Tarık Buğra

(d. 2 Eylül 1918 / ö. 26 Şubat 1994)
Yazar
(Yeni Edebiyat / 20. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Süleyman Tarık Buğra, 2 Eylül 1918 tarihinde Konya'nın Akşehir ilçesinde doğdu. Babası Erzurumlu Mehmet Nâzım Bey, Akşehir'de ağır ceza reisi olup bu bölgede Serbest Fırka ve Demokrat Parti'nin kuruluşunda aktif rol oynamıştır. Çıkarmış olduğu Nasreddin Hoca isimli haftalık dergide Tarık Buğra, babasına yardım ederek dergi ve gazete yazarlığı konusunda ilk tecrübesini yaşar. Buğra'nın manevi dünyasının şekillenmesinde annesi Tahiroğullarından Nâzike Hanım'ın okuduğu ilahilerin yanı sıra Yunus Emre ve Mevlana sevgisi etkili olur.

1930 yılında ilkokulu, 1933 yılında da ortaokulu bitiren Tarık Buğra, lise eğitiminin iki yılını İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladıktan sonra 1936 yılında Konya Lisesi'nden mezun olur. Tarık Buğra, İstanbul Erkek Lisesi'nin ikinci sınıfında okurken, okulun yatılı bölümü kapatıldığı için Haydarpaşa Lisesi'ne kaydedilir. Bu okulun çok kalabalık olması onu sıkar ve o sıralarda Siirt'te hâkim olarak çalışan babasına eve dönmek istediğini belirtir. Bunun üzerine kaydı Konya Lisesi'ne alınır. İstanbul Erkek Lisesi'nde hocası Hakkı Süha Gezgin'in teşvikiyle ilk hikâyelerini yazmaya başlayan Buğra, edebiyat konusundaki şuurlu uyanışının bu yıllarda olduğunu belirtir. İnsanı anlatmaya değer bulduğu andan itibaren yazar olmaya karar verir.

Akşehir'den İstanbul'a gittiğinde yaşadığı uyum problemleri Buğra'nın içine kapanmasına neden olur. Çevresiyle iletişim kurmakta zorlanan Tarık Buğra'nın Hakkı Süha Gezgin'in Sakarya dergisi için düzenlediği yazı yarışmasını kazanınca kendine güveni artar. Bu tecrübeden sonra yazarlık, onun hayatının ana ekseni hâlini alır.

Liseden mezun olduktan sonra üniversite eğitimi için tekrar İstanbul'a gelen Tarık Buğra, önce İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne girer. Babasının, öğrenim masrafları için Akşehir'deki evini satmasına rağmen Buğra, lisedeki çalışma disiplinini koruyamayarak okulla bağlarını koparır ve vaktinin büyük bir bölümünü Küllük'te geçirmeye başlar. O yıllarda Küllük; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mükrimin Halil Yinanç ve Nurullah Ataç gibi yazar ve düşünürlerin sohbet ettikleri bir mekândır. Küllük'ü gerçek bir fakülte olarak gören Buğra, buraya ilk olarak Rıfkı Melul Meriç'le gelir. İlmî sohbetlere katılmanın yanı sıra burada briçe merak salan Buğra, tüm vaktini Küllük'te geçirmeye başladığı için bir süre sonra başarısızlık sebebiyle okuldan ve yurttan ayrılmak zorunda kalır. Kısa bir süre Fatih Medresesi'nde kaldıktan sonra, parklarda ve Küllük'te sandalyeleri birleştirip tavlayı yastık yaparak sabahlar. Tarık Buğra, üniversite eğitimine İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde devam etmeye karar verir, üç yıl kayıtlı kaldıktan sonra bu fakülteden ayrılır.

Askerliğini bitirdikten sonra tekrar İstanbul'a gelen Tarık Buğra, 1947 yılında Ahmet Ateş'in teşvikiyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kayıt yaptırır. Ancak 1951 yılında bu fakülteden de mezun olmadan ayrılır. Maddi sıkıntılarla boğuşmaya devam ettiği bu yıllarda eş, dost ve tanıdıkların yardımlarıyla bulduğu tezgâhtarlık işinin ardından askerlik döneminde tanıştığı şair Halit Tanyeli'nin tavsiyesiyle Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak çalışmaya başlar.

İlk evliliğini 23 Eylül 1950 yılında Edebiyat Fakültesi'nde tanıştığı Jale Baysal'la yapan Tarık Buğra, bu evlilikten bir kız çocuk sahibi olur. İstanbul Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümü'nde öğretim üyeliği yapmış olan Jale Baysal'la on sekiz yıllık beraberliğin ardından ayrılan Buğra, bir müddet sonra ikinci evliliğini 8 Eylül 1977 tarihinde hikâye yazarı Hatice Bilen'le yapar. Yazarın kızı Prof. Dr. Ayşe Buğra, öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Hayatının son yıllarında gördüklerini, tanıdıklarını ve yaşadığı olayları anlatan otobiyografik bir roman yazmayı düşünen Tarık Buğra, Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak adını taşıyan çalışmaya başlamış ancak araya bir senaryo siparişinin girmesi sebebiyle bu romanını tamamlayamamıştır. Tarık Buğra'nın ilk ciddi sağlık problemleri 1993 yılının Eylül ayında tatil için gittiği Akçay'da ortaya çıkar. Hastalanarak yatağa düşen Buğra'ya bir ay sonra kanser teşhisi konur. Çapa Tıp Fakültesi'nde bir ameliyat geçiren yazar, ameliyattan dört ay sonra 26 Şubat 1994 günü vefat eder. 28 Şubat'ta toprağa verilen Tarık Buğra, Karacaahmet Mezarlığı'nda yatan annesi Nâzike Hanım'ın yanına defnedilir.

Mehmet Kaplan, Tarık Buğra'dan Edebiyat Fakültesi'ndeki öğrenciler tarafından çıkarılan Zeytin Dalı dergisinde yayımlanmak üzere bir hikâye yazmasını ister. "Kekik Kokusu" adlı hikâyesini bu dergi için yazan Buğra'nın hikâyesi, Mehmet Kaplan tarafından beğenilmez. Kaplan'ın, "sen hikâye falan yazamazsın" şeklindeki sözleri Tarık Buğra'yı derinden etkiler ve Buğra, bu hırsla bir saat içinde "Oğlum" başlıklı başka bir hikâye yazar. Kaplan tarafından çok beğenilen hikâyeyi Cumhuriyet Gazetesi'nin düzenlemiş olduğu Yunus Nadi Hikâye Yarışması'na gönderir. Cevat Fehmi Başkut tarafından verilen cevapta hikâyenin birincilik haberi ile birlikte gazetede yazarlık teklifi alır. Ancak 18 Şubat 1948 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan hikâye ikincilik derecesiyle duyurulur.

Tarık Buğra'nın bir hikâyeci olarak edebiyat dünyasına girmesini bu başarısı sağlar. Milliyet Gazetesi'nin sahibi Ali Naci Karacan ile birlikte Çınaraltı dergisini hazırlayan Yusuf Ziya Ortaç, Buğra'ya haftada üç hikâyesini yayımlaması ve "Sanat Hareketleri" isimli sütunda tiyatro tenkitleri yazması tekliflerinde bulunur. İlk yazılarının yayımlandığı Çınaraltı dergisine verdiği ilk hikâyesi "Havuçlu Pilav Meselesi"dir. Gazetecilik hayatına ciddi anlamda Milliyet'le başlayan Buğra, bu ortamda Abdi İpekçi, Reşat Ekrem Koçu ve Peyami Safa ile birlikte çalışma imkânı bulur.

Gazetecilik çalışmalarına 1957 yılında Ankara'da Yenigün Gazetesi'nde devam eden Buğra, burada genel yayın müdürü olarak görev yapar. Aynı yıl Vatan Gazetesi'ne geçerek yazı işleri müdürü olarak çalışan Buğra, Milliyet Gazetesi'nin spor servisinde ihtiyaç ortaya çıkması üzerine spor sayfasını düzenlemeye başlar. Geçici olmak şartıyla bu görevi kabul eden Buğra, sırasıyla Tercüman Gazetesi, Yeni İstanbul Gazetesi ve Türkiye Spor Gazetesi genel yayın müdürlüğü görevlerini üstlenir. Tercüman'da çalıştığı sırada enfarktüs geçiren yazar, emekliliğini isteyerek edebiyat çalışmalarına ağırlık verir. Geçim kaygısıyla yaptığı gazete yazarlığını edebiyat çalışmaları için bir engel olarak gören Buğra, bu konudaki düşüncelerini şu şekilde dile getirir: "Gazeteciliğim benim hamallığım oldu. Köşe yazarlığı dahil ve edebiyatçılığıma mecburî ihanetim oldu. Ekmek parası... Ev kirasını vereceksiniz...Bakkala, kasaba para ödeyeceksiniz...Giyim kuşama para ödeyeceksiniz...Mecburen bu hamallığı yaptım. Tekrar ediyorum, edebiyatçılığım çok şey kaybetti." (Tekin 2004: 188)

Tarık Buğra çeşitli gazetelerin yanı sıra Nasreddin Hoca, Çınaraltı, Yol, Bakış, Argos gibi dergilerde yazarlık ve yöneticilik görevlerinde bulunmuştur. Bu faaliyetlerinde sosyal konulara yönelik eleştirel bir üslup kullanan Tarık Buğra, karakterinden taviz vermeden inandığı doğruları savunmaktan çekinmemiştir. Kendisiyle yapılan bir mülakatta bu tavrını yansıtan şu ifadelere yer verir: "1949'du. Bir gün şimdi iyice meşhur olan bir şâir, Türkiye'nin en büyük dergisinden benimle konuşmak istediklerini söyledi. (...) Hakikaten bir tek pantolonum vardı ve yama tutmuyordu artık. Pardesünün altından giyebiliyordum ancak. Bana yeni çıkaracağı bir derginin ortaklığını teklif etti. (...) Tabii sevindim ve işe başladım. Fakat daha ilk sayı hazırlanırken anlayışıma, inancıma aykırı bir kaç yazı gördüm. 'Müsaade ederseniz bunları koymayalım' dedim. 'Hayır, koyacağız; onlar bizim arkadaşımızdır" dedi patron. Ve ben ortaklığı feshettim. O tek pantolonla döndüm muallim muavinliğine." ( Taçdiken 1973: 23) Gazetecilik mesleğini geçinmek için yaptığı bir hamallık ve yazarlığa ihanet olarak değerlendiren Buğra, sağlık sorunları sebebiyle emekliliğini isteyerek 13 Mayıs 1976 tarihinde "Son Merhaba" başlıklı yazısıyla okuyucularına veda eder.

Eserlerinde insan gerçeğini hareket noktası olarak alan Tarık Buğra, insanın içinde bulunduğu çeşitli ruh hâllerini ayrıntılı olarak verir. Teknik unsurların yanı sıra, kişilerin psikolojik tahlillerinde de başarılı olan yazar, konu ve kişiler değişmekle birlikte insanın sahip olduğu olumlu güçleri ön plana çıkarır. Karakterlerin tanıtılmasında zaman ve mekân gibi materyal unsurlardan da yararlanarak ruh tahlillerinde derinleşmeyi amaçlar. Sanatın toplumdaki değiştirici gücünün farkında olan Tarık Buğra'nın eserlerindeki temel problem; insanı, değerleri ve sahip olduğu güçleri fark etmeye davet etmektir. Bu sebeple kişiyi bir varoluş macerası içerisinde sunan yazar, bu macerada etkin rol oynayan yönlendirici güçler üzerinde ayrıntılı olarak durur.

Dönemin hâkim edebiyat anlayışı olan sosyal gerçekçilik ve köy romancılığına alternatif romanlar kaleme alan Buğra, gerçekliği yorumlayış tarzı ve köy insanına bakışıyla farklı bir yaklaşım sergiler. Edebî eserlerde tamamen gerçeklikten bahsedilemeyeceğini belirten yazar, sanatın gerçeğini yazarın yorumlama tarzıyla ilişkili olarak değerlendirir. Edebiyatta eserin gerçekliğinin önünde yazarın üslubunun yer aldığına işaret eden Buğra, toplumsal gerçeklerin tüm çıplaklığıyla ortaya konmasına karşı çıkar ve insan gerçeğinin esas olarak vurgulanması gerektiğini savunur.

Edebiyata hikâye yazarlığıyla başlayan Tarık Buğra, bazı hikâyelerde ileride kaleme alacağı romanlarının temellerini oluşturur. Hikâyelerinde durum ağırlıklı bir anlatımı tercih ederken, romanlarında işlediği olayları daha derin bir şekilde ele alır. Ruhsal tahlillerin ağırlık kazandığı roman türünde psikoloji, tarih, sosyoloji gibi yan kaynaklardan yararlanan Tarık Buğra, Türk kültürü ve tarihini birey merkezli bir anlatımla ve farklı bir bakış açısıyla sunar.

Tarık Buğra, romanlarında tarihe geniş bir yer ayırır. Konusunu tarihten alan romanlarında Türk tarihinin önemli dönemeçlerini işleyerek siyasi ve tarihî gelişmelerden hareketle insanın yaşadığı değişim macerasına işaret eder. Farklı düzlemlerde okunmaya müsait olan bu romanlarda dönemin sosyal ortamı ve tarihî olaylarının kişiler üzerindeki etkileri ön plana çıkarılır. Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemi, çok partili hayata geçiş denemeleri, 1960 ve 1980'li yılların anarşi ortamı gibi toplumsal olayların yaşandığı devirleri bireyin varoluş macerasıyla paralel olarak kurgulayan Tarık Buğra, bu romanlarda tarih felsefesinin ipuçlarını verir.

Eserlerinde bireyden hareketle toplumsal konular üzerindeki eleştirilerini ortaya koyan yazar, insanı yüceltmek amacıyla yazdığını belirtir. Tematik değerleri temsil eden kişileri, manevi değerler manzumesi etrafında yorumlayan Buğra, edebî eserleri gölgeleyen ideolojik yaklaşımların sakıncalarına değinirken, yazarın dünya görüşünün edebîliği sınırlamadığı sürece esere zenginlik kazandırdığını belirtir. Türk toplumun romanını yazarken İslami dünya görüşünün gerekliliğini vurgulayan Buğra, roman kişilerinin sadece bu düşünceye dayanarak yaşatılmasına da karşı çıkar: "Her şeyden önce, bir Müslüman toplumdan ve Müslüman insanlardan söz etmek başka, İslamî bir dünya görüşüne sahip olmak başka şeydir. (...) Keşke tam bir İslamî dünya görüşüm olsaydı. O zaman -hiçbir romanımı küçümseyemem- eserlerim daha sağlam ve övüldüklerinden daha değerli bir yapı kazanırlardı." (Tezcan 1983: 38)

Hikâyelerinde temel mesele olarak insanı ele alan yazar, toplumcu gerçekçiliğin eleştirisini "sanat sanat içindir" ilkesi ile temellendirir. Halkın menfaatini göz önünde bulundurarak yazdıklarını öne süren bir kısım sanatçının politika ajanlığı yaptığını belirten Buğra, "sanat, sanat içindir" ilkesinin yozlaştırılarak ters anlaşıldığını ifade eder. Varoluş amacına hizmet etmesi ve bağımsız olabilmesi için sanatçının, sanatı bir araç olarak kullanmasına karşı çıkar ve bu yüzden politik bir açıyla bakan toplumcu yazarların yaklaşımlarına tepki gösterir.

Tarık Buğra'nın romanlarında ele aldığı konuların başında yozlaşma problemi ve Türk aydınının içine düştüğü olumsuzluklar gelir. Yazarın eleştirdiği dünyada halkla bağlarını koparmış aydın kesimin, sorumluluklarından uzaklaşarak, kendilerine ve değerlerine yabancılaşmaları eleştirilir. Buğra, eleştirel gerçekçilerden farklı olarak tespit ettiği problemler karşısında takip edilmesi gereken çözüm yollarını da ortaya koyar. Romanlarındaki hâkim temalar, aşk, sevgi, yozlaşma, yalnızlık, kaçış, geçmişe özlem ve yeniden doğuş olarak belirlenebilir. İnsanın olumlu yönlerini ön plana çıkarmaya çalışan yazar, çeşitli sınavların yaşandığı bilinçlenme sürecinin sonunda yeniden doğuşu yaşayan insanın kazanımlarına işaret eder. Onun romanlarının özgün taraflarından biri de sosyal ve tarihî olayların arka planında gizlenmiş olan bireysel maceradır. Yazar, eser ve okuyucu arasındaki ilişkiden hareket ederek farklı bakış açılarıyla tahlil edilebilecek bir zenginliğe sahip olan Tarık Buğra'nın edebî eserleri her okunuşta yeniden yorumlanmaya uygun metinlerdir.

Dil konusundaki hassasiyeti ile de dikkat çeken Tarık Buğra, eserlerinde dil işçiliğinin güzel örneklerini ortaya koyarken yazılarıyla da dil meselesinin eleştirilecek yönlerini dikkatlere sunar ve çözüm yolları teklif eder. Dilin kurtuluşunu edebiyatçılarda gören Buğra, soylu edebiyatçıların dili layık olduğu şekilde kullanarak ona değer kazandırabileceklerini ifade eder: "Türkçeyi, uzmanları dâhil hiçbir kimse değil, ancak ve ancak soylu edebiyatçılar kurtaracak ve geliştirecektir. Şimdiye kadar ve bütün dillerde olduğu gibi." (Buğra 2002: 89)

Tarık Buğra'nın eserleri bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde, materyal unsurlar değişmekle birlikte yazarın öz itibarıyla tek bir konu üzerinde yoğunlaştığı söylenebilir. Yazarın mesele hâline getirdiği konu, insanın birey olarak varlığını ortaya koyabilmesi için geçirdiği maceralardır. Bildirişim düzeyinde yapılan okumalarla millî ve manevi değerlerin ön planda yer aldığı romanlarda, çok yönlü ve derin okumalarla birlikte insanın evrensel boyutta verdiği bireyleşme mücadelesinin anlatımı dikkat çeker. Buğra'nın romanlarının, mesajlarını her dönemde okuyucusuna ulaştırabilmesindeki başarı bu özelliğinde aranmalıdır.

Siyasi yaklaşımlarla sanatının değerlendirilmesinden rahatsız olan Buğra, kendisini sağ ve sol düşünceye mensup olarak niteleyen kişileri, politikanın uydusu hâline gelen ve bu yüzden çürümeye mahkûm olan kişiler olarak değerlendirir. Yazdığı eserlerin hiçbirinde sloganlara yer vermeyen Tarık Buğra, siyasi konulara vurgu yaparken bireyin yaşadığı değişimleri de ön plana çıkarır.

Kaynakça

Buğra, Tarık (2002). Düşman Kazanma Sanatı -Dil ve Edebiyat Üzerine Yazılar-. İstanbul: Ötüken Yayınları.

Burcu Yılmaz, Ebru (2012). İnsanı Yüceltme Kaygısında Bir Yazar Hikâye ve Romanlarıyla Tarık Buğra. Ankara: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.

Taçdiken, Mehmet (14 Şubat 1973). "Tarık Buğra ile Mülakat". Pınar. C. 2.

Tekin, Mehmet (2004). Tarık Buğra -Söyleşiler-. Konya: Çizgi Kitabevi.

Tezcan, Ahmet (1983). "Tarık Buğra ile Konuşma". Suffe Kültür ve Sanat Yıllığı. s.172-177.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. EBRU BURCU YILMAZ
Yayın Tarihi: 17.07.2018
Güncelleme Tarihi: 19.12.2020

Eser AdıYayın eviBasım yılıEser türü
OğlumuzEge Basımevi / İstanbul1949Hikâye
İki Uyku ArasındaYeditepe / İstanbul1954Hikâye
Siyah KehribarRemzi Kitabevi / İstanbul1955Roman
Bir Köyden Bir BaşşehreTürkiye Spor Gazetesi / İstanbul15 Temuz-30 Temmuz 1961Röportaj
Gagaringrad Moskova NotlarıYeni İstanbul / İstanbul16-31 Temmuz 1962Röportaj
Küçük AğaYağmur Yayınları / İstanbul1963Roman
Gençlik TürküsüMilliyetçiler Dergisi Neşriyatı / Karabük1964Deneme
HikâyelerGünaydın / İstanbul1964Hikâye
Ayakta Durmak İstiyorum. / İstanbul1966Tiyatro
Küçük Ağa Ankara'daTürkiye Yayınevi / İstanbul1966Roman
HikâyelerMEB Devlet Kitapları / Ankara1969Hikâye
İbiş'in RüyasıHisar Yayınları / Ankara1970Roman
Bir Köşkünüz Var mı?Tercüman Gençlik Yayınları / İstanbul1978Roman
Firavun İmanıKervan Yayınları / İstanbul1978Roman
Akümülatörlü Radyo/ Dört Yumruk. / İstanbul1979Tiyatro
Düşman Kazanma SanatıÖtüken Neşriyat / İstanbul1979Deneme
Gençliğim EyvahÖtüken Neşriyat / İstanbul1979Roman
Yüzlerce Çiçek Birden Açtı. / İstanbul1979Tiyatro
DönemeçteÖtüken Neşriyat / İstanbul1980Roman
Yağmur BeklerkenÖtüken Neşriyat / İstanbul1981Roman
YalnızlarÖtüken / İstanbul1981Roman
İbiş'in Rüyası. / İstanbul1982Tiyatro
OsmancıkÖtüken Neşriyat / İstanbul1983Roman
Yarın Diye Bir Şey YokturÖtüken / İstanbul1984Hikâye
Güneş ve Aslan. / İstanbul1988Tiyatro
Sıfırdan Doruğa/Patron. / İstanbul1988Tiyatro
Bu Çağın AdıÖtüken Neşriyat / İstanbul1990Deneme
Politika DışıÖtüken Neşriyat / İstanbul1992Deneme
Güneş Rengi Bir Yığın YaprakÖtüken Neşriyat / İstanbul1996Roman

İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1ÂŞIK KIZI, Hacı Lütfiye Hanımd. 1912 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
2Kemal Behram Çukurkavaklıd. 1934 - ö. 15 Nisan 1992Doğum YeriGörüntüle
3PENÂHÎ, Mustafad. ? - ö. 1563Doğum YeriGörüntüle
4PERİŞAN GÜZEL, Güzel Kösed. 1918 - ö. 2000Doğum YılıGörüntüle
5İsmail Hakkı Yılanlıoğlud. 1918 - ö. 6 Temmuz 1992Doğum YılıGörüntüle
6İskender Cenap Eged. 1918 - ö. 30 Ekim 1996Doğum YılıGörüntüle
7Hür Yumerd. 1955 - ö. 1994Ölüm YılıGörüntüle
8KUL RABİA, Rabia Ceyhand. 1946 - ö. 1994Ölüm YılıGörüntüle
9MİSRİ/SEYİT/BİÇARE SEYİT, Seyit Yalçınd. 1908 - ö. 18.12.1994Ölüm YılıGörüntüle
10Ahmet Sargınd. 01 Ocak 1954 - ö. ?MeslekGörüntüle
11Ali Yürükd. 18 Haziran 1940 - ö. ?MeslekGörüntüle
12Alaettin Bahçekapılıd. 25 Aralık 1948 - ö. ?MeslekGörüntüle
13Muzaffer İzgüd. 29 Ekim 1933 - ö. 26 Ağustos 2017Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14Halis Özgüd. 1909 - ö. 1982Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15Fergun Özellid. 01 Ekim 1955 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16Tarık Ziya Işınd. 1911 - ö. 1979Madde AdıGörüntüle
17Tarık Minkarid. 1925 - ö. 5 Ekim 2010Madde AdıGörüntüle
18Celal Nuri İlerid. 15 Ağustos 1882 - ö. 2 Kasım 1938Madde AdıGörüntüle