İBNİ BȂLÎ, İbrâhîm bin Bâlî, Bâlî oglı İbrâhîm, İbrâhîm

(d. ?/? - ö. 893’ten sonra ?/1487-88’den sonra?)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

İbni Bâlî’nin hayatıyla ilgili bilgiler Hikmet-nâme adlı mesnevîsinde anlattıklarıyla sınırlıdır. Eserinde kendinden İbni Bâlî olarak söz eden şairin, “Meded kıl Bâlî oglı İbrahîm’e” mısraından asıl adının İbrâhîm olduğu anlaşılmaktadır (Şeylan 2003b: 77). Yine belirttiğine göre doğduğu ve yaşadığı yer “Ayntâb” (Antep)’dır. Ataları da aynı şehirdendir (Altun 2003b: 187-188). Bâlî, Mısır sultanı Melik Zâhir’in torunu olup 20 yaşlarında tahta geçen ve 857/1453’de vefat eden Melik Mansûr Seydî Osmân’la arkadaştı. Onun, Dimyat’ta defnedilmesi esnasında oradaydı (Şeylan 2003b: 489-491). İbni Bâlî, Memluk sultanı Kayıtbay’ın hizmetine girdi. Kayıtbay, Halep’te bulunduğu sırada kendisini Memluk elçisi sıfatıyla II. Bâyezîd’e gönderdi. Osmanlı topraklarında bir müddet dolaşan Bâlî İstanbul’a ulaştı, II. Bâyezîd’in huzuruna çıktı ve iltifatına mazhar oldu. Ömrü boyunca çok yer gezdiğini, eserine de işittiklerini değil bu seyahatler esnasında gördüklerini kaydettiğine değinen şairin İstanbul’da bulunduğu sıralarda Sultân Cem uzun yıllardır Frenklere tutsaktı (Altun 2003b: 34-38, 198). Dolayısıyla Bâlî’nin İstanbul ziyareti, Cem’in esir düştüğü 1482’den sonra, muhtemelen eserini tamamladığı 893/1487-88’e yakın bir tarihte gerçekleşti. İbni Bâlî’nin Hikmet-nâme’nin hâtimesinde yaşlı yüreğinden ve ömrünü kitabını yazmaya harcadığından söz etmesine bakılırsa, mesnevîsini tamamladığı 893/1487-88’de yaşı ilerlemiş olmalıdır. Bunların dışında Onaltıncı Asırda Ayıntâb Livâsı adlı eserde Bâlî isminin geçtiği “1543, 1574 tarihleriyle Tîmâr-ı Bâlî; Mezra’a-ı Tekfur-vîrânı adlı bölgede Tîmâr-ı Hüseyin veled-i Bâlî; Mahalle-i İbn Küre’de Mescid-i Bâlî; Vakf-ı Mescid-i Bâlî der Ayntab” kayıtları mevcuttur. Bunlarla Bâlî’nin ailesi arasında ilgi kurulabileceği, hatta Hüseyin’in de şairin kardeşi olabileceği tahmini yapılmış (Şeylan 2003a: 15), ancak şu ana kadar bunu kesinleştirecek bir bilgiye ulaşılamamıştır.

İbrâhîm bin Bâlî’nin kaleme aldığı kesin olarak bilinen eser Hikmet-nâme’dir. Metnin üçü tam (İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar, no. 3290; Prof. Dr. Muhammet Yelten'in özel kitaplığı; Vatikan Kütüphanesi, Vat. Turco 152) ve birisi eksik (Milli Ktp. 06 Mil. Yz. A 1606) toplam dört nüshası vardır. Müellif, adının Hikmet-nâme olduğunu belirttiği Kitâb-ı Hikmet-nâme (Altun 2003b: 34, 41, 45, 18) başlıklı mesnevîsini 893/1487-88’te tamamlayarak Sultân Kayıtbay’a (El-Melik el-Eşref Seyfeddîn el-Mahmûdî ez-Zâhirî) (ö. 1496) ithaf etmiştir (Şeylan 2003b: 512; Altun 2003b: 34, 37). Bâlî, “On üç bin beyt olup şekle gelüpdür” (Şeylan 2003b: 512) mısraında manzumenin 13.000 beyit olduğunu yazmışsa da iki nüshasından hareketle yapılmış çevriyazılı metin 12.753 beyittir (Altun 2003b: 18-404; Şeylan 2003b: 18-517). Aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” kalıbıyla kaleme alınan Hikmet-nâme, içeriği ve düzenlenişine bakılırsa manzum bir Acâ’ibü’l-Mahlûkât’tır. Nitekim “Milli Ktp. 06 Mil. Yz. A 1606”da Hikmet-nâme adıyla kayıtlı eksik nüshanın başlığında eserin adı Kitâbu Acâ’ibi’l-Mahlûkât’tır (Kutlar 2005: 49). Ancak müellifin eserde diğer Acâ’ibü’l-Mahlûkât’lardan ne kadar yararlandığının, bunlardan birinin çevirisi olup olmadığının söylenebilmesi için, içinde Kazvînî’nin ve Tûsî’nin yazdıklarından da söz etmesi nedeniyle (Şeylan 2003b: 71, 78, 89; Altun 2003b: 249), Hikmet-nâme’nin başta bu yazarlarınkiler olmak üzere diğer Acâ’ibü’l-Mahlûkât’larla karşılaştırılması gerekmektedir. İbni Bâlî, Hikmet-nâme’de sırasıyla astronomi, melekler, dört unsur, dağlar, denizler, adalar, ülkeler, şehirler ve kasabalar, değerli taşlar, balıklar, nehirler, su kaynakları, insanın nitelikleri ve organları, meyve ve sebzeler, ağaçlar, çiçekler, böcekler, evcil ve yabanî hayvanlar, günler, aylar, mevsimler, Arap, Fars, Eski Yunan, Süryanî, Türk ve genel İslâm Tarihi (peygamberler, dört halife, Mervânîler, Abbâsîler, Emevîler, Fâtimîler, Memlukler vb.), sultanlar, devlet adamları, tarihî olaylar, dünya ve ahiret hayatı, kıyametin merhaleleri, Deccâl, Dabbetü’l-arz ve Mesîh konularında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Anlattıklarını ayetler, hadisler, hikmetli hikâyeler ve sözlerle desteklemiş, bunlara kaynaklardan alıntıları, gördüklerini ve duyduklarını da eklemiştir (Şeylan 2003a: 19). İstanbul Üniversitesi’nde eserin farklı varakları üzerinde yirmi dört mezuniyet tezi yaptırılmıştır (bak. Altun 2003a: dipnot 13; Şeylan 2003a: dipnot 16). Hikmet-nâme metninin ikiye bölünmesiyle hazırlanan iki doktora tezi (Altun 2003; Şaylan 2003) de ekitap olarak yayımlanmıştır (Altun 2003a-b; Şaylan 2003a-b).

İbni Bâlî, Hikmet-nâme’de eğer ömrü olursa bir Fetih-nâme kaleme almak istediğine değinmiştir. Fakat bugüne kadar nüshasına rastlanmayan eseri muhtemelen yaşlılık nedeniyle yazamamıştır (Şeylan 2003b: 495; 2003a: 15). Köprülü (1981: 374); Avrupa ve İstanbul kütüphanelerinde birkaç yazması bulunduğunu ve Doğu Türkçesinden Anadolu Türkçesine nakledildiğini belirttiği Kitâb-ı Güzîde’nin, Mehmed bin Bâlî’ye değil de İbrâhîm bin Bâlî’ye ait olabileceğini ileri sürmüşse de onun kitapla ilgili bu değerlendirmesi de tahminden öteye gidememiştir.

İbni Bâlî, döneminin farklı bilim dallarına ait terimleri, inançları, efsaneleri ve bunlarla ilgili çok sayıda terimi açık ve anlaşılır bir dille ansiklopedik nitelikli eserinde toplamayı başaran bir şair olarak dikkati çekmektedir. Dolayısıyla Bâlî’nin, Sultân Kayıtbay tarafından II. Bâyezîd’e elçi olarak gönderilmeye değer bulunması tesadüfî değildir. Nitekim bunun; şairin tarih, din, astronomi, zooloji, botanik, tıp, coğrafya gibi farklı konularda bilgi sahibi bir kişi olmasından kaynaklandığını kaleme aldığı eser de ortaya koymaktadır (Altun 2003a: 76; Şeylan 2003a: 127).

Kaynakça

Altun, Mustafa (2003). İbrâhim İbn-i Bâlî’nin Hikmet-nâme’si (1b-149a) (İnceleme-Metin-Sözlük-Dizin). Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Altun, Mustafa (hzl.) (2003a). İbrâhim İbn-i Bâlî’nin Hikmet-nâme’si (1b-149a)–İnceleme-Dizin. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-219062/h/giris.pdf [erişim tarihi: 16.11.2013].

Altun, Mustafa (hzl.) (2003b). İbrâhim İbn-i Bâlî’nin Hikmet-nâme’si (1b-149a)–Metin. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-219063/h/metin.pdf [erişim tarihi: 16.11.2013].

Çelebioğlu, Amil (1999). Türk Edebiyatı’nda Mesnevi, XV. yy.’a Kadar. İstanbul: Kitabevi Yay.

Devellioğlu, Ferit (2000). “Hikmet-nâme”. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat. Ankara: Aydın Kitabevi. 369.

Eckmann, Janos (1986). “Memlûk-Kıpçak Edebiyatı”. TDAY-Belleten 1982-1983. Ankara. 85-99.

Eckmann, Janos (1989). “Memlûk Kıpçakçasının Oğuzcalaşmasına Dair”. TDAY-Belleten 1964. Ankara. 35-41.

İbrâhîm bin Bâlî. Hikmet-nâme. Millî Kütüphane. Yz. A 1606.

İnan, Abdülkadir (1953). “XIII.-XV. Yüzyıllarda Mısır’da Oğuz-Türkmen ve Kıpçak Lehçeleri ve Halis Türkçe”. TDAY-Belleten. Ankara. 53-71.

Köprülü, M. Fuad (1981). “Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının Tekâmülüne Umumî Bir Bakış”. Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Ötüken Yay. 333-400. 

Kutlar, Fatma Sabiha (2005). Klâsik Dönem Metinlerinde Değerli Taşlar ve Risâle-i Cevâhir-nâme. Ankara: Öncü Kitap.

Kutlar Oğuz, Fatma Sabiha (2013). “Antepli İbrâhîm bin Bâlî’nin Hikmet-nâme’sinde Taşlar ve Madenler”. Prof. Dr. F. Tulga Ocak’a Armağan. Ankara. 78-108.

Özdeğer, Hüseyin (1988). Onaltıncı Asırda Ayıntâb Livâsı. C. 1. İstanbul: İstanbul Üniversitesi. İktisat Fakültesi Türk İktisat ve İçtimaiyat Tarihi Araştırmaları Merkezi Yay.

Özkan, Mustafa (1995). Türk Dilinin Gelişme Alanları ve Eski Anadolu Türkçesi. İstanbul.

Şeylan, Ali (2003). İbrâhim İbn-i Bâlî, Hikmet-nâme (İnceleme-Metin-Sözlük-Dizin) (149a-300a). 2 C. Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Şeylan, Ali (hzl.) (2003a). İbrâhim İbn-i Bâlî’nin Hikmet-nâme’si (149b-300a)–İnceleme-Dizin. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-219067/h/giris.pdf [erişim tarihi: 16.11.2013].

Şeylan, Ali (hzl.) (2003b). İbrâhim İbn-i Bâlî’nin Hikmet-nâme’si (149b-300a)–Metin. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-219069/h/metin.pdf [erişim tarihi: 16.11.2013].

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. FATMA SABİHA KUTLAR OĞUZ
Yayın Tarihi: 27.02.2014
Güncelleme Tarihi: 05.11.2020

Eserlerinden Örnekler

Hikmet-nâme’den

Fî-zikri medîneti Ayntâbi’l-mahrûseti

Şu şehristân ki şehr-i mevlûdumdur

Eben an ced makâmum mahbûbumdur

 

Ki ya’nî Ayntâb-ı şehr-i ra’nâ

Arûs-ı âlem ü ma’şûk-ı dünyâ

 

Misâli yok durur büldân içinde

Nazîri gelmemiş devrân içinde

 

Güzeldür hem güzeller şehridür ol

Gülistândur belâbil behridür ol

 

Açılmış gülleri vü murg-zârı

Kılur her cânibinde murg zârî

 

İçi taşı tolu eşcâr u ezhâr

Öter atyâr akar her yana enhâr

 

Çıkar gün başına bir hûb çeşme

Letâfetde bagışlar nûr çeşme

 

Husûsâ dört çeşme kim revândur

Bu çeşme nûr bu cisme revândur

 

Uş ol dördün biri Aynü’l-lebendür

Ki_anun şürbi şifâ vü cân ü tendür

 

Birine ad komışlar Ayn-ı verdî

Devâdur giderür meşrûbı derdi

 

Birine didiler Aynü’l-gazâlî

Begenmez cür’ası âb-ı zülâli

 

Dimişler birine Aynü’l-benâtî

Şarâbı mât ider mâ’ü’l-hayâtı

 

Dem urur Huld bâgına hevâsı

İrem timsâlidür berg ü nevâsı

 

Anun hısnındadur Allâhu ya’lem

Makâm[ı] Ahmed-i Gazzâlî’nün hem

 

Anun tagında tutmışdur makargâh

Dülük Baba aleyhi rahmetu’llâh

 

Mübârek topragında işit a’ceb

Kimesne görmemişdür cins-i akreb

 

Aceb mi kej-düm olsa orada güm

Çü cennetdür ne_ider cennetde gezdüm

 

Ne yir kim kal’ası görinür anda

Bulınmaz akreb aslî ol mekânda

 

Türâbı kim anun iksîr-i cândur

Gönül gözine kuhl-i Isfehândur

 

Ne_ola medh eylesem ben ol me’âbı

Ki âlem medh idüpdür Ayntâb’ı

 

Vatandur bize hod ögmek revâdur

Vatan hubbı hadîs-i Mustafâ’dur

 

Egerçi lutf kânıdur ser-â-ser

Velî bî-kadr düşmişdür bu gevher

 

Bu yirde olmadugı gibi sûrî

Felekde dahı yokdur necm-i sevrî

 

Benüm bigi özi de bî-sitâre

Belâlar okına dâyim sitâre

 

Dimişlerdür bu söze mâni’ olmaz

Ki mahbûba igende tâli’ olmaz

 

İlâhî gitsün anun ayn tâbı

Ki vîrân isteye bu Ayntâb’ı

 

İlâhî her kim olsa ana yagı

Çerâgında bu şehrün yana yagı

 

Münîr oldukça şem’i âfitâbun

Çerâgı enver olsun Ayntâb’un

 

Seherler kıldugınca bülbül elhân

İlâhî tâze olsun bu gülistân

 

Mesâlar açdugınca gonca evrâk

Nesîminden mu’attar olsun âfâk

 

Dem-â-dem döndügince bu felekler

Emîn olsun Hudâ’sında melekler

 

İçine girmesün hem zulm ü udvân

İçinden çıkmasun her hayr u ihsân

 

Irag olsun özi yagı yüzinden

Emîn olsun ahî yâdât özinden

 

Dile aldukça şehrin İbni Bâlî

Makâmın gülsitân ider makâli

 

Ki bilen ma’nisin kavl-i sahîhün

Melîh olur dimiş vasfı melîhün

 

Yaraşmaz her söze tatvîl ü tekrâr

Velî tekrâr hoşdur vasf-ı dildâr

(İbrâhîm bin Bâlî. Hikmet-nâme. Millî Kütüphane 06 Mil Yz. A 1606. vr. 60b-61a.)

 

Hikmet-nâme’den

Fî-zikri haceri’s-sâmûr

Meger bir kûh var âlemde meşhûr

Hem anda bir hacer var adı sâmûr

 

Anun Magrib zemînidür mekânı 

Oradan getürür tüccâr anı

 

O taşun hâssasın bil çog eger az

Keser ahcâr lîkin çıkmaz âvâz

 

Hikâyetde gelüpdür kim Süleymân

Kılıcak Kuds bünyâdını bünyân

 

Meger âvâze-i kat’-ı hacerden

Katı incindiler cin ol eserden

 

Şikâyet kıldılar tâ kim Süleymân

Afârîti getürdi kıldı fermân

 

Hemân Magrib bilâdından o sengi

Getürdi dîvler içün kıldı hengî

 

Pes andan düzedüp çok dürlü âlât

Keserlerdi taşı çıkmazdı esvât

(...)

Fî-haceri lâkıti’ş-şa’r

Meger bir taş var adı lâkıtü’ş-şa’r

Arestu’dan rivâyet oldı bu emr

 

Anı ger süreler zât-ı şu’ûra

Döke hep şa’rını şöyle ki nûra

 

Nereye sahk idüp koysalar anı

Bulınmaya tirâşınun nişânı

(...)

Fî-haceri câlibi’n-nevm

Arestu didi bir taş var durur hem

Adına câlibü’n-nevm eydür âdem

 

Katı kızıl durur berrâk ü sâfî

Ki görinür şu‘â‘î vü şefâfî 

 

Bakun ana hevâ oldukda arı

Çıkar anun bugı vü hem buhârı

 

Gicede şem’-veş çıkar şu’â’ı

Münevver kılur oldugı bıkâ’ı

 

Eger kim ol hacerden ibn âdem

Götürse bilesince iki dirhem

 

Gözini tuta anun hâb [ü] uyhu

Uyanmaya katından gitmese bu

 

Fî-haceri târidi’n-nevm

Arestu’dan rivâyet eyledi kavm

Ki bir taş vardur adı târidü’n-nevm

 

Ag olur lîke meyl ider sevâda

Rasâs ile çü birdür istivâda

 

Götürse kendüde anı her insân

Gözine gelmiye_uyhu kala sehrân

 

Seher gerçi kim insâna ta’abdur

Gücünmez ol seherden bu acebdür

 

Giderse dahı ol taşı nazardan

Niçe eyyâm kurtulmaz seherden

 

Fî-haceri’l-matar

Bilâd-ı Türk’de bir taş vardur

Kim ol taşun adı seng-i matardur

 

Kaçan bıraksalar ol taşı mâya

Bulutlar yüriye vech-i semâya

 

Yaga yagmur aka seyl ola enhâr

Az olur kim düşer hem tolu vü kar

 

Musahhahdur bu söz ehl-i haberden

Haber virmiş durur gören beşerden

 

Fî-haceri bâhit

Cihânda bir hacer var anla sâbit

Ki_anun adına dirler seng-i bâhit

 

Ag olur levni berrâk ü musaffâ

Mücellâdur nitekim merkaşîşâ

 

Nazar kim eyleye ol taşa âdem

Hemân gülmek tutar içini ol dem

 

Güler şol denlü kim fevt ola aklı

Tefehhüm olmaya fikr[i] vü nakli 

 

Gidermeyince ol taşı nazardan

Ki gitmez gülmek aslâ ol beşerden

 

Dahı ol taş durur dir ehl-i irfân

Meger var ise magnâtîs-i insân

 

Fî-zikri haceri’l-utâs

Arestu’dan rivâyet kılmış üstâd

Ki vardur bir hacer seng-i utâs-ad 
 

Alıcak sol ele anı enâsî 

Gelür ol kimsenün ol dem atâsı

 

Yanar oda kosalar ol metâ’ı

Söyüne kalmaya_aslâ iltimâ‘ı 
 

Dili altına alup anı insân

Şarâb içse dahı olmaya sekrân

 

Fî-haceri Tedmür

Arestu’dan olupdur bu tezekkür 

Meger bir seng var adı seng-i Tedmür 

 

Diyâr-ı Magrib arzıdur mekânı

Kenâr-ı bahrde olur dirler anı

 

Ele alup yalasa anı âdem

Demi kurur tamarda ölür ol dem

 

Agu taşı durur ol seng-i mühlik

Ol oldugı yire varmaz mesâlik

(...)

 

Fî-haceri’l-bahr

Arestu’dan olınmışdur rivâyet

Deniz taşı durur bir taşa şöhret

 

Olur deryâ buhârından tevellüd

Kenâr-ı bahrde bulur tecemmüd

 

Eger küçük ola yâhud büyükdür

Bıraksalar suya batmaz sebükdür

 

Ne kişinün kim içinde ola ol

Dahı gark olmaya dir ehl-i ma’kûl

 

Kosalar kıdre_anı yanar iken nâr

Dine kaynamaya ol kıdr-ı fevvâr 

 

Fî-haceri’l-fâr

Müşâbih sûretiyle fâra ol seng

Sanasın mûşdur bâ-vaz’ [ü] bâ-reng

 

Nerede kim koya ol taşı insân

Dirilür cem’ olur üstine fiyrân 

 

Kaçabilmez tutarlar anı her bâr

Bu taş oldugı yirde az olur fâr

 

Fî-haceri Feylakûs

Arestu-yı hakîm idüp durur yâd

Cihânda bir hacer var Feylakûs-ad

 

Ki her günde döner bir dürlü renge

Gice gözgü olur baksan o senge

 

Hikâyetdür ki Zü’l-karneyn-i Yunan

Çün aldı ol hacerden buluban kân

 

Gice oldukda cinnün kavmi yek-bâr

Anun üstine recm itmişler ahcâr 

 

Muhakkak böyledür kim millet-i cân

Dilemez kim bula ol taşı insân

 

Mutalsamdur ki gördükde o taşı 

Kaçar andan sibâ’ ü cinn ü vahşî

 

Fî-haceri’l-bâh

Dimiş durur Arestu olgıl âgâh

Ki bir taş var ana dirler hacer-bâh

 

Pes Afrîkıyye arzı oldı kânı

Sikender ol mahalde buldı anı

 

Kimünle kim ola ol taş her gâh

Ana gâlib ola bu şehvet ü bâh

 

Susuz kimse eger tahte’l-lisâna

Kosa anı hemân ol demde kana

 

Fî-haceri’l-yeşb

Bu seng-i yeşbi ger götürse âdem

Savaşda kimse_anı yenmege bir dem

 

Bu sırr içün anı saklar halâyık

Selâtîn ider ol taşı menâtık

 

Anı agzına alsa merd-i atşân

Ataşdan kurtıla pes ola reyyân

(Kutlar Oğuz, Fatma Sabiha (2013). “Antepli İbrâhîm bin Bâlî’nin Hikmet-nâme’sinde Taşlar ve Madenler”. Prof. Dr. F. Tulga Ocak’a Armağan. Ankara. 99-105.)


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1Mustafa Ökkeş Evrend. 15 Ekim 1966 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
2MUHLİS, Hasırî-zâde Muhlis Efendid. 1815-16 - ö. 1852-53\'ten sonraDoğum YeriGörüntüle
3Yılmaz Onayd. 20 Nisan 1937 - ö. 09 Ocak 2018Doğum YeriGörüntüle
4Mustafa Ökkeş Evrend. 15 Ekim 1966 - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
5MUHLİS, Hasırî-zâde Muhlis Efendid. 1815-16 - ö. 1852-53\'ten sonraDoğum YılıGörüntüle
6Yılmaz Onayd. 20 Nisan 1937 - ö. 09 Ocak 2018Doğum YılıGörüntüle
7Mustafa Ökkeş Evrend. 15 Ekim 1966 - ö. ?Ölüm YılıGörüntüle
8MUHLİS, Hasırî-zâde Muhlis Efendid. 1815-16 - ö. 1852-53\'ten sonraÖlüm YılıGörüntüle
9Yılmaz Onayd. 20 Nisan 1937 - ö. 09 Ocak 2018Ölüm YılıGörüntüle
10Mustafa Ökkeş Evrend. 15 Ekim 1966 - ö. ?MeslekGörüntüle
11MUHLİS, Hasırî-zâde Muhlis Efendid. 1815-16 - ö. 1852-53\'ten sonraMeslekGörüntüle
12Yılmaz Onayd. 20 Nisan 1937 - ö. 09 Ocak 2018MeslekGörüntüle
13Mustafa Ökkeş Evrend. 15 Ekim 1966 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14MUHLİS, Hasırî-zâde Muhlis Efendid. 1815-16 - ö. 1852-53\'ten sonraAlan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15Yılmaz Onayd. 20 Nisan 1937 - ö. 09 Ocak 2018Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16Mustafa Ökkeş Evrend. 15 Ekim 1966 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
17MUHLİS, Hasırî-zâde Muhlis Efendid. 1815-16 - ö. 1852-53\'ten sonraMadde AdıGörüntüle
18Yılmaz Onayd. 20 Nisan 1937 - ö. 09 Ocak 2018Madde AdıGörüntüle