Madde Detay
SAFÂYÎ, Mustafa
(d. ?/? - ö. 1138/1725)
tezkire yazarı ve divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
18. yüzyıl tezkirecilerinden olan Mustafa Safâyî Efendi, İstanbul’da doğdu. Tezkiresinin mukaddimesinden anlaşıldığı üzere, IV. Mehmed’in (1641-1692) sadrazamlarından olan Elmas Mehmed Paşa (ö.1697) tarafından korundu. Onun desteğiyle kâtiplik mesleğine girdi. Daha sonra mektupçu ve defter emini oldu (Çapan 2005a: 62). Defter emanetine getirilişine Üsküdarlı Sırrî; "Didi utârid gel gör belâyı / Defter emîni oldı Safâyî" (Erdem 1994:190) beytini tarih düşürdü. Bir süre İstanbul mukâtaacılığı ve kal’a tezkireciliği gibi vazifelerde bulundu. Biraz safça bir adam olması yüzünden, sadrazama yakınlığını çekemeyenlerin düşmanlıklarını kazandı. Elmas Mehmed Paşa’nın Nemçe (Zenta) Seferinde 11 Eylül 1697 günü şehit olması üzerine, atandığı maliye tezkireciliği görevinden azledildi. Ççok sıkıntılı günler geçiren Safâyî, Paşa'nın şehadeti üzerine şu tarihi düşürdü:
Zevâli gussasın çeksün deyü ruhsat virir yohsa
Felek ehl-i kemâlin hor u makhûr oldığın ister (Erdem 1994: 190)
Safâyî, Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın sadrazamlığı sırasında, 25 yıl önce yazmağa başladığı tezkiresini tamamlayarak kendisine sundu ve bu sayede durumunu düzeltme imkânı buldu. Yine sadrazamın yardımlarıyla şıkk-ı sânî defterdarlığına getirildi. Bu görevini sürdürürken 1138/1725'te vefat etti. Râmiz'in babası Nâim Efendi, Safâyî’nin vefatına şu tarihi düşürdü:
"Ola yâ Rabb Safâyî’nin makamı cennet-i a’lâ " (Erdem 1994: 191)
Sicill-i Osmânî’de (1996: 228) vefat tarihi sehven 1137 Cumâde’l-âhiri; Hâtimetü’l-Eş’âr’da (Fatin Efendi 1271: 239) ise hatalı olarak 1197 şeklinde kaydedilmiştir.
Safâyî devrinde şiir ve edebiyat çevrelerinde önemli bir kişi olarak tanınmıştır. Özellikle Lale Devri (1718-1730) şairleri arasında seçkin bir yeri vardır. Bu devirde düzenlenen şiir, musıki ve sanat toplantılarına katılmış, devlet büyüklerinin yakınında bulunmuş devrin önemli olayları ve yeni yapılan eserler dolayısıyla kasideler, kıtalar ve tarihler söylemiştir (İpekten 1986: 105). Râmiz, şiirlerinin devrinde beğenildiğini söyler (Erdem 1994: 191). Fatin de onu eşsiz bir şair olarak niteler (1271: 239-40). Kaynaklarda Safâyî’nin mürettep bir Dîvân’ı olduğundan söz edilmektedir, ancak ele geçmemiştir (İpekten 1986: 105). Safâyî Efendi asıl şöhretini, Nuhbetü’l-Âsâr min Fevâ’idi’l-Eş’âr adlı tezkiresine borçludur. Şiirlerinden de Râmiz (Erdem 1994: 191)ve Fatin (1271: 239-40) Tezkirelerinde övgüyle söz edilmiştir.
1. Nuhbetü’l-Âsâr min Fevâ’idi’l-Eş’âr: Bu eser 1640 yılında tamamlanan Rızâ Tezkiresi’ne zeyldir. Tezkirede 1640 yılından başlayarak, tamamlandığı 1132/1720 yılına kadar geçen 80 yıl içinde yetişmiş, 484 şairin biyografisi kayıtlıdır ve bu sebeple, 18. yüzyıl edebiyat tarihi için önemli bir kaynaktır. Safâyî Tezkiresi basılmamıştır, yazma nüshaları da sınırlıdır. Müellifin el yazısıyla yazılmış ve tamamlanmamış müsveddesi Süleymaniye Ktp. Hâlet Efendi eki 112'dedir. Tam ve en doğru, büyük ihtimalle müellifin kendi eliyle beyaza çektiği nüshası, yine Süleymaniye Ktp. Es’ad Efendi 2549’da kayıtlıdır. Tezkirenin tenkitli metni yayımlanmıştır (Çapan 2005a).
Tezkire alfabetik olarak tasnif edilmiş ve her harf kendi içinde, şairler adlarının üçüncü harfine kadar sıralanmıştır. Aynı adlı şairler ölüm tarihleri itibarıyla kaydedilmişlerdir. Dili oldukça ağır ve ağdalıdır. Safâyî, kalemini iyi bir inşa örneği verebilmek gayesiyle, oldukça itinalı kullanmıştır. Bu gayreti özellikle tezkiresinin mukaddimesinde ve tanınmış şairleri anlatırken açıkça görülür. Buna karşılık eserde, son derece sede bir dille yazılmış kısımlar da vardır (Çapan 2005a: 13). Safâyî Tezkiresi'nin dil ve üslup özelliklerinden biri de, ifadesindeki akıcılık ve bu akıcılığı temin eden kelimelerin, özellikle secilerin seçimindeki özendir.
Safâyî Tezkiresi, edebiyatımızda Latîfî, Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi’nin eserleri kadar önemlidir. 17. yüzyılın ikinci yarısıyla 18.yüzyılın başında, özellikle bir kültür ve edebiyat devri olan Lale Devri’nde yaşayan şairler bakımından çok değerli bir kaynaktır. Yazar şairlerin hayatlarına ait geniş ve ayrıntılı bilgi vermiş, öğrenimini, mesleğini, nerelerde görev yaptığını ve eserlerini kaydetmiştir. Çoğunun ölüm tarihleri de belirtilmiştir. Eserine aldığı şairlerin edebî şahsiyetleri hakkında da değerli fikirler ileri sürmüştür. Ayrıca her şair için bazen üç-dört gazele kadar, bolca örnek vermişir. Safâyî, şiir örneklerini seçerken de oldukça dikkatli davranmıştır. Bu örnekler arasında onun kendi sanat zevkini ifade eden şiirler çoğunluktadır ve bunlar onun üstün, sağlam ve gelişmiş bir şiir zevkine sahip olduğunu göstermektedir.
Safâyî, şairlerin biyografilerini kronolojik olarak sıralarken genellikle mahlas, isim, memleket, akrabalık, tahsil, meslek, şahsiyet özellikleri ve becerileri, sosyal muhit, şairin hayatından kesitler, eser, anekdotlar, değerlendirme, örnek cümlesi ve örnekler, ölüm, ölüm hâli, vefat kaydı ve şairin mezarının yeri gibi bilgileri doğru olarak kaydetme endişesi taşır. Şairlerin sanat güçleriyle, yaratılıştan getirdikleri hususiyetler arasındaki ilişkiye de dikkat eder. Bazen şairin doğuştan şair olup olmadığı, yaratılışında sanat güç ve kabiliyetinin bulunup bulunmadığı, eğer varsa bunun azlığı, çokluğu, yüksekliği düşüklüğü vb. çeşitli dereceleri üzerinde durur. Bunları yaparken, değerlendirmelerini söz konusu şairin hangi eserinden hareketle yaptığını ise nadiren belirtir. Değerlendirmelerini subjektif tavra ve ananevi terminolojiye uygun ifade kalıpları içinde yapar. Sanata dair tespitleri arasında, şairlerin eserlerine dair bilgilere de yer verir.
Kaynakça
Akbayar, Nuri-Seyit Ali Kahraman (hzl.) (1996). Sicill-i Osmânî, Mehmed Süreyya. C. 3. İstanbul: Tarih Vakfı Yay.
Çapan, Pervin (1991). “Tezkire-i Safâyî Dîbâcesi”. Fırat Üniv. Sos. Bil. Dergisi 5 (1): 111-114.
Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay.
Çapan, Pervin (2005b). “Tezkireci Mustafa Safâyî Efendi’nin Şairliğine Dair”. Şinasi Tekin’in Anısına Uygurlardan Osmanlıya. İstanbul: Simurg Yay. 296-304.
Çapan, Pervin (2009).“Bir Üslûp Unsuru Olarak Safâyî Tezkiresi’nde Örnek Verme İşlemi”, İKÜ UTEK 2007 Bildiri Kitabı (2): 99-120.
Erdem, Sadık (hzl.) (1994). Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ’sı. Ankara: AKM Yay.
Fatîn Efendi (1271). Hâtimetü’l-Eş’âr. İstanbul.
İnce, Adnan (hzl.) (2005). Tezkiretü’ş-Şuarâ Sâlim Efendi. Ankara: AKM Yay.
İpekten, Haluk (1986). Türk Edebiyatının Kaynaklarından Türkçe Şu’arâ Tezkireleri. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. PERVİN ÇAPANYayın Tarihi: 20.08.2013Güncelleme Tarihi: 16.11.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Devr eder ol serv-kâmet gül-izârım Mevlevî
Neyveş efzûn eyledi feryâd u zârım Mevlevî
Mevlevîler başına âlem fer-â-fer çevrilir
Ger semâ etse kaçan ol işve-kârım Mevlevî
Gitmekile hep rikâb-ı esb-i nâzında senin
Fahr eder erbâb-ı dil yektâ-suvârım Mevlevî
Ser-bürehne sana eyva’llâh der abdâl kim
Mülk-i hüsnün pâdişâhı tâc-dârım Mevlevî
Gel kudümünle müşerref kıl gönüller tahtını
Müstemendindir Safâyî şehriyârım Mevlevî
(Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 439.)
ÂDEM DEDE
İsm-i sâmîleri mutâbık-ı müsemmâ olup mahlasları dahi Âdem’dir. Antakya’dan zuhûr etmişdir. Evâ’il-i hâlinde zu’emâ zümresinden iken tarîk-i hidâyet-refîk-i Mevleviyyeye sâlik olup tekmîl-i âdâb-ı tarîkat ve tahsîl-i kemâl-i ma’rifet edip badehu Galata’da vâkı’ İskender Pâşâ zâviyesine şârih-i Mesnevî-i şerîf İsmâil Dede yerine şeyh-i Mevlevî olmuşdur. Velâyet ve kerâmet ile meşhûr bir zât-ı ma’murdur cümle-i kerâmâtından ‘asr-ı Sultân Murâd Hân-ı Râbide Şeyh-i mûmâ-ileyh ba’zı dervişân ile birgün Hisârlara gidip vakt-i ‘asrdan sonra kâyık ile ‘avdet edip gelürken bir ki neyzen ve bir iki kudüm-zen ile âyîn-i Mevlevî ile gelirken ol ‘asrda bostancıbaşı olan nâdân yalı köşkünde otururmuş. Bunların sadâsın istimâ’ etdikde bir gürûh bostâncı ile bir kanca başı sandal ta’yîn edip şeyhi ve dervişân ile Tophâne iskelesine yanaşırken bunları çevirip köşk önüne getürdür. Bunları taşra çıkarır kayıklarını delip nâylarını kudümlerini bir taş üzerinde kırdırıp bade’l-yevm bu makûle vaz’ ile deryâda gezmeyesüz deyü lisânen ta’zîr edip yol verir. Şeyh-i mûmâ-ileyh ve dervişân münkesiran Bagçe Kapusu iskelesine gelince ahşam geçer karanlık olur. Hâsılı hezâr-zahmet ile bir kâyık bulup Galata’ya geçerler. Tekyeye geldikleri sâ’at şeyhin odasında sarây tarafına nâzır iki penceresi var imiş. İkisini dahi kapayıp yigirmi gün geçdikde şeyh pencereleri açdırır. Ol sâ’at bir haber şâyi’ olur ki bostâncıbaşı gazab-ı pâdişâhî ile katl olunmuş. Hemân dervişin biri şitâb ile kaziyeye vâkıf olmak içün ol mahalle vardıkda ol bostâncıbaşının ser-maktû’ını kudümleri ve nayları kırdığı taş üzerine komışlar. Husûs-ı mezbûr kibâr u sıgârın ma’lûmu oldukda
Bu âyînin semâ’ıdır ve ger nây u kudûmidür
Sakın ta’n etme ki hasmın Celâleddin-i Rûmî’dür
Mefhûmu üzre Şeyh-i mûmâ-ileyhin inkisârı ile oldugu nûr-ı hûrşîd gibi âşikâr olmuş bir şeyh-i kâmil olup bin altmış dört hudûdunda arzû-yı hacc ile suy-ı deryâdan ‘âzim-i râh-ı Hicâz olup Kâhire-i Mısr’a vardıkda merhûm olmagla ol gencîne-i feyz ü kemâl Mısr Mevlevî-hânesi mekâbirinde defn olunup yerine hânkâh-ı Galata’da kârî-i Mesnevî-i Şerîf olan Arzî Mehmed Dede şeyh-i Mevlevî olmagla Âdem Dede fevtine ve Arzî Dede meşîhatına müverrih Nisârî bu târihi nazm etmişdir.Târîh
Usûl-i devri çün Âdem Efendi’nin tamâm oldu
Dedim ayâ bu kâr-ı dil-nüvâza kim mukayeddir
Bu efkâr ile hâb-âlûd iken bu dîde-i tab’ım
Göründü ruh-ı Mevlânâ ki ol nûr-ı ser-âmeddir
Buyurdu ey Nisârî böyle tahrîr eyle târihin
Değildir devr-i Âdem geçdi o devr-i Muhammed’dir
Nesr ‘azîz-i mûmâ-ileyhin terennümât-ı ney-pâre-i kalemi mutâbık-ı usûl-i sûfiyâne ve eş’ârı hâlet-şi’ârı bî tekellüf ü âşıkâne olup bu birkaç beyt-i latîf ol vücûd-ı şerîfin âsârındandır.
Nazm
Derd ehli libâsını ‘aşkile giyen gelsin
Zehrine şeker gibi zevk ile yiyen gelsin
Ol günlerini sâ’im hem gîcelerin kâ’im
Fakr âteşine dâ’im sabr ile yanan gelsin
Hakk’a eremez kimse atlas u libâs ile
Öz kendi eli ile cânına kıyan gelsin
Kâl u kîl ile hergiz menzile erişilmez
Kendilik ile olmaz mürşîde Uyan gelsin
Âldanma sakın Âdem her âline dünyânın
Öz varlıgını bunun yokluga sayan gelsin
(Çapan, Pervin (haz.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 63-64.)
‘ITRÎ
Nâmı Mustafâ’dır. İstânbûl’dan bedîdâr Buhûrî-zâde denmekle şöhret-şi’ârdır. ‘Asrın şu’arâ-yı şîrîn-güftârındandır. ‘İlm-i edvârda devrin hâce-i sânîsi ve fenn-i mûsikîde şehrin gulâm-ı şâdîsi olmagla sadâ-yı nevâ-yı nâlesi ‘Irak ile Hicâz’ı pervâz ve nezâket-âgâz-ı hoş-nevâsı Nişâpûr-ı ‘Acem ü İsfehânı reşk-endâz etmişdir. Fenn-i mu’ammâda dahi sâhib-i nâm u nişân olmagla pâdişâh-ı ve’l-imkân Sultân Muhammed Hân-ı Râbi’ hazretlerinin meclis-i hümâyunlarına dâhil olup ma’rifeti pesendîde-i pâdişâhî olmagla İstânbûl’un esirciler kethüdâlıgını ‘arzuhâl etmekle hatt-ı hümâyûn-ı sa’âdet-makrûn ile teveccüh ü ihsân buyurulup vefâtına dek zabt edip kendüye medâr-ı ma’işet olup bin yüz yigirmi iki seneside mâye-i hayât-ı râhatü’l-ervâh olan rûh-ı revânı ‘âlem-i evce ‘azîmet etmişdir. Âsârından bu birkaç beyt bu mahalle tahrîr olundu.
Nazm
Bakmazsa rûy-ı dil-bere adâ safâ nazar
Sen eyle sun’-ı Hakk’ı temâşâ sâfâ nazar
Mihr ü mehe bakar mı cemâlin gören dedim
Bakdı dedi ol âyîne-sîmâ sâfâ nazar
Dil-i nâzır gubâr-ı derindir dedim didi
Câ’izse kuhl-ı dîde-i bînâ safâ nazar
Dil-dâr hâl ü hatt u lebin gösterip dedi
Habb ü gubâr u bâde-i şehlâ safâ nazar
Yokdur nazîr-i hüsnüne dirdir iki degil
Mislin görürse nergis-i şehlâ sâfâ nazar
Bu nev-zuhûr-ı şâhid-i nazmın görüp eger
‘Itrî nazîre derse ehibbâ sâfâ nazar
ve lehu
Etsin ‘ilâc derd-i dile ol meh tabîb ise
Yohsa visâle minnetimiz yok nasîb ile
Dil-ber henüz satmada kâlâ-yı nâzını
Germ-âteş içre yanmadadır ‘andelîb ise
Bir genc-i bî-misâldir ‘Itrî harîm-i yâr
Ejderdir etmiş anda temekkün rakîb ise
ve lehu
Hasretle nola kalsa gözüm hâk-i rehinde
Göz dikdigi yerlerdir o mihrin de mehin de
Dâmen-keş ola ey ‘Itrî hemân çirk-i riyâdan
Gam çekme giran yok deyü bahr-ı künhünde
ve lehu
Şevk-i gülzâr-ı ruhunla dil kaçan cûş eder
Nâlesi hep bülbülân-ı gülşeni hâmûş eder
Gülşen-i kûyun anıp ger nâle kılsam ‘Itriyâ
Meclisinden lâl olup bülbül figânım gûş eder
(Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 398-399.)
NÂ’İLÎ
Ol şem’-i şebistân-ı ma’ârifin nâmı Mustafâ’dır. Bezmgâh-ı Sitânbûl’dan fürûzân olmuşdur. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i ma’ârif-i bî-hesâbdan sonra aklâm-ı mukâta’atdan ma’den kaleminin halîfesi olmuşdur. Asrın şu’arâsındandır. Tîşe-i hâmesinin güşâde etdigi vâdî-i suhan kendüye mahsusdur ki bir Ferhâd tîşe-i kuvvet-i nâtıkasının dest-zedi degildir. Hümâ-yı tab’-ı bülendi evc-i fesâhatin âşiyâne-gîri bir şâh-ı kalem-rev-i suhandır ki makâm-ı belâgat-serîri olup mahsûdü’l-akrân olmagla evâhir-i hâlinde ba’zı hasede ve fesede gamzıyla magzûb-ı âsâfî olup nefy ile mihnet-keş-i rûzgâr olmuşdur. Şem’-i ikbâli keşte-i tündbâd-ı edbâr oldugun zılâmı âlâmanı iz’âf etmişdir. Cevâhir-i girân-bahâ-yı eş’âr-ı fesâhat-disârını tedvîne münharır edip bin yetmiş yedi târîhinde ‘azm-ı bekâ etmişdir. Fevtine bu târîhler nazm olunmuşdur.
Târîh-i Vefât-ı Nâ’ilî
(‘Âzim-i lahd olucak Nâ’ilî-i pâk suhan
Etdi ahbâba vedâ’ eyledi hem terk-i vatan
Merkadin ravza-i ennent rdr Mevlâ-yı Rahîm
Ferş-i istebrak ola sündüs ola ana kefen)
Dediler halk-ı cihân fevtine anın târîh
Nâ’il-i cennet ola Nâ’ilî-i nâdide-fenn
sene:1077
Târîh-i Dîger
Gûş edip Fevzî dedi târîhini
Nâ’ilî ola şefâ’at nâ’ilî
sene:1077
Târîh-i Dîger
Ebû ‘Ali-suhan ya’ni Nâ’ilî Çelebi
O mîr-i meclîs-i ‘irfân u zübde-i şu’arâ
Ser-halîfesi ma’den-i mukâta’ası iken
O merkezde nice dem olmuşidi zîb-efzâ
Muhâsebe edecek ‘ömr-i defterin takdîr
Yedd-i ecelle urup mühr eyledi imzâ
Olunca ‘âzîm-i dîvân-ı Hazret-i Bârî
O pâdişâh-ı serîr-i mesâlik-i ma’nâ
Dedim du’â ile Târîh-i fevtini Nazmî
Bihişti Nâ’ilî’ye eyleye mekân Mevlâ
sene:1077
Târîh-i Dîger
Nâ’il-i Firdevs bâdâ Nâ’ilî el-Fâtihâ
sene:1077
Nazm eyledigi Na’t-ı Şerîf’dir.
Gönül bîgânelerle âşinâdır yâ Resûla’llâh
Der-i devlet-me’âbından cüdâdır yâ Resûla’llâh
Zer-i hûrşîd mahşer-i ravzadır iksîr-i hâlinden
Reh-i ‘aşkında ol kim hâk-i pâdır yâ Resûla’llâh
Sarardır zikr ü fikrin hücresin erbâb-ı tevhîdin
Siyeh hâkî zer eyler kimmiyâdır yâ Resûla’llâh
Olan hâdî sırât-ı müstakîme şer’-i pâkindir
Bu âlem berzah-ı havf u recâdır yâ Resûla’llâh
Ne denlü Nâ’ilî şâyân-ı tertîb-i cezâ olsa
Cenâbından şefâ’at mültecâdır yâ Resûla’llâh
ve lehu
Nutk-âferîn ki tab’ıma feyz-i makâl eder
İlhâm-ı na’t-ı mu’ciz-i eshâb u âl eder
Şükr-i nısâb-ı na’tile dâd-ı suhanveri
Nev-tûtî-i zebânıma şeker-nevâl eder
İ’câz-ı na’ti kim kalem-i mû-şikâfımı
Sûret-i nigâr deyr-i bütân-ı hayâl eder
Meşşâta-i kalem reşehât-ı midâdımı
Bir bir cemâl-i şâhid-i ma’nâya hâl eder
Eş’ârından bir mikdâr ebyât tahrîr olundu
Bir veche nâzır ol ki nazîri bulunmaya
Bir zülfe beste ol ki esîri bulunmaya
Ahsentü ol gedâ-yı tahammül bedûşa kim
Yansa cihân içinde hasırı bulunmaya
La’net o hân-ı lutfa ki nâdâna vakf olup
Ehl-i dilin fatîr ü hamîri bulunmaya
Dil kim eder figânını geh pest ü geh bülend
Benzer o sâza kim bem ü zîri bulunmaya
ve lehu
Goncanın gül-bün bülün destâr-ı hûbândır yeri
Ol hayâ gül-berginin pirâhen-i cândır yeri
Tâk-ı ebrûdan geçip zülfünden ayrılmaz gönül
Bir ‘aceb dîvânedir kim kâh-ı eyvândır yeri
Pâdişâh-ı mülk-âzâdı olan mey-hârenin
Tahte-i meyhânede taht-ı Süleymân’dır yeri
Nâ’ilî bulmaz mürebbî pâyesin perverdeler
Âfitâbın çarh-ı çârım gevherin kândır yeri
ve lehu
Rind-i ‘aşkı bu tokuz câm ferah-nâk edemez
Dil nedir ‘aşk nedir gam nedir idrâk edemez
Şîşe meksûr olıcak kâbil-i tathîr olmaz
Mest-i sahbâ-yı mecâz âyînesin pâk edemez
Kimmiyâ kân-ı emel bulsa da cây-ı hâli
Zer eder hâkini ammâ zerini hâk edemez
ve lehu
Nakd-i dili dil-dâra verip mâ-hasal aldım
Bâzâr-ı muhabbetde gam-ı bî-kesel aldım
Bir vechile ta’bîr edemem zevk-i hayâlin
Âgûşa bu şeb hâbda bir ince bel aldım
Öpdüm ayagın meykedede pîr-i mugânın
Şeyhü’l-harem-i Ka’be-i ‘irfândan el aldım
ve lehu
Peymâneden döküldü mey-i nâb bir yere
Nûr indi sandılar gören ahbâb bir yere
Nahl-i bülend gibi görücek sâye-dâr olup
Can düşdü bir yere dil-i bî-tâb bir yere
Bir kerre olsa büt çâr-ı ebrûya matâf
Mahsûs olurdu Ka’be’de mihrâb bir yere
ve lehu
Hevâ-yı ‘aşka uyup kây-ı yâra dek gideriz
Nesîm-i subha refîkiz bahâra dek gideriz
Pelâs-pâre-i rindî bedûş kâse-be-kef
Zekât-ı mey verilir bir diyâra dek gideriz
ve lehu
Tâ-be-key ey mest gaflet-i hâb gelsin çeşmine
Nîm-şeb nâlişler et hûn-âb gelsin çeşmine
‘Âşık ol gurbetde kim tahrîb olur giryânlıga
Dem-be-dem eşk-i gam-ı ahbâb gelsin çeşmine
ve lehu
Ehl-i dile tokunma ki âzârı saht olur
Bezm olsa hâk her ne kadar hârı saht olur
ve lehu
Sâde-diller kim felekden şefkat ümîdindedir
Ser-nigûn peymâneden keyfiyet ümîdindedir
Dil temennâ-yı nigâh-ı tutf eder ol âfetin
Merdüm-i çeşminden insâniyyet ümîdindedir
ve lehu
Şahsın isti’dâdı lutf-ı peykerinden bellidir
Kimmiyâ-yı kabiliyyet cevherinden bellidir
Zîr-i pây-ı şem’ ü gül-bünde ‘ayâr-ı sûzişi
Bülbül ü pervânenin hâkisterinden bellidir
ve lehu
Güşâyiş-i dile bir nice rûzgâr ister
Şükûfte olmaga ol gonca çok bahâr ister
ve lehu
Şerâb-ı nâb getirdikçe nîm-hâb sana
Tutar elinde kadeh mâh u âfitâb sana
ve lehu
Nisâr-ı nakd-i niyâz etmege şitâbım var
Benim ol âfet ile başka bir hesâbım var
ve lehu
Sürûr-ı bezm-i visâli figân-ı âha degiş
Safâ-yı vuslatı bir âşinâ nigâha degiş
ve lehu
Ol şûhu bâgda gördüm şükûfte-rû tâze
Elinde bir gül açılmış o tâze bu tâze
(Çapan, Pervin (haz.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Başkanlığı Yay. 581-586.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 20.08.2013Güncelleme Tarihi: 16.11.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Devr eder ol serv-kâmet gül-izârım Mevlevî
Neyveş efzûn eyledi feryâd u zârım Mevlevî
Mevlevîler başına âlem fer-â-fer çevrilir
Ger semâ etse kaçan ol işve-kârım Mevlevî
Gitmekile hep rikâb-ı esb-i nâzında senin
Fahr eder erbâb-ı dil yektâ-suvârım Mevlevî
Ser-bürehne sana eyva’llâh der abdâl kim
Mülk-i hüsnün pâdişâhı tâc-dârım Mevlevî
Gel kudümünle müşerref kıl gönüller tahtını
Müstemendindir Safâyî şehriyârım Mevlevî
(Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 439.)
ÂDEM DEDE
İsm-i sâmîleri mutâbık-ı müsemmâ olup mahlasları dahi Âdem’dir. Antakya’dan zuhûr etmişdir. Evâ’il-i hâlinde zu’emâ zümresinden iken tarîk-i hidâyet-refîk-i Mevleviyyeye sâlik olup tekmîl-i âdâb-ı tarîkat ve tahsîl-i kemâl-i ma’rifet edip badehu Galata’da vâkı’ İskender Pâşâ zâviyesine şârih-i Mesnevî-i şerîf İsmâil Dede yerine şeyh-i Mevlevî olmuşdur. Velâyet ve kerâmet ile meşhûr bir zât-ı ma’murdur cümle-i kerâmâtından ‘asr-ı Sultân Murâd Hân-ı Râbide Şeyh-i mûmâ-ileyh ba’zı dervişân ile birgün Hisârlara gidip vakt-i ‘asrdan sonra kâyık ile ‘avdet edip gelürken bir ki neyzen ve bir iki kudüm-zen ile âyîn-i Mevlevî ile gelirken ol ‘asrda bostancıbaşı olan nâdân yalı köşkünde otururmuş. Bunların sadâsın istimâ’ etdikde bir gürûh bostâncı ile bir kanca başı sandal ta’yîn edip şeyhi ve dervişân ile Tophâne iskelesine yanaşırken bunları çevirip köşk önüne getürdür. Bunları taşra çıkarır kayıklarını delip nâylarını kudümlerini bir taş üzerinde kırdırıp bade’l-yevm bu makûle vaz’ ile deryâda gezmeyesüz deyü lisânen ta’zîr edip yol verir. Şeyh-i mûmâ-ileyh ve dervişân münkesiran Bagçe Kapusu iskelesine gelince ahşam geçer karanlık olur. Hâsılı hezâr-zahmet ile bir kâyık bulup Galata’ya geçerler. Tekyeye geldikleri sâ’at şeyhin odasında sarây tarafına nâzır iki penceresi var imiş. İkisini dahi kapayıp yigirmi gün geçdikde şeyh pencereleri açdırır. Ol sâ’at bir haber şâyi’ olur ki bostâncıbaşı gazab-ı pâdişâhî ile katl olunmuş. Hemân dervişin biri şitâb ile kaziyeye vâkıf olmak içün ol mahalle vardıkda ol bostâncıbaşının ser-maktû’ını kudümleri ve nayları kırdığı taş üzerine komışlar. Husûs-ı mezbûr kibâr u sıgârın ma’lûmu oldukda
Bu âyînin semâ’ıdır ve ger nây u kudûmidür
Sakın ta’n etme ki hasmın Celâleddin-i Rûmî’dür
Mefhûmu üzre Şeyh-i mûmâ-ileyhin inkisârı ile oldugu nûr-ı hûrşîd gibi âşikâr olmuş bir şeyh-i kâmil olup bin altmış dört hudûdunda arzû-yı hacc ile suy-ı deryâdan ‘âzim-i râh-ı Hicâz olup Kâhire-i Mısr’a vardıkda merhûm olmagla ol gencîne-i feyz ü kemâl Mısr Mevlevî-hânesi mekâbirinde defn olunup yerine hânkâh-ı Galata’da kârî-i Mesnevî-i Şerîf olan Arzî Mehmed Dede şeyh-i Mevlevî olmagla Âdem Dede fevtine ve Arzî Dede meşîhatına müverrih Nisârî bu târihi nazm etmişdir.Târîh
Usûl-i devri çün Âdem Efendi’nin tamâm oldu
Dedim ayâ bu kâr-ı dil-nüvâza kim mukayeddir
Bu efkâr ile hâb-âlûd iken bu dîde-i tab’ım
Göründü ruh-ı Mevlânâ ki ol nûr-ı ser-âmeddir
Buyurdu ey Nisârî böyle tahrîr eyle târihin
Değildir devr-i Âdem geçdi o devr-i Muhammed’dir
Nesr ‘azîz-i mûmâ-ileyhin terennümât-ı ney-pâre-i kalemi mutâbık-ı usûl-i sûfiyâne ve eş’ârı hâlet-şi’ârı bî tekellüf ü âşıkâne olup bu birkaç beyt-i latîf ol vücûd-ı şerîfin âsârındandır.
Nazm
Derd ehli libâsını ‘aşkile giyen gelsin
Zehrine şeker gibi zevk ile yiyen gelsin
Ol günlerini sâ’im hem gîcelerin kâ’im
Fakr âteşine dâ’im sabr ile yanan gelsin
Hakk’a eremez kimse atlas u libâs ile
Öz kendi eli ile cânına kıyan gelsin
Kâl u kîl ile hergiz menzile erişilmez
Kendilik ile olmaz mürşîde Uyan gelsin
Âldanma sakın Âdem her âline dünyânın
Öz varlıgını bunun yokluga sayan gelsin
(Çapan, Pervin (haz.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 63-64.)
‘ITRÎ
Nâmı Mustafâ’dır. İstânbûl’dan bedîdâr Buhûrî-zâde denmekle şöhret-şi’ârdır. ‘Asrın şu’arâ-yı şîrîn-güftârındandır. ‘İlm-i edvârda devrin hâce-i sânîsi ve fenn-i mûsikîde şehrin gulâm-ı şâdîsi olmagla sadâ-yı nevâ-yı nâlesi ‘Irak ile Hicâz’ı pervâz ve nezâket-âgâz-ı hoş-nevâsı Nişâpûr-ı ‘Acem ü İsfehânı reşk-endâz etmişdir. Fenn-i mu’ammâda dahi sâhib-i nâm u nişân olmagla pâdişâh-ı ve’l-imkân Sultân Muhammed Hân-ı Râbi’ hazretlerinin meclis-i hümâyunlarına dâhil olup ma’rifeti pesendîde-i pâdişâhî olmagla İstânbûl’un esirciler kethüdâlıgını ‘arzuhâl etmekle hatt-ı hümâyûn-ı sa’âdet-makrûn ile teveccüh ü ihsân buyurulup vefâtına dek zabt edip kendüye medâr-ı ma’işet olup bin yüz yigirmi iki seneside mâye-i hayât-ı râhatü’l-ervâh olan rûh-ı revânı ‘âlem-i evce ‘azîmet etmişdir. Âsârından bu birkaç beyt bu mahalle tahrîr olundu.
Nazm
Bakmazsa rûy-ı dil-bere adâ safâ nazar
Sen eyle sun’-ı Hakk’ı temâşâ sâfâ nazar
Mihr ü mehe bakar mı cemâlin gören dedim
Bakdı dedi ol âyîne-sîmâ sâfâ nazar
Dil-i nâzır gubâr-ı derindir dedim didi
Câ’izse kuhl-ı dîde-i bînâ safâ nazar
Dil-dâr hâl ü hatt u lebin gösterip dedi
Habb ü gubâr u bâde-i şehlâ safâ nazar
Yokdur nazîr-i hüsnüne dirdir iki degil
Mislin görürse nergis-i şehlâ sâfâ nazar
Bu nev-zuhûr-ı şâhid-i nazmın görüp eger
‘Itrî nazîre derse ehibbâ sâfâ nazar
ve lehu
Etsin ‘ilâc derd-i dile ol meh tabîb ise
Yohsa visâle minnetimiz yok nasîb ile
Dil-ber henüz satmada kâlâ-yı nâzını
Germ-âteş içre yanmadadır ‘andelîb ise
Bir genc-i bî-misâldir ‘Itrî harîm-i yâr
Ejderdir etmiş anda temekkün rakîb ise
ve lehu
Hasretle nola kalsa gözüm hâk-i rehinde
Göz dikdigi yerlerdir o mihrin de mehin de
Dâmen-keş ola ey ‘Itrî hemân çirk-i riyâdan
Gam çekme giran yok deyü bahr-ı künhünde
ve lehu
Şevk-i gülzâr-ı ruhunla dil kaçan cûş eder
Nâlesi hep bülbülân-ı gülşeni hâmûş eder
Gülşen-i kûyun anıp ger nâle kılsam ‘Itriyâ
Meclisinden lâl olup bülbül figânım gûş eder
(Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 398-399.)
NÂ’İLÎ
Ol şem’-i şebistân-ı ma’ârifin nâmı Mustafâ’dır. Bezmgâh-ı Sitânbûl’dan fürûzân olmuşdur. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i ma’ârif-i bî-hesâbdan sonra aklâm-ı mukâta’atdan ma’den kaleminin halîfesi olmuşdur. Asrın şu’arâsındandır. Tîşe-i hâmesinin güşâde etdigi vâdî-i suhan kendüye mahsusdur ki bir Ferhâd tîşe-i kuvvet-i nâtıkasının dest-zedi degildir. Hümâ-yı tab’-ı bülendi evc-i fesâhatin âşiyâne-gîri bir şâh-ı kalem-rev-i suhandır ki makâm-ı belâgat-serîri olup mahsûdü’l-akrân olmagla evâhir-i hâlinde ba’zı hasede ve fesede gamzıyla magzûb-ı âsâfî olup nefy ile mihnet-keş-i rûzgâr olmuşdur. Şem’-i ikbâli keşte-i tündbâd-ı edbâr oldugun zılâmı âlâmanı iz’âf etmişdir. Cevâhir-i girân-bahâ-yı eş’âr-ı fesâhat-disârını tedvîne münharır edip bin yetmiş yedi târîhinde ‘azm-ı bekâ etmişdir. Fevtine bu târîhler nazm olunmuşdur.
Târîh-i Vefât-ı Nâ’ilî
(‘Âzim-i lahd olucak Nâ’ilî-i pâk suhan
Etdi ahbâba vedâ’ eyledi hem terk-i vatan
Merkadin ravza-i ennent rdr Mevlâ-yı Rahîm
Ferş-i istebrak ola sündüs ola ana kefen)
Dediler halk-ı cihân fevtine anın târîh
Nâ’il-i cennet ola Nâ’ilî-i nâdide-fenn
sene:1077
Târîh-i Dîger
Gûş edip Fevzî dedi târîhini
Nâ’ilî ola şefâ’at nâ’ilî
sene:1077
Târîh-i Dîger
Ebû ‘Ali-suhan ya’ni Nâ’ilî Çelebi
O mîr-i meclîs-i ‘irfân u zübde-i şu’arâ
Ser-halîfesi ma’den-i mukâta’ası iken
O merkezde nice dem olmuşidi zîb-efzâ
Muhâsebe edecek ‘ömr-i defterin takdîr
Yedd-i ecelle urup mühr eyledi imzâ
Olunca ‘âzîm-i dîvân-ı Hazret-i Bârî
O pâdişâh-ı serîr-i mesâlik-i ma’nâ
Dedim du’â ile Târîh-i fevtini Nazmî
Bihişti Nâ’ilî’ye eyleye mekân Mevlâ
sene:1077
Târîh-i Dîger
Nâ’il-i Firdevs bâdâ Nâ’ilî el-Fâtihâ
sene:1077
Nazm eyledigi Na’t-ı Şerîf’dir.
Gönül bîgânelerle âşinâdır yâ Resûla’llâh
Der-i devlet-me’âbından cüdâdır yâ Resûla’llâh
Zer-i hûrşîd mahşer-i ravzadır iksîr-i hâlinden
Reh-i ‘aşkında ol kim hâk-i pâdır yâ Resûla’llâh
Sarardır zikr ü fikrin hücresin erbâb-ı tevhîdin
Siyeh hâkî zer eyler kimmiyâdır yâ Resûla’llâh
Olan hâdî sırât-ı müstakîme şer’-i pâkindir
Bu âlem berzah-ı havf u recâdır yâ Resûla’llâh
Ne denlü Nâ’ilî şâyân-ı tertîb-i cezâ olsa
Cenâbından şefâ’at mültecâdır yâ Resûla’llâh
ve lehu
Nutk-âferîn ki tab’ıma feyz-i makâl eder
İlhâm-ı na’t-ı mu’ciz-i eshâb u âl eder
Şükr-i nısâb-ı na’tile dâd-ı suhanveri
Nev-tûtî-i zebânıma şeker-nevâl eder
İ’câz-ı na’ti kim kalem-i mû-şikâfımı
Sûret-i nigâr deyr-i bütân-ı hayâl eder
Meşşâta-i kalem reşehât-ı midâdımı
Bir bir cemâl-i şâhid-i ma’nâya hâl eder
Eş’ârından bir mikdâr ebyât tahrîr olundu
Bir veche nâzır ol ki nazîri bulunmaya
Bir zülfe beste ol ki esîri bulunmaya
Ahsentü ol gedâ-yı tahammül bedûşa kim
Yansa cihân içinde hasırı bulunmaya
La’net o hân-ı lutfa ki nâdâna vakf olup
Ehl-i dilin fatîr ü hamîri bulunmaya
Dil kim eder figânını geh pest ü geh bülend
Benzer o sâza kim bem ü zîri bulunmaya
ve lehu
Goncanın gül-bün bülün destâr-ı hûbândır yeri
Ol hayâ gül-berginin pirâhen-i cândır yeri
Tâk-ı ebrûdan geçip zülfünden ayrılmaz gönül
Bir ‘aceb dîvânedir kim kâh-ı eyvândır yeri
Pâdişâh-ı mülk-âzâdı olan mey-hârenin
Tahte-i meyhânede taht-ı Süleymân’dır yeri
Nâ’ilî bulmaz mürebbî pâyesin perverdeler
Âfitâbın çarh-ı çârım gevherin kândır yeri
ve lehu
Rind-i ‘aşkı bu tokuz câm ferah-nâk edemez
Dil nedir ‘aşk nedir gam nedir idrâk edemez
Şîşe meksûr olıcak kâbil-i tathîr olmaz
Mest-i sahbâ-yı mecâz âyînesin pâk edemez
Kimmiyâ kân-ı emel bulsa da cây-ı hâli
Zer eder hâkini ammâ zerini hâk edemez
ve lehu
Nakd-i dili dil-dâra verip mâ-hasal aldım
Bâzâr-ı muhabbetde gam-ı bî-kesel aldım
Bir vechile ta’bîr edemem zevk-i hayâlin
Âgûşa bu şeb hâbda bir ince bel aldım
Öpdüm ayagın meykedede pîr-i mugânın
Şeyhü’l-harem-i Ka’be-i ‘irfândan el aldım
ve lehu
Peymâneden döküldü mey-i nâb bir yere
Nûr indi sandılar gören ahbâb bir yere
Nahl-i bülend gibi görücek sâye-dâr olup
Can düşdü bir yere dil-i bî-tâb bir yere
Bir kerre olsa büt çâr-ı ebrûya matâf
Mahsûs olurdu Ka’be’de mihrâb bir yere
ve lehu
Hevâ-yı ‘aşka uyup kây-ı yâra dek gideriz
Nesîm-i subha refîkiz bahâra dek gideriz
Pelâs-pâre-i rindî bedûş kâse-be-kef
Zekât-ı mey verilir bir diyâra dek gideriz
ve lehu
Tâ-be-key ey mest gaflet-i hâb gelsin çeşmine
Nîm-şeb nâlişler et hûn-âb gelsin çeşmine
‘Âşık ol gurbetde kim tahrîb olur giryânlıga
Dem-be-dem eşk-i gam-ı ahbâb gelsin çeşmine
ve lehu
Ehl-i dile tokunma ki âzârı saht olur
Bezm olsa hâk her ne kadar hârı saht olur
ve lehu
Sâde-diller kim felekden şefkat ümîdindedir
Ser-nigûn peymâneden keyfiyet ümîdindedir
Dil temennâ-yı nigâh-ı tutf eder ol âfetin
Merdüm-i çeşminden insâniyyet ümîdindedir
ve lehu
Şahsın isti’dâdı lutf-ı peykerinden bellidir
Kimmiyâ-yı kabiliyyet cevherinden bellidir
Zîr-i pây-ı şem’ ü gül-bünde ‘ayâr-ı sûzişi
Bülbül ü pervânenin hâkisterinden bellidir
ve lehu
Güşâyiş-i dile bir nice rûzgâr ister
Şükûfte olmaga ol gonca çok bahâr ister
ve lehu
Şerâb-ı nâb getirdikçe nîm-hâb sana
Tutar elinde kadeh mâh u âfitâb sana
ve lehu
Nisâr-ı nakd-i niyâz etmege şitâbım var
Benim ol âfet ile başka bir hesâbım var
ve lehu
Sürûr-ı bezm-i visâli figân-ı âha degiş
Safâ-yı vuslatı bir âşinâ nigâha degiş
ve lehu
Ol şûhu bâgda gördüm şükûfte-rû tâze
Elinde bir gül açılmış o tâze bu tâze
(Çapan, Pervin (haz.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Başkanlığı Yay. 581-586.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 16.11.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Devr eder ol serv-kâmet gül-izârım Mevlevî
Neyveş efzûn eyledi feryâd u zârım Mevlevî
Mevlevîler başına âlem fer-â-fer çevrilir
Ger semâ etse kaçan ol işve-kârım Mevlevî
Gitmekile hep rikâb-ı esb-i nâzında senin
Fahr eder erbâb-ı dil yektâ-suvârım Mevlevî
Ser-bürehne sana eyva’llâh der abdâl kim
Mülk-i hüsnün pâdişâhı tâc-dârım Mevlevî
Gel kudümünle müşerref kıl gönüller tahtını
Müstemendindir Safâyî şehriyârım Mevlevî
(Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 439.)
ÂDEM DEDE
İsm-i sâmîleri mutâbık-ı müsemmâ olup mahlasları dahi Âdem’dir. Antakya’dan zuhûr etmişdir. Evâ’il-i hâlinde zu’emâ zümresinden iken tarîk-i hidâyet-refîk-i Mevleviyyeye sâlik olup tekmîl-i âdâb-ı tarîkat ve tahsîl-i kemâl-i ma’rifet edip badehu Galata’da vâkı’ İskender Pâşâ zâviyesine şârih-i Mesnevî-i şerîf İsmâil Dede yerine şeyh-i Mevlevî olmuşdur. Velâyet ve kerâmet ile meşhûr bir zât-ı ma’murdur cümle-i kerâmâtından ‘asr-ı Sultân Murâd Hân-ı Râbide Şeyh-i mûmâ-ileyh ba’zı dervişân ile birgün Hisârlara gidip vakt-i ‘asrdan sonra kâyık ile ‘avdet edip gelürken bir ki neyzen ve bir iki kudüm-zen ile âyîn-i Mevlevî ile gelirken ol ‘asrda bostancıbaşı olan nâdân yalı köşkünde otururmuş. Bunların sadâsın istimâ’ etdikde bir gürûh bostâncı ile bir kanca başı sandal ta’yîn edip şeyhi ve dervişân ile Tophâne iskelesine yanaşırken bunları çevirip köşk önüne getürdür. Bunları taşra çıkarır kayıklarını delip nâylarını kudümlerini bir taş üzerinde kırdırıp bade’l-yevm bu makûle vaz’ ile deryâda gezmeyesüz deyü lisânen ta’zîr edip yol verir. Şeyh-i mûmâ-ileyh ve dervişân münkesiran Bagçe Kapusu iskelesine gelince ahşam geçer karanlık olur. Hâsılı hezâr-zahmet ile bir kâyık bulup Galata’ya geçerler. Tekyeye geldikleri sâ’at şeyhin odasında sarây tarafına nâzır iki penceresi var imiş. İkisini dahi kapayıp yigirmi gün geçdikde şeyh pencereleri açdırır. Ol sâ’at bir haber şâyi’ olur ki bostâncıbaşı gazab-ı pâdişâhî ile katl olunmuş. Hemân dervişin biri şitâb ile kaziyeye vâkıf olmak içün ol mahalle vardıkda ol bostâncıbaşının ser-maktû’ını kudümleri ve nayları kırdığı taş üzerine komışlar. Husûs-ı mezbûr kibâr u sıgârın ma’lûmu oldukda
Bu âyînin semâ’ıdır ve ger nây u kudûmidür
Sakın ta’n etme ki hasmın Celâleddin-i Rûmî’dür
Mefhûmu üzre Şeyh-i mûmâ-ileyhin inkisârı ile oldugu nûr-ı hûrşîd gibi âşikâr olmuş bir şeyh-i kâmil olup bin altmış dört hudûdunda arzû-yı hacc ile suy-ı deryâdan ‘âzim-i râh-ı Hicâz olup Kâhire-i Mısr’a vardıkda merhûm olmagla ol gencîne-i feyz ü kemâl Mısr Mevlevî-hânesi mekâbirinde defn olunup yerine hânkâh-ı Galata’da kârî-i Mesnevî-i Şerîf olan Arzî Mehmed Dede şeyh-i Mevlevî olmagla Âdem Dede fevtine ve Arzî Dede meşîhatına müverrih Nisârî bu târihi nazm etmişdir.Târîh
Usûl-i devri çün Âdem Efendi’nin tamâm oldu
Dedim ayâ bu kâr-ı dil-nüvâza kim mukayeddir
Bu efkâr ile hâb-âlûd iken bu dîde-i tab’ım
Göründü ruh-ı Mevlânâ ki ol nûr-ı ser-âmeddir
Buyurdu ey Nisârî böyle tahrîr eyle târihin
Değildir devr-i Âdem geçdi o devr-i Muhammed’dir
Nesr ‘azîz-i mûmâ-ileyhin terennümât-ı ney-pâre-i kalemi mutâbık-ı usûl-i sûfiyâne ve eş’ârı hâlet-şi’ârı bî tekellüf ü âşıkâne olup bu birkaç beyt-i latîf ol vücûd-ı şerîfin âsârındandır.
Nazm
Derd ehli libâsını ‘aşkile giyen gelsin
Zehrine şeker gibi zevk ile yiyen gelsin
Ol günlerini sâ’im hem gîcelerin kâ’im
Fakr âteşine dâ’im sabr ile yanan gelsin
Hakk’a eremez kimse atlas u libâs ile
Öz kendi eli ile cânına kıyan gelsin
Kâl u kîl ile hergiz menzile erişilmez
Kendilik ile olmaz mürşîde Uyan gelsin
Âldanma sakın Âdem her âline dünyânın
Öz varlıgını bunun yokluga sayan gelsin
(Çapan, Pervin (haz.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 63-64.)
‘ITRÎ
Nâmı Mustafâ’dır. İstânbûl’dan bedîdâr Buhûrî-zâde denmekle şöhret-şi’ârdır. ‘Asrın şu’arâ-yı şîrîn-güftârındandır. ‘İlm-i edvârda devrin hâce-i sânîsi ve fenn-i mûsikîde şehrin gulâm-ı şâdîsi olmagla sadâ-yı nevâ-yı nâlesi ‘Irak ile Hicâz’ı pervâz ve nezâket-âgâz-ı hoş-nevâsı Nişâpûr-ı ‘Acem ü İsfehânı reşk-endâz etmişdir. Fenn-i mu’ammâda dahi sâhib-i nâm u nişân olmagla pâdişâh-ı ve’l-imkân Sultân Muhammed Hân-ı Râbi’ hazretlerinin meclis-i hümâyunlarına dâhil olup ma’rifeti pesendîde-i pâdişâhî olmagla İstânbûl’un esirciler kethüdâlıgını ‘arzuhâl etmekle hatt-ı hümâyûn-ı sa’âdet-makrûn ile teveccüh ü ihsân buyurulup vefâtına dek zabt edip kendüye medâr-ı ma’işet olup bin yüz yigirmi iki seneside mâye-i hayât-ı râhatü’l-ervâh olan rûh-ı revânı ‘âlem-i evce ‘azîmet etmişdir. Âsârından bu birkaç beyt bu mahalle tahrîr olundu.
Nazm
Bakmazsa rûy-ı dil-bere adâ safâ nazar
Sen eyle sun’-ı Hakk’ı temâşâ sâfâ nazar
Mihr ü mehe bakar mı cemâlin gören dedim
Bakdı dedi ol âyîne-sîmâ sâfâ nazar
Dil-i nâzır gubâr-ı derindir dedim didi
Câ’izse kuhl-ı dîde-i bînâ safâ nazar
Dil-dâr hâl ü hatt u lebin gösterip dedi
Habb ü gubâr u bâde-i şehlâ safâ nazar
Yokdur nazîr-i hüsnüne dirdir iki degil
Mislin görürse nergis-i şehlâ sâfâ nazar
Bu nev-zuhûr-ı şâhid-i nazmın görüp eger
‘Itrî nazîre derse ehibbâ sâfâ nazar
ve lehu
Etsin ‘ilâc derd-i dile ol meh tabîb ise
Yohsa visâle minnetimiz yok nasîb ile
Dil-ber henüz satmada kâlâ-yı nâzını
Germ-âteş içre yanmadadır ‘andelîb ise
Bir genc-i bî-misâldir ‘Itrî harîm-i yâr
Ejderdir etmiş anda temekkün rakîb ise
ve lehu
Hasretle nola kalsa gözüm hâk-i rehinde
Göz dikdigi yerlerdir o mihrin de mehin de
Dâmen-keş ola ey ‘Itrî hemân çirk-i riyâdan
Gam çekme giran yok deyü bahr-ı künhünde
ve lehu
Şevk-i gülzâr-ı ruhunla dil kaçan cûş eder
Nâlesi hep bülbülân-ı gülşeni hâmûş eder
Gülşen-i kûyun anıp ger nâle kılsam ‘Itriyâ
Meclisinden lâl olup bülbül figânım gûş eder
(Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 398-399.)
NÂ’İLÎ
Ol şem’-i şebistân-ı ma’ârifin nâmı Mustafâ’dır. Bezmgâh-ı Sitânbûl’dan fürûzân olmuşdur. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i ma’ârif-i bî-hesâbdan sonra aklâm-ı mukâta’atdan ma’den kaleminin halîfesi olmuşdur. Asrın şu’arâsındandır. Tîşe-i hâmesinin güşâde etdigi vâdî-i suhan kendüye mahsusdur ki bir Ferhâd tîşe-i kuvvet-i nâtıkasının dest-zedi degildir. Hümâ-yı tab’-ı bülendi evc-i fesâhatin âşiyâne-gîri bir şâh-ı kalem-rev-i suhandır ki makâm-ı belâgat-serîri olup mahsûdü’l-akrân olmagla evâhir-i hâlinde ba’zı hasede ve fesede gamzıyla magzûb-ı âsâfî olup nefy ile mihnet-keş-i rûzgâr olmuşdur. Şem’-i ikbâli keşte-i tündbâd-ı edbâr oldugun zılâmı âlâmanı iz’âf etmişdir. Cevâhir-i girân-bahâ-yı eş’âr-ı fesâhat-disârını tedvîne münharır edip bin yetmiş yedi târîhinde ‘azm-ı bekâ etmişdir. Fevtine bu târîhler nazm olunmuşdur.
Târîh-i Vefât-ı Nâ’ilî
(‘Âzim-i lahd olucak Nâ’ilî-i pâk suhan
Etdi ahbâba vedâ’ eyledi hem terk-i vatan
Merkadin ravza-i ennent rdr Mevlâ-yı Rahîm
Ferş-i istebrak ola sündüs ola ana kefen)
Dediler halk-ı cihân fevtine anın târîh
Nâ’il-i cennet ola Nâ’ilî-i nâdide-fenn
sene:1077
Târîh-i Dîger
Gûş edip Fevzî dedi târîhini
Nâ’ilî ola şefâ’at nâ’ilî
sene:1077
Târîh-i Dîger
Ebû ‘Ali-suhan ya’ni Nâ’ilî Çelebi
O mîr-i meclîs-i ‘irfân u zübde-i şu’arâ
Ser-halîfesi ma’den-i mukâta’ası iken
O merkezde nice dem olmuşidi zîb-efzâ
Muhâsebe edecek ‘ömr-i defterin takdîr
Yedd-i ecelle urup mühr eyledi imzâ
Olunca ‘âzîm-i dîvân-ı Hazret-i Bârî
O pâdişâh-ı serîr-i mesâlik-i ma’nâ
Dedim du’â ile Târîh-i fevtini Nazmî
Bihişti Nâ’ilî’ye eyleye mekân Mevlâ
sene:1077
Târîh-i Dîger
Nâ’il-i Firdevs bâdâ Nâ’ilî el-Fâtihâ
sene:1077
Nazm eyledigi Na’t-ı Şerîf’dir.
Gönül bîgânelerle âşinâdır yâ Resûla’llâh
Der-i devlet-me’âbından cüdâdır yâ Resûla’llâh
Zer-i hûrşîd mahşer-i ravzadır iksîr-i hâlinden
Reh-i ‘aşkında ol kim hâk-i pâdır yâ Resûla’llâh
Sarardır zikr ü fikrin hücresin erbâb-ı tevhîdin
Siyeh hâkî zer eyler kimmiyâdır yâ Resûla’llâh
Olan hâdî sırât-ı müstakîme şer’-i pâkindir
Bu âlem berzah-ı havf u recâdır yâ Resûla’llâh
Ne denlü Nâ’ilî şâyân-ı tertîb-i cezâ olsa
Cenâbından şefâ’at mültecâdır yâ Resûla’llâh
ve lehu
Nutk-âferîn ki tab’ıma feyz-i makâl eder
İlhâm-ı na’t-ı mu’ciz-i eshâb u âl eder
Şükr-i nısâb-ı na’tile dâd-ı suhanveri
Nev-tûtî-i zebânıma şeker-nevâl eder
İ’câz-ı na’ti kim kalem-i mû-şikâfımı
Sûret-i nigâr deyr-i bütân-ı hayâl eder
Meşşâta-i kalem reşehât-ı midâdımı
Bir bir cemâl-i şâhid-i ma’nâya hâl eder
Eş’ârından bir mikdâr ebyât tahrîr olundu
Bir veche nâzır ol ki nazîri bulunmaya
Bir zülfe beste ol ki esîri bulunmaya
Ahsentü ol gedâ-yı tahammül bedûşa kim
Yansa cihân içinde hasırı bulunmaya
La’net o hân-ı lutfa ki nâdâna vakf olup
Ehl-i dilin fatîr ü hamîri bulunmaya
Dil kim eder figânını geh pest ü geh bülend
Benzer o sâza kim bem ü zîri bulunmaya
ve lehu
Goncanın gül-bün bülün destâr-ı hûbândır yeri
Ol hayâ gül-berginin pirâhen-i cândır yeri
Tâk-ı ebrûdan geçip zülfünden ayrılmaz gönül
Bir ‘aceb dîvânedir kim kâh-ı eyvândır yeri
Pâdişâh-ı mülk-âzâdı olan mey-hârenin
Tahte-i meyhânede taht-ı Süleymân’dır yeri
Nâ’ilî bulmaz mürebbî pâyesin perverdeler
Âfitâbın çarh-ı çârım gevherin kândır yeri
ve lehu
Rind-i ‘aşkı bu tokuz câm ferah-nâk edemez
Dil nedir ‘aşk nedir gam nedir idrâk edemez
Şîşe meksûr olıcak kâbil-i tathîr olmaz
Mest-i sahbâ-yı mecâz âyînesin pâk edemez
Kimmiyâ kân-ı emel bulsa da cây-ı hâli
Zer eder hâkini ammâ zerini hâk edemez
ve lehu
Nakd-i dili dil-dâra verip mâ-hasal aldım
Bâzâr-ı muhabbetde gam-ı bî-kesel aldım
Bir vechile ta’bîr edemem zevk-i hayâlin
Âgûşa bu şeb hâbda bir ince bel aldım
Öpdüm ayagın meykedede pîr-i mugânın
Şeyhü’l-harem-i Ka’be-i ‘irfândan el aldım
ve lehu
Peymâneden döküldü mey-i nâb bir yere
Nûr indi sandılar gören ahbâb bir yere
Nahl-i bülend gibi görücek sâye-dâr olup
Can düşdü bir yere dil-i bî-tâb bir yere
Bir kerre olsa büt çâr-ı ebrûya matâf
Mahsûs olurdu Ka’be’de mihrâb bir yere
ve lehu
Hevâ-yı ‘aşka uyup kây-ı yâra dek gideriz
Nesîm-i subha refîkiz bahâra dek gideriz
Pelâs-pâre-i rindî bedûş kâse-be-kef
Zekât-ı mey verilir bir diyâra dek gideriz
ve lehu
Tâ-be-key ey mest gaflet-i hâb gelsin çeşmine
Nîm-şeb nâlişler et hûn-âb gelsin çeşmine
‘Âşık ol gurbetde kim tahrîb olur giryânlıga
Dem-be-dem eşk-i gam-ı ahbâb gelsin çeşmine
ve lehu
Ehl-i dile tokunma ki âzârı saht olur
Bezm olsa hâk her ne kadar hârı saht olur
ve lehu
Sâde-diller kim felekden şefkat ümîdindedir
Ser-nigûn peymâneden keyfiyet ümîdindedir
Dil temennâ-yı nigâh-ı tutf eder ol âfetin
Merdüm-i çeşminden insâniyyet ümîdindedir
ve lehu
Şahsın isti’dâdı lutf-ı peykerinden bellidir
Kimmiyâ-yı kabiliyyet cevherinden bellidir
Zîr-i pây-ı şem’ ü gül-bünde ‘ayâr-ı sûzişi
Bülbül ü pervânenin hâkisterinden bellidir
ve lehu
Güşâyiş-i dile bir nice rûzgâr ister
Şükûfte olmaga ol gonca çok bahâr ister
ve lehu
Şerâb-ı nâb getirdikçe nîm-hâb sana
Tutar elinde kadeh mâh u âfitâb sana
ve lehu
Nisâr-ı nakd-i niyâz etmege şitâbım var
Benim ol âfet ile başka bir hesâbım var
ve lehu
Sürûr-ı bezm-i visâli figân-ı âha degiş
Safâ-yı vuslatı bir âşinâ nigâha degiş
ve lehu
Ol şûhu bâgda gördüm şükûfte-rû tâze
Elinde bir gül açılmış o tâze bu tâze
(Çapan, Pervin (haz.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Başkanlığı Yay. 581-586.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Gazel
Devr eder ol serv-kâmet gül-izârım Mevlevî
Neyveş efzûn eyledi feryâd u zârım Mevlevî
Mevlevîler başına âlem fer-â-fer çevrilir
Ger semâ etse kaçan ol işve-kârım Mevlevî
Gitmekile hep rikâb-ı esb-i nâzında senin
Fahr eder erbâb-ı dil yektâ-suvârım Mevlevî
Ser-bürehne sana eyva’llâh der abdâl kim
Mülk-i hüsnün pâdişâhı tâc-dârım Mevlevî
Gel kudümünle müşerref kıl gönüller tahtını
Müstemendindir Safâyî şehriyârım Mevlevî
(Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 439.)
ÂDEM DEDE
İsm-i sâmîleri mutâbık-ı müsemmâ olup mahlasları dahi Âdem’dir. Antakya’dan zuhûr etmişdir. Evâ’il-i hâlinde zu’emâ zümresinden iken tarîk-i hidâyet-refîk-i Mevleviyyeye sâlik olup tekmîl-i âdâb-ı tarîkat ve tahsîl-i kemâl-i ma’rifet edip badehu Galata’da vâkı’ İskender Pâşâ zâviyesine şârih-i Mesnevî-i şerîf İsmâil Dede yerine şeyh-i Mevlevî olmuşdur. Velâyet ve kerâmet ile meşhûr bir zât-ı ma’murdur cümle-i kerâmâtından ‘asr-ı Sultân Murâd Hân-ı Râbide Şeyh-i mûmâ-ileyh ba’zı dervişân ile birgün Hisârlara gidip vakt-i ‘asrdan sonra kâyık ile ‘avdet edip gelürken bir ki neyzen ve bir iki kudüm-zen ile âyîn-i Mevlevî ile gelirken ol ‘asrda bostancıbaşı olan nâdân yalı köşkünde otururmuş. Bunların sadâsın istimâ’ etdikde bir gürûh bostâncı ile bir kanca başı sandal ta’yîn edip şeyhi ve dervişân ile Tophâne iskelesine yanaşırken bunları çevirip köşk önüne getürdür. Bunları taşra çıkarır kayıklarını delip nâylarını kudümlerini bir taş üzerinde kırdırıp bade’l-yevm bu makûle vaz’ ile deryâda gezmeyesüz deyü lisânen ta’zîr edip yol verir. Şeyh-i mûmâ-ileyh ve dervişân münkesiran Bagçe Kapusu iskelesine gelince ahşam geçer karanlık olur. Hâsılı hezâr-zahmet ile bir kâyık bulup Galata’ya geçerler. Tekyeye geldikleri sâ’at şeyhin odasında sarây tarafına nâzır iki penceresi var imiş. İkisini dahi kapayıp yigirmi gün geçdikde şeyh pencereleri açdırır. Ol sâ’at bir haber şâyi’ olur ki bostâncıbaşı gazab-ı pâdişâhî ile katl olunmuş. Hemân dervişin biri şitâb ile kaziyeye vâkıf olmak içün ol mahalle vardıkda ol bostâncıbaşının ser-maktû’ını kudümleri ve nayları kırdığı taş üzerine komışlar. Husûs-ı mezbûr kibâr u sıgârın ma’lûmu oldukda
Bu âyînin semâ’ıdır ve ger nây u kudûmidür
Sakın ta’n etme ki hasmın Celâleddin-i Rûmî’dür
Mefhûmu üzre Şeyh-i mûmâ-ileyhin inkisârı ile oldugu nûr-ı hûrşîd gibi âşikâr olmuş bir şeyh-i kâmil olup bin altmış dört hudûdunda arzû-yı hacc ile suy-ı deryâdan ‘âzim-i râh-ı Hicâz olup Kâhire-i Mısr’a vardıkda merhûm olmagla ol gencîne-i feyz ü kemâl Mısr Mevlevî-hânesi mekâbirinde defn olunup yerine hânkâh-ı Galata’da kârî-i Mesnevî-i Şerîf olan Arzî Mehmed Dede şeyh-i Mevlevî olmagla Âdem Dede fevtine ve Arzî Dede meşîhatına müverrih Nisârî bu târihi nazm etmişdir.Târîh
Usûl-i devri çün Âdem Efendi’nin tamâm oldu
Dedim ayâ bu kâr-ı dil-nüvâza kim mukayeddir
Bu efkâr ile hâb-âlûd iken bu dîde-i tab’ım
Göründü ruh-ı Mevlânâ ki ol nûr-ı ser-âmeddir
Buyurdu ey Nisârî böyle tahrîr eyle târihin
Değildir devr-i Âdem geçdi o devr-i Muhammed’dir
Nesr ‘azîz-i mûmâ-ileyhin terennümât-ı ney-pâre-i kalemi mutâbık-ı usûl-i sûfiyâne ve eş’ârı hâlet-şi’ârı bî tekellüf ü âşıkâne olup bu birkaç beyt-i latîf ol vücûd-ı şerîfin âsârındandır.
Nazm
Derd ehli libâsını ‘aşkile giyen gelsin
Zehrine şeker gibi zevk ile yiyen gelsin
Ol günlerini sâ’im hem gîcelerin kâ’im
Fakr âteşine dâ’im sabr ile yanan gelsin
Hakk’a eremez kimse atlas u libâs ile
Öz kendi eli ile cânına kıyan gelsin
Kâl u kîl ile hergiz menzile erişilmez
Kendilik ile olmaz mürşîde Uyan gelsin
Âldanma sakın Âdem her âline dünyânın
Öz varlıgını bunun yokluga sayan gelsin
(Çapan, Pervin (haz.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 63-64.)
‘ITRÎ
Nâmı Mustafâ’dır. İstânbûl’dan bedîdâr Buhûrî-zâde denmekle şöhret-şi’ârdır. ‘Asrın şu’arâ-yı şîrîn-güftârındandır. ‘İlm-i edvârda devrin hâce-i sânîsi ve fenn-i mûsikîde şehrin gulâm-ı şâdîsi olmagla sadâ-yı nevâ-yı nâlesi ‘Irak ile Hicâz’ı pervâz ve nezâket-âgâz-ı hoş-nevâsı Nişâpûr-ı ‘Acem ü İsfehânı reşk-endâz etmişdir. Fenn-i mu’ammâda dahi sâhib-i nâm u nişân olmagla pâdişâh-ı ve’l-imkân Sultân Muhammed Hân-ı Râbi’ hazretlerinin meclis-i hümâyunlarına dâhil olup ma’rifeti pesendîde-i pâdişâhî olmagla İstânbûl’un esirciler kethüdâlıgını ‘arzuhâl etmekle hatt-ı hümâyûn-ı sa’âdet-makrûn ile teveccüh ü ihsân buyurulup vefâtına dek zabt edip kendüye medâr-ı ma’işet olup bin yüz yigirmi iki seneside mâye-i hayât-ı râhatü’l-ervâh olan rûh-ı revânı ‘âlem-i evce ‘azîmet etmişdir. Âsârından bu birkaç beyt bu mahalle tahrîr olundu.
Nazm
Bakmazsa rûy-ı dil-bere adâ safâ nazar
Sen eyle sun’-ı Hakk’ı temâşâ sâfâ nazar
Mihr ü mehe bakar mı cemâlin gören dedim
Bakdı dedi ol âyîne-sîmâ sâfâ nazar
Dil-i nâzır gubâr-ı derindir dedim didi
Câ’izse kuhl-ı dîde-i bînâ safâ nazar
Dil-dâr hâl ü hatt u lebin gösterip dedi
Habb ü gubâr u bâde-i şehlâ safâ nazar
Yokdur nazîr-i hüsnüne dirdir iki degil
Mislin görürse nergis-i şehlâ sâfâ nazar
Bu nev-zuhûr-ı şâhid-i nazmın görüp eger
‘Itrî nazîre derse ehibbâ sâfâ nazar
ve lehu
Etsin ‘ilâc derd-i dile ol meh tabîb ise
Yohsa visâle minnetimiz yok nasîb ile
Dil-ber henüz satmada kâlâ-yı nâzını
Germ-âteş içre yanmadadır ‘andelîb ise
Bir genc-i bî-misâldir ‘Itrî harîm-i yâr
Ejderdir etmiş anda temekkün rakîb ise
ve lehu
Hasretle nola kalsa gözüm hâk-i rehinde
Göz dikdigi yerlerdir o mihrin de mehin de
Dâmen-keş ola ey ‘Itrî hemân çirk-i riyâdan
Gam çekme giran yok deyü bahr-ı künhünde
ve lehu
Şevk-i gülzâr-ı ruhunla dil kaçan cûş eder
Nâlesi hep bülbülân-ı gülşeni hâmûş eder
Gülşen-i kûyun anıp ger nâle kılsam ‘Itriyâ
Meclisinden lâl olup bülbül figânım gûş eder
(Çapan, Pervin (hzl.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Yay. 398-399.)
NÂ’İLÎ
Ol şem’-i şebistân-ı ma’ârifin nâmı Mustafâ’dır. Bezmgâh-ı Sitânbûl’dan fürûzân olmuşdur. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i ma’ârif-i bî-hesâbdan sonra aklâm-ı mukâta’atdan ma’den kaleminin halîfesi olmuşdur. Asrın şu’arâsındandır. Tîşe-i hâmesinin güşâde etdigi vâdî-i suhan kendüye mahsusdur ki bir Ferhâd tîşe-i kuvvet-i nâtıkasının dest-zedi degildir. Hümâ-yı tab’-ı bülendi evc-i fesâhatin âşiyâne-gîri bir şâh-ı kalem-rev-i suhandır ki makâm-ı belâgat-serîri olup mahsûdü’l-akrân olmagla evâhir-i hâlinde ba’zı hasede ve fesede gamzıyla magzûb-ı âsâfî olup nefy ile mihnet-keş-i rûzgâr olmuşdur. Şem’-i ikbâli keşte-i tündbâd-ı edbâr oldugun zılâmı âlâmanı iz’âf etmişdir. Cevâhir-i girân-bahâ-yı eş’âr-ı fesâhat-disârını tedvîne münharır edip bin yetmiş yedi târîhinde ‘azm-ı bekâ etmişdir. Fevtine bu târîhler nazm olunmuşdur.
Târîh-i Vefât-ı Nâ’ilî
(‘Âzim-i lahd olucak Nâ’ilî-i pâk suhan
Etdi ahbâba vedâ’ eyledi hem terk-i vatan
Merkadin ravza-i ennent rdr Mevlâ-yı Rahîm
Ferş-i istebrak ola sündüs ola ana kefen)
Dediler halk-ı cihân fevtine anın târîh
Nâ’il-i cennet ola Nâ’ilî-i nâdide-fenn
sene:1077
Târîh-i Dîger
Gûş edip Fevzî dedi târîhini
Nâ’ilî ola şefâ’at nâ’ilî
sene:1077
Târîh-i Dîger
Ebû ‘Ali-suhan ya’ni Nâ’ilî Çelebi
O mîr-i meclîs-i ‘irfân u zübde-i şu’arâ
Ser-halîfesi ma’den-i mukâta’ası iken
O merkezde nice dem olmuşidi zîb-efzâ
Muhâsebe edecek ‘ömr-i defterin takdîr
Yedd-i ecelle urup mühr eyledi imzâ
Olunca ‘âzîm-i dîvân-ı Hazret-i Bârî
O pâdişâh-ı serîr-i mesâlik-i ma’nâ
Dedim du’â ile Târîh-i fevtini Nazmî
Bihişti Nâ’ilî’ye eyleye mekân Mevlâ
sene:1077
Târîh-i Dîger
Nâ’il-i Firdevs bâdâ Nâ’ilî el-Fâtihâ
sene:1077
Nazm eyledigi Na’t-ı Şerîf’dir.
Gönül bîgânelerle âşinâdır yâ Resûla’llâh
Der-i devlet-me’âbından cüdâdır yâ Resûla’llâh
Zer-i hûrşîd mahşer-i ravzadır iksîr-i hâlinden
Reh-i ‘aşkında ol kim hâk-i pâdır yâ Resûla’llâh
Sarardır zikr ü fikrin hücresin erbâb-ı tevhîdin
Siyeh hâkî zer eyler kimmiyâdır yâ Resûla’llâh
Olan hâdî sırât-ı müstakîme şer’-i pâkindir
Bu âlem berzah-ı havf u recâdır yâ Resûla’llâh
Ne denlü Nâ’ilî şâyân-ı tertîb-i cezâ olsa
Cenâbından şefâ’at mültecâdır yâ Resûla’llâh
ve lehu
Nutk-âferîn ki tab’ıma feyz-i makâl eder
İlhâm-ı na’t-ı mu’ciz-i eshâb u âl eder
Şükr-i nısâb-ı na’tile dâd-ı suhanveri
Nev-tûtî-i zebânıma şeker-nevâl eder
İ’câz-ı na’ti kim kalem-i mû-şikâfımı
Sûret-i nigâr deyr-i bütân-ı hayâl eder
Meşşâta-i kalem reşehât-ı midâdımı
Bir bir cemâl-i şâhid-i ma’nâya hâl eder
Eş’ârından bir mikdâr ebyât tahrîr olundu
Bir veche nâzır ol ki nazîri bulunmaya
Bir zülfe beste ol ki esîri bulunmaya
Ahsentü ol gedâ-yı tahammül bedûşa kim
Yansa cihân içinde hasırı bulunmaya
La’net o hân-ı lutfa ki nâdâna vakf olup
Ehl-i dilin fatîr ü hamîri bulunmaya
Dil kim eder figânını geh pest ü geh bülend
Benzer o sâza kim bem ü zîri bulunmaya
ve lehu
Goncanın gül-bün bülün destâr-ı hûbândır yeri
Ol hayâ gül-berginin pirâhen-i cândır yeri
Tâk-ı ebrûdan geçip zülfünden ayrılmaz gönül
Bir ‘aceb dîvânedir kim kâh-ı eyvândır yeri
Pâdişâh-ı mülk-âzâdı olan mey-hârenin
Tahte-i meyhânede taht-ı Süleymân’dır yeri
Nâ’ilî bulmaz mürebbî pâyesin perverdeler
Âfitâbın çarh-ı çârım gevherin kândır yeri
ve lehu
Rind-i ‘aşkı bu tokuz câm ferah-nâk edemez
Dil nedir ‘aşk nedir gam nedir idrâk edemez
Şîşe meksûr olıcak kâbil-i tathîr olmaz
Mest-i sahbâ-yı mecâz âyînesin pâk edemez
Kimmiyâ kân-ı emel bulsa da cây-ı hâli
Zer eder hâkini ammâ zerini hâk edemez
ve lehu
Nakd-i dili dil-dâra verip mâ-hasal aldım
Bâzâr-ı muhabbetde gam-ı bî-kesel aldım
Bir vechile ta’bîr edemem zevk-i hayâlin
Âgûşa bu şeb hâbda bir ince bel aldım
Öpdüm ayagın meykedede pîr-i mugânın
Şeyhü’l-harem-i Ka’be-i ‘irfândan el aldım
ve lehu
Peymâneden döküldü mey-i nâb bir yere
Nûr indi sandılar gören ahbâb bir yere
Nahl-i bülend gibi görücek sâye-dâr olup
Can düşdü bir yere dil-i bî-tâb bir yere
Bir kerre olsa büt çâr-ı ebrûya matâf
Mahsûs olurdu Ka’be’de mihrâb bir yere
ve lehu
Hevâ-yı ‘aşka uyup kây-ı yâra dek gideriz
Nesîm-i subha refîkiz bahâra dek gideriz
Pelâs-pâre-i rindî bedûş kâse-be-kef
Zekât-ı mey verilir bir diyâra dek gideriz
ve lehu
Tâ-be-key ey mest gaflet-i hâb gelsin çeşmine
Nîm-şeb nâlişler et hûn-âb gelsin çeşmine
‘Âşık ol gurbetde kim tahrîb olur giryânlıga
Dem-be-dem eşk-i gam-ı ahbâb gelsin çeşmine
ve lehu
Ehl-i dile tokunma ki âzârı saht olur
Bezm olsa hâk her ne kadar hârı saht olur
ve lehu
Sâde-diller kim felekden şefkat ümîdindedir
Ser-nigûn peymâneden keyfiyet ümîdindedir
Dil temennâ-yı nigâh-ı tutf eder ol âfetin
Merdüm-i çeşminden insâniyyet ümîdindedir
ve lehu
Şahsın isti’dâdı lutf-ı peykerinden bellidir
Kimmiyâ-yı kabiliyyet cevherinden bellidir
Zîr-i pây-ı şem’ ü gül-bünde ‘ayâr-ı sûzişi
Bülbül ü pervânenin hâkisterinden bellidir
ve lehu
Güşâyiş-i dile bir nice rûzgâr ister
Şükûfte olmaga ol gonca çok bahâr ister
ve lehu
Şerâb-ı nâb getirdikçe nîm-hâb sana
Tutar elinde kadeh mâh u âfitâb sana
ve lehu
Nisâr-ı nakd-i niyâz etmege şitâbım var
Benim ol âfet ile başka bir hesâbım var
ve lehu
Sürûr-ı bezm-i visâli figân-ı âha degiş
Safâ-yı vuslatı bir âşinâ nigâha degiş
ve lehu
Ol şûhu bâgda gördüm şükûfte-rû tâze
Elinde bir gül açılmış o tâze bu tâze
(Çapan, Pervin (haz.) (2005a). Mustafa Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-âsâr min Fevâ’idi’l-eş’âr) İnceleme-Metin-İndeks. Ankara: AKM Başkanlığı Yay. 581-586.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | VEHBÎ, Vehbî Hamîd, İstanbullu | d. ? - ö. 1902 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | SÂMÎ, Mustafa Sâmî Bey | d. ? - ö. 1854 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | VEHBÎ, Sâlih Vehbî Efendi | d. ? - ö. 1828 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | VEHBÎ, Vehbî Hamîd, İstanbullu | d. ? - ö. 1902 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | SÂMÎ, Mustafa Sâmî Bey | d. ? - ö. 1854 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | VEHBÎ, Sâlih Vehbî Efendi | d. ? - ö. 1828 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | VEHBÎ, Vehbî Hamîd, İstanbullu | d. ? - ö. 1902 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | SÂMÎ, Mustafa Sâmî Bey | d. ? - ö. 1854 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | VEHBÎ, Sâlih Vehbî Efendi | d. ? - ö. 1828 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | VEHBÎ, Vehbî Hamîd, İstanbullu | d. ? - ö. 1902 | Meslek | Görüntüle |
11 | SÂMÎ, Mustafa Sâmî Bey | d. ? - ö. 1854 | Meslek | Görüntüle |
12 | VEHBÎ, Sâlih Vehbî Efendi | d. ? - ö. 1828 | Meslek | Görüntüle |
13 | VEHBÎ, Vehbî Hamîd, İstanbullu | d. ? - ö. 1902 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | SÂMÎ, Mustafa Sâmî Bey | d. ? - ö. 1854 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | VEHBÎ, Sâlih Vehbî Efendi | d. ? - ö. 1828 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | VEHBÎ, Vehbî Hamîd, İstanbullu | d. ? - ö. 1902 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | SÂMÎ, Mustafa Sâmî Bey | d. ? - ö. 1854 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | VEHBÎ, Sâlih Vehbî Efendi | d. ? - ö. 1828 | Madde Adı | Görüntüle |