Madde Detay
SELÂMÎ, Mustafa
(d. ?/? - ö. 1228/1813)
tekke şairi
(Tekke / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Asıl ismi Mustafa/Mustafa Selâmî’dir. İzmir’de doğmuştur. Son dönem Osmanlı şairlerinden ve Nakşî meşâyihinin âşıklarından ve büyüklerindendir. Nisbesi Şeyh Seyyid Mustafâ Selâmî en-Nakşbendi’dir. Babası Nakşiyyeʹden (bir diğer rivayete göre Kadiriyyeʹden) 1786 yılında İzmirʹde bir tekke yaptırıp burada irşad hizmetiyle uğraşmış Şeyh İsmâîl Şerhî Efendiʹdir (Yılmaz ve Akkuş 2011: 299). İlk eğitimini babasından almıştır. Daha sonra tasavvufi bilgisini genişletmek için Buharaʹya gitmiş, Nakşiyye-i Kasaniyyeʹden hilafet alarak İstanbulʹa gelmiştir. Burada ilim ve irfan talipleriyle uğraşırken şöhreti etrafa yayılmış ve devlet adamlarının ilgisini çekmiştir. Sadaret Kethûdası Arabacızâde İbrahim Nesîm Efendi (ö.1807) tarafından 1798 yılında Eyüp Sultân’da Baba Haydar Mahallesiʹnde adına bir dergâh yaptırılmış ve meşihatı kendilerine verilmiştir (Tanman 2009: 350). Şairin divanındaki tarih manzumelerinden Hatice adında bir kızı ve Mehmed Bahâüddin isminde de bir oğlunun olduğunu öğrenmekteyiz. Mustafa Selâmî Efendi H. 1228/M. 1813 senesinde vefat etmiş ve irşadla görevli olduğu Eyüp Sultânʹda Baba Haydar Mahallesiʹndeki dergâh-ı şerifin tevhîd-hânesine defnedilmiştir. Dergâhlarının kapısında, ʺVaʹllahu yedʹû ilâ dâriʹs-selâmʺ (Allah, Cennet yurduna çağırır. Yûnus Sûresi/25.) ayeti yazılıdır. Dergâh, daha sonraları yeniden onarılmıştır. Görünümü ve konumu fevkalade güzel, odaları ve avlusu geniş, tevhîd-hânesi yüksektir. Mustafa Selâmî Efendiʹnin kabri alt katta bulunmaktadır.
Şiirlerinde Selâmî mahlasını kullanan Mustafa Selâmî Efendi’nin bilinen üç eseri vardır:
1. Dîvân: Mustafa Selâmî Efendiʹnin divanı, müretteb divanlardan farklı şekilde düzenlenmiştir. Şairin Allah'a yalvarışlarını anlattığı münacaat; Hz. Peygamber’e duyduğu muhabbet, saygı ve övgülerini dile getirdiği na‘tlar, hilye ve mi‘râciye; hulefâ-yı Râşidîn ve On İki İmam’a olan sevgi ve bağlılığından bahsettiği medhiyelerden sonra Molla Câmî, Sezâî Efendi, Derviş Hayretî Dede, Şemsî-i Sivâsî, Derviş Safder ve Şakir Ahmed Paşa'nın şiirlerine yazdığı tahmisler gelmektedir. Daha sonra Nedîmâne üslupla XVIII. asır şairi Hoca Neş'et'e yazdığı "nazire"nin de yer aldığı "murabbaât" bölümü bulunmaktadır. Bunların ardından Farsça bir mesnevi; bina, dergâh, çeşme, kasır, cami yapım ve tamiratları; ölümler; padişahların cülusları ve şehzade doğumları gibi çeşitli sebeplerle yazılmış "tarih"lerden sonra "gazel"ler gelmektedir. Bunları kıt‘a ve rubailer takip eder. Farsça yazılan şiirlerin çokluğu da dikkat çekicidir. Naʹtlarından bazıları bestelenmiştir. Çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları bulunan divan, Osmanlı Türkçesi ile basılmıştır. (Dîvân-ı Selâmî, Şeyh Yahya Efendi Matbaası, İstanbul 1283/1870, 212 s.) Ayrıca divan üzerinde Ayşe Kaya, Serpil Kayya Cihangir ve Hatice Gülpınar tarafından üç farklı yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.
2. Mevlid-i Şerîf: Eserin varlığından ilk bahsedenler Bursalı Mehmed Tâhir ve Hüseyin Vassâf’tır (B. Tâhir 1333: 144; Yılmaz ve Akkuş 2011: 299). Ayrıca mevlid literatürü hakkında kaleme alınmış kitaplarda da şairin mevlidi olduğu bilgisi verilerek eserin, Süleymaniye Ktp. Es‘ad Efendi 444 numarada kayıtlı olduğu bildirilir (Köksal 2011: 68). Ancak İzmirli Mustafa Selâmî Efendi’yle aynı adı ve mahlası taşıyan İznikli Mustafa Selâmî’nin de mevlidi vardır ve bu eserin de Süleymaniye Ktp. Es‘ad Efendi 444 numarada kayıtlı olduğu bildirilir (Köksal 2011: 64). Söz konusu mevlidin dil ve üslup hususiyetleri dikkate alındığında İzmirli Mustafa Selâmî Efendi’ye ait olmadığı görülmektedir. Kütüphane kayıtlarında ve kataloglarla yapılan taramalarda söz konusu esere rastlanmamıştır. Şairin divanında yer alan ve her nüshada farklılık göstermekle birlikte ortalama 85 beyit olan “Hilye-i Pâk-i Hazret-i Şâh-ı Mesned-i Levlâk Salavatuʹllahi Aleyhi Bi-ʹaded-i Nücûmiʹl-Eflâk” şeklinde başlığa sahip hilye-i şerîfi veya “Mi‘râciyye-i Hazret-i Server-i Kâ’inât Aleyhi Efdalü’s-Salavât Ve Ezki’t-Tahiyyât” ser-levhaya sahip 154 beyitlik mi‘râciyesi mevlid olarak değerlendirilmiş olabilir.
3. Şerh-i Âşık Yûnus: Yûnus Emre’nin Ben dervîşim diyene/ Bir ün idesüm gelür/ Tanıyuban şimdiden/ Varup yitesüm gelür dizeleriyle başlayan şiirine yazılmış bir şerhtir. Tasavvufi nitelikteki bu şerh, Mustafa Selâmî Efendi’nin yegâne mensur eseridir. Yazar, Yûnus’un söz konusu şiirini ayet ve hadis-i şeriflerin yanı sıra kelâm-ı kibârlar ve Mesnevî-i Şerîf’ten iktibas edilen beyitler vasıtasıyla ayrıntılı şekilde şerh etmeye çalışmıştır. Şiirlerindeki sade dil ve akıcı anlatım, bu eserde yerini kısmen ağdalı bir dile, pek çok Arapça ve Farsça ibareye bırakmıştır. Tek nüshası Manisa İl Halk Kütüphanesi’nde bulunan eser, Mustafa Tatcı, İbrahim Özay ve İsrafil Babacan tarafından yayımlanmıştır.
Mustafa Selâmî Efendi iyi bir edip, şair ve bestekârdır. Şiirlerinin tamamına yakını dinî muhtevalıdır. Bağlı bulunduğu tarikatın usul ve esaslarına şiirlerinde yer vermeye çalışmıştır. Ayrıca diğer mutasavvıf şairler gibi şiirlerinde ilahî aşkı sade ve coşkulu bir dille terennüm etmiştir. Özellikle na‘tları ve ilahilerinde samimi bir ifadeye ve akıcı bir anlatıma sahiptir. Ladinî şiirlerinde de lirizm ön plandadır.
Kaynakça
Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. C. 5. 1486.
Bursalı Mehmed Tâhir (1333). Osmanlı Müellifleri. C. I. İstanbul: Matbaa-i Âmire.
Cihangir, Serpil Kayya (hzl.) (2001). Selâmî Divanı’nın Transkripsiyonlu Metni. Yüksek Lisans Tezi. Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Dîvân-ı Selâmî (1283). İstanbul: Şeyh Yahya Efendi Matbaası.
Gülpınar, Hatice (hzl.) (2004). Dîvân-ı Selâmî. Yüksek Lisans Tezi. Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-219117/h/metin.pdf [erişim tarihi: 30.01.2014].
İpekten, Haluk vd. (1988). Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
Kaya, Ayşe (hzl.) (1999). Divan-ı Selâmî. Yüksek Lisans Tezi. Malatya: İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Komisyon (1990).“Selâmî Mustafa Efendi”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 7. İstanbul: Dergâh Yay. 493.
Köksal, M. Fatih (2011). Mevlid-nâme. Ankara: TDV Yay.
Kurnaz, Cemal, M. Tatcı (hzl.) (2001). Mehmed Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî, C. II. Ankara: Bizim Büro Yay.
Selâmî Mustafa (1283). Dîvân-ı Selâmî, İstanbul: Şeyh Yahya Efendi Matbaası.
Selâmî Mustafa. Mevlid-i Şerîf. Süleymaniye Ktp. Es‘ad Efendi 444.
Şemseddin Sâmî (1306). Kᾱmûsü’l-A‘lâm. C. 4. İstanbul: Mihrân Matbaası.
Tanman, Baha (2009). "Selâmî Efendi Tekkesi". Diyanet İslam Ansiklopedisi. İstanbul. C. 36. 350-52.
Tatcı, Mustafa vd. (2008). “Şeyh Mustafa Selâmî Efendi Şerh-i Âşık Yûnus”. Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 9. 22: 161-200.
Yılmaz, Ali, M. Akkuş (2011). Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ. C. 2. İstanbul: Kitabevi Yay.
Yücer, Hür Mahmut (2003). Osmanlı Toplumunda Tasavvuf: 19. Yüzyıl. İstanbul: İnsan Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: ARAŞ. GÖR. RAMAZAN EKİNCİYayın Tarihi: 18.02.2014Güncelleme Tarihi: 11.12.2020Eserlerinden Örnekler
Müseddes Na't-ı Şerîf
Bir muazzam pâdişâhsın ki kulundur cümle şâh
Kurb-ı ev ednâ’da vaz‘ oldı seninçün taht-gâh
Nüh-felek heft-zemîn ancak sana bir bârgâh
Emrine mahkûmdur âlem her sözün vahy-i ilâh
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Olalı ruhsûde pây-ı pâkine arş-ı berîn
Aşkın ile dem-be-dem cevlân ider ey şâh-ı dîn
Ravza'n içün çağrışıp der her melek Yâ Mü’minîn
Hâzihî cennâtu Adnin fe’dhulûhâ hâlidîn
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Hâk-i Ravza’ndan güneş nûr eyler iken iktisâb
Gerd-i pâyin kuhl-i çeşm-i cân iderken mâh-tâb
Yâ aceb mi arşa fahr eylerse Ravza’nda türâb
Câna minnet idi na‘leynin de olsa âfitâb
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Kim ki nûr-ı mihr-i zâtın mazhar-ı âgâhıdır
Ahter-i İslâm içinde evc-i dînin mâhıdır
Kim gulâm oldı derinde kâinâtın şâhıdır
Mûrun olmak âsitânında Süleymân câhıdır
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Hangi hâke basa pây-ı devletin ol Tûr olur
Cânib-i Hak’dan tecelliyât ile pür-nûr olur
Her nazarda aynına vech-i Hudâ manzûr olur
Bu Selâmî hıdmet-i na‘tin ile mağfûr olur
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Yılmaz, Ali, M. Akkuş (2011). Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, C. 2. İstanbul: Kitabevi Yay. 299-300.
Nazîre-i Hâce Neş’et Revvaha’llâhu Rûhahu Murabba
Ey güzeller ser-firâzı dil-rübâ küsdüm sana
İşve vü nâzı tükenmez hoş-edâ küsdüm sana
Ben niyâz itdikce nârı eyledin hadden füzûn
Çâresiz ben dahi ey şîrîn-likâ küsdüm sana
Gösterip evvel vefâlar kendine meftûn iden
Zülfünün her bir telinde bin deli Mecnûn iden
Şad idüp a‘dâyı dâ’im âşıkın mahzûn iden
Dostunun kâtın içen çeşm-i elâ küsdüm sana
Tîr-i hicrin eyledi kaşın gibi kadem kemân
Ne recâ geçdi sana zâlim ne feryâd ü emân
Perde-i ihfâya çekdin kendini itdün nihân
Olmazam gayrı seninle âşinâ küsdüm sana
Eyledin âşıkına her günde bin gûne cefâ
Yandırıp hasretle cânım eyledin cismim hebâ
Taşlar alıp döğünürsem de eger subh u mesâ
İtmezem şimden girü hîç merhabâ küsdüm sana
Kande ol va‘d ü yeminler kande ol ahd-i emân
Tatlı cânında bulasın bana itdiğin hemân
el-Emân zâlim elinden hâlim oldı pek yaman
Bi’z-zarûr oldı dimek lâzım bana küsdüm sana
Bî-ter itdin cismimi seng-i sitemlerle harâb
Cânıma kâr itdi gayrı intizâr u ıztırâb
Ben de cânımdan usandım hâsılı şâfî cevâb
Sabr idemezsem dahi ey pür-cefâ küsdüm sana
Şimdi bildim ne imişsin ey gözi âhû seni
Yok yere virdim hevâya aşk ile cân u teni
Tîğ-ı hasretle helâk eyler isem de ben beni
Her ne olur ise olsun bâ‘dezâ küsdüm sana
Tûtî dillim söz ile uşşâka çekdirdin şeker
Yoğ imiş kalbinde lâkin merhametden hîç eser
Olmadı bu âna dek bâğ-ı ümîdimden semer
Ey mürüvvetsiz keremsiz bî-vefâ küsdüm sana
Cân u dilden sevdiğin yârin iken ben bir zamân
Şimdi gelmem hâtıra n’oldı sana ey nev-cüvân
Bana sihr itdi adûlar yâ nazar irdi hemân
Âteşe yakdın beni bâd-ı hevâ küsdüm sana
Çekmeye cevr ü cefânı tende tâkat kalmadı
Dîdelerde hâb-ı râhat sende şefkat kalmadı
Çün bilindi bu Selâmî’ye muhabbet kalmadı
Anın içün olmış iken mübtelâ küsdüm sana
Dîvân-ı Selâmî (1283). İstanbul: Şeyh Yahya Efendi Matbaası. 61-63.
Şerh-i Âşık Yûnus’un Mukaddimesinden Bir Bölüm
Ammâ baʹd-în:
Fakîruʹl-Hakîr eş-Şeyh es-Seyyid Mustafa Selâmî en-Nakşîbendî mevliden ve mevtınen fiʹl-İzmir -razakahullâhu Teâlâ bi-faydihiʹl-kesîr- ki sâlikân-ı râh-ı tarîkatin hem-râhı ve bu gürûhun rûy-ı siyâhı olup, âvân-ı sabâvetden hîn-i racûliyyete resîde olunca vakt ü zamânı hâb-ı gafletde güzerân edip ancak sermâye ve bidâʹası erbâb-ı tarîkatin üftâdesi ve ashâb-ı hakîkatin dildâdesi olup, ekser-i eyyâm, ehluʹllâh-ı izâmın dürc-i güher-bâr ve sandûka-i esrâr olan kütüb-i dîvân vesâir âsârlarını mütâlaa ile evkât-güzâr olup aleʹlhusûs, gül-i gülzâr-ı hakîkat, bülbül-i çemenistân-ı maʹrifet Âşık Yûnus Hazretleri ʹnin semere-i şecere-i velâyet ve âsâr-ı kerâmet olan vâridât-ı pür-nikâtlarını ve ekser, mestûr-ı nazar-ı avâm olan nutk-ı lüʹlü-yi pür-intizâmlarını şerh ve ayân eyleyen erbâb-ı irfânın eserlerine nazar birle derûn-ı dilde şuʹle-i nâr-ı muhabbet-fürûzan ve bu ebyât-ı pür-nikât-ı atiʹz-zikrin şerhine şevk u taleb nümâyân olmuşdur Hakkuʹl-insâf bu fakîr-i hâksâr u şermsârın bu bâzâr-ı hakîkatde nukûd-ı istiʹdâd ve kâbiliyyet ile bu kelimât-ı kerâmat-âyâtın şerhine harîdâr olmağa iktidârı yokdur. Lâkin, hezâr acz ü iftikâr ile dest-i bî-kesde rişte-i perîşangüftâr ve acûze-i Hazret-i Yûsuf-vâr zümre-i müşteriyândan taʹdâd olunmak ümniyesiyle Cenâb-ı Rabbüʹl-ibâd -cellet azametuhû- Hazretlerinden istimdâd edip, rûhâniyyet-i Hazret-i Yûnusʹdan isticlâb-ı himmet birle şerhe niyyet ve alâ kadriʹt-tâka veʹl-istitâʹa mübâşeret olundu.
Birinci beyt
Gâh deli gönlüm coşar bilmem n'idesüm gelür
Ben dervîşim diyene bir ün idesüm gelür
Bismillâh, teyemmünen bi-zikrihiʹl-kayyûm, ibtidâ sıfât-ı dervîşî maʹlûm ve alâmât-ı nîk-endîşî mefhûm olmak gerekdir ki, bu beyt-i dürer-bârda olan esrâr âşikâr ve sâlikân-ı hakîkate bedîdâr ola. Kelimetü dervîş, lügatde ve ıstılâh-ı erbâb-ı hakîkatde sıfat-ı fakr ile muttasıf olan mânend-i Edhem, ehl-i tecrîde ‘alem olup ve fakr dahi adem-i temlîk ile muʹarrafdır. Ve fakr dahi beyneʹs-sûfiyyûn iki nevʹe münhasır olup, bir nevʹine fakr-ı iztırârî ve bir nevʹine fakr-ı ihtiyârî derler. Ve fakr-ı iztırârî adem-i kudret ve istıtâʹatdan kinâyetdir ki, sâlike alâ-tarîkiʹl-mevhibet bir sermâye-i devlet ü niʹmet-i bî-nihâyetdir. Zîrâ, ekser-i tabâyiʹ, gınâ ve ikbâl-i dünyâ vâsıtasıyla ehli tuğyân ve mürtekib-i isyân olup, ʺinneʹl-insâne le-yatgâ en raêhusteğnâʺ (İnsan azgınlık eder, kendini (sahip olduğu mal ile Allahʹtan) müstağni görmekle.) (Alak, 6, 7) mazmûnuyla itâʹat u izân ve hizmet-i fermân-ı Hazret-i Yezdânʹdan bîrûn olurlar.
Tatcı, Mustafa vd. (2008). “Şeyh Mustafa Selâmî Efendi Şerh-i Âşık Yûnus”. Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi. Yıl: 9. 22: 170-71.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 18.02.2014Güncelleme Tarihi: 11.12.2020Eserlerinden Örnekler
Müseddes Na't-ı Şerîf
Bir muazzam pâdişâhsın ki kulundur cümle şâh
Kurb-ı ev ednâ’da vaz‘ oldı seninçün taht-gâh
Nüh-felek heft-zemîn ancak sana bir bârgâh
Emrine mahkûmdur âlem her sözün vahy-i ilâh
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Olalı ruhsûde pây-ı pâkine arş-ı berîn
Aşkın ile dem-be-dem cevlân ider ey şâh-ı dîn
Ravza'n içün çağrışıp der her melek Yâ Mü’minîn
Hâzihî cennâtu Adnin fe’dhulûhâ hâlidîn
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Hâk-i Ravza’ndan güneş nûr eyler iken iktisâb
Gerd-i pâyin kuhl-i çeşm-i cân iderken mâh-tâb
Yâ aceb mi arşa fahr eylerse Ravza’nda türâb
Câna minnet idi na‘leynin de olsa âfitâb
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Kim ki nûr-ı mihr-i zâtın mazhar-ı âgâhıdır
Ahter-i İslâm içinde evc-i dînin mâhıdır
Kim gulâm oldı derinde kâinâtın şâhıdır
Mûrun olmak âsitânında Süleymân câhıdır
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Hangi hâke basa pây-ı devletin ol Tûr olur
Cânib-i Hak’dan tecelliyât ile pür-nûr olur
Her nazarda aynına vech-i Hudâ manzûr olur
Bu Selâmî hıdmet-i na‘tin ile mağfûr olur
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Yılmaz, Ali, M. Akkuş (2011). Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, C. 2. İstanbul: Kitabevi Yay. 299-300.
Nazîre-i Hâce Neş’et Revvaha’llâhu Rûhahu Murabba
Ey güzeller ser-firâzı dil-rübâ küsdüm sana
İşve vü nâzı tükenmez hoş-edâ küsdüm sana
Ben niyâz itdikce nârı eyledin hadden füzûn
Çâresiz ben dahi ey şîrîn-likâ küsdüm sana
Gösterip evvel vefâlar kendine meftûn iden
Zülfünün her bir telinde bin deli Mecnûn iden
Şad idüp a‘dâyı dâ’im âşıkın mahzûn iden
Dostunun kâtın içen çeşm-i elâ küsdüm sana
Tîr-i hicrin eyledi kaşın gibi kadem kemân
Ne recâ geçdi sana zâlim ne feryâd ü emân
Perde-i ihfâya çekdin kendini itdün nihân
Olmazam gayrı seninle âşinâ küsdüm sana
Eyledin âşıkına her günde bin gûne cefâ
Yandırıp hasretle cânım eyledin cismim hebâ
Taşlar alıp döğünürsem de eger subh u mesâ
İtmezem şimden girü hîç merhabâ küsdüm sana
Kande ol va‘d ü yeminler kande ol ahd-i emân
Tatlı cânında bulasın bana itdiğin hemân
el-Emân zâlim elinden hâlim oldı pek yaman
Bi’z-zarûr oldı dimek lâzım bana küsdüm sana
Bî-ter itdin cismimi seng-i sitemlerle harâb
Cânıma kâr itdi gayrı intizâr u ıztırâb
Ben de cânımdan usandım hâsılı şâfî cevâb
Sabr idemezsem dahi ey pür-cefâ küsdüm sana
Şimdi bildim ne imişsin ey gözi âhû seni
Yok yere virdim hevâya aşk ile cân u teni
Tîğ-ı hasretle helâk eyler isem de ben beni
Her ne olur ise olsun bâ‘dezâ küsdüm sana
Tûtî dillim söz ile uşşâka çekdirdin şeker
Yoğ imiş kalbinde lâkin merhametden hîç eser
Olmadı bu âna dek bâğ-ı ümîdimden semer
Ey mürüvvetsiz keremsiz bî-vefâ küsdüm sana
Cân u dilden sevdiğin yârin iken ben bir zamân
Şimdi gelmem hâtıra n’oldı sana ey nev-cüvân
Bana sihr itdi adûlar yâ nazar irdi hemân
Âteşe yakdın beni bâd-ı hevâ küsdüm sana
Çekmeye cevr ü cefânı tende tâkat kalmadı
Dîdelerde hâb-ı râhat sende şefkat kalmadı
Çün bilindi bu Selâmî’ye muhabbet kalmadı
Anın içün olmış iken mübtelâ küsdüm sana
Dîvân-ı Selâmî (1283). İstanbul: Şeyh Yahya Efendi Matbaası. 61-63.
Şerh-i Âşık Yûnus’un Mukaddimesinden Bir Bölüm
Ammâ baʹd-în:
Fakîruʹl-Hakîr eş-Şeyh es-Seyyid Mustafa Selâmî en-Nakşîbendî mevliden ve mevtınen fiʹl-İzmir -razakahullâhu Teâlâ bi-faydihiʹl-kesîr- ki sâlikân-ı râh-ı tarîkatin hem-râhı ve bu gürûhun rûy-ı siyâhı olup, âvân-ı sabâvetden hîn-i racûliyyete resîde olunca vakt ü zamânı hâb-ı gafletde güzerân edip ancak sermâye ve bidâʹası erbâb-ı tarîkatin üftâdesi ve ashâb-ı hakîkatin dildâdesi olup, ekser-i eyyâm, ehluʹllâh-ı izâmın dürc-i güher-bâr ve sandûka-i esrâr olan kütüb-i dîvân vesâir âsârlarını mütâlaa ile evkât-güzâr olup aleʹlhusûs, gül-i gülzâr-ı hakîkat, bülbül-i çemenistân-ı maʹrifet Âşık Yûnus Hazretleri ʹnin semere-i şecere-i velâyet ve âsâr-ı kerâmet olan vâridât-ı pür-nikâtlarını ve ekser, mestûr-ı nazar-ı avâm olan nutk-ı lüʹlü-yi pür-intizâmlarını şerh ve ayân eyleyen erbâb-ı irfânın eserlerine nazar birle derûn-ı dilde şuʹle-i nâr-ı muhabbet-fürûzan ve bu ebyât-ı pür-nikât-ı atiʹz-zikrin şerhine şevk u taleb nümâyân olmuşdur Hakkuʹl-insâf bu fakîr-i hâksâr u şermsârın bu bâzâr-ı hakîkatde nukûd-ı istiʹdâd ve kâbiliyyet ile bu kelimât-ı kerâmat-âyâtın şerhine harîdâr olmağa iktidârı yokdur. Lâkin, hezâr acz ü iftikâr ile dest-i bî-kesde rişte-i perîşangüftâr ve acûze-i Hazret-i Yûsuf-vâr zümre-i müşteriyândan taʹdâd olunmak ümniyesiyle Cenâb-ı Rabbüʹl-ibâd -cellet azametuhû- Hazretlerinden istimdâd edip, rûhâniyyet-i Hazret-i Yûnusʹdan isticlâb-ı himmet birle şerhe niyyet ve alâ kadriʹt-tâka veʹl-istitâʹa mübâşeret olundu.
Birinci beyt
Gâh deli gönlüm coşar bilmem n'idesüm gelür
Ben dervîşim diyene bir ün idesüm gelür
Bismillâh, teyemmünen bi-zikrihiʹl-kayyûm, ibtidâ sıfât-ı dervîşî maʹlûm ve alâmât-ı nîk-endîşî mefhûm olmak gerekdir ki, bu beyt-i dürer-bârda olan esrâr âşikâr ve sâlikân-ı hakîkate bedîdâr ola. Kelimetü dervîş, lügatde ve ıstılâh-ı erbâb-ı hakîkatde sıfat-ı fakr ile muttasıf olan mânend-i Edhem, ehl-i tecrîde ‘alem olup ve fakr dahi adem-i temlîk ile muʹarrafdır. Ve fakr dahi beyneʹs-sûfiyyûn iki nevʹe münhasır olup, bir nevʹine fakr-ı iztırârî ve bir nevʹine fakr-ı ihtiyârî derler. Ve fakr-ı iztırârî adem-i kudret ve istıtâʹatdan kinâyetdir ki, sâlike alâ-tarîkiʹl-mevhibet bir sermâye-i devlet ü niʹmet-i bî-nihâyetdir. Zîrâ, ekser-i tabâyiʹ, gınâ ve ikbâl-i dünyâ vâsıtasıyla ehli tuğyân ve mürtekib-i isyân olup, ʺinneʹl-insâne le-yatgâ en raêhusteğnâʺ (İnsan azgınlık eder, kendini (sahip olduğu mal ile Allahʹtan) müstağni görmekle.) (Alak, 6, 7) mazmûnuyla itâʹat u izân ve hizmet-i fermân-ı Hazret-i Yezdânʹdan bîrûn olurlar.
Tatcı, Mustafa vd. (2008). “Şeyh Mustafa Selâmî Efendi Şerh-i Âşık Yûnus”. Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi. Yıl: 9. 22: 170-71.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 11.12.2020Eserlerinden Örnekler
Müseddes Na't-ı Şerîf
Bir muazzam pâdişâhsın ki kulundur cümle şâh
Kurb-ı ev ednâ’da vaz‘ oldı seninçün taht-gâh
Nüh-felek heft-zemîn ancak sana bir bârgâh
Emrine mahkûmdur âlem her sözün vahy-i ilâh
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Olalı ruhsûde pây-ı pâkine arş-ı berîn
Aşkın ile dem-be-dem cevlân ider ey şâh-ı dîn
Ravza'n içün çağrışıp der her melek Yâ Mü’minîn
Hâzihî cennâtu Adnin fe’dhulûhâ hâlidîn
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Hâk-i Ravza’ndan güneş nûr eyler iken iktisâb
Gerd-i pâyin kuhl-i çeşm-i cân iderken mâh-tâb
Yâ aceb mi arşa fahr eylerse Ravza’nda türâb
Câna minnet idi na‘leynin de olsa âfitâb
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Kim ki nûr-ı mihr-i zâtın mazhar-ı âgâhıdır
Ahter-i İslâm içinde evc-i dînin mâhıdır
Kim gulâm oldı derinde kâinâtın şâhıdır
Mûrun olmak âsitânında Süleymân câhıdır
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Hangi hâke basa pây-ı devletin ol Tûr olur
Cânib-i Hak’dan tecelliyât ile pür-nûr olur
Her nazarda aynına vech-i Hudâ manzûr olur
Bu Selâmî hıdmet-i na‘tin ile mağfûr olur
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Yılmaz, Ali, M. Akkuş (2011). Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, C. 2. İstanbul: Kitabevi Yay. 299-300.
Nazîre-i Hâce Neş’et Revvaha’llâhu Rûhahu Murabba
Ey güzeller ser-firâzı dil-rübâ küsdüm sana
İşve vü nâzı tükenmez hoş-edâ küsdüm sana
Ben niyâz itdikce nârı eyledin hadden füzûn
Çâresiz ben dahi ey şîrîn-likâ küsdüm sana
Gösterip evvel vefâlar kendine meftûn iden
Zülfünün her bir telinde bin deli Mecnûn iden
Şad idüp a‘dâyı dâ’im âşıkın mahzûn iden
Dostunun kâtın içen çeşm-i elâ küsdüm sana
Tîr-i hicrin eyledi kaşın gibi kadem kemân
Ne recâ geçdi sana zâlim ne feryâd ü emân
Perde-i ihfâya çekdin kendini itdün nihân
Olmazam gayrı seninle âşinâ küsdüm sana
Eyledin âşıkına her günde bin gûne cefâ
Yandırıp hasretle cânım eyledin cismim hebâ
Taşlar alıp döğünürsem de eger subh u mesâ
İtmezem şimden girü hîç merhabâ küsdüm sana
Kande ol va‘d ü yeminler kande ol ahd-i emân
Tatlı cânında bulasın bana itdiğin hemân
el-Emân zâlim elinden hâlim oldı pek yaman
Bi’z-zarûr oldı dimek lâzım bana küsdüm sana
Bî-ter itdin cismimi seng-i sitemlerle harâb
Cânıma kâr itdi gayrı intizâr u ıztırâb
Ben de cânımdan usandım hâsılı şâfî cevâb
Sabr idemezsem dahi ey pür-cefâ küsdüm sana
Şimdi bildim ne imişsin ey gözi âhû seni
Yok yere virdim hevâya aşk ile cân u teni
Tîğ-ı hasretle helâk eyler isem de ben beni
Her ne olur ise olsun bâ‘dezâ küsdüm sana
Tûtî dillim söz ile uşşâka çekdirdin şeker
Yoğ imiş kalbinde lâkin merhametden hîç eser
Olmadı bu âna dek bâğ-ı ümîdimden semer
Ey mürüvvetsiz keremsiz bî-vefâ küsdüm sana
Cân u dilden sevdiğin yârin iken ben bir zamân
Şimdi gelmem hâtıra n’oldı sana ey nev-cüvân
Bana sihr itdi adûlar yâ nazar irdi hemân
Âteşe yakdın beni bâd-ı hevâ küsdüm sana
Çekmeye cevr ü cefânı tende tâkat kalmadı
Dîdelerde hâb-ı râhat sende şefkat kalmadı
Çün bilindi bu Selâmî’ye muhabbet kalmadı
Anın içün olmış iken mübtelâ küsdüm sana
Dîvân-ı Selâmî (1283). İstanbul: Şeyh Yahya Efendi Matbaası. 61-63.
Şerh-i Âşık Yûnus’un Mukaddimesinden Bir Bölüm
Ammâ baʹd-în:
Fakîruʹl-Hakîr eş-Şeyh es-Seyyid Mustafa Selâmî en-Nakşîbendî mevliden ve mevtınen fiʹl-İzmir -razakahullâhu Teâlâ bi-faydihiʹl-kesîr- ki sâlikân-ı râh-ı tarîkatin hem-râhı ve bu gürûhun rûy-ı siyâhı olup, âvân-ı sabâvetden hîn-i racûliyyete resîde olunca vakt ü zamânı hâb-ı gafletde güzerân edip ancak sermâye ve bidâʹası erbâb-ı tarîkatin üftâdesi ve ashâb-ı hakîkatin dildâdesi olup, ekser-i eyyâm, ehluʹllâh-ı izâmın dürc-i güher-bâr ve sandûka-i esrâr olan kütüb-i dîvân vesâir âsârlarını mütâlaa ile evkât-güzâr olup aleʹlhusûs, gül-i gülzâr-ı hakîkat, bülbül-i çemenistân-ı maʹrifet Âşık Yûnus Hazretleri ʹnin semere-i şecere-i velâyet ve âsâr-ı kerâmet olan vâridât-ı pür-nikâtlarını ve ekser, mestûr-ı nazar-ı avâm olan nutk-ı lüʹlü-yi pür-intizâmlarını şerh ve ayân eyleyen erbâb-ı irfânın eserlerine nazar birle derûn-ı dilde şuʹle-i nâr-ı muhabbet-fürûzan ve bu ebyât-ı pür-nikât-ı atiʹz-zikrin şerhine şevk u taleb nümâyân olmuşdur Hakkuʹl-insâf bu fakîr-i hâksâr u şermsârın bu bâzâr-ı hakîkatde nukûd-ı istiʹdâd ve kâbiliyyet ile bu kelimât-ı kerâmat-âyâtın şerhine harîdâr olmağa iktidârı yokdur. Lâkin, hezâr acz ü iftikâr ile dest-i bî-kesde rişte-i perîşangüftâr ve acûze-i Hazret-i Yûsuf-vâr zümre-i müşteriyândan taʹdâd olunmak ümniyesiyle Cenâb-ı Rabbüʹl-ibâd -cellet azametuhû- Hazretlerinden istimdâd edip, rûhâniyyet-i Hazret-i Yûnusʹdan isticlâb-ı himmet birle şerhe niyyet ve alâ kadriʹt-tâka veʹl-istitâʹa mübâşeret olundu.
Birinci beyt
Gâh deli gönlüm coşar bilmem n'idesüm gelür
Ben dervîşim diyene bir ün idesüm gelür
Bismillâh, teyemmünen bi-zikrihiʹl-kayyûm, ibtidâ sıfât-ı dervîşî maʹlûm ve alâmât-ı nîk-endîşî mefhûm olmak gerekdir ki, bu beyt-i dürer-bârda olan esrâr âşikâr ve sâlikân-ı hakîkate bedîdâr ola. Kelimetü dervîş, lügatde ve ıstılâh-ı erbâb-ı hakîkatde sıfat-ı fakr ile muttasıf olan mânend-i Edhem, ehl-i tecrîde ‘alem olup ve fakr dahi adem-i temlîk ile muʹarrafdır. Ve fakr dahi beyneʹs-sûfiyyûn iki nevʹe münhasır olup, bir nevʹine fakr-ı iztırârî ve bir nevʹine fakr-ı ihtiyârî derler. Ve fakr-ı iztırârî adem-i kudret ve istıtâʹatdan kinâyetdir ki, sâlike alâ-tarîkiʹl-mevhibet bir sermâye-i devlet ü niʹmet-i bî-nihâyetdir. Zîrâ, ekser-i tabâyiʹ, gınâ ve ikbâl-i dünyâ vâsıtasıyla ehli tuğyân ve mürtekib-i isyân olup, ʺinneʹl-insâne le-yatgâ en raêhusteğnâʺ (İnsan azgınlık eder, kendini (sahip olduğu mal ile Allahʹtan) müstağni görmekle.) (Alak, 6, 7) mazmûnuyla itâʹat u izân ve hizmet-i fermân-ı Hazret-i Yezdânʹdan bîrûn olurlar.
Tatcı, Mustafa vd. (2008). “Şeyh Mustafa Selâmî Efendi Şerh-i Âşık Yûnus”. Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi. Yıl: 9. 22: 170-71.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Müseddes Na't-ı Şerîf
Bir muazzam pâdişâhsın ki kulundur cümle şâh
Kurb-ı ev ednâ’da vaz‘ oldı seninçün taht-gâh
Nüh-felek heft-zemîn ancak sana bir bârgâh
Emrine mahkûmdur âlem her sözün vahy-i ilâh
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Olalı ruhsûde pây-ı pâkine arş-ı berîn
Aşkın ile dem-be-dem cevlân ider ey şâh-ı dîn
Ravza'n içün çağrışıp der her melek Yâ Mü’minîn
Hâzihî cennâtu Adnin fe’dhulûhâ hâlidîn
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Hâk-i Ravza’ndan güneş nûr eyler iken iktisâb
Gerd-i pâyin kuhl-i çeşm-i cân iderken mâh-tâb
Yâ aceb mi arşa fahr eylerse Ravza’nda türâb
Câna minnet idi na‘leynin de olsa âfitâb
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Kim ki nûr-ı mihr-i zâtın mazhar-ı âgâhıdır
Ahter-i İslâm içinde evc-i dînin mâhıdır
Kim gulâm oldı derinde kâinâtın şâhıdır
Mûrun olmak âsitânında Süleymân câhıdır
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Hangi hâke basa pây-ı devletin ol Tûr olur
Cânib-i Hak’dan tecelliyât ile pür-nûr olur
Her nazarda aynına vech-i Hudâ manzûr olur
Bu Selâmî hıdmet-i na‘tin ile mağfûr olur
es-Salâtü ve’s-Selâm ey Hâdi-i râh-ı Hudâ
Kuntu âsi yâ şefîa'l-muznibîn irham lenâ
Yılmaz, Ali, M. Akkuş (2011). Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, C. 2. İstanbul: Kitabevi Yay. 299-300.
Nazîre-i Hâce Neş’et Revvaha’llâhu Rûhahu Murabba
Ey güzeller ser-firâzı dil-rübâ küsdüm sana
İşve vü nâzı tükenmez hoş-edâ küsdüm sana
Ben niyâz itdikce nârı eyledin hadden füzûn
Çâresiz ben dahi ey şîrîn-likâ küsdüm sana
Gösterip evvel vefâlar kendine meftûn iden
Zülfünün her bir telinde bin deli Mecnûn iden
Şad idüp a‘dâyı dâ’im âşıkın mahzûn iden
Dostunun kâtın içen çeşm-i elâ küsdüm sana
Tîr-i hicrin eyledi kaşın gibi kadem kemân
Ne recâ geçdi sana zâlim ne feryâd ü emân
Perde-i ihfâya çekdin kendini itdün nihân
Olmazam gayrı seninle âşinâ küsdüm sana
Eyledin âşıkına her günde bin gûne cefâ
Yandırıp hasretle cânım eyledin cismim hebâ
Taşlar alıp döğünürsem de eger subh u mesâ
İtmezem şimden girü hîç merhabâ küsdüm sana
Kande ol va‘d ü yeminler kande ol ahd-i emân
Tatlı cânında bulasın bana itdiğin hemân
el-Emân zâlim elinden hâlim oldı pek yaman
Bi’z-zarûr oldı dimek lâzım bana küsdüm sana
Bî-ter itdin cismimi seng-i sitemlerle harâb
Cânıma kâr itdi gayrı intizâr u ıztırâb
Ben de cânımdan usandım hâsılı şâfî cevâb
Sabr idemezsem dahi ey pür-cefâ küsdüm sana
Şimdi bildim ne imişsin ey gözi âhû seni
Yok yere virdim hevâya aşk ile cân u teni
Tîğ-ı hasretle helâk eyler isem de ben beni
Her ne olur ise olsun bâ‘dezâ küsdüm sana
Tûtî dillim söz ile uşşâka çekdirdin şeker
Yoğ imiş kalbinde lâkin merhametden hîç eser
Olmadı bu âna dek bâğ-ı ümîdimden semer
Ey mürüvvetsiz keremsiz bî-vefâ küsdüm sana
Cân u dilden sevdiğin yârin iken ben bir zamân
Şimdi gelmem hâtıra n’oldı sana ey nev-cüvân
Bana sihr itdi adûlar yâ nazar irdi hemân
Âteşe yakdın beni bâd-ı hevâ küsdüm sana
Çekmeye cevr ü cefânı tende tâkat kalmadı
Dîdelerde hâb-ı râhat sende şefkat kalmadı
Çün bilindi bu Selâmî’ye muhabbet kalmadı
Anın içün olmış iken mübtelâ küsdüm sana
Dîvân-ı Selâmî (1283). İstanbul: Şeyh Yahya Efendi Matbaası. 61-63.
Şerh-i Âşık Yûnus’un Mukaddimesinden Bir Bölüm
Ammâ baʹd-în:
Fakîruʹl-Hakîr eş-Şeyh es-Seyyid Mustafa Selâmî en-Nakşîbendî mevliden ve mevtınen fiʹl-İzmir -razakahullâhu Teâlâ bi-faydihiʹl-kesîr- ki sâlikân-ı râh-ı tarîkatin hem-râhı ve bu gürûhun rûy-ı siyâhı olup, âvân-ı sabâvetden hîn-i racûliyyete resîde olunca vakt ü zamânı hâb-ı gafletde güzerân edip ancak sermâye ve bidâʹası erbâb-ı tarîkatin üftâdesi ve ashâb-ı hakîkatin dildâdesi olup, ekser-i eyyâm, ehluʹllâh-ı izâmın dürc-i güher-bâr ve sandûka-i esrâr olan kütüb-i dîvân vesâir âsârlarını mütâlaa ile evkât-güzâr olup aleʹlhusûs, gül-i gülzâr-ı hakîkat, bülbül-i çemenistân-ı maʹrifet Âşık Yûnus Hazretleri ʹnin semere-i şecere-i velâyet ve âsâr-ı kerâmet olan vâridât-ı pür-nikâtlarını ve ekser, mestûr-ı nazar-ı avâm olan nutk-ı lüʹlü-yi pür-intizâmlarını şerh ve ayân eyleyen erbâb-ı irfânın eserlerine nazar birle derûn-ı dilde şuʹle-i nâr-ı muhabbet-fürûzan ve bu ebyât-ı pür-nikât-ı atiʹz-zikrin şerhine şevk u taleb nümâyân olmuşdur Hakkuʹl-insâf bu fakîr-i hâksâr u şermsârın bu bâzâr-ı hakîkatde nukûd-ı istiʹdâd ve kâbiliyyet ile bu kelimât-ı kerâmat-âyâtın şerhine harîdâr olmağa iktidârı yokdur. Lâkin, hezâr acz ü iftikâr ile dest-i bî-kesde rişte-i perîşangüftâr ve acûze-i Hazret-i Yûsuf-vâr zümre-i müşteriyândan taʹdâd olunmak ümniyesiyle Cenâb-ı Rabbüʹl-ibâd -cellet azametuhû- Hazretlerinden istimdâd edip, rûhâniyyet-i Hazret-i Yûnusʹdan isticlâb-ı himmet birle şerhe niyyet ve alâ kadriʹt-tâka veʹl-istitâʹa mübâşeret olundu.
Birinci beyt
Gâh deli gönlüm coşar bilmem n'idesüm gelür
Ben dervîşim diyene bir ün idesüm gelür
Bismillâh, teyemmünen bi-zikrihiʹl-kayyûm, ibtidâ sıfât-ı dervîşî maʹlûm ve alâmât-ı nîk-endîşî mefhûm olmak gerekdir ki, bu beyt-i dürer-bârda olan esrâr âşikâr ve sâlikân-ı hakîkate bedîdâr ola. Kelimetü dervîş, lügatde ve ıstılâh-ı erbâb-ı hakîkatde sıfat-ı fakr ile muttasıf olan mânend-i Edhem, ehl-i tecrîde ‘alem olup ve fakr dahi adem-i temlîk ile muʹarrafdır. Ve fakr dahi beyneʹs-sûfiyyûn iki nevʹe münhasır olup, bir nevʹine fakr-ı iztırârî ve bir nevʹine fakr-ı ihtiyârî derler. Ve fakr-ı iztırârî adem-i kudret ve istıtâʹatdan kinâyetdir ki, sâlike alâ-tarîkiʹl-mevhibet bir sermâye-i devlet ü niʹmet-i bî-nihâyetdir. Zîrâ, ekser-i tabâyiʹ, gınâ ve ikbâl-i dünyâ vâsıtasıyla ehli tuğyân ve mürtekib-i isyân olup, ʺinneʹl-insâne le-yatgâ en raêhusteğnâʺ (İnsan azgınlık eder, kendini (sahip olduğu mal ile Allahʹtan) müstağni görmekle.) (Alak, 6, 7) mazmûnuyla itâʹat u izân ve hizmet-i fermân-ı Hazret-i Yezdânʹdan bîrûn olurlar.
Tatcı, Mustafa vd. (2008). “Şeyh Mustafa Selâmî Efendi Şerh-i Âşık Yûnus”. Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi. Yıl: 9. 22: 170-71.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Yaşar Aksoy | d. 1 Ağustos 1947 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | Mehmet Eroğlu | d. 02 Ağustos 1948 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | Mustafa Yurthan | d. 1982 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | Yaşar Aksoy | d. 1 Ağustos 1947 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | Mehmet Eroğlu | d. 02 Ağustos 1948 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | Mustafa Yurthan | d. 1982 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | Yaşar Aksoy | d. 1 Ağustos 1947 - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | Mehmet Eroğlu | d. 02 Ağustos 1948 - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | Mustafa Yurthan | d. 1982 - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | Yaşar Aksoy | d. 1 Ağustos 1947 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
11 | Mehmet Eroğlu | d. 02 Ağustos 1948 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | Mustafa Yurthan | d. 1982 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
13 | Yaşar Aksoy | d. 1 Ağustos 1947 - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | Mehmet Eroğlu | d. 02 Ağustos 1948 - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | Mustafa Yurthan | d. 1982 - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | Yaşar Aksoy | d. 1 Ağustos 1947 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
17 | Mehmet Eroğlu | d. 02 Ağustos 1948 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
18 | Mustafa Yurthan | d. 1982 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |