Madde Detay
Sabahattin Ali
Sabahattin, Gültekin, Halit Ziya, Sabahattin, A. Metin
(d. 25 Şubat 1907 / ö. 1 Nisan 1948)
Yazar, Şair, Öğretmen, Çevirmen
(Yeni Edebiyat / 20. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Sabahattin Ali, “25 Şubat 1907’de (Rumi 12 Şubat 1322) Bulgaristan’ın Gümilcene Sancağı’na bağlı Eğridere (şimdiki adı Ardino) ilçesinde dünyaya geldi.” (Kudret 1966: 7). Üç çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olan Sabahattin Ali’nin babası Yüzbaşı Ali Selahattin Bey, annesi ise Hüsniye Hanım’dır.
Sabahattin Ali, yedi yaşındayken (1914) Üsküdar Doğancılar’daki Füyuzat-ı Osmaniye Mektebi’nde ilköğrenime başladı. Fakat aynı yıl seferberliğin ilan edilmesiyle babası Ali Selahattin Bey, Çanakkale’ye Divan-ı Harb Örfi Reisi olarak çağrıldı. Babasının görevinden dolayı ailesiyle Çanakkale’ye taşınmak zorunda kalan Sabahattin Ali, ilköğrenimine Çanakkale İbtidai Mektebi’nde devam etti. Babası Ali Selahattin Bey, işleri nedeniyle Çanakkale’den sonra ailesiyle birlikte İzmir’e, İzmir’deki Yunan işgali nedeniyle ise Balıkesir’in Edremit ilçesine göç etti. 1918 yılında Edremit’in İptidai Mektebi’nde eğitim hayatına kaldığı yerden devam eden Sabahattin Ali, 1921 yılında bu mektepten mezun oldu. 1922’de Balıkesir Muallim Mektebi’ne kayıt yaptırdı. Bu okula başladıktan iki yıl sonra muhtelif dergilere yazılar, şiirler gönderdi ve arkadaşlarıyla birlikte okul gazetesi neşretti. Söz gelimi 22 Şubat 1924 tarihli günlüğünde, o gün çıkardıkları kendi gazetelerinde “Sabahattin” imzasıyla "Astiyag’ın Torunu", “Gültekin” imzasıyla "Öcünü Almayan Civan"; “Halit Ziya” imzasıyla da "Kırmızı Külahlılar" adlı hikâye denemeleri ve bir de karikatür yayımladığını (Ali, Laslo 1979: 304; Özkırımlı 1979: 304) belirtti. Ayrıca 15 Mart 1924 tarihli gazetede ise "Kamer-i Mestur" ve "Saçlarımın Türküsü" adlı şiirleri yayımlandı. Balıkesir Muallim Mektebi’nde geçirdiği 5 yıllık süre, ondaki sanat cevherinin işlenip gelişmesine vesile oldu.
Sanata ve serbest hayata gittikçe daha büyük istek duyan Sabahattin Ali, Balıkesir Muallim Mektebi’ndeki sıkı ve disiplinli hayata intibak edemedi ve okul müdürü Esat Bey'in vesilesiyle 1926 yılında İstanbul Muallim Mektebi’ne nakledildi. O sıralar İstanbul Muallim Mektebi’nde öğretmen olan Ali Canip Yöntem’in teşvikiyle dergilere şiirler ve hikâyeler gönderdi, okul müsamerelerine katıldı. Söz gelimi Balıkesir’de Orhan Şaik Gökyay’ın çıkardığı Çağlayan dergisinde "Şarkı" (1925), "Aşk Başlangıcı" (1926), "Gazel Naziresi" (1926), "İlk Beyaz Saç", "Kümes’te Sabah" (28 Ekim 1926), "Acaba" (11 Kasım 1926), "Gecenin Kemanı" (18 Kasım 1926), "Köprünün Çocukları", (25 Kasım 1926), "Buruşuklar", (9 Aralık 1926), "Muallim" (23 Aralık 1926), "Güneş’te Babam İçin" (15 Ocak 1927), "Hayatta Öksüz Masalı" (24 Mart 1927) adlı şiirleri; Akbaba dergisinde ise "Yangın" (1926), "Bekâr Kiracı" (1926), "Telefonu Olsaydı" (1926) gibi hikâyeleri yayımladı.
12 Kasım 1926 tarihinde babasının ani vefatı üzerine yaşadığı acıyı ve hüznü ifade etmek için "Babam İçin" adlı şiiri yazdı ve bu şiiri Güneş dergisinde 15 Ocak 1927’de yayımladı. İstanbul Muallim Mektebi’nde iken muhtelif şiirler ve hikâyeler yazmaya devam eden Sabahattin Ali, 21 Ağustos 1927’de okulu bitirerek öğretmenlik diplomasını aldı. Aynı yıl Yozgat Merkez Cumhuriyet İlkokulu’na öğretmen olarak tayin edildi. Yozgat’ta bir yıl öğretmenlik mesleğini icra etti. Bu süre zarfında Anadolu insanını yakından tanıma fırsatı bulan Sabahattin Ali, Yozgat’taki yaşanmışlıkları neticesinde "Bir Cinayetin Sebebi", "Bir Siyah Fanila" isimli hikâyeleri için gerekli zemini oluşturdu. Yozgat’ta iken dış hayatın hareketli ve eğlenceli tarafına karşın, ruhen tam ve mutlak bir yalnızlığı yaşayan Sabahattin Ali, yurt dışında yabancı dil öğretmenliği için Bakanlık tarafından yapılan sınava girdi ve sınavı kazanarak 1928 yılının Kasım ayında Almanya’ya gitti.
Almanya’da (Berlin) on beş gün kaldıktan sonra Türk Büyükelçiliği'nin yardımıyla Postdam şehrine yerleşti. Genç öğretmen adayı, dil öğrenmek amacıyla yaşlı bir kadının yanına pansiyoner olarak girdi. Sonra da Almancasını ilerletmek için Deutsches Institut Auslander adlı özel okulun kurslarına devam etti. Sabahattin Ali, Almanca vasıtasıyla Turgenyef, Maksim Gorki, Edgar Allen Poe, Guy De Mauspassant, Henrich Von Kleist ve Thomas Mann gibi yazarları tanıdı. Onların eserlerinden ilham aldı. Bu etkileri, daha sonra yazacağı hikâye ve romanlarda görmek mümkündü. Postdam’da dil kursunu bitirdikten sonra Berlin’de yatılı bir okula yerleşti ve okuma faaliyetlerine yoğun bir şekilde devam etti. Her ne kadar Almanya’da 6-7 yıl kalmayı ümit etse de iki sene sonra Almanya’dan geri dönmek zorunda kaldı.
Sabahattin Ali, 1930 yılı Mart ayı ortalarında Almanya’dan döndüğünde bir müddet, İstanbul Yüksek Muallim Mektebi’nde yatılı okuyan Nihal Atsız, Pertev Nail Boratav, Orhan Şaik Gökyay ve Nihat Sami Banarlı gibi arkadaşlarının yanında kaldı. “Yaz aylıklarını alıp sıkıntıdan kurtulması için bu okulun müdürü Hamit Bey’in de yardımıyla Bursa’nın Orhaneli kazasına ilkokul öğretmeni olarak atandı.” (Bezirci 1987: 31).
Bursa’nın Orhaneli kazasında görev yaparken hayatındaki monotonluktan sıkılan Sabahattin Ali, 1930 yılının Eylül ayında Gazi Terbiye Enstitüsü’nde açılan Almanca yeterlilik sınavına girmek üzere Ankara’ya geldi ve sınavı kazanarak Aydın Ortaokulu Almanca Öğretmenliğine atandı. Burada “komünizm propagandası yaptığı” gerekçesiyle soruşturma geçirdi. Soruşturmayla ilgili tahkikat derinleştirilmek üzere evraklar “ikinci müstantik”e gönderilince, davaların tutuklu yürütülmesine karar alındı ve Sabahattin Ali, Aydın Hapishanesi’ne gönderildi. Aydın Hapishanesi’nde tutuklu kaldığı zaman içinde Kuyucaklı Yusuf ve "Candarma Bekir"deki “Halil Efe” ile tanıştı ve bundan sonra yazacağı hikâyeler için malzeme topladı. 9 Eylül 1931 tarihinde dava beraatla sonuçlanınca cezaevinden çıkan Sabahattin Ali, 30 Eylül 1931’de Konya Ortaokulu Almanca Öğretmenliğine atandı.
Konya’da öğretmenlik mesleğini icra ederken "Memleketten Haber" isimli bir şiir yazan Sabahattin Ali, şiirin muhtevasının “Gazi’yi ima ve telmihen tahkir ettiği” (Sıtkı 1991: 56; Doğan 1991: 56) gerekçesiyle 22 Aralık 1932’de tutuklandı. Konya Asliye Ceza Mahkemesince bir yıl ağır cezaya çarptırıldı. Dava “temyizden de aleyhte sonuçlanınca cezasına iki ay daha eklendi ve 14 aya hüküm giydi.” (Sıtkı 1991: 56; Doğan 1991: 56). 22 Aralık 1932’de tevkif edildikten sonra 29 Nisan 1933 tarihinde 1249 sayılı kanunla memuriyetten kaydı silindi ve 12 Mayıs 1933’te adına “Gurbet Hapishanesi” denilen Sinop Hapishanesi'ne sürüldü. Hapishanede toplam on ay yedi gün kaldı. Bu süre içinde yazar, hapishaneyi tıpkı Dostoyevski gibi bir müşahade laboratuvarı olarak kullandı, gözlemler yaptı ve insanları felaket içindeki hâlleriyle tanımaya ve anlamaya/anlatmaya çalıştı. Konya ve Sinop cezaevlerinde oldukça sıkıntılı ve telaşlı bir ruh atmosferi içinde yaşayan Sabahattin Ali, buradan edindiği tecrübe ve gözlemleri "Bir Şaka", "Kanal", "Kazlar", "Bir Firar", "Çaydanlık" ve "Katil Osman" adlı hikâyelerinde kullandı.
Sabahattin Ali, 29 Ekim 1933’te Cumhuriyet’in 10’uncu kuruluş yıl dönümüne atfen çıkan genel af kanunundan yararlanarak tahliye oldu. İstanbul’a gitti. İstanbul’daki yakınlarını ziyaret ettikten sonra yeniden göreve atanabilmek için Ankara’ya geldi. Uzun bir süre Ankara’da görüşmeler yaptıktan sonra iyice bıkıp usandığı söyleyen Sabahattin Ali, 1934 yılının hemen başında Ayşe Sıtkı’ya yazdığı bir mektupta, yankı bulmayan serzenişlerini şöyle dile getirdi: “Dünyada en sinirime dokunan şey böyle vekâlet koridorlarında veya odalarında iş takip etmek. Hem kendi nefsim karşısında küçüldüğümü hem de dalgınlaştığımı, durgunlaştığımı hissediyorum. İşim de hep aynı vaziyette.” (Sıtkı 1991:146; Doğan 1991: 146). Tüm uğraşılarına rağmen cezasında “Atatürk’ü ima yolu ile tahkir” ibaresi olduğu için istediği sonucu alamayan Sabahattin Ali, kendisinden talep edilmesi üzerine Varlık dergisinde 15 Ocak 1934’te "Benim Aşkım" isimli bir şiir yayımladı. Bu şiirden uzun bir süre sonra da yine atama işlemleri gerçekleşmedi. Yazarın en bedbin ve en ümitsiz olduğu bir anda, Maarif Hikmet Baytur ve Hukuk İşleri Müşaviri Hamit İnce’nin Atatürk’ten izin almalarıyla önce geçici olarak “Maarif vekilliğindeki Orta Tedrisat Şube Müdürlüğü’ne” (Bayram 1978: 204) sonra da asli olarak 30 Eylül 1934 tarihinde “Millî Talim ve Terbiye'de 25 lira maaşla ikinci sınıf mümeyyizliğe atandı.” (Sıtkı 1991: 182; Doğan 1991:182).
Mümeyyizlik görevini bir süre sürdüren Sabahattin Ali, 1932’de İstanbul’da iken tanıştığı Aliye Hanım'la izdivaç kararı aldı ve 16 Mayıs 1935’te evlendi. 25 Haziran 1935’te Saffet Arıkan vasıtasıyla "mümeyyizlikten" Neşriyat Dairesi Kalem Başkanlığı’na atandı. Memuriyet hayatının yanı sıra yazın çalışmalarını da sürdüren Sabahattin Ali, Değirmen adlı hikâye kitabıyla birlikte Varlık’ta "Kağnı" (1935), "Pazarcı" (1935) adlı hikâyeleri, Knut Hamsun, Y. G. Whitter, İrlandalı yazar Liam O’flahethry ve Sovyet yazar Panteymon Ramanof’tan tercümeleri, Kuyucaklı Yusuf’un bir bölümü ve Dağlar ve Rüzgâr’da bulunmayan bazı şiirleri; Ayda Bir adlı dergide "Kamyon" (1935), "Bir Şaka" (1935), "Apartıman" (1935), "Duvar" (1936), "Arabalar Beş Kuruşa" (1936), "Düşman" (1936), Ağaç'ta "Kafa Kâğıdı" adlı hikâyeleri yayımladı.
Yazın hayatındaki verimli döneminden bir yıl sonra 1 Mayıs 1937’de İstanbul Eski Harbiye’de askerliğe başladı. İki ay er, altı ay da onuncu dönem yedek subay öğrencisi olarak eğitim gördü. Saffet Arıkan’ın yardımıyla yedek subay olarak Eskişehir’e atandı, 1 Mayıs 1938’de terhis oldu. Eskişehir’de askerlik dönüşünde yine Saffet Arıkan vasıtasıyla Ankara Musiki Muallim Mektebi’ne Türkçe öğretmeni olarak atandı. Bu nedenle ailesiyle birlikte 3 Aralık 1938’de Ankara’ya taşındı. Rahat ve huzurlu aile ortamı, dostları ve çevresi yazın hayatındaki en velut dönemleri yaşamasını sağladı. 1938’de "Çaydanlık", "Arap Hayri", 1939’da "Isıtmak İçin", "Uyku", 1940’ta "Selam", "Bir Mesleğin Başlangıcı" gibi hikâyeleri ve İçimizdeki Şeytan (1939) adlı romanı yazdı.
İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi üzerine 1939 yılı Kasım sonlarında yeniden askere alındı. Dört ay süren askerlik döneminde yazar, Kürk Mantolu Madonna’yı yazdı. Roman, yazar terhis olup Ankara’ya geldikten sonra Cemal Hakkı Selek’in Hakikat gazetesinde 18 Aralık 1940-8 Şubat 1941’de tefrika edildi. 1941-1943 yılları arasında nispeten sakin bir ortamda çalışan Sabahattin Ali, "Bir Konferans" (1941), "Yeni Dünya" (1942), "İki Kadın" (1942), "Sulfata" (1942) ve "Hasanboğuldu" (1942) adlı hikâyelerini yazdı. Ve bu hikâyeleri Yeni Dünya (1943) adlı kitapta topladı. Aynı yıllar arasında Sabahattin Ali, Adalbert Von Chamisso, Ludwig Tieck, H. Von Kleist, Sofokles, Ernst Theodor Amedeus Hoffman, Gotthold Ephraim Lessing, Max Memmerich, Christian Friedrich Hebbel, M. Von Barnhelm ve Ignazio Silone’den muhtelif çeviriler yaptı. 1943 yılında Yurt ve Dünya, Yeni Türk, Tercüme gibi dergilerde yazılarını, aynı yıl Kürk Mantolu Madonna adlı romanı yayımladı.
1944 yılına gelindiğinde konservatuvarda öğretmenlik yapmaya başlayan Sabahattin Ali, 1944 Eylül’ünde bir buçuk aylık bir süre için üçüncü defa askerliğe çağrıldı. Askerlik dönüşü öğretmenliğe devam eden Sabahattin Ali, Tevfik İleri’nin vekillik yaptığı dönemde yani 11 Aralık 1945’te Bakanlık emrine alınarak konservatuvardaki görevinden ayrılmak zorunda bırakıldı. 1946’da ailesini Ankara’da bırakarak İstanbul’a geldi ve 25 Kasım 1946’da Aziz Nesin’le Marko Paşa adlı aktüel olayları mizahi açıdan yorumlayan bir gazete çıkardı. Çok sayıda baskı yapan böylesine yüksek tirajlı bir mizah gazetesi, Sabahattin Ali’nin avukatı Mülhime Gökberk’in de belirttiği gibi mizahtan ayrılarak “siyasi sataşmaya” dönüşünce mizahın nükte fonksiyonu kayboldu ve yerilen insanlardan tepkiler gelmeye başladı. 16 Aralık 1946 tarihli sayıda yayımlanan "Topunuzun Köküne Kibrit Suyu" başlıklı yazısından dolayı Cemil Sait Barlas, 10 Mart 1947 tarihli sayıda "Biliyor musunuz" başlıklı yazıdan dolayı Falih Rıfkı Atay, Malum Paşa’da yayımlanan "Genç Arkadaş" başlıklı yazıdan dolayı Nihal Atsız ve Hasan Ali, "Kenan Döner Komedisi" adlı yazıdan dolayı Rasim Tamtürk, Sabahattin Ali hakkında hakaret davası açtı. Her ne kadar "Genç Arkadaş" dışındakileri Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz yazmış olsalar da derginin sorumluluğu Sabahattin Ali’de olduğu için Sabahattin Ali, mahkeme tarafından Cemil Sait Barlas’a hakaretten dört ay, Falih Rıfkı Atay’a hakaretten üç ay hapse mahkûm edildi. Cezası kesinleşince 11 Haziran 1947 tarihinde Üsküdar’daki Paşakapısı Cezaevi'ne nakledildi ve tahliye olduğu 10 Eylül 1947'ye kadar burada kaldı.
10 Eylül 1947’de cezaevinden çıkınca Marko Paşa’nın devamı olan Ali Baba adlı dergiyi çıkardı. Dergideki Adalet Koridorları adlı yazısıyla hakkında yeniden soruşturma açıldı ve “4 Kasım 1947’de tutuklama kararı çıkarıldı.” (Ali 1979: 227; Özkırımlı 1979: 227). Kendisini yakalamak için kimsenin gelmediğini gören Sabahattin Ali, 19 Aralık 1947’de adresini bildirmesi üzerine yeniden tutuklandı ve Sultanahmet Cezaevi'ne gönderildi. Cezaevinde on iki gün kalan Sabahattin Ali, 31 Aralık 1947’de tahliye oldu. Ali Baba dergisini devam ettirmeyi düşünse de hem maddi nedenlerle hem de bayilerin dergiyi istememesi nedeniyle dergi işlerinden vazgeçmek zorunda kaldı.
Kamyon ve nakliyecilik işi yapmaya karar veren Sabahattin Ali, 1948 yılının Mart ayının sonlarına doğru Edirne’ye gitme kararı aldı. Bu kararın altında yatan temel neden, hakkında açılan davalardan ve verilen haksız mahkûmiyet kararlarından duyduğu bezginlik ve bir daha hapis yatmama itkisinin tetiklediği kaçış arzusuydu. Bu arzusunu gerçekleştirmek için cezaevinde tanıştığı arkadaşı Berber Hasan’ın tanıdığı olan Ali Ertekin’le 30 Mart 1948 tarihinde Bulgaristan sınırına ulaşmak için yola çıkma kararı aldı. 31 Mart 1948’de Ali Ertekin’le birlikte Kırklareli’ne gitmek için yola çıkan Sabahattin Ali, 1 Nisan 1948’de Ali Ertekin tarafından yolculuk esnasında öldürüldü.
Çok yönlü bir sanatkâr olan Sabahattin Ali, küçük hikâyeden romana, şiirden tiyatro ve mizaha kadar pek çok edebî türde eser vermiş olmasına rağmen, edebiyatımızda hikâyeci yönü ile tanındı. Yaşadığı dönem itibariyle Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay ve Sadri Ertem gibi tecrübeleri hazır bulan Sabahattin Ali, Türk hikâyeciliğini Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir ve Samim Kocagöz çizgisi ile devam edecek olan yeni bir mecraya sürükledi. Bu mecranın esası, bünyesindeki genel yapı unsurlarının değişmesi yerine, gerçeği kavrama ve ifade etme biçimindeki farklılığa dayanmaktaydı. Bu farklılığı bazı araştırmacılar, Sabahattin Ali'nin “masabaşı hikâyeciliği” (Alangu 1968: 175) hatasına düşmemesi ve kendi iç gelişimini aşamalı bir şekilde tamamlayarak “gözlemci gerçekçilikten toplumsal ve eleştirel gerçekçilik” (Doğan 1979: 82) anlayışına ulaşması gibi sebeplere bağlamaktaydı. Araştırmacıların bahsettiği bu niteliksel farklılıklara rağmen, Sabahattin Ali’nin hikâyelerinde klasik bir vaka düzeni hâkimdi. Kendi içinde giriş, gelişme, düğüm ve çözüm bölümlerinden oluşan hikâyelerde Sabahattin Ali; zaman, mekân ve şahıs kadrosu üzerinde detaylı durmak yerine ele alınan konuları daha ayrıntılı ve derinliğine işlemeyi tercih etti.
İlk yazdığı hikâyelerinde gösterme metodu ağırlıkta iken, özellikle 1930’dan sonra yazdığı öykülerinde anlatma metoduna önem veren Sabahattin Ali, olayları ön plana çıkardı. 1945’te kaleme aldığı “Çilli” adlı hikâyeyi takiben ise, yorumu en aza indiren yazar, hayattan an’a bağlı kesitler sunmaya çalıştı. Böylece olay, tekrar geri plana itilmiş oldu. Ani ve beklenmedik sonla biten hikâyelerde Sabahattin Ali, olayların akışına göre değişen gerilim unsuruna yer verdi.
Sabahattin Ali hikâyelerinde, kendisini mümkün olduğu kadar kamufle etmesine rağmen bazı anlatılarında zaman zaman hiç gereği yokken söze karışması, anlatım tekniğinin zayıflamasına neden oldu. “Komik-i Şehir” ve “Selam” hikâyeleri, bu durumun en karakteristik örnekleriydi. Sabahattin Ali vaka icat ederken romantik karakterli hikâyeler bir yana doğrudan gözlem unsurunu esas aldı. Gözlemleri, ya kendi başından geçen olaylardan ya da herhangi bir vesileyle tanıdığı insanlardan dinlediği intibalardan oluşmaktaydı.
Biçim olarak Ömer Seyfettin geleneğini devam ettiren Sabahattin Ali, 1930 yılına kadar yazdığı ve içinde daha çok romantik ögeler taşıyan hikâyelerinde tamamen Maupassant-vari hikâyeciliğin etkisi altında kaldı. Maupassant tarzı hikâyelerinde değişen tek şey, sadece tematik ve karşı gücü temsil eden kişiler, kavramlar ve simgelerdi. Hikâye etme biçimi, değişmeyen yapıya sahipti.
Sabahattin Ali, hikâyelerinin tematik bağlamda eksenini Anadolu insanının hayatından ve günlük paradigmalardan esinlenerek oluşturdu. Bunun yanı sıra hikâyelerinde kadın sevgisi, tabiat sevgisi, hayvan sevgisi, acıma, yozlaşma, sosyal adaletsizlik, kaçış, başkaldırı, kıskançlık gibi temalara da sıklıkla yer verdi.
Sabahattin Ali, hikâyelerinde birden farklı üslup kullandı. 1927 ve 1930 yıllarını kapsayan ilk dönem hikâyelerinde, “Bir Cinayetin Sebebi”, “Bir Siyah Fanila İçin”, “Komik-i Şehir”, “Viyolensel”, “Kurtarılamayan Şaheser”, “Değirmen”, “Birdenbire Sönen Kandil’in Hikâyesi”, “Bir Delikanlı’nın Hikâyesi”nde romantik tavır hâkim olduğu için daha uzun ve sık tasvirler kullandı. Ve daha çok “ve, ah, vah, eyvah, heyhat” gibi bağlaç ve ünlemleri tercih etti. İkinci dönem hikâyelerinde ise dili daha da sadeleştirerek konuşma diline yaklaştıran Sabahattin Ali, romantik dönemde lirik bir heyecan uyandırmak için kullandığı “ve, ey, ah, vah, eyvah” gibi ünlemlere daha az yer verdi. Sabahattin Ali, ilk dönem hikâyelerinde anlatımı kolaylaştırmak ve akıcılığı sağlamak için kullandığı heyecan fonksiyonuyla yüklü ögeleri, ikinci dönemde “kolay metot” diye terk etti. Fakat bunların yerine ilk dönem hikâyelerinde sıkça kullanılan ikilemelerden yararlandı. İkilemeleri, Vecihe Hatipoğlu’nun belirttiği gibi “anlatımı pekiştirmek ve kavramı zenginleştirmek” (Hatipoğlu 1981: 9) amacıyla kullandı. Bununla birlikte Sabahattin Ali, halkın konuştuğu dile yakın ilgi duyduğu için ikileme ibarelerinin ses değerlerinden, müzikalitesinden yararlandı. 1944 ile 1947 yılları arasında yazdığı ve Sırça Köşk isimli kitapta topladığı üçüncü dönem hikâyelerinde gözlemci gerçekçilikten eleştirel gerçekçiliğe yönelen Sabahattin Ali, olayları hikâye etme tarzını değiştirdi. Hikâye etme tekniğinde gösterme metodu yerine anlatma metoduna yer verdi. Bu dönem hikâyelerinde diyalog cümlelerini kısaltmayı tercih etti ve metin içindeki mevcudiyetini azalttı.
Hikâyelerin yanı sıra Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan, adlı üç farklı roman yazdı. Sabahattin Ali, ilk romanı olan Kuyucaklı Yusuf’u “1931 yılında Aydın hapishanesinde tanıdığı Yusuf’un macerasından etkilenerek kaleme aldı.” (Kudret 1966: 6) Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf’ta köyün saf ve tabii ikliminden kopup şehre gelen ve şehrin yapmacık, iğreti hayatıyla mücadele eden bir insanın içine düştüğü trajikomik durumu öyküledi. Aynı zamanda Yusuf’un şahsi sergüzeştinde İstanbul dışındaki bir kasabada mütegallibe esnaf ve eşrafın hükûmet güçlerini nasıl sindirdiklerini ve bu güçlerini yoksul-kimsesiz insanlar üzerinde nasıl bir baskı aracı olarak kullanıldıklarını anlattı. Bu nedenle eser, ilk planda Yusuf’la Muazzez arasındaki aşk serüveni üzerine kurulduğu görülürse de yazarın gözlemci gerçekçi tavrı; romana, 1903-1915 yılları arasındaki Osmanlı toplumunun küçük bir kasabasındaki kritiği niteliğini kazandırdı.
Sabahattin Ali’nin romanları içinde ayrıntıların en yetkin olarak kullanıldığı Kuyucaklı Yusuf’ta yazar, her şeyi hesaplayarak romanda işledi: Eşkıyaların köyü basarak cinayet işlemeleri, bu esnada Yusuf’un sağ el başparmağının kesilmesi, yalnız kalması, Kaymakam Salahattin Bey’in yumuşak kalpli bir insan olması ve hiç erkek çocuğunun bulunmaması v.s. Bütün bunlar, romanın ilerleyen kısmında büyüyecek bir tohum niteliği taşımaktaydı. Özellikle işlenen cinayette, Yusuf’un başparmağının kesilmesi ve yumuşak kalpli kaymakamın onu yanına alması, olay örgüsünün iki ana epizodunu oluşturmaktadır. Bu iki önemli epizoda ilaveten yazar, olayların zamanlaması bakımından da simetrik bir anlatım bütünlüğü oluşturdu: Romandaki gerilim unsurunun üç ayrı gecede ve üç ayrı cinayet simetriği üzerine kurulması bunun en güzel örneğini teşkil eder: Birinci gece, eşkıyaların Kuyucak köyünü basması ve Yusuf’un anne ve babasını öldürmeleri; ikinci gece, Bakkal Ali’nin Şakir tarafından öldürüldüğü gece; üçüncü gece ise romanın son bölümünde Yusuf’un tahsildar olarak gittiği köydeki hasta yatağından büyük bir sevkitabiiyle kalkıp Edremit’e dönmesi ve evini basan, onu hayata bağlayan değerleri yağmalayan şehir eşkıyalarına karşı ölüm kustuğu gece. Özellikle bu son geceden sonra romandaki olay örgüsünün yeni bir zaman ve mekân boyutuna genişleten yazar, romanı bu aşamada bitirmeyi tercih etti.
1931-1932 yılları içinde tamamladığı Kuyucaklı Yusuf ’u Sabahattin Ali, üç cilt olarak tasarladı. Fakat yalnızca bir cildi yazıp basabildi. Eser, ilk defa Konya’da yayımlanan Yeni Anadolu gazetesinde tefrika edildi, fakat ücret anlaşmazlığı yüzünden yarıda kesildi. Daha sonra Projektör adlı derginin birinci sayısında (Mart 1936: s. 93-96) yayımlanmaya başladı. Lakin bu da tamamlanmadı. Kuyucaklı Yusuf’un üçüncü tamamlanmayan tefrikası da Varlık’ta (1 Kasım 1937, 8. sayı, s. 127-128) yayımlandı. Eserin tam tefrikası 9 Kasım 1936, 21 Ocak 1937 tarihinde Tan gazetesinde gerçekleştirildi. Dolayısıyla Kuyucaklı Yusuf, roman olarak 1937 yılında yayımlanmış olarak kabul edildi (İstanbul, 1937, Yeni Kitapçı, 290 s.). Bunu takiben ikinci baskı Akba Kitabevi (Ankara, 1943, 230 s.), üçüncü baskı Varlık Yayınları (İstanbul, 1965, 354 s.), dördüncü baskı Bilgi Yayınları (İstanbul, 1972), beşinci baskı Cem Yayınları (İstanbul, 1980, 303 s.) tarafından yapıldı. Roman, Rusça ve Bulgarcaya çevrildi (Kuyucaklı Yusuf, Sofya 1954, Sofya’da İkinci basım 1968).
Kuyucaklı Yusuf’un “üç cilt olarak tasarlandığı düşünülürse” (Boratav 1979: 289) oldukça sağlam bir olay örgüsü yaratan bu simetrik kurgu tekniğinin yeni vaka birimlerini hazırlayıcı çekirdek bir değer ifade ettiğini söylemek mümkündür.
Sabahattin Ali’nin ikinci romanı olan İçimizdeki Şeytan, “ilk defa 3 Nisan-29 Haziran 1939 tarihleri arasında Ulus gazetesinde (87. sayı) tefrika edildi.” (Tatarlı ve Mollof 1968: 82) Romanın ilk basımı, Remzi Kitabevi’nce (İstanbul 1940, 302 s.) yapıldı. İkinci basımı, Varlık Yayınları tarafından (İstanbul, 1966, 394 s.), üçüncü basımı Bilgi Yayınları tarafından, dördüncü basımı ise Cem Yayınları tarafından (İstanbul, 1982, 323 s.) gerçekleştirildi.
Sabahattin Ali, romanları içinde teknik bakımından en zayıf olan İçimizdeki Şeytan’ı hâkim bakış açısıyla kaleme aldı. Romanda olay örgüsü Macide ve Ömer arasındaki aşktan ziyade, Ömer’in kendisi ve dış dünya ile aralarındaki çatışma üzerine kuruludur. Ömer’in kendini bulma sürecindeki sorularından birisi de, Macide aracılığıyla görme imkânı bulduğu kendi iradesiz ve iğreti kişiliğine yönelik değerlendirmeleri ihtiva etmektedir. Ömer’in bu kendini bulma sürecindeki iç bunalımları ve çatışmaları, romanın sonuna kadar hep aynı gerilim frekansıyla devam eden bir yapıya sahiptir. Roman sona erdiğinde bu “kendini bulma” süreci hâlâ tamamlanmamıştır. Dolayısıyla olay örgüsündeki gerilim unsuru, final noktasında en yüksek noktasında asılı kalır. İçimizdeki Şeytan’da Sabahattin Ali, roman kahramanı Ömer’in ferdî plandaki tezatları ve buhranlarının yanı sıra toplumsal meseleleri de eleştirel bir gerçekçilikle yansıttı. Yazar, bu romanında 1940’ların Türkiye’sindeki aydın ve entelektüel kesimin ideolojik açıdan eleştirisini yaptı. Bu yüzden yayımlandığı zaman romanın uyandırdığı geniş akisler, onun edebî yönünden çok siyasi ve ideolojik yönüne ait değerlendirmeleri kapsamaktadır.
Sabahattin Ali’nin üçüncü romanı ise Kürk Mantolu Madonna’dır. Kürk Mantolu Madonna, 18 Aralık 1940-8 Şubat 1941 tarihleri arasında Hakikat gazetesinde “Büyük Hikâye” başlığıyla tefrika edildi. 8 Ocak 1941 ile 10 Ocak 1941 tarihinde bayram olduğu için gazete çıkmamış, 14-15 Ocak tarihinde de bilinmeyen sebeplerden dolayı eser, 48 sayı tefrika olarak yayımlanmıştır. Bu nedenle Kürk Mantolu Madonna, ilk olarak 1943’te kitap olarak basıldı. Remzi Kitabevi’nce yapılan bu birinci baskıda (İstanbul, 1943, 177 s.) eserin kapağına “hikâye” ibaresi konuldu. İkinci baskı, Varlık Yayınları tarafından roman olarak (İstanbul, 1966, 246 s.) yayımlandı. Üçüncü baskı, Bilgi Yayınları (Ankara, 1976, 221 s.), dördüncü baskı ise Cem Yayınları (İstanbul, 1981, 215 s.) tarafından yayımlandı.
Kuyucaklı Yusuf ve İçimizdeki Şeytan’da açıkça görülen sosyal gerçekçilik tavrını, yazar Kürk Mantolu Madonna’da daha ihtiyatlı ve çekimser bir üslupla yansıttı. Sabahattin Ali’nin Almanya’daki hayatından da izler taşıyan bu romanda yazar, toplumla sağlıklı iletişim kuramayan, çeşitli aksaklıklar sonucu hayata küsmüş, bedbin ve ümitsiz bir ruhun, Raif Efendi’nin hazin hikâyesini öyküledi. Kürk Mantolu Madonna, tip, tema ve anlatım tekniği bakımından Sabahattin Ali’nin daha önce yazdığı “Bir Delikanlının Hikâyesi”, “Birdenbire Sönen Kandilin Hikâyesi”, “Köstence Güzellik Kraliçesi” gibi hikâyeleri anımsatan bir yapıya sahipti. Zaten yazar, bu duruma gönderme yapmak için eserin ilk baskısındaki kapağa “Büyük Hikâye” notunu koydu. Ancak roman, gerek hacim gerekse içeriğin yoğunluğu bakımından romana daha yakındı. Romanın asıl olay örgüsü, Raif Efendi için hayatının en yoğun yaşandığı üç aylık bir dönemin hikâyesi üzerine kurulmuştur. Bu hikâyenin ana teması ve motive edici gücü, aşktır. Raif Efendi, hayatın kötü sürprizleri sonucu kaybettiği dönemin hatıralarını, kendisini hâlde çeviren anlamsızlıklara içten bir tepki olarak hayalinde yaşamaktadır. Onu bu hayale daha şiddetle gitme ihtiyacına sevk eden şey ise, bu döneme ait sıkıntılardan kaçış duygusudur. Sabahattin Ali’nin diğer romanlarında olduğu gibi asıl yönlendirici duygunun aşk olması ve Raif Efendi’nin de Yusuf ve daha çok Ömer gibi kendini olaylarının akışına kaptıran irade gücü zayıf bir insan olması bu üç romanın olay örgülerini ortak bir paydada birleştirdi.
Hem hikâyelerinde hem de romanlarında Sabahattin Ali, yalın, sade, anlaşılır bir dil kullandı. Anlatacağı şeyleri, dolambaçlı yollarla ifade etmek yerine, en çarpıcı ve en keskin kestirme yolları tercih etti. Dil konusundaki bu hassasiyeti, Sabahattin Ali “halkın konuştuğu, anladığı dili kullanma” prensibiyle açıkladı. Halkın dilini kullanma endişesi, konuşma dilinden pek çok deyim, argo ifadenin hikâye ve romanın bünyesine girmesine sebep oldu. Sabahattin Ali, halkın diline duyduğu yakınlığı, kahramanlarını bazen mahalli ağızlarla konuşturarak belirtmek istedi. Türk dilinin önemli bir özelliği olan ikilemelerden hikâye ve romanlarda bolca istifade etti. Böylece anlatımın, konuşma dilinin akıcılığı, canlılığı ve akıcılığını kazandırmış oldu. Sabahattin Ali, hem hikâye hem de romanlarında kahramanlarını konuştururken onların kültür seviyeleri, sosyal statüleri ve hikâyelerindeki misyonlarına uygun bir dil kullandı. Hikâye ve romanlarında kuralsız, devrik cümleye hemen hemen hiç yer vermedi, isim cümleleri yerine fiil ve soru cümlelerini tercih etti.
Edebiyatı hatta sanatın bütün şubelerini sanatkârın duygu ve düşüncesinin aracı olarak gören Sabahattin Ali, hikâye ve romanların yanı sıra şiir türünde de eserler verdi. Diğer eserlerine nazaran şiirlerinde toplumsal mesajlara daha az yer verdi. Şiirlerinde toplum sorunları ve “bunların daha iyiye inkılabı için mücadele etmek” yerine kendi iç dünyasına eğilmeyi, aşklarını, ümitsizliklerini ve bedbinliklerini anlatmayı tercih etti. Şiirlerinde iç serzenişlerini avutmaya, doyurmaya ve dindirmeye çalışan ve bu yüzden de tezatların en uç noktalarına sürekli gidip gelen zaman zaman cesur, kararlı ve kalender, ama ekseriya vehimli, aciz, korkak, bedbin ve daha çok melankolik bir “ben” şairi ön plana çıkardı. Öyle ki Dağlar ve Rüzgâr adlı şiir kitabına aldığı toplam yirmi sekiz şiirden yirmi üç tanesinin ana temasını melankolik bir ben’in ince duyuşları etrafında ördü. “Gurbet Hapishanesi”, “Melankoli”, “Hapishane Şarkısı”, “Unutmadım”, “Kıyamadım” gibi şiirler, bu durumun karakteristik örnekleri niteliğindedir.
Sabahattin Ali şiirlerinde konuşma diline yakın, anlaşılır ve sade bir üslup kullandı. Şair, bu üslup vasıtasıyla “kanadı kırılan kartal, bahar vakti kırılan mor çiçekli dal, insana yar olmayan devir, ağlayı ağlayı kılmak, gözden yaşların boşalması” gibi halk şiirinde çokça kullanılan hazır imaj ve kalıplara yer verdi. Aynı zamanda klasik edebiyatı, ağır dilini ve “mutantan” üslubunu kullanabilecek kadar iyi bilen şair, “mihnetzede-i dehr, desti sakil, sipihr-i nazm, mey-i aşk, âlem-i neşvet, met-i elfaz, füsun-ı edeb, ekalim-i hayal, damen-i dua gibi Farsça tamlamalar ve hame, dehr, tehekküm, handan, usturpa, alude, ezvak, itab” gibi Osmanlı Türkçesine ait Arapça- Farsça asıllı kelimelere yer verdi.
Sabahattin Ali, hikâye, roman ve şiirlerinin yanı sıra Marko Paşa, Merhum Paşa, Malum Paşa, Ali Baba, Yedi Sekiz Hasan Paşa gibi mizah gazetelerinde hiciv yönü ağır basan ve genellikle tek parti yönetimindeki çarpıklıkları eleştiren mizah yazılarıyla, Varlık, Tercüme, Yurt ve Dünya, Ulus, Yeni Türk ve Zincirli Hürriyet’te ilmî ve siyasi yazılar yayımladı. Tarihte Garip Vakalar, Üç Romantik Hikâye, Fontamara, Antigone Sophokles isimli çevirilerin yanı sıra yazar, kendi psikolojik yapısını yansıtmak için çeşitli mektuplar kaleme aldı. Özellikle İki Gözüm Ayşe adı ile 1991 yılında yayımlanan bir kısım mektupları ve mektupların içerdiği bilgileri, daha önce hakkında yapılmış bazı ön yargılı değerlendirmelerin yanlışlığını ortaya çıkarması bakımından oldukça önemli idi.
Duru ve temiz Türkçesiyle Anadolu romantizmini en iyi biçimde anlatan Sabahattin Ali’nin kötücül bir şekilde katledilmesi, Türk hikâyeciliği için büyük bir kayıp oldu.
Kaynakça
Aktaş, Şerif (1984). Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları.
Alangu, Tahir (1968). Cumhuriyetten Sonra Hikaye ve Roman 1. İstanbul: İstanbul Matbaası.
Ali, Filiz ve Atilla Özkırımlı (1979). Sabahattin Ali. İzmir: Cem Yayınları.
Bayram, Kemal (1978). Sabahattin Ali Olayı. Ankara: Yenigün Yayınları.
Bezirci, Asım (1987). Sabahattin Ali. İstanbul: Evrensel Yayınları.
Boratav, Pertev (1982). Folklor ve Edebiyat 1. İstanbul: Adam Yayınları.
Bezirci, Asım (1973). “Sabahattin Ali’nin Hikayelerinde Yapı”. Yeni A Dergisi. S. 12. s. 1.
Çetin, Nurullah (2012). Takma İsimler Sözlüğü. 2. Basım. Akçağ Yayınları. Ankara. 232s.
Doğan, Mehmet (1979). “Öykücü Sabahattin Ali”. Türk Dili Türk Öykücülüğü Özel Sayısı. S. 286. s. 90.
Korkmaz, Ramazan (2016). Sabahattin Ali İnsan ve Eser. Ankara: Kesit Yayınları.
Kudret, Cevdet (1966). “Sabahattin Ali Konusunda Aydınlığa Doğru”. Varlık. S. 671. s. 7.
Hatipoğlu, Vecihe (1981). Türk Dilinde İkilemeler. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Moran, Berna (1990). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış. İstanbul: İletişim Yayıncılık.
Nesin, Aziz (1949). “Sabahattin Ali Bibliyografyası”. Gelincik. S. 1. s. 12.
Sıtkı, Ayşe ve Doğan Akın (1991). Sabahattin Ali, İki Gözüm Ayşe. İstanbul: Ataol Yayıncılık.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. RAMAZAN KORKMAZYayın Tarihi: 25.11.2019Güncelleme Tarihi: 12.11.2020
Yayın Tarihi: 25.11.2019Güncelleme Tarihi: 12.11.2020
Güncelleme Tarihi: 12.11.2020
Eser Adı | Yayın evi | Basım yılı | Eser türü |
---|---|---|---|
Dağlar ve Rüzgâr | Türkiye Basımevi / İstanbul | 1934 | Şiir |
Değirmen | Remzi Kitabevi / İstanbul | 1935 | Hikâye |
Kağnı | Yeni Kitabevi / İstanbul | 1936 | Hikâye |
Tarihte Garip Vakalar | Ulus Basımevi / Ankara | 1936 | Çeviri |
Kuyucaklı Yusuf | Yeni Kitabevi / İstanbul | 1937 | Roman |
Ses | Yeni Kitapçı / Ankara | 1937 | Hikâye |
İçimizdeki Şeytan | Remzi Kitabevi / İstanbul | 1940 | Roman |
Antigone (Sophokles) | Maarif Kitabevi / İstanbul | 1941 | Çeviri |
Minna Von Barhlem (G. Ephraim Lessing) | Maarif Vekaleti / Ankara | 1942 | Çeviri |
Kürk Mantolu Madonna | Remzi Kitabevi / İstanbul | 1943 | Roman |
Fontamara (Ignazio Silone) | Anka Kitabevi / Ankara | 1943 | Çeviri |
Üç Romantik Hikâye | MEB / Ankara | 1943 | Çeviri |
Sırça Köşk | Remzi Kitabevi / İstanbul | 1947 | Hikâye |
Yeni Dünya | Varlık Yayınları / İstanbul | 1966 | Hikâye |
Marko Paşa Yazıları ve Ötekiler | Cem Yayınevi / İstanbul | 1986 | Diğer |
İki Gözüm Ayşe | Ataol Yayıncılık / İstanbul | 1991 | Mektup |
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Şinasi Şentürk (Şinasi Ahmedov Akaliyev) | d. 15 Şubat 1962 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | FITNAT BACI | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | Mehmet Çavuş | d. 02 Eylül1933 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | ERBİL/ERBİLÎ, Mustafa Erbil | d. 1907 - ö. 1972 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | OZANOĞLU, İhsan Ozanoğlu | d. 15.04.1907 - ö. 13.02.1981 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | Mebrure Sami Alevok (Koray) | d. 1907 - ö. 28 Temmuz 1992 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | Kâzım Karabekir | d. 23 Temmuz 1882 - ö. 26 Ocak 1948 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | Mehmed Selim İnal | d. 9 Temmuz 1885 - ö. 10 Kasım 1948 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | Hamâmîzâde Mehmet İhsan | d. 5 Şubat 1885 - ö. 11 Mayıs 1948 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | KAVSÎ-İ TEBRÎZÎ, Alican | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
11 | Haldun Dormen | d. 5 Nisan 1928 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | Burhan Cahit Morkaya | d. 1892 - ö. 20 Ocak 1949 | Meslek | Görüntüle |
13 | Fahir Onger | d. 1920 - ö. 6 Temmuz 1971 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | Erkan Kara | d. 05 Şubat 1964 - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | Amil Çelebioğlu | d. 20 Nisan 1934 - ö. 02 Temmuz 1990 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | KURBANÎ, Kurban Ali Piroğlu Kılıç | d. 1923 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
17 | Nuri Pakdil | d. 1934 - ö. 18 Ekim 2019 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | Tarık Ziya Işın | d. 1911 - ö. 1979 | Madde Adı | Görüntüle |