ŞEYHÎ, Sîmkeş-zâde Mehmed Efendi

(d. 1078/Ocak 1668 - ö. 15 Muharrem 1144/20 Temmuz 1731)
biyografi yazarı, müverrih ve divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

İsmi Mehmed’dir. 1078 yılı Recep ayının sonlarında/Ocak 1668 İstanbul’da doğdu. (Özcan 1989: 331) Dedesi simkeşbaşı Mehmet Ağa, babası dönemin şairlerinden ve Şeyh Abdülahad Nûrî Efendi’nin halifelerinden Emir Buhârî Dergâhı şeyhi Simkeş-zâde Hasan Feyzî Efendi’dir. (Ekinci 2013: 134) Şairin hayatı hakkında bilinenler oldukça sınırlıdır. Kaynaklar şairin hayatından ziyade eserleri hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir. İlk eğitimini Nakşî şeyhi olan babasından aldı. Devrindeki diğer âlimlerden de dersler alarak medrese tahsilini tamamladı. 1096 Cumâdelâhire/1685 Mayıs’ında Anadolu Kazaskeri Ebû Sa‘îd-zâde Feyzullah Efendi’den mülâzım oldu. Bir süre onun tezkireciliğini yaptı ve ardından bazı medreselerde görevlendirildi. 1102/1690-91 yılında babasının ölümü üzerine onun yerine Edirnekapı dışında Ortakçılar’da bulunan Emîr Buhârî Dergâhı’nın şeyhliğine getirildi. Burada yaklaşık kırk yıl ders verdi ve postnişinlik yaptı. İstanbul’da vefat etti. Kaynaklarda şairin vefat tarihi hususunda ihtilaf vardır. Râmiz, Ayvansarâyî, Mehmed Cemâleddin, Mehmed Süreyyâ ve Bursalı Mehmed Tâhir’e’ göre 1145/1732-33; Şakâ'ik müzeyyillerinden Fındıklılı İsmet’e göre ise 15 Muharrem 1144/20 Temmuz 1731 vefat etmiştir. (Erdem 1994: 177; Ekinci 2013: 134; Özcan 1989: 333) Fındıklılı İsmet, Mehmed Efendi’nin ölümüne “abd-i huceste 1144” ve “zamân-ı hâtime 1144” ibareleri tarih düşürüldüğünü bildirmektedir. Fındıklılı İsmet’in ifadelerinden şairin mezarını gördüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca Şeyhi’nin ölümünü tam tarih olarak bildirmesi, onun bu husustaki kesin bilgisinin işaretidir. Eldeki veriler dikkate alındığında Fındıklılı İsmet’in bildirdiği tarihi kabul etmek gerekir. Mezarı, görev yaptığı tekke ile Kemal Paşa-zâde’nin türbesi arasında dergâhın minaresine yakın bir yerde babasının mezarı civarındaydı. Gerek tekke gerekse buradaki mezarlar çevre yolu yapımı sırasında ortadan kaldırılmıştır. (Ekinci 2018: 32-38)

Şairliğinden ziyade nâsirliği ön planda olan Mehmed Efendi, şiirlerinde Şeyhî mahlasını kullanmıştır. Edebî şahsiyeti ve karakteri hakkında çağdaşı tezkire yazarı Sâlim tarafından iyi huylu, edepli, zeki, her şeyin doğrusunu öğrenme ve gerçeği yazma hususunda özenli, dünya hırsından uzak bir kişi olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca Sâlim, Şeyhî’nin nazik ifadeleri ve hoş söyleyişe sahip güzel şiirleri olduğunu bildirmektedir. Râmiz, Şeyhî’nin nesir üslûbunu sade ve şeyhâne bulsa da onu edebiyat, tarih, şiir ve inşâda üstün bir şahsiyet olarak tanımlamıştır.

Eserleri
1)Vekâyiu’l-Fuzalâ: Şeyhî Mehmed Efendi’nin en önemli eseridir. Vekâyiu’l-Fuzalâ adlı biyografi kitabı Nev‘î-zâde Atâyî’nin Hadâiku’l-Hakâ’ik Fî Tekmileti’ş-Şakâ’ik’ına yazılmış zeyldir. Eserde “tabaka” genel başlığıyla 1042-1142/1632-1730 yılları arasında yaşayan âlim ve şeyhler hakkında bilgi verildikten sonra dönemin şairleri ayrı başlık altında anlatılır ve şiirlerden örnekler verilir. Üç cilt olan eserin müellifin bizzat kaleme aldığı ilk iki cildi dönemin sadrazamı Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’ya sunulmuş; Hekimoğlu Ali Paşa’nın emriyle oğlunun temize çektiği III. Cilt ise Sultan I. Mahmud’a takdim edilmiştir.
Vekâyiu’l-Fuzalâ’nın telif sebebi, daha önce Uşşâkî-zâde İbrahim Efendi tarafından kaleme alınan Zeylü’z-Zeyli Atâyî adlı eserin beğenilmemesidir. Kitabın yazım sebebi olarak Şeyhî Mehmed Efendi, mukaddime kısmında Atâyî’ye daha evvel yazılmış olan zeyli, tertip bakımından kusurlu ve itinadan yoksun bulduğunu, eserdeki bilgilerin yanlış ve eksik olduğunu söyleyip bundan dolayı Atâyî’ye yeni bir zeyl yazmaya karar verdiğini ifade etmiştir. (Ekinci 2018: 192)
Şeyhî, eserinin ismini ve yazım tarihini mukaddimeden hemen sonra yazdığı manzumede bildirmiştir. Yazar zeylini, Nev‘î-zâde’nin bıraktığı yerden başlatmış ve eserinin kaleme alınma tarihini 1130 (1718) olarak belirtmiştir. Bu tarih eserin yazılmaya başlandığı tarihtir. Kitabın ilk iki ciltlik kısmını en erken 1722’de tamamlamış olmalıdır. Kitabın adı olan “Vekâyiu’l-Fuzalâ” ebced hesabıyla eserin telif edilmeye başladığı yılı verir. Eserinde eş-Şakâ’iku’n-Nu‘mâniyye müellifi Taşköprîzâde ve özellikle “müverrih-i celîlül-kadr” diye nitelediği Atâyî’yi örnek alan Şeyhî Mehmed Efendi, zeylini Atâyî’nin zeylinde yer almayan âlim ve şeyhleri bahis konusu ederek başlatmıştır. Yazar, Nev‘î-zâde’nin vefâtıyla yarım kalan eş-Şakâ’iku’n-Nu‘mâniyye külliyatının 17. tabakası olan IV. Murad devrini ikmâl etmiştir. Selefleri gibi her padişah dönemine bir tabaka tahsis etmiş ve o dönemin 40 akçelik medreselerinden sonraki müderrislerini, tarikat şeyhlerini ölüm tarihlerine göre sıralamıştır. Ayrıca her padişah döneminin sonuna görevde bulunmuş Kırım hanlarının ve sadrazamların biyografisini eklemiş; Rumeli ve Anadolu kazaskerleriyle nakîbüleşrafları; başta İstanbul olmak üzere Ankara, Bağdat, Bosna, Bursa, Diyarbekir, Edirne, Erzurum, Eyüp, Filibe, Gence, Halep, Hemedan, Galata, İzmir, Kayseri, Konya, Kudüs, Kütahya, Lefkoşe, Manisa, Maraş, Medine, Mekke, Mısır, Revan, Sakız, Selanik, Sofya, Şam, Tebriz, Tokat, Trablusşam, Üsküdar ve Yenişehr-i Fenar gibi yerlerde kadılık yapanların listesini vermiş, her padişah devrine ait siyasal olayları da özetlemiştir. Bunlar arasında vak‘anüvis tarihlerinde yer almayan 1142/1729-30 yılı olaylarının ayrı bir önemi vardır. Seleflerinden farklı olarak her tabaka sonuna elifbâ sırasına göre şair biyografileri ve bu şairlerin şiirlerinden seçme metinler ilave etmiştir.
Vekâyiu’l-Fuzalâ’nın ilk cildi IV. Murad, Sultan İbrahim ve IV. Mehmed dönemlerinde yaşamış ulemâ, meşâyih, vüzerâ ve şuarânın biyografilerini ihtiva etmektedir. Bu ciltte 1062 şahsın tercüme-i hâli bahis konusu edilmiştir.
Eserin II. cildi, II. Süleyman, II Ahmed, II. Mustafa devirlerini ve III. Ahmed devrinin 1130/1718 tarihine kadar yaşamış 779 kişinin biyografisini kapsamaktadır.
Eserin son cildi ise 1718’den Sultan III. Ahmed devrinin sonu olan 1730 tarihine kadar yaşamış 237 kişinin hayatı anlatılmaktadır.  Vekâyiu’l-Fuzalâ’nın tamamında şairler kısmında bahis konusu edilen şair sayısı 330’dur. Bu sayıya farklı bölümlerde hayat hikâyelerine yer verilen mutasavvıf ve müderris şairler de dâhil edildiğinde eser 576’ya yükselir. Eser bu haliyle edebiyat tarihimizde kaleme alınmış en hacimli şair tezkireleri grubuna girer. Ayrıca bugün divanı ele geçmeyen birçok şairin şiirlerinden nümûneler ihtiva etmesi esere ayrı bir ehemmiyet kazandırmıştır. Şeyhî bilhassa meşhur şairlerin şiirlerinden çok fazla alıntı yapar ve mümkün olduğunca yazar ve şairlerin eserlerinin isimlerinin tamamını bildirmeye gayret eder.
Bir asır gibi uzun bir dönemin vefeyatını içeren Vekâyiu’l-Fuzalâ’da 2078 kişiden söz edilmiştir. Şeyhî zeylini telif ederken yazılı ve şifahî kaynaklardan yararlanmıştır. Yazılı kaynakların en önemlisi şeyhülislâm defterleridir. Nitekim çağdaşı Sâlim onun doğruyu bulmada çok titiz çalıştığını ve özellikle bu defterleri kullandığını vurgular. (İnce 2005: 443) Müellif diğer kaynaklarını eserinde yer yer zikreder. Bunlardan Cemâleddin Hulvî’nin Lemezât’ı, Riyâzî Mehmed’in Riyâzü’ş-Şu‘arâ’sı, başta Ravzatü’l-Ebrâr olmak üzere Karaçelebizâde’nin bazı eserleri, Şeyh Mehmed Nazmî Efendi’nin Hediyyetü’l-İhvân’ı, Naîmâ’nın Târih’inin esasını teşkil eden Şârihu’l-Menâr-zâde’nin meçhul eseriyle Vak‘anüvis Râşid Mehmed Efendi’nin Târih’i isimlerini zikrettiği eserlerdir. Kendisinden övgüyle söz ettiği Kâtip Çelebi’nin kitaplarından faydalandığı da söylenebilir. Her ne kadar beğenmese de eserin 1106/1695 yılına kadar gelen kısmı için Uşşâkî-zâde’nin Zeylü’z-Zeyli Şakâ’ik’ını kullanır. Uşşâkî-zâde ile Şeyhî arasındaki ifade benzerlikleri her ikisinin aynı kaynakları kullanmış olmasıyla açıklanabilirse de Şeyhî’nin, Uşşâkî-zâde zeylinin doğruluğuna kanaat getirdiği kısımlarından faydalanmasını tabii karşılamak gerekir. (Özcan 2010: 83) Ancak bazı kısımlarda Şeyhî’nin, selefi Uşşâkî-zâde’nin cümlelerini dahi değiştirmeksizin satırlar boyunca eserine dâhil ettiğini de bilmek gereklidir. (Şeyhî ve Uşşâkî-zâde Arasındaki Münasebetler bkz. Majer 1978: 95-100; 307-322) Babası Hasan Feyzî Efendi’den sadece şifahî nakillerde bulunmaz, başta tarih düşürme olmak üzere diğer konularda da yararlanır. Şifahî nakillerin de önemli yer tuttuğu eser ihtiyatlı kullanılmalıdır.
Atâyî’nin Zeyl’i Şakâ’ik’ı gibi ünlü bir eserin zeyli ve devrin ünlü sadrazamı, ilim ve âlimlerin hâmisi konumundaki Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ya sunulmuş olması, Vekâyiu’l-Fuzalâ’nın kullanımını artırmışsa da eser, seleflerinin eserleri gibi hakettiği şöhrete ulaşamamıştır. Zeylü’z-Zeyli Şakâ’ik adıyla da bilinen eserden sadece tarihçiler faydalanmamış; ihtiva ettiği yüzlerce şair biyografisi dolayısıyla tezkiretü’ş-şuarâ müellifleri ve vefeyâtnâme yazarları da eserden yararlanmıştır. Sâlim, Râmiz ve Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî bunlardan sadece birkaçıdır.  Vekâyiu’l-Fuzalâ’nın Türkiye ve yurt dışındaki kütüphanelerde birçok nüshası vardır. Eserin Türk kültür ve edebiyat tarihindeki yeri ve öneminden ilk bahseden Ali Cânib Yöntem’dir. Eserin IV. Mehmed dönemi ulemâsının biyografileri Ali Uğur tarafından kısmen değiştirilerek İngilizce’ye çevrilmiş ve yayımlanmıştır. Müellif hattı nüshasının elde bulunmadığı Vekâyiu’l-Fuzalâ’nın Beyazıt Devlet Kütüphanesi Veliyyüddin Efendi’deki yazmaları diğer yazmalarla karşılaştırılıp tamamlanarak Şakâ’ik-ı Nu‘mâniye ve Zeyilleri içerisinde bir giriş ve ayrıntılı bir içindekiler ve dizin ilavesiyle Abdülkadir Özcan tarafından tıpkıbasım halinde neşredilmiştir. Ayrıca İsmail Kayacıoğlu tarafından “Şakâ’iku’n-Nu‘mâniye Zeyllerinden Vekâyiu’l-Fudalâ’daki Şair Biyografileri” adıyla yüksek lisans tezi hazırlanmıştır. Ramazan Ekinci, eserin ciltlerinin 27’si tam, 8’i eksik toplam 35 nüshasını tespit etmiştir. Şeyhî Mehmed Efendi’nin hayatı, sanatı ve eserlerini tespit ettiği yeni bilgilerle tekrar kaleme Ekinci Vekâyiu’l-Fuzalâ hakkında ayrıntılı bir inceleme, kapsamlı bir dizin ilavesiyle eserin tenkitli metnini neşretmiştir. (Ekinci 2018)
2)Takvîmü’t-Tevârîh Zeyli: Takvimü’t-tevârîh Kâtib Çelebi’nin, Hz. Âdem’in dünyaya gelişinden 1058 (1648/49) tarihine kadarki hadiseleri kronolojik şekilde anlattığı eseridir. Türklerdeki ilk ve tam manasıyla kronolojik eser olan Takvimü’t-tevârîh, Kâtib Çelebi’nin ikinci eseridir.  Arapça ve Türkçe Fezleke isimli tarihler yazan Kâtib Çelebi Takvimü’t-tevârîh’ini iki ay gibi kısa bir sürede yazmış cedveller hâlinde her yıl vukû bulan önemli hâdisâtı bildirmiştir. Şeyhî Mehmed Efendi’ye izâfe edilen Takvimü’t-tevârîh Zeyli ise 1058’den (1648/49) 1144 (1731/32) yılına kadarki mühim vak‘aları bildirmektedir. Şeyhî, Kâtib Çelebi’nin biyografisinde birçok eseri yanında Takvimü’t-tevârîh’ten de söz ettiği hâlde bu esere bir zeyil yazdığını söylemez. Yüksek bir ihtimal yazar, bu zeyli yazmaya Vekayi‘u’l-Fuzala’yı tamamladıktan sonra karar vermiştir. Çünkü zeyildeki kronoloji 1144 yılına kadar uzanmaktadır. Matbaa kurulunca basılan ilk kitaplar arasında yer alan Takvimü’t-tevârîh, İbrahim Müteferrika tarafından yeniden düzenlenmiş, cedvelleri kaldırılarak Şeyhî Mehmed Efendi’nin zeyli ile birleştirilmiş, 1144-1146 (1731/32-1733/34) yılları arasındaki hâdisâtın kronolojisi ise bizzat İbrahim Müteferrika tarafından ilave edilerek neşredilmiştir. İbrahim Müteferrika hazırladığı Takvimü’t-tevârîh ve Zeyli’nde, baş tarafta Şeyhî’nin neredeyse Uşşâkîzâde Hasîb’den aynı şekilde alıntıladığı Kâtib Çelebi biyografisine “Menâkıb-ı Kâtib Çelebi” adıyla yer vermiş ve mukaddimede Şeyhî Mehmed Efendi’nin Takvimü’t-tevârîh Zeyli’ni bildirmiştir. Şeyhî’nin eseri 135. sayfadan itibaren başlamaktadır. İbrahim Müteferrika’dan sonra eserden bahseden kaynaklar arasında Fındıklılı İsmet Efendi’nin Tekmiletü’ş-Şakâ’ik fi-Hakkı Ehli’l-hakâ’ik, Mehmed Cemâleddîn’in Âyîne-i Zurafâ’sı ve Bursalı Mehmed Tâhir’in Osmanlı Muellifleri gelmektedir. Diğer kaynaklarca pek bilinmeyen bu eserin müstakil bir nüshası tespit edilememiştir. Bu kitabın en önemli kaynağı yazarın Vekâyi‘u’l-Fuzalâ’sıdır. Vekâyi‘u’l-Fuzalâ’da Şeyhî her tabakanın sonunda cereyân eden önemli hâdisâtı zikrettiğinden Takvimü’t-tevârîh Zeyli’ni yazarken önceki eserinden de istifade etmiştir. Bilhassa vüzerâ-yı izâm, meşâyih-i İslâm, kuzât-ı Rumeli ve Anadolu, nukabâ-yı kirâm, İstanbul kadıları, yeniçeri ağaları, kapdan-ı deryalar ve Mısır valilerinin nasb ve azil tarihlerini belirten cedvellerdeki 1058-1144 (1648/49-1731/32) arasındaki kayıtların tamamı Vekâyi‘u’l-Fuzalâ’dan alınmadır. 86 yıllık uzun bir dönemin mühim vak‘alarını kronolojik olarak bildirmesine rağmen eser, Kâtib Çelebi Takvimü’t-tevârîh’inin gölgesinde kalmış ve fazla tanınmamıştır. (Ekinci 2018:45-46)
3)Cihân-nümâ-yı Avrupa: Şeyhî’ye izâfe edilen eserlerin bir başkası Cihân-nümâ-yı Avrupa’dır. Kütüphane kayıtlarında ve kataloglarda bu isimle kayıtlı bir eser bulunmamaktadır. Eserden bahseden kaynaklar Fındıklılı İsmet Efendi’nin Tekmiletü’ş-Şakâ’ik’ı ve oryantalist Franz Babinger’in Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri’dir. Her iki kaynak da eserin mahiyetine dair bilgi vermezler. Eser Ramazan Ekinci tarafından bulunup ilim âlemine tanıtılmıştır. Babinger eserle alâkalı şunları söylemektedir: “Şeyhî adında birisi tarafından yazılıp 1145/1732 yılında tamamlanmış olduğu rivayet edilen ve İstanbul’da Hamidiyye Kütüphanesi’nde bir yazması bulunan (Esad Nu: 932/933) Cihânnuma-i Avrupa adlı eserin bu Şeyhî ile ilgisi olup olmadığı aydınlanmak gerektir.” Babinger’in bildirdiklerinden yola çıkan Ekinci eserin Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi Hamidiye 932 ve 933’te iki nüshasını tespit etmiştir. Hamidiye 932’de kayıtlı bu kitap ilk cild(ler)i eksik, içinde birçok haritanın bulunduğu bir coğrafya kitabıdır. Eksik olan bu yazmada eserin ismine dair herhangi bir kayda rastlanmamış, ancak muhtevadan hareketle Fındıklılı İsmet ve Babinger’in bahsettiği Cihân-nümâ-yı Avrupa’nın bu eser olduğu düşünülmektedir. Yazmanın sonundaki ferağ kaydında Şeyhî Mehmed Efendi tarafından 1725 yılında kaleme alındığı bildirilmektedir. Hamidiye 933 numarada “Ahvâl-i Memleket-i Nasârî” adıyla kayıtlı II+250+I varaklık bir yazma bulunmaktadır. Hamidiye 932 numarada kayıtlı yazmanın farklı bir nüshası olan bu yazmada haritalara yer verilmemiştir. Eserin başına 2 varaklık bir fihrist ilave edilmiş ve ana metin içinde bölüm geçişleri der-kenârda ayrıca belirtilmiştir. Eserin sonunda ferağ kaydı da bulunmadığından, sadece bu nüshayı gören bir kişi hem eser hem de yazarı hakkında bilgi sahibi olamaz. Bilindiği üzere Kâtib Çelebi’nin Cihân-nümâ adlı eserinin iki farklı te’lif süreci vardır ve her iki te’lif de maalesef yarım kalmıştır. Sadece müslüman yazarların kaleme aldığı mesâlikü’l-memâlik ve coğrafya kitaplarından istifade edilerek yazılan birinci Cihân-nümâ’nın tam bir metni günümüze intikal etmemiştir. Mevcut nüshalarının da baş kısımları eksiktir. Bu te’lifte yazar, muhtelif coğrafî bilgileri paylaştıktan sonra Endülüs ve Magrib ülkelerinden anlatmaya başlar. İspanya, Fas, Cezayir, Tunus ve Libya’dan sonra Osmanlı memleketlerini anlatır. Balkanlar ve Macar ovaları hakkında bilgi verilen eser, kaynak yetersizliği sebebiyle Kâtib Çelebi tarafından yarım bırakılmıştır. Eserin ikinci te’lifinde ise ilkinden oldukça farklı bir yol izleyen Kâtib Çelebi, Batı kaynaklarını kullanarak eserine doğuda Japonya ve Asya’nın tasvirî coğrafyası ile başlamaktadır. Batıya ve İslâm dünyasına doğru sistemli bir şekilde anlatımına devam eden yazar, Osmanlı Devleti sahasına kadar gelir, en son bahsettiği yer ise Van’dır. Yazarın vefatı sebebiyle Cihân-nümâ’nın ikinci te’lifi de yarım kalmış, Avrupa ve Amerika coğrafyasındaki ülkeler ve buralarda yaşayan halklara dair bilgiler yazılamamıştır. Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyi‘u’l-Fuzalâ’da Kâtib Çelebi’nin biyografisini her ne kadar Uşşâkîzâde Hasîb’in zeylinden neredeyse harfiyyen iktibas etmişse de onun eserlerini iyi derecede bildiği muhakkaktır. Takvimü’t-tevârîh’e zeyil yazması ve Kâtib Çelebi’nin Uşşâkîzâde Hasîb’in zeylinde bildirmediği bazı eserlerinin mahiyeti hakkında bilgiler vermesi bunun en sarih delilleridir. Yazarın Kâtib Çelebi’nin Cihân-nümâ’sını tetkik etmiş olma ihtimâli yüksektir. Zira yukarıda da izah edildiği üzere Kâtib Çelebi muhtelif sebeplerden ötürü eserini tamamlayamamış, böylelikle Avrupa ve Amerika’daki ülkelere dair Türkçe bilgiler eksik kalmıştır. Muhtemelen bu sebepten ötürü Şeyhî Mehmed Efendi Cihân-nümâ-yı Avrupa adıyla bildirilen eserini yazmıştır. Eserin elde mevcut olan cildinde öncelikle kısaca Avrupa kıtasında hüküm süren devletlere yer verilmiş, ardından kıtanın sınırları ve bir uçtan diğer ucuna kadar mesafesi belirtildikten sonra kıta üzerinde hüküm süren devletlerin yönetim şekillerine (krallık, padişahlık, dükalık vb.) değinilmiştir. Bu coğrafyada konuşulan diller, bulunan büyük şehir, nehir ve dağlar, yetiştirilen ürünler hakkında özetlenmiş bilgiler verilir. Bu kıtada yaşayan milletlerin ahlâkî ve fiziksel husûsiyetleri kısaca dile getirilir. İlk olarak Osmanlı mülkü olan Rumeli coğrafyasınının tasviriyle eser başlar. Eserdeki en uzun kısım İstanbul’dan başlamak üzere Batı’ya doğru yer alan Osmanlı coğrafyasına ayrılmıştır. İstanbul ve semtlerinin kısa tarihleri, Osmanlı devlet teşkilatında görevli memurların vazifelerinin yanı sıra, bağlı bulundukları birimlerin kanun ve geleneklerine varıncaya kadar ayrıntılı şekilde bahsedilir. İstanbul’dan Batı’ya doğru en küçük kasabaları dahi atlamadan (Vize, Saray, Çorlu, Hayrabolu vb.) ayrıntılı bilgiler verilir. Bulgaristan ve Yunanistan’da yer alan Osmanlı şehirleri, Ege ve Akdeniz’de yer alan adaların durumları, bu bölgelerde hüküm süren krallar ve padişahlar, Antik Yunan ve Roma dönemlerinden başlanılarak Osmanlı’ya kadar anlatılır. Ardından Budin, Eflak, Boğdan, Akkirman ve Kırım coğrafyası ayrıntılı şekilde anlatılır. Osmanlı coğrafyasını tamamlayan yazar, kuzeye geçerek Ukrayna ve Rusya’ya dair bilgiler verir. İskandinav yarımadasından bugünkü Polonya, Almanya, Avusturya, Venedik, İtalya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İspanya, Portekiz ve Yeni Dünya olarak tavsif ettiği Amerika hakkında coğrafî ve kültürel bilgiler vermektedir. Ele aldığı her coğrafyayı sistematik olarak tasvir eden müellif önce ele aldığı ülkenin sınırlarını çizer; dağları, gölleri, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ve burada yetişen hayvanlara varıncaya dek mühim gördüğü her şeyi anlatmaya gayret eder. Büyük şehirlerin isimleri zikredilir ve ismi anılan şehirlere ayrı başlıklar açılarak detaylı bilgiler verilerek buralardaki meşhur mimarî yapılar ve doğal güzelliklerden bahsedilir. Halkının fizikî görünümleri, ahlakî özellikleri ve eserin yazıldığı sıradaki vaziyetine kadar kapsamlı değerlendirmelerde bulunulur. Devlet yönetiminin nasıl olduğundan (krallık, dükalık, padişahlık, prenslik vb.) ve biliniyorsa eski devlet yöneticilerinin kimler olduğundan bahsedilir. (Ekinci 2018: 46-50)
4)Divan: Kütüphane kayıtlarında, yurtiçi ve yurtdışındaki yazma eser kataloglarında ayrıntılı taramalar yapılmış, ülkemizdeki kütüphanelerde yer alan “Şeyhî Dîvânı, Dîvân-ı Şeyhî” adıyla mukayyed eserler elden geçirilmiş, ancak Şeyhî Mehmed Efendi’nin dîvânına rastlanmamıştır. Bu eserin varlığından bahseden kaynaklar Râmiz’in Âdâb-ı Zurafâ’sı ve Mehmed Süreyyâ’nın Sicill-i Osmanî’sidir. Şeyhî’nin muasırı olan şuarâ tezkiresi yazarı Safâyî Mustafa ve Şeyhî’nin ölümünden yaklaşık yarım asır sonra tezkiresini kaleme alan Kemiksizzâde Safvet, eserlerinde Şeyhî Mehmed Efendi’den hiç bahsetmemektedirler. Mirzâzâde Sâlim ise tezkiresinde Şeyhî ve Vekâyi‘u’l-Fuzalâ’ya ayrıntılı şekilde yer vermesine rağmen Divan’a değinmemektedir. Âdâb-ı Zurafâ ve Sicill-i Osmanî Şeyhî’nin vefatından çok sonra kaleme alınan metinlerdir. Râmiz ve Mehmed Süreyyâ, Şeyhî Mehmed Efendi’den bahsederken Şeyhî mahlaslı başka bir şairin eserini, ona izafe etmiş olabilirler. Bu kaynakların böyle bir yanılgıya düşmelerine sebep olabilecek birçok etken mevcuttur. Yukarıda da belirtildiği üzere “Şeyhî” mahlası edebiyat tarihimiz boyunca şairlerimizce sıklıkla tercih edilen bir mahlastır. Yazar dışında bu mahlası kullanan 27 şairden 13’ünün ismi de Mehmed’dir. Ayrıca Şeyhî Mehmed Efendi ile aynı dönemde yaşamış aynı isim ve mahlası kullanan dört şair vardır. Farklı şahsiyetlerin birbirleriyle karıştırılmasında etken olan mahlas ve isim benzerliğinin yanı sıra aynı devirde ömür sürmüş olma da bu hususta söz konusudur. Yaptığımız bütün incelemelerin neticesinde vardığımız sonuç XVII. asır şairlerimizden Allâme Şeyhî Mehmed Efendi’nin dîvânı, Râmiz ve Mehmed Süreyyâ tarafından Şeyhî Mehmed Efendi’ye mâl edilmiş olabilir. 
Mecmualarda Şeyhî mahlaslı şairlere ait pek çok şiir kayıtlıdır. Bu şiirlerin hangilerinin Şeyhî Mehmed Efendi’ye hangilerinin Şeyhî mahlaslı diğer şairlere ait olduğunu tespit etmek oldukça güçtür. 
Bazı çalışmalarda Şeyhî Mehmed Efendi’ye izafe edilen eserler arasında esmâ-i hüsnâya dair Arapça bir manzume yer almaktadır. Süleymaniye Ktp. İzmir, nr. 790/4, vr. 65b-67a arasında yer alan bu manzume 49 beyitlik bir kasidedir. Manzumenin son beytinde “Şeyhî Muhammed” ibaresi geçmekle birlikte diğer beyitlerde de farklı mahlaslar yer almaktadır. Bundan başka Süleymaniye Ktp. Hâlet Efendi, nr. 827/22, 179b-180b varakları arasında 71 beyitlik bir mesnevi yer almaktadır. Aruzun mefâ‘ilün mefâ‘ilün fe‘ûlün kalıbıyla yazılmış eser, bir tevhid manzumesidir. Hem Arapça yazılmış esmâ-i hüsnâ kasidesi hem de tevhid manzumesinin Şeyhî Mehmed Efendi’ye âidiyeti şüphelidir. Yukarıdaki eserlerin hâricinde bazı çalışmalarda Atatürk Üniversitesi Ktp., M. Seyfettin Özege, Agâh Sırrı Levend Yazmaları, nr. 12’de kayıtlı sâkînâme, Vekâyi‘u’l-Fuzalâ yazarı Şeyhî Mehmed Efendi’ye mâl edilmiştir. (Özcan 2010:84) Şeyhî, Vekâyi‘u’l-Fuzalâ’da sâkînâme türünde birçok şiirden örnek sunması hasebiyle rahatlıkla sâkînâme yazmış şairler arasında dâhil edilebilirse de yaptığımız araştırmalarda bildirilen numaradaki sâkînâmenin “Allâme Şeyhî” lakabıyla tanınan XVII. asır müderris şairlerinden Şeyhî Mehmed Efendi’ye ait olduğu görülmüştür. (Ekinci 2018: 50-52)

Kaynakça

Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. 1598.

Arslan, Mehmet (hzl.) (2003). Mehmed Cemâleddin- Âyine-i Zurefâ, İstanbul: Kitabevi Yay. 46-47.

Babinger, Franz (1992). Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri. çev. Coşkun Üçok. Ankara: KB Yay. 292-94.

Bursalı Mehmed Tâhir (1342). Osmanlı Müellifleri. C III. İstanbul. 74.

Donuk, Suat, (2017). Nev‘îzâde Atâyî Efendi, Hadâ’iku’l-Hakâ’ik Fî-Tekmileti’ş-Şakâ’ik, Nev‘îzâde’nin Şakâ’ik Zeyli, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay.

Ekinci, Ramazan (hzl.) (2013). H. Hüseyin Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Ayvansarâyî. İstanbul: Buhara Yay. 134.

Ekinci, Ramazan, (hzl.) (2017). Uşşâkîzâde İbrahim Hasîb Efendi, Zeyl-i Şakâ’ik, Uşşâkîzâde’nin Şakâ’ik Zeyli. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay.

Ekinci, Ramazan, (hzl.) (2018). Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyi‘u’l-Fuzalâ, Şeyhî’nin Şakâ’ik Zeyli. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay.

Erdem, Sadık (hzl.) (1994). Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ’sı. Ankara: AKM Yay. 177.

Gönül, Behcet (1945). “İstanbul Kütüphanelerinde Al- Şakᾱ’ik Al-Nu‘mâniya Tercüme ve Zeyilleri”. Türkiyat Mecmuası VIII: 136-168.

İnce, Adnan (hzl.) (2005). Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: AKM Yay. 442-43.

Kayacıoğlu, İsmail, (hzl.) (1998). Şekᾱ’iku’n- Nu‘mâniye Zeyllerinden Vekᾱyiü’l-Fudalâ’daki Şair Biyografileri. Y.üksek Lisans Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi.

Kurnaz, Cemal-M. Tatcı (hzl.) (2001). Mehmed Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî. C. II. Ankara: Bizim Büro Yay. 2195.

Levend, Agâh Sırrı (2008). Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: TTK Yay. 360-64.

Majer, Hans Georg (1978). Vorstudien Zur Geschichte Der İlmiye Im Osmanichen Reich. München: R. Trofenik. 95-100, 307-322.

Özcan, Abdülkadir (2010). “Şeyhî Mehmed Efendi”. İslâm Ansiklopedisi.C. 39. İstanbul: TDV Yay. 82-84.

Özcan, Abdülkadir (hzl.) (1989a). Şeyhî Mehmed Efendi, Vekyiü’l-Fudalâ. C. 3. İstanbul: Çağrı Yay. VII-XIII.

Özcan, Abdülkadir (hzl.) (1989b). Fındıklılı İsmet, Tekmileti’ş-Şakᾱ'ik Fî Hakk-ı Ehli’l-Hakyık. İstanbul: Çağrı Yay. 331-35.

Uğur, Ali, (1986). The Ottoman Ulemâ in The Mid-17 th. Century, An Analysis of The Vakâ’i‘ü’l-Fuzalâ of The Mehmed Şeyhî Efendi. Berlin: Klaus Schwarz Verlag. XXII-XXXVIII.

Yöntem, Ali Cânib (1928). “Vekᾱyiü’l-Fuzalâ”. Hayat Mecmuası III/75: 2-3.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: ARAŞ. GÖR. RAMAZAN EKİNCİ
Yayın Tarihi: 31.12.2013
Güncelleme Tarihi: 12.11.2020

Eserlerinden Örnekler

Örnek Metin

Hoşâ dem kim berîd-i hoş-nüvîd-i müjde-peymâyî

Vürûd itdükde leb-rîz-i neşât itdi bu dünyâyı

 

Hoşâ dem kim vezânî-i nesîm-i müjde-bâd ile

Sabâveş ‘âlem itdi sâha-i şâdîde pûyâyı

 

Ne müjde müjde-i şâdî-fezâ-yı cümle-i ‘âlem

Ne müjde müjde-i behcet-fezâ-yı neşve-bahşâyî

 

Ne müjde müjde-i şevk-ı cülûs-ı ma‘delet-pîrâ

Ne müjde müjde-i sultân-ı dîn-i re’fet-efzâyî

 

Ne müjde ya‘ni sad ikbâlle Hân Ahmed-i Sâlis

Şeref-yâb eyledi el-hamdü li’llâh taht-ı vâlâyı

 

Bi-hamdi’llâh yüzi güldi cihânun feyz-i re’fetle

Açıldı gonçe-i ümmîd-i bâğ-ı behcet-ârâyî

 

Olup mihr-i vücûdı zîr-i ebr-i savn-ı Bârî’de

Bu dem nûr-ı tulû‘iyle münevver kıldı dünyâyı

 

Zihî yek dâne dür-i bahr-i re’fet mevc-i şevket kim

Odur zîver-dih-i tâc u serîr-i milket-ârâyı

 

Bahâr-ı gülbün-i re’fet gül-i hoş-bû-yı devlet kim

Çerâğ-ı bezmgâh-ı ma‘deletdür pertev-i râyı

 

Himem dil-beste-i dest-i kerem-mu‘tâdıdur her dem

Kerem fermân-ber-i Dârâ-yı tab‘-ı mekrümet-zâyî

 

Nigâh-ı iltifât-âmîzi ihyâ-kerde-i ‘âlem

Dem-i cân-bahşı reşkîn-sâz-ı enfâs-ı Mesîhâyî

 

Olur şermende-i tab‘-ı kerîmi kulzüm-i re’fet

İder dest-i ‘atâ-bahşı hacîl ebr-i güher-zâyı

 

Eger nazm-ı dür-i eltâfını gûş eylese ol dem

Felek hall eyler idi reşkle ‘ıkd-ı Süreyyâ’yı

 

Penâh-ı merhamet zîb-i sarây-ı ‘âli-i şevket

Tırâz-ı efser-i devlet şeh-i taht-ı mu‘allâyî

 

Zihî sultân-ı ‘adl-ârâ ki şâdî-i cülûsiyle

Makâmât-ı meserret kıldı hakkâ sahn-ı gabrâyı

 

Nizâmü’l-mülk-i ‘adl-âver şehenşâh-ı zafer-yâver

K’ider fermânına münkâd dehr-i kîne-peymâyı

 

Vücûd-ı re’fet-âlûd-ı hümâyûnı ider ihyâ

Be-her dem rûhveş cism-i cesîm-i sahn-ı gabrâyı

 

Misâl-i âyet-i rahmet vücûd-ı pâkidür her dem

Hayât-efzâ-yı tab‘-ı intizâm-ı dâd-pîrâyî

 

Olup dârü’ş-şifâ dergâh-ı ‘adli haste-i hüzne

Tabîb-i cûdı eyler zinde her ehl-i temennâyı

 

Şehenşâh-ı serîr-i lutf u dâd-ârâ-yı re’fet kim

Pür itdi cûd u ihsânı basît-i sahn-ı gabrâyı

 

O sultân-ı serîr-ârâ-yı cûd u şevketün lâyık

Olursa sahn-ı lutfında felek pür-çetr-i fersâyî

O ser-tâc-ı mübâhât-ı cihânı eylemiş Mevlâ

Sarây-ı ‘âleme ser-mâye-i şâdî-i garrâyî

 

Keremde mekrümetde zât-ı ‘âlî-şânı olmışdur

Hacâlet-bahş u reşkînsâz-ı rûh-ı Hâtem-i Tâyî

 

Şehenşâhâ penâhâ ma‘deletgâhâ Hudâvendâ

Misâl-i rûh ihyâ itdi lutfun cism-i dünyâyı

 

Vücûd-ı bî-nazîrün zıll-ı Hak’dur sâye-i lutfun

Sitemden pâk ü ‘ârî kıldı dehr-i kîne-peymâyı

 

Hudâ göstermesün eksikliğün ey mâh-ı evc-i cûd

Münevver ide her gün mihr-i zâtun sahn-ı gabrâyı

 

İdüp ser-levha-i dîbâce-i midhat sıfâtun hep

Senâ-yı zâtunı itmekde ‘âlem verd-i zîbâyî

 

Ne mümkin lâyıkınca midhat-i zât-ı hümâyûnun

Ne denlü eylesem sahn-ı medîhünde bu da‘vâyı

 

Garaz ‘arz-ı le’âlî-i du‘â-yı hayrdur Şeyhî

Du‘â meydânı içre eyledüm âgâz-ı pûyâyı

 

Müşerref eyleye zât-ı hümâyûnun mede’l-eyyâm

Hezârân ‘adl ü şevketle hemîn taht-ı mu‘allâyı

 

Olup eyyâm-ı ‘adlün mevsim-i şâdî-i ‘âlem zîb

Der-i zâtun ola zîb-i sarây-ı hıfz- ı Mevlâyî

(Ekinci, Ramazan, (hzl.) (2018). Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyi‘u’l-FuzalâŞeyhî’nin Şakâ’ik Zeyli. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay. 41-43.)

 

Babası Feyzî Efendi'nin Gazeline Yaptığı Tahmis    

Derûnında idüp aşkı yine îkâd n'eylersin

Kafesden mürg-ı cânı eyleyüp âzâd n'eylersin

Yeniden eyleyüp derd-i nihânı yâd n'eylersin

Nihân it derd-i aşkı eyleyüp feryâd n'eylersin

Cihânı itdün ey dil âh ile berbâd n'eylersin

(Ekinci, Ramazan (hzl.) (2013). H. Hüseyin AyvansarâyîVefeyât-ı Ayvansarâyî. İstanbul: Buhara Yay. 134)


Vekâyiu’l-Fuzalâ’dan Yer Alan Bir Şair/Şeyhülislâm Biyografisi

Şeyhü’l-İslâm Bahâyî Mehemmed Efendi

el-Mevlâ el-fâzıl ve’l-hibrü’l-kâmil Mehemmed Bahâyî ibnü’l-mevlâ ‘Abdü’l-‘azîz bin Sa‘dü’d-dîn bin Hasan Cân.

‘Azîz-zâde Efendi ‘azîz-i Mısr -ı kerem

Her ân ehl-i recâ dergehinde nâsıye-mâl

Çehre-i muhaddere-i beyân-ı hâli, ‘arûz-ı gubâr-ı tahrîrden berî ve şemse-i eyvân-ı rif‘at ü şânı1 dîde-i remed-dîde-i vehm ü hayâlden mütevârî, dürr-i bî-bahâ-yı sadef-i bahr-i vücûd, câm-ı cihân-nümâ-yı fazl-ı nâ-mahdûd:


Beyt

Semend-i hâmeye medhinde gelmez âsâyiş

İderse her ne kadar geşt deşt-i imkânı

Ser-defter-i ‘ulemâ ve ser-çeşme-i fuzalâ, hâ’iz-i fezâ’il-i haseb ü neseb, fâ’iz-i mehâsin-i mevrûs u mükteseb Mevlânâ el-fâzıl Şeyhü’l-İslâm Bahâyî Mehemmed Efendi hıdmetleridür. Vâlid-i mâcid-i ‘âlî-şânları sudûr-ı devlet-i Sultân Ahmed Hân-ı Evvel ’den zîb-efzâ-yı sahâ’if-i Zeyl-i ‘Atâyî olan ‘Abdü’l-‘azîz Efendi’dür ki mu‘allim-i makâm-ı Sultân Murâd Hânî Sa‘dü’d-dîn-i Sânî cenâblarınun mahdûm-ı râbi‘i olmagla silsile-i nesebleri Hasan Cân ’a vâ-beste ve mâder-i ferhunde-ahterleri Ebu’s-su‘ûd-zâde Mustafâ Efendi ’nün kerîme-i mükerremeleri olmagın ‘Allâme Ebu’s-su‘ûd hazretlerine peyvestedür. Bin on senesi hudûdında tayy-ı merâhil-i vücûd iderek vâsıl-ı ser-menzil-i şuhûd olup dest-yârî-i tab‘-ı nakkâd ile i‘mâl-i re’sü’l-mâl-i isti‘dâd ve imdâd-ı sa‘y ü ictihâd ile iş‘âl-i nâ’ire-i zihn-i vakkâd itdükde üstâdü’l-küll ‘Abdü’r-rahîm Efendi himmetleriyle teşyîd-i mebânî-i ‘ulûm ve tertîb-i mukaddimât-ı mantûk u mefhûm kılup mir’ât-ı cihân-nümâ-yı tab‘-ı sâfî-güherleri mıskale-i hidâyet ile cilâ-dâde ve mertebe-i isti‘dâd u kabûli fevka’l-‘âde olmagın her safha-i varaka-i kitâb ki mukâbil-i nazar-ı iksîr-eserleri olurdı. Levh-i cilâ-dâde-i Mânî gibi nigâr-hâne-i hayâllerinde müressem ve hızâne-i hâfızaları zülâl-i füyûzâta mukassem olup fusûl ü ebvâbı ve su’âl ü cevâbıyla hâzır bulunurdı. Bu resm üzere mû-şikâf-ı tedkîk ve nihâye-i tahkîk ile mümtâz oldukdan sonra ‘amm-i mihter-i mükerremleri Şeyhü’l-İslâm Mehemmed Efendi hıdmetlerinden ihrâz-ı şeref-i mülâzemet ve bin yigirmi altı senesi hilâlinde vâlid-i mâcidleri ile ‘azm-i Beytu’llâhi’l-Harâm idüp edâ-yı hac ve ziyâret itmişler idi. Yigirmi tokuz Zi’l-hicce’sinde Yâverî-zâde Mehemmed Efendi yirine Dâvûd Paşa Medresesi ile kâm-revâ, otuz iki Muharrem’inde Velî-zâde ‘Abdu’r-rahmân Efendi yirine Mahmûd Paşa Medresesi ’ne zînet-bahşâ oldılar. Otuz üç Muharrem’inde Öreke Mustafâ Efendi yirine Üsküdar Mihrumâhı Medresesi sezâ görilüp otuz beş Ramazân’ında Atlu Dâvûd Efendi yirine Sahn-ı Semâniyye ’nün birinde murabba‘-nişîn-i gûşe-i mihrâb ve müfîd-i ders-i ûlî’l-elbâb olup otuz sekiz Şa‘bân’ında Kebîrî Mehemmed Efendi yirine altmışlı i‘tibârıyla sâniyen Üsküdar Mihrumâhı’na sâye salup otuz tokuz Zi’l-ka‘de’sinde bâ-hatt-ı hümâyûn-ı sa‘âdet-makrûn Sânî İbrâhîm Efendi yirine Şeh-zâde dârü’l-ifâdesi ne pâ-nihâde olmışlar idi. Kırk Cumâde’l-âhire’sinde Kürd Kâsım Efendi yirine Selanik kazâsı makarr-ı hükm ü imzâları oldı. Kırk bir Cumâde’l-âhire’sinde ma‘zûl ve yirlerine Kemâl Efendi-zâde İbrâhîm Efendi mevsûl oldı. Kırk üç Rebî‘ü’l-evvel’inde Hâce-zâde Mes‘ûd Efendi yirine kazâ-yı fezâ-yı Halebü’ş-şehbâya şehbâl-i himmet açdılar. Kırk dört Muharrem’inde Haleb vâlîsi Ahmed Paşa ile mâ-beynlerinde vâki‘ mâcerâ sebebiyle şürb-i duhâna mübtelâ olmagın “Sefer-i hümâyûn tedâriki hakkında sâdır olan fermân-ı cihân-mutâ‘ icrâsına kâdir degül.” diyü ‘arz u inhâ itmegin ‘azlden mâ‘adâ cezîre-i Kıbrıs ’a nefy ü iclâ ve yirleri Mantıkî Ahmed Efendi ’ye revâ görildi. Kırk altı Şevvâl’inde ‘afv-nâme irsâl olınup vatanlarına ‘avd ile hoş-hâl oldılar. Kırk sekiz Muharrem’inde Bosnevî Şa‘bân Efendi yirine Şâm-ı dârü’s-selâm kazâsıyla mazhar-ı ikrâm olınmışlar idi. Kırk tokuz Şevvâl’inde ‘azl ve makâm-ı hükûmetlerine ‘İsmetî Mehemmed Efendi vasl1 olındı. Elli dört Safer’inde Âvâre-zâde Mustafâ Efendi yirine dârü’n-nasr-ı Edrine kazâsıyla tebcîl olındılar. Sene-i mezbûre Zi’l-ka‘de’sinde ma‘zûl ve yirlerine Burusa kâdîsi Kudsî-zâde Şeyh Mehemmed Efendi menkûl, anlarun yirine ‘İsmetî Mehemmed Efendi mevsûl oldı. Elli beş Rebî‘ü’l-evvel’inde Hüsâm-zâde ‘Abdu’r-rahmân Efendi yirine Dârü’s-saltanati’l-‘aliyye mahmiyye-i Kostantıniyye kazâsıyla sâha-i ikbâlleri pür-tumturâk u tantana olmış idi. Sene-i mezkûre Şevvâl’inde ma‘zûl ve yirlerine Edrine kâdîsi Başmakcı-zâde Mehemmed Efendi menkûl, anlarun yirleriyle Selanik kâdîsi İmâm-zâde Şeyh Mehemmed Efendi nâ’ilü’l-me’mûl olup anlarun yirleri dahı Bosnevî Bâlî Efendi ’ye tevcîh olındı. Elli altı Rebî‘ü’l-evvel’inde Cinci Hüseyn Efendi yirine Anatolı sadrında murabba‘-nişîn-i ‘izz ü temkîn olup sene-i mez bûre Receb’inde ‘Abdü’r-rahîm Efendi yirine sadr-ı Rûm ’a nakl olınduklarında yirlerine sâniyen Çivi-zâde Şeyh Mehemmed Efendi vasl olındı. Şeyh Nazmî Efendi merhûm lafzen ü ma‘nen bu gûne târîh dimişdür:

Nazm

Müşerref eyledükde Rûmili sadrını ol fâzıl

Muşâbih oldı rûzı ‘âlemun ‘îde şebi Kadr’e

 

Bu şevk ile didüm târîh Nazmî lafzen ü ma‘nen

Bin elli altıda geçdi Bahâyî ‘adlle sadra

Sene-i mezkûre Zi’l-ka‘de’sinde Mihalıc kazâsı arpalıgı ile munfasıl ve yirlerine sâniyen Kara Çelebi-zâde Mahmûd Efendi vâsıl oldı. Elli yedi Cumâde’l-ûlâ’sında halefleri yirine sâniyen Rûmili sadâretiyle müşerref olduklarında arpalıkları ol esnâda imâm-ı sultânî olan Karabaş Mahmûd Efendi ’ye virildi. Sene-i merkûme Şevvâl’inde Molova ve Kalonya ve Yund ve Ayazmend kazâları arpalıklarıyla mütekâ‘id ve makâm-ı hükûmetlerine halef-i sâlifleri Çivi-zâde Efendi mütesâ‘id oldı. Elli sekiz Receb’inde Midilli arpalıgı dahı zamîme-i revâtibleri kılınmış idi. Elli tokuz Receb’inde selefleri ‘Abdü’r-rahîm Efendi yirine makâm-ı vâlâ-yı meşîhat-i İslâmiyye’ye su‘ûd ve erbâb-ı rüsûma bezl-i cûd itdiler. Altmış bir Cumâde’l-ûlâ’sında mesned-i fetvâdan tenzîl ve ol pâye ile Kara Çelebi-zâde ‘Abdü’l-‘azîz Efendi tebcîl kılındukda bunlar Anatolıhisârı ’nda vâki‘ yalılarına ‘azîmet itmiş iken mâh-ı mezbûrda arpalıkları olan Midilli cezîresine nefy ü üclâ fermân olınup ‘alâ-tarîkı’l-müsâmaha Gelibolı’da hatt-ı rahl-i karâr itmişler idi. Sene-i mezkûre Ramazân’ında Ebû Sa‘îd Mehemmed Efendi şeyhü’l-İslâm olmagla der-i devlet-medâra da‘vet olınup yalılarında ikâmet buyurdılar. Sene-i merkûme Zi’l-hicce’sinde taraf-ı sultânîden iki kîse guruş ve iki tulum rûgan-ı sâde ve iki yüz kîl birinç ve kahve ve şeker irsâliyle pürsiş-i hâtırları oldı. Altmış iki Ramazân’ınun on ikinci güni Ebû Sa‘îd Mehemmed Efendi def‘a-i sâniyesi yirine sâniyen şeyhü’l-İslâm ve müşkil-guşâ-yı enâm olduklarında vâlid-i câmi‘ü’l-hurûf Şeyh Feyzî Hasan Efendi didügi târîhdür:

Nazm

Kerem-i hazret-i Hak eyledi kevni mesrûr

İtdi bir menba‘-ı ihsân u ‘atâyı müftî

 

Yine teşrîf idicek Feyzi didüm târîhin

‘İzz ile sadra geçüp oldı Bahâyî müftî

Altmış dört Safer’inün on ikinci Cum‘a güni maraz-ı hunnâk ile mahnûk ve rû-gerdân-ı cânib-i mahlûk olup Câmi‘-i Ebu’l-feth Sultân Mehemmed Hânî’de salât-ı cenâzeleri edâ ve karîn-i du‘â vü senâ kılınup hâneleri mukâbilinde türbe-i mu‘ayyenelerinde mânend-i künc-i mahzûn mütevârî vü medfûn kılındı. Târîh-i sâl-i ‘azm-i dârü’l-karârı ve nakş-ı seng-i mezârı bu mısrâ‘ vâki‘ olmışdur:

Mısrâ‘

Menzilün firdevs ola el-Fâtiha

Meşîhat-ı İslâmiyye’ye sâlisen selefleri Ebû Sa‘îd Efendi sezâvâr, mahlûl olan arpalıklarından Midilli kazâsı Ebû Sa‘îd Efendi-zâde Feyzu’llâh Efendi ’ye mâye-i iftihâr olup Molova ve Kalonya ve Yund ve Ayazmend kazâları fukarâyı kuzâta ihsân olındı.

Mevlânâ-yı merkûm mahdûm-ı mahâdîm-i fezâ’il-mevsûm, şâh-süvâr-ı ‘arsa-i fazîlet, yeke-tâz-ı meydân-ı ma‘rifet, akl-ı sâf-ı hüdâ-ittisâfları her vechle memdûh u makbûl, bi-tahsîs fıtnat u zekâ ve rüşd ü sedâd ile gâlib-i ekser-i ‘ukûl, reşha-i kilk-i zülâl-rîzi dil-teşnegân-ı ihtiyâca mâye-i Rabbânî, belki tefsîde-lebân-ı ‘atş-ı zarûrete sebeb-i hayât-ı câvidânî, Asma‘iyyü’l-fesâha, Bermekiyyü’s-semâha, fâzıl-ı bî-mu‘âdil, mefkûdü’l-mümâsil idi.

Âsâr-ı ‘ilmiyyelerinden manzûrları olan kütüb-i fünûn-ı gûn-â-gûn-ı Fârsî vü ‘Arabî âsâr-ı kalem-i ‘anberîn-rakamlarıyla meşhûn oldugından mâ‘adâ müdevven fetâvâları ve müretteb ü mükemmel Dîvân-ı eş‘âr-ı belâgat-şi‘ârları vardur. Bu eş‘âr-ı âbdâr nümûne-i güftâr-ı dürer-bârlarıdur:

ez-Kasâ’id

Sıfat-ı Bahâr

Şeh-i bahâr-ı memâliksitân-ı kişver-gîr

Kalem-rev-i çemeni eyledi yine teshîr

 

Nesîm-i nusret ile itdi kârını itmâm

Ne tîr çekdi ‘adû üstine ne hod şemşîr

 

Eritdi âteş-i kahrıyla cevşen-i berfi

Hadeng-i sîne-şikâf-ı şu‘â-ı mihr-i münîr

 

Sahîfe-i çemen üzre hat-ı benefşe ile

Rüsûm-ı şâh-ı bahârı kazâ ider tahrîr

 

Nedür bu dem dem-i ‘Īsâ mıdur ki feyzinden

Bu gûne kesb-i tarâvet ide zamâne-i pîr

 

O haddedür ki rutûbet bakılsa kuhsâra

İderdi tîr-i nazar seng-i hâreye te’sîr

 

Letâfetiyle hevânun olurdı tâze nihâl

Bu fasl içinde cemenzâra atsalar bir tîr

 

Olurdı lutf-ı hevâdan şüküfte vü handân

Olınsa gonce-i gül seng-i hâreye tasvîr

Sıfat-ı Subh

Sepîde-dem k’ola leb-rîz-i nûr sâgar-ı hûr

Cihâna fâ’iz olur neş’e-i tecelli-i Tûr

 

Seher alup eline câm-ı zer-nigârı felek

Dimâg-ı halkdan itdi humâr-ı bâdeyi dûr

 

Ne câmdur bu ki konmagla bâm-ı eflâke

Ola dimâg-ı mizâc-ı cihâniyân pür-şûr

 

Diyâr-ı gurbete düşmiş kıyâs ider kendin

Bu demde hâtır-ı ehl-i dile gam itse hutûr

Ve lehu

Kala gam-hâne-i bahtum yine pür-gerd-i melâl

Olsa cârûb-keşi perr-i Hümâ-yı ikbâl

 

‘Âkıbet oldı cerâg-ı şeb-i hicrâna fetîl

Rişte-i süst ü ham-ender-ham-ı ümmîd-i visâl

 

Kân-ı ikbâlüm eger olsa pezîrende-i feyz

Senden ey tâb-dih-i çehre-i hurşîd-i cemâl

 

Ola yâkût gibi seng-i siyâh-ı bahtum

Zînet-efzâ-yı binâgûş-ı ‘arûs-ı ikbâl

ez-Gazeliyyât

Ruhından dûr idüp bâd-ı sabâ zülfün duhânâsâ

Füzûn eyler furûg-ı şem‘-i hüsnün şem‘-i cânâsâ

 

İrersin devlet-i pâ-bûs-ı yâra ey gönül bir gün

Hemân sen dergehinde hâksâr ol âsitânâsâ

 

Nihâl-i tâzesin neşv ü nemâ hengâmıdur şimdi

Ko rû-mâl eylesün pâyuna dil âb-ı revânâsâ

Ve lehu

Sakın hâkisterüm çignetme esb-i nâza bî-pervâ

Komaz elbette hâlî ‘ışk ocagın bu dil-i şeydâ

 

Duhân-ı âh ile şem‘-i ruhundan tâzeler tâbın

Sönerse gam degül bâd-ı fenâdan dil cerâgâsâ

 

Bahâyî âdeme gam sûretin göstermese gâhî

‘Aceb mir’ât idi mir’ât-ı câm-ı pür-safâ hakkâ

Ve lehu

Dilümde bulmadı cây-ı karâr cûy-ı ümîd

Gülüp açılmadı mânend-i gonce-rûy-ı ümîd

 

Bahâyî gam yime cevgân-ı âhun anı kapar

Kıbâb-ı çerhde âvîze olsa gûy-ı ümîd

Ve lehu

Ruhsâr-ı yârda hat-ı ‘anber-şiken biter

İ‘câz-ı hüsndür ki gül üzre çemen biter

 

Ser-sebz ü hurrem itdi cihânı nesîm-i lutf

Bilmem Bahâyi tuhm-ı ümîdüm kaçan biter

Ve lehu

Cur‘a-i câm-ı murâdı dem gelür sâkî-i feyz

Nev-‘arûs-ı bahtuma gül-gûne-i ruhsâr ider

 

Ey Bahâyî gâh olur bâd-ı seher gâh niyâz

Şâhid-i ikbâli hâb-ı nâzdan bîdâr ider

Ve lehu

Bahâyî hâne-i ümmîdi kalmaz böyle dil-beste

Nesîm-i lutf eser elbette bir gün feth-i bâb eyler

Ve lehu

Nâlân iden beni hat-ı sebz-i ‘izârdur

Feryâd-ı ‘andelîbe sebeb nev-bahârdur

 

Yârun tecelliyâtını sad gûne eyleyen

Âyîne-i dilümde olan inkisârdur

 

İ‘câz-ı ‘ışkdur bu ki âyîne-i dilüm

Pâ-mâl-i cevr iken de yine bî-gubârdur

Ve lehu

Bûse-i la‘lin hüner cân ile erzân almadur

Şîve-i ehl-i mahabbet cân virüp cân almadur

 

Cûyveş her yana pûyân olmadan maksûd-ı dil

Yanına bir sîm-ten serv-i hırâmân almadur

 

Nev-‘arûs-ı nazma zînet virmenün ser-mâyesi

Ey Bahâyî destüne kilk-i zer-efşân almadur

Ve lehu

‘İtâb-ı la‘l-i nâbundan gönül pür-pîc ü tâb olmaz

Bilür kim kân-ı âteşden çıkan hançerde âb olmaz

 

Yıkılmaz dil pey-ender-pey çekerken câm-ı âzârın

Bu bezmün bâde-nûşı mest olur ammâ harâb olmaz

 

‘Aceb mi kuştegân-ı kûy-ı dil-ber bî-şumâr olsa

Şehîdân-ı belâ-yı ‘ışka mahşerde hisâb olmaz

Ve lehu

Olmaga meclâ-yı envâr-ı tecellâ-yı cemâl

Levh-i dil âyîne-i idrâk-i pâk olmak gerek

 

Dil-pesend-i rûzgâr olsun benüm kârum diyen

Şâh-râh-ı semt-i teslîm içre hâk olmak gerek

Ve lehu

Ey Bahâyî bahr-i tab‘un böyle derd-âlûd iken

Dürr-i nazmun yine âb u tâbdan hâlî degül

Ve lehu

Geh bana geh ol hançer-i perrâna bakarsın

Maksûdun eger cân ise cânâna bakarsın

Ve lehu

Dagıtdun hâb-ı nâz-ı yârı ey feryâd n’eylersin

İdüp fitneyle dunyâyı harâb-âbâd n’eylersin

 

Dil-i mecrûhuma lutf eyle kalsun dâm-ı zülfünde

Şikeste-bâl olan murgı idüp âzâd n’eylersin

 

Varup gîsû-yı zülf-i yârı biri birine katdun

Yine bir fitne tahrîk eyledün ey bâd n’eylersin

 

Güzel tasvîr idersin hâl ü hadd-i dil-beri ammâ

Füsûn u fitneye geldükde ey Bihzâd n’eylersin

Ve lehu

Tâ key kabâ-yı dil ola sad câk-i ârzû

Ey ‘ışk-ı âteş-efken-i hâşâk-i ârzû

 

Hayfâ ki şâhsâr-ı murâda sarılmadı

Hâk-i harîm-i dilde biten tâk-i ârzû

 

Ol resme nâ-ümîd-i visâlüm ki çeşmüme

Mânend-i tûtiyâ görinür hâk-i ârzû

 

Düşme ümîd-i vuslata olmaz Bahâyiyâ

Nahcîr-i ‘ışk beste-i fitrâk-i ârzû

Ve lehu

Sözüm o hurde hatt-ı müşk-bâr vasfında

Dakîka-bahş-ı safâdur bahâr vasfında

Ve lehu

Tîg-i derkâr olmasa ceyş-i hat-ı ruhsârda

Fitneler peydâ olur ser-hadd-i hüsn-i yârda

Ve lehu

Çıkar gerd-i belâ eflâke inmezse yaşum hâke

Göz açdurmaz felek bir dem dil-i mahzûn-ı gamnâke

 

Hayâl-i hançerinden dîde vü dil gark-ı âb oldı

Reg-i dil benzedi bir ser-bürîde tâk-i nemnâke

 

Bahâyî bu zemîn-i dil-keşün te’sîr-i pür-sûzı

Neşât-ı tâze-bahş oldı semend-i tab‘-ı câlâke

Ve lehu

Dil-i pür-âteş-i ‘uşşâkdur çünkim harîdârı

N’ola ol Yûsuf-ı hüsnün olursa germ bâzârı

 

Sadâsın kûh dinlerdi figân itdükce inlerdi

Benüm gibi degüldi Kûh-ken-vâr idi gam-hârı

 

Ruh-ı rengîn ü la‘l ü sükkerînin vasf ider dâ’im

Bahâyî’nun n’ola rengîn ü şîrîn olsa eş‘ârı

Ve lehu

Sâkiyâ ol cur‘a kim hâk-i çemen nûş eyledi

Germ idüp bâgı dimâg-ı goncede cûş eyledi

 

Dil-i pür-sûza dâg-ı derd-i ‘aşkun tâze dâg oldı

Bana şimdi mahabbet ‘âlemi dag üsti bâg oldı

 

Bahâyî âhdan men‘ itdi ‘uşşâkın o mîr-i hüsn

Duhânum gördi kim ‘ahd-i şehenşehde yasag oldı

Rubâ‘iyyât’ındandur

Yâ Rab dilüm eyle mahrem-i râz-ı şuhûd

Olsun nazarumda her dü ‘âlem nâ-bûd

Bir vech ile saykal-ı fenâyı ur kim

Âyîne-i dilde kalmaya jeng-i vücûd

Bu Ebyât Mesneviyyâtındandur

Gele ey hâme-i huceste-sıfât

Ser-ber-âverde-i ‘azîr-i hayât

 

Der-guşâ-yı künûz-i Yezdânî

Tercemân-ı kalem-i Rabbânî

 

Nûş iden sensin ey hüner kânı

Ẓulümât içre âb-ı hayvânı

 

Sana layıkdur ey huceste-rakam

Dinilürse eger Mesîhâ-dem

 

Buna şâhid yeter ki cins-i hurûf

Olmamışken bekâ ile mevsûf

 

Sana olmagla bir nefes dem-sâz

Bula mânend-i Hızr ‘ömr-i dırâz

 

Seni bilmem ki n’eyle vasf ideyin

Kasr-ı medhün ne gûne rasf ideyin

 

Seni halk eyleyen kerîm Allâh

Zâtun itmiş garîk-ı nûr-ı siyâh

 

Kîr-gûn olmış iken âsârun

Yüzin agırdan oldur efkârun

 

Tıfl-ı ma‘nâya mihribân dâye

Nev-‘arûsân-ı fikre pîrâye

 

Menba‘-ı âb-ı feyz sensin sen

Söze mîzâb-ı feyz sensin sen

 

Güler imdâdun ile bâg-ı sühan

Gül olur himmetünle dâg-ı sühan

 

Kanda ‘arz eylesen kad-i bâlâ

Olur ol yir benefşezâr-ı safâ

 

Nâz u ‘işveyle kim hırâm idesin

O hırâm ile subhı şâm idesin

 

Senden ey nây-ı ceşmesâr-ı kadem

Oldı bâg-ı tabî‘atüm hurrem

 

Eyleyüp sebzezâr-ı tab‘umı şâd

Ser-firâz oldı nahl-i isti‘dâd

 

Levh-i ta‘lîme dest uraldan ben

Dest-gîrüm enîsüm oldun sen

 

Senden olmazdı bir nefes hâlî

Mekteb-i dilde fikrüm etfâli

 

Harekât eyledükce tıfl-ı benân

Mıstar üstinde çün resen-bâzân

 

Sunar idün idüp ana yârı

Bir terâzû-yı râst-mi‘yârî

Ve lehu

Gel ey mutrib-i nagme-senc-i niyâz

Yine eyle bir perdeden keşf-i râz

 

Reg-i ham-be-ham-ı dile tâb vir

Bün-i nahl-i ümmîdüme âb vir

 

Bulup reşh-i lutfunla neşv ü nemâ

Ser ü gerdenin eylesin arş-sâ

 

Yeter kaldı ey mutrib-i hoş-nevâ

Nihâl-i emel zîr-i bâr-ı ‘anâ

 

Dem-i gussa-perverle bâd-ı hazân

Yeter oldı bustân-ı câna vezân

 

Yeter oldı zahm-ı gûy-ı tegerg

Bün-i şâh-ı maksûdı bî-bâr u berg

 

Gül-i nahl-i ümmîdi çerh-i dejem

Yeter itdi âmâc-ı tîr-i sitem

 

Kemâlin bulup sahti-i rûzgâr

Nihâl-i emel kaldı nâ-puhte-bâr

 

Eger senden olmazsa imdâd-ı rûh

Açılmaz dil ü câna bâb-ı fütûh

 

Olur bir kere rişte-i sâz-ı dil

Kalursa bi-mühr-i cefâ râz-ı dil

 

 

Âsâr-ı hayriyyelerinden sa‘âdet-hâneleri civârında olan Kirmastı Mescidi ’ni câmi‘ eyleyüp vezâ’if-i mebrûra ta‘yîn eylemişlerdür.

Rahmetu’llâhi ‘aleyh rahmeten vâsi‘aten.


(Ekinci, Ramazan, (hzl.) (2018). Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyi‘u’l-FuzalâŞeyhî’nin Şakâ’ik Zeyli. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay. 690-704)



İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1MÜNÎR, Çörekçi-zâde Ahmed Bahâeddin Münîr Efendid. ? - ö. 1769-70Doğum YeriGörüntüle
2ÂRİF, Alî Beyzâde Ârif Efendid. 1832-33 - ö. 1850 ds.Doğum YeriGörüntüle
3MİHRÎ, İsmâil Mihrî Efendid. ? - ö. 1751-52Doğum YeriGörüntüle
4BELÎĞ, İsmâil (Bursalı)d. 1668 - ö. 1730Doğum YılıGörüntüle
5RİF'AT, Üsküdârî Hâfız Ahmed Rif'at Efendid. ? - ö. 1731-32Ölüm YılıGörüntüle
6AZÎZ EFENDİ, Hıfzî-zâded. ? - ö. 1731-32Ölüm YılıGörüntüle
7FİRÂKÎ (VİSÂLÎ), Şeyh Mustafa Firâkî Efendid. ? - ö. 1731-32Ölüm YılıGörüntüle
8Abdullah Ataşçıd. 22 Kasım 1973 - ö. ?MeslekGörüntüle
9Muammer Hacıoğlud. 16 Eylül 1945 - ö. 05 Nisan 1992MeslekGörüntüle
10Muhiddin Raif Yengind. 1880 - ö. 30 Aralık 1955MeslekGörüntüle
11ŞERÎF, Mehmed Şerîf Efendid. 1717 - ö. 1790Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
12HALÎLÎ, İbrâhîm Halîlî Paşad. ? - ö. 1808-09Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
13NÛRÎ, Mehmed Paşad. 1760 - ö. 1790Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14RÂŞİD, Râşid Efendi, İstanbullud. ? - ö. 1855 ds.Madde AdıGörüntüle
15BEDRÎ, Ahmed Bedrî Efendid. 1817 - ö. 1861 ds.Madde AdıGörüntüle
16CELÎLÎ, Celîlî Efendid. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle