Madde Detay
MAHMUD ŞEBÜSTERÎ
(d. 687/1288 - ö. 720/1320)
tekke şairi
(Tekke / Başlangıç-15. Yüzyıl / Azeri)
ISBN: 978-9944-237-86-4
İranlı mutasavvıf ve şairin asıl adı Şeyh Sa’düddîn Mahmûd b. Emînüddîn Abdülkerîm b. Yahyâ Şebusterî’dir. Tebriz'in yaklaşık 40 km. kuzeybatısında bulunan Şebüster'de (Şebister) dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi kesin olmamakla beraber 1267/1851’de yaptırılan türbesinin mezar taşında 720 yılında ve otuz üç yaşında vefat ettiği kaydedildiğine göre 687/1288’de doğmuş olmalıdır (Karaismailoğlu 2010: 38). Abdülbaki Gölpınarlı, Gülşen-i Râz çevirisinin önsözünde yanlışlıkla otuz yedi yaşında öldüğü bilgisini aktararak 683/1284 yılında doğduğunu belirtmiştir. Kaynaklarda ailesi hakkında bilgi verilmemiştir. Bir müddet Kirman şehrinde ikâmet ederek burada evlenmiştir. İstanbul’a giderek Yavuz Sultan Selim’e Farsça Şem u Pervâne mesnevisini sunan ve Kanuni Sultan Süleyman’a methiye yazan Abdullah Şebüsterî torunudur. Eğitimine İran edebiyatı, kültürü ve tasavvufunun ana merkezlerinden biri olan Tebriz’de başlayan Şebüsterî, daha sonra genç yaşta iyi bir eğitim almak için Şam, Hicaz, Mısır’a gitmiş, buralarda iyi bir medrese tahsili alarak Bahaeddin Ya’kub-ı Tebrîzî’nin müridi ve öğrencisi olmuştur. Arapça, Farsça ile birlikte felsefe, mantık, ahlâk, psikoloji, astronomi, mineraloji, anatomi ve benzeri ilimleri tahsil etmiştir. Kendisi Saâdet-nâme adlı eserinde Emînüddin-i Tebrîzî’yi de üstadı ve şeyhi olarak kaydetmiştir (Kafkasyalı 2002: 2). Kısa ömrüne rağmen Bağdat ve Dımaşk gibi şehirlerle Yemen, Hicaz, Mısır, Endülüs ve Kafkasya gibi İslam ülkelerini gezmiştir. Şebüsterî’yi bazıları İmamiyye mezhebinden gösterse de kendisi Saâdet-nâme’de Sünni- Eş’arî olduğunu belirtmektedir. Moğol istilasının hüküm sürdüğü bir zamanda ehliyetsiz kişilerin şeyh olmasından yakınarak döneminde tasavvufi hayatı tenkit etmiş ve uzleti seçmiştir. Vefat tarihi olarak kaynaklar değişik rakamlar telaffuz etmekte olup genel kanı 720/1320 olduğu yönündedir. Kabri, hocası Bahâeddîn Ya’kûb-ı Tebrîzî'nin kabri yanında, “Gülşen-i Pehlevî” adı verilen bahçe içerisinde bulunan türbededir (Gündoğdu 2011: 12). Gülşen-i Râz dışındaki üç eseri Mehmet Temelli tarafından Türkçeye çevrilerek yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır (2003).
Eserleri şunlardır:
1. Gülşen-i Râz: Mesnevi tarzında yazılan eser, Horasan sûfîlerinden Emir Hüseynî Sâdât-ı Herevî’nin sorularına cevap olarak şeyhi Bahâeddin Ya’kub’un isteğiyle kaleme alınan Farsça bir mesnevidir. Eser üzerine birçok şerh yapılmış ve çeşitli dillere çevrilmiştir. Eser vahdet-i vücud doktrininin ve sufi terminolojisinin en özlü izahlarından biridir.
2. Saâdet-nâme: Farsça tasavvufî bir mesnevi olup yaklaşık 3000 beyittir. Allah'ın zatı, sıfatları, isimleri ve fiilieri hakkındaki bölümler alt başlıklara halinde verilmiştir.
3. Hakku’l-Yakîn fî Ma’rifeti Rabbi’l-Âlemîn: Sekiz bölüm olan bu Farsça mensur eser Hakk’ın zatı, Hakk’ı bilme, Hakk’ın sıfatları, kader, ahiret gibi konuları içermektedir.
4. Mir’âtu’l-Muhakkikîn:
5. Risâle-i Şâhid-nâme: Nüshasına henüz rastlanmamıştır (Karaismailoğlu 2010: 38/400). Sekiz bölüm halinde düzenlenen mensur eserde nefsin türleri, varlıklar, yaratılışın hikmeti, mebde ve mead, atak ve enfüs gibi konular sade bir dille anlatılmaktadır.
Eserlerini Moğol işgali döneminde kaleme almıştır. Şiirlerinde Ebu Said Ebu’l Hayr, Feridüddin Attar ve Mevlana Celaleddin Rumi'den etkilenmiştir. Muhyiddin İbn Arabi'nin Vahdet-i Vücud öğretisinden ve onun sembolik terminolojisinden etkilenmiştir. Şebüsteri İbn-i Arabi'nin düşünce ve terminolojisini Farsça şiire dahil eden sufilerden biri kabul edilir. Gülşen-i Râz’da Emîr Hüseyin’in (ö.729/1329) sorularına cevaplar verirken Fütûhâtü’l-Mekkiyye ve Füsûsu’l-Hikem’deki “dil” ve üslubu kullanmıştır. Gerek manzum gerekse mensur eserlerinde ağırlıklı olarak tasavvuf, kelâm ve felsefe konuları üzerinde durmuştur. Şebüsterî tasavvuf şiirindeki mefhumun mecazî anlamlarına da yeni açıklamalar getirmiştir.
Kaynakça
Akkuş, Muzaffer (hzl.) (2002). Elvân-ı Şirâzî’nin Gülşen-i Râz’ı (İnceleme-Metin- Tıpkıbasım). Ankara: TDK Yay.
Algar, Hamid (2003). “Golşan-e Râz”. Encylopedia Iranica. XI. Newyork.
Deyhîm, Muhammed (1367). Tezkire-i Şu’arâ-yı Azerbaycan I. Tebriz.
Gölpınarlı, Abdülbaki (çev). (1989). Mahmud-ı Şebüsterî Gülşen-i Râz. İstanbul: MEB Yay.
Gündoğdu, Cengiz (haz.) (2011). Mahmûd-ı Şebusterî Gülşen-i Râz. (çev. Ahmed Avni Konuk). İstanbul: İlk Harf Yayınevi.
Hidâyet, Rızâ Kuli Hân (1316). Riyâzu’l-Ârifîn. Tahran.
Kafkasyalı, Ali (2002). İran Türk Edebiyatı Antolojisi II. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Basımevi.
Karaismailoğlu, Adnan (2010). “Şebüsterî”. İslâm Ansiklopedisi. C. 38. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 400-401.
Kartal, Ahmet (2003). “Şebüsterî’nin Gülşen-i Râz’ı ile Elvân-ı Şirâzî’nin Gülşen-i Râz Tercümesi’nin Mukayesesi”. Türk Dili ve Edebiyatı Makaleleri (3): 121-176.
Mustafaoğlu, Yahya (çev.) (1999). Şeyh Mahmud Şebüsterî ve Gülşen-i Râz. İstanbul: Kitsan Basım Yay.
Öcalan, Hasan Basri (hzl.) (2004). “Şebüsterî’nin Tasavvuf Düşüncesinde 'Ben’in Mahiyeti”, Bursa'da Dünden Bugüne Tasavvuf Kültürü. Bursa.101-111.
Sadîk, Hüseyn Muhammed-zâde (1381). Gülşen-i Râz-ı Şebüsterî be-Rivâyet-i Türkî ez- Elvân-ı Velî-i Şirâzî. Tehrân.
Temelli, Mehmet (2003). Mahmud-u Şebüsterî Hayatı, Görüşleri, Üç Risalesi. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DR. MEHMET ÜNALYayın Tarihi: 14.06.2014Güncelleme Tarihi: 08.12.2020Eserlerinden Örnekler
GÜLŞEN-İ RAZ’IN ÇEVİRİSİNDEN
Kitabın Yazılış Sebebi
On yedi gün geçmişti, yedi yüzüncü yılından Hicretin…
Ansızın, Şevval ayında,
Bir elçi, binlerce lûtuf ve ihsanla,
Horasanlılar adına çıka geldi.
Bir ulu kişi vardı orada, ünlenmişti,
Her türlü hünerle, bir nur kaynağı gibi…
Bir mektup yazmış mânâ hakkında;
Mânâ ehline göndermiş.
Orada birkaç ibâreden oluşan müşkül,
İşâret ehlînin müşküllerinden aktarılmış…
Dizelere dökmüş ve sormuş birer birer;
Dünya dolusu mânâyı, az bir lâfızla..
Elçi, mektubu ansızın okuyunca,
Ondaki sözler, dillere düştü..
O mecliste hazır bulunan bütün Azîzlerin,
Her biri bu dervişe gözlerini diktiler.
İçlerinden biri güngörmüş adamdı,
Bizden bu mânâyı yüzlerce defâ duymuştu..
Bana dedi ki; “Şu anda buna bir cevâp yaz;
Ki, bütün cihânın halkı ondan yararlansın!..”
Ona dedim ki; “Ne gerek var..
Bu meseleleri defâlarca risâlelerde yazmıştım..
Biri dedi ki; “Fakat sorulara uygun olarak..
Senden dizeler halinde bir cevap umuyoruz..”
İsrarlar üzerine, işe koyuldum;
Mektubun cevâbını kısa sözlerle yazdım.
Bir anda, kalabalık bir topluluk içinde,
Bu sözleri düşünmeden, tekrarlamadan söyledim..
Şimdi onlar lûtuf ve ihsanlarıyla,
Küçük kusurlarımızı hoş görsünler!..
Herkes bilir ki, bu kişi ömrü boyunca,
Hiçbir zaman, şiir yazmaya niyetlenmemiştir…
Şiir yazamadım ama,
Az da olsa söylerdim.
Nesir türünden birçok kitap yazdım.
Fakat mesnevî tarzında hiç nazm etmedim.
Aruz ve kâfiye, mânâyı tartmaz!..
Ama mânâ her kaba sığmaz..
Mânâlar kesinlikle harflere sığmazlar,
Okyanusu bir kaba koymak mümkün olmaz!..
Biz ki, kendi sözlerimiz açısından sıkıntıdayız,
Ne diye ona başkasını ekleyelim?!..
Övünmek için söylemiyorum, bu sözler, şükür ifâdesidir.
Din ehlî nezdinde mazûr olmaya hazırlık yapıyorum.
Kuşkusuz, şâirlikten utanacak değilim!..
Yüz asır geçse de Attar gibi bir şâir gelmez.
Bu sözlerde yüzlerce sırr âlemi gizli olsa da,
Attar’ın dükkanındaki bir koku gibidir…
O öyle bir Attardır ki, cihânın koku satıcısıydı!..
Onun sözleri rûh’un öz’ünden gelirler;
Mustafaoğlu, Yahya (çev.) (1999). Şeyh Mahmud Şebüsterî ve Gülşen-i Râz. İstanbul: Kitsan Basım Yay. 9-10.
GÜLŞEN-İ RAZ’IN ÇEVİRİSİNDEN
Soru:
-Sonunda, kim birlik sırrına erdi?.
Ârif olan, neyi tanır sonunda?..
Cevap:
Birlik sırrına o kişi erer ki;
Yolun duraklarında hiç beklemez.
Arifin gönlü, varlığı tanır,
Mutlak varlığı ise, bizzat gözlemler...
Gerçek "var"dan başka "var" bilmez..
Ya da, oyundan ibaret varlığı ele verir.
Senin varlığın, tamamen dikendir, çer çöptür,..
Kendini bunlardan sıyırarak arındır!..
Git!. Gönül evini süpür..
Sevgilinin makamını, yerini hazırla!..
Sen çıkarsan oradan, gelir "O",..
Sana, "sen" olmadan güzelliğini gösterir...
Nafile ibâdetlerden dolayı sevgili olma onuruna erişen kimse.
Olumsuzluk "Lâ" (yoktur)sıyla evi süpürür...
Sevgilinin canının derinliğinde bir yer bulur,
"Benimle işitir, benimle görür.." buyruğundan bir nişan taşır.
Varlıktan küçük bir kırıntı dahi kalsa onda,
Arifin bilgisi, somutlaşmaz!..
Engelleri kendinden uzaklaştırmadığın sürece.
Gönül evinin içine aydınlık yansımaz!..
Bu âlemde dört tane engel var;
Bunlardan arınmanın da dört yolu var:
Birincisi, kirden ve pislikten arınmaktır,
İkincisi, günâhtan, kötülükten ve vesveseden;
Üçüncüsü, kötü huylardan arınmaktır;
Çünkü, kötü huylu insan, hayvandan farksızdır!..
Dördüncüsü, sırrı O'ndan başkası kavramından arındırmaktır.
Yolculuk da burada sona erer...
Bu arınmayı gerçekleştiren kimse,
Kuşkusuz, ilâhi münacata lâyık olur.
Kendini bütünüyle aradan çıkarmadıkça;
Namazına namaz denir mi?!.
Fakat öz, her türlü kirden arındı mı,
Namazın "göz nuru" niteliğini kazanır,,.
Arada bir farklılık kalmaz,
Hem bilen, hem bilinen bir parça olurlar.
Mustafaoğlu, Yahya (çev.) (1999). Şeyh Mahmud Şebüsterî ve Gülşen-i Râz. İstanbul: Kitsan Basım Yay. 35-36.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 14.06.2014Güncelleme Tarihi: 08.12.2020Eserlerinden Örnekler
GÜLŞEN-İ RAZ’IN ÇEVİRİSİNDEN
Kitabın Yazılış Sebebi
On yedi gün geçmişti, yedi yüzüncü yılından Hicretin…
Ansızın, Şevval ayında,
Bir elçi, binlerce lûtuf ve ihsanla,
Horasanlılar adına çıka geldi.
Bir ulu kişi vardı orada, ünlenmişti,
Her türlü hünerle, bir nur kaynağı gibi…
Bir mektup yazmış mânâ hakkında;
Mânâ ehline göndermiş.
Orada birkaç ibâreden oluşan müşkül,
İşâret ehlînin müşküllerinden aktarılmış…
Dizelere dökmüş ve sormuş birer birer;
Dünya dolusu mânâyı, az bir lâfızla..
Elçi, mektubu ansızın okuyunca,
Ondaki sözler, dillere düştü..
O mecliste hazır bulunan bütün Azîzlerin,
Her biri bu dervişe gözlerini diktiler.
İçlerinden biri güngörmüş adamdı,
Bizden bu mânâyı yüzlerce defâ duymuştu..
Bana dedi ki; “Şu anda buna bir cevâp yaz;
Ki, bütün cihânın halkı ondan yararlansın!..”
Ona dedim ki; “Ne gerek var..
Bu meseleleri defâlarca risâlelerde yazmıştım..
Biri dedi ki; “Fakat sorulara uygun olarak..
Senden dizeler halinde bir cevap umuyoruz..”
İsrarlar üzerine, işe koyuldum;
Mektubun cevâbını kısa sözlerle yazdım.
Bir anda, kalabalık bir topluluk içinde,
Bu sözleri düşünmeden, tekrarlamadan söyledim..
Şimdi onlar lûtuf ve ihsanlarıyla,
Küçük kusurlarımızı hoş görsünler!..
Herkes bilir ki, bu kişi ömrü boyunca,
Hiçbir zaman, şiir yazmaya niyetlenmemiştir…
Şiir yazamadım ama,
Az da olsa söylerdim.
Nesir türünden birçok kitap yazdım.
Fakat mesnevî tarzında hiç nazm etmedim.
Aruz ve kâfiye, mânâyı tartmaz!..
Ama mânâ her kaba sığmaz..
Mânâlar kesinlikle harflere sığmazlar,
Okyanusu bir kaba koymak mümkün olmaz!..
Biz ki, kendi sözlerimiz açısından sıkıntıdayız,
Ne diye ona başkasını ekleyelim?!..
Övünmek için söylemiyorum, bu sözler, şükür ifâdesidir.
Din ehlî nezdinde mazûr olmaya hazırlık yapıyorum.
Kuşkusuz, şâirlikten utanacak değilim!..
Yüz asır geçse de Attar gibi bir şâir gelmez.
Bu sözlerde yüzlerce sırr âlemi gizli olsa da,
Attar’ın dükkanındaki bir koku gibidir…
O öyle bir Attardır ki, cihânın koku satıcısıydı!..
Onun sözleri rûh’un öz’ünden gelirler;
Mustafaoğlu, Yahya (çev.) (1999). Şeyh Mahmud Şebüsterî ve Gülşen-i Râz. İstanbul: Kitsan Basım Yay. 9-10.
GÜLŞEN-İ RAZ’IN ÇEVİRİSİNDEN
Soru:
-Sonunda, kim birlik sırrına erdi?.
Ârif olan, neyi tanır sonunda?..
Cevap:
Birlik sırrına o kişi erer ki;
Yolun duraklarında hiç beklemez.
Arifin gönlü, varlığı tanır,
Mutlak varlığı ise, bizzat gözlemler...
Gerçek "var"dan başka "var" bilmez..
Ya da, oyundan ibaret varlığı ele verir.
Senin varlığın, tamamen dikendir, çer çöptür,..
Kendini bunlardan sıyırarak arındır!..
Git!. Gönül evini süpür..
Sevgilinin makamını, yerini hazırla!..
Sen çıkarsan oradan, gelir "O",..
Sana, "sen" olmadan güzelliğini gösterir...
Nafile ibâdetlerden dolayı sevgili olma onuruna erişen kimse.
Olumsuzluk "Lâ" (yoktur)sıyla evi süpürür...
Sevgilinin canının derinliğinde bir yer bulur,
"Benimle işitir, benimle görür.." buyruğundan bir nişan taşır.
Varlıktan küçük bir kırıntı dahi kalsa onda,
Arifin bilgisi, somutlaşmaz!..
Engelleri kendinden uzaklaştırmadığın sürece.
Gönül evinin içine aydınlık yansımaz!..
Bu âlemde dört tane engel var;
Bunlardan arınmanın da dört yolu var:
Birincisi, kirden ve pislikten arınmaktır,
İkincisi, günâhtan, kötülükten ve vesveseden;
Üçüncüsü, kötü huylardan arınmaktır;
Çünkü, kötü huylu insan, hayvandan farksızdır!..
Dördüncüsü, sırrı O'ndan başkası kavramından arındırmaktır.
Yolculuk da burada sona erer...
Bu arınmayı gerçekleştiren kimse,
Kuşkusuz, ilâhi münacata lâyık olur.
Kendini bütünüyle aradan çıkarmadıkça;
Namazına namaz denir mi?!.
Fakat öz, her türlü kirden arındı mı,
Namazın "göz nuru" niteliğini kazanır,,.
Arada bir farklılık kalmaz,
Hem bilen, hem bilinen bir parça olurlar.
Mustafaoğlu, Yahya (çev.) (1999). Şeyh Mahmud Şebüsterî ve Gülşen-i Râz. İstanbul: Kitsan Basım Yay. 35-36.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 08.12.2020Eserlerinden Örnekler
GÜLŞEN-İ RAZ’IN ÇEVİRİSİNDEN
Kitabın Yazılış Sebebi
On yedi gün geçmişti, yedi yüzüncü yılından Hicretin…
Ansızın, Şevval ayında,
Bir elçi, binlerce lûtuf ve ihsanla,
Horasanlılar adına çıka geldi.
Bir ulu kişi vardı orada, ünlenmişti,
Her türlü hünerle, bir nur kaynağı gibi…
Bir mektup yazmış mânâ hakkında;
Mânâ ehline göndermiş.
Orada birkaç ibâreden oluşan müşkül,
İşâret ehlînin müşküllerinden aktarılmış…
Dizelere dökmüş ve sormuş birer birer;
Dünya dolusu mânâyı, az bir lâfızla..
Elçi, mektubu ansızın okuyunca,
Ondaki sözler, dillere düştü..
O mecliste hazır bulunan bütün Azîzlerin,
Her biri bu dervişe gözlerini diktiler.
İçlerinden biri güngörmüş adamdı,
Bizden bu mânâyı yüzlerce defâ duymuştu..
Bana dedi ki; “Şu anda buna bir cevâp yaz;
Ki, bütün cihânın halkı ondan yararlansın!..”
Ona dedim ki; “Ne gerek var..
Bu meseleleri defâlarca risâlelerde yazmıştım..
Biri dedi ki; “Fakat sorulara uygun olarak..
Senden dizeler halinde bir cevap umuyoruz..”
İsrarlar üzerine, işe koyuldum;
Mektubun cevâbını kısa sözlerle yazdım.
Bir anda, kalabalık bir topluluk içinde,
Bu sözleri düşünmeden, tekrarlamadan söyledim..
Şimdi onlar lûtuf ve ihsanlarıyla,
Küçük kusurlarımızı hoş görsünler!..
Herkes bilir ki, bu kişi ömrü boyunca,
Hiçbir zaman, şiir yazmaya niyetlenmemiştir…
Şiir yazamadım ama,
Az da olsa söylerdim.
Nesir türünden birçok kitap yazdım.
Fakat mesnevî tarzında hiç nazm etmedim.
Aruz ve kâfiye, mânâyı tartmaz!..
Ama mânâ her kaba sığmaz..
Mânâlar kesinlikle harflere sığmazlar,
Okyanusu bir kaba koymak mümkün olmaz!..
Biz ki, kendi sözlerimiz açısından sıkıntıdayız,
Ne diye ona başkasını ekleyelim?!..
Övünmek için söylemiyorum, bu sözler, şükür ifâdesidir.
Din ehlî nezdinde mazûr olmaya hazırlık yapıyorum.
Kuşkusuz, şâirlikten utanacak değilim!..
Yüz asır geçse de Attar gibi bir şâir gelmez.
Bu sözlerde yüzlerce sırr âlemi gizli olsa da,
Attar’ın dükkanındaki bir koku gibidir…
O öyle bir Attardır ki, cihânın koku satıcısıydı!..
Onun sözleri rûh’un öz’ünden gelirler;
Mustafaoğlu, Yahya (çev.) (1999). Şeyh Mahmud Şebüsterî ve Gülşen-i Râz. İstanbul: Kitsan Basım Yay. 9-10.
GÜLŞEN-İ RAZ’IN ÇEVİRİSİNDEN
Soru:
-Sonunda, kim birlik sırrına erdi?.
Ârif olan, neyi tanır sonunda?..
Cevap:
Birlik sırrına o kişi erer ki;
Yolun duraklarında hiç beklemez.
Arifin gönlü, varlığı tanır,
Mutlak varlığı ise, bizzat gözlemler...
Gerçek "var"dan başka "var" bilmez..
Ya da, oyundan ibaret varlığı ele verir.
Senin varlığın, tamamen dikendir, çer çöptür,..
Kendini bunlardan sıyırarak arındır!..
Git!. Gönül evini süpür..
Sevgilinin makamını, yerini hazırla!..
Sen çıkarsan oradan, gelir "O",..
Sana, "sen" olmadan güzelliğini gösterir...
Nafile ibâdetlerden dolayı sevgili olma onuruna erişen kimse.
Olumsuzluk "Lâ" (yoktur)sıyla evi süpürür...
Sevgilinin canının derinliğinde bir yer bulur,
"Benimle işitir, benimle görür.." buyruğundan bir nişan taşır.
Varlıktan küçük bir kırıntı dahi kalsa onda,
Arifin bilgisi, somutlaşmaz!..
Engelleri kendinden uzaklaştırmadığın sürece.
Gönül evinin içine aydınlık yansımaz!..
Bu âlemde dört tane engel var;
Bunlardan arınmanın da dört yolu var:
Birincisi, kirden ve pislikten arınmaktır,
İkincisi, günâhtan, kötülükten ve vesveseden;
Üçüncüsü, kötü huylardan arınmaktır;
Çünkü, kötü huylu insan, hayvandan farksızdır!..
Dördüncüsü, sırrı O'ndan başkası kavramından arındırmaktır.
Yolculuk da burada sona erer...
Bu arınmayı gerçekleştiren kimse,
Kuşkusuz, ilâhi münacata lâyık olur.
Kendini bütünüyle aradan çıkarmadıkça;
Namazına namaz denir mi?!.
Fakat öz, her türlü kirden arındı mı,
Namazın "göz nuru" niteliğini kazanır,,.
Arada bir farklılık kalmaz,
Hem bilen, hem bilinen bir parça olurlar.
Mustafaoğlu, Yahya (çev.) (1999). Şeyh Mahmud Şebüsterî ve Gülşen-i Râz. İstanbul: Kitsan Basım Yay. 35-36.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
GÜLŞEN-İ RAZ’IN ÇEVİRİSİNDEN
Kitabın Yazılış Sebebi
On yedi gün geçmişti, yedi yüzüncü yılından Hicretin…
Ansızın, Şevval ayında,
Bir elçi, binlerce lûtuf ve ihsanla,
Horasanlılar adına çıka geldi.
Bir ulu kişi vardı orada, ünlenmişti,
Her türlü hünerle, bir nur kaynağı gibi…
Bir mektup yazmış mânâ hakkında;
Mânâ ehline göndermiş.
Orada birkaç ibâreden oluşan müşkül,
İşâret ehlînin müşküllerinden aktarılmış…
Dizelere dökmüş ve sormuş birer birer;
Dünya dolusu mânâyı, az bir lâfızla..
Elçi, mektubu ansızın okuyunca,
Ondaki sözler, dillere düştü..
O mecliste hazır bulunan bütün Azîzlerin,
Her biri bu dervişe gözlerini diktiler.
İçlerinden biri güngörmüş adamdı,
Bizden bu mânâyı yüzlerce defâ duymuştu..
Bana dedi ki; “Şu anda buna bir cevâp yaz;
Ki, bütün cihânın halkı ondan yararlansın!..”
Ona dedim ki; “Ne gerek var..
Bu meseleleri defâlarca risâlelerde yazmıştım..
Biri dedi ki; “Fakat sorulara uygun olarak..
Senden dizeler halinde bir cevap umuyoruz..”
İsrarlar üzerine, işe koyuldum;
Mektubun cevâbını kısa sözlerle yazdım.
Bir anda, kalabalık bir topluluk içinde,
Bu sözleri düşünmeden, tekrarlamadan söyledim..
Şimdi onlar lûtuf ve ihsanlarıyla,
Küçük kusurlarımızı hoş görsünler!..
Herkes bilir ki, bu kişi ömrü boyunca,
Hiçbir zaman, şiir yazmaya niyetlenmemiştir…
Şiir yazamadım ama,
Az da olsa söylerdim.
Nesir türünden birçok kitap yazdım.
Fakat mesnevî tarzında hiç nazm etmedim.
Aruz ve kâfiye, mânâyı tartmaz!..
Ama mânâ her kaba sığmaz..
Mânâlar kesinlikle harflere sığmazlar,
Okyanusu bir kaba koymak mümkün olmaz!..
Biz ki, kendi sözlerimiz açısından sıkıntıdayız,
Ne diye ona başkasını ekleyelim?!..
Övünmek için söylemiyorum, bu sözler, şükür ifâdesidir.
Din ehlî nezdinde mazûr olmaya hazırlık yapıyorum.
Kuşkusuz, şâirlikten utanacak değilim!..
Yüz asır geçse de Attar gibi bir şâir gelmez.
Bu sözlerde yüzlerce sırr âlemi gizli olsa da,
Attar’ın dükkanındaki bir koku gibidir…
O öyle bir Attardır ki, cihânın koku satıcısıydı!..
Onun sözleri rûh’un öz’ünden gelirler;
Mustafaoğlu, Yahya (çev.) (1999). Şeyh Mahmud Şebüsterî ve Gülşen-i Râz. İstanbul: Kitsan Basım Yay. 9-10.
GÜLŞEN-İ RAZ’IN ÇEVİRİSİNDEN
Soru:
-Sonunda, kim birlik sırrına erdi?.
Ârif olan, neyi tanır sonunda?..
Cevap:
Birlik sırrına o kişi erer ki;
Yolun duraklarında hiç beklemez.
Arifin gönlü, varlığı tanır,
Mutlak varlığı ise, bizzat gözlemler...
Gerçek "var"dan başka "var" bilmez..
Ya da, oyundan ibaret varlığı ele verir.
Senin varlığın, tamamen dikendir, çer çöptür,..
Kendini bunlardan sıyırarak arındır!..
Git!. Gönül evini süpür..
Sevgilinin makamını, yerini hazırla!..
Sen çıkarsan oradan, gelir "O",..
Sana, "sen" olmadan güzelliğini gösterir...
Nafile ibâdetlerden dolayı sevgili olma onuruna erişen kimse.
Olumsuzluk "Lâ" (yoktur)sıyla evi süpürür...
Sevgilinin canının derinliğinde bir yer bulur,
"Benimle işitir, benimle görür.." buyruğundan bir nişan taşır.
Varlıktan küçük bir kırıntı dahi kalsa onda,
Arifin bilgisi, somutlaşmaz!..
Engelleri kendinden uzaklaştırmadığın sürece.
Gönül evinin içine aydınlık yansımaz!..
Bu âlemde dört tane engel var;
Bunlardan arınmanın da dört yolu var:
Birincisi, kirden ve pislikten arınmaktır,
İkincisi, günâhtan, kötülükten ve vesveseden;
Üçüncüsü, kötü huylardan arınmaktır;
Çünkü, kötü huylu insan, hayvandan farksızdır!..
Dördüncüsü, sırrı O'ndan başkası kavramından arındırmaktır.
Yolculuk da burada sona erer...
Bu arınmayı gerçekleştiren kimse,
Kuşkusuz, ilâhi münacata lâyık olur.
Kendini bütünüyle aradan çıkarmadıkça;
Namazına namaz denir mi?!.
Fakat öz, her türlü kirden arındı mı,
Namazın "göz nuru" niteliğini kazanır,,.
Arada bir farklılık kalmaz,
Hem bilen, hem bilinen bir parça olurlar.
Mustafaoğlu, Yahya (çev.) (1999). Şeyh Mahmud Şebüsterî ve Gülşen-i Râz. İstanbul: Kitsan Basım Yay. 35-36.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | YEDULLAH, Yedullah Eyvezpur | d. 1938 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | FETULAH RIZAYİ | d. 1909 - ö. 1989 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | ABDULLAH EŞREFÎ | d. 1952 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | ULU ÂRİF ÇELEBİ, Mehemmed Celâleddîn Ferîdûn | d. 1272-73 - ö. 1320-21 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
5 | YUNUS EMRE, Yunus, Kul Yunus, Âşık Yunus, Yunus Emrem | d. 1240-1241 - ö. 1320-1321 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
6 | AŞKÎ, Pür-hüner | d. ? - ö. 1551 | Meslek | Görüntüle |
7 | ŞEYH MEHMET HALİT | d. 1865 - ö. 27.07.1931 | Meslek | Görüntüle |
8 | HASAN-I ERDEŞÎR, Seyyid Hasan-ı Erdeşîr | d. 1418-19 - ö. 1488-89 | Meslek | Görüntüle |
9 | Azerî, Fahreddin | d. 1379 - ö. 1461 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
10 | Baba Nimetullah, Nimetullah Nahcıvanî | d. ? - ö. 1514 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
11 | MOLLA KASIM | d. 1230 - ö. 1325 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
12 | BÎNÂ | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
13 | ZÎNET, Hüseyin Efendi | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
14 | MESTÛRE, Senendecli | d. ? - ö. 1836\'dan sonra | Madde Adı | Görüntüle |