AHMEDÎ, Tâceddîn İbrâhîm bin Hızır

(d. 735 ?/1334-35 ? - ö. 812’den sonra ?/1410’dan sonra?)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

XIV. yüzyıl divan şiirinin önemli şairlerinden biri olan Ahmedî, muhtemelen 735/1334-35 yılında doğdu. Asıl adı İbrâhîm, lakabı Tâceddîn, babasının adı Hızır’dır. Hayatı hakkındaki bilgiler yetersiz ve tutarsızdır. Biyografik eserlerde, Ahmedî’nin Germiyanlı veya Sivaslı olduğuna dair iki rivayet tekrar edilmişse de Kortantamer, Amasya’da doğmuş olmasını akla daha yatkın bulur. Kaynaklar ilköğrenimini nerede ve nasıl yaptığı da bilinmeyen şairin, bilgisini artırmak için Mısır’a gittiği ve orada Şeyh Ekmeleddîn’in öğrencisi olduğu hususunda da birleşirler. Ahmedî, eserlerinden anlaşıldığına göre tasavvufî ve dinî ilimlerin yanında tıp, astronomi, astroloji, geometri, felsefe, tarih, mitoloji, belagat, dilbilgisi gibi ilimlere de vakıftır. O, Mısır’dan Anadolu’ya dönünce bir ara Aydınoğulları’ndan Ayas Bey’e intisap etmiş, sonra Germiyan Beyi Süleymân Şâh’ın hocası ve müşaviri olmuş, ardından Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bâyezîd’in hizmetine girmiş, onun mağlubiyeti üzerine Timur’un yanında kalmıştır. Daha sonra Şehzâde Emîr Süleymân ile Edirne sarayında bulunmuş, son olarak Sultân Çelebi Mehmed’e intisap etmiş ve muhtemelen 812/1410 yılından hemen sonra seksen yaşlarında Amasya’da ölmüştür.

Ahmedî’nin eserleri şunlardır:

1. Dîvân: Ahmedî’nin sanat bakımından en kıymetli eseri olan Dîvân’ında 74 kasîde, 2 tercî-i bend, 6 terkîb-i bend, 1 mersiye, 1 musammat ve 764 gazel bulunmaktadır. Dîvân’ında yer alan kasidelerin gazeller gibi kafiye sırasına göre alfabetik dizilmesi dikkat çekmektedir (Levend 1988: 102). Yaklaşık dokuz bin beyitten oluşan Dîvân’ın Vatikan Kütüphanesi (Vat. Turco 196) ile Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki (Hamidiye, nr. 1082m) yazmaları önemli nüshalarıdır. Ahmedî, dört unsurun karşılıklı olarak sıralanmasına uygun leff ü neşr, taksim, tensikü’s-sıfat, tefrik gibi sanatların bir şiirin bütün beyitlerine uygulanmasıyla ortaya çıkan çâr-ender-çâr’ı, hem bir kasidesinde hem de üç gazelinde kullanan, bugünkü bilgilere göre ilk şairdir (Kutlar 2009: 92, 96). Ayrıca Ahmedî Dîvân’ı, bugün Osmanlı edebiyatı sahasına ait eldeki en eski eser niteliği taşıması bakımından da önemlidir (Akün 1994: 400). Ahmedî Dîvân’ı üzerinde üç doktora çalışması yapılmıştır. Bunlardan ilki Kortantamer tarafından hazırlanmıştır (1973). Bu çalışmada Ahmedî’nin hayatı ve eserleri tanıtılmış, Dîvân’ı edebî yönden değerlendirilmiştir. İkinci olarak Akdoğan, Dîvân’ın tenkitli metnini hazırlamış ve eserin dil özelliklerini incelemiştir (1979). Ayrıca Akdoğan Dîvân’da yer alan şiirlerden seçmeler yayımlamıştır (1988). Erdem Dîvân üzerine tahlilî bir çalışma yapmıştır (2001). Akalın Ahmedî’nin dili üzerine bir inceleme hazırlamıştır (1994). Uğur ise tezinde Dîvân’daki tarihi, efsanevi, mitolojik şahısları ve bunların arketiplerini ele almıştır (2021).

2. İskender-nâme: XIV. asırda yazılan mesnevîlerin en önemlilerindendir. İskender-nâme, divan edebiyatında bu konudaki mesnevîlerin ilk ve en başarılı örneği, aynı zamanda Anadolu’da Nizâmî’nin İskender-nâme’sine yazılan ilk naziredir. 792/1390’da bitirilen esere, çeşitli nüshalarındaki farklılıklardan hareketle, 812/1410 yılına kadar bazı ilavelerin yapıldığı anlaşılmaktadır. Emîr Süleymân’a sunulan eserin beyit sayısı bazı nüshalara göre yedi binden az, bazı nüshalara göre ise sekiz binden fazladır. Başlangıç bölümü klasik mesnevî anlayışı içerisinde düzenlenen İskender-nâme’de, diğer mesnevîlerde yer alan “sebeb-i te’lîf” bölümüyse yoktur. Ahmedî giriş bölümünden sonra dâstân başlıkları altında İskender’den önceki olaylardan başlayarak, doğu edebiyatının ortak konularından Makedonyalı Büyük İskender’in ölümüne kadar süren savaşlarını, yolculuklarını ve başka etkinliklerini anlatmaktadır. Yazma nüshalarda gelişigüzel kullanılan bu dâstân başlıkları altında yer alan destanlar, kuruluş ve ana bölümleri bakımından birbirine benzemektedir. Her dâstânda, mukaddime-i dâstân, matla‘-ı dâstân ve hâtime-i Dâstân olmak üzere üç ana bölüm bulunur. Ahmedî bu ortak konuyu işlerken, hem kendisinden önceki manzum İskender hikâyelerinden hem de bunlar dışındaki kaynaklardan yararlanmıştır. Yazar konunun seçilişinde ve İskender’le ilgili olayların kimilerinde, Firdevsî ve Nizâmî’den etkilenmiştir. Bu etkilenme, hiçbir zaman çeviri yahut yakın anlatımla aktarma ölçüsünde olmayıp, ancak olayların genel çizgilerinin benzemesi anlamındadır. Ahmedî eserine edebî bir görünüm kazandırabilmek için İskender’in gönül maceralarına da yer vermiştir. Ahmedî’nin eserinde ayrıca, aynı konuda yazan diğer şairlerin eserlerinde görülmeyen ve yalnızca Ahmedî’nin İskender-nâme’sinde yer alan bölümler de vardır. Ahmedî’nin bu mesnevîsi vezni, düzeni, değişik konulara yer verişi ve ele aldığı konuların işlenişi bakımından İran edebiyatındaki örneklerinden oldukça farklı ve orijinaldir. Çünkü Ahmedî, İslâmî bir ilim ve kültür kitabı mahiyeti verdiği eserinde, İskender’in hayatı ve hareketleri etrafında çeşitli münasebetler düşürerek hemen her konunun içinde veya sonunda devrinin ilim seviyesine göre türlü bilgiler vermiş, dinî, ahlâkî ve hayatî telkinlerde bulunmuştur. Metinde yer yer sanatkârane tasvirler, aşk hikâyeleri ve müstakil şiir parçaları da bulunmakla beraber, şiir ve sanat heyecanından ziyade, bilgi ve kültür hususiyetleri göze çarpmaktadır (Kocatürk 1970: 131; Ünver 1983). Türkiye’de otuz iki kadar yazma nüshası bilinen İskender-nâme’nin yurt dışında da pek çok yazmasının bulunması, eserin ne kadar beğenilip okunduğunu göstermektedir. Özellikle mesnevînin bütün nüshalarında bulunmayan Mevlid ve Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân bölümleri dikkat çekmektedir. Bunlardan 625 beyitten oluşan ve aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazılan Mevlid bölümü (Ünver 1978), Türk edebiyatının bilinen ilk mevlidlerinden olması bakımından önemlidir. Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân (Banarlı 1939: 48-135) ise 334 beyit olup yine aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır. Bu bölüm, hem Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna ait önemli bilgiler ihtiva etmesi, hem Türkçe yazılmış ilk Osmanlı tarihi olması, hem de manzum Osmanlı tarihi yazma geleneğini başlatması bakımından önemlidir. Eserin, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde (TY nr. 921) kayıtlı nüshasının faksimilesi, bir inceleme ile birlikte Ünver tarafından yayımlanmıştır (1983). Eser üzerine Demirbilek doktora (2000), Akçay ise yüksek lisans (1999) çalışması yapmıştır. Ayrıca Akdoğan, İskender-nâme’den Seçmeler adıyla bir kitap neşretmiştir (1988). Metnin Mevlid bölümü Ünver (1978), Mevlid bölümü içindeki Mi’râciyye Akdoğan (1989) ve Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-ı Âl-i Osmân ise Banarlı (1939), Nihal Atsız (1925) ve Kemal Sılay (2004) tarafından yayımlanmıştır.

3. Cemşîd ü Hurşîd: Emîr Süleyman’ın isteği üzerine yazılan Cemşîd ü Hurşîd mesnevîsi, 806/1403 yılında tamamlanarak I. Mehmed’e sunulmuş veya sunulmak üzere hazırlanmıştır. Metin, aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” kalıbıyla kaleme alınmış 4745 beyitten oluşmaktadır (bk. Akalın 1975). Ahmedî, İranlı şair Selmân-ı Sâvecî’nin aynı adlı eserinin tercümesi olan mesnevîsine birçok eklemeler yaparak ona telif hüviyeti kazandırmıştır. Sehî Bey’in belirttiği gibi zayıf bir eser olmayan Cemşîd ü Hurşîd, özellikle hikâye tekniği bakımından önemli bir yere sahiptir. Ayrıca gerek olay ve aksiyonun çok ve cazip oluşu, gerekse ifadesindeki sürükleyicilik bakımından da dikkat çekici bir hikâyedir. Bu mesnevîde zaman zaman Hüsrev ü Şîrîn’deki şahsiyetleri, Leylâ vü Mecnûn’daki sahneleri, hatta Vâmık u Azrâ’daki motifleri görmek mümkündür. Ancak bilhassa Banarlı’nın; Köroğlu Hikâyesi ve Dede Korkud Hikâyeleri’ndeki Kanturalı ile Cemşîd arasında tespit ettiği benzerlik ve yakınlıklar manzumenin değerini artırmıştır (1939: 156-58). Eserde Çin fağfurunun oğlu Cemşîd ile Rum kayserinin kızı Hurşîd arasındaki aşk anlatılmaktadır. Spor oyunları ile savaş sahnelerini çok güzel şekilde canlandıran şair, metne yerleştirdiği kahramanların ruhî hallerini yansıtan gazeller ve musammatlarla eserini daha ahenkli ve zevkli hale getirmiştir. Eser, ilk defa Banarlı tarafından ilim âlemine tanıtılmıştır (1939). Akalın ise 1969 yılında eser üzerinde bir doktora tezi hazırlayarak gramer hususiyetlerini tespit etmiş ve daha sonra bu tezin metin kısmını neşretmiştir (1975).

4. Tervîhu’l-Ervâh: Ahmedî’nin tıpla ilgili mesnevîsidir. Adı yanlışlıkla Tefrîhu’l-Ervâh olarak yazılan eser, Emîr Süleymân adına 1403-1410 yılları arasında aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” kalıbıyla ve sade bir dille kaleme alınmış, daha sonra bazı ilâvelerle birlikte I. Mehmed’e sunulmuştur. Tıbbın muhtelif bahislerine, teşrihe, teşhise ve tedaviye dair geniş bölümler ihtiva eden bu metin, Ahmedî’nin tıp alanındaki yetkinliğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Şehsüvaroğlu’nun ayrıntılı bir araştırma ve inceleme yaparak yayımladığı (1954) mesnevî üzerinde Özer bir doktora çalışması hazırmıştır (1995). 

5. Mirkatü’l-Edeb: Ahmedî Arapça-Farsça eserlerinden olan bu manzum lügat, Aydınoğulları’ndan Îsâ Bey’in oğlu Hamza Bey için yazılmıştır. Manzume, Arapça ve Farsça öğrenmek isteyenlere gerekli kelimelerin yanında tıp, heyet, matematik, astronomi, astroloji, fıkıh gibi konularda da belli başlı kelimelerle ıstılahları ihtiva etmektedir (Temizel 2002: 217). Bu eseri ilk önce Çetin tanıtmış (1952), sonra Alparslan metnin başka bir nüshasını tespit edip ondan hareketle kimi bilgiler vermiş ve lügatin isminin Mirkat-i Edeb olması gerektiğini savunmuştur (1960: 35-40). Son olarak da Temizel, Ahmedî’nin diğer Farsça eserleriyle birlikte üzerine bir doktora tezi hazırlamıştır (2002: 203-54). Mirkatü’l-Edeb, mukaddime ve iki esas bölüme ayrılan tamamı manzum bir metindir. Sadece Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi İhtisas 2524/2’de kayıtlı nüshanın mukaddime kısmı mensur olup diğer nüshaların mukaddimeleri de manzumdur. Mukaddime kısmı 33 beyittir. Mirkatü’l-Edeb’in birinci bölümü değişik vezinlerle ve farklı uzunluklarda yazılmış 50 kıt’adan oluşan toplam 816 beyitlik Arapça-Farsça lügattir. Ahmedî bu kıt’aların birçoğunun sonunda kendini, eserini ve bilgiyi öven sözler söylemiştir. Eserin ikinci bölümü ise biri “hâtime” olmak üzere 22 kıt’adan müteşekkildir ve toplam 92 beyittir. Ahmedî burada ebcet hesabı, ebcet hesabı ile çarpım tablosu, menfaatlerin paylaşımı, caiz ve caiz olmamanın mahiyeti, koyundan yenmesi haram olan şeyler ve dört kefaret, Ramazan ayında yemek yemenin mubah olması, bağıştan vazgeçilmesine engel durumlar, ayların ilk günleri, mizaçların sayısı ve terkiplerin tanınması, kalıtsal ve bulaşıcı hastalıklar, cisimlerin ve madenlerin ağırlıkları, gezegenler ile burçların sayıları, yedi gezegenin şeref yerleri, ayın doğuş ve batış saatleri, burçların payları, tüm burçlarda güneş miktarının bilinmesi, burçlar, dereceler ve dakikalar, aydınlığın ve güneşin burçlar açısından yeri, tüm zamanlarda ayın yeri, aşere-i mübeşere ile önde gelen peygamberlerin isimleri hakkında bilgi vermiştir.

6. Mîzânu’l-Edeb: Aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazılmış Arapça sarf bilgisi kurallarının anlatıldığı 195 beyitten meydana gelen Farsça bir kasidedir (Temizel 2002: 255-87). Manzume, Allah’a hamd u sena ve Hz. Peygamber’e salât ve selâmdan sonra sarfın tarifi ve vezin, mizan ile mevzunun açıklanmasıyla başlamaktadır. Eserde sarf bilgisi ile ilgili 23 konu yer almaktadır ve her konuya birbirinden farklı uzunlukta en az 2, en fazla 19 beyit ayrılmıştır. Temizel’in, Ahmedî’nin Farsça eserleri üzerine hazırladığı doktora tezinde bu manzume de dahil edilmiştir (2002).

7. Mi’yârü’l-Edeb: 170 beyitten uzunluğundaki ve yine aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazılan Mi’yârü’l-Edeb (Temizel 2002: 288-326), Arapça nahiv kurallarının anlatıldığı Farsça bir kasidedir. 5 beyitlik Allah’a hamd u sena ve Hz. Peygamber’e salât ve selâmdan sonra nahiv ilmi, kelime, cümle bilgisi ve kısımları hakkındaki konuyla başlayan manzumede, nahivle ilgili 29 konu yer almaktadır. Her konuya birbirinden farklı olmak üzere en az 2, en fazla 13 beyit ayrılmıştır. Gerek Mîzânü'l-Edeb gerekse Mi’yârü’l-Edeb’de Farsça anlatılan mevzular, konuyla ilgili örnek olarak verilen Arapça kelime veya cümlelerle pekiştirilerek açıklanmıştır. Konular anlatılırken zaman zaman beyit veya fasıla cümleleri olarak güzel ahlâkı, çalışmayı ve ilim öğrenmeyi teşvik eden ve gerekli gören bazı nasihatler ve öğrenciye şevk verici bazı iltifatlara da yer verilmiştir. Temizel’in, Ahmedî’nin Farsça eserleri üzerine hazırladığı doktora tezinde bu manzume de yer almaktadır (2002).

8. Bedâyi’u’s-Sihr fî-Sanâyi’i’ş-Şi’r: Adlı bu eser, Farsça mensur-manzum karışık bir risaledir (Temizel 2002: 38-2002). Reşîdüddîn-i Vatvât’ın (öl. 573/1177-78) Hadâ’iku’s-Sihr fî-Dekâ’iki’ş-Şi’r adlı metninin, edebî sanatlara ait açıklamalarının özetlenip Farsça örneklerinin artırılması suretiyle meydana getirilmiştir. Risalenin başında yer alan Allah’a hamd u sena ve Hz. Peygamber’e salât ve selâmı içeren üç varaklık Arapça mukaddimeden sonra, belâgat, fesahat, meanî ve beyan konularının Farsça olarak anlatıldığı üç varaklık bir giriş kısmı bulunmaktadır. Eserde önce konu başlığı verilmiş ve Farsça olarak açıklaması yapılmıştır. Takiben varsa konunun diğer bölümleri anlatılmıştır. Her konu için seçilen örnekler sırasıyla ayetlerden, hadislerden, Arapça beliğ ve fasih sözlerle Arapça beyitlerden ve Farsça mensur parçalardan ya da beyitlerden oluşmaktadır. Risalenin tek nüshası, Konya Mevlânâ Müzesi’nde bulunan bir mecmuada yer almaktadır (nr. 2540/1, vr. 1b-71a). Temizel’in, Ahmedî’nin Farsça eserleri üzerine hazırladığı doktora tezinde bu risale de dahil edilmiştir (2002).

Ayrıca farklı kaynaklarda Ahmedî’nin Kasîde-i Sarsarî Şerhi, Hayretu’l-Ukalâ ve Yûsuf u Züleyhâ isimli eserlerinin varlığından söz edilmektedir. Gülüm; bunlardan Yûsuf u Züleyhânın Tebrizli Ahmedî'ye ait olduğunun ortaya çıktığını, Kasîde-i Sarsarî Şerhi ve Hayretu’l-Ukalânınsa bugüne kadar herhangi bir nüshasının bulunamadığını, üstelik şairin kendi eserlerinde Kasîde-i Sarsarî Şerhi yazdığına dair de bir kayıt olmadığını belirtmiştir (2021: 50-51). Ahmedî, klâsik edebiyatın Anadolu sahasındaki temel taşlarındandır. Zira yaklaşık bir asır boyunca Türkçe yazan şairlerin büyük kısmı onun Dîvân’ında yer alan şiirlere nazire yazarak yetişmiştir (Şentürk 2004: 5). Nitekim Mecma’u’n-Nezâ’ir’de yer alan 23 zemin şiirine yaklaşık 134 şair tarafından 249 (Köksal 2001: 1/153-54), Pervâne Bey Mecmû’ası’ndaki 16 zemin şiirine ise 371 (Gıynaş 2014: I/21-22) nazire yazılması, Ahmedî’nin manzumelerinin etkisini göstermektedir. Ahmedî’nin şiirleri arasında sanat kudretini gösterenler kasideler, özellikle de gazellerdir. Ahmedî, bunlarda klasik şiirin söz ve mana inceliklerini ve süsleyici şiir anlayışını usta bir söyleyişle birleştirmeyi başarmıştır. Şiirlerinin ekseriyetinde XIV. asır Anadolu Türkçesinin halk dilinden kelimelerden oluşan sade ve doğal bir söyleyiş görülmektedir (Banarlı 1987: 391). Onun, lirizmin hâkim olduğu ve teknik konulara daha çok dikkat ettiği şiirlerinde ahengin sağlanması için gayret gösterdiği de müşahede edilmektedir (Gibb 1999: 186-87).

XIV. yüzyılın üstat şairlerinden sayılan Ahmedî, çeşitli konularda kaleme aldığı manzum eserleriyle hem Anadolu sahası Türk dilinin gelişmesine hem de klasik Türk edebiyatının kurulmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Türk şiirinde Hoca Dehhânî ile başlayan, devrin içtimaî hayatına dikkat etme ve en önemlilerini şiirde kullanma temayülü Ahmedî’de de kendisini göstermektedir. Ahmedî, kendisinden evvel Anadolu’da şöhret bulan Gülşehrî, Hoca Mes’ûd ve Şeyhoğlu’ndan da etkilenmiştir. Ancak onun şiir üslubu daha çok İran şiiri örnek alınarak teşekkül etmiştir (Banarlı 1987: 388-89). Bu bağlamda Ahmedî’nin en dikkat çeken yönü; Türkçenin Elvân Çelebi, Şeyhoğlu, Gülşehrî gibi şairlerin elinde işlenen aruza uyabilecek kelime ve deyimlerini büyük Fars şairleri gibi mana ve lafız sanatlarıyla tanzim etmede başarılı ilk örnekleri vermesidir (Çavuşoğlu 1982: 37). Nitekim Latîfî, onun şiir üslubunun Şeyhî tarzına yakın, ilk dönem şairleri vadisinde, Farsçadan tercüme ve didaktik mahiyette olduğunu belirttikten sonra, Selmân ile Zahîr’in kasidelerinin ekseriyetini Türkçeye tercüme ettiğini söylemiştir (İsen 1990: 102-3; Canım 2000: 164-65). Aslında Ahmedî; Türkistan ile İran topraklarında Türk asıllı hanedanların şiire ve şaire sempati ile yaklaşıp onları desteklemeleriyle ve Türk asıllı şairlerin söyledikleri Farsça şiirlerle gelişerek en olgun seviyesine yükselen klasik İran şiir mektebinin sanat inceliklerini ve yanı sıra bütün ortak İslâm medeniyeti kültürünü, Türk şiirine kuvvetli bir şekilde intikal ettirerek kuruluş döneminde millî bir söyleyiş geleneğinin de temelini atan büyük bir şairdir. Burada Türk asıllı şairlerin, Türkistan ve İran coğrafyasında Farsça şiir söyleyenlerden edindikleri tecrübe, deneyim ve birikimleri Anadolu’da gelişen Türk edebiyatına aktardıklarını ve Türkçenin XVI. asırda Fars edebiyatının seviyesini yakalamasına önemli katkılarda bulunduklarını da hatırlamak gerekir. Ahmedî ile Timurleng arasında vuku bulduğu söylenilen hikâyede ima edildiği gibi güzelden çok iyi anlayan şair, hangi niteliklerin “güzel”i anlattığını, güzelin hangi kelimelerle tavsif edilmesi gerektiğini hem kuvvetli bir ayırma zevki içinde, hem de adeta matematiksel ölçütlerle tayin etme kudretine sahiptir. “Gül mi zîbâdur letâfetde ya ruhsârun senün / Lâle mi hoş dur tarâvetde ya dîdârun senün // Nergis-i ra’nâ mı yeydür ya senün elâ gözün / Sünbül-i zîbâ mı yey ya zülf-i mekkârun senün” beyitleri bunu ortaya koyan dikkat çekici şiirlerindendir. Ancak şairin asıl başarısı şiirlerine verdiği güzel ses ve ahenktir. O bir yandan bazı şiirlerini kendisinden sonraki dönemlerin sesiyle söylemeyi başarırken, diğer taraftan bazı şiirleriyle de kendisinden sonraki asırlara ses bırakabilmiştir. “Sabâ Mesîh-dem okup bahârdan bu gice / Hıtâya benzedi gülşen nigârdan bu gice // Müzeyyen oldı reyâhîn bezendi bâg-ı çemen / Meger ki bâga haber geldi yârdan bu gice // Ne dil-nevâz göründi vü hem ne cân-efrûz / Murâda irdi gönül rûzgârdan bu gice” gibi söyleyişler, XV. asırda Ahmed Paşa ve XVI. asırda Bâkî’nin söyleyişlerindeki ahenk ve mükemmelliğe yakın güzelliktedir. Hatta Ahmedî bazı şiirlerindeki ses ve söyleyiş güzelliğini XVI. asrın büyük ahenk şairi Bâkî’ye bile kabul ettirmiştir. Çünkü Bâkî meşhur “bahar” gazelini Ahmedî’ye nazire olarak söylemiştir (Banarlı 1987: 388-90).

Kaynakça

Akalın, Mehmet (hzl.) (1975). Ahmedî, Cemşîd ü Hurşîd (İnceleme - Metin). Ankara: Atatürk Üniversitesi Yay.

Akalın, Mehmet (1994). “Ahmedî’nin Dili”. TDAY-Belleten 1989. 9-153.

Akar, Metin (1987a). Türk Edebiyatında Manzum Mi’râc-nâmeler. Ankara: KTB Yay.

Akçay, Hasan (1999). Ahmedî’nin İskender-nâme’si (Transkripsiyonlu Metin). Yüksek Lisans Tezi. Urfa: Harran Üniversitesi.

Akdoğan, Yaşar (1979). Ahmedî Divanı (Tenkitli Metin ve Dil Hususiyetleri) I-II. Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Akdoğan, Yaşar (hzl.) (1988). İskender-nâme’den Seçmeler. Ankara: KTB Yay.

Akdoğan, Yaşar (hzl.) (1988a). Ahmedî Dîvânı’ndan Seçmeler. Ankara: KTB Yay.

Akdoğan, Yaşar (1989). “Mi’rac, Mi’racnâme ve Ahmedî’nin Bilinmeyen Mi’racnâmesi”. Osmanlı Araştırmaları IX: 263-310.

Akün, Ömer Faruk (1994), “Divan Edebiyatı”. İslâm Ansiklopedisi. C. 9. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 389-427.

Alparslan, Ali (1960) “Ahmedî’nin Yeni Bulunan Bir Eseri: Mirkat-i Edeb”. İÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi 10 (1): 35-40.

Atsız, Nihal (1925). “Ahmedî, Dâstân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân”. Osmanlı Tarihleri I, Osmanlı Tarihinin Anakaynakları Olan Eserlerin, Mütehassıslar Tarafından Hazırlanan Metin, Tercüme veya Sadeleştirilmiş Şekilleri Külliyatı. düzenleyen: Çiftçioğlu N. Atsız. İstanbul. 1-35

Banarlı, Nihâd Sâmî (1939). XIVüncü Asır Anadolu Şâirlerinden Ahmedî’nin Osmanlı Tarihi=Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âli Osman ve Cemşîd ve Hurşîd Mesnevîsi. [Türkiyat Mecmuası VI. cildinden ayrıbasım]. İstanbul.

Banarlı, Nihad Sami (1987). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. C. I. İstanbul: MEB Yay.

Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ (İnceleme-Metin). Ankara: AKM Yay.

Canpolat, Mustafa (hzl.) (1995). Ömer bin Mezîd, Mecmû’atü’n-Nezâ’ir (Metin-Dizin-Tıpkıbasım). Ankara: TDK Yay.

Çavuşoğlu, Mehmet (1982). “Fatih Sultan Mehmed Devrine Kadar Osmanlı-Türk Edebî Mahsullerinde Muhtevânın Tekâmülü”. Kubbealtı Akademi Mecmuası 11 (2): 31-43.

Çelebioğlu, Amil (1999). Türk Edebiyatı’nda Mesnevi (XV. yy’a Kadar). İstanbul: Kitabevi Yay.

Çetin, Nihat (1965). “Ahmedi’nin Mirkatü’l-Edeb’i Hakkında”. Türkiyat Mecmuası XIV: 217-230.

Çetin, Nihat (1952). “Ahmedî’nin Bilinmeyen Birkaç Eseri”. İÜEFTarih Dergisi II (3-4): 103-108.

Demirbilek, Salih (2000). Ahmedî’nin İskendername Adlı Eseri Üzerinde İnceleme (Ses Bilgisi-Şekil Bilgisi-Cümle Bilgisi), Metnin Transkripsiyonu - Sözlük Çalışması. Doktora Tezi. Edirne: Trakya Üniversitesi. 

Erdem, Melike (2001). Ahmedî Divanı Tahlili. Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Ergun, Sadettin Nüzhet (1936). Türk Şairleri. C. 1-2. İstanbul.

Gıynaş, Kâmil Ali (hzl.) (2014). Pervâne Bey Mecmuası, Pervâne b. Abdullah. 3 C. İstanbul: Akademik Kitaplar.

Gibb, E.J. Wilkinson (1999). Osmanlı Şiir Tarihi I-II. çev. A. Çavuşoğlu. Ankara: Akçağ Yay.

Gülüm, Emrah (2021). Ahmedî Dîvânı (İnceleme-Tenkitli Metin-Tıpkıbasım)Doktora Tezi. Eskişehir: Osmangazi Üniversitesi.

İsen, Mustafa (1980). Sehî Bey, Tezkire “Heşt-Behişt”. İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser.

İsen, Mustafa (1990). Latîfî Tezkiresi. Ankara: KB Yay.

İsen, Mustafa (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.

Kılıç, Filiz (1994). Âşık Çelebi, Meşa’irü’ş-Şu’ara [İnceleme - Tenkitli Metin]. 2 C. Doktora Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi.

Kocatürk, Vasfi Mahir (1970). Türk Edebiyatı Tarihi, Başlangıçtan Bugüne Kadar Türk Edebiyatının Tarihi, Tahlili ve Tenkidi. Ankara: Edebiyat Yayınevi.

Kortantamer, Tunca (1973). Leben und Weltbild des Altosmanischen Dichters Ahmedî und Besonderer Berücksichtigung Seines Diwans. Freiburg.

Kortantamer, Tunca (1993). “Yeni Bilgilerin Işığında Ahmedî’nin Hayatı”, Eski Türk Edebiyatı Makaleler. Ankara: Akçağ Yay. 1-30.

Köksal, M. Fatih (2001). Edirneli Nazmî Mecmau’n-nezâ’ir [İnceleme-Tenkitli Metin]. 3 C. Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.

Köprülüzâde Mehmet Fuat (1931). Eski Şairlerimiz, Divan Edebiyatı Antolojisi. İstanbul: Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi.

Kut, Günay (1989). “Ahmedî”. İslam Ansiklopedisi. C. 2. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 165-67.

Kut, Günay (2004). “Erken Dönem Nazım (XIII-XIV. Yüzyıl)” Türk Dünyası Edebiyat Tarihi. Ankara: AKM Yay. 304-564.

Kutlar, Fatma Sabiha (2009). “Klasik Türk Edebiyatında Çâr-ender-çâr ve Kara Fazlî’nin Kasidesi”. Türkbilig (17): 92-115.

Özer, Osman (1995), Ahmedî, Tervîhu’l-ervâh [Giriş-İnceleme-Metin], Doktora tezi, Fırat Üniversitesi.

Sılay, Kemal (2004). Ahmedî, Tâceddîn İbrâhîm bin Hızır, Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân Gazv-i Îşân bâ-Küffâr = History of the Kings of the Ottoman lineage and Their Holy Raids Against the İnfidels. Cambridge.

Şehsüvaroğlu, Bedii N. (1954). Şair ve Hekim Ahmedî, İstanbul: İsmail Akün Matbaası.

Levend, Âgâh Sırrı (1988). Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: TTK Yay.

Şentürk, Ahmet Atillâ (1999). Osmanlı Şiiri Antolojisi. İstanbul: Yapı Kredi Yay.

Şentürk, Ahmet Atillâ (2002). XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevîlerinde Edebî Tasvirler. İstanbul: Kitabevi.

Şentürk, Ahmet Atillâ (2004). Osmanlı Şiiri Antolojisi. İstanbul: Yapı Kredi Yay.

Şentürk, Ahmed Atillâ ve Ahmet Kartal (2010). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Dergâh Yay.

Temizel, Ali (2002), Ahmedî'nin Farsça Eserleri [Tenkitli Metin-İnceleme-Tercüme ve İndeks]. Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Uğur, Fatih (2021). Ahmedî Dîvâ’nda Tarihî, Efsanevî, Mitolojik Şahıslar ve Arketipleri. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.  

Ünver, İsmail (1974). Türk Edebiyatında Manzum İskender-nâmeler. Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.

Ünver, İsmail (1978). “Ahmedî’nin İskendernamesindeki Mevlid Bölümü”. TDAY-Belleten. 355-411.

Ünver, İsmail (1983). Ahmedî, İskender-nâme (İnceleme - Tıpkıbasım). Ankara: TDK Yay.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. AHMET KARTAL
Yayın Tarihi: 05.01.2015
Güncelleme Tarihi: 02.07.2021

Eserlerinden Örnekler

Gazel

Eger olmasa gözüm yaşları hûn

Şafak aksinden ola mıydı gül-gûn

 

Lebünden it idersen derdüme em

Ki ol-durur şifâ-yi derde kânûn

 

Namâzumda kaşun mihrâbın anup

Dilüme gelmez illâ sûre-i Nûn

 

Bu leb midür aceb yâ l’l-i sîr-âb

Bu dişler mi aceb yâ dürr-i meknûn

 

Gözünden ne füsûn oldı Ahmedî’ye

K’anı itdi saçun sevdâsı mecnûn

(Gıynaş, Kâmil Ali (hzl.) (2014). Pervâne Bey Mecmuası, Pervâne b. Abdullah. C. I. İstanbul: Akademik Kitaplar. 41-42.)

 

Gazel

Ne fettân gözlerün vardur ki kasd eyledi îmâna

Deler cigerleri gamzen girer nâ-hal yire kana

 

Güle gider iken bülbül yanagun alını görse

Olur âşüfte la’lünden ki azm itmez gülistâna

 

Eger kim câm-i sagrakdan içerse cür’ayı âşık

Olur imiş harâbâtî ne lâzım ana mey-hâne

 

N’ola cellâd ise gamzen esirgemez mi insânı

Esirger görücek kâfir garîblıkda müselmâna

 

Budur Ahmedî’nün âhı yidi göge çıkar vâhı

Sakın ey hûblarun şâhı çıkam gidem Karamân’a

(Gıynaş, Kâmil Ali (hzl.) (2014). Pervâne Bey Mecmuası, Pervâne b. Abdullah. C. I. İstanbul: Akademik Kitaplar. 370-371.)

 

Gazel

Eger hecrün kalursa bir karâra

İçüm lâle gibi yana karara

 

Karâr itmeye ol gönül ki anda

Firâkun odı düşüben karara

 

Gözün kim başuma tûfân saldı

Dahı nîde bana ol bahtı kara

 

Yürege yâre urdı gamzen okı

Nice onılısar yâ Rab bu yâre

 

Bu derde sabr eyle Ahmedî kim

Müdârâdur hemân takdîre çâre

(Gıynaş, Kâmil Ali (hzl.) (2014). Pervâne Bey Mecmuası, Pervâne b. Abdullah. C. I. İstanbul: Akademik Kitaplar. 481.)

 

Gazel

Her göz ki anun hayâli bu serv-i revân ola

Şart ol durur ki orada âb-i revân ola

 

Her kande yürisen kademüne nisâr içün

Her yanadan hezâr dil ü cân revân ola

 

Kaşunla gözlerün dil ü cân şikâr ider

Fitne çog olur anda ki tîr ü kemân ola

 

Sorarlar agzunı ne güherdür diyü bu râz

Cân sırrıdur gerek ki kamudan nihân ola

 

Vasfunda ol gözün ki dil olur yalan

Her söz ki Ahmedî diye sihr-i beyân ola

(Gıynaş, Kâmil Ali (hzl.) (2014). Pervâne Bey Mecmuası, Pervâne b. Abdullah. C. I. İstanbul: Akademik Kitaplar. 614.)

 

Gazel

Salalı anberin zülfün gül üzre tâze reyhânı

Perîşân gönlüm ol dâmun olupdur zâr ü hayrânı

 

Seher yüzün safâsından dem urdı ol safâdandur

Cihân ü cân kamu rûşen kamu envâr-i rûhânî

 

Gözün kanumı içdükçe sana efzûn olur mihrüm

Ne efsûnlar okur gör gel sen ol câzû-yi fettânı

 

Senün zülfün kemendinden gönül cân kurtaram sanur

Ne olmaz fikre düşmişdür gör âhir bu perîşânı

 

Görenler Ahmedî yaşın iderler nevha hecründe

Ne Nûh’ı zikr eylerler dahi ne mevc-i tûfânı

(Gıynaş, Kâmil Ali (hzl.) (2014). Pervâne Bey Mecmuası, Pervâne b. Abdullah. C. I. İstanbul: Akademik Kitaplar. 750.)


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1BAHŞÎd. ? - ö. 1523Doğum YeriGörüntüle
2MEHMED ES'AD, Amasyalıd. 1878 - ö. 1918Doğum YeriGörüntüle
3Hüseyin Kırand. 1965 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
4BAHŞÎd. ? - ö. 1523Doğum YılıGörüntüle
5MEHMED ES'AD, Amasyalıd. 1878 - ö. 1918Doğum YılıGörüntüle
6Hüseyin Kırand. 1965 - ö. ?Doğum YılıGörüntüle
7BAHŞÎd. ? - ö. 1523Ölüm YılıGörüntüle
8MEHMED ES'AD, Amasyalıd. 1878 - ö. 1918Ölüm YılıGörüntüle
9Hüseyin Kırand. 1965 - ö. ?Ölüm YılıGörüntüle
10BAHŞÎd. ? - ö. 1523MeslekGörüntüle
11MEHMED ES'AD, Amasyalıd. 1878 - ö. 1918MeslekGörüntüle
12Hüseyin Kırand. 1965 - ö. ?MeslekGörüntüle
13BAHŞÎd. ? - ö. 1523Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14MEHMED ES'AD, Amasyalıd. 1878 - ö. 1918Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15Hüseyin Kırand. 1965 - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16BAHŞÎd. ? - ö. 1523Madde AdıGörüntüle
17MEHMED ES'AD, Amasyalıd. 1878 - ö. 1918Madde AdıGörüntüle
18Hüseyin Kırand. 1965 - ö. ?Madde AdıGörüntüle