ
Şehriyâr-ı ‘âlem-ârâ şehsuvâr-ı nâzenîn
Ahmed-i mürsel Habîbullâh Muhammed Mustafa
Nâzenîn-i kurb-ı Hak mahbûb-ı Rabbi’l-‘âlemîn
Ol şeh-i kevn ü mekânuñ çâr-yâr-ı bâ-safâ
Her biri oldı binâ-yı şer‘ine rükn-i rekîn
Ol şehüñ mahşerde iki gâşiye-ber-dûşıdur
Muttasıl ‘afv ü şefâ‘atdür yesâr u der-yemîn
Sâhibü’l-mi‘râc o peygamber ki esb-i kadrinüñ
Cilve-gâhı ‘arş-ı a‘la oldı kâm-ı evvelîn
Zıllı ol nûr-ı Hudânuñ düşmese hâke n'ola
Cismini rûh-ı musavver eylemiş cân-âferîn
Ravza-i cennet harîm-i câhına ferrâş olup
Eyledi çârûb müjgânum dü-çeşm-i hûr-ı ‘în
Şevk-yâb-ı feyz-i güftârı dil ü cân-ı kelîm
Zevk-bahş-ı rûh-ı ‘Îsadur o nutk-ı sükkerîn
Âsitân-ı câhınuñ züvvârı ervâh-ı kirâm
Suffe-i dergâhınuñ huddâmı ashâb-ı güzîn
Sâkin-i cennet zemîn-i dergehi Kerrûbiyân
Zâ‘ir-i Beytü’l-harâm ravzası Rûhü’l-emîn
Rîzesinüñ reh-güzâr-ı rezmi fark-ı ferkadân
Kürsî-i pây-ı rikâb-ı ‘azmi çarh-ı heftümîn
Zîr-i rânende o bî-hemtâ Burâk-ı dil-keşüñ
Yâl-i şehbâl-i Hümâ tâvûs-dem ‘Ankâ-serîn
Şânına şâyân değüldür fi’l-mesel olsa eğer
Mâh-ı nev sîmîn-rikâb ü mihr aña zerrîn-zîn
Kande kim ‘atf-ı ‘inân itse livâ-yı ‘azmine
Şukkadur nasrun minallâh sırr-ı ‘ilm feth-i mübîn
Mâlik olmuşdı risâletle nübüvvet mülkine
Olmamışken rûh-ı Âdem cilve-bahş-ı mâ ve’t-tîn
Dehre hükm itdi Süleymân nebî bir mühr ile
Oldılar ammâ Süleymânlar aña zîr-i nigîn
Her kemîne bende-i fermânınuñ vakt-i ‘atâ
Kemterîne bahşişi mahsûl-i sad genc ü defîn
Vâsıl-ı dergâh-ı huld eyvânınuñ tesbîhidür
Hâzihi cennâtü ‘adnin fedhulühâ hâlidîn
Sâ’il-i dergâhınuñ ser-nâme-i ikbâlinüñ
Yazdılar ‘unvânını ‘izzet-karîn devlet-rehîn
Hâşelillâh dâhil-i dârü’l-emân-ı hıfzına
Haşre dek fırsat bula igvâya iblis-i la‘în
Pâdişâhâ kurb-câhâ ‘arş-dergâha şehâ
Ey vücûh-ı nâm ile vâlâ-ter ü bâlâ-terîn
Sen o sultân-ı dü-‘âlemsin ki itseñ iltifât
Dehre hükm eyler Süleymân gibi her ‘abd-i kemîn
‘Âcîzân-ı haşre itmiş Hak seni kehf’ü'l-emân
‘Afv ü lûtfuñdur ‘usât-ı ümmete hısn-ı hasîn
Gülşen-i vasf-ı sıfâtuñda yine cûşân olup
Akdı bir âb-ı revân gibi bu şi’r-i dil-nişîn
Mihr-i mührüñ hasretinden oldum engüşt-i pesîn
Yâ Nebî eyle beni şâyeste-i engüşterîn
Pîr ü bernâ hâk-i pâk-i ravzañı sevgend ider
Ey gubâr-ı dergehüñ tâc-ı şeref-bahş-ı yemîn
Feyz-i na‘tuñ virdi sad-gûne halâvet nazmuma
Şîr ile şîrîn olur perverde olsa engübîn
Rûmda Hassan olam vasf-ı sıfâtuñda eger
Feyz-i zâtuñla olursañ ben senâ-kâre mu‘în
‘Ömrüm oldukça senâña bezl idem makdûrumı
Söyleye ins ü melek arz u semâda âferîn
Lûtfuña ihsânuña kaldum iki destüm tehî
Sâ’ilüm eyle simât-ı şefkatüñden rîze-çîn
Yâ Resûlallâh Nazîm-i bî-kesi eyle kabûl
Anı redd itme bi-hakk-ı sâhb u âl ü tâbi‘în
Seyyi‘âtum sığmaz oldı defter-i a‘mâlüme
Cürmümi tahrîrden kaldı Kirâmen Kâtibîn
Şerr-i şûrından rehâ bulmak müyesser olmadı
Mâni‘-i hayr-ı ‘ameldür nefs-i şerîr ü mehîn
Sehv ile uydum hevâ-yı nefse itdüm ma‘siyet
Âdemi lâbüd belâya uğradur sû‘-i karîn
Geçdi gafletle şeb ü rûzum dirîgâ bilmedüm
Zâyi‘ oldı bîhûde bunca şühûr ile sinîn
Oldı cüz‘-i a‘zam-ı terkîb-i ‘isyân u fesâd
Turfa ma‘cûndur bu nakş-ı bed-sirişt ü bed-‘acîn
Besdür ey hâme yiter tarh-ı makâl-i germ ü serd
Tâ-be-key teksîr-i güftâr eyledüñ gass u semîn
Geldi hengâm-ı du‘â dergâh-ı Hakka el açup
Bir du‘â kıl kim kabûl ide mücîbü’s-sâ’ilîn
Tâ ki mâlâmâl idüp dehri zemistân berf ile
Hükmin icrâ eyleye fasl-ı şitâda erba’în
Tâ ki geh gâlib gehî mağlûb olup sayf u şitâ
Olalar germâ vü sermâ in berân u an berîn
Başına yağa tegerg-i gussa hasm-ı şer‘inüñ
Şiddet-i berf-i mesâ’ible ola endûh-gîn
Dostân-ı hânedânı hurrem ü handân olup
Düşmen-i câhı ola mahzûn u nâ-şâd u gamîn
Ehl-i diller vasfın itdikçe disünler ol şehüñ
Gûş idenler Rahmetullahi ‘aleyhim ecma‘în
(Yahya Nazîm (1257). Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm. İstanbul:Matbaa-i Âmire. 23-25).
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | M. Sunullah Arısoy | d. 25 Mart 1925 - ö. 19 Aralık 1989 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | FÂZIL, Hâfız Hacı Tâhir Efendi | d. 1762-63 - ö. 1795-96 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | ŞERÎF, Mehmed Efendi b. İmâm Seyfullah Efendi | d. ? - ö. 1758-59 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | M. Sunullah Arısoy | d. 25 Mart 1925 - ö. 19 Aralık 1989 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | FÂZIL, Hâfız Hacı Tâhir Efendi | d. 1762-63 - ö. 1795-96 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | ŞERÎF, Mehmed Efendi b. İmâm Seyfullah Efendi | d. ? - ö. 1758-59 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | M. Sunullah Arısoy | d. 25 Mart 1925 - ö. 19 Aralık 1989 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | FÂZIL, Hâfız Hacı Tâhir Efendi | d. 1762-63 - ö. 1795-96 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | ŞERÎF, Mehmed Efendi b. İmâm Seyfullah Efendi | d. ? - ö. 1758-59 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | M. Sunullah Arısoy | d. 25 Mart 1925 - ö. 19 Aralık 1989 | Meslek | Görüntüle |
11 | FÂZIL, Hâfız Hacı Tâhir Efendi | d. 1762-63 - ö. 1795-96 | Meslek | Görüntüle |
12 | ŞERÎF, Mehmed Efendi b. İmâm Seyfullah Efendi | d. ? - ö. 1758-59 | Meslek | Görüntüle |
13 | M. Sunullah Arısoy | d. 25 Mart 1925 - ö. 19 Aralık 1989 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | FÂZIL, Hâfız Hacı Tâhir Efendi | d. 1762-63 - ö. 1795-96 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | ŞERÎF, Mehmed Efendi b. İmâm Seyfullah Efendi | d. ? - ö. 1758-59 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | M. Sunullah Arısoy | d. 25 Mart 1925 - ö. 19 Aralık 1989 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | FÂZIL, Hâfız Hacı Tâhir Efendi | d. 1762-63 - ö. 1795-96 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | ŞERÎF, Mehmed Efendi b. İmâm Seyfullah Efendi | d. ? - ö. 1758-59 | Madde Adı | Görüntüle |