Namık Kemal

Namık, Hitâmi-i Acemî, Eddâî Kema,
(d. 21 Aralık 1840 / ö. 2 Aralık 1888)
Şair, oyun yazarı, romancı, yazar, gazeteci, düşünce adamı
(Yeni Edebiyat / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Namık Kemal, anne ve baba tarafından uzun yıllar Osmanlı Devleti’nin çeşitli kademelerinde hizmetlerde bulunmuş kültürlü bir ailenin çocuğu olarak Tekirdağ’da 26 Şevval/21 Aralık 1256/1840 tarihinde dünyaya geldi. Asıl adı Mehmet Kemal’dir. “Namık” ismini şiirle birlikte kullanmaya başladı. Babası, II. Abdülhamit’in bir süre müneccimbaşısı da olan Esham Müdürü Mustafa Âsım Bey’dir. Mustafa Âsım Bey’in bilinen en eski atası, Konya’dan Mora’ya gelip yerleşen Bekir Ağa’dır. Namık Kemal’in annesi Fatma Zehra Hanım ise, Konice (Bosna) eşrafından Abdüllatif Paşa’nın kızıdır (Ali Ekrem 1992: 9-10).
Mustafa Asım Bey, babasının bütün mal varlığına el konulduğu için, Abdüllatif Paşa ailesine içgüveyi olarak girdi. Namık Kemal, dedesi Abdüllatif Paşa’nın 1261/1846’da Afyonkarahisar sancağına muhassıl olarak tayin edilince annesiyle birlikte Afyonkarahisar’a geldi. Afyon’da kaldığı süre içerisinde hususî hocalardan ders alıp okumasını ilerletti. Hatta dedesi Abdüllatif Paşa’nın teşvikiyle Mevlevilik terbiyesini öğrenip “sema çıkarttı”. Annesi Fatma Zehra Hanım, 1264/1848 Hicri yılının Ramazan bayramına denk gelen gününde rahatsızlanarak öldü. Mevlâna’nın torunu Mehmet Semâî’nin mezarının bulunduğu dergâhın bahçesine defnedildi. Abdullatif Paşa, annesi için İstanbul’da mermer sandukalı bir taş yaptırdı. Mezarın manzum kitabesini ise İstanbul’da ikamet eden Mahvî mahlaslı bir şair yazdı (Şengül, Sarı, Gül 2017: 94-96). Annesinin ölümünden sonra Abdüllatif Paşa ile birlikte İstanbul’a gelen Namık Kemal, önce Beyazıt Rüştiyesi'ne sonra da Valide Mektebi'ne gönderildi. Bu yıllarda özellikle hocalarından Şakir Efendi’nin etkisiyle edebiyat ve tarihe karşı ilgi duymaya başladı (Uçman 2011: 14). Abdüllatif Paşa, annesinin ölümünden sonra gittiği her yere torununu da götürerek onun tahsil ve terbiyesi ile bizzat ilgilense de aslında çok fazla yer değiştirmesinden dolayı düzenli ve disiplinli bir eğitim veremedi. Buna rağmen yetişmesi üzerinde babasından çok dedesinin emeği vardır. Ali Ekrem, babasının inkılâpçı ruhu Mustafa Âsım Efendi’den aldığını belirterek, aslında Mustafa Âsım Efendi’nin oğlunun bir inkılapçı olmasını istemediğini, çünkü o dönemde memleket için bir inkılâp vücuda getirmenin neredeyse imkânsız olduğunu bildiğini, fakat oğlunun milleti ikaz, milletin hâkimiyetini tesis için gösterdiği gayrete mani olamadığını belirtir. Bu yüzden biricik oğlunun yarı ömrünü hapislerde, sürgünlerde geçirmesine şahitlik ettiğini, hatta sürgünde ölümünü görme talihsizliğini yaşadığını söyler (Ali Ekrem 1992: 15).
1853’de Abdüllatif Paşa ile önce Kars’a sonra da Sofya’ya gitti. Eğitimine buralarda hususi hocalardan aldığı derslerle devam etti. Farsça ve Arapçasını ilerletti. Bu yıllarda tasavvuf ve Vahdet-i Vücut felsefesine ilgi duymaya başladı. Muhiddin Arabî ve Mevlâna’yı okudu (Uçman 2011: 15). Âşıklık geleneğinin güçlü olduğu Kars’ta halk şiiri geleneğini tanıdı. Serhat boyundaki bu şehirde halk âşıklarının vatan konusundaki hassasiyetlerinden etkilendi. Klasik şairleri okudu. Aruz veznini öğrendi. Onların tesirinde ilk şiirlerini Sofya’da yazmaya başladı. Burada, gazel, nazireler, ve Kerbela mersiyeleri kaleme aldı. Abdüllatif Paşa’nın misafiri olarak Sofya’ya gelen Şair Binbaşı Eşref Bey (Paşa), bu şiirleri gördü ve bir mahlas kullanması gerektiğini düşünerek ona “Namık” mahlasını verdi. Bu isim zamanla göbek adı olan “Mehmet”in yerine geçti ve genelde Namık Kemal imzasını kullandı. Zaman zaman yazdığı eski tarz şiirlerinde “Hitâmi-i Acemî, Eddâî Kemal” gibi takma adlara yer verdi. (Akün 2006: 362-363). Çocukluktan gençliğe adım attığı bu yıllarda Niş kadısı Mustafa Ragıp Efendi’nin kızı Nesime Hanımla evlendi. Bu evlilikten ikisi kız üç çocuğu dünyaya geldi (Uçman 2011: 16). Aynı yıl dedesinin görevden azledilmesi üzerine İstanbul’a döndü. Hariciye Nezareti Tercüme Odası’nda işe başladı. Burada tercüme yapacak kadar Fransızca öğrendi. Bu arada Abdüllatif Paşa öldü ve ondan kalan her şey borçlarına karşılık olarak verildi (Ali Ekrem 1992: 32). Tercüme Odası, onun için adeta bir okul oldu. Burada aralarında Ziya Paşa’nın da olduğu yeni dostlar edindi. Tercüme Odası’nda beş yıl kadar çalışan Namık Kemal, Encümen-i Şuara toplantılarına katılmaya başladı. Bu toplantılar sayesinde şöhretini daha geniş çevrelere ulaştırdı (Akün 2006: 371). Bu toplantıların birinde İbrahim Şinasi ile tanıştı (1862). Şinasi’nin yenilikçi düşüncelerinden etkilendi. Şinasi, Leskofçalı Galip’in tesiri altında şiirler yazan Namık Kemal’in sadece sanat ve edebiyat konusunda değil; düşünce dünyasında da esaslı değişmelerin meydana gelmesini sağladı. Bu değişiklik, Tasvir-i Efkâr’da kaleme aldığı yazılarında açıkça görüldü. Şinasi, 1865’te Paris’e döndü ve Tasvir-i Efkâr’ın yayın sorumluluğunu ona verdi. Tasvir-i Efkâr, Tercüme Odası’ndan sonra onun için ikinci okul oldu. Burada kaleme aldığı yazılarında müthiş bir özgüvene sahip olduğu, siyasî ve sosyal hayat, dil, eğitim, sanat ve edebiyat konularında düşüncelerini son derce etkili bir şekilde anlattı. Bu yıllarda modern Türk edebiyatın beyannamesi kabul edilen “Lisân-i Osmânînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şamildir” isimli makalesini yazdı ve Türk edebiyatının içinde bulunduğu durumu ayrıntılı bir şekilde anlattı. Şinasi’den önce eski üslûpla kaleme aldığı Bârika-i Zafer’den sonra Devr-i İstila ile yeniden Osmanlı tarihine yöneldi. Siyasi konulardaki yazılarına Girit isyanı dolayısıyla daha da ağırlık vermeye başladı (Uçman 2011: 21-22). Böylece dil, sanat ve edebiyat kadar sosyal ve siyasî meseleler de onun gündemini meşgul etmeye başladı. Meşruti sistemi Osmanlının siyasi yapısına kazandırmak isteyen gençlerle birlikte hareket etti. İttifâk-ı Hamiyyet adı verilen cemiyetin toplantılarına katıldı. İttifâk-ı Hamiyyet’le olan münasebetleri, zaman içerisinde gazete yazılarının satır aralarına sıkıştırdığı “siyasi rejim, idare tarzı, millet meclisi” gibi meseleleri ima etmeye başladı (Akün 2006: 365). Daha sonra “Yeni Osmanlılar” olarak anılan bu cemiyetin mensupları, çıkardıkları gazetelerde Girit isyanını ve bu isyan karşısında hiçbir varlık gösteremeyen hükumeti, özellikle Sadrazam Ali Paşa’yı ağır dille eleştirdi. Hatta daha da ileri giderek Mustafa Fazıl Paşa’nın Paris’te bir gazetede Sultan Abdülaziz’e hitaben Fransızca olarak kaleme aldığı mektubunu Türkçeye çevirerek gazetelerinde yayınladılar. Ali Paşa, kendisine karşı çıkan muhalifleri sindirmek için onların gazetelerini kapattı ve sorumlularını sürgüne gönderdi. Namık Kemal, rütbesi yükseltilerek Erzurum’a vali yardımcısı sıfatıyla tayin edildi. Bu arada Mustafa Fazıl Paşa’dan siyasi mücadelelerine Avrupa’da devam etmeleri yönünde bir davet alınca 18 Mayıs 1867’de Paris’e gitti. Diğer muhalifler de bu davete icabet etti. Ali Süavi’nin Londra’da Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir’de keyfi davranması, cemiyet üyeleri tarafından hoş karşılanmadı. Bu yolda yapılan uyarıları dikkate almayan Ali Süavi’den gazetesinde kullandığı Yeni Osmanlılar amblemini kaldırması istendi. İstanbul Hükümeti ile arayı düzeltip, ikbal beklentisi içinde olan bu hareketin hamisi Mustafa Fazıl Paşa’nın tereddütlerine rağmen Ziya Paşa ile birlikte Hürriyet isimli bir gazeteyi 29 Haziran 1868 tarihinde çıkarmaya başladı (Akün 2006: 366). Osmanlı Devleti’nin yönetimden kaynaklanan problemlerini, devletin hayrına olacağını düşündükleri görüşlerini şahsileştirmeden bu gazete aracılığıyla anlatmaya çalıştı. Mustafa Fazıl Paşa’nın Osmanlı Devleti ile olan sorunlarını çözüp, muhaliflere desteğini kesmesi üzerine, Avrupa’da kalmanın ve muhalefete devam etmenin doğru olmayacağını düşünerek 24 Kasım 1870 tarihinde İstanbul’a döndü. Paris ve Londra’da bulunduğu yıllarda Batı edebiyatını özellikle tiyatro türünü daha yakından tanıdı. Avrupa sonrası dönem, Namık Kemal’in hayatında siyasetle edebiyatın iç içe yürüdüğü bir dönem oldu. Yazdığı yazılar, kaleme aldığı roman ve tiyatrolar hep siyasi pencereden görüldü. Buna bağlı olarak sürgünler, soruşturmalar birbirini takip etti. İstanbul’a döndüğü ilk yıl, birkaç imzasız mizahi yazının dışında Avrupa’dan dönerken verdiği söze sadık kaldı. Ancak 1871’de Ali Paşa’nın ölümünden sonra İbret gazetesi etrafında yeniden arkadaşlarıyla bir araya geldi. Gazete, Namık Kemal’in yönetiminde kısa sürede memleket meselelerini ele alan bir fikir gazetesi hüviyetine büründü (Uçman 2011: 27). Tiraj olarak da bir hayli ilgi gören gazete, eleştiri oklarını hükümete yöneltince tekrar geçici olarak kapatıldı ve sorumluları çeşitli görevlerle İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Namık Kemal, bu kapsamda Gelibolu mutasarrıflığına gönderildi. Burada da siyasi yazılar yazmaya devam edince görevinden azledildi. İstanbul’a dönen Namık Kemal, yeniden İbret’in başına geçti. Bu sefer daha sert yazılar yazdı. Her seferinde gazete geçici olarak kapatıldı. Bu durumu fırsata çeviren Namık Kemal Gelibolu’da yazmaya başladığı Vatan yahut Silistre isimli oyununu tamamladı. Eseri Güllü Agop’un başında bulunduğu Tiyatro-yı Osmânî’ye teslim etti. Sahnelenen oyun, bir hayli ilgi uyandırdı. İşlediği konu kadar Namık Kemal’in siyasi kişiliği ve hükümete karşı sözünü sakınmayan bir duruş göstermesi bunda etkili oldu. Halkın bu oyuna gösterdiği ilgi İbret tarafından takdirle karşılanınca gazete yeniden süresiz kapatıldı ve sorumluları “muzır neşriyatta bulunmak” suçundan sürgüne gönderildi. Namık Kemal de “ıslah-ı nefs edene kadar” kalebent olarak Magosa’ya gönderildi (Uçman 2011: 27-29). Sürgün, aslında oyunun gördüğü ilgiden değil; yazarın Veliaht Murat Efendi ile sürdürdüğü temastan kaynaklandı. Zira, daha sonra oyunun gösterimi yasaklanmadığı gibi İstanbul dışında da sahnelenmesi için izin verildi (Akün 2006: 368). Vatan yahut Silistre’nin şöhretiyle Magosa’ya gelen Namık Kemal, idarecilerin kendisine saygılı davranmasından dolayı rahat etti. Üç yılı aşkın bir süre Magosa’da kalan yazar, bunun verdiği moralle tarih araştırmalarına devam etti. İntibah, Âkif Bey, Gülnihal, Zavallı Çocuk, Kara Belâ gibi eserlerini burada yazdı. Tahrib-i Harabat, Takip, Renan Müdafaanamesi başta olmak üzere birçok makaleyi de yine bu yıllarda kaleme aldı. Sultan V. Murat’ın tahta çıkmasıyla birlikte ilan edilen umumi affa bağlı olarak 18 Haziran 1876’da İstanbul’a döndü. Kısa bir süre sonra II. Abdülhamit’in tahta çıkmasıyla birlikte yeniden devletteki görevine iade edilen yazar, Şûrâ-yı Devlet azası olarak Kânun-ı Esâsî’nin hazırlanmasında çalıştı. Burada yeniden yönetimle fikir ayrılığına düşen Namık Kemal, bir süre Mithat Paşa’nın himaye etmesiyle sürgüne gitmekten kurtulduysa da onun azledilip sürgüne gönderilmesinden sonra suç isnat edilip tutuklandı. Mahkeme, suç işlediğine dair herhangi bir kanıt bulamadı. Beş aylık bir tutukluluktan sonra II. Abdülhamit’in iradesiyle 19 Temmuz 1877’de Midilli’ye sürgüne gönderildi. Gelibolu ve Magosa’dan sonra bu üçüncü mecburi ikametgâhı olan Midilli’de yine siyasi konularla ilgilendi. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşının Osmanlının aleyhine sonuçlar vermesi üzerine çok üzüldü. “Vâveylâ, Vatan Mersiyesi, Murabbâ, Bir Muhacir Kızının İstimdâdı” gibi şiirleri yazdı (Akün 2006: 370). Magosa’da başladığı Celâleddin Harzemşah isimli oyununu burada bitirdi. Sultan II. Abdülhamit’e sunulan eser çok beğenildi ve kendisine “bâlâ” rütbesi verildi (Bilgegil 1980: 65). Midilli’den ayrıldığı yıl olan 1884’de üzerinde önemli tesiri olan Victor Hugo’nun tarihî draması Cromwell’e yazdığı mukaddime gibi, o da edebiyat özellikle tiyatro konusundaki düşüncelerini en geniş şekilde açıkladığı “Celâl Mukaddimesi” isimli uzun bir yazı kaleme aldı; başka yazılarında bahsettiği konuları daha derli toplu anlattı. Aynı yıl Rodos mutasarrıflığına atanan Namık Kemal, Aralık 1887’ye kadar bu adada kaldı. Buradan Sakız adasına gönderildi. Yazmayı planladığı Osmanlı tarihinin ilk cüzünü burada tamamladı ve bastırdı. Ancak kitapla ilgili Saraya verilen bir jurnal üzerine baskı durduruldu ve kitap toplatıldı (Akün 2006: 370-371). Namık Kemal, bu gelişmeler karşısında çok üzüldü. Saraya ulaşıp durumu düzeltmeye ve kitabın uğradığı haksızlığı anlatmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Bu arada sağlığı tekrar bozuldu. 2 Aralık 1888’de tutulduğu zatürreden öldü. Cenazesi önce bu adada defnedildi Şairin ölünce Süleyman Paşa’nın türbesi yanına gömülmeyi istediği Ebuzziyâ tarafından Sultan II. Abdülhamit’e iletilip izin almasıyla birkaç gün sonra Gelibolu’ya nakledilerek Şehzade Süleyman Paşa’nın Bolayır’daki kabrinin yanında toprağa verildi (Akün 2006:371).

Namık Kemal, tek başına ne bir şair ne bir romancı ne bir tiyatro yazarı ne de bir gazetecidir. O her şeyden önce bir ideologdur. Gerek düşünce yazılarında gerekse kurmaca eserlerinde ideallerinin peşinden koşan bir ülkü adamıdır. Bu yüzden Şinasi’den sonra sanat anlayışı ve düşünceleri sürekli ileri giden bir seyir takip etti. Ondan günümüze kalan eserleri roman, tiyatro, biyografi, tarih, tenkit, mektup ve diğer konularda kaleme aldığı yazılar şeklinde tasnif edebiliriz. Şiirlerini çeşitli dergilerde yayınlayan Namık Kemal, sağlığında bunları bir kitapta toplamadı. Midilli’de Osmanlı Rus Savaşı sırasında yazdığı şiirler istisna kabul edilirse, siyasetle uğraşmasının verdiği sıkıntılar şiir ilhamını zayıflattı. Ayrıca düşüncelerini nesirle daha kolay anlatacağını düşündü. Makalelerinde zaman zaman buna vurgu yaptı. Namık Kemal, eski lisanla yazmış olmasına rağmen onun nesirlerinin çağdaşları arasında hayranlıkla karşılandı (Yahya Kemâl 1970: 278). Bu anlamda şiire yaptığı katkıyı nesirde de gerçekleştirmiş oldu. Onun ölümünden sonra şiirlerini ilk defa Sadettin Nuzhet Ergun bir araya getirerek 1933’de yayımladı. 1936’da Rıza Nur, 1957’de Ali Ertem ve Vasfi Mahir Kocatürk, şiirlerini yayımlayan diğer isimler oldu. İlk şiirlerinde şekil ve muhteva olarak klasik şiiri devam ettiren Namık Kemal, Şinasi’nin “Münacaat”ını okuduktan sonra, onun aracılığıyla Batı şiiriyle tanıştı. Gerek Tercüme Odası’nda bulunduğu yıllarda gerekse Avrupa’da Batı edebiyatını daha yakından tanıdı. Bu süreç onun daha sonra kaleme aldığı eserlerinde sosyal faydayı ön plana çıkaran yeni bir sanat anlayışını beraber getirdi. Şekil olarak klasik şiire -bazı şiirlerine isim vermenin dışında- pek bir katkı yapamasa da muhteva olarak Türk şiirine yeni konular, yeni fikirler taşıdı. “Vatan, hürriyet, millet” başta olmak üzere, “hak, hukuk, adalet, eşitlik, kardeşlik” gibi yeni temaları Türk şiirine kazandırdı. Hatta vatan ve hürriyet şairi olarak anılmaya başladı (Akün 2006: 371). Kısacası klasik şiirin dil ve şekil imkânlarıyla yeni bir şiir vücuda getirmeye gayret etti.
Gerek şiirlerinde gerekse nesirlerinde vatanî ve milli hisleri en yüksek perdeden anlattı. Nesirleri de şiirleri gibi başlangıçta Klasik edebiyatın tesirinde olan Namık Kemal, Şinasi ile birlikte özellikle Tasvir-i Efkâr’da yeni bir nesir tarzına yöneldi (Akün 2006: 372). Türk edebiyatında çok köklü bir şiir geleneğinin olduğunu bilen Namık Kemal, hayata hizmet etmediğini düşündüğü bu şiiri bir taraftan yıkmak isterken diğer taraftan roman, tiyatro, gazete gibi yenil edebi türleri düşüncelerini anlatmada iyi bir vasıta olacağını düşündü. Özellikle tiyatronun hayalini kurduğu yeni insan anlatmada çok daha tesirli olabilirdi. Çünkü tiyatronun insanı eğlendirirken aynı zamanda düşündüren bir tarafı vardı. Görme duyusuna hitap etmesiyle de diğer edebî türlere göre daha avantajlıydı. Tiyatronun bu avantajından faydalanmak için altı tiyatro eseri kaleme aldı. Bunlardan Vatan yahut Silistre ile Celâleddin Harzemşah, konusunu Türk tarihinden aldı ve o dönemde uygulanan İttihad-ı İslâm siyasete uygun olarak yazıldı. Onun biyografilerinde ele aldığı "Selahaddin Eyyubî, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Emir Nevruz" gibi bu oyunların kahramanları olan "Celâleddin Harzemşah, İslâm Bey, Zekiye" de devletin ve toplumun şiddetle ihtiyaç duyduğu model şahıslar olarak tasarladı (Şengül 2016: 13-14). Osmanlı tarihi üzerine araştırmalar yapan Namık Kemal, konusunu tarihten alan bu oyunların yanında Türk edebiyatındaki ilk tarihi roman olan Cezmi ile yazmayı düşündüğü tarihî romanın ancak ilk cildini gerçekleştirmiş oldu. III. Murad devrindeki Türk–İran Savaşını konu alan eser, yazarın şairane hayaller peşinde koşmasından dolayı tarihî atmosferi yaşatacak gerçekçi çizgileri oluşturamadı (Akün 2006: 373). İntibah’ta yanlış batılılaşma başta olmak üzere toplumun aksayan yönlerini Ali Bey’in sergüzeştinden hareketle anlattı.
Kurmaca eserlerinde mübalağalı bir dil kullanan yazar, edebi eleştirilerinde de aynı dili kullanmaya devam etti. Özellikle divan şiirine yüklendi. Mevcut şiiri yıkmadan yeni bir şiir kurmanın zorluğunu fark eden şair, özellikle bu şiirin akla ve tabiata aykırılığını ve dilini hedef aldı. Bu haliyle insana ve problemlerine hizmet etmekten uzak olduğunu sık sık dile getirdi. Aynı yaklaşımı geleneksel tiyatro içinde gösterdi. “Eski şiiri birlikte gömmek” için yola çıktığı Ziya Paşa’nın, Şiir ve İnşa’da söylediklerini geri alırcasına kaleme aldığı “Harabat Mukaddimesi” ve klasik şiir geleneğine uygun yazan şairlerin eserlerini topladığı Harabat isimli antolojisini, Tahrîb-i Harâbât ve Takip isimli eserlerinde oldukça ağır bir dille eleştirdi ve edebiyat tenkidi sahasına girecek yeni tenkit konularına zemin hazırladı (Bilgegil 2009: 252). Bununla birlikte Namık Kemal’in Şark şiirini tümüyle reddettiğini söylemek doğru olmaz. O, Fars şiirinin tenkit ettiği tarafları dışında diğer yönlerini sevdiğini ve yeni şiir açısından faydalı bulduğunu söyledi (Akün 1997: 69).
Onun makaleleri hem edebiyat tarihi açısından, hem de düşünce tarihi açısından oldukça önemlidir. Özellikle gazete, onun düşüncelerini halka mal etme noktasında oldukça etkili oldu. Verdiği bu mücadele zaman içinde basının hükümet karşısında bir muhalefet organı olarak doğmasına vesile oldu (Aydoğdu 2005: 14). Yukarıda kısaca bahsettiğimiz edebiyat ve dil konusuyla birlikte ahlâk, siyaset, rejim, hukuk, iktisat, medeniyet, hürriyet, terakki, ulûm-fünûn, vatan, maarif, ittihad-ı İslâm, millet-ümmet, Avrupa, Tanzimat, sanayileşme, şeriat-kanun, mektep-medrese, cemiyet-cemaat, müsavat, matbuat-gazete, meşveret-şûra, ecnebi imtiyazları, vergi, askerlik gibi birçok konuda açıkladığı düşünceleri muhteva açısından devrin diğer yazarlarıyla mukayese edilemeyecek kadar derinliğe sahiptir (Kara 2005:7) Bu konular etrafında cemiyeti aydınlatıcı ve yeni fikirler etrafında kamuoyu oluşturmaya yönelik yazılar kaleme aldı (Akün 2006: 375). Namık Kemal, medeniyet ve terakki yolundan ilerleyerek Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zorlukların üstesinden geleceğine inandı. Bunun için yeni bir insana ihtiyaç vardı. Bütün eserlerinde bu yeni insanın peşine düştü.
Fevziye Abdullah Tansel (1967) ve Ömer Faruk Akün (1972) tarafından toplanmış ve yayınlanmış olan mektupları da onun dil, edebiyat, siyaset, hukuk, din, rejim gibi konulardaki fikirlerinin yanında keskin zekâsı ve mizâhî yönünü göstermesi bakımından önemlidir (Göçgün 1987: 77).
Türk edebiyatında hakkında en fazla çalışma yapılan yazarların başında gelen Namık Kemal, bugün değişik şekillerde isimlendirilen edebî yeniliğimizin öncü sanatçılarından biridir. Onun vatan, millet, hürriyet konusunda ortaya koyduğu coşku ve heyecan, Milli Mücadele ve ulus-inşa sürecinde oldukça etkili oldu. Bulunduğumuz coğrafyanın özelliklerinden kaynaklanan olaylar bir anlamda onun heyecanını ve duyuşlarını devam ettirme gereğini ortaya koydu. Klasik edebiyatın zevk ve terbiyesiyle yetişen Namık Kemal’in ilk dönemde kaleme aldığı şiirlerini Fuzûlî, Nedim, Şeyh Galip, Nâilî gibi şairlerden gelen tesirle ve Encümen-i Şuarâ toplantılarında tanıdığı Leskofçalı Gâlip, Hersekli Ârif Hikmet ve Osman Şems’den aldığı zevkle yazdı (Göçgün 1987:19). Sanatının ikinci devresinde ise Türk edebiyatında İbrahim Şinasi, Batı edebiyatında ise başta Victor Hugo olmak üzere, “edebiyât-ı sahîha”nın Avrupa’daki temsilcileri kabul edilen Corneille, Moliere ve Musset gibi yazarların tesirinde kaldı (Özgül 2011: 173). Vatan, millet, hürriyet gibi kavramları bir heyecan konusu haline getirip en tesirli şekilde topluma mal eden (Akün 2006: 371) Namık Kemal’in Hem Ahmet Mithat Efendi, Ebuzziya Tevfik gibi çağdaşları üzerinde hem de kendinden sonraki Abdülhak Hâmit, Recaizade Mahmut Ekrem, Tevfik Fikret, Sami Paşazade Sezai, Mehmet Akif Ersoy ve Mehmet Emin Yurdakul gibi şairler başta olmak üzere Türk şiirinde çok geniş bir tesir sahası oluşturdu. Onun hissiyatı ve fikirleri sonraki kuşaklarda hatta günümüzde birçok şair ve yazara ilham vermeye devam etti.

Kaynakça

Akün, Ömer Faruk (1997). “Namık Kemal”, İslam Ansiklopedisi. (9. Cilt), Eskişehir: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. 64-72.

Akün, Ömer Faruk (2006). “Namık Kemal”, İslam Ansiklopedisi. (32. Cilt), İstanbul: Türk Diyanet Vakfı Yayınları, 361-378.

Ali Ekrem (1992). Namık Kemal.İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.

Bilgegil, Kaya (1980). Yakınçağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerine Araştırmalar. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayını.

Bilgegil, Kaya (2009). Harâbât Karşısında Nâmık Kemâl. Erzurum: Salkımsöğüt Yayınları.

Göçgün, Önder (1987). Nâmık Kemâl. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Kara, İsmail (2005). “Sunuş”, Namık Kemal – Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri. İstanbul: Dergâh Yayınları. 5-8.

Özgül, M. Kayahan (2011). “Eski “Nâmık”la Yeni “Kemâl” Arasında”, Nâmık Kemâl.Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. 116-181.

Şengül, Abdullah (2016). “Celâleddin Harzemşah Üzerine Genel Bir Değerlendirme” Celâleddin Harzemşah –İnceleme-Mukaddime-Metin. İstanbul: Kesit Yayınları. 9-60.

Şengül, Abdullah- Sarı, Mehmet- Gür, Murat (2017). Bir Cumhuriyet Entelektüeli: Edip Ali Bakı Hayatı-Sanatı-Eserleri. Kayseri: Kimlik Yayınları.

Uçman, Abdullah (2011). “Kısa Bir Ömrün Uzun Hikâyesi”, Nâmık Kemâl.Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. 12-35.

Yılmaz Aydoğdu, Nergiz (2005). “Giriş”, Namık Kemal – Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri. İstanbul: Dergâh Yayınları. 13-36.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: PROF. DR. ABDULLAH ŞENGÜL
Yayın Tarihi: 04.04.2018
Güncelleme Tarihi: 09.11.2020

Eser AdıYayın eviBasım yılıEser türü
Devr-i İstilâTasvîr-i Efkâr Matbaası / İstanbul1867İnceleme
Bârika-i Zafer- / -1872İnceleme
Evrâk-ı PerîşanTasvir-i Efkâr Matbaası / İstanbul1872Biyografi
İntibah – Sergüzeşt-i Ali BeyVakit Matbaası / İstanbul1876Roman
Vatan yahut Silistre- / -1873Tiyatro
Zavallı ÇocukŞark Matbaası / İstanbul1873Tiyatro
Akif BeyHayal Matbaası / İstanbul1873Tiyatro
Silistre MuhasarasıTeodor Kasap Matbaası / İstanbul1873İnceleme
KanijeHayâl Matbaası / İstanbul1874İnceleme
Bahâr-i DânişMekteb-i Sanâyi Matbaası / İstanbul1874Diğer
Tahrîb-i HarâbâtMatbaa-i Ebüzziya / İstanbul1874/1875Eleştiri
GülnihalKırkanbar Matbaası / İstanbul1875Tiyatro
Tercüme-i Hâl-i Nevruz BeyLa Turquie ve Şark Matbaası / İstanbul1875Biyografi
Celâleddin Harzemşah- / -1291/1876Tiyatro
CezmiMihran Matbaası / İstanbul1880 (1883)Roman
Mes Prisons MuâhezenâmesiMatbaa-i Ebüzziya / İstanbul1885Eleştiri
Ta’kipMatbaa-i Ebüzziya / İstanbul1885/1886Eleştiri
Muntahabât-ı Tasvir-i EfkârMatbaa-i Ebüzziya / İstanbul1886Antoloji
İrfan Paşa’ya MektupMatbaa-i Ebüzziya / İstanbul1887Eleştiri
RüyaOsmanlı Matbaası / Mısır1898Diğer
Kara BelâMahmutbey Matbaası / İstanbul1908Tiyatro
Osmanlı Tarihi (4 cilt)Mahmutbey Matbaası / İstanbul1908-1909Araştırma
Renan MüdafaanâmesiMahmutbey Matbaası / İstanbul1326/1910Eleştiri

İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1ŞEHRÎ, Mehmed Şehrî Efendid. ? - ö. 1764-65Doğum YeriGörüntüle
2RÜŞDÎ, Hüseyind. ? - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
3Basri Goculd. 15 Mart 1910 - ö. 09 Ocak 1976Doğum YeriGörüntüle
4RİŞTUNİ, Karekind. 1840 - ö. 1879Doğum YılıGörüntüle
5HULÛSÎ, Ömerd. 1840 - ö. 1910Doğum YılıGörüntüle
6SERSER/SERSERÎ, Çeribaşı-zâde Ali Beyd. 1840? - ö. 1875Doğum YılıGörüntüle
7LÜTFÎ, Lütfî Sâlih Efendi, Selaniklid. ? - ö. 1888Ölüm YılıGörüntüle
8ŞEVKÎ, Konyalıd. ? - ö. 1888Ölüm YılıGörüntüle
9İRFÂN, Mehmed Hayreddîn İrfân Paşad. 1815 - ö. 1888Ölüm YılıGörüntüle
10Mehmet Madend. 06 Şubat 1956 - ö. ?MeslekGörüntüle
11Uğur Erkmand. ? - ö. ?MeslekGörüntüle
12Muharrem Asland. 15 Haziran 1962 - ö. ?MeslekGörüntüle
13Ali Emîrîd. 1857 - ö. 23 Ocak 1924Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
14AHMED HİLMÎd. ? - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
15HOVSEP VARTANYAN (VARTAN PAŞA)d. 28 Mart 1813 - ö. 28 Mart 1879Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
16Kemal Burkayd. 1 Ocak 1937 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
17Kemal Karabulutd. 1958 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
18KEMÂL, Maraşlı Kemâl Efendid. ? - ö. ?Madde AdıGörüntüle