Madde Detay
HASAN ÇELEBİ, Kınalı-zâde
(d. 953/1546 - ö. 1012/1604)
divan şairi, tezkire yazarı
(Divan/Yazılı Edebiyat / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Hasan Çelebi, önemli memuriyetlerde bulunan bürokrat ve bilginlerle dolu Kınalı-zâdeler diye tanınan bir aileye mensuptur. Büyük dede Abdülkâdir Hamîdî Çelebi (?-877/1472) sakalına kına yaktığı için aile bu adla anıldı. Hasan Çelebi, babasının Hamza Bey medresesindeki müderrisliği sırasında 953/1546 tarihinde Bursa’da doğdu. İlk eğitimini babasından alan Kınalı-zâde Hasan Çelebi, döneminde Hace Çelebi olarak anılan Ebu’s-Suûd Efendi’den (897/1491-982/1574) ders aldı ve ondan mülazım oldu. Hasan Çelebi öğrenimini tamamladıktan sonra Bursa, Edirne, Aydıncık, Gelibolu, Eski Zagra, Halep ve Mısır gibi çeşitli yerlerde müderrislik, kadılık yaptı. 1011/1603 tarihinde Zagra kadısı iken hastalandı ve arpalık suretiyle Reşit kazasını talep edip oraya atandı. Burada 1012/1604 yılında öldü. Hasan Çelebi’nin ölüm tarihi bazı kaynaklarda 1003, 1013/1605 olarak gösterilmektedir. Hasan Çelebi’nin ölüm tarihinin 1013 olarak gösterilmesi Ahî-zâde Efendi’nin oğlu Hasan Çelebi ile karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Diğer tarihlerin ise neye dayanılarak verildiği belli değildir.
Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkire’sinde akrabalık ilişkisi olan şairler hakkında bilgi verir. Bu bilgilerden hareketle onun soy kütüğünü anne ve baba tarafından iki kuşak öncesine götürmek mümkündür. Babası ünlü Ahlâk-ı Alâ’î yazarı Alî Çelebi, baba tarafından dedesi, Mîrî mahlası ile şiir yazan Emrullâh Efendi (?-967/1560)’dir. Anne tarafından dedesi Kâdirî mahlası ile şiirler yazan Abdülkâdir (?-940/1534), büyük amcası Müslimî (?-994/1586), Kirâmî (Abdurrahîm) (?-982/1574) ve Vehhâbî (Abdülvehhâb) (?-?), dayısı İnâyetullâh (?-971/1564) ve Mâlikî (Abdülmâlik) (?-?), kardeşleri Fehmî (Mehmed) (972/1565-1004/1596), Feyzî (Hüseyin) (?-?), amcası Kirâmî’nin oğlu Vasfî (Mustafâ) (?-?), uzaktan bir akraba ise Kadrî’dir (?-?). Ahdi Tezkiresi’nde Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin Sıdkî adında bir kardeşinden; Sicill-i Osmânî’de de Abdurrahman adında bir oğlunun olduğundan ve 1038/1629’da öldüğünden söz edilmektedir.
Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin arkadaş çevresi de bilgin ve şairlerden oluşmaktadır. Tezkire’de verilen bilgilerden Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin yakın arkadaşlarının Bekâyî (?-1015/1606), Kefeli Hüseyin Çelebi (?-1012/1603?), Kefeli Hüseyin Çelebi’nin oğlu Ahmed Çelebi (?-970/1563), Şeyhî (?-993/1585), Bursalı Subhî (?-?), Ömer Bey (?-1004/1596-97), asıl adı Muzaffer olan Iyânî (?-?), Mehemmed Emin (?-?), Ebu’s-Suûd Efendi’nin oğlu Mehmed (?-?) ve Monlâ Çelebi (?-?) olduğu anlaşılmaktadır.
Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Divan sahibi olmamakla birlikte şiirle yakından ilgilendi; Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazdı. Onun “senün”, “dahı” ve “altında” redifli gazellerinin döneminde beğenildiği ve bu gazellere nazîreler yazıldığı anlaşılmaktadır. Gelibolulu Âlî (948/1541-1008/1600), Künhü’l-Ahbâr’da Kınalı-zâde Hasan Çelebi’yi inşâ tarzının yanı sıra çeşitli yönlerden eleştirse de başta Riyâzî (979/1572-1054/1644), Rızâ, Şakâyık (Özcan 1989: 2/491) ve Enîsü’l-Müsâmirîn müellifi, Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin inşâsını beğenir (Abdurrahmân Hıbrî Nu. 451. vr. 61a).
Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin nesir alanında başta Tezkirütü’ş-Şu’arâ veya Kınalı-zâde Hasan Çelebi Tezkiresi adıyla anılan eserinin yanı sıra Dürer ü Gurer, Ale’l-Mutavvel ve Ale’l-Beyzavî hâşiyeleri vardır. Ancak Kınalı-zâde Hasan Çelebi’yi edebiyat dünyasında tanıtan Tezkiretü’ş-Şu’arâ’sıdır.
- Kınalı-zade Hasan Çelebi Tezkiresi: Kınalı-zâde Hasan Çelebi 994/1586 tarihinde Kınalı-zâde Hasan Çelebi Tezkiresi veya Tezkiretü’ş-Şu’arâ olarak bilinen eserini, Sehî’nin (?-955/1548-49) Heşt Bihişt, Latîfî’nin (896/1491-990/1582) Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıra-i Nuzemâ, Ahdî’nin (?-1002/1593) Gülşen-i Şu’arâ ve Âşık Çelebi’nin (926/1520-979/1572) de Meşâ’irü’ş-Şu’arâ adlı tezkiresinden sonra Anadolu sahasında 16. yüzyılın beşinci tezkiresi olarak yazdı. Tezkire, bir mukaddime, sultan şairler, şehzade şairler ve asıl şairler olmak üzere üç fasıl halinde düzenlenmiştir. Birinci ve ikinci fasılda yer alan padişah ve şehzadeler kronolojik, üçüncü fasılda yer alan şairler ise alfabetik sıralanmaktadır.
Tezkire’nin Mukaddime kısmında Zikr-i Elkâb-ı Pâdşâh-ı Cihân, Zikr-i Mevânî-i Eyyâm ve Alâ’ik-i Sipihr-i Nâ-fercâm, Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb ve Zikr-i Evsâf u Elkâb-ı Cenâb-ı Sa’âdet-nisâb, Vasf-ı Şerîf-i Hazret-i Hâce Efendi, Tetimme Der-vasf-ı İn-kitâb ve İzhâr-ı Acz u Taksîr-i Bî-hisâb başlıkları altında beş ana bölüm bulunmaktadır. Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkire’sinin mukaddime kısmının gönül gözü hazinelerinin anahtarı, ölümsüz kerametlerin dibâcesi ve sonsuz saadet nüshasının fihristi olduğunu belirtmekte; Allah’ın birliği ve kudretinden, Hz. Peygamber’in faziletlerinden söz ettikten sonra günahlarının bağışlanmasını dilemektedir. Aynı zamanda bu bölümde, şiirin ve sözün faziletlerinden bahseden Hasan Çelebi, şiirin değer ve önemini âyet ve hadîslere dayanarak ispatlamaya çalışmaktadır. Zikr-i Elkâb-ı Pâdşâh-ı Cihân başlığı altında dönemin sultanı III. Murad’ın (953/1546-1003/1595) övgüsüne yer verilmektedir.
Çelebi, eserini yazma sebebini açıkladıktan sonra Vasf-ı Şerîf-i Hazret-i Hâce Efendi başlığı altında Hoca Sadeddîn Efendi’yi (?-1008/1599) bilgi, kültür, ahlâk ve erdem bakımından över ve yeryüzünde ne kadar değerli şey varsa bunların hepsinin onun şahsında toplandığını belirterek şiirlerinden örnekler verir. Bu övgü dolu sözlerden ve Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb ve Zikr-i Evsâf u Elkâb-ı Cenâb-ı Sa’âdet-nisâb başlığından Tezkire’nin Hoca Sadeddîn Efendi’ye adandığı anlaşılmaktadır.
Tezkire’nin mukaddime kısmında Tetimme Der-vasf-ı İn-kitâb ve İzhâr-ı Acz u Taksîr-i Bî-hisâb başlığı altında Allah’ın yardımıyla bu eserin gizlilikten çıktığı; bilgili kişilerin ve dönem sultanının değerlendirmesine sunulduğu belirtilir. Ayrıca bu kısımda, birinci fasılda Osmanlı padişahlarının, ikinci fasılda şehzadelerin, üçüncü fasılda da harf ve hece sırasıyla âlim ve şairlerin biyografisine yer verildiği söylenir.
Tezkire’nin birinci faslında altı padişah [Sultan II. Murad (Murâdî), Fatih Sultan Mehmed (Avnî), Sultan II. Bâyezîd (Adlî), Yavuz Sultan Selîm (Selîmî), Kanuni Sultan Süleymân (Muhibbî), Sultan II. Selîm (Selîmî)], ikinci faslında da beş şehzade [Sultan Korkud (Korkud), Sultan Cem (Cem), Sultan Mustafâ (Muhlisî), Sultan Mehmed (Mehmed), Sultan Bâyezîd (Şâhî)] ele alınmaktadır.
Tezkire’nin üçüncü faslında 15. ve 16. yüzyılda yaşamış olan çoğunlukla ilmiye sınıfına mensup 627 şairin biyografisi yer almakta ve Ahmed Paşa ile başlayıp Yusûf ile bitmektedir. Tezkire’de devrin sultanı III. Murad’ın ve Tezkire’nin adandığı Hoca Sadeddîn Efendi’nin biyografileri ana bölümlere dâhil edilmeyerek mukaddime kısmında verilmektedir. Böylece Tezkire’de III. Murad ve Hoca Sadeddîn Efendi ile birlikte toplam 640 şair biyografisi bulunmaktadır. Tezkire’de daha önce yazılan tezkirelerde bulunmayan 122 şair biyografisi yer almakta ve bu yeni isimler hakkında önemli bilgiler verilmektedir. Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin eserine katmış olduğu bu yeni isimlerin bir kısmı daha sonra Rızâ Tezkiresi’nde, Riyâzü’ş-Şu’arâ’da, Zübdetü’l-Eş’âr’da, Zeyl-i Zübdetü’l-Eş’âr’da, Safâyî Tezkiresi’nde, Enîsü’l-Müsâmirîn ve Güldeste-i Riyâz-ı İrfân’da yer almaktadır. Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin de belirttiği gibi üçüncü fasılda yer alan şairlerin çoğu ilmiye sınıfına mensuptur ve bunların biyografileri bu alandaki başarı ve şöhretlerine göre uzun veya kısa tutulmuştur. Fakat Tezkire’de sayısı az olmakla birlikte oldukça kısa, tek satırdan veya birkaç satırdan ibaret biyografiler de vardır.
Kınalı-zâde Hasan Çelebi, söylediklerini ayet, hadis ve kelam-ı kibarlarla desteklerken benzetme ve tasvirleri de anlattığı konu, olay, şairin adı, mesleği, mevki ve durumuyla bir bütünlük arz edecek şekilde yapmaktadır. Hasan Çelebi, diğer tezkirecilere göre şairlerin doğum ve yerleşim yerlerini takdim ederken şehir ve kasabaların sahip oldukları sosyal, kültürel zenginliği, canlılığı, coğrafi güzelliği ve imkânları hakkında doğrudan veya dolaylı tanıtma ve tasvirlere daha fazla yer vermektedir. Bu Tezkire’nin diğer tezkirelerden ayrılan en önemli özelliklerden biridir. Ayrıca Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin dil ve üslubu ağır, süslü, secilerle doludur. Bu bakımdan Tezkire, secili üslubuyla Türk edebiyatının en seçkin örneklerindendir. Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin dil ve üslubunun ağırlığı, gündelik hayatta pek fazla kullanılmayan Arapça ve Farsça kelimeleri tercih etmesinden; kelimelerin birçok anlamlarının yanı sıra uzak anlamını kastetmesinden; alışılmamış çoğul şekillerini kullanmasından; Arapça, Farsça tamlamalar, tabirler, ayet, hadis, kelâm-ı kibar, tasvir ve müblalağalarla dolu uzun secili cümlelerinden kaynaklanmaktadır. Tezkire’de örnek olarak alınan beyitlerin sayısı 1 ile 129 arasında değişirken, şiirlerin nitelendirilmesinde 150 kadar klişe kelime kullanılmıştır.
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, yazmalar bölümünde (TY. 1737) müellif hattı bulunan Tezkire’nin Türkiye kütüphanelerinde 65, yurt dışı kütüphanelerinde 33 olmak üzere toplam 98 yazma nüshası bulunmaktadır. 640 şair biyografisi ile tezkire geleneğinin en hacimli örneklerinden ve edebiyat tarihimizde en çok istinsah edilen eserlerden biri olan Kınalı-zâde Hasan Çelebi Tezkiresi, daha sonra Beyânî (?-1006/1597-98) tarafından telhis edilmiştir. Tezkire’nin Arap harfleriyle üç yazma nüsha üzerinde yapılan edisyon-kritikli metni İbrahim Kutluk tarafından hazırlanmış; fakat onun ölümü üzerine İbrahim Olgun’un sunuşuyla okuyuculara takdim edilmiştir. İbrahim Olgun’un da vefat etmesi üzerine ikinci cilt, İsmet Parmaksızoğlu tarafından düzenlenmiş ve Türk Tarih Kurumu yayınları arasında basılmıştır (1989). Ayrıca Tezkire, Aysun Sungurhan tarafından doktora tezi olarak hazırlanmıştır (1999). Çalışmada, yazarın hayatı, edebî kişiliği ve dört yazma nüsha üzerinde yapılan tenkitli metni verilmiş; Tezkire şekil, üslup ve muhteva bakımından incelenmiştir. Sungurhan’ın çalışması daha sonra e-kitap olarak Kültür Bakanlığı tarafından basılmıştır (2009).
2. Dürer ü Gurer Hâşiyesi: Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin yazmış olduğu haşiyelerinin başında gelen Dürer ü Gurer, 15. yüzyıl Osmanlı hukukçusu Mollâ Hüsrev (?-885/1480) tarafından yazılmıştır. Eserin tam adı Dürerü’l-Hükkâm fi Şerhi Gureri’l-Ahkâm’dır. Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin fıkıh alanında yazmış olduğu haşiyesinin iki yazma nüshası, Hâşiye Ale’d-Dürer ve’l-Gurer adıyla Süleymaniye Kütüphanesi Antalya Tekelioğlu Nu. 852/8 ve Yeni Cami Nu. 397/2’de bulunmaktadır.
3. Mutavvel Hâşiyesi: Belagat alanında Mes’ûd bin Ömerü’l-Kaziü’t-Teftazânî (?-792/1390) tarafından yazılan Mutavvel adlı şerhidir. Eserin tam adı, En-Nef’ü’l-Mu’avvel fi Tercemeti’t-Telhîs ve’l-Mutavvel’dir. Abdü’n-Nâfi tarafından Türkçe’ye çevrilmiş ve İstanbul’da basılmıştır (1290/1873). Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin Osmanlı medreselerinde okutulan bu kitaba yazmış olduğu haşiyesinin üç yazma nüshası, Haşiye Ale’l-Mutavvel adıyla Süleymaniye Kütüphanesi Yeni Cami Nu. 1027, Nu. 1028 ve Nu. 1029’da bulunmaktadır.
4. Envârü’t-Tenzîl: Nasıreddîn Ebû Sa’îd Abdullâh bin Ömer bin Muhammed El-Beyzâvî (?-685/1286) tarafından yazılan eserin tam adı, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl’dir. Bu eser, Kur’an’ın Arapça tefsiridir. Beyzâvî, eserinde kendisinden önce yazılan tefsir kitaplarını ustaca özetlemiş, ayetlere getirdiği yorum ve açıklamalarla büyük bir müfessir olduğunu göstermiştir. Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl, medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin söz konusu esere yazmış olduğu haşiyesinin bir nüshası, Haşiye Ale’l-Beyzâvî adıyla Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Nu. 280’de bulunmaktadır.
Eski hal tercümelerinde ve günümüz kaynaklarında, Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin çok sayıda risâle ve şerhlerinin olduğu belirtilmekle birlikte bu eserlerin isimleri (Dürer ü Gurer Hâşiyesi hariç), hiç bir şekilde anılmamaktadır. Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin üç önemli haşiyesinin dışında iki üç sayfadan ibaret münşe’ât ve risâlelerinin olduğu da bilinmektedir. Bu tarz kaleme alınan eserlerin bir yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nin Raşid Efendi ve Kasideci-zâde bölümlerinde bulunmaktadır. Bunlardan Arapça Risâletü’t-Tete’allak bi Vüku’i’t-Talak adlı eser, Raşid Efendi Nu. 1037/4’de (Telif tarihi 988/1580), Arapça El-Kav ez-Zahir fi Evvel el-Fatır adlı eser, Kasideci-zâde Nu. 675/40 ve Münşe’ât Hınnalı-zâde Nu. 6777/46’dadır. Ayrıca Ankara Milli Kütüphane Yz. A. 4915’de Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin bir vezire gönderdiği "itâb-gûne tezkeresi" vardır.
Kaynakça
Abdurrahman Hıbrî. Enîsü’l-Müsâmirîn. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi. TY. 451. vr. 61a.
Akbayar, Nuri (hzl.) (1996). Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmanî. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Babinger, Franz (1982). Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri. çev. Coşkun Üçok. Ankara: KTB Yay.
Canım, Rıdvan (hzl.) (2000). Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzemâ. Ankara: AKM Yay.
Fâ’izî. Zübdetü’l-Eş’âr. Süleymaniye Kütüphanesi. Şehit Ali Paşa. No. 1877. vr. 34a.
İnal, İbnülemin Mahmud Kemal (1988). Son Asır Türk Şairleri. Ankara: Dergâh Yay.
İpekten, Halûk, Mustafa
İsen, Recep Toparlı, Naci Okçu ve Turgut Karabey (1988). Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı
İsimler Sözlüğü. Ankara: KTB Yay.
İsen, Mustafa (1992). “Beyânî”. İslâm Ansiklopedisi. C.6. İstanbul: TDV Yay. 32.
İsen, Mustafa (1997). Ötelerden Bir Ses – Divan Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler. Ankara: Akçağ Yay.
İsen, Mustafa (hzl.) (1994). Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yay.
İsen, Mustafa (hzl.) (1998). Sehî Bey Tezkiresi Heşt-Bihişt. Ankara: Akçağ Yay.
İsen, Mustafa, Filiz Kılıç, İsmail Hakkı Aksoyak, Aysun Sungurhan, Mustafa Durmuş (2011). Şair Tezkireleri. Ankara: Grafiker Yay.
Kâtib Çelebi (1286). Fezleke. İstanbul.
Kâtib Çelebi (2007). Keşfü’z-Zünûn an Esâmi’l-Kütübi ve’l-Fünûn. C.4. (çev. Rüştü Balcı). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay.
Kılıç, Filiz (hzl.) (2010). Âşık Çelebi, Meşâ’irü’ş-Şu’arâ (İnceleme-Metin). İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yay.
Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatçı (hzl.) (2001). Nail Tuman, Tuhfe-i Nâ’ilî. Ankara: Bizim Büro Yay.
Kutluk, İbrahim (hzl.) (1978). Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: TTK Yay.
Nevî-zâde Atâî (1852). Şakayık Zeyli. İstanbul.
Riyâzî. Riyâzü’ş-Şu’arâ. Nuruosmaniye Kütüphanesi. No. 3724. vr. 54b.
Solmaz, Süleyman (hzl.) (2005). Ahdî ve Gülşen-i Şu’arâsı. Ankara: AKM Yay.
Sungurhan Eyduran, Aysun (1997). “Anadolu Sahası Tezkirelerinde ve Bazı Tarih Kitaplarında Geçen Arapça Dua Cümleleri”. Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi . (II): 127-172.
Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2008). Beyânî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83502/beyani----tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013]
Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2009). Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83504/kinalizade-hasan-celebi---tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013]
Şemseddin Sâmî (1311). Kâmûsü’l-A’lâm. İstanbul.
Tatçı, Mustafa (hzl.) (2003). Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri I-II-III. Ankara: Bizim Büro Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DOÇ. DR. AYSUN SUNGURHANYayın Tarihi: 27.04.2013Güncelleme Tarihi: 10.12.2020Eserlerinden Örnekler
Kınalı-zâde Hasan Çelebi Tezkiresi’nden
ÂHÎ: Rûmilinden Nigbolıdan babasına Seydî Hoca dirler mâlik-i dirhem ü dînâr bir mâldâr tâcir idi. Nâmı Hasandur. Babası vefât itdükde cânib-i medîne-i ‘ilm ü kemâle şedd-i rihâl idüp İstanbula gelüp tahsîl-i ma’ârif ü kemâlâta müdâvim ve tarîk-i pür-tevfîk-i ‘ilme sülûk itmekle mülâzım olmışdur. Hakkâ ki şu’arâ-yı Rûmun a’lâlarından ve bu tâ’ifenün mümtâz ü müstesnâlarındandur. Eş’âr-ı dil-güşâ ve ebyât-ı cân-fezâsı makbûl ü müsellem ve memdûh-ı cümle-i sühanverân-ı ‘âlemdür. Hüsrev ü Şîrîn dimişdür. Fi’l-vâki’ kitâb-ı mezbûr bir nazm-ı metîn ve kitâb-ı rasîndür ki ebyât-ı şîrîn ve kelimât-ı rengînin Nizâmî görse tahsîn idüp Hüsrev hezâr-âferîn dir idi. Merhûm ol kitâb-ı belâgat-şi’âra çün cevâhir-i âbdâr harc ve ol nazm-ı fesâhat-âyînde ol denlü dürr-i semîn derc itmişdür ki aklâm-ı müşgîn-erkâm ile kâbil-i takrîr ü i’lâm degüldür. Bu bir iki ebyât ol kitâb-ı belâgat-simâtdandur.
Der-vasf-ı Subh: Meger bir subh kim bu zâl-i gerdûn
Sipihrün dâmenin kılmışdı pür-hûn
Meger kim vaz’-ı haml itmişdi nâhîd
Anunçün kan içinde togdı hûrşîd
Togûrdı subh-dem bânû-yı devrân
Bir altun başlu sırma saçlu oglân
Çü tal’at matla’ından togdı ol mâh
Melekler didi gökden zâdeha’llâh
Der-gamgînî: Nedendür ey meh-i âyîne-ruhsâr
Ruhun jengâr-ı gam tutmış kamervâr
Mübârek hâtırun ey çeşme-i cân
Karanulıkdadur çün âb-ı hayvân
Gönül âyînedür sevmez gubârı
Götürmez câm-ı Cemşîd inkisârı
Der-âmeden-i yâr: Görindi bir gubâr tûtiyâvâr
Güzeller hattı gibi ‘anberîn-bâr
Turup turup gelür gülzâr içinde
Hat-ı dil-ber gibi ruhsâr içinde
Şikâr ardınca uçmış bâz gibi
Kanat bükmiş gelür şehbâz gibi
Der-tasavvuf: Nedendür dilde nâyun sûz u sâzı
Delükli sîneler anlar bu râzı
Ne fehm itsün defün derd-i dilinden
Tapanca yimeyin üstâd elinden
Ne bilsün şol ki oldı dârdan dûr
Ki ne çemberde Hallâc idi Mansûr
Rivâyet olınur ki merhûm Selîm bin Bâyezîd Hân -Aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân- kitâb-ı mezbûrdan bir iki varak gördükde ol zemânda kâzî’askerler olan Zeyrek-zâde ve Kemâl Paşa-zâdeye Âhînün sinn ü sâl ve vasf-ı hâlinden su’âl itdükde dahı mansıba duhûl itmemiş silk-i mülâzımînde ve sâli hudûd-ı erba’îndedür dirler. Merhûm-ı merkûm ehl-i hüner ve ehâlî-perver ve me’âlî-güster olmagın buyurur ki mebâdâ bu gonçe-i nev-şüküfte henûz açılmadın girîbânı dâmen-i gül gibi hâr-ı noksân elinde sad-çâk ve dahı bûy-ı dil-cûy-ı müşgîn-demi meşâmm-ı ‘âlemi mu’attar itmedin hazân-ı zevâl ile magâk-ı ihtifâda âlûde-i hâk ola mezbûre ri’âyet idün ki intizâm-ı hâl cevdet-i tab’a bahâne ve himmet-i pâdşâh-ı deryâ-nevâl semend-i zihne tâziyânedür didükde Anatolı kâzî’askeri olan merhûm Kemâl Paşa-zâde hemân ol ân yigirmi akçe ile Burusada Bâyezîd Paşa medresesin ‘arz ider. Lâkin Rûmili kâzî’askeri olan Zeyrek-zâde mezbûrı yârdan uçurup pâdşâh-ı pür-re’fet ü ‘inâyetinün sana küllî ri’âyet olınmaga fermân-ı kadr-kudretleri cilveger-i mınassa-i zuhûr olmışdur. Bu mertebe ile kanâ’at mahz-ı denâ’et belki ‘âlî-himmet olanlar yanında ‘ayn-ı şenâ’etdür diyü mezbûre kabûl-ı medreseden nefret virüp bi’l-âhire ‘adem-i kabûl-ı ihsânı ma’rûz-ı südde-i sultânî oldukda sebeb-i tekeddür-i hâtır-ı ‘âlî-şânı olup mezbûr dahı zillet-i mülâzemetden ferâgat itmemiş şimden girü anı min ba’d bana ‘arz eylemen diyü buyurur. Ba’dehû Ahmed Paşa ve Necâtînün egri redîf gazeline nazîresinde bu beyti diyüp
Beyt : O kad bâlâ vü zülf egri diyâr-ı hüsn pür-âşûb
Memâlik fitne şeh zâlim ‘alem serkeş sipâh egri
Sem’-i pâdşâha vâsıl oldukda gazabı dahı ziyâde vü müştedd olup ebvâb-ı lutf u ihsânı bi’l-külliyye münsedd olur. Âhirü’l-emr niçe mülâzemet ve hezâr-zillet ü felâketden sonra Karaferye medresesin virürler. Ol takrîble Manastırda te’ehhül idüp Hâverînün hemşîresini alup Manastırda vefât itmişdür ve merhûmun bir te’lîfi dahı Hüsn ü Dildür. Hakkâ ki bir inşâdur ki hüsn gibi vasf-ı haseni hâric-i hayta-i dâ’ire-i imkân ve dil gibi makbûl u memdûh-ı dil ü cân-ı ins ü cândur. Manzûmât-ı dil-âvîzi cemâl-i dil-berân gibi tarab-efzâ ve mensûrât-ı lutf-âmîzi hâl-i ‘âşıkân gibi engüşt-nümâ dakâ’ik-ı ‘ibâratda i’câz-ı sühan-ârâyı peydâ ve hakâ’ik-ı kinâyâtında âsâr-ı mu’ciz-nümâyı vâzıh u hüveydâdur. Lâkin ol kitâb-ı belâgat-nizâm itmâm u encâm bulmadın sipihr-i nâ-fercâm mezbûrı mahmûr-ı câm-ı hımâm itmişdür. Kitâb-ı mezkûr ‘illet-i sevâd-ı kamer ve bahs-i kazâ vü kader gibi beyâza çıkmagın irtibâtı hayli müşkilterdür. Kitâb-ı mesfûrda olan ebyâtdandur.
Nazm : Âb-ı hayvân cihânda bir sudur
Ki anun ötesi karanudur
Niçe İskenderi o çeşme-i cân
Suya iltüp susuz getürdi revân
Velehû : Câhilün fahri cem’-i mâl iledür
‘Ârifün ‘izzeti kemâl iledür
Velehû : ‘Işk u şevk ehli vecd ü hâl ister
Ne kemâl ister ü ne mâl ister
Bizi gör kim ne hâlimüz vardur
Ne kemâl ü ne mâlımuz vardur
Bu bir iki eş’âr anun netâ’ic-i güftâr ve âsâr-ı kilk-i sehhârındandur.
Şi’r : Bir hasırum yog iken külbe-i ahzânumda
Bûriyâ nakşı görinür ten-i ‘uryânumda
Velehû : Ne musâhib bulınur derd ü gam-ı yâr gibi
Ne ferâgat yiri var gûşe-i hammâr gibi
Bir bölükbaşına gün togmaduk üftâdeleri
Yirlere çalma iken sâye-i dîvâr gibi
Götürüp nokta gibi ortaya atdı beni çarh
Başladı kendi kıyı çizmege pergâr gibi
Ol kıyâmet beni ferdâya salup Âhî yine
Yarına kaldı işüm va’de-i dîdâr gibi
Velehû : Seg-i kûyun ceng eyler bu cism-i nâ-tüvân içün
Ne lâzım bunca gavgâlar bir iki üstühân içün
Velehû : Hey ne fitne başıdur turre-i tarf-ı külehün
Zâlimün öte ucıdur ser-i zülf-i siyehün
Velehû : Tâlib-i iksîr-i ‘ışkum rûy-ı zerdüm var benüm
İşüm altun eyledüm kimden ne derdüm var benüm
Velehû : Bir elif çekdi yine sîneme cânân bu gice
San sarıldı bana bir serv-i hırâmân bu gice
Ayun on dördi gibi dün gice meclisde idün
Kanda ahşamlıyasın ey meh-i tâbân bu gice
Seni dün gice rakîb ile görüp sohbetde
Düşdi yalun kılıca şem’-i şebistân bu gice
Velehû : Zâhidâ içsen eger sen de bizüm şerbetimüz
Gün gibi zâhir olurdı sana keyfiyyetimüz
Devr-i la’lünde senün şöyle yasag oldı meye
Ki şarâb ile harâm oldı bizüm sohbetimüz
Hey ‘azîzüm niçe bir ‘âleme dellâl olalum
Yûsuf-ı Mısr bizüm bilmeyicek kıymetimüz
(Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2009). Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83504/kinalizade-hasan-celebi---tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013])
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 27.04.2013Güncelleme Tarihi: 10.12.2020Eserlerinden Örnekler
Kınalı-zâde Hasan Çelebi Tezkiresi’nden
ÂHÎ: Rûmilinden Nigbolıdan babasına Seydî Hoca dirler mâlik-i dirhem ü dînâr bir mâldâr tâcir idi. Nâmı Hasandur. Babası vefât itdükde cânib-i medîne-i ‘ilm ü kemâle şedd-i rihâl idüp İstanbula gelüp tahsîl-i ma’ârif ü kemâlâta müdâvim ve tarîk-i pür-tevfîk-i ‘ilme sülûk itmekle mülâzım olmışdur. Hakkâ ki şu’arâ-yı Rûmun a’lâlarından ve bu tâ’ifenün mümtâz ü müstesnâlarındandur. Eş’âr-ı dil-güşâ ve ebyât-ı cân-fezâsı makbûl ü müsellem ve memdûh-ı cümle-i sühanverân-ı ‘âlemdür. Hüsrev ü Şîrîn dimişdür. Fi’l-vâki’ kitâb-ı mezbûr bir nazm-ı metîn ve kitâb-ı rasîndür ki ebyât-ı şîrîn ve kelimât-ı rengînin Nizâmî görse tahsîn idüp Hüsrev hezâr-âferîn dir idi. Merhûm ol kitâb-ı belâgat-şi’âra çün cevâhir-i âbdâr harc ve ol nazm-ı fesâhat-âyînde ol denlü dürr-i semîn derc itmişdür ki aklâm-ı müşgîn-erkâm ile kâbil-i takrîr ü i’lâm degüldür. Bu bir iki ebyât ol kitâb-ı belâgat-simâtdandur.
Der-vasf-ı Subh: Meger bir subh kim bu zâl-i gerdûn
Sipihrün dâmenin kılmışdı pür-hûn
Meger kim vaz’-ı haml itmişdi nâhîd
Anunçün kan içinde togdı hûrşîd
Togûrdı subh-dem bânû-yı devrân
Bir altun başlu sırma saçlu oglân
Çü tal’at matla’ından togdı ol mâh
Melekler didi gökden zâdeha’llâh
Der-gamgînî: Nedendür ey meh-i âyîne-ruhsâr
Ruhun jengâr-ı gam tutmış kamervâr
Mübârek hâtırun ey çeşme-i cân
Karanulıkdadur çün âb-ı hayvân
Gönül âyînedür sevmez gubârı
Götürmez câm-ı Cemşîd inkisârı
Der-âmeden-i yâr: Görindi bir gubâr tûtiyâvâr
Güzeller hattı gibi ‘anberîn-bâr
Turup turup gelür gülzâr içinde
Hat-ı dil-ber gibi ruhsâr içinde
Şikâr ardınca uçmış bâz gibi
Kanat bükmiş gelür şehbâz gibi
Der-tasavvuf: Nedendür dilde nâyun sûz u sâzı
Delükli sîneler anlar bu râzı
Ne fehm itsün defün derd-i dilinden
Tapanca yimeyin üstâd elinden
Ne bilsün şol ki oldı dârdan dûr
Ki ne çemberde Hallâc idi Mansûr
Rivâyet olınur ki merhûm Selîm bin Bâyezîd Hân -Aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân- kitâb-ı mezbûrdan bir iki varak gördükde ol zemânda kâzî’askerler olan Zeyrek-zâde ve Kemâl Paşa-zâdeye Âhînün sinn ü sâl ve vasf-ı hâlinden su’âl itdükde dahı mansıba duhûl itmemiş silk-i mülâzımînde ve sâli hudûd-ı erba’îndedür dirler. Merhûm-ı merkûm ehl-i hüner ve ehâlî-perver ve me’âlî-güster olmagın buyurur ki mebâdâ bu gonçe-i nev-şüküfte henûz açılmadın girîbânı dâmen-i gül gibi hâr-ı noksân elinde sad-çâk ve dahı bûy-ı dil-cûy-ı müşgîn-demi meşâmm-ı ‘âlemi mu’attar itmedin hazân-ı zevâl ile magâk-ı ihtifâda âlûde-i hâk ola mezbûre ri’âyet idün ki intizâm-ı hâl cevdet-i tab’a bahâne ve himmet-i pâdşâh-ı deryâ-nevâl semend-i zihne tâziyânedür didükde Anatolı kâzî’askeri olan merhûm Kemâl Paşa-zâde hemân ol ân yigirmi akçe ile Burusada Bâyezîd Paşa medresesin ‘arz ider. Lâkin Rûmili kâzî’askeri olan Zeyrek-zâde mezbûrı yârdan uçurup pâdşâh-ı pür-re’fet ü ‘inâyetinün sana küllî ri’âyet olınmaga fermân-ı kadr-kudretleri cilveger-i mınassa-i zuhûr olmışdur. Bu mertebe ile kanâ’at mahz-ı denâ’et belki ‘âlî-himmet olanlar yanında ‘ayn-ı şenâ’etdür diyü mezbûre kabûl-ı medreseden nefret virüp bi’l-âhire ‘adem-i kabûl-ı ihsânı ma’rûz-ı südde-i sultânî oldukda sebeb-i tekeddür-i hâtır-ı ‘âlî-şânı olup mezbûr dahı zillet-i mülâzemetden ferâgat itmemiş şimden girü anı min ba’d bana ‘arz eylemen diyü buyurur. Ba’dehû Ahmed Paşa ve Necâtînün egri redîf gazeline nazîresinde bu beyti diyüp
Beyt : O kad bâlâ vü zülf egri diyâr-ı hüsn pür-âşûb
Memâlik fitne şeh zâlim ‘alem serkeş sipâh egri
Sem’-i pâdşâha vâsıl oldukda gazabı dahı ziyâde vü müştedd olup ebvâb-ı lutf u ihsânı bi’l-külliyye münsedd olur. Âhirü’l-emr niçe mülâzemet ve hezâr-zillet ü felâketden sonra Karaferye medresesin virürler. Ol takrîble Manastırda te’ehhül idüp Hâverînün hemşîresini alup Manastırda vefât itmişdür ve merhûmun bir te’lîfi dahı Hüsn ü Dildür. Hakkâ ki bir inşâdur ki hüsn gibi vasf-ı haseni hâric-i hayta-i dâ’ire-i imkân ve dil gibi makbûl u memdûh-ı dil ü cân-ı ins ü cândur. Manzûmât-ı dil-âvîzi cemâl-i dil-berân gibi tarab-efzâ ve mensûrât-ı lutf-âmîzi hâl-i ‘âşıkân gibi engüşt-nümâ dakâ’ik-ı ‘ibâratda i’câz-ı sühan-ârâyı peydâ ve hakâ’ik-ı kinâyâtında âsâr-ı mu’ciz-nümâyı vâzıh u hüveydâdur. Lâkin ol kitâb-ı belâgat-nizâm itmâm u encâm bulmadın sipihr-i nâ-fercâm mezbûrı mahmûr-ı câm-ı hımâm itmişdür. Kitâb-ı mezkûr ‘illet-i sevâd-ı kamer ve bahs-i kazâ vü kader gibi beyâza çıkmagın irtibâtı hayli müşkilterdür. Kitâb-ı mesfûrda olan ebyâtdandur.
Nazm : Âb-ı hayvân cihânda bir sudur
Ki anun ötesi karanudur
Niçe İskenderi o çeşme-i cân
Suya iltüp susuz getürdi revân
Velehû : Câhilün fahri cem’-i mâl iledür
‘Ârifün ‘izzeti kemâl iledür
Velehû : ‘Işk u şevk ehli vecd ü hâl ister
Ne kemâl ister ü ne mâl ister
Bizi gör kim ne hâlimüz vardur
Ne kemâl ü ne mâlımuz vardur
Bu bir iki eş’âr anun netâ’ic-i güftâr ve âsâr-ı kilk-i sehhârındandur.
Şi’r : Bir hasırum yog iken külbe-i ahzânumda
Bûriyâ nakşı görinür ten-i ‘uryânumda
Velehû : Ne musâhib bulınur derd ü gam-ı yâr gibi
Ne ferâgat yiri var gûşe-i hammâr gibi
Bir bölükbaşına gün togmaduk üftâdeleri
Yirlere çalma iken sâye-i dîvâr gibi
Götürüp nokta gibi ortaya atdı beni çarh
Başladı kendi kıyı çizmege pergâr gibi
Ol kıyâmet beni ferdâya salup Âhî yine
Yarına kaldı işüm va’de-i dîdâr gibi
Velehû : Seg-i kûyun ceng eyler bu cism-i nâ-tüvân içün
Ne lâzım bunca gavgâlar bir iki üstühân içün
Velehû : Hey ne fitne başıdur turre-i tarf-ı külehün
Zâlimün öte ucıdur ser-i zülf-i siyehün
Velehû : Tâlib-i iksîr-i ‘ışkum rûy-ı zerdüm var benüm
İşüm altun eyledüm kimden ne derdüm var benüm
Velehû : Bir elif çekdi yine sîneme cânân bu gice
San sarıldı bana bir serv-i hırâmân bu gice
Ayun on dördi gibi dün gice meclisde idün
Kanda ahşamlıyasın ey meh-i tâbân bu gice
Seni dün gice rakîb ile görüp sohbetde
Düşdi yalun kılıca şem’-i şebistân bu gice
Velehû : Zâhidâ içsen eger sen de bizüm şerbetimüz
Gün gibi zâhir olurdı sana keyfiyyetimüz
Devr-i la’lünde senün şöyle yasag oldı meye
Ki şarâb ile harâm oldı bizüm sohbetimüz
Hey ‘azîzüm niçe bir ‘âleme dellâl olalum
Yûsuf-ı Mısr bizüm bilmeyicek kıymetimüz
(Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2009). Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83504/kinalizade-hasan-celebi---tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013])
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 10.12.2020Eserlerinden Örnekler
Kınalı-zâde Hasan Çelebi Tezkiresi’nden
ÂHÎ: Rûmilinden Nigbolıdan babasına Seydî Hoca dirler mâlik-i dirhem ü dînâr bir mâldâr tâcir idi. Nâmı Hasandur. Babası vefât itdükde cânib-i medîne-i ‘ilm ü kemâle şedd-i rihâl idüp İstanbula gelüp tahsîl-i ma’ârif ü kemâlâta müdâvim ve tarîk-i pür-tevfîk-i ‘ilme sülûk itmekle mülâzım olmışdur. Hakkâ ki şu’arâ-yı Rûmun a’lâlarından ve bu tâ’ifenün mümtâz ü müstesnâlarındandur. Eş’âr-ı dil-güşâ ve ebyât-ı cân-fezâsı makbûl ü müsellem ve memdûh-ı cümle-i sühanverân-ı ‘âlemdür. Hüsrev ü Şîrîn dimişdür. Fi’l-vâki’ kitâb-ı mezbûr bir nazm-ı metîn ve kitâb-ı rasîndür ki ebyât-ı şîrîn ve kelimât-ı rengînin Nizâmî görse tahsîn idüp Hüsrev hezâr-âferîn dir idi. Merhûm ol kitâb-ı belâgat-şi’âra çün cevâhir-i âbdâr harc ve ol nazm-ı fesâhat-âyînde ol denlü dürr-i semîn derc itmişdür ki aklâm-ı müşgîn-erkâm ile kâbil-i takrîr ü i’lâm degüldür. Bu bir iki ebyât ol kitâb-ı belâgat-simâtdandur.
Der-vasf-ı Subh: Meger bir subh kim bu zâl-i gerdûn
Sipihrün dâmenin kılmışdı pür-hûn
Meger kim vaz’-ı haml itmişdi nâhîd
Anunçün kan içinde togdı hûrşîd
Togûrdı subh-dem bânû-yı devrân
Bir altun başlu sırma saçlu oglân
Çü tal’at matla’ından togdı ol mâh
Melekler didi gökden zâdeha’llâh
Der-gamgînî: Nedendür ey meh-i âyîne-ruhsâr
Ruhun jengâr-ı gam tutmış kamervâr
Mübârek hâtırun ey çeşme-i cân
Karanulıkdadur çün âb-ı hayvân
Gönül âyînedür sevmez gubârı
Götürmez câm-ı Cemşîd inkisârı
Der-âmeden-i yâr: Görindi bir gubâr tûtiyâvâr
Güzeller hattı gibi ‘anberîn-bâr
Turup turup gelür gülzâr içinde
Hat-ı dil-ber gibi ruhsâr içinde
Şikâr ardınca uçmış bâz gibi
Kanat bükmiş gelür şehbâz gibi
Der-tasavvuf: Nedendür dilde nâyun sûz u sâzı
Delükli sîneler anlar bu râzı
Ne fehm itsün defün derd-i dilinden
Tapanca yimeyin üstâd elinden
Ne bilsün şol ki oldı dârdan dûr
Ki ne çemberde Hallâc idi Mansûr
Rivâyet olınur ki merhûm Selîm bin Bâyezîd Hân -Aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân- kitâb-ı mezbûrdan bir iki varak gördükde ol zemânda kâzî’askerler olan Zeyrek-zâde ve Kemâl Paşa-zâdeye Âhînün sinn ü sâl ve vasf-ı hâlinden su’âl itdükde dahı mansıba duhûl itmemiş silk-i mülâzımînde ve sâli hudûd-ı erba’îndedür dirler. Merhûm-ı merkûm ehl-i hüner ve ehâlî-perver ve me’âlî-güster olmagın buyurur ki mebâdâ bu gonçe-i nev-şüküfte henûz açılmadın girîbânı dâmen-i gül gibi hâr-ı noksân elinde sad-çâk ve dahı bûy-ı dil-cûy-ı müşgîn-demi meşâmm-ı ‘âlemi mu’attar itmedin hazân-ı zevâl ile magâk-ı ihtifâda âlûde-i hâk ola mezbûre ri’âyet idün ki intizâm-ı hâl cevdet-i tab’a bahâne ve himmet-i pâdşâh-ı deryâ-nevâl semend-i zihne tâziyânedür didükde Anatolı kâzî’askeri olan merhûm Kemâl Paşa-zâde hemân ol ân yigirmi akçe ile Burusada Bâyezîd Paşa medresesin ‘arz ider. Lâkin Rûmili kâzî’askeri olan Zeyrek-zâde mezbûrı yârdan uçurup pâdşâh-ı pür-re’fet ü ‘inâyetinün sana küllî ri’âyet olınmaga fermân-ı kadr-kudretleri cilveger-i mınassa-i zuhûr olmışdur. Bu mertebe ile kanâ’at mahz-ı denâ’et belki ‘âlî-himmet olanlar yanında ‘ayn-ı şenâ’etdür diyü mezbûre kabûl-ı medreseden nefret virüp bi’l-âhire ‘adem-i kabûl-ı ihsânı ma’rûz-ı südde-i sultânî oldukda sebeb-i tekeddür-i hâtır-ı ‘âlî-şânı olup mezbûr dahı zillet-i mülâzemetden ferâgat itmemiş şimden girü anı min ba’d bana ‘arz eylemen diyü buyurur. Ba’dehû Ahmed Paşa ve Necâtînün egri redîf gazeline nazîresinde bu beyti diyüp
Beyt : O kad bâlâ vü zülf egri diyâr-ı hüsn pür-âşûb
Memâlik fitne şeh zâlim ‘alem serkeş sipâh egri
Sem’-i pâdşâha vâsıl oldukda gazabı dahı ziyâde vü müştedd olup ebvâb-ı lutf u ihsânı bi’l-külliyye münsedd olur. Âhirü’l-emr niçe mülâzemet ve hezâr-zillet ü felâketden sonra Karaferye medresesin virürler. Ol takrîble Manastırda te’ehhül idüp Hâverînün hemşîresini alup Manastırda vefât itmişdür ve merhûmun bir te’lîfi dahı Hüsn ü Dildür. Hakkâ ki bir inşâdur ki hüsn gibi vasf-ı haseni hâric-i hayta-i dâ’ire-i imkân ve dil gibi makbûl u memdûh-ı dil ü cân-ı ins ü cândur. Manzûmât-ı dil-âvîzi cemâl-i dil-berân gibi tarab-efzâ ve mensûrât-ı lutf-âmîzi hâl-i ‘âşıkân gibi engüşt-nümâ dakâ’ik-ı ‘ibâratda i’câz-ı sühan-ârâyı peydâ ve hakâ’ik-ı kinâyâtında âsâr-ı mu’ciz-nümâyı vâzıh u hüveydâdur. Lâkin ol kitâb-ı belâgat-nizâm itmâm u encâm bulmadın sipihr-i nâ-fercâm mezbûrı mahmûr-ı câm-ı hımâm itmişdür. Kitâb-ı mezkûr ‘illet-i sevâd-ı kamer ve bahs-i kazâ vü kader gibi beyâza çıkmagın irtibâtı hayli müşkilterdür. Kitâb-ı mesfûrda olan ebyâtdandur.
Nazm : Âb-ı hayvân cihânda bir sudur
Ki anun ötesi karanudur
Niçe İskenderi o çeşme-i cân
Suya iltüp susuz getürdi revân
Velehû : Câhilün fahri cem’-i mâl iledür
‘Ârifün ‘izzeti kemâl iledür
Velehû : ‘Işk u şevk ehli vecd ü hâl ister
Ne kemâl ister ü ne mâl ister
Bizi gör kim ne hâlimüz vardur
Ne kemâl ü ne mâlımuz vardur
Bu bir iki eş’âr anun netâ’ic-i güftâr ve âsâr-ı kilk-i sehhârındandur.
Şi’r : Bir hasırum yog iken külbe-i ahzânumda
Bûriyâ nakşı görinür ten-i ‘uryânumda
Velehû : Ne musâhib bulınur derd ü gam-ı yâr gibi
Ne ferâgat yiri var gûşe-i hammâr gibi
Bir bölükbaşına gün togmaduk üftâdeleri
Yirlere çalma iken sâye-i dîvâr gibi
Götürüp nokta gibi ortaya atdı beni çarh
Başladı kendi kıyı çizmege pergâr gibi
Ol kıyâmet beni ferdâya salup Âhî yine
Yarına kaldı işüm va’de-i dîdâr gibi
Velehû : Seg-i kûyun ceng eyler bu cism-i nâ-tüvân içün
Ne lâzım bunca gavgâlar bir iki üstühân içün
Velehû : Hey ne fitne başıdur turre-i tarf-ı külehün
Zâlimün öte ucıdur ser-i zülf-i siyehün
Velehû : Tâlib-i iksîr-i ‘ışkum rûy-ı zerdüm var benüm
İşüm altun eyledüm kimden ne derdüm var benüm
Velehû : Bir elif çekdi yine sîneme cânân bu gice
San sarıldı bana bir serv-i hırâmân bu gice
Ayun on dördi gibi dün gice meclisde idün
Kanda ahşamlıyasın ey meh-i tâbân bu gice
Seni dün gice rakîb ile görüp sohbetde
Düşdi yalun kılıca şem’-i şebistân bu gice
Velehû : Zâhidâ içsen eger sen de bizüm şerbetimüz
Gün gibi zâhir olurdı sana keyfiyyetimüz
Devr-i la’lünde senün şöyle yasag oldı meye
Ki şarâb ile harâm oldı bizüm sohbetimüz
Hey ‘azîzüm niçe bir ‘âleme dellâl olalum
Yûsuf-ı Mısr bizüm bilmeyicek kıymetimüz
(Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2009). Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83504/kinalizade-hasan-celebi---tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013])
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Kınalı-zâde Hasan Çelebi Tezkiresi’nden
ÂHÎ: Rûmilinden Nigbolıdan babasına Seydî Hoca dirler mâlik-i dirhem ü dînâr bir mâldâr tâcir idi. Nâmı Hasandur. Babası vefât itdükde cânib-i medîne-i ‘ilm ü kemâle şedd-i rihâl idüp İstanbula gelüp tahsîl-i ma’ârif ü kemâlâta müdâvim ve tarîk-i pür-tevfîk-i ‘ilme sülûk itmekle mülâzım olmışdur. Hakkâ ki şu’arâ-yı Rûmun a’lâlarından ve bu tâ’ifenün mümtâz ü müstesnâlarındandur. Eş’âr-ı dil-güşâ ve ebyât-ı cân-fezâsı makbûl ü müsellem ve memdûh-ı cümle-i sühanverân-ı ‘âlemdür. Hüsrev ü Şîrîn dimişdür. Fi’l-vâki’ kitâb-ı mezbûr bir nazm-ı metîn ve kitâb-ı rasîndür ki ebyât-ı şîrîn ve kelimât-ı rengînin Nizâmî görse tahsîn idüp Hüsrev hezâr-âferîn dir idi. Merhûm ol kitâb-ı belâgat-şi’âra çün cevâhir-i âbdâr harc ve ol nazm-ı fesâhat-âyînde ol denlü dürr-i semîn derc itmişdür ki aklâm-ı müşgîn-erkâm ile kâbil-i takrîr ü i’lâm degüldür. Bu bir iki ebyât ol kitâb-ı belâgat-simâtdandur.
Der-vasf-ı Subh: Meger bir subh kim bu zâl-i gerdûn
Sipihrün dâmenin kılmışdı pür-hûn
Meger kim vaz’-ı haml itmişdi nâhîd
Anunçün kan içinde togdı hûrşîd
Togûrdı subh-dem bânû-yı devrân
Bir altun başlu sırma saçlu oglân
Çü tal’at matla’ından togdı ol mâh
Melekler didi gökden zâdeha’llâh
Der-gamgînî: Nedendür ey meh-i âyîne-ruhsâr
Ruhun jengâr-ı gam tutmış kamervâr
Mübârek hâtırun ey çeşme-i cân
Karanulıkdadur çün âb-ı hayvân
Gönül âyînedür sevmez gubârı
Götürmez câm-ı Cemşîd inkisârı
Der-âmeden-i yâr: Görindi bir gubâr tûtiyâvâr
Güzeller hattı gibi ‘anberîn-bâr
Turup turup gelür gülzâr içinde
Hat-ı dil-ber gibi ruhsâr içinde
Şikâr ardınca uçmış bâz gibi
Kanat bükmiş gelür şehbâz gibi
Der-tasavvuf: Nedendür dilde nâyun sûz u sâzı
Delükli sîneler anlar bu râzı
Ne fehm itsün defün derd-i dilinden
Tapanca yimeyin üstâd elinden
Ne bilsün şol ki oldı dârdan dûr
Ki ne çemberde Hallâc idi Mansûr
Rivâyet olınur ki merhûm Selîm bin Bâyezîd Hân -Aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân- kitâb-ı mezbûrdan bir iki varak gördükde ol zemânda kâzî’askerler olan Zeyrek-zâde ve Kemâl Paşa-zâdeye Âhînün sinn ü sâl ve vasf-ı hâlinden su’âl itdükde dahı mansıba duhûl itmemiş silk-i mülâzımînde ve sâli hudûd-ı erba’îndedür dirler. Merhûm-ı merkûm ehl-i hüner ve ehâlî-perver ve me’âlî-güster olmagın buyurur ki mebâdâ bu gonçe-i nev-şüküfte henûz açılmadın girîbânı dâmen-i gül gibi hâr-ı noksân elinde sad-çâk ve dahı bûy-ı dil-cûy-ı müşgîn-demi meşâmm-ı ‘âlemi mu’attar itmedin hazân-ı zevâl ile magâk-ı ihtifâda âlûde-i hâk ola mezbûre ri’âyet idün ki intizâm-ı hâl cevdet-i tab’a bahâne ve himmet-i pâdşâh-ı deryâ-nevâl semend-i zihne tâziyânedür didükde Anatolı kâzî’askeri olan merhûm Kemâl Paşa-zâde hemân ol ân yigirmi akçe ile Burusada Bâyezîd Paşa medresesin ‘arz ider. Lâkin Rûmili kâzî’askeri olan Zeyrek-zâde mezbûrı yârdan uçurup pâdşâh-ı pür-re’fet ü ‘inâyetinün sana küllî ri’âyet olınmaga fermân-ı kadr-kudretleri cilveger-i mınassa-i zuhûr olmışdur. Bu mertebe ile kanâ’at mahz-ı denâ’et belki ‘âlî-himmet olanlar yanında ‘ayn-ı şenâ’etdür diyü mezbûre kabûl-ı medreseden nefret virüp bi’l-âhire ‘adem-i kabûl-ı ihsânı ma’rûz-ı südde-i sultânî oldukda sebeb-i tekeddür-i hâtır-ı ‘âlî-şânı olup mezbûr dahı zillet-i mülâzemetden ferâgat itmemiş şimden girü anı min ba’d bana ‘arz eylemen diyü buyurur. Ba’dehû Ahmed Paşa ve Necâtînün egri redîf gazeline nazîresinde bu beyti diyüp
Beyt : O kad bâlâ vü zülf egri diyâr-ı hüsn pür-âşûb
Memâlik fitne şeh zâlim ‘alem serkeş sipâh egri
Sem’-i pâdşâha vâsıl oldukda gazabı dahı ziyâde vü müştedd olup ebvâb-ı lutf u ihsânı bi’l-külliyye münsedd olur. Âhirü’l-emr niçe mülâzemet ve hezâr-zillet ü felâketden sonra Karaferye medresesin virürler. Ol takrîble Manastırda te’ehhül idüp Hâverînün hemşîresini alup Manastırda vefât itmişdür ve merhûmun bir te’lîfi dahı Hüsn ü Dildür. Hakkâ ki bir inşâdur ki hüsn gibi vasf-ı haseni hâric-i hayta-i dâ’ire-i imkân ve dil gibi makbûl u memdûh-ı dil ü cân-ı ins ü cândur. Manzûmât-ı dil-âvîzi cemâl-i dil-berân gibi tarab-efzâ ve mensûrât-ı lutf-âmîzi hâl-i ‘âşıkân gibi engüşt-nümâ dakâ’ik-ı ‘ibâratda i’câz-ı sühan-ârâyı peydâ ve hakâ’ik-ı kinâyâtında âsâr-ı mu’ciz-nümâyı vâzıh u hüveydâdur. Lâkin ol kitâb-ı belâgat-nizâm itmâm u encâm bulmadın sipihr-i nâ-fercâm mezbûrı mahmûr-ı câm-ı hımâm itmişdür. Kitâb-ı mezkûr ‘illet-i sevâd-ı kamer ve bahs-i kazâ vü kader gibi beyâza çıkmagın irtibâtı hayli müşkilterdür. Kitâb-ı mesfûrda olan ebyâtdandur.
Nazm : Âb-ı hayvân cihânda bir sudur
Ki anun ötesi karanudur
Niçe İskenderi o çeşme-i cân
Suya iltüp susuz getürdi revân
Velehû : Câhilün fahri cem’-i mâl iledür
‘Ârifün ‘izzeti kemâl iledür
Velehû : ‘Işk u şevk ehli vecd ü hâl ister
Ne kemâl ister ü ne mâl ister
Bizi gör kim ne hâlimüz vardur
Ne kemâl ü ne mâlımuz vardur
Bu bir iki eş’âr anun netâ’ic-i güftâr ve âsâr-ı kilk-i sehhârındandur.
Şi’r : Bir hasırum yog iken külbe-i ahzânumda
Bûriyâ nakşı görinür ten-i ‘uryânumda
Velehû : Ne musâhib bulınur derd ü gam-ı yâr gibi
Ne ferâgat yiri var gûşe-i hammâr gibi
Bir bölükbaşına gün togmaduk üftâdeleri
Yirlere çalma iken sâye-i dîvâr gibi
Götürüp nokta gibi ortaya atdı beni çarh
Başladı kendi kıyı çizmege pergâr gibi
Ol kıyâmet beni ferdâya salup Âhî yine
Yarına kaldı işüm va’de-i dîdâr gibi
Velehû : Seg-i kûyun ceng eyler bu cism-i nâ-tüvân içün
Ne lâzım bunca gavgâlar bir iki üstühân içün
Velehû : Hey ne fitne başıdur turre-i tarf-ı külehün
Zâlimün öte ucıdur ser-i zülf-i siyehün
Velehû : Tâlib-i iksîr-i ‘ışkum rûy-ı zerdüm var benüm
İşüm altun eyledüm kimden ne derdüm var benüm
Velehû : Bir elif çekdi yine sîneme cânân bu gice
San sarıldı bana bir serv-i hırâmân bu gice
Ayun on dördi gibi dün gice meclisde idün
Kanda ahşamlıyasın ey meh-i tâbân bu gice
Seni dün gice rakîb ile görüp sohbetde
Düşdi yalun kılıca şem’-i şebistân bu gice
Velehû : Zâhidâ içsen eger sen de bizüm şerbetimüz
Gün gibi zâhir olurdı sana keyfiyyetimüz
Devr-i la’lünde senün şöyle yasag oldı meye
Ki şarâb ile harâm oldı bizüm sohbetimüz
Hey ‘azîzüm niçe bir ‘âleme dellâl olalum
Yûsuf-ı Mısr bizüm bilmeyicek kıymetimüz
(Sungurhan Eyduran, Aysun (hzl.) (2009). Kınalı-zâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ. Ankara: Kültür Bakanlığı e-kitap: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/1-83504/kinalizade-hasan-celebi---tezkiretus-suara.html [erişim tarihi: 20.03.2013])
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | ÂSIMÎ, Mehmed Âsımî Efendi | d. ? - ö. 10 Ekim 1666 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | Mükerrem Kamil Su | d. 1 Temmuz 1904 - ö. 23 Temmuz 1997 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | ŞEYHÎ, Nakibzade Seyyid Çelebi | d. ? - ö. 1669 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | MURÂD/MURÂDÎ, Sultân III. Murâd | d. 1546 - ö. 1595 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | Şâh Velî Ayıntâbî, Askerî | d. 1532 - ö. 1604 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
6 | HALÎMÎ, Ahi-zâde Abdülhalîm Efendi | d. 1555 - ö. 1604 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
7 | ŞÂMÎ, Ahmed Şâmî Efendi | d. ? - ö. 1604-05 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | KIYÂSÎ | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
9 | MÜNÎB, Mehmed Münîb Ayıntâbî | d. 1731? - ö. 1828 | Meslek | Görüntüle |
10 | VUSÛLÎ, Mehmed | d. 1523 - ö. 1590 | Meslek | Görüntüle |
11 | NİGÂRÎ, Haydar Çelebi | d. ? - ö. 1573 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
12 | NECÂHÎ, Derviş Necâhî | d. ? - ö. 1591-92 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
13 | GUBÂRÎ, Abdurrahman Efendi | d. ? - ö. 1566 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | ADLÎ, Şeyh Hasan Adlullah Efendi | d. ? - ö. 1617 | Madde Adı | Görüntüle |
15 | ZAMÎRÎ, Nûreddîn Hamza Efendi | d. ? - ö. 1514-15 | Madde Adı | Görüntüle |
16 | BAYEZİD-İ RUMİ, Derviş Mehmed | d. ? - ö. 1516\'dan sonra | Madde Adı | Görüntüle |