Madde Detay
NEDÎM, Ahmed
(d. 1092/1681 - ö. 1143/1730)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Asıl adı Ahmed’dir. İstanbulludur. 1092/1681 yılında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Annesi Saliha Hanım, İstanbul’un fethinden itibaren devlet hizmetinde bulunan Karaçelebi-zâdeler ailesindendir. Babası Kadı Mehmed Efendi ise Sultan İbrahim devri (1640-1648) kazaskerlerinden Merzifonlu Mustafa Efendi’nin oğludur. Kazasker Mustafa bin Muslihiddin Efendi, ilmiyye mensupları arasındaki rekabetten ve sıra dışı eğilimlerinden ötürü ulema ve yeniçeriler tarafından kendisine çirkin lakaplar takılmış, Mülakkab Mustafa diye tanınmıştır. Sultan İbrahim’in tahttan indirildiği 18 Receb 1058/8 Ağustos 1648 tarihinde Sultan Ahmet Camii önünde linç edilerek öldürülmüştür. Dedesine takılan lakaplardan ötürü Osman-zâde Tâ'ib gibi bazı şairler Nedîm’den mülakkab-zâde diye bahsetmişlerdir (Ahmet Refik 1924: 276-301; Ali Canip 1925: 173-184).
Ahmed Nedîm iyi bir eğitim görmüş, döneminin klasik ilimlerini, Arapça ve Farsçayı bu dillerde şiir yazacak kadar öğrenmiştir. Tahsilini tamamladıktan sonra Şeyhülislam Ebe-zâde Abdullah Efendi’nin de bulunduğu bir jüri tarafından yapılan sınavda başarılı olarak hariç medresesi müderrisliğini elde etmiştir. Söz konusu edilen sınavın tam tarihi bilinmemekle beraber, Ebe-zâde Abdullah Efendi’nin görevde bulunduğu 1707-1713 tarihleri arasında gerçekleştiği kesindir (Yöntem 1948: 173-184). Bu tarihler, aynı zamanda Sultan III. Ahmed Dönemi'nin (1703-1730) başlarına rastlamaktadır. Bu sırada Ali Paşa, III. Ahmed’in on birinci sadrazamı olarak göreve getirilmiştir (1713). Nedîm ise 1114/1702-1703 yılına tekabül eden tarih manzumesini dikkate alırsak artık çıraklık safhasını aşmış bir şairdir.
Ali Paşa’nın Varadin’de şehit düşmesinden sonra yerine Halil Paşa getirilir. Bu sırada İbrahim Paşa’nın yıldızı parlamaktadır. İbrahim Paşa, 1716 yılında mirahurluğa, ardından rikab-ı hümayun kaimmakamlığına atanır. Bu ikinci atamayla ilgili olarak Nedîm, bir tarih manzumesi yazar. İbrahim Paşa, Ali Paşa’nın şehit edilmesinden sonra geride kalan nikâhlısı Fatma Sultan’la evlenerek padişaha damat olur. 1718 tarihinde de sadrazamlık makamına getirilir. Bu tarih, daha sonra Lâle Devri (1718-1730) olarak adlandırılan dönemin başlangıcıdır. Artık, Damat İbrahim Paşa’nın hemen her faaliyeti Nedîm’in dikkatini çeker. Şair, kıta ve kasideleriyle her fırsatta hamisine bağlılığını ifade eder. İbrahim Paşa’yı takdir eden, öven sadece Nedîm değildir. Fakat Nedîm, bu şairlerin içinde en başarılı olanıdır. Bir yandan İbrahim Paşa’nın faaliyetlerini şiirleriyle överken diğer yandan da Lâle Devri'nde teşekkül ettirilen tercüme heyetlerinde görev alarak hâmisinin her hamlesine destek verir (İpşirli 1987:33-42). Öte yandan 1136/1724 yılının Ramazan ayından itibaren Damat İbrahim Paşa tarafından sistemli hâle getirilen huzur derslerinde Çelebizade Asım’ın ifadesiyle “müderrisîn-i kirâmdan isti‘dâd-ı tamm ile mevsûf u benâm olan Nedîm Ahmed Efendi kârî-i ders” sıfatıyla yerini alır (Çelebizade İsmail Âsım 2013: 1366, 1431, 1594). Çağdaşlarının başarılı bir müderris olarak resmettiği Nedîm’in kitaplığındaki eserler de bu görüşü pekiştirmektedir (Erünsal 2008: 271-291).
Müderris, kadı naibi ve Damat İbrahim Paşa’nın hafız-ı kütübü olarak Nedim, birikimine ve mizacına uygun görevlerde bulunmuştur. Medrese eğitiminin ardından atıldığı meslek hayatında da çabuk ilerlediğini biliyoruz. İlkin Hariç Medresesi müderrisliğine atanır. Ardından Mahmut Paşa Mahkemesi naipliğine getirilir. Daha sonra 1726’da Molla Kırımi Medresesinde, 1728’de Nişancı Paşa-yı Atik Medresesinde görev yapan Nedim, 1729’da Sahn Medreseleri müderrisliğine yükselir (Erdem1994: 276). Sekban Ali Paşa Medresesinde müderris iken Patrona Halil İsyanı patlak verir (1730).
Eski kaynaklarda şairin, söz konusu isyanı takip eden günlerde illet-i vehimeden veya içkiye düşkünlüğü nedeniyle titreme hastalığından öldüğüne dair bilgiler kayıtlıdır (Ali Canip 1925: 173-184). İsyan sırasında Nedim’in akıbetinin ne olduğu konusunda değişik iddialar ileri sürülmüştür. Güvenilir biyografi yazarlarından Süleyman Sadettin, Nedim’in ihtilal esnasında korkudan evinin damına çıktığını ve oradan düşerek öldüğünü söyler (2002: vr. 421a). Bu acı akıbet, şairin belki de son bir kurtuluş ümidiyle evinin damına çıktığını veya linç edilerek öldürülen dedesi Mülakkab Mustafa’nın başına gelen trjaik olayın benzerine maruz kalmamak için ölümü tercih ettiği ihtimalini akla getirmektedir. Ancak kesin olan bir şey vardır; o da şairin ihtilal sırasında öldüğüdür. Ali Canip Yöntem’in bulup yayınladığı Nedim’in terekesine dair “kassam hücceti sureti” (Yöntem 1948: 109-121) ve İsmail E. Erünsal’ın ayrıntılı biçimde değerlendirerek neşrettiği “Şair Nedim’in Muhallefatı”, 15 Rebiülahir 1143/28 Ekim 1730 tarihinde düzenlenmiştir (Erünsal 2008: 271-291). Bu arşiv kayıtları, Süleyman Sadettin’in verdiği bilgileri doğrulamaktadır.
Şairin kabri Üsküdar Karacaahmet Mezarlığının Miskinler kısmındadır. Mezar kitabesinde ölümüne düşürülmüş şu tarih beyti yazılıdır:
Revâ ola düşerse fevtine işbu du’â târih
Nedîm ola nedîm-i şâh-ı ceyş-i enbiyâ yâ Rab [1143]
Nedîm öldüğünde geriye eşi Ümmügülsüm Hanım ile kızı Lübâbe kalmıştır (Yöntem 1948: 109-121; Erünsal 2008: 271-291).
Eserleri şunlardır:
1. Dîvân: Nedîm’e asıl şöhretini kazandıran eseri dîvânıdır. Şairin hayattayken divan tertip edip etmediği bilinmemektedir. Bakü Elyazmalar Arşivi No.11627’de kayıtlı bulunan Nedîm Dîvânı nüshasının müellif hattı olduğuna dair iddialar gerçeği yansıtmamaktadır (Hoca 1960: 143-148). Nedîm Divanı’nın bilinen en eski tarihli nüshası, 1149 yılında istinsah edildiği tahmin edilen ve Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi Y.13 numarada kayıtlı bulunan nüshadır.Nedim Divanı’nın yurtiçi ve yurtdışındaki kütüphanelerde altmışın üzerinde yazma nüshası var. Şiirlerinin çok okunduğu, ölümünden sonra üretilen Nedim Divanı yazmalarının sayısından ve görsel kalitesinden anlaşılmaktadır. 1752-1757 tarihleri arasında Üsküdarlı bir hattat Nedim Divanı’nı sekiz kez istinsah etmiştir. Üsküdarlı Mahmud Ağazade Mehmed Emin’in istinsah ettiği bu nüshalar ve aynı dönemde başka hattatların ürettiği Nedim Divanı yazmalarından İstanbullu varlıklı okuryazar kesimin Nedim’in şiirine ilgisinin arttığı anlaşılmaktadır. Nedîm Divanı’nın diğer yazmaları arasında bilhassa Ankara Milli Kütüphane A.3220’de kayıtlı nüsha ile Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Hazine 1000’de kayıtlı nüsha dikkat çekici özellikler taşımaktadır. Şöyle ki Milli Kütüphanedeki nüshanın müstensihi, Nedîm Divanı’nı neşreden şair Halil Nihad [Boztepe], müzehhibi ise Süheyl Ünver’dir. Topkapı nüshası ise yazma ve matbu nüshalarda bulunmayan bazı şiirleri ihtiva etmektedir.
Nedîm Dîvânı, üç kez eski harflerle basılmıştır: Dîvân-ı Nedîm, Bulak Matbaası, (tarihsiz), 107+59; Dîvân-ı Nedîm, İstanbul 1291, 140; Nedîm Dîvânı, haz. Halil Nihad , İstanbul 1338-1340, 374. İlk iki baskı oldukça eksik ve yanlışlarla doludur. Halil Nihad, Nedîm Divanı’nı hazırlarken matbu iki nüshanın yanı sıra eserin yirmi yedi yazma nüshasını kullanmıştır. Daha sonra Abdülbaki Gölpınarlı özel kütüphanesinde bulunan bir nüsha ile Halil Nihad neşrini kullanarak Nedîm Divanı’nı yeni harflerle yayınlamıştır (İstanbul 1951). İkinci baskıda Süleymaniye Kütüphanesi Hâlet Efendi No. 763’te kayıtlı mecmuadaki farklı beyitleri de ilave etmiştir (İstanbul 1972). Son olarak Muhsin Macit, eserin bilinen bütün yazma nüshalarını değerlendirmek suretiyle Nedîm Divanı’nın tenkitli metnini doktora tezi olarak hazırlamıştır (1994). Bu metnin iki kez popüler neşri yapılmış (Akçağ Yayınları 1997; AKMB Yayınları 2016) ve Kültür ve Turizm Bakanlığınca e-kitap olarak yayımlanmıştır.
Nedim Divanı’nın bilinen bütün nüshaları değerlendirilerek hazırlanan son
baskıda; 42 kaside, 87 kıta, 13 nazm, 3
mesnevi, 1 terkib-bent, 1 terci-bent, 2 mütekerrir müseddes, 1 tardiyye, 5
tahmis, 1 muhammes, 33 murabba, 2 koşma, 164 gazel, 2 müstezat, 11 rubai ve 23
müfred ve matla vardır. Ayrıca Nedim
Divanı’nda 5 Arapça, 39 Farsça şiir
yer almaktadır (Macit 2016).
2. Sahâifü’l-Ahbâr. Lâle Devri’nde (1718-1730) teşekkül ettirilen tercüme heyetlerinde görev alan Nedîm, Müneccimbaşı Ahmed Aşıkî (ö.1702)’nin Câmiü’d-Düvel adlı Arapça eserini Türkçeye çevirerek Sahâifü’l-Ahbâr adını vermiştir. Nedîm’in on yılda tamamlayarak (1720-1730) İbrahim Paşa’ya sunduğu bu çeviri, 1285 yılında İstanbul’da basılmıştır.
3. Aynî Tarihi: Bedreddin Mahmud bin Ahmed (ö.1451) tarafından yazılan Ikdu’l-Cümân fi Tarihi Ehli’z-Zamân adlı İslam tarihi, Nedîm’in de içinde bulunduğu tercüme heyetince çevrilmiştir. Fakat, mütercimler arasında yer aldığı bilindiği hâlde hangi bölüm veya kısımları tercüme ettiği henüz bilinmemektedir. Nedîm’in devlet ve siyasete dair görüşlerinin biçimlenmesinde, bilhassa Moğol tarihinden kimi isimlere telmih ve teşbihlerde bulunmasında bu çevirilerinin etkisi olmuştur.
Nedîm’in bunlardan başka, Şehid Ali Paşa’ya mülemma tarzında bir dilekçesi (Kürkçüoğlu 1953: 317-324), İzzet Ali Paşa’nın şaka yollu mektubuna mensûr cevabı (Halil Nihad 1338-1340: 223-227), Safâyî Tezkiresi’ne Takrîz’i (Halil Nihad 1338-1340: 253) ve Münşeât-ı Aziziye’de yer alan ve kime yazıldığı belli olmayan bir mektubu vardır.
18. yüzyılın başında gazelde hikemî tarzın büyük temsilcisi Nâbî’nin, kasidede Nef’î’nin etkisinin revaçta olduğu şiir ortamına ilk adımını atan Nedîm, çok geçmeden Nedîmâne denilen yeni bir tarz geliştirmiştir. Bu tarzın esasını; söyleyiş mükemmelliği, yerlilik arzusu ve Nedîm’e özgü edâ oluşturur. Kendisi de bir gazelinde; "Ma‘lûmdur benim sühanım mahlas istemez / Fark eyler onu şehrimizin nükte-dânları" diyerek üslûp sahibi bir şair olduğunu ifade etmiştir (Macit 1997: 355).
Nedîm, şiir lügati zengin olmayan şairlerdendir. Bulduğu bir imajı veya hoşuna giden benzetme unsurlarını tekrar tekrar kullanır. Onun asıl kudreti dili kullanmadaki ustalığında saklıdır. Konuşma dilinden gelen söyleyişleri kullanmadaki dehası ve ahengi sağlamadaki titiz işçiliği onu çağdaşlarından ayırır. Kafiye, redif ve vezin kullanımındaki başarısı, şiirlerinde ritmik akışkanlığın sağlanmasında etkili olmuştur. Redif ve kafiye kullanımında geleneğe bağlı olan şairin ara sıra Türkçe kelime ve eklerle yaptığı kafiyelerdeki doğallık, daha önceki şairlerde az rastlanan bir özelliktir. Nedîm aruzun musikisini yakalayan ve şiirinde âdeta bir ahenk unsuru olarak kullanan divan şairlerinden biridir. Şiirlerinin bestelenmeye elverişli bir yapısı vardır. Onun için şairin yaşadığı dönemden başlayarak musammatları ve gazelleri bestelenmiştir. Sadece Suphî Ezgi, Musahip-zâde Celâl'in Lâle Devri Opereti için Nedîm'in 28 şiirini bestelemiştir (Yenigün 1961: 39-41).
Nedîmâne denilen tarzın önemli özelliklerinden bir diğeri, yerlilik merakıdır. Nedîm, divan şiirinde Necâtî’yle belirginleşen, Bâkî ve Şeyhülislam Yahyâ gibi şairlerin eserlerinde mükemmelleşen mahallîleşme deneyiminin, 18. yüzyıldaki en büyük temsilcisidir Onun şiirlerinde halk edebiyatına yakınlaşması, İstanbul hayatından sahneler sunması, gerçek hayattan alınan unsurları kullanması, günlük dilden gelen konuşma kalıplarına ve deyimlere yer vermesi yerlilik arzusunu gösteren unsurlar olarak görülmektedir.
Bilindiği gibi 18. yüzyılda halk ve divan şiiri arasında nisbî bir yakınlık söz konusudur. Divanlarda heceyle yazılmış şiirler yer aldığı gibi, halk şairlerinin de divan şiirinin estetik ve hayal dünyasına yakın şiirler söyledikleri bilinmektedir. Nedîm Dîvânı’nda hece vezniyle yazılmış iki koşma mevcuttur (Macit 1997: 269-70). Aslında bu, sadece 18. yüzyıla özgü bir durum değildir. Fakat, Nedîm’den önce divan şairlerinin hece ölçüsüyle şiir yazdıkları bilinmediğinden “Nedîm’in türküsü” diye meşhur olan koşma, şairin yenilikçi kimliğini vurgulamak için gereğinden fazla abartılmıştır. Artık, bugün hece ölçüsüyle şiir söyleyen ilk divan şairinin Nedîm olmadığı, ondan önce ve sonra değişik arayışlar içerisinde olan pek çok şairin benzer tecrübelere giriştiği bilindiğinden Nedîm’in koşmaları da istisna olmaktan çıkmıştır (İsen 1997: 385-421).
Nedîm’in yerlilik merakının en dikkate değer tarafı ise şiirlerinde İstanbul hayatından sahneler sunmuş olmasıdır. 18. yüzyılın başında özellikle İbrahim Paşa’nın gayretleriyle oluşturulan barış ve istikrar döneminde imar faaliyetleriyle birlikte eğlence hayatıyla ilgili mekânların ve mesire yerlerinin de yeniden düzenlendiği bilinmektedir. Düzenlenen helva gecelerine, Sadâbâd eğlencelerine devlet ricalinin yanı sıra şairlerin de katıldığı eserlerinden anlaşılmaktadır. İstanbul’un eğlence ve mesire yerlerinin şiirlere konu olması 18. yüzyılda başlamaz. Fakat, Nedîm devraldığı bir geleneği daha canlı, değişik sahneler ve tipleri öne çıkararak devam ettirir (Kortantamer 1993: 337-390). Ayrıca Nedîm, devrin diğer şairleri gibi İbrahim Paşa’nın İstanbul ve Nevşehir’de yaptırdığı çeşme ve sebillere, han ve kervansaraylara, hamamlara, köşklere manzum tarihler düşürmüştür (Aktuğ 1992; Kut 1993: 393-422).
Nedîm, Osmanlı şairleri arasında devriyle birlikte anılan, hatta özdeşleşen müstesna şairlerdendir. Lâle Devri'nde Nedîm’le aynı muhitte yaşayan ve devrin havasını onunla birlikte teneffüs eden pek çok şair olmasına rağmen devrinin ruhunu onun kadar eserine yansıtan olmamıştır. Damad İbrahim Paşa’nın Osmanlı kültür ve sanat hayatında gerçekleştirmeye çalıştığı hamleye Nedîm şiirleriyle, Itrî besteleriyle, Levnî mücessem nakışlarıyla katkıda bulunmuştur (İrepoğlu 1999: 235-243).
Nedîm, her yönüyle devrinin adamıdır. Ne yazık ki Patrona İsyanı ile sadece Lâle Devri değil, Nedîm’in hayatı da trajik bir biçimde son bulmuştur. Şairin mütebessim çehresini bu trajik olayın ruhumuza gerdiği sisli perdenin arkasından, ama sadece şiirlerine yansıdığı kadarıyla görürüz. Onun şiirlerinde Türkçenin nabız atışlarını duyar, Osmanlı zevk ve yaşama üslubunun nahif çizgilerini buluruz. Nedîm şiirlerinde önceki asırların şairlerinde görülen tasavvufî derinlik ve zihnî tasarruflara dayalı ustalık merakı yoktur. Sanki her şey kendiliğinden olmuş izlenimi verir. Bu durum, onun nazirelerinde, tahmis ve taştirlerinde daha açık biçimde görülür.
Nedîm, başta Fuzûlî olmak üzere pek çok usta şaire nazire söylemiştir. Nevâyî’nin bir gazelini tanzir etmiş ve ayrıca Çağatayca üç beyitli bir manzume söylemiştir. Râzî, Neşâtî Dede ve Tıflî’nin gazellerine tahmis; Nedîm-i Kadîm ile İzzet Ali Paşa’nın şiirlerine taştîr yazmış; Enverî, İbrahim Paşa ve Sultan Ahmed’in mısra ve beyitlerini tazmin etmiştir. Ayrıca, “gibi” redifli kasidesinde İran şairlerine âdeta meydan okuyan Nedîm, Türk şairlerinden kasidede Nef’î’yi; gazelde Bâkî ve Yahyâ’yı; mesnevi tarzında Atâyî’yi ve rübaide ise Hâletî’yi beğendiğini söylemiştir (Macit 1997: 2). Özellikle ilk kasidelerinde Nef’î etkisine sonuna kadar açık olan Nedîm, gazelde de kendisini Bâkî’nin mirasçısı sayar. Döneminin şairlerinden Ârif Efendi, İzzet Ali Paşa ve Râzî gibi şairlere birer beytinde yer verir. Devrin diğer şairleri ile birlikte Nedîm de Nâmî mahlasıyla şiirler söyleyen Safevi elçisi Murtazakulu Han’a nazireler söyler (Horata 2003: 253-259). Divan edebiyatı geleneği içerisinde belirginleşen bütün arayışlar, tecrübeler ve hatta kimi zaman tali bir duyarlık olarak kalıp genelleşmeyen denemeler, Nedîm’in dikkatini çeker. O, bütün bu tecrübelere ve divan şiirinin kaynaklarına kayıtsız kalmaz. Onun divan şiirine getirdiği yenilik, asırlarca süren dağınık tecrübelerin zaferidir (Tanpınar 1982: 83; Mazıoğlu 1957).
Nedîm, yaşadığı dönemden itibaren etrafında takipçiler toplayabilen, etkisi birkaç nesle intikal eden müstesna ustalardandır. Bunda divan şiirini yerli bir havaya sokmasının etkisi vardır. O, tekke-tasavvuf muhitleri gibi nispeten kapalı bir yapı içinde eserini vererek özellikle sözlü gelenekte etkisini sürdüren Nesîmî, Yunus ve Niyâzî-i Mısrî gibi kabul görmüş şairler istisna edilirse, soluğu her dem taze şairlerin başında gelir. Sadece yaşadığı zaman itibariyle değil eseriyle de bize diğer divan şairlerinden daha yakındır.
Nedîm’in yeni sesi, edâsı daha hayattayken devrinin şair ve tezkirecileri tarafından fark edilmiştir. Eserini 1134/1722’de tamamlayan Sâlim’in, Nedîm’i “tâze-zebân” sıfatıyla nitelendirmesi dikkate değer bir husustur (Tezkîre-i Sâlim: 664-665). Safâyî’den başlayarak Nedîm’in biyografisini veren bütün kaynaklar onun önde gelen şairlerden biri olduğunu vurgularlar (Safâyî: vr.191). Râşid ve Âsım gibi 18. yüzyılın iki vakanüvis şairi Nedîm’i takdir etmekle kalmayıp şiirlerini tanzir etmişlerdir. 18. yüzyıl şairlerinden Kâmî, Neylî, Âsım, Âtıf, Râşid, İzzet Ali Paşa, Seyyid Vehbî, Sâmî, Kelîm ve Pertev gibi şahsiyetlerin de Nedîm’e nazireleri vardır. Hatta eserini farklı bir mecrâda veren, tasavvuf iklimine şiirinin kapılarını sonuna kadar açan Şeyh Gâlip bile Nedîm’in şiirlerini tanzir etmiştir (Yöntem 1948: 109-121).
Edebiyatımızın yüzünü Batı'ya çevirmesiyle birlikte tevarüs ettiği geleneği sürdüren şairlerden, modern şiir tarzını oluşturmaya çalışanlara kadar geniş bir yelpazede Nedîm’in etkisi devam etmiştir. XIX. yüzyılın ilk yarısında Nedîm’in en büyük takipçisi Enderunlu Vâsıf’dır. Tanzimat Dönemi şairlerini de etkileyen Leskofçalı Gâlip, Nedîm’in etkisinde kalan bir başka şairdir. Tanzimat edebiyatının önde gelen simalarından Namık Kemâl, Nedîm’i Türk dilinin en büyük şairi sayar (Yetiş 1989: 19, 269, 276). Edebiyat-ı Cedîde şairlerinin benimsedikleri dil anlayışı, Nedîm’in söyleyişine dikkat etmelerine engeldir. Bununla birlikte “Âveng-i Tesâvir”de eski şairlerin daha çok mizaçlarıyla ilgili özelliklerini vurgulayan Tevfik Fikret, Nedîm’in mizacını, tavrını, döneminin içindeki yerini ayrıntıya inen çizgilerle tespit eder (1984: 406).
Geçen asrın başında Nedîm âdeta yeniden keşfedilir. I. Dünya savaşının özellikle aydınlar arasında yarattığı ruhsal çöküntü ortamında Şair Nedîm mecmuası yayın hayatına girer (Altun 2000: 49:52). Nedîm mahlasının ad olarak tercih edildiği mecmuada, şairin edebî kişiliğinin ortaya çıkmasında eserleriyle katkı sahibi olan Ahmed Refik ve Ali Canip gibi yazarların imzaları vardır. Aynı dönemde yayın hayatını devam ettiren Millî Mecmua, “Nedîm” nüshasını yayınlar. Yahya Kemâl ve Mehmed Hâlid’in Dergâh’da Nedîm’e dair yazıları çıkar. Halil Nihad Nedîm Divanı’nı neşreder (1338-1340). Bu neşir takdirle karşılanır ve Ahmed Haşim Akşam’da bir yazı neşreder (Enginün 1991: 155). Modern Türk şiirinin başında duran iki ustanın, Ahmet Haşim ve Yahya Kemâl’in Nedîm’e yaklaşımları, onun şair kimliğinin vurgulanarak döneminin havası içinde boğulmamasını sağlar. Yahya Kemâl’in Lâle Devri ve İstanbul üzerine yazdığı şiirlerinde benimsediği söyleyiş tarzı ve sohbetlerinde ortaya koyduğu görüşler Nedîm’in anlaşılmasında etkili olur (Tanpınar 1977: 169-173). Cumhuriyet Dönemi'nde Nedîm’in sanatı kadar hayatı da dikkati çekmiştir. Hayatı, Halit Fahri Ozansoy’un Nedîm, Fâik Ali Ozansoy’un da Nedîm ve Lâle Devri oyunlarına konu olmuştur. Cahit Sıtkı, Nâzım Hikmet, Oktay Rıfat, Attila İlhan, Sezai Karakoç gibi usta şairler Nedîm’in devri içindeki konumuna atıflarda bulunan şiirler yazmışlardır (Macit 2007: 439-447.).
Kaynakça
Ahmet Refîk (1331). Lâle Devri (1130-1143). İstanbul: İbrahim Hilmi Matbaası.
Ahmet Refik (1924). Âlimler ve Sanatkârlar. İstanbul: Orhaniye Matbaası.
Aktuğ, İlknur (1992). Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi. Ankara: KB Yay.
Ali Canip [Yöntem] (1925). “Nedîm'in Hayatı”. Türkiyat Mecmuası I (Ağustos): 173-184.
Altun, Işıl (2000). “Bir Mütareke Dönemi Dergisi Daha: Şâir Nedîm”, Yedi İklim. 121 (Nisan): 49-52.
Avşar, Ziya (2002). “Bir Başka Yönden Nedîm”. Türklük Bilimi Araştırmaları .12 (Güz),:155-170.
Aynur, Hatice-Hakan T. Karateke (1995). III. Ahmed Devri İstanbul Çeşmeleri. İstanbul: Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yay.
Bezirci, Asım (hzl.) (1984). Tevfik Fikret. Rübâb-ı Şikeste. İstanbul.
Çelebizâde İsmail Âsım Efendi (2013). Târih-i Çelebizâde. haz. Abdülkadir Özcan vd. İstanbul: Klasik Yay.
Enginün, İnci-Zeynep Kerman (1991). Ahmed Hâşim Bütün Eserleri. C. III. İstanbul: Degâh Yayınları.
Erdem, Sadık (hzl) (1994). Râmiz Âdâb-ı Zurafâ. Ankara: AKM Yay.
Erünsal, İsmail E. (2009). “Şâir Nedim’in Muhallefâtı”, The Archival Sources Turkish Literary History [Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kaynakları]. Harvard University.
Gölpınarlı, Abdülbaki (1951-1972). Nedîm Dîvânı. İstanbul:
Halil Nihâd [Boztepe] (1338-40). Nedîm Dîvânı. İstanbul:
Hoca, Nazif (1960). “Nedîm’in Bizzat Yazdığı İddia Edilen Bir Dîvânı Hakkında”. Tarih Dergisi .XI (Eylül):143-148.
Horata, Osman (2003). “Lâle Devri’nde Bir Safevî Elçisi: Murtaza Kulu Han (Namî) ve Ona Yazılan Nazireler”. Journal of Turkish Studies. (27/II): 253-259.
İpşirli, Mehmet (1987). “Lâle Devrinde Teşkil Edilen Tercüme Heyetine Dair Bazı Gözlemler”. Osmanlı İlmî ve Meslekî Cemiyetleri. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Yay.
İrepoğlu, Gül (1999). “Lâle Devrinin Çelebi Nakkaşı: Levnî”. Sanat Dünyamız. (73): 235-243.
İsen, Mustafa (1997). “Dîvânlarda Heceyle Yazılmış Şiirler”. Ötelerden Bir Ses. Ankara: Akçağ Yay.
Kortantamer, Tunca (1993). Eski Türk Edebiyatı Makaleler. Ankara: Akçağ Yay.
Kut, Günay-Hatice Aynur (1993). “Damat İbrahim Paşa’nın İstanbul’da Yaptırdığı Çeşmelerin ve Sebillerin Kitabeleri”. Marmara Üniversitesi, Türklük Araştırmaları Dergisi. (7): 393-422.
Kürkçüoğlu, Kemâl Edip (1953). “Şair Nedîm’in Bir Arz-i Hâli”. Fuad Köprülü Armağanı. İstanbul.
Macit, Muhsin (1994). Nedîm Dîvânı ( İnceleme Tenkidli Metin). Doktora Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi.
Macit, Muhsin (1997). Nedîm Dîvânı. Ankara: Akçağ Yay.
Macit, Muhsin (2016). Nedîm Dîvânı. Ankara: AKM Yay.
Macit, Muhsin (2007). “Modern Türk Şiirinde Lâle Devri ve Nedîm”. Edebiyat ve Dil Yazıları: Mustafa İsen’e Armağan. (hzl). Ayşenur Külahlıoğlu İslam-Süer Eker. Ankara: Grafiker Yay.
Mazıoğlu, Hasibe (1957). Nedîm‘in Dîvân Şiirine Getirdiği Yenilik. Ankara: İş Bankası Yay.
Musahipzade Celâl (1936). Lâle Devri [Şarkılı Tarihî Operet]. İstanbul:
Nedîm Dîvânı. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-292562/h/nedim-divani.pdf [16.09.2013]
Ozansoy, Faik Ali (1969). Nedîm ve Lâle Devri. İstanbul:
Safâyî. Tezkîretü’ş-Şu’arâ. Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi. No: 2549.
Sâlim (1315). Tezkîre-i Sâlim. İstanbul.
Süleyman Sadeddin (2002). Mecelletü’n-Nisâb. Tıpkıbasım. Ankara: KB Yay.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1977). Edebiyat Üzerine Makaleler. İstanbul: Dergâh Yay.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1982). 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
Yenigün, Hayri (1960). “Lâle Devri Âlemleri, Musikî ve Şair Nedîm”. Türk Yurdu. II-290 (Kasım): 49-50.
Yenigün, Hayri (1961). “Nedîm’in Şiirlerinden Beste Yapanlar-IV: Suphi Ezgi”. Türk Yurdu. 295 (Nisan): 39-41.
Yetiş, Kâzım (1989). Nâmık Kemâl’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yay.
Yöntem, Ali Canip (1948). “Nedîm’in Hayatı ve Çağdaşlarının Üstündeki Tesirleri”. III. Türk Tarih Kongresi (15-20 Kasım 1943), Kongreye Sunulan Tebliğler. Ankara:TTK Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. MUHSİN MACİTYayın Tarihi: 19.09.2013Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Dîvân
1
Kaside
Der-Vasf-ı Sa‘d-âbâd u İstanbul Der-Zımn-ı Medh-i İbrahîm Pâşâ
Bu şehr-i Sıtanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yektâdır iki bahr arasında
Hurşîd-i cihân-tâb ile tartılsa sezâdır
Bir kân-ı niʿamdır ki onun gevheri ikbâl
Bir bâğ-ı İrem’dir ki gülü izz ü ulâdır
Altında mı üstünde midir cennet-i aʿlâ
El-hak bu ne hâlet bu ne hoş âb u havâdır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır
İnsâf değildir onu dünyâya değişmek
Gülzârların cennete teşbîh hatâdır
Herkes erişir onda murâdına onunçün
Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır
Kâlâ-yı ma‘ârif satılır sûklarında
Bâzâr-ı hüner ma‘den-i ilm ü ulemâdır
Câmî‘lerinin her biri bir kûh-ı tecelli
Ebrû-yı melek andaki mihrâb-ı du‘âdır
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandîlleri meh gibi leb-rîz-i ziyâdır
Ser-çeşmeleri olmada insâna revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır
Hep halkının etvârı pesendîde vü makbûl
Derler ki biraz dilberi bî-mihr ü vefâdır
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm-i safânın
Evsâfı hele başka kitâb olsa sezâdır
Nâmı gibi olmuştur o hem sa‘d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır
Kûhsârları bâğları kasrları hep
Gûyâ ki bütün şevk u tarab zevk u safâdır
İstanbul’un evsâfını mümkün mü beyân hiç
Maksûd hemân sadr-ı kerem-kâra duʿâdır
Dâmâd-ı güzîn-i şeh-i zî-şân-ı felek-câh
Fahrü'l-vüzerâ âsaf-ı ferhunde-likâdır
Hem-nâm-ı Halîl olmağ ile zât-ı şerîfi
Ahdinde cihân pür-niʿam-ı cûd u sehâdır
Devşirmededir saçtığı ihsânı şeb ü rûz
Pîr-i feleğin onun için kaddi dütâdır
Ser-pençesinin nâmı lisân-ı küremâda
Deryâ-yı himem kân-ı kerem bahr-ı atâdır
Endîşesinin künyesi tûmâr-ı nesebde
Nûr ibni süheyl ibni reşâd ibni zekâdır
Bîm-i ser-i şemşîr-i dırahşân güherinden
Sîmâ-yı ehâlî-i sitem kâh-rübâdır
Hâtem-sıfatâ tab‘ u dil ü dest-i kerîmin
Deryâ-yı himem kân-ı kerem ebr-i atâdır
Feyz-i eser-i sâgar-ı dest-i kereminden
Şahs-ı feleğin çehresi yâkut-nümâdır
Ey sadr-ı keremkâr ki dergâh-i refîʿin
Erbâb-ı dile kıble-i ümmîd ü recâdır
Sensin o cihân-sadr-ı felek-pâye ki dâ'im
Dergâhına ikbâl ü şeref perde-güşâdır
İhlâs ile bendendir eyâ sadr-ı keremkâr
Kulluktur onun pîşesi dahı neye kâdir
Devrinde senin fırka-i erbâb-ı ma‘ârif
Âsûde-i cevr-i felek-i bî-ser ü pâdır
Iydın ola ikbâl ü sa‘âdetle mübârek
Günden güne ikbâlin ola gün gibi zâhir
Sadrında seni eyleye Hak dâ'im ü sâbit
Hep âlemin ettikleri şimdi bu duʿâdır
Ey sadr-ı cihânbân ede Hak devletin efzûn
Kim devletin erbâb-ı dile lütf-ı Hudâdır
Ez-cümle Nedîmâ kulun ey âsaf-ı zî-şân
Müstağrak-ı lütf u kerem ü cûd u atâdır
2
Murabba
I
Sâkiyâ meclise gel cismime gelsin cânım
Ahdler tevbeler ol sâgara kurbân olsun
Ayağın sakınarak basma amân sultânım
Dökülen mey kırılan şîşe-i rindân olsun
II
Merhabâ ettiğin ellerle revâ mı göreyim
Eller emsin o şeker lebleri de ben durayım
Bâri lütfeyle a zâlim biricik yüz süreyim
Pâyın olmazsa eğer gûşe-i dâmân olsun
III
Şûhsun neyleyim ammâ ki yalan söylersin
Her zamân böyle Nedîmâyı firîb eylersin
Hamdır meyve-i vaslım sana olmaz dersin
Olsun ey tâze nihâl-i çemen-i cân olsun
3
Haddeden geçmiş nezâket
yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden
ruhsâr-ı âl olmuş sana
Bûy-ı gül taktîr
olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi
dest-mâl olmuş sana
Sihr ü efsûn ile
dolmuştur derûnun ey kalem
Zülfü Hârût’un demek
mümkün ki nâl olmuş sana
Şöyle gird olmuş Firengistân
birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i
ebrûda hâl olmuş sana
Ol büt-i tersâ sana mey
nûş eder misin demiş
El-amân ey dil ne
müşkilter suâl olmuş sana
Sen ne câmın mestisin
billah kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül
n’oldun ne hâl olmuş sana
Leblerin mecrûh olur
dendân-ı sîn-i bûseden
La’lin öptürmek bu
hâletle muhâl olmuş sana
Yok bu şehr içre senin
vasf ettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş
bir hayâl olmuş sana
4
Murâdın anlarız ol
gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ
biraz irfânımız vardır
O şûhun sunduğu
peymâneyi redd etmezüz elbet
Onunla böylece ahd
etmişiz peymânımız vardır
Münâsiptir sana ey
tıfl-ı nâzım hüccetin al gel
Beşiktaş’a yakın bir
hâne-i vîrânımız vardır
Elin koy sîne-i billûra
rahm et âşıka zîrâ
Beyaz üzre bizim de
pençe-ber fermânımız vardır
Güzel sevmekte zâhid
müşkilin var ise benden sor
Bizim ol fende çok
tahkîkimiz itkânımız vardır
Kocup her şeb miyânın
cânına can katmada âğyâr
Behey zâlim sen insâf
et bizim de cânımız vardır
Sıkılma bezme gel
bîgâne yok da‘vetlimiz ancak
Nedîmâ bendeniz var bir
dahı sultânımız vardır
5
Esdikçe bâd-ı subh
perîşânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i
cânânsın ey gönül
Gül mevsiminde tevbe-i
meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de
peşîmânsın ey gönül
Eşkimde böyle şu‘le
nedendir meğer ki sen
Çün sûz u tâb giryede
pinhânsın ey gönül
Ben sana bâde içme
güzel sevme mi dedim
Benden niçin bu gûne
girîzânsın ey gönül
Bîgânedir mu‘âmeleniz
akl ü hûş ile
Gûyâ derûn-ı sînede
mihmânsın ey gönül
Âyîne oldu bir nigeh-i
hayretinle âb
Billâh ne saht âteş-i
sûzânsın ey gönül
Hac yollarında
meş‘ale-i kârbân gibi
Erbâb-ı aşk içinde
nümâyânsın ey gönül
Feyz âşiyânı mihr-i
hüner cilvegâhısın
Subh-ı bahâr-ı şevka
girîbansın ey gönül
Peymâne-i muhabbeti
sundun Nedîme çün
Lütf eyle câmı bâri
biraz kansın ey gönül
Macit,
Muhsin (2016). Nedîm Dîvânı. Ankara: AKMB
Yay.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 19.09.2013Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Dîvân
1
Kaside
Der-Vasf-ı Sa‘d-âbâd u İstanbul Der-Zımn-ı Medh-i İbrahîm Pâşâ
Bu şehr-i Sıtanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yektâdır iki bahr arasında
Hurşîd-i cihân-tâb ile tartılsa sezâdır
Bir kân-ı niʿamdır ki onun gevheri ikbâl
Bir bâğ-ı İrem’dir ki gülü izz ü ulâdır
Altında mı üstünde midir cennet-i aʿlâ
El-hak bu ne hâlet bu ne hoş âb u havâdır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır
İnsâf değildir onu dünyâya değişmek
Gülzârların cennete teşbîh hatâdır
Herkes erişir onda murâdına onunçün
Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır
Kâlâ-yı ma‘ârif satılır sûklarında
Bâzâr-ı hüner ma‘den-i ilm ü ulemâdır
Câmî‘lerinin her biri bir kûh-ı tecelli
Ebrû-yı melek andaki mihrâb-ı du‘âdır
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandîlleri meh gibi leb-rîz-i ziyâdır
Ser-çeşmeleri olmada insâna revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır
Hep halkının etvârı pesendîde vü makbûl
Derler ki biraz dilberi bî-mihr ü vefâdır
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm-i safânın
Evsâfı hele başka kitâb olsa sezâdır
Nâmı gibi olmuştur o hem sa‘d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır
Kûhsârları bâğları kasrları hep
Gûyâ ki bütün şevk u tarab zevk u safâdır
İstanbul’un evsâfını mümkün mü beyân hiç
Maksûd hemân sadr-ı kerem-kâra duʿâdır
Dâmâd-ı güzîn-i şeh-i zî-şân-ı felek-câh
Fahrü'l-vüzerâ âsaf-ı ferhunde-likâdır
Hem-nâm-ı Halîl olmağ ile zât-ı şerîfi
Ahdinde cihân pür-niʿam-ı cûd u sehâdır
Devşirmededir saçtığı ihsânı şeb ü rûz
Pîr-i feleğin onun için kaddi dütâdır
Ser-pençesinin nâmı lisân-ı küremâda
Deryâ-yı himem kân-ı kerem bahr-ı atâdır
Endîşesinin künyesi tûmâr-ı nesebde
Nûr ibni süheyl ibni reşâd ibni zekâdır
Bîm-i ser-i şemşîr-i dırahşân güherinden
Sîmâ-yı ehâlî-i sitem kâh-rübâdır
Hâtem-sıfatâ tab‘ u dil ü dest-i kerîmin
Deryâ-yı himem kân-ı kerem ebr-i atâdır
Feyz-i eser-i sâgar-ı dest-i kereminden
Şahs-ı feleğin çehresi yâkut-nümâdır
Ey sadr-ı keremkâr ki dergâh-i refîʿin
Erbâb-ı dile kıble-i ümmîd ü recâdır
Sensin o cihân-sadr-ı felek-pâye ki dâ'im
Dergâhına ikbâl ü şeref perde-güşâdır
İhlâs ile bendendir eyâ sadr-ı keremkâr
Kulluktur onun pîşesi dahı neye kâdir
Devrinde senin fırka-i erbâb-ı ma‘ârif
Âsûde-i cevr-i felek-i bî-ser ü pâdır
Iydın ola ikbâl ü sa‘âdetle mübârek
Günden güne ikbâlin ola gün gibi zâhir
Sadrında seni eyleye Hak dâ'im ü sâbit
Hep âlemin ettikleri şimdi bu duʿâdır
Ey sadr-ı cihânbân ede Hak devletin efzûn
Kim devletin erbâb-ı dile lütf-ı Hudâdır
Ez-cümle Nedîmâ kulun ey âsaf-ı zî-şân
Müstağrak-ı lütf u kerem ü cûd u atâdır
2
Murabba
I
Sâkiyâ meclise gel cismime gelsin cânım
Ahdler tevbeler ol sâgara kurbân olsun
Ayağın sakınarak basma amân sultânım
Dökülen mey kırılan şîşe-i rindân olsun
II
Merhabâ ettiğin ellerle revâ mı göreyim
Eller emsin o şeker lebleri de ben durayım
Bâri lütfeyle a zâlim biricik yüz süreyim
Pâyın olmazsa eğer gûşe-i dâmân olsun
III
Şûhsun neyleyim ammâ ki yalan söylersin
Her zamân böyle Nedîmâyı firîb eylersin
Hamdır meyve-i vaslım sana olmaz dersin
Olsun ey tâze nihâl-i çemen-i cân olsun
3
Haddeden geçmiş nezâket
yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden
ruhsâr-ı âl olmuş sana
Bûy-ı gül taktîr
olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi
dest-mâl olmuş sana
Sihr ü efsûn ile
dolmuştur derûnun ey kalem
Zülfü Hârût’un demek
mümkün ki nâl olmuş sana
Şöyle gird olmuş Firengistân
birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i
ebrûda hâl olmuş sana
Ol büt-i tersâ sana mey
nûş eder misin demiş
El-amân ey dil ne
müşkilter suâl olmuş sana
Sen ne câmın mestisin
billah kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül
n’oldun ne hâl olmuş sana
Leblerin mecrûh olur
dendân-ı sîn-i bûseden
La’lin öptürmek bu
hâletle muhâl olmuş sana
Yok bu şehr içre senin
vasf ettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş
bir hayâl olmuş sana
4
Murâdın anlarız ol
gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ
biraz irfânımız vardır
O şûhun sunduğu
peymâneyi redd etmezüz elbet
Onunla böylece ahd
etmişiz peymânımız vardır
Münâsiptir sana ey
tıfl-ı nâzım hüccetin al gel
Beşiktaş’a yakın bir
hâne-i vîrânımız vardır
Elin koy sîne-i billûra
rahm et âşıka zîrâ
Beyaz üzre bizim de
pençe-ber fermânımız vardır
Güzel sevmekte zâhid
müşkilin var ise benden sor
Bizim ol fende çok
tahkîkimiz itkânımız vardır
Kocup her şeb miyânın
cânına can katmada âğyâr
Behey zâlim sen insâf
et bizim de cânımız vardır
Sıkılma bezme gel
bîgâne yok da‘vetlimiz ancak
Nedîmâ bendeniz var bir
dahı sultânımız vardır
5
Esdikçe bâd-ı subh
perîşânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i
cânânsın ey gönül
Gül mevsiminde tevbe-i
meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de
peşîmânsın ey gönül
Eşkimde böyle şu‘le
nedendir meğer ki sen
Çün sûz u tâb giryede
pinhânsın ey gönül
Ben sana bâde içme
güzel sevme mi dedim
Benden niçin bu gûne
girîzânsın ey gönül
Bîgânedir mu‘âmeleniz
akl ü hûş ile
Gûyâ derûn-ı sînede
mihmânsın ey gönül
Âyîne oldu bir nigeh-i
hayretinle âb
Billâh ne saht âteş-i
sûzânsın ey gönül
Hac yollarında
meş‘ale-i kârbân gibi
Erbâb-ı aşk içinde
nümâyânsın ey gönül
Feyz âşiyânı mihr-i
hüner cilvegâhısın
Subh-ı bahâr-ı şevka
girîbansın ey gönül
Peymâne-i muhabbeti
sundun Nedîme çün
Lütf eyle câmı bâri
biraz kansın ey gönül
Macit,
Muhsin (2016). Nedîm Dîvânı. Ankara: AKMB
Yay.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 12.12.2020Eserlerinden Örnekler
Dîvân
1
Kaside
Der-Vasf-ı Sa‘d-âbâd u İstanbul Der-Zımn-ı Medh-i İbrahîm Pâşâ
Bu şehr-i Sıtanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yektâdır iki bahr arasında
Hurşîd-i cihân-tâb ile tartılsa sezâdır
Bir kân-ı niʿamdır ki onun gevheri ikbâl
Bir bâğ-ı İrem’dir ki gülü izz ü ulâdır
Altında mı üstünde midir cennet-i aʿlâ
El-hak bu ne hâlet bu ne hoş âb u havâdır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır
İnsâf değildir onu dünyâya değişmek
Gülzârların cennete teşbîh hatâdır
Herkes erişir onda murâdına onunçün
Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır
Kâlâ-yı ma‘ârif satılır sûklarında
Bâzâr-ı hüner ma‘den-i ilm ü ulemâdır
Câmî‘lerinin her biri bir kûh-ı tecelli
Ebrû-yı melek andaki mihrâb-ı du‘âdır
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandîlleri meh gibi leb-rîz-i ziyâdır
Ser-çeşmeleri olmada insâna revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır
Hep halkının etvârı pesendîde vü makbûl
Derler ki biraz dilberi bî-mihr ü vefâdır
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm-i safânın
Evsâfı hele başka kitâb olsa sezâdır
Nâmı gibi olmuştur o hem sa‘d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır
Kûhsârları bâğları kasrları hep
Gûyâ ki bütün şevk u tarab zevk u safâdır
İstanbul’un evsâfını mümkün mü beyân hiç
Maksûd hemân sadr-ı kerem-kâra duʿâdır
Dâmâd-ı güzîn-i şeh-i zî-şân-ı felek-câh
Fahrü'l-vüzerâ âsaf-ı ferhunde-likâdır
Hem-nâm-ı Halîl olmağ ile zât-ı şerîfi
Ahdinde cihân pür-niʿam-ı cûd u sehâdır
Devşirmededir saçtığı ihsânı şeb ü rûz
Pîr-i feleğin onun için kaddi dütâdır
Ser-pençesinin nâmı lisân-ı küremâda
Deryâ-yı himem kân-ı kerem bahr-ı atâdır
Endîşesinin künyesi tûmâr-ı nesebde
Nûr ibni süheyl ibni reşâd ibni zekâdır
Bîm-i ser-i şemşîr-i dırahşân güherinden
Sîmâ-yı ehâlî-i sitem kâh-rübâdır
Hâtem-sıfatâ tab‘ u dil ü dest-i kerîmin
Deryâ-yı himem kân-ı kerem ebr-i atâdır
Feyz-i eser-i sâgar-ı dest-i kereminden
Şahs-ı feleğin çehresi yâkut-nümâdır
Ey sadr-ı keremkâr ki dergâh-i refîʿin
Erbâb-ı dile kıble-i ümmîd ü recâdır
Sensin o cihân-sadr-ı felek-pâye ki dâ'im
Dergâhına ikbâl ü şeref perde-güşâdır
İhlâs ile bendendir eyâ sadr-ı keremkâr
Kulluktur onun pîşesi dahı neye kâdir
Devrinde senin fırka-i erbâb-ı ma‘ârif
Âsûde-i cevr-i felek-i bî-ser ü pâdır
Iydın ola ikbâl ü sa‘âdetle mübârek
Günden güne ikbâlin ola gün gibi zâhir
Sadrında seni eyleye Hak dâ'im ü sâbit
Hep âlemin ettikleri şimdi bu duʿâdır
Ey sadr-ı cihânbân ede Hak devletin efzûn
Kim devletin erbâb-ı dile lütf-ı Hudâdır
Ez-cümle Nedîmâ kulun ey âsaf-ı zî-şân
Müstağrak-ı lütf u kerem ü cûd u atâdır
2
Murabba
I
Sâkiyâ meclise gel cismime gelsin cânım
Ahdler tevbeler ol sâgara kurbân olsun
Ayağın sakınarak basma amân sultânım
Dökülen mey kırılan şîşe-i rindân olsun
II
Merhabâ ettiğin ellerle revâ mı göreyim
Eller emsin o şeker lebleri de ben durayım
Bâri lütfeyle a zâlim biricik yüz süreyim
Pâyın olmazsa eğer gûşe-i dâmân olsun
III
Şûhsun neyleyim ammâ ki yalan söylersin
Her zamân böyle Nedîmâyı firîb eylersin
Hamdır meyve-i vaslım sana olmaz dersin
Olsun ey tâze nihâl-i çemen-i cân olsun
3
Haddeden geçmiş nezâket
yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden
ruhsâr-ı âl olmuş sana
Bûy-ı gül taktîr
olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi
dest-mâl olmuş sana
Sihr ü efsûn ile
dolmuştur derûnun ey kalem
Zülfü Hârût’un demek
mümkün ki nâl olmuş sana
Şöyle gird olmuş Firengistân
birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i
ebrûda hâl olmuş sana
Ol büt-i tersâ sana mey
nûş eder misin demiş
El-amân ey dil ne
müşkilter suâl olmuş sana
Sen ne câmın mestisin
billah kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül
n’oldun ne hâl olmuş sana
Leblerin mecrûh olur
dendân-ı sîn-i bûseden
La’lin öptürmek bu
hâletle muhâl olmuş sana
Yok bu şehr içre senin
vasf ettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş
bir hayâl olmuş sana
4
Murâdın anlarız ol
gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ
biraz irfânımız vardır
O şûhun sunduğu
peymâneyi redd etmezüz elbet
Onunla böylece ahd
etmişiz peymânımız vardır
Münâsiptir sana ey
tıfl-ı nâzım hüccetin al gel
Beşiktaş’a yakın bir
hâne-i vîrânımız vardır
Elin koy sîne-i billûra
rahm et âşıka zîrâ
Beyaz üzre bizim de
pençe-ber fermânımız vardır
Güzel sevmekte zâhid
müşkilin var ise benden sor
Bizim ol fende çok
tahkîkimiz itkânımız vardır
Kocup her şeb miyânın
cânına can katmada âğyâr
Behey zâlim sen insâf
et bizim de cânımız vardır
Sıkılma bezme gel
bîgâne yok da‘vetlimiz ancak
Nedîmâ bendeniz var bir
dahı sultânımız vardır
5
Esdikçe bâd-ı subh
perîşânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i
cânânsın ey gönül
Gül mevsiminde tevbe-i
meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de
peşîmânsın ey gönül
Eşkimde böyle şu‘le
nedendir meğer ki sen
Çün sûz u tâb giryede
pinhânsın ey gönül
Ben sana bâde içme
güzel sevme mi dedim
Benden niçin bu gûne
girîzânsın ey gönül
Bîgânedir mu‘âmeleniz
akl ü hûş ile
Gûyâ derûn-ı sînede
mihmânsın ey gönül
Âyîne oldu bir nigeh-i
hayretinle âb
Billâh ne saht âteş-i
sûzânsın ey gönül
Hac yollarında
meş‘ale-i kârbân gibi
Erbâb-ı aşk içinde
nümâyânsın ey gönül
Feyz âşiyânı mihr-i
hüner cilvegâhısın
Subh-ı bahâr-ı şevka
girîbansın ey gönül
Peymâne-i muhabbeti
sundun Nedîme çün
Lütf eyle câmı bâri
biraz kansın ey gönül
Macit,
Muhsin (2016). Nedîm Dîvânı. Ankara: AKMB
Yay.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Dîvân
1
Kaside
Der-Vasf-ı Sa‘d-âbâd u İstanbul Der-Zımn-ı Medh-i İbrahîm Pâşâ
Bu şehr-i Sıtanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yektâdır iki bahr arasında
Hurşîd-i cihân-tâb ile tartılsa sezâdır
Bir kân-ı niʿamdır ki onun gevheri ikbâl
Bir bâğ-ı İrem’dir ki gülü izz ü ulâdır
Altında mı üstünde midir cennet-i aʿlâ
El-hak bu ne hâlet bu ne hoş âb u havâdır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır
İnsâf değildir onu dünyâya değişmek
Gülzârların cennete teşbîh hatâdır
Herkes erişir onda murâdına onunçün
Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır
Kâlâ-yı ma‘ârif satılır sûklarında
Bâzâr-ı hüner ma‘den-i ilm ü ulemâdır
Câmî‘lerinin her biri bir kûh-ı tecelli
Ebrû-yı melek andaki mihrâb-ı du‘âdır
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandîlleri meh gibi leb-rîz-i ziyâdır
Ser-çeşmeleri olmada insâna revân-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır
Hep halkının etvârı pesendîde vü makbûl
Derler ki biraz dilberi bî-mihr ü vefâdır
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm-i safânın
Evsâfı hele başka kitâb olsa sezâdır
Nâmı gibi olmuştur o hem sa‘d hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır
Kûhsârları bâğları kasrları hep
Gûyâ ki bütün şevk u tarab zevk u safâdır
İstanbul’un evsâfını mümkün mü beyân hiç
Maksûd hemân sadr-ı kerem-kâra duʿâdır
Dâmâd-ı güzîn-i şeh-i zî-şân-ı felek-câh
Fahrü'l-vüzerâ âsaf-ı ferhunde-likâdır
Hem-nâm-ı Halîl olmağ ile zât-ı şerîfi
Ahdinde cihân pür-niʿam-ı cûd u sehâdır
Devşirmededir saçtığı ihsânı şeb ü rûz
Pîr-i feleğin onun için kaddi dütâdır
Ser-pençesinin nâmı lisân-ı küremâda
Deryâ-yı himem kân-ı kerem bahr-ı atâdır
Endîşesinin künyesi tûmâr-ı nesebde
Nûr ibni süheyl ibni reşâd ibni zekâdır
Bîm-i ser-i şemşîr-i dırahşân güherinden
Sîmâ-yı ehâlî-i sitem kâh-rübâdır
Hâtem-sıfatâ tab‘ u dil ü dest-i kerîmin
Deryâ-yı himem kân-ı kerem ebr-i atâdır
Feyz-i eser-i sâgar-ı dest-i kereminden
Şahs-ı feleğin çehresi yâkut-nümâdır
Ey sadr-ı keremkâr ki dergâh-i refîʿin
Erbâb-ı dile kıble-i ümmîd ü recâdır
Sensin o cihân-sadr-ı felek-pâye ki dâ'im
Dergâhına ikbâl ü şeref perde-güşâdır
İhlâs ile bendendir eyâ sadr-ı keremkâr
Kulluktur onun pîşesi dahı neye kâdir
Devrinde senin fırka-i erbâb-ı ma‘ârif
Âsûde-i cevr-i felek-i bî-ser ü pâdır
Iydın ola ikbâl ü sa‘âdetle mübârek
Günden güne ikbâlin ola gün gibi zâhir
Sadrında seni eyleye Hak dâ'im ü sâbit
Hep âlemin ettikleri şimdi bu duʿâdır
Ey sadr-ı cihânbân ede Hak devletin efzûn
Kim devletin erbâb-ı dile lütf-ı Hudâdır
Ez-cümle Nedîmâ kulun ey âsaf-ı zî-şân
Müstağrak-ı lütf u kerem ü cûd u atâdır
2
Murabba
I
Sâkiyâ meclise gel cismime gelsin cânım
Ahdler tevbeler ol sâgara kurbân olsun
Ayağın sakınarak basma amân sultânım
Dökülen mey kırılan şîşe-i rindân olsun
II
Merhabâ ettiğin ellerle revâ mı göreyim
Eller emsin o şeker lebleri de ben durayım
Bâri lütfeyle a zâlim biricik yüz süreyim
Pâyın olmazsa eğer gûşe-i dâmân olsun
III
Şûhsun neyleyim ammâ ki yalan söylersin
Her zamân böyle Nedîmâyı firîb eylersin
Hamdır meyve-i vaslım sana olmaz dersin
Olsun ey tâze nihâl-i çemen-i cân olsun
3
Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana
Bûy-ı gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana
Sihr ü efsûn ile dolmuştur derûnun ey kalem
Zülfü Hârût’un demek mümkün ki nâl olmuş sana
Şöyle gird olmuş Firengistân birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana
Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş
El-amân ey dil ne müşkilter suâl olmuş sana
Sen ne câmın mestisin billah kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül n’oldun ne hâl olmuş sana
Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
La’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana
Yok bu şehr içre senin vasf ettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana
4
Murâdın anlarız ol gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardır
O şûhun sunduğu peymâneyi redd etmezüz elbet
Onunla böylece ahd etmişiz peymânımız vardır
Münâsiptir sana ey tıfl-ı nâzım hüccetin al gel
Beşiktaş’a yakın bir hâne-i vîrânımız vardır
Elin koy sîne-i billûra rahm et âşıka zîrâ
Beyaz üzre bizim de pençe-ber fermânımız vardır
Güzel sevmekte zâhid müşkilin var ise benden sor
Bizim ol fende çok tahkîkimiz itkânımız vardır
Kocup her şeb miyânın cânına can katmada âğyâr
Behey zâlim sen insâf et bizim de cânımız vardır
Sıkılma bezme gel bîgâne yok da‘vetlimiz ancak
Nedîmâ bendeniz var bir dahı sultânımız vardır
5
Esdikçe bâd-ı subh perîşânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül
Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de peşîmânsın ey gönül
Eşkimde böyle şu‘le nedendir meğer ki sen
Çün sûz u tâb giryede pinhânsın ey gönül
Ben sana bâde içme güzel sevme mi dedim
Benden niçin bu gûne girîzânsın ey gönül
Bîgânedir mu‘âmeleniz akl ü hûş ile
Gûyâ derûn-ı sînede mihmânsın ey gönül
Âyîne oldu bir nigeh-i hayretinle âb
Billâh ne saht âteş-i sûzânsın ey gönül
Hac yollarında meş‘ale-i kârbân gibi
Erbâb-ı aşk içinde nümâyânsın ey gönül
Feyz âşiyânı mihr-i hüner cilvegâhısın
Subh-ı bahâr-ı şevka girîbansın ey gönül
Peymâne-i muhabbeti sundun Nedîme çün
Lütf eyle câmı bâri biraz kansın ey gönül
Macit,
Muhsin (2016). Nedîm Dîvânı. Ankara: AKMB
Yay.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | AZÎZ, Mektûbî-zâde Abdülazîz Efendi | d. 1801-02 - ö. 1862 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | Uğur Yücel | d. 26 Mayıs 1957 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | SAFÂYÎ, Mustafa | d. ? - ö. 1725 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | SAFÎ, Safiyyullâh Mûsâ Dede | d. 1681-82 - ö. 1744-45 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | HARÂBÂTÎ, Muhemmed Binni Abdulla | d. 1637-38 - ö. 1730 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
6 | BELÎĞ, İsmâil (Bursalı) | d. 1668 - ö. 1730 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
7 | DAMAD İBRAHİM PAŞA | d. ? - ö. Ekim 1730 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | ES'AD, Ebû İshâk-zâde Mehmed Es'ad Efendi | d. Eylül-Ekim 1685 - ö. 10 Ağustos 1753 | Meslek | Görüntüle |
9 | KİRÂMÎ | d. ? - ö. 1574/75 | Meslek | Görüntüle |
10 | KÂDİRÎ, Bahşî-zâde Abdülkâdir Efendi | d. ? - ö. Ağustos-Eylül 1649 | Meslek | Görüntüle |
11 | YETÎMÎ ÇELEBİ | d. ? - ö. 1752-53 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
12 | MÜCÎB, Mustafa Efendi | d. Ocak-Şubat 1673 - ö. 2 Haziran 1727 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
13 | SELÎM, Mehmed Takî Selîm Efendi | d. ? - ö. 1765-66 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | KEMÂL PAŞA, İsmâ'îl Sâdık Kemâl | d. 1828 - ö. 1892 | Madde Adı | Görüntüle |
15 | FİGÂNÎ | d. ? - ö. 1531-32 | Madde Adı | Görüntüle |
16 | SAMITLI HÖRÜ, Huriye | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |