Madde Detay
ÂŞIK PAŞA, ÂŞIK
(d. 670/1271-72 - ö. 13 Safer 733/3 Kasım 1332)
mutasavvıf şair
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Âşık Paşa’nın
hayatına dair bilgilerimizin çoğu, oğlu Elvân Çelebi’nin (öl. 1358-59’dan
sonra) kaleme aldığı Menâkıbü’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-Ünsiyye (Menâkıb)
adlı yaklaşık 2 bin beyitlik mesneviye dayanmaktadır. Elvân Çelebi, eserinin
500 civarında beytini babasına tahsis etmiştir. Bununla birlikte eserde Âşık
Paşa’nın hayatına dair somut bilgiler, ayrılan yere nispetle pek azdır. Menâkıb dışında,
başta Amasya Tarihi olmak üzere başka kaynaklarla çalışmalarda
da Âşık Paşa’nin biyografisine dair malumat mevcutsa da bu hususta temel
kaynak Menâkıbu’l-Kudsiyye’dir.
Âşık Paşa, 13.
yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya gelen bir aileye mensuptur. Âşık Paşa’nın,
“Baba İlyâs” olarak bilinen ve tam künyesi Ebü’l-Bekâ Şeyh Baba İlyâs bin Alî
(ö. 1240) olan dedesi, beraberindeki Türkmenlerle birlikte Horasan’dan gelerek
Amasya yakınlarında bugün İlyas adıyla bilinen Çat köyüne yerleşmiş,
bağlılarına Babaî denilen ünlü bir şeyhtir. Âşık Paşa’nın torununun çocuğu olan
ünlü tarihçi Âşık Paşazâde’ye göre Vefâiyye tarikatinin kurucusu Seyyid
Ebu’l-vefâ el-Bağdâdî’nin (öl. 1107) halifelerindendir (Âlî Bey 1332: 1). Tarih
uyuşmazlığı sebebiyle doğrudan halifesi olması mümkün değilse de manen böyle
bir vazifesi olduğu ve bu tarikate mensup bulunduğu anlaşılmaktadır. Baba
İlyâs’ın, tarihte Babaîler İsyanı veya Babaîler Hareketi diye bilinen Türkmen
ayaklanmasındaki rolüne dair kaynaklarda muhtelif bilgiler varsa da bu mühim
hadisede ciddi rolü ve katkısı olduğu kuşkusuzdur (Ocak 1996: 120-133). Baba
İlyâs bu olaylar sonucunda Amasya’da öldürülmüştür. Tarihî kaynaklarda
öldürülme şekliyle ilgili bilgiler farklıysa da öldürüldüğü kesindir (Ocak
1996: 129-133). Baba İlyâs’ın ölümüne ilişkin olarak Menâkıb’da “boz at”ın gelerek onu götürdüğü rivayet
edilmektedir (Tulum 2017: 187-8)). Baba İlyâs Horasânî’yle birlikte oğlu Mahmûd
da öldürüldü. Yine “Paşa” unvanıyla anılan diğer oğulları Ömer ve Yahyâ’nın
akıbetleri belli değildir. [Amasya Târîhi’nde (Hüseyin Hüsâmeddin
1330: 395), “Çâr Erkân” diye anılan Şemseddîn Mahmûd, Mu’zeddîn Alî, Ziyâeddîn
Mes’ûd ve Muhliseddîn Mûsâ adlı dört oğlundan bahsedilmektedir]. Sağ kalan oğlu
Muhlis (Paşa), Şerefeddîn Hoca denen biri tarafından kurtarıldı. Yedi yıl
Amasya’da kaldıktan sonra yine kendisine “makam kılınan” Mısır’a götürülen
Muhlis, yedi yıl Mısır’da kaldı (Tulum 2017: 217-20). İntikam almak için 14
yaşında Anadolu’ya dönen Muhlis Paşa, Konya’da defalarca -Menâkıb’a göre
17 kez- hapse girip çıktı. Muhlis Paşa, Mevlânâ’nın öldüğü 672/1273-74 yılında,
oğlu Alâaddîn Alî (Âşık Paşa) henüz iki yaşındayken vefat etti (2017a: 125).
Erünsal ve Ocak, Menâkıb’daki ilgili beyitleri Muhlis Paşa’nın 672
yılında Konya tahtına geçtiği, altı ay kadar süren hükümranlıktan sonra
yönetimi Karamanoğulları’na teslim ettiği şeklinde yorumlamışlarsa da (2014:
52-6) kendilerinin de ifade ettiği gibi hem bu bilgiyi teyit eden bir başka
kaynak mevcut değildir, hem de metin Tulum’u doğrulamaktadır. Osman Fevzi Olcay
ise kaynak göstermeksizin Muhlis Paşa’nın “709 (1309-10) tarihinde Mısır’da”
vefat ettiğini yazmıştır (Olcay: vr. 57b). Amasya Târîhi müellifi
Hüseyin Hüsâmeddîn, Muhlis Paşa’nın Alâaddîn Alî (Âşık Paşa), Gıyâseddîn Mahmûd
ve Zahîreddîn Oğuz Çelebi adlarında üç oğlu olduğunu kaydetmiş (1330: 456),
Köprülü de bu bilgiyi kaynak göstermeden kullanmıştır (1965: 703).
Muhlis Paşa’nın en
büyük oğlu olan Âşık Paşa, 670/1271-72 yılında Arapgir’de doğdu. Arapgîr veya
Arapkîr’in, eski adı Arapsun olan şimdiki Gülşehir ilçesi olduğu (Erünsal vd.
1984: LXV, Günşen 2006: 7) tahmin veya iddiaları ileri sürülmüşse de bunu teyit
eden bir bilgi / belge mevcut değildir. Menâkıb’da Şeyh Osmân’ın Âşık Paşa’yı
Kırşehir’e getirmek için çıktkları yolcuğuluğu günlerce sürdüğünü söylemesine
nazaran söz konusu yerin bugün Malatya iline bağlı ilçe olan Arapgir olması
gerekir. Şakâ’ık-ı Nu’mâniyye ve Hadâ’iku’ş-Şakâ’ık müelliflerinin “Karaman
beldelerinden Kırşehir’de tavattun etti.” (Taşköprülüzâde 1989: 6, Mecdî 1989:
22) dedikleri Âşık Paşa, Bursalı Mehmed Tâhir’e göre (1327: 15) de
Kırşehir’e sonradan yerleşmiştir. Gibb’in ise bu bilgiyi “Karaman’dan
Kırşehir’e gelmiş ve oraya yerleşmiş” olarak nakletmesi (1999?: 122) yanlış
algılamaktan kaynaklanmış olmalıdır. Babası dahi Anadolu’da doğduğuna göre
Latîfî’nin Âşık Paşa için “Acem serhaddine karîb yerden gelüp vilâyet-i
Anatolı’da Kırşehri dimekle meşhûr şehirde tevattun itmişler idi.” demesinin ve
hemen ardından Anadolu’ya Sultan Orhan zamanında geldiğini söylemesinin (Latîfî
1314: 44) doğru olmadığı ise açıktır.
Asıl adı Hüseyin
Hüsâmeddîn’e göre Alâaddîn Alî (1330: 2/456), diğer kaynaklara göre Alî’dir.
Mahlası olan Âşık, zamanla adı gibi kullanılmaya başlandığından Âşık Paşa
namıyla tanınmıştır. Hüseyin Hüsâmeddîn “Şeyh Paşa” ve “Âşık Baba” olarak
da anıldığını belirtmiştir (1330: 471). Adına ekli “Paşa” unvanı, kelimenin
“başağa”dan geldiği düşüncesiyle onun “babasının ilk oğlu olduğu”na bağlanmış
(Bursalı Mehmed Tâhir 1333: 110) veya buna işaret (Pekolcay 1977: 196, Kut
1991: 1) olarak kabul edilmiştir. Fakat babasının Âşık Paşa henüz iki yaşında
iken öldüğü düşünüldüğünde Paşa unvanının bu anlamla ilişkili olmadığı
anlaşılacaktır. “Paşa” kelimesinin kökeni ve anlamına dair çok farklı görüşler
ileri sürülmüştür [Kelime üzerine yapılan türlü değerlendirmeler için bk. Deny
1998: 536-539, Pakalın 1993: 755-757. Ayrıca Hüseyin Hüsâmeddîn’in “paşa”
kelimesinin kökenine dair yazdığı Paşa Armağanı adlı risâlesi
de kayda değer bilgiler içermektedir (Serbestoğlu vd. 2014)]. O dönemde aynı
unvanla tanınan başka kimselerin de varlığı düşünüldüğünde kelimenin “Anadolu
Selçukluları’nda ve Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde savaşçılara ve dinî
nitelik taşıyan kimselere saygı için verilen gayrıresmî unvan” (Ayverdi 2006:
2468) manası Âşık Paşa için de uygun görünmektedir. Âşık Paşa’nın ailesine
mensup kimselerin mezar taşlarında kelimenin “Başa” olarak yazılması dikkat
çekmektedir.
Elvân Çelebi,
babasının ahlâk ve faziletini uzun uzun överken hayatına dair fazla bilgi
vermez. Menâkıb’a göre Muhlis Paşa, ölümünden kısa bir süre önce
babasının halifelerinden Şeyh Osmân’ın Kırşehir’deki zaviyesinde yaptığı
vasiyette ondan, oğlunun, ölümünün üzerinden on yıl geçtikten sonra Arapgir’den
alınıp Kırşehir’e getirilmesini ister. Şeyh Osmân bu vasiyete uyarak Alî’yi
(Âşık Paşa) Arapgir’den Kırşehir’e getirtir (Tulum 2017: 304). Onun gelişiyle
“kır”, “Gülşehir” olmuştur: “Sözlerini kabûl kıldı şeyh / Kırı Gülşehr
kıldı geldi şeyh” (Erünsal vd. 1984: 102). İlk derslerini sonradan
kayınbabası olacak olan Şeyh Osmân’dan alan Âşık Paşa, Mevlânâ’nın
halifelerinden ve Kırşehir’de bir Mevlevî hankahı kuran Süleymân Türkmanî’nin
(öl. 1298) tedrisinden de geçti (Hüseyin Hüsâmeddîn 1330: 2/470-471).
Âşık Paşa’nın “şeyh” olduğu Menâkıb’da açıkça anlatıldığı
gibi Latîfî Tezkiresi, Şakâ’ıku’n-Nu’mâniyye ve Hadâ’ıku’ş-Şakâ’ık gibi
eski kaynaklarda da teyit edilmektedir (bk. Kaynakça). Ancak şeyhlik makamına
ne zaman oturduğu ve mensup olduğu tarikat konusu sarih değildir. Elvân Çelebi,
eserinde babasının birçok halifesinin adını da tek tek zikreder (Erünsal vd.
1984: 152-165). Amasya Târîhi’nde yazdığına göre devrinin siyasî
faaliyetlerine karışan Âşık Paşa, Emîr Çoban’ın oğlu ve Anadolu valisi meşhur
Timurtaş’a vezir olmuş, onun başarısızlıkla sonuçlanan isyanından sonra gittiği
Mısır’da hapsedilmiş, 732/1331-32 yılında Amasya’ya giderken Kırşehir’de
ölmüştür (Hüseyin Hüsâmeddîn 1330: 2/480-484). Hâlbuki Âşık Paşa’ya dair
en muteber kaynak kabul edilen Menâkıb’da Amasya bahsi hiç geçmez.
Âşık Paşa, 13 yaşında geldiği Kırşehir’de 63 yaşında iken 13 Safer 733
tarihinde (3 Kasım 1332, Salı günü) “nâgehân” ölmüştür (Tulum 2017: 384-389).
Âşık Paşa, Kırşehir’de, bugün Ankara-Kayseri otoyolu üzerinde bulunan kendi
adıyla anılan mezarlık içindeki türbesinde (Önemli bir sanat eseri olan türbe
hakkında bk. Ülgen 1942: 258-260, Eyice 1991, Ülgen 2008) medfundur. Türbesinin
kuzey cephesinde bulunan Farsça kitabede de doğum yılı ve ölüm tarihi
kayıtlıdır (d. 670-öl. 13 Safer 733 Salı). Burada “gece” öldüğü ayrıntısı da
mevcuttur. Kitabe metni Kunter (1942), Tarım (1948) ve Erkoç (2005)
tarafından bazı farklılıklarla okunmuştur. Bizim okuyuşumuz şu şekildedir:
Sâhib-i ilm-i ledün
kutb-ı yegâne merd-i Hak
Şeyh Başa ibn Muhlis
ibn Şeyh İlyâs dân
Âmed ender ha’ (خع) be-âlem bâz şod ender zelec (ذلج)
Sîz-deh rûz ez-Safer
leyl-i se şenbih ey fülân
Bu kıt’adaki ha’ (خع), ebced hesabına göre Âşık Paşa’nın doğum
tarihini (670), zelec (ذلج) ise vefat tarihini
(733) vermektedir. Kitabenin Türkçesi şöyledir: “(Kitabeyi okuyan kişiye
hitaben) Ey falan kişi! Şeyh İlyâs oğlu Muhlis’in oğlu Şeyh Paşa’yı
ledün ilmi (gizli hakikatleri konu
alan ve bu yolla insanı mânevî kurtuluşa ulaştırdığına inanılan ilim) sahibi, biricik
tasavvuf önderi ve Allah adamı bil. Safer ayının 13. Salı gününün gecesi
dünyaya ha’ da geldi zelec’de tekrar göç etti.”
Âşık Paşa’nın, Tevârîh-i
Âl-i Osmân sahibi Âşık Paşazâde’nin dedesi Süleymân (veya Selmân)
ve Menâkıbu’l-Kudsiyye müellifi Elvân olmak üzere iki çocuğu
bilinmekte idi. Tarım, türbe haziresindeki bir mezar taşından hareketle Cân
adlı bir oğlu daha olduğunu tespit etmiştir (1948: 30). Tarım, Âşık Paşa’nın
bunlara ilaveten Kızılca adlı bir oğlu ile Melek adında bir kızı olduğunun vesikalardan
ve mezar taşı kitabelerinden anlaşıldığını kaydeder (1948: 28). 1 Safer 725 /
17 Ocak 1325 tarihinde vefat eden Melek’in mezar taşı Kırşehir Müzesi’ndedir
(Kitabe metni ve resmi için bk. Göktürk 2008: 159-160, 309). Kızılca’ya ait
mezar taşı ise bugün mevcut değildir. Türbe civarında bir hazire bulunduğu
fakat zamanla duyarsızlık, ilgisizlik ve cehalet sebebiyle -Ahi Evran
haziresinde olduğu gibi- Âşık Paşa’nın yakınları ve halifelerine ait olması
gereken bu hazire ve mezarlar yok edilmiştir. Mezar taşlarından bazıları ise
hâlen Kırşehir Müzesi bahçesindedir. Kitabeleri nakleden Tarım, yine haziredeki
mezar taşlarından kırık olan birinin Muhlis Paşa’nın hanımının, bir diğerinin
Âşık Paşa’nın hanımı Hâcı Hatun’un olduğunu bildirir. Fakat Zilhicce 727
(Ekim-Kasım 1327) tarihli bu mezar taşının Âşık Paşa’nın eşine değil kızına ait
olduğu anlaşılmıştır (Göktürk 2008: 160, 310). Göktürk, araştırmaları esnasında
Muhlis Paşa’nın eşine ait mezar taşına ise rastlayamadığını da belirtmiştir
(2008: 146). Söz konusu kitabelerden diğerinin, Tarım’ın da ihtimal dâhilinde
gördüğü üzere Seyyid Cân’ın eşine ait olduğu anlaşılmıştır (Kitabe için bkz.
Göktürk 2008: 340).
Âşık Paşa; Hacı
Bektaş ve Ahi Evran’ın manevi nüfuzunun güçlü olduğu keza Şeyh Süleyman
vasıtasıyla Mevlevîlik cereyanının da hüküm sürdüğü, Köprülü’nün ifadesiyle
“muazzam bir fikrî ve edebî inkişâf”a sahne olan Kırşehir’de, yine ona göre
muhtemelen dedesi veya babasının kurduğu zaviyede etrafına birçok mürit
toplamıştı (Köprülü 1965: 702-703). Latîfî, Âşık Paşa’nın Anadolu’ya Sultân
Orhan zamanında dışarıdan geldiğinden başka Hacı Bektaş’la “muâsır ve muhâsib”
olduğu bilgisini de verir (Latîfî 1314: 44). Keza Âşık Paşazâde Târîhi’nin
matbu nüshasını hazırlayan Âlî Bey de düştüğü dipnotunda Âşık Paşa’nın Hacı
Bektaş’ın sohbet müridi olduğunu bütün tarihçilerin doğruladığını ifade eder
(Âlî Bey 1332: 206). Müstakîmzâde daha ileri giderek Âşık Paşa’yı Hacı Bektaş’ın
halifesi olarak takdim eder (vr. 308a). Bu bilgiyi Köprülü “sonradan
uydurulmuş” (Köprülü 1965: 702) Erünsal ve Ocak ise “imkânsız” (2014: 61)
olarak değerlendirirler. Ancak aynı bilgi Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî’nin iki
eserinde (Derin 1978: 163, Derin-Çabuk 1984: 109) de tekrarlanır. Özellikle
Hacı Bektaş’ın ölümü tarihi olarak ileri sürülen 1271’in kesin olmayıp onun 14.
yüzyılın ilk çeyreğini idrak etmiş olması ihtimali (bk. Köksal 2014: 63-67)
düşünülünce bunun, doğruluğu hemen reddedilmemesi gereken bir bilgi olduğu
ortaya çıkar. Fakat her ne hâl olursa olsun, onun Kırşehir’de uzun müddet
ikamet ettiği, gerek Mevlevîler, gerekse Hacı Bektaş bağlıları ve gerekse de
yörenin en etkin dinamiği olan Ahilerle irtibat içinde bulunduğuna kuşku
yoktur. Nitekim Latîfî’nin ifade ettiği “musahip” derecesinde bir yakınlık
olmasa da Hacı Bektaş’la görüşmesi, onun dervişleriyle Şeyh Süleymân’dan ders
alması Mevlevîlerle iyi ilişkiler içinde olduğuna delalet eder. Keza Garîb-nâme’de
fütüvvetin önem ve değerine dair pek çok beytin varlığı Ahilerle de yakın
münasebetinin işaretleri kabul edilebilir. Bununla birlikte, devrinin en saygın
şeyhlerinden biri olduğu anlaşılan Âşık Paşa’nın Kırşehir civarındaki bu
oluşumlarla bir rekabet ve nüfuz mücadelesi içinde olması da mümkün ve
muhtemeldir. Köprülü bu hususu daha açık bir tarzda ifade ederek “Adı geçen
büyük şeyhlerin o sırada ölmüş bulunmaları, Âşık Paşa’nın bu husustaki
muvaffakiyetine elbette âmil olmuştur. Fakat buna rağmen bir taraftan
Bektaşîlerin, bir taraftan Ahi Evran ve Şeyh Süleyman taraftarlarının, onun
propagandasına mani olmak için çalıştıkları şüphesizdir.” (1965: 703) der.
Özellikle oğlu Elvân Çelebi’nin Kırşehir’den ayrılarak büyük dedesi Baba
İlyâs’ın Anadolu’da ilk vatan tuttuğu topraklara yerleşmesi bu mücadelenin
belki de ileride daha belirgin hâle gelmesinin bir neticesi olarak görülebilir.
Fakat gerek Hacı Bektaş, gerekse Ahi Evran’ın ölüm tarihlerindeki muğlaklık,
yani her ikisinin de genel kabul gören ölüm tarihlerinin aksine 14. yüzyılın
bir kısmını idrâk etmiş olmaları ihtimali -ki Hüseyin Hüsâmeddîn’e göre Hacı
Bektaş, Âşık Paşa’dan beş sene sonra ölmüştür- Şeyh Süleymân hakkında ise
Konya’da bir müddet Mevlânâ’nın terbiyesinden geçmiş ve Kırşehir’de hankahının
açmış olmasından başka neredeyse hiçbir bilgimizin bulunmaması, Köprülü’nün,
bunların ölümünden sonra Âşık Paşa’nın daha rahat bir alan bulduğu mealindeki
izahını meşkuk bırakmaktadır.
Arapça ve Farsçanın
yanı sıra biraz Ermenice ve İbranice de bildiği anlaşılan Âşık Paşa hakkında
bilgi veren kaynakların ittifak ettiği husus; onun itikadı tam bir mümin, Hak
âşığı bir mutasavvıf, sözü sohbeti sevilerek dinlenen, diğer ilimlerin yanı
sıra “ledün ilmi”ni de öğrenmiş bir âlim, dünya ile ahiret dengesini kurmasını
bilen büyük bir şeyh olduğudur. Elvân Çelebi, onun ölümüne büyük-küçük,
zengin-fakir, kadın-erkek, genç-yaşlı, yerli-yabancı herkesin, hatta her din ve
kavimden insanın üzülüp yas tuttuğunu kaydeder (Tulum 2017: 386-88).
Kırşehir’de Âşık Paşa ve hususiyle türbesi etrafında oluşmuş pek çok menkabe ve
inanış hâlâ halk arasında yaşamaktadır (Geniş bilgi için bk. Seyfeli 2008).
Eserleri:
1. Garîb-nâme: Âşık Paşa’nın en
büyük ve kendisine asıl şöhretini kazandıran eseridir. Aruzun fâ’ilâtün
fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbıyla yazılan eser yaklaşık 10 bin 500 beyit tutarındadır.
Nüshalara göre farklılıklar gösteren bu hacimli mesnevinin Kemal Yavuz neşrine
(2000) göre beyit sayısı 10 bin 613’tür. Daha önce yayımlanan pek çok yazıda
zikredilen 12 bin sayısı mübalağalıdır. Farsça kısa bir mensur mukaddimeyle
başlayan eser “10 bâb” üzerine tertip edilmiştir. Her bâbda da 10 hikâye
anlatılmış ve kaçıncı bâb işleniyorsa o sayıyla ilgili hususlar dile
getirilmiştir. Garîb-nâme’nin bu geometrik ve sistematik yapısını,
kayda değer etkilenmeler olduğu için Mevlânâ’nın Mesnevî’siyle karşılaştıran
Köprülü, “Mevlânâ Mesnevî’sinin dağınık, tertipsiz, istitratlar ve hikâyelerle
vahdeti dâimâ bozulan şekline zıd olarak, Garîb-nâme âdetâ
hendesî bir intizama maliktir.” (1965: 705) demektedir. Garîb-nâme tercüme
değil, telif ve tamamen orijinaldir. Bu yönüyle Anadolu’da telif edilmiş
hacimli ilk eser sayılır. Esas itibarıyla tasavvufî olup Allah’a ulaşma
yollarının anlatıldığı Garîb-nâme’nin en kayda değer özelliği hiç
kuşkusuz Türk dilinin horlandığı bir dönemde bu dille yazılması ve bunun da
özellikle vurgulanmasıdır. Garîb-nâme; Dîvân-ı Âşık Paşa, Ma’ârif-nâme, Muhammediye ve Genc-nâme adlarıyla
da anılmıştır. Fakat şairin, mesnevinin adını “Bu Garîb-nâme inen
geldi dile / Kim bu dil ehli dahı ma’nî bile” (Âşık Paşa: vr. 365a) beytinde
açıkça zikretmesi, konuyla ilgili tereddütleri ortadan kaldırmaktadır. Garîb-nâme’nin
120 civarında nüshasının varlığı bilinmektedir. Günay Kut, Garîb-nâme’nin
en eski nüshasının “Mundy nüshası” diye bilinen Raif Yelkenci’ye ait nüsha
olduğunu ve bunun Londra’da Şark Dilleri Mektebi Kütüphanesi’ne nakledildiğini
belirtmektedir (Kut: 1991: 2). Ancak kataloglarda zikredilmeyen bu nüsha
hakkında, istinsah tarihi de dâhil, bir bilgi mevcut değildir. Tespit
edebildiğimiz kadarıyla Garîb-nâme’nin en eski nüshası, Samsun İl
Halk Kütüphanesi Nu. 829’da kayıtlı nüshadır. Evâsıt-ı Cemaziyelâhir 826
tarihinde (Mayıs 1423) istinsah edilen nüsha 284 varak tutarında olup epeyce
eksiktir. Bu nüsha, Köprülü’nün “en eski nüsha” kaydıyla bahsettiği Beyazıt
Umumî Kütüphanesi Nu. 3633 nüshasından 35 yıl önce çoğaltılmıştır. En eski
“tam” nüsha ise Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi 320 numarada kayıtlı,
830/1426-27 tarihli yazmadır. Keza 838’de istinsah edilmiş İBB Atatürk
Kitaplığı M. Cevdet Yazmaları Nu. 54’te kayıtlı olan yazma da en eski
nüshalardandır. Garîb-nâme metni üzerinde muhtelif tez
çalışmaları (Gözütok 1986, Kaymaz 1989, Baykaldı 1990, Şarlı 1990, Güler 1990, Altınzincir 1991) yapılmışsa da eser tam olarak önce Bedri Noyan (Dedebaba)
(1998), daha sonra Kemal Yavuz tarafından (2000) yayımlanmıştır. Noyan’ın neşri
yukarıda zikredilen Ankara nüshası esas alınarak yapılmış popüler mahiyette bir
çalışmadır. Yavuz’un bir nüshanın tıpkıbasımı, harfçevrimi ve sadeleştirilmiş
metni birlikte verdiği dört ciltlik çalışması ise tenkitli metin neşridir.
2. Fakr-nâme:
Aruzun fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbıyla yazılmış 161
beyitlik kısa bir mesnevidir. İki nüshası (Roma Biblioteca Casanatense Turca,
Nu. 2054 ve Manisa Murâdiye Kütüphanesi Nu. 1153) bilinen eserin Vasf-ı
Hâl’le birlikte varlıkları ilk kez Rossi tarafından bildirilmiş
(1949), Levend de bir dil incelemesi yaparak metni şairin diğer
eseri Vasf-ı Hâl ile birlikte yayımlamıştır (1954). Bu
tasavvufî eserde “alçakgönüllülük” Tanrı tarafından çeşitli renklere bezetilmiş
Fakr adlı bir kuş olarak tasvir edilmiştir.
3. Vasf-ı Hâl:
Bu da Garîb-nâme ve Fakr-nâme gibi fâ’ilâtün
fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbında kaleme alınmış 39 beyitlik küçük bir
mesnevidir. Fakr-nâme ile aynı yazma nüshalarda bulunmaktadır.
Dünyanın mazi, hal ve istikbal olarak üç zamanı olduğu, insanın en çok “hâl”e
kıymet vererek Hakk’a şükretmesi gerektiği konusundadır. Fakr-nâme ile
birlikte yayımlanmıştır (Levend 1954).
4. Hikâye:
Raif Yelkenci’ye ait olan ve şu an nerede olduğu bilinmeyen bir Garîb-nâme nüshasının
sonunda yer alan bu eser de Paşa’nın yine fâ’ilâtün fâ’ilâtün
fâ’ilün vezninde kaleme aldığı kısa mesnevilerindendir. 59 beyit
uzunluğundaki manzumede aslında zeki olmayan kişilerin kendilerini zeki imiş
gibi göstermelerinin sonucu mizahî bir tarzda anlatılmıştır. Hikâye,
Levend tarafından yayımlanmıştır (1955).
5. Kelâm-ı
Âşık Paşa: Millî Kütüphane Yz. A 3103/6 numarada kayıtlı bir risaleler
mecmuası içinde yer alan eserin adı bulunmadığı için başlıktaki ibareyi eser
adı olarak kabul ettik. Aruzun mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün kalıbında
kaleme alınan 158 beyitlik bu kısa mesnevi Kaymaz tarafından bir sempozyum
bildirisiyle tanıtılmış ve yayımlanmıştır (2008). Esere muhtevası göz önünde
bulundurularak “Risâle-i Anâsır-ı Erba’a” demek de mümkündür.
6. Fürkat-nâme:
Âşık Paşa’nın bir başka küçük mesnevisidir. Aruzun mefâ’îlün
mefâ’îlün fe’ûlün kalıbıyla yazılmış 56 beyitten oluşmaktadır. Berlin
Kraliyet Müzesi Kütüphanesi Nu. 337’de kayıtlı 15. yüzyıl sonlarında derlenmiş
bir mecmuada (170b-173b) bulunmaktadır. Metni neşreden Tavukçu (1995); bu
mesnevinin ya tamamlanamadığı veya mecmuayı derleyen Derviş Hamza’nın aslında
daha hacimli olan eserin bu kadarını mecmuasına aldığı kanaatinde olduğunu
söylemiş ve 28’er beyitlik iki bölüm hâlindeki mesnevinin ikinci 28 beytinin
Âşık Paşa’ya değil de Derviş Hamza’ya ait olma ihtimalinin bulunduğunu
kaydetmiştir (1995: 51). Bu küçük manzumede adından anlaşılacağı üzere
“ayrılık” teması işlenmiştir.
7. Elif-nâme:
Elif’ten yâ’ya kadar lâmelif de dâhil olmak üzere, bütün mısraları Arap
alfabesindeki 29 harfin her biriyle başlayan yedişer beyitlik 29 gazelden (203
beyit) ibarettir. Ergun ve Gölpınarlı, Elif-nâme’yi oluşturan
bölümlerin her birini ayrı birer gazel olarak düşünmüşlerdir. Fakat birbiriyle
hem şekil yönünden, hem anlam yönünden bağlı olan bu şiirlerin, kayıtlı olduğu
bir mecmuada başlıklandırıldığı gibi Elif-nâme adıyla ayrı bir
eser olarak değerlendirilmesi daha doğru olacaktır. Eser, Ergun tarafından
kısmen (1936: 129-144), Gölpınarlı (1961: 297-315), Kaymaz (1995) ve Demirel
(2005) tarafından tam metin hâlinde neşredilmiştir.
8. Risâle fî
Beyâni’s-Semâ’ (Semâ’ Risâlesi): Levend’in Tasavvuf Risâlesi’yle
birlikte “Âşık Paşa’ya atfedilen” eserler arasında saydığı (1956) bu risale,
Âşık Paşa’nın bilinen tek mensur eseridir. Metnin mevcut nüshaları, Ankara
Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi 320, Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Bölümü Nu:
5335 (Levend’in yazısına esas olan muahhar nüsha) ve Samsun Vezirköprü İlçe
Halk Kütüphanesi Nu. 568’de bulunmaktadır. Eserin varlığını ilk defa haber
veren Bursalı Mehmed Tâhir’in (1333: 110) bahsettiği Manisa Muradiye
Kütüphanesi nüshasının ise bugün nerede olduğu bilinmemektedir. Risalenin
Ankara nüshasına dayalı bir tanıtımı, -müellifi ve yazılış zamanına dair yanlış
tespitlerle de olsa- Tecer tarafından yapılmıştır (1958-59). Yer yer manzum
parçalarla da süslenen Semâ’ Risâlesi, eserin Âşık Paşa’ya
aidiyetine dair tespitlerin de yer aldığı ayrıntılı bir incelemeyle birlikte
tenkitli metin hâlinde yayımlanmıştır (Köksal vd. 2013). Risale, İslâm
dünyasında öteden beri tartışma konusu olagelen semâ’ ve raksın helâl / mübah
oluşu hakkındadır.
9. Şiirleri:
Başta Câmi’u’n-Nezâ’ir olmak üzere en eski şiir mecmualarında
da, daha yakın zamanlarda düzenlenen mecmualarda hatta cönklerde de Âşık
Paşa’nın şiirlerine rastlanmaktadır. Şairin, kısa mesnevileriyle Elif-nâme’deki
29 gazeli hariç olmak üzere bugüne kadar 46 manzumesi tespit edilerek
yayımlanmıştır. Bu şiirlerden dördü kaside, ikisi murabba’, diğerleri gazel
nazım şekliyle yazılmıştır. Kasidelerin tamamı “tevhîd” tarzındadır. Âşık
Paşa’nın -ikisi Elif-nâme’ye ait- 18 şiiri Gölpınarlı tarafından
önce makale olarak yayımlanmış (1936), daha sonra Elif-nâme’deki
şiirleri ile öncekileri de barındıran 27 şiiri Yûnus Emre ve Tasavvuf adlı
kitabında (1961: 295-345) neşredilmiştir. Ergun da Türk Şairleri adlı
eserinde Elif-nâme’den bazı şiirlere ve tespit ettiği 19 şiire yer
vermiştir (1939: 129-144). Tavukçu (1995) ve Köksal (2013) da şairin muhtelif
şiir mecmualarındaki ikişer gazelini neşretmişlerdir (Âşık Paşa’nın yayımlanmış
müstakil şiirlerinin dökümü için bk. Köksal 2013).
Bunlardan başka Âşık
Paşa’ya isnat edilen eserler de vardır. Bunlardan en hacimlisi Tasavvuf
Risâlesi adlı mensur metindir. Levend (1956: 163), istinsah tarihi
Cumadelûlâ 1351 (Kasım 1932) olan 214 sayfalık bu risalenin bilinmeyen bir
başka şahıs tarafından Garîbnâme’nin nesre çevrilmiş “bozuk
ifadeli” ve “uydurma” bahisler eklenmiş bir özeti kabilinden olduğunu söyler.
Eseri bir makaleyle tanıtan Okuyucu da (1998: 199, 201) metnin Âşık Paşa’ya
aidiyetine dair kuşkular olduğu kanaatindedir. Köprülü, bir de Âşık Paşa’ya ait
olduğu ileri sürülen aynı addaki manzum bir eserden bahsetmektedir. Köprülü,
görmediği ama aktardığı malumata göre Manisa Muradiye Kütüphanesi’nde bulunduğu
bildirilen 219 varaklık bu manzum Tasavvuf Risâlesi’nin, eserde
geçen “Gel ey âşık bugün aşkı bırakma” mısraından hareketle ona mal edilmesinin
temelsiz olduğunu belirtmektedir.
Âşık Paşa’ya
atfedilen bir de Kimyâ Risalesi adlı bir eser mevcuttur. Agâh Sırrı
Levend’in faksimilesini neşrettiği ve nerede başlayıp bittiği bile tam belli
olmayan, Levend’in (1955: 275-276) ifadesine göre ifadesinin çok bozuk ve
karışık olmasından dolayı Âşık Paşa’ya aidiyetinin ihtiyatla karşılanması
gereken bu metin yine aruzun fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbında
yazılmış küçük bir mesnevi olup Çorum İl Halk Kütüphanesi Nu. 2889’da bulunan
bir mecmuanın içinde “Risâle-i Âşık Paşa der-Hakk-ı Kîmyâ” başlığı altında yer
almaktadır. Levend’in tanıttığı bu nüshanın bazı sayfaları eksik, yırtık ve
düzensizdir. Eserin bir nüshasını da İBB Atatürk Kitaplığı M. Cevdet Yazmaları
K 180/16 numarada kayıtlı bir risaleler mecmuası içinde (84a-86a) tespit ettik.
Çorum nüshası 63 beyit, “Risâle-i Âşık Paşa” başlığını taşıyan Muallim Cevdet
nüshası ise bir mukaddime ve kısa kısa altı bölümden oluşan 81 beyit
tutarındadır. Her iki nüshada da mahlas geçmemektedir. Bu nüshanın üslûbu,
sonunda konuyu bağlayışı, Çorum nüshasındaki tertipsizliğin bulunmaması gibi
göstergeler, eserin Âşık Paşa’ya ait olma ihtimalini akla getirse de mahlas
bulunmaması ve bazı beyitlerin mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün kalıbında
yazılması, sistemli bir müellif olan Âşık Paşa’nın tarzına uymadığı için bu
aidiyeti şüpheli duruma düşürmektedir. Özellikle kullanılan ekler ve herhangi
bir arkaik unsur ihtiva etmemesi gibi dil özellikleri, eserin Eski Anadolu
Türkçesi döneminden çok daha yakın, belki XVI. yüzyıldan da sonra yazıldığı
izlenimini vermektedir. Âşık Paşa’nın zaman zaman kelimelerin imlasını bile
vezne tercih ederek değiştirmesine benzer bir durum da bu eserde
görülmemektedir. Ayrıca bu mesnevinin yer aldığı mecmuada, kendisinden önceki
ve sonraki eserlerin de aynı konuda (ilm-i kîmyâ) olması, bu eserlerin sonunda
XVII. yüzyıla ait tarihlenen kayıtların bulunması gibi hususlar da dikkate
alındığında üslûpça da Âşık Paşa’ya çok uzak bu risalenin ona aidiyetinin
imkânsız olduğu kanaati hasıl olmaktadır.
Edebî Kişiliği:
Âşık Paşa, esas
itibarıyla şairlik iddiasından ziyade, -dönemin hemen bütün mutasavvıfları
gibi- halkı aydınlatmaya çalışırken anlattıklarının akılda kalıcı
olmasını sağlamak amacıyla “manzum” yazma yolunu seçmiş bir müelliftir.
Köprülü, onun baş eseri Garîb-nâme’yi değerlendirirken “…bu büyük
eser sanat gâyesi hiç düşünülmeyerek vücuda getirilmiş didaktik bir mahsûldür.”
(1965: 705) demektedir. Bununla birlikte onu, yine Köprülü’nün dediği gibi
“hakiki bir şair, bir sanatkâr olmayan” (1965: 706) şiiriyet yönü zayıf bir
şair olarak nitelemek de doğru olmaz. Kuşkusuz çağdaşı mutasavvıf şairlerden
Yûnus’un lirizmini, Nesîmî’nin coşkusunu yakaladığını söylemek zordur, ama
herhâlde “sanatkâr olmak itibarıyla -hemşehrisi- Gülşehrî’nin çok dûnunda”
(Köprülüzâde 1918: 270) olduğu iddiasına katılmak da mümkün değildir. Yaşadığı
dönemde Türkçenin yeterince işlenmiş bir yazı dili / edebî dil olmaması,
Paşa’nın kullandığı aruzun o devir Anadolu’sunda henüz kıvamını bulmaması gibi
tabiî ortam da düşünüldüğünde, onun özellikle Yûnus Emre tesirinde yazdığı
gazellerin başarılı ürünler olarak addedilmesi gerekir. Köprülü’nün sanatkâr
yönü zayıf olduğu için “çabuk unutulmuş” bir şair olduğu iddiasının
haksızlığını Garîb-nâme’nin 15. yüzyıldan başlamak üzere 1920’li
yıllara kadar istinsah edilegelen ve bugün pek çok dünya ülkesinin
kütüphanelerinde bulunan Garîb-nâme nüshaları açıkça
göstermektedir. Sadece Garîb-nâme’sine değil, müstakil şiirlerine
de pek çok şiir mecmuası ve cönkte rastlamak mümkündür.
Âşık Paşa’nın
yukarıda zikredilen küçük risaleleri ve diğer şiirleri de bulunmakla birlikte
edebî kişiliğini değerlendirirken elbette baş eserinden yola çıkmak isabetli
olacaktır. Bir mesnevi şairî olarak Âşık Paşa’nın etkilendiği kişilerin başında
kuşkusuz Mevlâna gelmektedir. Öyle ki Köprülü Garîb-name için
“Âşık Paşa’nın Türkler arasında çok meşhur olan ‘Garîb-nâme’si âdetâ Türkçe
bir Mesnevî gibidir.” demektedir (Köprülüzâde 1918: 255,
270). Garîb-nâme’yi Mesnevî’yle aynı vezinde
yazdığı gibi eserinde Mesnevî’den bazı hikâyelere de yer vermiştir.
Kemal Yavuz, Âşık Paşa’ya -doğrudan veya dolaylı olarak- tesir eden eserlerden
bahsederken “İfade ve bilgi olarak Orhun Abideleri’ne, Kutadgu Bilig’e, Dede
Korkut’a, Mesnevî’ye, Yûnus’a” gittiğini (2008: 27) kaydetmiştir. Şairin Mesnevî’yi
okuduğu, Yûnus’u çok iyi bildiği kuşkusuzdur. Nitekim gazellerinin pek çoğunda
Yûnus etkisi açıkça görülmektedir. Âşık Paşa, özellikle Garîb-nâme’siyle
edebiyatımıza pek çok şaire hatta edebî türe örneklik etmiştir. Süleymân Çelebi
meşhur Mevlid’inde onu örnek almış, hatta birçok beyti Garîb-nâme’den
aynen aktarmıştır. Yavuz, eserindeki kimi konular münasebetiyle onun aynı
zamanda edebiyatımızda ilk Leylâ ve Mecnûn, ilk Yûsuf u Züleyhâ yazarı, mevlid
ve miraciye türlerinin de ilk uygulayıcısı olarak tanıtmıştır (2008: 27).
Ayrıca Yavuz; Âşık Paşa’nın Türk edebiyatını Sinân Paşa’dan başlayarak
Yazıcıoğlu Mehmed, Kaygusuz Abdâl, Eşrefoğlu Rûmî, Bâkî ve Şeyh Gâlib’e uzanan
geniş bir yelpazede “dili kullanıştan düşünce şekillerine kadar” etkilediğini
söylemiş, hatta Nâbî ve onun okuluna mensup şairlerin hikemî tarzlarında da
Paşa’nın rolü olduğunu iddia etmiştir (Yavuz 2000: XXXIV-XXXV).
Âşık Paşa’nın dil
hassasiyetini sadece dillere pelesenk olmuş Türk diline kimsene bakmaz
idi / Türklere hergiz gönül bakmaz idi / Türk dahı bilmez idi bu dilleri / İnce
yolı ol ulu menzilleri mısralarına indirgemek haksızlık olur. Zira
Âşık Paşa, Türkçe hassasiyetini sadece bu sözlerde bırakmamış, uygulama
sahasına da başarıyla geçirmiştir. Onun Türkçe kelime kullanması, kavramları
Türkçe olanıyla açıklaması elbette bilinçli bir tercih olarak görülmelidir. 11
bin beyte yakın eserde sadece 400 civarında Farsça yapılı tamlamaya yer vermesi
dikkat çekicidir. Bu, yaklaşık 30 beyitte bir Farsça terkip kullandığını
göstermektedir (Aksoyak 2014: 97).
Köprülü’nün, Âşık
Paşa’nın sanatkârlık yönünü takdir etmemesinin yanı sıra Garîb-nâme’yi
değerlendirmesi de dikkat çekicidir. Nitekim o, “Bu kocaman eserde, o devir
hayatı ile alâkalı pek az şeye tesadüf olunuyor.” dedikten sonra çok da kayda
değer şeyler bulunmadığını özellikle vurgulayarak “İşte bu mahdut parçalar bir
tarafa bırakılacak olursa Garîb-nâme’de hiçbir mahallî hususiyet
olmadığı söylenebilir.” (1965: 704) demiştir. Hâlbuki, mesnevîyi neşreden
Yavuz’un da ifade ettiği gibi ekin ekmekten çocuklara isim vermeye kadar (2000:
XXXVII) sosyal hayatın pek çok yönü eserde ele alınmıştır. Keza metindeki
kültür unsurları müstakil bir bildiri konusu olarak da ele alınmıştır (Argunşah
2014).
Âşık Paşa’nın
kendine mahsus bir “mesnevî dili” oluşturduğu rahatlıkla söylenebilir. O;
cinas, tekrîr, tarsî’, iâde, aks gibi söz sanatlarından istifadeyle ses ve söz
tekrarlarından çokça yararlanır (Bk. Kesik 2014). Eserlerinde çoğunlukla bir
sohbet üslûbunda gördüğümüz sık sık “görsene”, “baksana”, “bil(in)” gibi
kelimelerle okuyucuya doğrudan seslenme yolunu tercih eder. Başta Garîb-nâme olmak
üzere mesnevîlerinde, bu tür eserlerin en önemli iki ayağı olan tasvir ve
tahkiyeyi başarıyla ve birini ötekine ezdirmeden kullanmasıyla da dikkat çeker.
Esas itibarıyla o; didaktik gayeli bu mesnevîlerinde yeri geldikçe coşkun bir
sufî, yeri geldikçe bir gözlemci, yeri geldikçe eğlendiren bir mizahçıdır.
Kaynakça
Aksoyak, İsmail Hakkı (2014). “Garîb-nâme’de Nazım Dilini Oluşturma Yolları”. Âşık Paşa ve Anadolu’da Türk Yazı Dilinin Oluşumu Sempozyumu -Bildiriler- 1-2 Kasım 2013, Kırşehir. Hzl.: M. F. Köksal. Ankara: Kırşehir Valiliği Yay. 93-100.
Âlî Bey (1332). Tevârîh-i Âl-i Osmân’dan Âşık Paşazâde Târîhî. İstanbul.
Altınzincir, Hasan (1991). Garîb-nâme (1-5. Bablar). Doktora Tezi. Adana: Çukurova Üniversitesi.
Argunşah, Mustafa (2014). “Garîb-nâme’de Kültürel Öğeler”. Âşık Paşa ve Anadolu’da Türk Yazı Dilinin Oluşumu Sempozyumu -Bildiriler- 1-2 Kasım 2013, Kırşehir. Hzl.: M. F. Köksal. Ankara: Kırşehir Valiliği Yay. 103-112.
Âşık Paşa. Garîb-nâme. Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi (Milli Kütüphane Kolleksiyonu) Nu. 326/1.
Ayverdi, İlhan (2006). Asırlar Boyu Tarihî Seyir İçinde Misalli Büyük Türkçe Sözlük. C. 2. İstanbul: Kubbealtı Neşriyat. 2468.
Baykaldı, Remzi (1990). Garibnâme Raşit Ef. Nr. 9344. Bab 1-5: Transkribe, Metin, Metindeki Ayet ve Hadislerin Mealleri vs. Yüksek Lisans Tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi.
Bursalı Mehmed Tâhir (1327). “Âşık Paşa”. Türk Derneği (1): 12-19.
Bursalı Mehmed Tâhir (1333). Osmânlı Müellifleri. C. 1. İstanbul.
Demirel, Mustafa (1994). “Âşık Paşa’nın Elifnâmesi ve Özellikleri”. Bilig (3): 215-229.
Demirel, Mustafa (2005). Alî bin Ahmed bin Emîr Alî Mecmû’a-i Latîfe ve Dili. İstanbul: Çağrı Yay.
Deny, Jean (1965). “Paşa”. İslâm Ansiklopedisi. C. 9. İstanbul: MEB Yay. 536-539.
Derin, Fahri Ç. (1978). Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî Vefâyât-ı Selâtîn ve Meşâhîr-i Ricâl. İstanbul: İÜEF Yay.
Derin, Fahri Ç. ve V. Çabuk (1985). Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî Mecmû’a-i Tevârîh. İstanbul: İÜEF Yay.
Ergun, Sadettin Nüzhet (1936). “Âşık Paşa”. Türk Şairleri. C. 1. 129-144.
Erkoç, Ethem (2005). Âşık Paşa ve Oğlu Elvan Çelebi. Çorum.
Erünsal, İsmail E., A. Y. Ocak (hzl.) (1984). Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-Ünsiyye. İstanbul: İÜEF Yay.
Erünsal, İsmail E. ve A. Y. Ocak (hzl.) (2014). Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-Ünsiyye Baba İlyas-ı Horasânî ve Sülâlesinin Menkabevî Tarihi. 3. Baskı. Ankara: TTK Yay.
Eyice, Semavi (1991). “Âşık Paşa Türbesi”. İslâm Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 5.
Gibb, E. J. Wilkinson (1999?). Osmanlı Şiir Tarihi. C.1. Çev. A. Çavuşoğlu. Ankara: Akçağ Yay.
Göktürk, Mehmet (2008). Kırşehir Mezar Taşları “Mezardaki Hayatlar”. Ankara: Kırşehir Belediyesi Yay.
Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935: 87-100.
Gölpınarlı, Abdülbâki (1961). Yunus Emre ve Tasavvuf. İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
Gözütok, Avni (1986). Âşık Paşa’nın Garibnamesi İlk Dört Babının Transkripsiyonlu Metni, Gramer Kelime Teşkili, Çekimleri ve Seçme Lugat. Yüksek Lisans Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi.
Güler, Kadir (1990). Garibnâme, Raşit Ef. Nr. 9344. 9., 10. Bablar: Transkribe, Metin, Metindeki Ayet ve Hadislerin Mealleri vs. Yüksek Lisans Tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi.
Günşen, Ahmet (2006). İlk Türkçecilerden Kırşehirli Âşık Paşa. Ankara: Kırşehir Valiliği Yay.
Hüseyin Hüsâmeddîn (1330). Amasya Târîhi. C. 2. İstanbul.
Kaymaz, Zeki (1989). Âşık Paşa, Garîb-nâme. Yüksek Lisans Tezi. Malatya: İnönü Üniversitesi.
Kaymaz, Zeki (1995). “Âşık Paşa’nın Elifnâme’si”. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (2): 302-332.
Kaymaz, Zeki (2008). “Âşık Paşa’nın Yayımlanmamış Bir Şiiri Üzerine”. II. Âşık Paşa Sempozyumu 7-9 Haziran 2001 Kırşehir - Bildiriler. Hzl.: E. Ülgen, A. Ülgen. İstanbul. 145-154.
Kesik, Beyhan (2014). “Âşık Paşa’nın Garîb-nâme’sinde Bazı Söyleyiş Özellikleri”. Âşık Paşa ve Anadolu’da Türk Yazı Dilinin Oluşumu Sempozyumu -Bildiriler- 1-2 Kasım 2013, Kırşehir. Hzl.: M. F Köksal. Ankara: Kırşehir Valiliği Yay. 257-290.
Köksal, M. Fatih (2013). “Âşık Paşa’nın Şiirleri ve Bilinmeyen İki Gazeli”. Burhan Paçacıoğlu Armağanı. Ed.: E. Eminoğlu, H. Yekbaş. Sivas: Es-form Ofset. 41-50.
Köksal, M. Fatih (2014). “Ankâ-yı Maşrık’a Göre Hacı Bektaş ve Ahi Evran’ın Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundaki Rolleri”. Turkish Studies (Mustafa Topaloğlu Armağanı) 9 (9): 59-79.
Köksal, M. Fatih, Ş. Kırlı (2013). “Âşık Paşa’nın Semâ Risâlesi: Risâle fî Beyâni’s-Semâ”. Türklük Bilimi Araştırmaları (33): 165-206.
Köprülü, Mehmed Fuat (1965). “Âşık Paşa”. İslâm Ansiklopedisi. C. 1. İstanbul: MEB Yay. 701-706.
Köprülüzâde Mehmed Fuad (1918). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. İstanbul.
Kunter, Halim Baki (1942). “Kitabelerimiz I”. Vakıflar Dergisi (2): 431-454.
Kut, Günay (1991). “Âşık Paşa”. İslâm Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 1-3.
Latîfî (1314). Tezkire-i Latîfî. İstanbul.
Levend, Agâh Sırrı (1954). “Âşık Paşa'nın Bilinmeyen İki Mesnevisi: Fakr-nâme ve Vasf-ı Hâl”, TDAY Belleten 1953. Ankara. 205-255.
Levend, Agâh Sırrı (1955). “Âşık Paşa’nın Bilinmeyen İki Mesnevisi Daha: Hikâye ve Kimya Risalesi”. TDAY Belleten 1954. Ankara. 265-276.
Levend, Agâh Sırrı (1956). “Âşık Paşa’ya Atfedilen İki Risale”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1955. Ankara. 153-163+tıpkıbasım.
Mecdî Mehmed Efendi (1989). Hadâ’ıku’ş-Şakâ’ık, (Şakâ’ık-ı Nu’maniye ve Zeyilleri). C. 3. Hzl.: A. Özcan. İstanbul: Çağrı Yay.
Müstakîmzâde Süleymân Sa’deddîn. Mecelletü’n-Nisâb. Süleymaniye Kütüphanesi Halet Efendi Nu. 628.
Noyan (Dedebaba), Bedri (hzl.) (1998). Âşık Paşa-yı Velî, Garibnâme. İstanbul: Ardıç Yay.
Ocak, Ahmet Yaşar (1991). “Âşık Paşa (Tasavvufî Şahsiyeti)”. İslâm Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 3.
Ocak, Ahmet Yaşar (1996). Babaîler İsyanı -Alevîliğin Tarihsel Altyapısı yahut Anadolu’da İslâm-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü-. İstanbul: Dergâh Yay.
Okuyucu, Cihan (1998). “Âşık Paşa’nın Tasavvuf Risalesi”. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (2): 197-213.
Olcay, Osman Fevzi. Amasya Şehri. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı. Nu. B 2.
Pakalın, Mehmet Zeki (1993). Osmanlı Tarih Deyim ve Terimleri Sözlüğü. C. 2. İstanbul: MEB Yay. 755-757.
Pekolcay, A. Necla (2002). “Âşık Paşa”. Atatürk Kültür Merkezi Türk Dünyası Edebiyatçılar, Yazarlar ve Şairler Ansiklopedisi. C. 1. Ankara: AKM Yay. 497-500.
Pekolcay, Necla (1977). “Âşık Paşa”. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C.1. İstanbul: Dergâh Yay. 196-197.
Rossi, Ettore (1949). “Studi su manoscritti del Garîb-nâme di Âşık Paşa nelle Biblioteche d’Italia”. Rivista degli Studi Oriantali 24: 108-119.
Serbestoğlu, İbrahim, T. Açık (2014). “Hüseyin Hüsameddin’in Bilinmeyen Bir Eseri: Paşa Armağanı”. History Studies (elektronik dergi) 6 (4): 155-178.
Seyfeli, Mahmut (2008), “Kırşehir Yöresinde Âşık Paşa Etrafında Teşekkül Eden Efsane ve Menkabeler”. II. Âşık Paşa Sempozyumu 7-9 Haziran 2001 Kırşehir - Bildiriler. Hzl.: E. Ülgen, A. Ülgen. İstanbul. 69-89.
Şarlı, Mahmut (1990). Garibnâme, Raşit Ef. Nr. 9344, 6., 8. Bablar: Transkribe, Metin, Metindeki Ayet ve Hadislerin Mealleri vs. Yüksek Lisans Tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi.
Tarım, Cevat Hakkı (1948). Tarihte Kırşehri-Gülşehri (Babailer-Ahiler-Bektaşiler). İstanbul.
Taşköprülüzâde (1985). Eş-Şakâ’ıku’n-Nu’mâniyye fî Ulemâ’id’-Devleti’l-Osmâniyye. Neşr.: A. S. Furat. İstanbul: İÜEF Yay.
Tavukçu, Orhan Kemal (1995). “Âşık Paşa’nın Bilinmeyen Bazı Gazelleri ve Bir Mesnevisi”. Yedi İklim (62): 51-55.
Tecer, Ahmet Kutsi (1958). “XV. Yüzyıla Ait Oyun-Rakıs Hakkında Mühim Bir Eser I, I, III, IV, V”. Türk Folklor Araştırmaları Dergisi 5 (106, 107, 108, 110, 113): 1695-1696, 1709-1711, 1723-1725, 1754-1755, 1805-1808.
Tecer, Ahmet Kutsi (1959). “XV. Yüzyıla Ait Oyun-Rakıs Hakkında Mühim Bir Eser VI”. Türk Folklor Araştırmaları Dergisi 6 (118): 1901-1903.
Tulum, Mertol (2000). Tarihî Metin Çalışmalarında Usûl – Menâkıbu’l-Kudsiyye Üzerinde Bir Deneme. İstanbul: Deniz Kitabevi.
Ülgen, A. Saim (1942). “Kırşehir’de Türk Eserleri”. Vakıflar Dergisi (2): 254-261.
Ülgen, Aygün (2008). “Türbe Mimarimizin İlgi Çekici Bir Örneği: Âşık Paşa Türbesi”. II. Âşık Paşa Sempozyumu 7-9 Haziran 2001 Kırşehir - Bildiriler. Hzl.: E. Ülgen, A. Ülgen. İstanbul. 90-95.
Yavuz, Kemal (2000). Âşık Paşa, Garib-nâme (Tıpkıbasım, Karşılaştırmalı Metin ve Aktarma). 4 C. Ankara: TDK Yay.
Yavuz, Kemal (2008). “Âşık Paşa”. II. Âşık Paşa Sempozyumu 7-9 Haziran 2001 Kırşehir - Bildiriler. Hzl.: E. Ülgen, A. Ülgen. İstanbul. 25-32.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. MEHMET FATİH KÖKSALYayın Tarihi: 30.12.2014Güncelleme Tarihi: 14.02.2021Eserlerinden Örnekler
Garîb-nâme’den
İy Hudâvendâ senün lutfun delim
Sensin âhir hem hakîm ü hem Alîm
Hem Habîr u hem Basîr u hem Şekûr
Hem Rahîm u hem Kerîm ü hem Gafûr
Cümle sensin âşikârâ vü nihân
Bî-zamân u bî-mekân u bî-nişân
Ne sana akl irebilür fikr ile
Ni seni dil eydebilür zikr ile
Pâdişâhsın sen bize biz kul senün
Yog-ıduk biz sen bizi var eyledün
Cânı sen virdün tene vü câna ten
Cân tene cândur u cânun cânı sen
Işk u devlet akl u dâniş cân gönül
İşigünde cümle boynı baglu kul
Cümle sendendür bizüm sermâyemüz
Zât içinde nakd u genc ü mâyemüz
Var ne hod biz bir avuç toprag-ıduk
Toprag olmadın ho küllî yog-ıduk
Cümle varlık bes senündür yâ Celîl
Evvel ü âhir sana sensin delîl
Ne ola bizde ne var lâyık sana
Gelmedi bir lâyık iş önden sona
Sana lâyık kanı akl anlayası
Yâ kulak kanı sözün dinleyesi
Kanı lâyık göz ki sini boylaya
Kanı arı dil ki zikrün eyleye
Kanı gönül kim kıla her dem niyâz
Kanı dostlık kanı kullık kanı nâz
Kanı tâ’at hazret’e arz itmege
Kanı kuvvet dogru yola gitmege
Kanı lâyık ten ki emrüni duta
Emr içinde ola her dem ol dü-tâ
Kanı nefs kim emrüne izzet kıla
Emr içinde kul ola kemter kula
Kanı ol cân kim sana lâyık-durur
Sini sevmeklik ana bayık-durur
Kanı ol ışk-ı hakîkî kim bizi
Ala ilte göstere görklü yüzi
Kamusı ol Hazret’e lâyık degül
Anda arza geçmegi bayık degül
(Yavuz, Kemal (2000). Âşık Paşa, Garib-nâme (Tıpkıbasım, Karşılaştırmalı Metin ve Aktarma). C. I/1. Ankara: TDK Yay. 27-31. (72-91. beyitler).)
Gazel
Âyet-i hüsnün görüp îmâna gelmişlerdenüz
Aç cemâlün mushafın Kur’ana gelmişlerdenüz
Dilberâ men’ etme gel bizden zekât-ı vaslını
Âsitân-ı devlete ihsâna gelmişlerdenüz
Şimdiden yanmış değül mihrün odına cân u dil
Nâr-ı ışka biz ezelden yana gelmişlerdenüz
Ey tabîb-i cân lebün dârüşşifâsından senün
Âşık-ı dil-hastayuz dermana gelmişlerdenüz
Âşık-ı bîçâreye ey şâh-ı âdil eyle dâd
Hâlimüz arz etmeğe dîvana gelmişlerdenüz
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 97.)
Gazel
Işk odı düşdi cânuma eritdüm ciger yağını
Kırdum hevesler kökini yandurdum oda yağını
Kazdum kahır kazmasıyla canda cefâ ocağını
Çaldum bu nefsüm boynına himmet eri bıçağını
Kudret tozı sürmesini çekdüm gözüm sebeline
Hikmet ünin işitmege açdum canum kulağını
Rahmet suyı ile yudum gönlüm yüzini arı hoş
İstiğfar u zârî-y-ile düzdüm îmân durağını
Her kim bana bin taş ura bin gül nisâr olsun ana
Ekdüm müddeî gözine alçaklığun toprağını
Kim ki söger ise bana karşu duâ kılam ana
Urmağa kasd idenlerün yatam öpem ayağını
Bana yanın bakanlarun sen devletin artur anun
Urdum yüregüm başına yudup nûş itmek dâğını
Işkun elinden Âşık’un iki bükildi kâmeti
Tevfîk işiginden ana sundum şükür dayağını
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 92.)
Gazel
Tanrı aşkından bu cümle âdemi
Yögrüşüben geşt iderler âlemi
Dağ aşup deryâ geçüp nister bular
Bu aceb rencün acep nedür emi
Ey niceler varlıgun satdı yoğa
Şâdi virüp satun aldılar gamı
Bulmadı bu derde dermân kimsene
Bilmedi nedür bu zahmun merhemi
Işk elinden niçeler hayrân olur
Işk elinden niçe baş oldı semi
Tutmadı âşıklarun gönli karâr
Gitmedi gözlerinün hergiz nemi
Tâcını vü tahtını terk eyledi
Sen işitmedin mi şâhum Edhem’i
Bular atlas-pûş iken geydi palâs
Ölmedin ön geçürürler mâtemi
Âşık anun ışkına dün gün yeler
Nitekim yürür deniz üzre gemi
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 91.)
Gazel
Işkun odı arturur her gice efgânum benüm
Tan budur kim derd olur her gice dermânum benüm
Niçe sırlar açılur âleme nûrlar saçılur
Bir nefes cûş eylese deryâ-yı ummânum benüm
Olalar iki cihânda mest ü hayrân olalar
Ger okınsa âleme bir safha dîvânum benüm
Fâş ola ilm-i ledünni niçe kanlar saçıla
Görinürse gözlere âlemde mihmânum benüm
Yine sensin gösteren hem sırrını örten dahı
Pes ne sırdur bu arada ad u hem sanum benüm
Işk odına yana gör Âşık dime çûn u çerâ
Çün oda yandurmağ ister seni Sübhânum benüm
(Köksal, M. Fatih (2013). “Âşık Paşa’nın Şiirleri ve Bilinmeyen İki Gazeli”. Burhan Paçacıoğlu Armağanı. Ed.: E. Eminoğlu, H. Yekbaş. Sivas: Es-form Ofset. 46-47.)
Semâ’ Risâlesi’nden
İmdi bu hikmetleri kim âleme nakş eyledi ve Âdemîye bahş eyledi. Göz virdi bize anı görmek-içün. Kulak virdi işitmek-içün. Dil virdi söylemek-içün. El virdi dutmag-ıçun. Ayak virdi yürümek-içün. Gönül virdi bilmek-içün. Aklı virdi anlamak-ıçun. Cân virdi cünbiş-içün. Ten virdi hareket içün. Ömür virdi dirlik-içün. Ve lîkin ol ömri bir yıl içinde kodı. Eger kişinün yaşı bin olsa yılı birdür. Kamusı ol bir yıl içinde geçer. Bin kez gelse hemân yine ol bir durur. Ve lîkinol bir yıla dört fasl virdi: Üç ay yaz, üç ay yay, üç ay güz, üç ay kış. Ol on iki perde kim on iki aydur. Bu dört fasla havâle kıldı kim yaz u yay u güz [ü] kışdur. Bu dört faslı ol dört oyına bırakdı kim çarh u raks u mu’allak u pertâvdur. Görsene üç ay yaz geçer, çarh içinde. Nitekim eydür şi’r:
Yaz oldı yine yir yüzi yaşıl tona geldi
Kış geçdi şükür saglıg-ıla yıl döne geldi
Kış kahrı-y-ıla kalmış-ıdı kamu halâyık
Uş halk üzere lutfı Çalap’un yine geldi
Ya’nî kim yıl çevrindi; hâl döndi, ölmiş yirler dirildi, kurımış agaçlar yeşerdi, aruk olmış gevdelerde et bitdi, sogılmış tamarlara su döküldi. Kış yaza döndi; kahr lutfa degşürildi, sovuk issiye, ziyân assıya. Bu yıl çevrindügi, hâl döndigi çarh ‘alâmetidür. Pes üç ay yaz çarh içinde geçer. Yaz geçdi. Bu kez yay geldi. Yay güninde âlem halkı be-küllî raks içindedür, hareket eyler, raks urur.
(Köksal, M. Fatih, Ş. Kırlı (2013). “Âşık Paşa’nın Semâ Risâlesi: Risâle fî Beyâni’s-Semâ”. Türklük Bilimi Araştırmaları (33): 188-189.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 30.12.2014Güncelleme Tarihi: 14.02.2021Eserlerinden Örnekler
Garîb-nâme’den
İy Hudâvendâ senün lutfun delim
Sensin âhir hem hakîm ü hem Alîm
Hem Habîr u hem Basîr u hem Şekûr
Hem Rahîm u hem Kerîm ü hem Gafûr
Cümle sensin âşikârâ vü nihân
Bî-zamân u bî-mekân u bî-nişân
Ne sana akl irebilür fikr ile
Ni seni dil eydebilür zikr ile
Pâdişâhsın sen bize biz kul senün
Yog-ıduk biz sen bizi var eyledün
Cânı sen virdün tene vü câna ten
Cân tene cândur u cânun cânı sen
Işk u devlet akl u dâniş cân gönül
İşigünde cümle boynı baglu kul
Cümle sendendür bizüm sermâyemüz
Zât içinde nakd u genc ü mâyemüz
Var ne hod biz bir avuç toprag-ıduk
Toprag olmadın ho küllî yog-ıduk
Cümle varlık bes senündür yâ Celîl
Evvel ü âhir sana sensin delîl
Ne ola bizde ne var lâyık sana
Gelmedi bir lâyık iş önden sona
Sana lâyık kanı akl anlayası
Yâ kulak kanı sözün dinleyesi
Kanı lâyık göz ki sini boylaya
Kanı arı dil ki zikrün eyleye
Kanı gönül kim kıla her dem niyâz
Kanı dostlık kanı kullık kanı nâz
Kanı tâ’at hazret’e arz itmege
Kanı kuvvet dogru yola gitmege
Kanı lâyık ten ki emrüni duta
Emr içinde ola her dem ol dü-tâ
Kanı nefs kim emrüne izzet kıla
Emr içinde kul ola kemter kula
Kanı ol cân kim sana lâyık-durur
Sini sevmeklik ana bayık-durur
Kanı ol ışk-ı hakîkî kim bizi
Ala ilte göstere görklü yüzi
Kamusı ol Hazret’e lâyık degül
Anda arza geçmegi bayık degül
(Yavuz, Kemal (2000). Âşık Paşa, Garib-nâme (Tıpkıbasım, Karşılaştırmalı Metin ve Aktarma). C. I/1. Ankara: TDK Yay. 27-31. (72-91. beyitler).)
Gazel
Âyet-i hüsnün görüp îmâna gelmişlerdenüz
Aç cemâlün mushafın Kur’ana gelmişlerdenüz
Dilberâ men’ etme gel bizden zekât-ı vaslını
Âsitân-ı devlete ihsâna gelmişlerdenüz
Şimdiden yanmış değül mihrün odına cân u dil
Nâr-ı ışka biz ezelden yana gelmişlerdenüz
Ey tabîb-i cân lebün dârüşşifâsından senün
Âşık-ı dil-hastayuz dermana gelmişlerdenüz
Âşık-ı bîçâreye ey şâh-ı âdil eyle dâd
Hâlimüz arz etmeğe dîvana gelmişlerdenüz
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 97.)
Gazel
Işk odı düşdi cânuma eritdüm ciger yağını
Kırdum hevesler kökini yandurdum oda yağını
Kazdum kahır kazmasıyla canda cefâ ocağını
Çaldum bu nefsüm boynına himmet eri bıçağını
Kudret tozı sürmesini çekdüm gözüm sebeline
Hikmet ünin işitmege açdum canum kulağını
Rahmet suyı ile yudum gönlüm yüzini arı hoş
İstiğfar u zârî-y-ile düzdüm îmân durağını
Her kim bana bin taş ura bin gül nisâr olsun ana
Ekdüm müddeî gözine alçaklığun toprağını
Kim ki söger ise bana karşu duâ kılam ana
Urmağa kasd idenlerün yatam öpem ayağını
Bana yanın bakanlarun sen devletin artur anun
Urdum yüregüm başına yudup nûş itmek dâğını
Işkun elinden Âşık’un iki bükildi kâmeti
Tevfîk işiginden ana sundum şükür dayağını
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 92.)
Gazel
Tanrı aşkından bu cümle âdemi
Yögrüşüben geşt iderler âlemi
Dağ aşup deryâ geçüp nister bular
Bu aceb rencün acep nedür emi
Ey niceler varlıgun satdı yoğa
Şâdi virüp satun aldılar gamı
Bulmadı bu derde dermân kimsene
Bilmedi nedür bu zahmun merhemi
Işk elinden niçeler hayrân olur
Işk elinden niçe baş oldı semi
Tutmadı âşıklarun gönli karâr
Gitmedi gözlerinün hergiz nemi
Tâcını vü tahtını terk eyledi
Sen işitmedin mi şâhum Edhem’i
Bular atlas-pûş iken geydi palâs
Ölmedin ön geçürürler mâtemi
Âşık anun ışkına dün gün yeler
Nitekim yürür deniz üzre gemi
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 91.)
Gazel
Işkun odı arturur her gice efgânum benüm
Tan budur kim derd olur her gice dermânum benüm
Niçe sırlar açılur âleme nûrlar saçılur
Bir nefes cûş eylese deryâ-yı ummânum benüm
Olalar iki cihânda mest ü hayrân olalar
Ger okınsa âleme bir safha dîvânum benüm
Fâş ola ilm-i ledünni niçe kanlar saçıla
Görinürse gözlere âlemde mihmânum benüm
Yine sensin gösteren hem sırrını örten dahı
Pes ne sırdur bu arada ad u hem sanum benüm
Işk odına yana gör Âşık dime çûn u çerâ
Çün oda yandurmağ ister seni Sübhânum benüm
(Köksal, M. Fatih (2013). “Âşık Paşa’nın Şiirleri ve Bilinmeyen İki Gazeli”. Burhan Paçacıoğlu Armağanı. Ed.: E. Eminoğlu, H. Yekbaş. Sivas: Es-form Ofset. 46-47.)
Semâ’ Risâlesi’nden
İmdi bu hikmetleri kim âleme nakş eyledi ve Âdemîye bahş eyledi. Göz virdi bize anı görmek-içün. Kulak virdi işitmek-içün. Dil virdi söylemek-içün. El virdi dutmag-ıçun. Ayak virdi yürümek-içün. Gönül virdi bilmek-içün. Aklı virdi anlamak-ıçun. Cân virdi cünbiş-içün. Ten virdi hareket içün. Ömür virdi dirlik-içün. Ve lîkin ol ömri bir yıl içinde kodı. Eger kişinün yaşı bin olsa yılı birdür. Kamusı ol bir yıl içinde geçer. Bin kez gelse hemân yine ol bir durur. Ve lîkinol bir yıla dört fasl virdi: Üç ay yaz, üç ay yay, üç ay güz, üç ay kış. Ol on iki perde kim on iki aydur. Bu dört fasla havâle kıldı kim yaz u yay u güz [ü] kışdur. Bu dört faslı ol dört oyına bırakdı kim çarh u raks u mu’allak u pertâvdur. Görsene üç ay yaz geçer, çarh içinde. Nitekim eydür şi’r:
Yaz oldı yine yir yüzi yaşıl tona geldi
Kış geçdi şükür saglıg-ıla yıl döne geldi
Kış kahrı-y-ıla kalmış-ıdı kamu halâyık
Uş halk üzere lutfı Çalap’un yine geldi
Ya’nî kim yıl çevrindi; hâl döndi, ölmiş yirler dirildi, kurımış agaçlar yeşerdi, aruk olmış gevdelerde et bitdi, sogılmış tamarlara su döküldi. Kış yaza döndi; kahr lutfa degşürildi, sovuk issiye, ziyân assıya. Bu yıl çevrindügi, hâl döndigi çarh ‘alâmetidür. Pes üç ay yaz çarh içinde geçer. Yaz geçdi. Bu kez yay geldi. Yay güninde âlem halkı be-küllî raks içindedür, hareket eyler, raks urur.
(Köksal, M. Fatih, Ş. Kırlı (2013). “Âşık Paşa’nın Semâ Risâlesi: Risâle fî Beyâni’s-Semâ”. Türklük Bilimi Araştırmaları (33): 188-189.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 14.02.2021Eserlerinden Örnekler
Garîb-nâme’den
İy Hudâvendâ senün lutfun delim
Sensin âhir hem hakîm ü hem Alîm
Hem Habîr u hem Basîr u hem Şekûr
Hem Rahîm u hem Kerîm ü hem Gafûr
Cümle sensin âşikârâ vü nihân
Bî-zamân u bî-mekân u bî-nişân
Ne sana akl irebilür fikr ile
Ni seni dil eydebilür zikr ile
Pâdişâhsın sen bize biz kul senün
Yog-ıduk biz sen bizi var eyledün
Cânı sen virdün tene vü câna ten
Cân tene cândur u cânun cânı sen
Işk u devlet akl u dâniş cân gönül
İşigünde cümle boynı baglu kul
Cümle sendendür bizüm sermâyemüz
Zât içinde nakd u genc ü mâyemüz
Var ne hod biz bir avuç toprag-ıduk
Toprag olmadın ho küllî yog-ıduk
Cümle varlık bes senündür yâ Celîl
Evvel ü âhir sana sensin delîl
Ne ola bizde ne var lâyık sana
Gelmedi bir lâyık iş önden sona
Sana lâyık kanı akl anlayası
Yâ kulak kanı sözün dinleyesi
Kanı lâyık göz ki sini boylaya
Kanı arı dil ki zikrün eyleye
Kanı gönül kim kıla her dem niyâz
Kanı dostlık kanı kullık kanı nâz
Kanı tâ’at hazret’e arz itmege
Kanı kuvvet dogru yola gitmege
Kanı lâyık ten ki emrüni duta
Emr içinde ola her dem ol dü-tâ
Kanı nefs kim emrüne izzet kıla
Emr içinde kul ola kemter kula
Kanı ol cân kim sana lâyık-durur
Sini sevmeklik ana bayık-durur
Kanı ol ışk-ı hakîkî kim bizi
Ala ilte göstere görklü yüzi
Kamusı ol Hazret’e lâyık degül
Anda arza geçmegi bayık degül
(Yavuz, Kemal (2000). Âşık Paşa, Garib-nâme (Tıpkıbasım, Karşılaştırmalı Metin ve Aktarma). C. I/1. Ankara: TDK Yay. 27-31. (72-91. beyitler).)
Gazel
Âyet-i hüsnün görüp îmâna gelmişlerdenüz
Aç cemâlün mushafın Kur’ana gelmişlerdenüz
Dilberâ men’ etme gel bizden zekât-ı vaslını
Âsitân-ı devlete ihsâna gelmişlerdenüz
Şimdiden yanmış değül mihrün odına cân u dil
Nâr-ı ışka biz ezelden yana gelmişlerdenüz
Ey tabîb-i cân lebün dârüşşifâsından senün
Âşık-ı dil-hastayuz dermana gelmişlerdenüz
Âşık-ı bîçâreye ey şâh-ı âdil eyle dâd
Hâlimüz arz etmeğe dîvana gelmişlerdenüz
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 97.)
Gazel
Işk odı düşdi cânuma eritdüm ciger yağını
Kırdum hevesler kökini yandurdum oda yağını
Kazdum kahır kazmasıyla canda cefâ ocağını
Çaldum bu nefsüm boynına himmet eri bıçağını
Kudret tozı sürmesini çekdüm gözüm sebeline
Hikmet ünin işitmege açdum canum kulağını
Rahmet suyı ile yudum gönlüm yüzini arı hoş
İstiğfar u zârî-y-ile düzdüm îmân durağını
Her kim bana bin taş ura bin gül nisâr olsun ana
Ekdüm müddeî gözine alçaklığun toprağını
Kim ki söger ise bana karşu duâ kılam ana
Urmağa kasd idenlerün yatam öpem ayağını
Bana yanın bakanlarun sen devletin artur anun
Urdum yüregüm başına yudup nûş itmek dâğını
Işkun elinden Âşık’un iki bükildi kâmeti
Tevfîk işiginden ana sundum şükür dayağını
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 92.)
Gazel
Tanrı aşkından bu cümle âdemi
Yögrüşüben geşt iderler âlemi
Dağ aşup deryâ geçüp nister bular
Bu aceb rencün acep nedür emi
Ey niceler varlıgun satdı yoğa
Şâdi virüp satun aldılar gamı
Bulmadı bu derde dermân kimsene
Bilmedi nedür bu zahmun merhemi
Işk elinden niçeler hayrân olur
Işk elinden niçe baş oldı semi
Tutmadı âşıklarun gönli karâr
Gitmedi gözlerinün hergiz nemi
Tâcını vü tahtını terk eyledi
Sen işitmedin mi şâhum Edhem’i
Bular atlas-pûş iken geydi palâs
Ölmedin ön geçürürler mâtemi
Âşık anun ışkına dün gün yeler
Nitekim yürür deniz üzre gemi
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 91.)
Gazel
Işkun odı arturur her gice efgânum benüm
Tan budur kim derd olur her gice dermânum benüm
Niçe sırlar açılur âleme nûrlar saçılur
Bir nefes cûş eylese deryâ-yı ummânum benüm
Olalar iki cihânda mest ü hayrân olalar
Ger okınsa âleme bir safha dîvânum benüm
Fâş ola ilm-i ledünni niçe kanlar saçıla
Görinürse gözlere âlemde mihmânum benüm
Yine sensin gösteren hem sırrını örten dahı
Pes ne sırdur bu arada ad u hem sanum benüm
Işk odına yana gör Âşık dime çûn u çerâ
Çün oda yandurmağ ister seni Sübhânum benüm
(Köksal, M. Fatih (2013). “Âşık Paşa’nın Şiirleri ve Bilinmeyen İki Gazeli”. Burhan Paçacıoğlu Armağanı. Ed.: E. Eminoğlu, H. Yekbaş. Sivas: Es-form Ofset. 46-47.)
Semâ’ Risâlesi’nden
İmdi bu hikmetleri kim âleme nakş eyledi ve Âdemîye bahş eyledi. Göz virdi bize anı görmek-içün. Kulak virdi işitmek-içün. Dil virdi söylemek-içün. El virdi dutmag-ıçun. Ayak virdi yürümek-içün. Gönül virdi bilmek-içün. Aklı virdi anlamak-ıçun. Cân virdi cünbiş-içün. Ten virdi hareket içün. Ömür virdi dirlik-içün. Ve lîkin ol ömri bir yıl içinde kodı. Eger kişinün yaşı bin olsa yılı birdür. Kamusı ol bir yıl içinde geçer. Bin kez gelse hemân yine ol bir durur. Ve lîkinol bir yıla dört fasl virdi: Üç ay yaz, üç ay yay, üç ay güz, üç ay kış. Ol on iki perde kim on iki aydur. Bu dört fasla havâle kıldı kim yaz u yay u güz [ü] kışdur. Bu dört faslı ol dört oyına bırakdı kim çarh u raks u mu’allak u pertâvdur. Görsene üç ay yaz geçer, çarh içinde. Nitekim eydür şi’r:
Yaz oldı yine yir yüzi yaşıl tona geldi
Kış geçdi şükür saglıg-ıla yıl döne geldi
Kış kahrı-y-ıla kalmış-ıdı kamu halâyık
Uş halk üzere lutfı Çalap’un yine geldi
Ya’nî kim yıl çevrindi; hâl döndi, ölmiş yirler dirildi, kurımış agaçlar yeşerdi, aruk olmış gevdelerde et bitdi, sogılmış tamarlara su döküldi. Kış yaza döndi; kahr lutfa degşürildi, sovuk issiye, ziyân assıya. Bu yıl çevrindügi, hâl döndigi çarh ‘alâmetidür. Pes üç ay yaz çarh içinde geçer. Yaz geçdi. Bu kez yay geldi. Yay güninde âlem halkı be-küllî raks içindedür, hareket eyler, raks urur.
(Köksal, M. Fatih, Ş. Kırlı (2013). “Âşık Paşa’nın Semâ Risâlesi: Risâle fî Beyâni’s-Semâ”. Türklük Bilimi Araştırmaları (33): 188-189.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Garîb-nâme’den
İy Hudâvendâ senün lutfun delim
Sensin âhir hem hakîm ü hem Alîm
Hem Habîr u hem Basîr u hem Şekûr
Hem Rahîm u hem Kerîm ü hem Gafûr
Cümle sensin âşikârâ vü nihân
Bî-zamân u bî-mekân u bî-nişân
Ne sana akl irebilür fikr ile
Ni seni dil eydebilür zikr ile
Pâdişâhsın sen bize biz kul senün
Yog-ıduk biz sen bizi var eyledün
Cânı sen virdün tene vü câna ten
Cân tene cândur u cânun cânı sen
Işk u devlet akl u dâniş cân gönül
İşigünde cümle boynı baglu kul
Cümle sendendür bizüm sermâyemüz
Zât içinde nakd u genc ü mâyemüz
Var ne hod biz bir avuç toprag-ıduk
Toprag olmadın ho küllî yog-ıduk
Cümle varlık bes senündür yâ Celîl
Evvel ü âhir sana sensin delîl
Ne ola bizde ne var lâyık sana
Gelmedi bir lâyık iş önden sona
Sana lâyık kanı akl anlayası
Yâ kulak kanı sözün dinleyesi
Kanı lâyık göz ki sini boylaya
Kanı arı dil ki zikrün eyleye
Kanı gönül kim kıla her dem niyâz
Kanı dostlık kanı kullık kanı nâz
Kanı tâ’at hazret’e arz itmege
Kanı kuvvet dogru yola gitmege
Kanı lâyık ten ki emrüni duta
Emr içinde ola her dem ol dü-tâ
Kanı nefs kim emrüne izzet kıla
Emr içinde kul ola kemter kula
Kanı ol cân kim sana lâyık-durur
Sini sevmeklik ana bayık-durur
Kanı ol ışk-ı hakîkî kim bizi
Ala ilte göstere görklü yüzi
Kamusı ol Hazret’e lâyık degül
Anda arza geçmegi bayık degül
(Yavuz, Kemal (2000). Âşık Paşa, Garib-nâme (Tıpkıbasım, Karşılaştırmalı Metin ve Aktarma). C. I/1. Ankara: TDK Yay. 27-31. (72-91. beyitler).)
Gazel
Âyet-i hüsnün görüp îmâna gelmişlerdenüz
Aç cemâlün mushafın Kur’ana gelmişlerdenüz
Dilberâ men’ etme gel bizden zekât-ı vaslını
Âsitân-ı devlete ihsâna gelmişlerdenüz
Şimdiden yanmış değül mihrün odına cân u dil
Nâr-ı ışka biz ezelden yana gelmişlerdenüz
Ey tabîb-i cân lebün dârüşşifâsından senün
Âşık-ı dil-hastayuz dermana gelmişlerdenüz
Âşık-ı bîçâreye ey şâh-ı âdil eyle dâd
Hâlimüz arz etmeğe dîvana gelmişlerdenüz
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 97.)
Gazel
Işk odı düşdi cânuma eritdüm ciger yağını
Kırdum hevesler kökini yandurdum oda yağını
Kazdum kahır kazmasıyla canda cefâ ocağını
Çaldum bu nefsüm boynına himmet eri bıçağını
Kudret tozı sürmesini çekdüm gözüm sebeline
Hikmet ünin işitmege açdum canum kulağını
Rahmet suyı ile yudum gönlüm yüzini arı hoş
İstiğfar u zârî-y-ile düzdüm îmân durağını
Her kim bana bin taş ura bin gül nisâr olsun ana
Ekdüm müddeî gözine alçaklığun toprağını
Kim ki söger ise bana karşu duâ kılam ana
Urmağa kasd idenlerün yatam öpem ayağını
Bana yanın bakanlarun sen devletin artur anun
Urdum yüregüm başına yudup nûş itmek dâğını
Işkun elinden Âşık’un iki bükildi kâmeti
Tevfîk işiginden ana sundum şükür dayağını
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 92.)
Gazel
Tanrı aşkından bu cümle âdemi
Yögrüşüben geşt iderler âlemi
Dağ aşup deryâ geçüp nister bular
Bu aceb rencün acep nedür emi
Ey niceler varlıgun satdı yoğa
Şâdi virüp satun aldılar gamı
Bulmadı bu derde dermân kimsene
Bilmedi nedür bu zahmun merhemi
Işk elinden niçeler hayrân olur
Işk elinden niçe baş oldı semi
Tutmadı âşıklarun gönli karâr
Gitmedi gözlerinün hergiz nemi
Tâcını vü tahtını terk eyledi
Sen işitmedin mi şâhum Edhem’i
Bular atlas-pûş iken geydi palâs
Ölmedin ön geçürürler mâtemi
Âşık anun ışkına dün gün yeler
Nitekim yürür deniz üzre gemi
(Gölpınarlı, Abdülbâki (1936). “Aşık Paşa’nın Şiirleri”. Türkiyat Mecmuası V (1935): 91.)
Gazel
Işkun odı arturur her gice efgânum benüm
Tan budur kim derd olur her gice dermânum benüm
Niçe sırlar açılur âleme nûrlar saçılur
Bir nefes cûş eylese deryâ-yı ummânum benüm
Olalar iki cihânda mest ü hayrân olalar
Ger okınsa âleme bir safha dîvânum benüm
Fâş ola ilm-i ledünni niçe kanlar saçıla
Görinürse gözlere âlemde mihmânum benüm
Yine sensin gösteren hem sırrını örten dahı
Pes ne sırdur bu arada ad u hem sanum benüm
Işk odına yana gör Âşık dime çûn u çerâ
Çün oda yandurmağ ister seni Sübhânum benüm
(Köksal, M. Fatih (2013). “Âşık Paşa’nın Şiirleri ve Bilinmeyen İki Gazeli”. Burhan Paçacıoğlu Armağanı. Ed.: E. Eminoğlu, H. Yekbaş. Sivas: Es-form Ofset. 46-47.)
Semâ’ Risâlesi’nden
İmdi bu hikmetleri kim âleme nakş eyledi ve Âdemîye bahş eyledi. Göz virdi bize anı görmek-içün. Kulak virdi işitmek-içün. Dil virdi söylemek-içün. El virdi dutmag-ıçun. Ayak virdi yürümek-içün. Gönül virdi bilmek-içün. Aklı virdi anlamak-ıçun. Cân virdi cünbiş-içün. Ten virdi hareket içün. Ömür virdi dirlik-içün. Ve lîkin ol ömri bir yıl içinde kodı. Eger kişinün yaşı bin olsa yılı birdür. Kamusı ol bir yıl içinde geçer. Bin kez gelse hemân yine ol bir durur. Ve lîkinol bir yıla dört fasl virdi: Üç ay yaz, üç ay yay, üç ay güz, üç ay kış. Ol on iki perde kim on iki aydur. Bu dört fasla havâle kıldı kim yaz u yay u güz [ü] kışdur. Bu dört faslı ol dört oyına bırakdı kim çarh u raks u mu’allak u pertâvdur. Görsene üç ay yaz geçer, çarh içinde. Nitekim eydür şi’r:
Yaz oldı yine yir yüzi yaşıl tona geldi
Kış geçdi şükür saglıg-ıla yıl döne geldi
Kış kahrı-y-ıla kalmış-ıdı kamu halâyık
Uş halk üzere lutfı Çalap’un yine geldi
Ya’nî kim yıl çevrindi; hâl döndi, ölmiş yirler dirildi, kurımış agaçlar yeşerdi, aruk olmış gevdelerde et bitdi, sogılmış tamarlara su döküldi. Kış yaza döndi; kahr lutfa degşürildi, sovuk issiye, ziyân assıya. Bu yıl çevrindügi, hâl döndigi çarh ‘alâmetidür. Pes üç ay yaz çarh içinde geçer. Yaz geçdi. Bu kez yay geldi. Yay güninde âlem halkı be-küllî raks içindedür, hareket eyler, raks urur.
(Köksal, M. Fatih, Ş. Kırlı (2013). “Âşık Paşa’nın Semâ Risâlesi: Risâle fî Beyâni’s-Semâ”. Türklük Bilimi Araştırmaları (33): 188-189.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | ELVÂN ÇELEBİ | d. ? - ö. 1358-59’dan sonra | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | Kemal Ateş | d. 1947 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | ZEYNEP DEMİR | d. 1914 - ö. 1978 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | ELVÂN ÇELEBİ | d. ? - ö. 1358-59’dan sonra | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | Kemal Ateş | d. 1947 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | ZEYNEP DEMİR | d. 1914 - ö. 1978 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | ELVÂN ÇELEBİ | d. ? - ö. 1358-59’dan sonra | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | Kemal Ateş | d. 1947 - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | ZEYNEP DEMİR | d. 1914 - ö. 1978 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | ELVÂN ÇELEBİ | d. ? - ö. 1358-59’dan sonra | Meslek | Görüntüle |
11 | Kemal Ateş | d. 1947 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | ZEYNEP DEMİR | d. 1914 - ö. 1978 | Meslek | Görüntüle |
13 | ELVÂN ÇELEBİ | d. ? - ö. 1358-59’dan sonra | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | Kemal Ateş | d. 1947 - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | ZEYNEP DEMİR | d. 1914 - ö. 1978 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | ELVÂN ÇELEBİ | d. ? - ö. 1358-59’dan sonra | Madde Adı | Görüntüle |
17 | Kemal Ateş | d. 1947 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
18 | ZEYNEP DEMİR | d. 1914 - ö. 1978 | Madde Adı | Görüntüle |