ÂGEHÎ, Mansur

(d. ?/? - ö. 985/1577)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Vardar Yenicesi’nde doğdu. Asıl adı Mansur olan şair Mekke kadılığı görevinde bulunmuş olan ve Hâce Kaynı olarak bilinen Mehemmed Çelebi’den mülazım oldu. Âlî, Âgehî’nin Gelibolu’da müderrislik görevinde bulunduktan sonra bazı kasabalarda kadılık ve müderrislik görevlerinde bulunduğunu söyler. Âgehî, kadılıktan mazulken İstanbul’da 985/1577 yılının Cümâde’l-ûlâ/ Temmuz/Ağustos ayında vefat etti. (Kutluk 1989: 168).

Şuh tabiatlı, hoş sohbet biri olan Âgehî, aynı zamanda iyi bir şairdir. Âgehî, özellikle denizcilik terimlerini kullanarak yazdığı orijinal kaside ile tanınmış ve şöhret bulmuştur, pek çok gemici teriminin kullanıldığı bu kaside “keştî kasidesi” olarak da bilinmektedir. Şair, bu kasideyle Divan şirinin kelime kadrosuna yeni kelimeler kazandırarak ifade imkanlarını genişletmiş, “korsan lisanı diye kaba sayılan gemici dili, birdenbire kültürün bir parçası haline gelmiştir.” (Pala 2002: 269).

Âgehî’nin başlattığı bu ifade tarzı birçok şairi tahmis ve nazîre yazmaya teşvik ederek kısa süreli de olsa bir edebiyat cereyanına vesile olmuştur. (Tietze 1952: 113). “Keştî kasidesi”ne Derûnî, Yahya, Aşkî, Gubârî gibi şairler tarafından nazireler yazılmış; Molla Mehemmed ve Za’fî gibi şairler tarafından şiir tahmis edilmiştir. Denizle canlı bir rabıtaları bulunmayan bu şairlerin şiirleri sunilikten kurtulamamış (Tietze 2010: 451) ve “keştî kasidesi”nin yakaladığı şöhreti yakalayamamıştır. Beyânî bu kasidenin kazandığı şöhret için “eşher min kasidei İmrü’l-kays olmışdur.” (Sungurhan 2008: 19). derken; Âlî de şairin söz kudretine ve şairlikte eşsiz oluşuna “keştî kasidesi”nin açık bir beyan olduğunu söyler. (İsen 1994: 293).

Ahdî kasidenin yazılış sebebini Âgehî’nin bir gemici dilbere aşık olmasına bağlar. (Solmaz 2005: 209). Hasan Çelebi de aynı rivayeti “Bir gemici cevâna ‘âşık u şeydâ ve bahr-i mahabbet hevâsıyla âşinâ oldukda ol tâ’ifenün ıstılâhı üzre bu kasîde-i garrâyı diyüp meşhûr-ı cihân ve makbûl-i erbâb-ı fazl u ‘irfân olmışdur.” (Kutluk 1989: 169). diyerek dile getirir. Tietze, bu iddiaya ihtiyatlı yaklaşmakla beraber, kasidenin âşıkâne bir hava taşıdığını, bir şairin maşukunun mesleğine ait ıstılahlarla şiir yazmasının geleneğe aykırı olmadığını söyleyerek (Tietze 1951: 114) rivayetin gerçek olabileceğine dair açık kapı bırakır. 

Âgehî, tanınan ve beğenilen bir şair olmasına rağmen divanı bulunmamaktadır. Şairin şiirleri mecmualar kanalıyla günümüze taşınmıştır.

Kaynakça

İsen, Mustafa (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.

Kılıç, Filiz (hzl) (2010). Aşık Çelebi, Meşâ’irü’ş-Şu’arâ İnceleme-Metin. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.

Kutluk, İbrahim (hzl) (1989). Kınalı-zade Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: TTK Yay.

Mecmua. Milli Kütüphane. 06 Hk 319/1. vr. 49b-50b.

Mecmua. Milli Kütüphane. Yaz. A. 1694. vr. 21b-23a.

Mecmua. Süleymaniye Kütüphanesi. 34 Sü-Tarlan 62/4. vr. 42b-43.

Pektaş, Mehmet ve Mehmet Ünal (2013). “Âgehî’nin Şütür Kasidesi”. Turkish Studies 8(1): 2165-2177.

Solmaz, Süleyman (hzl) (2005). Ahdî, Gülşen-i Şu’ara (İnceleme- Metin). Ankara: AKM Yay.

Sungurhan, Aysun (hzl)  (2008). Beyânî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83502/beyani----tezkiretus-suara.html[erişim tarihi: 27.07.2013]

Pala, İskender (2002). “Osmanlı Şiirinde Gemici Dili”. Şairlerin Dilinden. İstanbul: L&M Yay.

Tietze, Andreas (1951). “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Âgehî Kasidesi ve Tahmisleri”. Türkiyat Mecmuası.(9 ): 113-137.

Tietze, Andreas (2010). “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Âgehî Kasidesine Nazireler”. Zeki Velidi Togan’a Armağan: 451-467.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: MEHMET PEKTAŞ
Yayın Tarihi: 27.07.2013
Güncelleme Tarihi: 04.12.2020

Eserlerinden Örnekler

Keştî Kasidesi

             Çekdürüp firkatanı bizden ırag oldun sen

            Bahr-ı firkatde niçe furtunalar çekdüm ben

 

Sen yıkarsın bu yakalarda gönüller şehrin

Dil ü cân mülkini yagma idici sensin sen

 

Bâd-i ‘aşkun alavand eyledi sabrum gemisin

İlevend oldı gönül tıflı senün derdünden

 

Barbariçan siyeh atlasdan olaldan cânâ

Gemici neftilerin ‘âşık-ı zâr etdün sen

Seyr eden yüzüni deryâda erişür Hızır’a

Kadre ugrar seni bir kerre kadırgada gören

 

Bahr-i ‘ışk içre yürürsem n’ola yelken dorıda

Bir harâmî bakıcı yâre esîr oldum ben

 

Yâr agyâr ile seyrâna çıkar deryâya

Ehl-i dil ‘âşık olan volta urur gen yakadan

 

Dûd-ı âhum direk oldı, bu zemîn keştîdür

Bir yeni yelken olupdur ana gerdûn-i köhen

 

Cânda suguryaturur derd ü belâ renc ü ‘anâ

İstifa oldı gönül mankaları mihnetden

 

Geldi çatdı dil ü cân zevrakına derd ü elem

Bizi çignetmege bu fülk-i felek dutdı dümen

 

Rüzgâr oldı muhâlif başuma üşdi belâ

Başladı geldi karıntı yine başdan kıçdan

 

Bahr-i ‘aşka düşeli oldı muhâlif çenber

Korkum oldur ki gele bad-ı belâ yaprakdan

 

Eger oldunsa mahabbet denizinde mellâh

Pusula şevk gerek harti gam u derd ü mihen

 

‘Işk deryâsına saldunsa gönül zevrakını

Bulımazsın bu yakalarda dilâ sen mesken

 

Rüzgârun karışık oldı hazer eyle dilâ

Üstine aldurasın tira mola mayna seren

 

Hûblar forsa koçup sana kenâr olmaz ise

Olma anlardan alarga bir iki gün katan

 

Bahr-i ‘aşk içre olan ‘âşıka pend ey zâhid

Karadan alet onarmak gibidür gen yakadan

 

Götür ırgalyayı olma paçariz ey agyâr

Yâri ben bahr kenârında kenâr eyler iken

 

Ey gönül nice yatursın bu limân-ı tende

Himmetün lengerin al mevsimidür aç yelken

 

Korsan ol hâsılı dünyâdan alarga olıgör

Bu hayırsuz adada durma dilâ iso seren

Rûzgârun pupa olmaz ise avlamagıla

Yüri deryâ üzerinde bir iki gün oyalan

 

Himmetün göncügin elden salıverme zinhâr

Keştî-yi sabrunı sakla alavand olmaktan

 

Alamargayla yüri yogısa yel yelkende

Çünki ‘âşık olımazsın hele bârî yelten

 

Kulzum-i ‘aşka sefer eylemege ‘azm eyle

Rûzgâr oldı yüri tenta fora sök yelken

 

Etmek istersen eger bâg-ı cinânda manca

‘Amel ü zühd komanyasını vâfir yüklen

 

Orsa varsan çıkamazsın poça gitsen girdâb

Nice kullansan atar karaya bu keştî-yi ten

 

Olmadın lenger-i ten bahr-i fenâya fonda

Pupa âlât ile can kalyetasını kullan

 

Ey dirîgâ bizi gâfille zebûn etdi havâ

Geldi çatdı demür üstinde yaturken düşmen

 

Yâ İlahî beni girdâb-ı havâdan kurtar

Bize yol vir varalum bir ilimana erken

 

Olsa deryâ kumı mikdârı kayurmaz derdün

Sâ’ati var geçer ey Âgehî sabret katlan

 

Kelimâtüm dür-i deryâ-yı hakîkat anlar

Bahr-i ma’nâda şinâverlik eden ehl-i suhân

 

(Mecmua, Milli Kütüphane, Yaz. A. 1694, vr. 22a-23a. - Tietze, Andreas (1951). “XVI. Asır Türk Şiirinde Gemici Dili, Âgehî Kasidesi ve Tahmisleri”, Türkiyat Mecmuası (9: 114-116.)

 Şütür Kasidesi

             Süvâr olup şütüre gitdi yâr hücremden

Belâ şütürlerine menzil oldı hücre-i ten


Visâli hücresine gönlüm üştüri iremez

Bu hücrede geçe üştür meger ki sûzenden

 

Geleydi hücre-i Mecnûn’a üştür-i Leylâ

Kılurdı hücresini makdem-i şütür rû-şen

 

Şütür-dil olma dilâ hücre-i cihândur bu

Ne hücre bâki kalur bunda ne şütür ne sen

 

Safâ şütürleri dil hücresine meyl itmez

Firâz-i hücrede üştür dilâ tutar mı vatan

 

Bulur mı hücre-i ışkun yolın her üştür-dil

Gezerse hücre-i dehri şütür-veş âmmeten

 

Nedür bu hücre vü bunca şütür bu denlü raht

Şütür ola sana tâbût u raht-ı hücre kefen

 

Şütür gibi bu fenâ hücreyi mekân itme

Şütür gibi nedür ey dil sana bu hücre-i ten

 

Getürme hücre-i cismüne üştür-i nefsi

Ki hücre teng ü şütür büzürg ü ‘azîm beden

 

Dilersen üştür-i dil hücresi ola rû-şen

Şütür gibi bu fenâ hücrede belâ yüklen

 

Dürüşke hücreyi ‘Arş ide himmetün şütüri

Yüri şütür gibi ten hücresini kılma vatan

 

Tayanma hücre-i cism ile üştür-i nefse

Ki hücre süst ü harâb u şütür kavî düşmen

 

Götürmeden şütür-i mevt hücreden rahtı

Şütürle hücreden el çek nedür bevâr pûzen

 

Ne hücresinde safâ var ne üştüründe vefâ

Bu fâni hücreyi üştür-veş eyleme mesken

 

Çü hücre köhne şütür mest ü sâr-bân gâfil

Revânun üştürine hücre olmaz ayruk ten

 

Meger ki mahmil-i üştürde şâh-ı hücre-nişîn

Şütürle hücrene lutfundan eyle sâye-figen

 

Şütür-süvâr-ı ‘Arab şâh-ı hücre-i Ka’be

Medîne hücre şütür-bânındur ana Veys-i Karen

 

Bi-hakk-ı hücre-i Sâlih, bi-hakk-ı üştür-i kuds

Şütür çerân ki bir hücredür Sekiz Gül-şen

 

Hezâr-bâr şütür-i hücren içre zânû-bend

Henüz hücrene bin bin şütür çeker mahzen

 

Gerekmez üştür-i dünyâ vü hücre-i ‘ukbâ

Şütürle hücre gerekmez ayâ emîr-i zemen

 

Derûn-ı hücre ki hâr-ı şütürle memlûdur

Şütürle hücreye gelsen olurdı sahn-ı çemen


Şütür şütür keremün hücre hücre ihsânun

Ne hücre kaldı ne üştür ki ermedi senden


 Ne deyyâr-ı ‘Arab’sın şeh-i şütür hücre

Cihân şütürleri hücren içinde zânû-zen

 

Şütürle hücreni medh itmede zebân kâsır

Ki hücre, hücre-i Çîn; üştür, üştür-i Ermen

 

Şütür Burâk’un olup ‘Arş hücren olsa n’ola

Süvâr olup şütüre hücren oldı Milk-i Yemen

 

Süvâr olup şütüre hücreden kaçup gitdün

Şütür figâna gelüp hücre eyledi şîven

 

Dil oldı hücrede sensiz şütür gibi esrük

Şütür ki hücrede sensüz kala tutar mı resen

 

 Şütürle hücrene ‘azm itse Âgehî benden

Varınca hücre dek o şütüri olur kef-zen

 

Bu hücrede eger üştürce olsa ma’rifeti

Şütürle hücreni medh eylemekde beste-dehen


 Garaz sana bu şütür hücreden mehabbetdür

Şütürle hücre behâne murâd sensin sen

 

Nete ki mest-i üştür-süvâr olup hüccâc

Nete ki hücre-i Ka’be şütürle ola hasen

 

Niçe kıtâr-ı şütür hücre hücre medh u senâ

Şütürle hücrene ben hâk-sâr-ı kem-terden

(Mecmua, Milli Kütüphane, 06 Hk 319/1. 49b-50b- Mecmua, Milli Kütüphane, Yaz. A. 1694. 21b-22b-Mecmua, Süleymaniye Kütüphanesi, 34 Sü-Tarlan 62/4. vr. 42b-43b)


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1RÂZÎ, Yûsuf Efendid. ? - ö. 25 Eylül 1618Doğum YeriGörüntüle
2YÛSUF Sîneçâkd. ? - ö. 1546/47Doğum YeriGörüntüle
3HAYRETÎd. ? - ö. 1534/35Doğum YeriGörüntüle
4RÂZÎ, Yûsuf Efendid. ? - ö. 25 Eylül 1618Doğum YılıGörüntüle
5YÛSUF Sîneçâkd. ? - ö. 1546/47Doğum YılıGörüntüle
6HAYRETÎd. ? - ö. 1534/35Doğum YılıGörüntüle
7RÂZÎ, Yûsuf Efendid. ? - ö. 25 Eylül 1618Ölüm YılıGörüntüle
8YÛSUF Sîneçâkd. ? - ö. 1546/47Ölüm YılıGörüntüle
9HAYRETÎd. ? - ö. 1534/35Ölüm YılıGörüntüle
10RÂZÎ, Yûsuf Efendid. ? - ö. 25 Eylül 1618MeslekGörüntüle
11YÛSUF Sîneçâkd. ? - ö. 1546/47MeslekGörüntüle
12HAYRETÎd. ? - ö. 1534/35MeslekGörüntüle
13RÂZÎ, Yûsuf Efendid. ? - ö. 25 Eylül 1618Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14YÛSUF Sîneçâkd. ? - ö. 1546/47Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15HAYRETÎd. ? - ö. 1534/35Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16RÂZÎ, Yûsuf Efendid. ? - ö. 25 Eylül 1618Madde AdıGörüntüle
17YÛSUF Sîneçâkd. ? - ö. 1546/47Madde AdıGörüntüle
18HAYRETÎd. ? - ö. 1534/35Madde AdıGörüntüle