Güzide Sabri Aygün

Güzide Osman
(d. 1886 / ö. 1946)
Yazar, Şair
(Yeni Edebiyat / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Güzide Sabri; 1883 yılında İstanbul’un Fındıklı semtinde, Adliye Nezareti memuru Mustafa Efendizâde’lerden Salih Reşat Bey ile şair Koniçeli Kâzım Paşa’nın yeğeni Nigâr Hanım’ın kızları olarak dünyaya geldi. İstibdâd Dönemi’nde Abdülhamit’in zulmüne uğrayan babası, İstanbul’dan Sivas’a sürüldüğü için annesi tarafından büyütüldü. Refah düzeyi yüksek bir ailenin kızı olarak Güzide Sabri, çocukluğunu Çamlıca’da bulunan Koşuyolu’nda “bağların, bahçelerin, koruların sakin kucağına sokulmuş gibi görünen” (Doğan 1993:4) bir köşkte geçirdi. Eğitimini özel derslerle tamamladı. Nazik, hassas, ince bir zât olarak tanımladığı edebiyat hocası Tahir Efendi’nin derslerinden etkilendi. Babası Sivas’tan Tokat’a nakledilince, Güzide Sabri’nin babasızlık acısıyla şiddetlenen hastalığından dolayı İstanbul’a döndüler. Doktorlar ada havası almasını tavsiye ettikleri için “Büyükada’nın çamları içinde küçük bir ev” (Doğan 1993: 6) tutuldu. Babasından ayrılmasıyla başlayan acının iyileşmesi mümkün olmadan Koşuyolu’ndaki köşke geri dönen genç kız, civardaki ufak bir köşkte oturan Münevver Hüsniye ile arkadaş olarak iyileşmeye başladı. Bir süre sonra en yakın arkadaşı haline gelen kızın doğum yaptıktan sonra kan kusarak ölmesi, Güzide Sabri’nin hayatında en çok etkilendiği olay oldu. Beyoğlu Birinci Noteri Ahmet Sabri Aygün ile evlendi. Kocasının ölümüyle ikinci kez sarsıldı ve ölüm acısının tarifi ile ilgili yazılar yazdı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında aşk ve karasevda kavramlarını ele alan ilk kadın yazar olan Güzide Sabri Aygün, Bursa’nın bir köyünde “hemen herkes tarafından unutularak” (Necatigil 1972:154) 1946 yılında altmış üç yaşındayken hayata gözlerini yumdu.

Güzide Sabri’de yazmak hevesi, kendi ifadesiyle çok küçük yaşlarda ezeli bir hastalık şeklinde başlamıştır. Anılarında on yaşındayken küçük dimağında büyük hülyalar canlandığını, yalnızlıktan nihayetsiz bir haz duyduğunu, büyük bir alaka ile dinlediği masallar ve hikayelerin muhayyilesini gittikçe geliştirdiğini anlatan yazar, bazen günlerce hayallerine bağlanarak onlarla beraber yaşadığını, geceleri büyük bir iştiyakla bekleyerek duyguları ve yazılarıyla baş başa kalmak saadetine kavuşmak kadar hayatta kendisini sevindiren bir şey tasavvur edemediğini belirtmiştir (Aygün 1934: 9). On yaşında başlayan yazı yazma hevesi, babasının Abdülhamit’in emriyle Sivas’a sürülmesiyle ortaya çıkan ayrılık acısıyla daha da kuvvetlenir. Yazarın hayat hikayesine bakılırsa roman kahramanlarıyla kendisi arasında benzerlikler bulunabilir. Baştan sona aşk, ıstırap ve gözyaşı ile dolu olan romanlarının en önemli özelliği, kadınların asıl kahraman olarak seçilmesi ile duygusal yönlerin ağırlıkta olmasıdır. Kadın hislerini esas aldığı romanları aşk ekseni etrafında döner durur. Daima hüzün veren bu aşk, çoğu zaman kahramanları vereme sürükler. “Bilhassa solgun, hassas ve veremli gençlerin hastalıkları kadar ince ve muzdarip hayatlarını hikaye eden bir nevi ‘verem edebiyatı”nın dikkate değer örneklerini yansıtmıştır (Banarlı 2004:1222). Genç kızların çoğu kendisi gibi veremlidir. Babası taşrada olduğu için onun hasretine dayanamayıp hasta olan, bir süre sonra yanına giden Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’ndeki Fikret, yazardan başkası olmasa gerek. Romanlarda kızların babalarına olan yakınlıkları dikkati çeker. Mazinin Sesi romanındaki hem Feriha, hem de adaya hava değişikliğine gelen Nuran’da kendisinden izler vardır. Romanların Yalova, Bursa gibi kendisinin gidip geldiği şehirlerde geçmesi de tesadüfi değildir. Hayatında mutlu olmayı başaramamış, ezici sıkıntıların esiri olmuş yazarın daima ıstırabı, hicran ve hüsranı anlatmış olması hayatın acılı taraflarını görüp göstermesini normal karşılamak gerekir.

Sanat hayatını, yazdığı roman ve hikayeler etrafında şekillendiren Güzide Sabri, hikaye yazarı olmasından çok romancılığıyla ün kazanır. Doğum yaptıktan sonra kan kusarak hayatını kaybeden en yakın arkadaşı Münevver Hüsniye için yazdığı, 1899’da Hanımlara Mahsus Gazete’de tefrika edilen Münevver, 1901’de kitap haline getirilen ilk romanıdır. Konusunu Münevver’in hazin aşk hikayesinden alan eser Sırpça’ya çevrilmiştir. İkinci romanı olan Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi 1905’te yayımlanmış, 1958 yılında filme çekilmiş ve Ermenice’ye çevrilmiştir. İlk baskısı 1920’de yapılan Yaban Gülü romanı, okuyucudan gördüğü ilgi üzerine beş defa basılmış; 1961,1970 yıllarında iki defa filme alınmıştır. Ermenice’ye tercüme edilen Yaban Gülü’nde Leyla adındaki köylü kızının başından geçenler anlatılmıştır. Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’nin devamı olan Nedret 1922’de basılmış, yazarın çok sevilen romanlarından bir diğeridir. Romanda bu kez Fikret’in kızı Nedret’in başından geçenler hikaye edilir. Yazar anılarında yazılarının içinde en ziyade sevdiğinin Nedret olduğunu söyler (Aygün 1934:16). Beşinci romanı olan Hüsran 1928 yılında yayımlanmıştır. Ermenice’ye de çevrilen romanda genç, güzel ve iyi terbiye edilmiş bir kızın uğradığı hüsran anlatılmaktadır. Yazarın altıncı romanı olan Hicran Gecesi, haftalık olarak çıkarılan Perşembe mecmuasında kısmen tefrika edildikten sonra 1937 yılında kitap halinde basılmış, 1968 yılında ise filme çekilmiş ve Ermenice’ye çevrilmiştir. Roman hırslı bir aşık olan Serap’ın başta Celal olmak üzere çevresindekilere yaşattığı ıstıraplı anların romanıdır. Yazarın 1941 yılında yayınlanan yedinci romanı Necla, muhtevası ile diğer romanlarından farklıdır. Bu romanda İstanbul’un yüksek tabakasına mensup insanların arasından kenar mahallelere inilmiş ve o insanların yaşayışları anlatılmıştır. Kadının çalışma hayatına girmesi, tek başına yaşama güçlüğü ve düşmüş kadın konusunun ele alındığı bu romandaki genç kız tipleri oldukça canlıdır. Gerek Necla, gerekse kız kardeşi İrfan yaşam savaşı içinde çırpınışlarıyla, sadece aşk ve evliliği düşünen diğer romanlardaki genç kızlardan ayrılırlar. Necla şahıs kadrosunun en fazla olduğu roman olma özelliğini de taşır. Bazı araştırmacıların “Odacının Kızı” ve “Lüks Hayatın Kadını” olarak basılacağını haber verdikleri eser sonunda Necla adını almıştır. Mehmet Behçet Yazar Yedigün’de yayımladığı makalesinde “muharririn sekizinci eserini teşkil eden Odacının Kızı romanı da basılmak üzeredir” (1940:17) derken Murat Uraz ise “… son zamanlarda hazırlamakta olduğu (Lüks Hayatın Kadını) adındaki romanında evvelkilerden ayrı karakter sahibi insanlar ve sahneler vardır” (Uraz 1941:227) ifadesini kullanmıştır. Aslında her iki isim de romana uygundur; çünkü lüks hayatın kadını olan İrfan aynı zamanda bir odacının kızıdır. Selim İleri’nin değerlendirmesiyle “Necla bize mahalle sosyolojisinden beklenmedik bir görünüm çizer” (İleri 1982: 39). Gözlerini köşk ve yalı hayatlarından, birden bire İstanbul’un kenar mahallelerine çeviren yazarın bu romanı diğer romanlarından birçok bakımdan farklılık gösterir. Kenar mahalle insanlarının yaşayışları, mücadeleleri, mahalle dedikoduları, kadının çalışması ve düşmüş kadın meselesinin yer aldığı bu romanla yazar alışılmışın dışına çıkmıştır (Doğan 1993: 12). Daima aşkı, ıstırabı, hüsran ve hicranı anlatarak okuyucuyu gözyaşlarına boğan yazarın son romanı Mazinin Sesi, ölümünden iki yıl önce, 1944 yılında yayımlanmıştır. Günlük şeklinde yazılan romanda yalnızlık duygusu içinde olan Feriha’nın köşk komşuları baba-kızla olan macerası anlatılmıştır.

Romanları duygusal unsurlarla doludur. Genç kızların çoğu öksüzdür, yalnızdır. Yazar bu tiplerin karşısına sırdaş olabilecek iyi kişiler çıkarır. Roman kahramanları yüksek tabakadan seçilmiş (Leyla ve Necla dışında), iyi eğitim görmüş, aşk ve ıstırap ateşiyle yanmakta olan genç kızlardır. Köşk, konak ve yalılarda büyüyen bu kızlar özel eğitimle yetişmiştir. Piyano ve ut çalarlar. Aşk ateşiyle yanan, sevdikleriyle evlenmekten başka dertleri olmayan bu gençlerin devrin meseleleriyle ilgileri yoktur. İstibdâd döneminde yaşayan ve eser veren yazarın bu tavrını tabii görmek gerekir. Yazar daha ilk romanının önsözünde devrin şartlarının kendisini böyle roman yazmaya mecbur ettiğini belirtmesine rağmen İstibdadın sona ermesinden sonra da Necla dışında çizgisini değiştirmemiştir. Romanların büyük bir kısmı yazarın, bazıları da günlük biçiminde yazıldığından birinci şahsın ağzından nakledilmiştir. Mekan olarak başta İstanbul olmak üzere Amasya, Bursa, Yalova ve Beyrut kullanılmıştır. Veremli gençlerin hava değişikliği için gittikleri Büyükada’nın romanlarda özel bir yeri vardır.

Güzide Sabri, konuları “birer hakikatten alınan” sekiz hikaye yazmıştır (Aygün 1934: 5). Bu hikayeler başka nesirlerle beraber Gecenin Esrarı adlı kitapta toplanmıştır. Hikayeler sırasıyla şunlardır: Kamer Hanım, Maske, Salih Efendi’nin Karısı, Heybeliada Mezarlığında, İshak ile Bülbül, Darülbedai’ye Giderken, Hikaye, Zeliha. Klasik hikaye özelliği taşıyan hikayelerde mekan Zeliha hariç İstanbul’dur. Romanlarda olduğu gibi hikayelerde de asıl kahramanlar kadınlardır. Gecenin Esrarı’nda ayrıca hikayelerden başka üç mektup, bir rüyasını anlattığı yazısı ile zevcinin arkasından yazdığı yazısı bulunmaktadır. Yazar, romancılık hayatına veda ettiği sırada bunları bir araya toplayıp küçük bir eser meydana getirmekle kendisini okuyuculara bir kez daha hatırlatmak istediğini eserin başında belirtmiştir. “ Süs, Kadınlar Dünyası ve Firuze’de de ‘Güzide Osman’ müstear ismiyle şiir, mensur şiir hikaye ve makaleler yayımlamıştır” (Karaca 2004:279).Yazı hayatına II.Meşrutiyet’ten önce başlayan ve Cumhuriyet döneminde ilgiyle takip edilen Güzide Sabri popüler aşk romanlarının unutulmaz isimleri arasında yer alır.

Kaynakça

Banarlı, Nihat Sami (2004). “Güzide Sabri Aygün”. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. MEB Yayınları, C.2, s.1222.

Doğan, Abide (1993). Güzide Sabri Aygün. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Karaca, Şahika (2004). Güzide Sabri, Hayatı, Sanatı ve Türk Edebiyatındaki Yeri Üzerine Bir İnceleme- Araştırma. Yüksek Lisans. Kayseri: Erciyes Üniversitesi.

İleri, Selim (1982). Düşünce ve Duyarlık. İstanbul: Adam Yayınları.

Necatigil, Behçet (1972). Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü. İstanbul: Varlık Yayınları.

Uraz, Murat (1941). “Güzide Sabri Aygün”. Resimli Kadın Şair ve Muharrirlerimiz. İstanbul: Tefeyyüz Matbaası, s.226-240.

Yazar, Mehmet Behçet (1940). “Edebiyatçılarımızı Tanıyalım Bayan Güzide Sabri”. Yedigün. C.XIV,S.357,s.17.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. ABİDE DOĞAN
Yayın Tarihi: 12.03.2019
Güncelleme Tarihi: 19.12.2020

Eser AdıYayın eviBasım yılıEser türü
MünevverSancakcıyan / İstanbul1901Roman
Ölmüş Bir Kadının Evrâk-ı MetrûkesiSemih Lütfi Kitabevi / İstanbul1905Roman
Yaban GülüŞirket-i Mürettibiye Matbaası / İstanbul1920Roman
NedretÂmedi Matbaası / İstanbul1922Roman
HüsranGündoğdu Matbaası / İstanbul1928Roman
Gecenin EsrarıTürkiye Basımevi / İstanbul1934Hikâye
Hicran GecesiSühulet Kitabevi / İstanbul1937Roman
NeclaSemih Lütfi Kitabevi / İstanbul1941Roman
Mazinin SesiKenan Matbaası / İstanbul1944Roman

İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1Halit Üzeld. 1900 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
2Mustafa Karnasd. 7 Ekim 1962 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
3Cem Kertişd. 1978 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
4Cemil, Süleymand. 1886 - ö. 01 Mayıs 1940Doğum YılıGörüntüle
5M.Akil Koyuncud. 1886 - ö. 8 Mart 1977Doğum YılıGörüntüle
6Abdurauf Abdurahim Fitretd. 1886 - ö. 4 Ekim 1938Doğum YılıGörüntüle
7SELÂMÎ, İbrahimd. 1859-1860 - ö. 1946Ölüm YılıGörüntüle
8TUFAN GÜVELd. 1923 - ö. 1946Ölüm YılıGörüntüle
9İshak Refet Işıtmand. 1891 - ö. 17 Ekim 1946Ölüm YılıGörüntüle
10Nurten Çelebioğlud. 1930 - ö. ?MeslekGörüntüle
11Cengiz Kılçerd. 1969 - ö. ?MeslekGörüntüle
12Sevim Burakd. 29 Haziran 1931 - ö. 30 Aralık 1983MeslekGörüntüle
13Mehmet Sıtkıd. 1882 - ö. 19 Mayıs 1932Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14Ziya (Adanalı)d. 1859 - ö. 26 Ağustos 1932Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15Edip Ali Bakıd. 1896 - ö. 1958Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16AVNÎ, Trabzonlu Kara Osmân Avni Efendid. ? - ö. 1892Madde AdıGörüntüle
17VÂFÎ, Osman Vâfî Efendid. 1834-35 - ö. 1890-91Madde AdıGörüntüle
18ŞEVKÎ, Azîz İmâmı-zâde Osman Şevkî Efendid. ? - ö. 1839Madde AdıGörüntüle