Madde Detay
MÜDERRİS, Yahya Efendi, Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi
(d. 900/1495 - ö. 978/1571)
tekke şairi
(Tekke / 16. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi namıyla tanınan Yahya Efendi 1495 yılında Trabzon’da doğmuştur. Babası Şamlı Ömer -Ömer Arabî, bazı kaynaklarda Amasyalı Ömer Efendi-olup Trabzon kadısı idi. Bu tarihte Yavuz Sultan Selim de Trabzon’da vali olarak bulunmaktaydı. Oğlu şehzade Süleyman (Kanûnî) h.900/ 1495 yılında Yahya Efendi’nin doğduğu hafta Trabzon’da dünyaya gelmiştir. Şehzade Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan’ın sütü az olduğundan, Kadı Ömer Efendi’nin refikaları ve Yahya Efendi’nin validesi olan Trabzonlu Afife Hatun küçük şehzade Süleyman’a süt vermiş ve onun “ süt annesi” olmuştur. Böylece Yahya Efendi de Kanuni Sultan Süleyman’ın “süt kardeşi” olmuştur (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi 1986: 463-4; Sevgen 1965: 3; Demir ve Yıldırım 1997: 68). Yahya Efendi, ilk derslerini babası Ömer Efendi’den aldıktan sonra Trabzon’da bulunan meşhur âlimlerden ve zamanın velilerinden kabul edilen Müfti Ali Çelebi’nin rahle-i tedrisinde bulunarak maddi ve manevi sahada bir hayli mesafe kat ederek mülâzemet payesini almıştır. Trabzon’da riyazet ve mücahedat ile zahir ve bâtın ilimlerini tahsil eyledikten sonra artık Trabzon’da öğrenebileceği bir şey kalmadığını gören Yahya Efendi ilmini ikmal etmek için İstanbul’a gelmiştir (Sevgen 1965: 3; Demir ve Yıldırım 1997: 68-69). İstanbul’da ilk önce, Anadolukavağı’nda “ Haydarpaşa Çiftliği” denilen mevkide bir çilehane yaptırmış ve orada çilesini ikmal ederken komşularının ic’âzından kurtulmak için kendisinden sonra “Yûşâ Tepesi” adını alan ve bugün de aynı isimle anılan, Sütlüce üzerinde ve Beykoz ile Anadolu Kavağı arasındaki mevkiye yerleşmiştir. Yoros’ta mescit, medrese ve hamam inşa ettirmiştir (Sevgen 1965: 3-4; Demir ve Yıldırım 1997: 69). Yahya Efendi’nin İstanbul’a 30 yaşında geldiği tahmin edilmektedir. İstanbul’da ilmini çoğaltmak için zamanın müderrislerinin derslerine devam etmiş ve nihayet Yavuz ve Kanuni devirlerinin büyük ve meşhur âlimi olan Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’ye (Alâüddin Aliyyi’l-Cemâlî Çelebi ö. 932/1525-1526) intisap etmiştir. Bu sohbetler Yahya Efendi’nin her bakımdan olgunlaşıp yüksek mertebelere ulaşmasını sağlamıştır (Sevgen 1965: 4; Demir ve Yıldırım 1997: 69-70). Yahya Efendi, Zenbilli Ali Efendi’den iki yıl feyz aldıktan sonra, hocasının ölümü üzerine 1526 yılında hocasının yerine günlük 15 akçe ücretli Canbâziyye Medresesi’ne müderris olarak tayin olunmuştur. Bu tayin ile birlikte Yahya Efendi, “ müderris” mahlasıyla anılmaya başlanmış, halk arasında da “ Molla Şeyh-zâde” denilmekle şöhret bulmuş ve ölümüne kadar da böyle anılmıştır (Sevgen 1965: 4; Demir ve Yıldırım 1997: 70). Canbâziyye Medresesi’nde iki yıl görev yaptıktan sonra terfi ederek günlük 30 akçe ücretli Hacı Hasan-zâde Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir. 952/1545 tarihinde günlük 50 akçe ücret ile Emîr Hasan Çelebi’nin yerine Mustafa Paşa Medresesi’ne, 958/1551 tarihinde Garîk Arap-zâde yerine Üsküdar’da Mihr-i Mâh Sultân payesine yükselmiş, 960/ 1553 tarihinde de Kadı-zâde Efendi’nin yerine Fetih Câmii’ndeki “Medâris-i Semâniyye’den” (Sekiz Medrese) birinin müderrisliğine tayin olunmuştur. Bu görevini gayet başarılı bir şekilde yürütmekte iken meydana gelen bir olay Yahya Efendi’nin hayatındaki dönüm noktalarından birini oluşturmaktadır (Sevgen 1965: 5; Demir ve Yıldırım 1997: 70-71). Kanuni'nin oğlu Mustafa'yı öldürtmesine kayıtsız kalamayan Yahya Efendi, padişaha olan yakınlığına da güvenerek “yaptığı hareketin yanlış olduğunu bildirerek, Gülbahar Hatun’u tekrar saraya alması için” padişaha, şefkat ve merhamet isteğinde bulunan bir mektup yazmıştır. Bu hareketi Kanuni tarafından cüret ve saygısızlık telakki edilen Yahya Efendi 962/ 1554-1555 yılında evvela müderrislikten azledilmiş, sonra da günlük 50 akçe ücret ile emekli edilmiştir. Bu olay Yahya Efendi’nin hayatındaki dönüm noktası olmuş, küçüklüğünden beri riyazet ve tefekkürü çok seven Şeyh Efendi, emekli olunca Beşiktaş’taki evi ve mescidinde inzivaya çekilmiş ve böylece bütün ömrünü bu dergâhta ilim öğretmeye, tefekkür ve zikirle geçirmeye başlamıştır (Sevgen 1965: 4-5;Demir ve Yıldırım 1997: 71-72). Önce azl sonra da emekli edilmesi karşısında üzülen Yahyâ Efendi duygularını “Yevmî elli akçe ekmek alırdım. Ekmeğimizi kestiler, nihayet birkaç gün çorbamızı ekmeksiz içelim.” diyerek yakınlarına izhar ve beyan etmiştir. Sultan II.Selim 974/ 1566 yılında tahta çıktığında, kendisine büyük saygı duyduğu Yahya Efendi’nin emekli maaşını elli akçeden yüz akçeye yükseltmiştir (Sevgen 1965: 5; Demir ve Yıldırım 1997: 72). Zahir ve bâtın ilimlerine vakıf “Zü’l-Cenâheyn” bir zat olan Müderris Yahya, Beşiktaş’ta oturduğu için Beşiktaşlı Yahya Efendi diye de anılmıştır. Halktan ve üst tabakadan seçkin kimseler onun meclislerine devam ederler ve feyz alırlardı. II. Sultan Selim kendisini sever ve feyzinden istifade ederdi (Yüksel 2003:31). Âşık Ömer’in Şairnamesi’nde (9.dörtlükte) “Arifler Hayalî nazmın beğendi/Sultan Selim’e hem kılup pesendi/ Semend-i tab’ile Yahya Efendi/ Nice dem cüst ü cû kıldı Meydânî” (Kaya 1990: 27) mısralarında Sultan Selim ile Yahya Efendi aynı yerde geçmesine bakılırsa buradaki Yahya Efendi, Müderris Yahya Efendi’dir. Ayrıca Yahya Efendi, Üveysi tarikatnın devrindeki piridir (Sevgen 1965: 10; Demir ve Yıldırım 1997: 73). Yahya Efendi tabiptir. Dinî ilimlerde olduğu gibi astronomi, hendese ve riyaziyede de çok ileri derecede bilgi sahibi idi. İfade ve beyanı açık, belagatı yüksek, ehl-i dil, şair, hâkim, hekim, kerim, müşfik, zeki, halim, selim bir zattır (Sevgen 1965: 8; Demir ve Yıldırım 1997: 75). Yahya Efendi ömrünün sonuna kadar mücahede ve ibadetle vakit geçirmiş, 978/1571 senesi Zilhiccesi’nde Kurban Bayramı gecesinde Beşiktaş’taki dergâhında vefat etmiştir. Yahya Efendi’nin vefatına “İrtihâl eyledi kutbu’l-ulemâ” terkibiyle tarih düşürülmüştür. Cenaze namazını, Bayram namazını müteakip Süleymaniye Camii’nde devrin Şeyhülislâmı olan Ebussuûd Efendi kıldırmış, cenazeye vezirler, âlimler, devlet ricâli ile halktan pek çok kimse katılmıştır (Yüksel 2003:31; Sevgen 1965: 11; Bursalı Mehmed Tahir Efendi 1972: 227; Demir ve Yıldırım 1997: 72).
Müderris mahlası ile yazdığı şiirleri bir divançe dolduracak kadardır. Manzum menakıbı Mehmed Dâî adlı bir şair tarafından kaleme alınmıştır (Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Kit. Nu. 4592). Bu menakıb İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’nde Mehmet Yılmaz tarafından yapılan bir tez çalışması ile Latin harflerine 1977 tarihinde çevrilmiştir. Ayrıca hakkında yayımlanmış bir menakıb daha vardır: Menâkıb-ı Beşiktaşî Müderris Yahya Efendi (Mehmed Nuri İbnü’ş-Şeyh Hasan Hüsnü, 1896) muhtelif tezkirelerde şiirlerinden örnekler verilmiştir (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi 1986: 463-4). Ayrıca Hasan Kamil Yılmaz danışmanlığında İsmail Yüce, “Beşiktaşlı Yahya Efendi Hayatı - Eserleri ve Tasavvufi Görüşleri” Marmara Üniversitesi'nde 1993 yılında Yüksek Lisans Tezi hazırlamıştır. Şiirlerinde “müderris” mahlasını kullanan Yahya Efendi’nin içinde şiirlerinin yer aldığı bir “ divançesi” de vardır. Şiirlerinin bir kısmı 1314/1896 yılında basılan kitabın sonunda latin harfli transkripsiyonunu ve tıbkı basımını olan Menâkıbnâme adlı eser de yayımlanmıştır (Sevgen 1965: 8; Demir ve Yıldırım 1997: 75-76).
Yahya Efendi’nin birçok kerameti vardır. Menâkıb-ı Beşiktaşî Müderris Yahya Efendi adlı eserindeki kerametleri özetle şöyledir: Rum gemicinin duasını kabul etmesi ve onun getirdiği şarabı içtiğinde şarabın nar suyuna dönüşmesi ve Rum gemicinin bu olay üzerine Müslüman olması, Yahya Efendi’nin Hızır aleyhisselam ile görüşüp konuşması Kanuni’nin kulağına gidince Kanuni’nin kendisinin de Hızır aleyhisselamı görmek istemesini söylemesi ve daha sonra Yahya Efendi ile Kanuni’nin kayıkla seyahat ederken genç yakışıklı delikanlı görünümündeki Hızır’ın Kanuni’nin denize düşen yüzüğünü karaya inince ona verip kaybolması, koyunları kaybolan Rum çoban Balaban’ın Müslüman olmasını sağlaması, Hristiyan terzinin kendisi için diktiği cübbenin ücretini, terzi söylemeden bilmesi ve bu durumunun iki kez olması ve bunun üzerine terzinin Müslüman olması, Kanuni’nin Osmanoğulları’nın akıbetini sorması üzerine “neme gerek!” cevabını vermesi ve bu sözün hikmeti, bütün Türk pehlivanları yenen Frenk pehlivanla güreşmek istemesi, Frenk pehlivandan “ Kim yenilirse kendisini yenenin dinini kabul edecek, buna razı mısın?” diyerek güreşmesi ve onu yenmesi ve onun Müslüman olmasını sağlaması, iki Yahudiyi imtihan ederek onları yenmesi, denizde boğulmakta olan papazları kurtarması, Hindistan’dan hediye gelmesi, Baba Trak’a gece yarısı ekmek ısmarlaması, Lenduhâ Mustafa ile olan macerası, define bulması, Rüstem Paşa ile olan macerası gibi birçok kerameti bulunmaktadır (Sevgen 1965: 13-16; Demir ve Yıldırım 1997: 75-92; Özdamar 1997: 56-87).
Ayrıca Meşâirü’ş-Şuârâ adlı eserini hazırlamakta olan Âşık Çelebi, bir gün Yahya Efendi’nin dergâhına gelir ve ona; “ Efendi Hazretleri! Hangi eserinizi kitabıma alayım?” diye sual edince Yahya Efendi “Hep gelenler yana yana geldi gitti dünyadan/ Şimdi nevbet bana geldi, döne döne yanayım” beytini ve örneklerde de verilen “ Ledün ilmini ehliyle hemîn Mevlâ bilür dirler” ile başlayan gazelini Âşık Çelebi’ye verir (Sevgen 1965: 10; Demir ve Yıldırım 1997: 76).
Müderris mahlasıyla şiir yazan Yahya Efendi şiirlerinde dünya hayatını, bazen de kendini sorgulamakta, siyasi ve içtimai meselelere temas etmekte, zaman zaman beslenme kültürüyle ilgili mısralar söylemekte, Kanuni Sultan Süleyman’a tavsiyelerde bulunmaktadır (Şahin 2013: 243). Dinî-tasavvufi neşeyle yazdığı şiirlerinde medrese öğrenimi gördüğü aruz ölçüsüne hakim olmasından ve Arapça- Farsça tamlamaları sıkça kullanmasından anlaşılmaktadır.
Kaynakça
Ahdî. Gülşen-i Şu’ârâ. Millet Kütüphanesi. Ali Emîrî Kol. Tarih. 774.
Akbayar, Nuri-Seyit Ali Kahraman (hzl.) (1996). Mehmed Süreyya Sicill-i Osmânî. C. 5. İstanbul: Tarih Vakfı Yay.
Aydın, Kâmil Hayati (1995). Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi. İstanbul: yyy.
Bayrak, M. Orhan (2002). İstanbul’da Gömülü Meşhur Adamlar (1453-1978). İstanbul: Milenyum Yay.
Beyânî Tezkiresi. Millet Kütüphanesi. Ali Emîrî Kol. Tarih. 757.
Bursalı, Mustafa Necati (1982). İstanbul ve Anadolu Evliyaları. İstanbul: Tuğra Neşriyat.
Demir, İsmet, Hacı Osman Yıldırım (1997). Beşiktaşlı Şeyh Yahyâ Efendi ve Üveysîlik. İstanbul: Şeyh Yahyâ Efendi Kültür ve Araştırma Vakfı Yay.
Fâizî. Zübdetü’l-Eş’âr. Süleymaniye Kütüphanesi. Şehit Ali Paşa Kol. 1877.
Gökyay, Orhan Şaik (1978). Trabzonlu Birkaç Şair. İstanbul: Trabzon Kültür Sanat Yıllığı.
Gövsa, İbrahim Alaattin (1933-1935). Meşhur Adamlar. İstanbul: Sedat Simavi Yay.
Gövsa, İbrahim Alattin (yty). Türk Meşhurları Ansiklopedisi. İstanbul: Yedigün Neşriyat.
Kaya, Doğan (1990). Şairnâmeler. Ankara: Kültür Bakanlığı Halk Kültürünü Araştırma Dairesi Yay.
Kurnaz, Cemal, M. Tatçı (2001). Mehmet Nâil Tuman Tuhfe-i Nâilî: Divân Şâirlerinin Muhtasar Biyografileri. C. 2. Ankara: Bizim Büro.
Kutluk, İbrahim (hzl.) (1989). Kınalızâde Hasan Çelebi. Tezkiretü’ş Şu’arâ. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.
Mehmed Nûrî. Menâkıb Bektaşî Müderris Yahyâ Efendi İbn-i Ömer El-Arabî. Dersaâdet.
Özcan, Abdulkadir (hzl) (1989). Nevîzâde Atâî Hadâiku’l-Hakaik fî Tekmileti’ş-Şakaik. İstanbul: Çağrı Yay.
Özdamar, Mustafa (1997). Yahya Efendi. İstanbul: Kırk Kandil Yay.
Serin, Rahmi (2004). Beşiktaşlı Yahya Efendi. İstanbul: Pamuk Yay.
Sevgen, Nazmi (1965). Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi, Hayatı- Menkıbeleri- Şiirleri. İstanbul: Tarih Dünyası Yay.
Şahin, Haşim (2013). “Yahya Efendi, Beşiktaşlı”, İslam Ansiklopedisi. C. 43. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 243-244.
Tanman, M. Baha (1994). “Yahyâ Efendi Tekkesi”, Dünden Bugüne İslam Ansiklopedisi. C. 7. İstanbul: Kültür Bakanlığı Tarih Vakfı Yay. 409-412.
Yavuz, A. Fikri-İsmail Özen (hzl.) (1972). Bursalı Mehmed Tahir Efendi Osmanlı Müellifleri. C. 1. İstanbul: Meral Yay.
Yüce, İsmail (1993). Beşiktaşlı Yahya Efendi Hayatı - Eserleri ve Tasavvufi Görüşleri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yüksel, Murat (1993). Geçmişten Günümüze Trabzon Şairleri. C. 1. Trabzon: Yunus Dergisi Yay.
“Müderris Yahya Efendi” (1986). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 6. İstanbul: Dergâh Yay. 463-464.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: ARAŞ. GÖR. EMİNE ÇAKIRYayın Tarihi: 22.02.2015Güncelleme Tarihi: 09.12.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Ledün ilmini ehliyle hemân Mevlâ bilür dirler
Mesâil ki ola şer’î anı monlâ bilür dirler
Gönül bahrında meknûnı ne bilsün sâir-i sâhil
Derûn-ı dürr-i deryâyı yine deryâ bilür dirler
Urûc-ı zevk-i rûhânî alâyık ehli bilmezler
Tecerrüd lezzeti neydüğini Îsâ bilür dirler
Belâgat ehli nazm ile ider dil ehlini teshîr
Bu sırrı anlamayanlar anı Esmâ bilür dirler
Müderris sûhte sabr it medâris bâb-ı hikmetden
Yalan olmasun anlar kim seni kimyâ bilür dirler
Sevgen 1965: 11; Yüksel 2003: 32; Demir ve Yıldırım 1997: 127.
Gazel
Ârif ol ey gönül, sen kalma bu kîl ü kâle
Hakk’a yarar iş eyle aldanma az hayâle
Tasarruf içre ömrün i’lâle sarf kıldın
Sarf eder sanırdın kendini bâ’u kâle
Kasdeyledindi Nahvin Nahfine Sarf okurken
Bir câe Zeydün içüm çektin nice melâle
Dil-i mer’î nutka geldi mantıkla oldı nâtık
Lâkin düşürdü dâma anı ol üç makâle
Fenn-i belâgat içre bâb-ı beyân ü bedî’de
Bilemedin Ma’ânî-i kıl bâri âh u nâle
İlm-i kelâm ü Fıkhu ve İksîr ü Fenn-i cifrün
Aslına irmek içün çektin nice itâle.
Tıb ilmi içre cifre vir[d]ün bu ömri cümle
İrişdirmez sanurdun ilmi tamâm kemâle
Fenn-i fenâ’iz içre zann-ı mahâret itdün
Verdi sana kelâle mes’ele-yi kellâ-lehû
Kurrâ’ olam sanuben nice yıl ağızun açdun
Fehmitmidin dirîgâ işmâm ve revm ve imâle
Hikmetçe bu acebdür kimdür hakîm unutdun
Bu cümle hâdisâtı dehre kılup havâle
Kesb-i ma’ârif ile sevdâ-yı hâmını ko
Tekmîl-i nefs idegör kalma bu zevk u mâla.
Bu cümlenün me’âlin istersin ey “müderris”
Bezleyle vârını sun bezm ehline piyâle
Demir ve Yıldırım 1997: 129-130.
Yahya Efendi’nin kudsiye sirruhûnun binâ ettiği madrese-i tıbbiyye hakkındaki güftesidir.
İlm-i tıb içün gerekdir medrese
Ana himmet lâzim olur her kese
Hakk yolında yâr olanlar sıdk ile
Kimi kuvvet harcide kimi kese
Cân-ı Şîrîn aşkına Ferhâd var ise
Gâhi taş taşıya gâhi dağ kese
Cismi i’lâlini tashih itmedin
Niçün olur keş kişiyle kes kese
Âdemün bünyâdını kıldıkda Hakk
Sanmanız kim eyledi bî hendese
Tâlibâ ömrün mühimme sarf kıl
Yelme hayvanlar gibi olmaz sese.
Yol mudur İslâm ehli âkıbet
Olalar muhtâc-ı cühûd nâ kese.
Ey “müderris” erdin ise nez’a sen
Bâkî ihvana çü gerekdir medrese
Demir ve Yıldırım 1997: 134-35.
Gazel
Âlim olanlar bilürler kimyâ
Anı âlem bilmeyicek kim yâ
Nidiğün bilmek dilersen anı sen
Hâlis ol fi’linde eyleme riyâ
Bu mükedder nefsine nûr-ı Hudâ
Tarholıcak Şems olur bulur ziyâ
Nura döner nâr ana kılmaz eser
Olur ibrîz kalmaz anda mâsivâ
Kime sayt olsa kelâmun cevheri
İşini altuni der virür safa
Kâlıbun terk ile kîl ü kâli ko
Pûte-i uzletdedür bu simyâ
Tak-ı cismüni “müderris” eyle hall
Bulasın tâ kim gınâ-yı kimyâ
Demir ve Yıldırım 1997: 131-132.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 22.02.2015Güncelleme Tarihi: 09.12.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Ledün ilmini ehliyle hemân Mevlâ bilür dirler
Mesâil ki ola şer’î anı monlâ bilür dirler
Gönül bahrında meknûnı ne bilsün sâir-i sâhil
Derûn-ı dürr-i deryâyı yine deryâ bilür dirler
Urûc-ı zevk-i rûhânî alâyık ehli bilmezler
Tecerrüd lezzeti neydüğini Îsâ bilür dirler
Belâgat ehli nazm ile ider dil ehlini teshîr
Bu sırrı anlamayanlar anı Esmâ bilür dirler
Müderris sûhte sabr it medâris bâb-ı hikmetden
Yalan olmasun anlar kim seni kimyâ bilür dirler
Sevgen 1965: 11; Yüksel 2003: 32; Demir ve Yıldırım 1997: 127.
Gazel
Ârif ol ey gönül, sen kalma bu kîl ü kâle
Hakk’a yarar iş eyle aldanma az hayâle
Tasarruf içre ömrün i’lâle sarf kıldın
Sarf eder sanırdın kendini bâ’u kâle
Kasdeyledindi Nahvin Nahfine Sarf okurken
Bir câe Zeydün içüm çektin nice melâle
Dil-i mer’î nutka geldi mantıkla oldı nâtık
Lâkin düşürdü dâma anı ol üç makâle
Fenn-i belâgat içre bâb-ı beyân ü bedî’de
Bilemedin Ma’ânî-i kıl bâri âh u nâle
İlm-i kelâm ü Fıkhu ve İksîr ü Fenn-i cifrün
Aslına irmek içün çektin nice itâle.
Tıb ilmi içre cifre vir[d]ün bu ömri cümle
İrişdirmez sanurdun ilmi tamâm kemâle
Fenn-i fenâ’iz içre zann-ı mahâret itdün
Verdi sana kelâle mes’ele-yi kellâ-lehû
Kurrâ’ olam sanuben nice yıl ağızun açdun
Fehmitmidin dirîgâ işmâm ve revm ve imâle
Hikmetçe bu acebdür kimdür hakîm unutdun
Bu cümle hâdisâtı dehre kılup havâle
Kesb-i ma’ârif ile sevdâ-yı hâmını ko
Tekmîl-i nefs idegör kalma bu zevk u mâla.
Bu cümlenün me’âlin istersin ey “müderris”
Bezleyle vârını sun bezm ehline piyâle
Demir ve Yıldırım 1997: 129-130.
Yahya Efendi’nin kudsiye sirruhûnun binâ ettiği madrese-i tıbbiyye hakkındaki güftesidir.
İlm-i tıb içün gerekdir medrese
Ana himmet lâzim olur her kese
Hakk yolında yâr olanlar sıdk ile
Kimi kuvvet harcide kimi kese
Cân-ı Şîrîn aşkına Ferhâd var ise
Gâhi taş taşıya gâhi dağ kese
Cismi i’lâlini tashih itmedin
Niçün olur keş kişiyle kes kese
Âdemün bünyâdını kıldıkda Hakk
Sanmanız kim eyledi bî hendese
Tâlibâ ömrün mühimme sarf kıl
Yelme hayvanlar gibi olmaz sese.
Yol mudur İslâm ehli âkıbet
Olalar muhtâc-ı cühûd nâ kese.
Ey “müderris” erdin ise nez’a sen
Bâkî ihvana çü gerekdir medrese
Demir ve Yıldırım 1997: 134-35.
Gazel
Âlim olanlar bilürler kimyâ
Anı âlem bilmeyicek kim yâ
Nidiğün bilmek dilersen anı sen
Hâlis ol fi’linde eyleme riyâ
Bu mükedder nefsine nûr-ı Hudâ
Tarholıcak Şems olur bulur ziyâ
Nura döner nâr ana kılmaz eser
Olur ibrîz kalmaz anda mâsivâ
Kime sayt olsa kelâmun cevheri
İşini altuni der virür safa
Kâlıbun terk ile kîl ü kâli ko
Pûte-i uzletdedür bu simyâ
Tak-ı cismüni “müderris” eyle hall
Bulasın tâ kim gınâ-yı kimyâ
Demir ve Yıldırım 1997: 131-132.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 09.12.2020Eserlerinden Örnekler
Gazel
Ledün ilmini ehliyle hemân Mevlâ bilür dirler
Mesâil ki ola şer’î anı monlâ bilür dirler
Gönül bahrında meknûnı ne bilsün sâir-i sâhil
Derûn-ı dürr-i deryâyı yine deryâ bilür dirler
Urûc-ı zevk-i rûhânî alâyık ehli bilmezler
Tecerrüd lezzeti neydüğini Îsâ bilür dirler
Belâgat ehli nazm ile ider dil ehlini teshîr
Bu sırrı anlamayanlar anı Esmâ bilür dirler
Müderris sûhte sabr it medâris bâb-ı hikmetden
Yalan olmasun anlar kim seni kimyâ bilür dirler
Sevgen 1965: 11; Yüksel 2003: 32; Demir ve Yıldırım 1997: 127.
Gazel
Ârif ol ey gönül, sen kalma bu kîl ü kâle
Hakk’a yarar iş eyle aldanma az hayâle
Tasarruf içre ömrün i’lâle sarf kıldın
Sarf eder sanırdın kendini bâ’u kâle
Kasdeyledindi Nahvin Nahfine Sarf okurken
Bir câe Zeydün içüm çektin nice melâle
Dil-i mer’î nutka geldi mantıkla oldı nâtık
Lâkin düşürdü dâma anı ol üç makâle
Fenn-i belâgat içre bâb-ı beyân ü bedî’de
Bilemedin Ma’ânî-i kıl bâri âh u nâle
İlm-i kelâm ü Fıkhu ve İksîr ü Fenn-i cifrün
Aslına irmek içün çektin nice itâle.
Tıb ilmi içre cifre vir[d]ün bu ömri cümle
İrişdirmez sanurdun ilmi tamâm kemâle
Fenn-i fenâ’iz içre zann-ı mahâret itdün
Verdi sana kelâle mes’ele-yi kellâ-lehû
Kurrâ’ olam sanuben nice yıl ağızun açdun
Fehmitmidin dirîgâ işmâm ve revm ve imâle
Hikmetçe bu acebdür kimdür hakîm unutdun
Bu cümle hâdisâtı dehre kılup havâle
Kesb-i ma’ârif ile sevdâ-yı hâmını ko
Tekmîl-i nefs idegör kalma bu zevk u mâla.
Bu cümlenün me’âlin istersin ey “müderris”
Bezleyle vârını sun bezm ehline piyâle
Demir ve Yıldırım 1997: 129-130.
Yahya Efendi’nin kudsiye sirruhûnun binâ ettiği madrese-i tıbbiyye hakkındaki güftesidir.
İlm-i tıb içün gerekdir medrese
Ana himmet lâzim olur her kese
Hakk yolında yâr olanlar sıdk ile
Kimi kuvvet harcide kimi kese
Cân-ı Şîrîn aşkına Ferhâd var ise
Gâhi taş taşıya gâhi dağ kese
Cismi i’lâlini tashih itmedin
Niçün olur keş kişiyle kes kese
Âdemün bünyâdını kıldıkda Hakk
Sanmanız kim eyledi bî hendese
Tâlibâ ömrün mühimme sarf kıl
Yelme hayvanlar gibi olmaz sese.
Yol mudur İslâm ehli âkıbet
Olalar muhtâc-ı cühûd nâ kese.
Ey “müderris” erdin ise nez’a sen
Bâkî ihvana çü gerekdir medrese
Demir ve Yıldırım 1997: 134-35.
Gazel
Âlim olanlar bilürler kimyâ
Anı âlem bilmeyicek kim yâ
Nidiğün bilmek dilersen anı sen
Hâlis ol fi’linde eyleme riyâ
Bu mükedder nefsine nûr-ı Hudâ
Tarholıcak Şems olur bulur ziyâ
Nura döner nâr ana kılmaz eser
Olur ibrîz kalmaz anda mâsivâ
Kime sayt olsa kelâmun cevheri
İşini altuni der virür safa
Kâlıbun terk ile kîl ü kâli ko
Pûte-i uzletdedür bu simyâ
Tak-ı cismüni “müderris” eyle hall
Bulasın tâ kim gınâ-yı kimyâ
Demir ve Yıldırım 1997: 131-132.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Gazel
Ledün ilmini ehliyle hemân Mevlâ bilür dirler
Mesâil ki ola şer’î anı monlâ bilür dirler
Gönül bahrında meknûnı ne bilsün sâir-i sâhil
Derûn-ı dürr-i deryâyı yine deryâ bilür dirler
Urûc-ı zevk-i rûhânî alâyık ehli bilmezler
Tecerrüd lezzeti neydüğini Îsâ bilür dirler
Belâgat ehli nazm ile ider dil ehlini teshîr
Bu sırrı anlamayanlar anı Esmâ bilür dirler
Müderris sûhte sabr it medâris bâb-ı hikmetden
Yalan olmasun anlar kim seni kimyâ bilür dirler
Sevgen 1965: 11; Yüksel 2003: 32; Demir ve Yıldırım 1997: 127.
Gazel
Ârif ol ey gönül, sen kalma bu kîl ü kâle
Hakk’a yarar iş eyle aldanma az hayâle
Tasarruf içre ömrün i’lâle sarf kıldın
Sarf eder sanırdın kendini bâ’u kâle
Kasdeyledindi Nahvin Nahfine Sarf okurken
Bir câe Zeydün içüm çektin nice melâle
Dil-i mer’î nutka geldi mantıkla oldı nâtık
Lâkin düşürdü dâma anı ol üç makâle
Fenn-i belâgat içre bâb-ı beyân ü bedî’de
Bilemedin Ma’ânî-i kıl bâri âh u nâle
İlm-i kelâm ü Fıkhu ve İksîr ü Fenn-i cifrün
Aslına irmek içün çektin nice itâle.
Tıb ilmi içre cifre vir[d]ün bu ömri cümle
İrişdirmez sanurdun ilmi tamâm kemâle
Fenn-i fenâ’iz içre zann-ı mahâret itdün
Verdi sana kelâle mes’ele-yi kellâ-lehû
Kurrâ’ olam sanuben nice yıl ağızun açdun
Fehmitmidin dirîgâ işmâm ve revm ve imâle
Hikmetçe bu acebdür kimdür hakîm unutdun
Bu cümle hâdisâtı dehre kılup havâle
Kesb-i ma’ârif ile sevdâ-yı hâmını ko
Tekmîl-i nefs idegör kalma bu zevk u mâla.
Bu cümlenün me’âlin istersin ey “müderris”
Bezleyle vârını sun bezm ehline piyâle
Demir ve Yıldırım 1997: 129-130.
Yahya Efendi’nin kudsiye sirruhûnun binâ ettiği madrese-i tıbbiyye hakkındaki güftesidir.
İlm-i tıb içün gerekdir medrese
Ana himmet lâzim olur her kese
Hakk yolında yâr olanlar sıdk ile
Kimi kuvvet harcide kimi kese
Cân-ı Şîrîn aşkına Ferhâd var ise
Gâhi taş taşıya gâhi dağ kese
Cismi i’lâlini tashih itmedin
Niçün olur keş kişiyle kes kese
Âdemün bünyâdını kıldıkda Hakk
Sanmanız kim eyledi bî hendese
Tâlibâ ömrün mühimme sarf kıl
Yelme hayvanlar gibi olmaz sese.
Yol mudur İslâm ehli âkıbet
Olalar muhtâc-ı cühûd nâ kese.
Ey “müderris” erdin ise nez’a sen
Bâkî ihvana çü gerekdir medrese
Demir ve Yıldırım 1997: 134-35.
Gazel
Âlim olanlar bilürler kimyâ
Anı âlem bilmeyicek kim yâ
Nidiğün bilmek dilersen anı sen
Hâlis ol fi’linde eyleme riyâ
Bu mükedder nefsine nûr-ı Hudâ
Tarholıcak Şems olur bulur ziyâ
Nura döner nâr ana kılmaz eser
Olur ibrîz kalmaz anda mâsivâ
Kime sayt olsa kelâmun cevheri
İşini altuni der virür safa
Kâlıbun terk ile kîl ü kâli ko
Pûte-i uzletdedür bu simyâ
Tak-ı cismüni “müderris” eyle hall
Bulasın tâ kim gınâ-yı kimyâ
Demir ve Yıldırım 1997: 131-132.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | FİRÂKÎ (VİSÂLÎ), Şeyh Mustafa Firâkî Efendi | d. ? - ö. 1731-32 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | Ziya (Trabzon) | d. 1858 - ö. 28 Ocak 1921 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | İbrahim Cüceoğlu | d. 1929 - ö. 25 Haziran 2002 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | TAŞKÖPRÎ-ZÂDE, Ahmed İsâmeddîn Ebülhayr Efendi | d. 2 Aralık 1495 - ö. 16 Nisan 1561 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | ÜMÎDÎ, Ahmed | d. ? - ö. 1571 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
6 | HÜDÂYÎ, Okçu-zâde Hüdâyî | d. ? - ö. 1571-72 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
7 | SELMÂN/İLÂHÎ, Seyyid Selmân Çelebi | d. ? - ö. 1571-72 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | NİKSÂRÎ, Niksârî-zâde Mehmed Efendi | d. ? - ö. 12 Haziran 1573 | Meslek | Görüntüle |
9 | MÜDÂMÎ, Mehmed Efendi | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
10 | NA'ÎMÎ, Naîmî Efendi | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
11 | İLHÂMÎ UBEYDULLAH | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
12 | TESLİM ABDAL, Mehmed | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
13 | ŞA’BÂN, Şeyh Şa’bân-ı Velî | d. ? - ö. 1569 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | CEVDET, Halil Cevdet Efendi | d. ? - ö. 1794-95 | Madde Adı | Görüntüle |
15 | ŞEVKÎ, Sâhib-zâde Ahmed Çelebi | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
16 | ŞEYHÎ, Sinan Efendi-zâde Şeyh Mehmed Efendi | d. ? - ö. 1563 | Madde Adı | Görüntüle |