Madde Detay
AHMED FAKÎH
(d. ?/? - ö. ?/?)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Oğuz-Türkmen Türkçesinin Anadolu sahasında ilk örneklerini veren şairlerden sayılan Ahmed Fakîh hakkındaki bilgiler genellikle Mevlevî ve Bektâşî kaynaklarına dayanmaktadır. Bunlar arasında başta Ahmed Eflâkî’nin Menâkibu’l-Ârifîn’i, Muhyiddîn’in Hızır-nâme’si, Seyyid Hârûn-ı Velî Menâkıbı ve Menâkıb-ı Hâce Fakîh Ahmed Sultân ile Hâcı Bektâş-ı Velî ve Hâcım Sultân’ın Velâyet-nâmeleri gelmektedir (Sertkaya 1989: 65). Ahmed Fakîh’i bilim dünyasına tanıtan Köprülü’ye (1926: 289-295) göre XIII. yüzyılın ilk yarısında yaşayan şair, halk arasında şöhreti büyük olan, hükümdar ve emirlerin saraylarında rahatça hareket edebilen biridir. Ancak Fakîh’in yaşadığı yüzyılla ilgili bu görüşe katılmayan Tezcan (1994: 88); Çarh-nâme isimli manzumesinde verdiği bilgilerin onun 1350’li yıllarda yaşlılık döneminde bulunduğunu işaret ettiğini, bunun da XIII. yüzyılın değil, XIV. yüzyıl Anadolu Türk edebiyatının ilk şairlerinden olduğunu gösterdiğini ileri sürmüştür.
Araştırmalara ve çeşitli görüşlere göre Türk edebiyatında Ahmed Fakîh isminde birkaç şahıs mevcuttur. Anadolu Selçukluları döneminde XIII. yüzyılda iki ayrı Ahmed Fakîh’in yaşadığına ilk kez değinen Gölpınarlı (1953: 88)’dır. Gölpınarlı’nın ve daha sonraki araştırmacıların verdiği bilgileri de aktaran Osman F. Sertkaya, farklı zamanlarda yaşadığı hâlde birbiriyle karıştırılan beş Ahmed Fakîh’in varlığından söz etmektedir. Sertkaya’ya (1996: 65-67) göre, bunlardan ilki Azerbaycanlı olup Tebriz’in Asbust köyündendir. Anadolu’da âhî teşkilatının kurucusu kabul edilen Kırşehirli Âhî Evran’ın şeyhi ve kayınpederi Şeyh Evhâdüddîn Hâmid bin Ebü’l-Fahr el-Kirmânî’nin mürididir. Şeyh Kirmânî’nin Konya’yı ziyareti sırasında (602/1206) Anadolu’ya geldiği düşünülmektedir. Mevlânâ ve babası Bahâeddîn Veled’in Konya’ya yerleşmesinden yedi sekiz yıl kadar önce 617/1221’de vefat etmiştir. Mezarı Konya’dadır. Ancak Hâfız Hüseyin Kerbelâyî’nin (ö. 962/1554), Ravzatü’l-Cinân ve Cennetü’l-Cenân adlı eserinde Fakîh Ahmed Asbustî adlı bir kişiden bahsedip kabrini Tebriz yakınlarındaki Asbust köyünde göstermesi, Konya’da medfun olandan başka bir Ahmed Fakîh’in yaşadığını veya Tebriz’de bulunan kabrin makam olabileceğini düşündürmektedir.
İkinci Ahmed Fakîh ise, Horasan’dan 626/1228’de Konya’ya gelmiştir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin babası Bahâeddîn Veled’in müridlerindendir. Kutbu’l-Budelâ lakabıyla da anılmaktadır. Eflâkî (1986: 452-453), Menâkıbü’l-Ârifîn’de kendisine yer vermiş ve onun bir gün el-Hidâye okuduğu esnada, Bahâeddîn Veled’in ilmindeki büyüklük karşısında kendinden geçerek kitaplarını ateşe atıp dağlara çıktığı ve ancak Bahâeddîn Veled’in vefatından sonra şehre döndüğü şeklindeki menkıbeyi nakletmiştir. Ayrıca Mevlânâ’ya büyük hürmet gösterdiğine, Mevlânâ’nın da ona aynı şekilde mukabele ettiğine de değinen Eflâkî’ye göre Ahmed Fakîh 628/1221’de vefat etmiştir. Ancak İ. Hakkı Konyalı (1964: 395-396), Ahmed Fakîh’in Bahâeddîn Veled’in ölümünden sonra dağdan Konya’ya gelmesi ve cenaze namazını da Mevlânâ’nın kıldırmasına istinaden bu tarihin yanlışlığına işaret etmiş ve Fakîh’in vefat tarihini 650/1252 olarak göstermiştir. Sertkaya (1996: 136); Fakîh’in medrese eğitimi gördüğünü, fıkıhtaki üstün bilgisinden ve Mevlânâ’nın babası Bahâeddîn Veled’den fıkıh dersi almış olmasından dolayı kendisine “Fakîh” dendiğini de eklemiştir.
Üçüncü Ahmed Fakîh’in mezar taşı Konya/Akşehir’dedir, fakat ölüm tarihi bilinmemektedir. Dördüncü Ahmed Fakih, Konya/Karamanlıdır. Sehî Tezkiresi’nin beşinci tabakasında kendisinden Hâce Fakîh-i Karamânî ismiyle söz edilmektedir. Doğum ve ölüm tarihi verilmemiştir. Sehî Bey; onun Türkçe, Farsça ve Arapça sözleri ve benzersiz gazelleri olduğunu söylemiştir (Kut 1978: 195). Tezkirenin sadeleştirilen neşrinde ise şairin ismi Hoca Kara Fakîh’tir (İsen 1980: 126). Beşinci Ahmed Fakîh ise, şeriat emirlerine bağlı yaşayan ve düzenli hayatı olan bir kişidir. Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe ve Çârh-nâme’nin müellifinin bu Ahmed Fakîh olduğu düşünülmektedir (Sertkaya 1996: 65-67). Araştırmacıların “Ahmed Fakîh” adıyla kaleme alınan kütüphanelerde kayıtlı metinlerin aynı adı taşıyan şairlerden hangisine ait olduğu konusunda fikir birliğine varamamışlardır. Ahmed Fakîh’in eserleri şunlardır:
1. Çarh-nâme: Eğirdirli Hâcı Kemâl’in Câmi’ü’n-Nezâ’ir’in adlı nazire mecmuasında “Ahmed Fakîh der bî-vefâî-i rûzgâr” başlığıyla yer alan kaside nazım şekliyle ve aruzun hezec bahrinin “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” kalıbıyla yazılan manzume 83 beyittir. Köprülü (1926: 289-295), Câmi’ü’n-Nezâ’ir’in sonundaki cetvele göre metnin 100 beyit uzunluğunda gösterildiğini, dolayısıyla 17 beyitlik kısmın kayıp olduğuna değinmiştir. Didaktik bir dille yazılan eserde, dünyanın faniliğinden ve geçici zevklerine kapılmamak gerektiğinden, feleğin acımasızlığından ve ahiret yurdu için hazırlanmanın lüzumundan bahisle sabır, ibâdet ve tevâzu gibi konularda öğütler verilmiştir (Mazıoğlu 1974: 11-12). Eski Anadolu Türkçesinin en eski örneklerinden biri kabul edilen manzumede nazım tekniği bakımından kimi kusurlar mevcuttur. Kasidenin XIII. yüzyılın ilk yarısında yazılmış olduğu bilim dünyasında hâkim ise de Tezcan (1994: 86-87), metinde yer alan birçok insanın vebadan öldüğü şeklindeki bilgiye dikkat çekmiştir. Şairin, 1346-1353 yılları arasında yayılan “Kara Veba” salgınından söz ettiğini, dolayısıyla da eserin en erken 1350’lerde veya daha sonra yazılmış olması gerektiğini belirtmiştir. Çarh-nâme, Mecdut Mansuroğlu tarafından yayımlanmıştır (1956).
2. Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe: Tek nüshası British Museum’da olan bu mesnevîyi, Hasibe Mazıoğlu 1963 yılında bir bildiriyle tanıtmış (1964), sonra da neşretmiştir (1974). Aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” kalıbıyla yazılmış 339 beyit uzunluğundaki manzumede hece vezniyle yazılmış dörtlükler de mevcuttur. Seyahat-nâme niteliğindeki eserin dili gayet açık ve sadedir. Arapça ve Farsça kelimelerin yanında içerdiği zengin Türkçe kelime hazinesi bakımından önemli bir metindir. Şair, gerçekçi bir anlatımla dünyanın geçiciliği, iyilerle arkadaş olunması ve sabrın elden bırakılmaması gibi konularda öğütler de verdiği mesnevîyi, hac ziyareti esnasında gördüğü Şam, Kudüs, Mekke, Medine gibi kutsal mekânların anlatmak amacıyla kaleme almıştır. Peygamberin Medine’ye hicretini, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in kabirlerini ziyaretini, Kâbe’yi tavaf edişini, Hacerü’l-Esved ve Harem’in özelliklerini anlatan Ahmed Fakîh; Kubeys Dağı, Hira Mağarası, Kudüs, Mescid-i Aksa, Kubbetü’s-Sahra ve Makam-ı İbrahim hakkında da bilgiler vermiş ve Şam şehrinden övgüyle söz etmiştir ( Mazıoğlu 1974: 12-13; Yavuz 2011: 118-119).
3. Fakîh (Ahmed)’in Şiirleri: Fakîh mahlaslı 69 beyitlik beş manzume, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Seminer Kitaplığı 4453’te kayıtlı 87 varaklık bir yazmanın 83b-87b varakları arasındadır. Bu şiirlerin dördü, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe’nin 340-390. beyitleri arasındaki dört manzumenin 11 beyit fazlasıyla ikinci nüshasıdır. 7 beyitlik beşinci manzume ise Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe’de yer almamaktadır (Sertkaya 1996: 136).
Tezcan (1994: 87); Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'ş-Şerîfe yazarı Ahmed Fakîh, Çarh-nâme yazarı Ahmed Fakîh ve Yûsuf u Züleyhâ yazarı Sula Fakîh'in aynı kişi olabileceğini belirtmiştir. Ayrıca, dil ve üslub bakımından benzerlikler gösteren, Cimcime Sultân, Ahvâl-i Fâtıma, Dâsitân-ı Geyik ve Kesik Baş gibi bir dizi manzum hikayeleri de XIV. yüzyılın ortalarında yaşadığını tahmin ettiği Ahmed Fakîh'in yazmış olabileceğini öne sürmüştür. Ahmed Fakîh, tasavvufî hareketlerin Anadolu’da hızlı bir şekilde yayıldığı dönemde yaşamıştır. Bu nedenle sanatını, edebî kaygıdan uzak bir şekilde yazdığı dinî-didaktik şiirlerle halka bilgi vermek maksadıyla kullanmıştır. Sertkaya (1996: 136)’ya göre o, tasavvufî konularda yazan Fars edebiyatına vâkıf bir şairdir.
Kaynakça
Gölpınarlı, Abdulbaki (1953). Mevlana’dan Sonra Mevlevilik. İstanbul: Pan Yay.
İsen, Mustafa (hzl. 1998). Sehi Bey Tezkiresi, Heşt Behişt. Ankara: Akçağ Yay.
İz, Fahir, G. Kut (1985). “Ahmed Fakîh”. Büyük Türk Klâsikleri. C. 1. İstanbul: Ötüken-Söğüt Yay. 264-268.
Konyalı, İ. Hakkı ( 1964). Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi. Konya: Yeni Kitap Basımevi.
Köprülü, M. Fuad (1926). “Selçuklular Devrinde Anadolu Şairleri. II. Ahmed Fakîh ve Çarh-nâmesi”. Türk Yurdu IV: 289-295.
Mansuroğlu, Mecdut (hzl.) (1956). Ahmed Fakîh, Çarh-nâme. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay.
Mazıoğlu, Hasibe (1964). “Anadolu’da XIII. Yüzyıl Ürünlerinden Yeni Bir Eser”. X. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler-1963. Ankara: TDK Yay. 75-79.
Mazıoğlu, Hasibe (1972). “Selçuklular Devrinde Anadolu’da Türk Edebiyatının Başlaması ve Türkçe Yazan Şairler”. Malazgirt Armağanı. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay.
Mazıoğlu, Hasibe (hzl.) (1974). Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe. Ankara: TDK Yay.
Mazıoğlu, Hasibe (2003). “Yûsuf u Züleyha Yazarı Sulı Fakîh’in Adı Sorunu”. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten. 169-176.
Sertkaya, O. Fikri (1989). “Ahmed Fakîh”. İslâm Ansiklopedisi. C. 2. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 65-67.
Sertkaya, O. Fikri (1996). “Ahmed Fakîh, Anadolu’da Türkçe Eserler Veren Mutasavvıf Bir Şair”. İlmi Araştırmalar (2): 131-140.
Tezcan, Semih (1994). “Anadolu Türk Yazınının Başlangıç Döneminde Bir Yazar ve Çarh-nâme’nin Tarihlendirilmesi Üzerine”. Tür Dilleri Araştırmaları (4): 75-88.
Yavuz, Kemal (2011). “Ahmed Fakih”. VIII-XIII. Yüzyıllar Türk Edebiyatı. Eskişehir: Açık Öğretim Fakültesi Yay. 118-120.
Yazıcı, Tahsin (hzl.) (1986). Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri I. İstanbul: MEB Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: ARAŞ. GÖR. HULUSİ ERENYayın Tarihi: 12.02.2015Güncelleme Tarihi: 13.12.2020Eserlerinden Örnekler
Çarh-nâme’den
Dirîgâ çarhun elinden hezârân
Ki kılmışdur mu’attal bunca karân
İşid imdi bu ahvâli i kardaş
Çün ümmetdür biribirine ihvân
Yavuz sanmaya kardaş kardaşına
Hakîkatdür bu sözüm bana inan
İşitdün ise sözüme kulak tut
Gidermegil sözümi kulağundan
Bilür misin niçün geldün cihâna
Seni kulluğ içün yaratdı Sultân
Sana ni’met virüpdür bî-nihâyet
Husûsâ kim kılupdur ehl-i îmân
Nasîhat tutar isen dinle sözüm
Hünerün var ise gel uşda meydân
Sana birkaç öğütler vireyin ben
Ki her birisi dürr ola ya mercân
Öğüdüm bu günehden tevbe eyle
Ki îmân kasdın eyler bil ki şeytân
Usan olma başuna aklunı dir
Yol uzakdur ki yokdur hadd ü pâyân
Gözün aç gaflet içre yatma iy dost
Ki göçmeğe dutupdur yüzi kervân
Yol erenleri göçüp yola girdi
Dögeyorur âhir dünbeki servân
Nice bir yatasın gafletde iy yâr
Ecel irmezdin öndin imdi uyan
Nazar kıl âleme hâlüni anla
Yarağa meşgul ol sen iy Müselmân
Eğer nâm ister isen âhiretde
Yidürgil Hak yolına dünyede nân
Olanlar sana yitmez mi nasîhat
Niçün ussını dirmezsin sen iy cân
Bu dünyâya niçün pek yapışursın
Seni andan koparur çarh-ı devrân
Bu rızk içün nice teşviş çekersin
Uşandı rızk yiyü ağzunda dendân
Eğer girüp sin içinde yatasın
Beş on arşun bez ile yâhud uryân
Ne mağrûrsın cihânun lezzetine
Niçe bir yürüyesin şâd u handân
Kaza yayı ecel okların atar
Sana dahı dokınısar ol okdan
Ol okun zahmına kimsene döymez
Görür ölmez virür cânını kurbân
Vefâ umma bu dünyâdan i hânum
Anunla kılmagıl sen ahd ü peymân
Seni aldar bu dünyâ bî-habersin
Sözüm işit öğüdüm tut top elden
Ögüni dir kıyâmet bil yakındur
Utan kim sana nâzırdur yaradan
Hevâya uyma geç nefs arzusundan
Bu nefs atınun ağzına ur uyan
Bu dünyâ bî-vefâdur bil hakîkat
Seni göçürmedin ol sen göç andan
Nice bir durısar bu dünya halkı
Nice bir olısar dünyâ abâdân
Yıkılısar bu göklerle bu yirler
Kamusı olısardur külli vîrân
Gün ola kim kopa dağlar yirinden
Berâber ola düpdüz dağ u yaban
Kıyâmet kopıcağız bil hakîkat
Kelebek bigi dağıla bu insân
Yaradılmış cemî’i öliserdür
Kalısardur hemân ol ferd u rahmân
Yarın anda halâyık cem’ olısar
Kimi kayguya batmış kimi şâdân
Su’âl eyleyiserler itdüğünden
Tutar âzâlarunı anda lerzân
Kirâmen kâtibân durmaz yazarlar
Ne kim itdün kılurlar anı dîvân
Getürüp tartalar hayrunla şerrün
Hakîkat bil kurılur anda mîzân
Eğer hayrun ağır gelse zi devlet
Yüzün ağ ola hem-çün mâh-ı tâbân
Eğer şerrün ağır gelse i miskîn
Varacak yirün olur bil ki nîrân
Sırâta uğrayısardur yolun bil
Kılıçdan iti dirler ince kıldan
Yarın andan geçisersin yol oldur
Sakın imdi i kardaş çıkma yoldan
Bizi korkduğumuzdan kurtar iy Hak
Bize ayruk bititme anda hicrân
Cemâlün bize göster yarın anda
Be-hakk-ı Mustafâ vü mâh-ı tâbân
(İz, Fahir, G. Kut (1985). “Ahmed Fakîh”. Büyük Türk Klâsikleri. C. 1. İstanbul: Ötüken-Söğüt Yay. 265-266.)
Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe’den
Fî Zikri Vasfı Mekke Şerrefehu’llâhu Te’âlâ
Hele bir gün irişdük Ka’beye biz
Nasîb ola Çalabdan varasız siz
Bu Mekke şehrinün dört yanı sarpdur
Eğer maşrık yanıdur yâ ho garpdur
Ki dereden iner şehrün ucına
Görincek Ka’beyi benzün uçına
(…)
İşit imdi sana vasfın diyeyin
Sıfatlarını bir bir şerh ideyin
Haremün uzunı iç yüz adımdur
İçi düpdüz ıvacuk akça kumdur
İnin adımladum ben yüz yigirmi
Ki dört bucaklıdur degül yigirmi
Bu dört dîvarları üç kat kemerdür
Haremün taşra yanı tolu şardur
Kemerleri direk üzre durupdur
Sağışda bu direkler biş yüz ondur
Haremün dört bucakda dört menâre
Kanâdiller dizilmişdür kenâre
Mü’ezzinler çıkar okur ezânı
Sevinür işidenün gönlü cânı
Harem kapuların saydum tamâmet
Kamu kırk dört kapudur zî alâmet
Haremün orta yiri Ka’bedür çak
İbâdetdür anun var yüzine bak
Yüceliği inen yüksekdür iy cân
Kıyâs itsen anı kırk arşun iy cân
Kireç taşdur anun dahı yapusı
Güneş toğışınadur hem kapusı
Bilek gibi ki halka var gümişden
İki halka var anda tuhfe işden
Bu iki halka arası kilid bil
Çıkarsan işiğine var yüzün sil
İşiği yücesi boydan yücedür
Çeker birbirini kul ger hocadur
Kara atlasıla Ka’be bürinür
Hemân etekleridür kim görinür
Kapusına Hacerü’l-esved yakıncak
Ki canlar sevinür ana bakıncak
Hem altun oluğun altı ziyâret
Ki İsmâ’il Nebîye var işâret
Kuyuya menberi karşudur anun
Görincek gark olur nurlara cânun
Tolayı yanı ferşdür Ka’benün bil
Yapılmışdur ana otuz iki mîl
Her iki mîl arası iki kandîl
Giceler subh olınca yanar bil
Tavaf yiri ol milin içi yüzidür
Bu hûb söz ki dirüm Ahmed sözidür
O Ka’be kapusınun karşusında
O İbrâhim makâmı kubbe anda
Mübârek ayağı taşda yir itmiş
Ziyâretdür ol anda kendü itmiş
Ana yakın durur ol âb-ı zemzem
İçen kişide hergiz kalmaya gam
Anun üsti bir ulu kubbedür bil
Iramaz suyını şehr ü eger il
Mü’ezzinler o kubbe üzre dururlar
Gice gündüz Çalaba yalvarurlar
Kapunun sol yanında Cebra’îlün
Çü mihrâbı var anda şöyle bilün
Bu Ka’benün tolayı dört yanında
Ki mihrablar düzetmişlerdür anda
Hanîfî altun oluğa kılurmış
Kapuya karşu Şâfi’î kılurmış
İmâm Mâlik dahı rükn-i Yemende
Namâz kılur imiş ol dahı anda
İmâm Hanbelî gün doğışında
Namâz kılur çü mihrâb durur anda
Ki ol dîvâra karşu ol imâmlar
Geçürürler bu resme subh u şamlar
Hele bildün Harem içre ne vardur
Dahı bilün tolayısı şehirdür
Haremden daşrada var(dur) acâyib
Hazır ol didügüm vakt olma (gâyib)
O Ka’benün yanında bir ulu tag
O tagda ne ağaç vardur ne ho bâğ
Kubaysar tağıdur ol tağ karındaş
O tağda toprak azdur küllisi taş
O tağun üsti bir ulu mağâra
Bu sizlerden ana her kim ki vara
Namâz kıl anda peygamber makâmı
Resûl anda geçürmiş subhı şâmı
Ebûbekrile anda olur imiş
Mağâra içre niçe gün kalur imiş
Ömer îmâna gelicek çıkarlar
O küffara cevâb virürler
Şara girmeğe komazlar buları
Husûsâ yok azukları suları
Acıkduklarını Allah bilür çün
Orada Cebra’ilden gönderür hon
O sofranın yiri bellüdür anda
Varıcağaz göresin anı sen de
(Mazıoğlu, Hasibe (hzl.) (1974). Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe. Ankara: TDK Yay. 25-29.)
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 12.02.2015Güncelleme Tarihi: 13.12.2020Eserlerinden Örnekler
Çarh-nâme’den
Dirîgâ çarhun elinden hezârân
Ki kılmışdur mu’attal bunca karân
İşid imdi bu ahvâli i kardaş
Çün ümmetdür biribirine ihvân
Yavuz sanmaya kardaş kardaşına
Hakîkatdür bu sözüm bana inan
İşitdün ise sözüme kulak tut
Gidermegil sözümi kulağundan
Bilür misin niçün geldün cihâna
Seni kulluğ içün yaratdı Sultân
Sana ni’met virüpdür bî-nihâyet
Husûsâ kim kılupdur ehl-i îmân
Nasîhat tutar isen dinle sözüm
Hünerün var ise gel uşda meydân
Sana birkaç öğütler vireyin ben
Ki her birisi dürr ola ya mercân
Öğüdüm bu günehden tevbe eyle
Ki îmân kasdın eyler bil ki şeytân
Usan olma başuna aklunı dir
Yol uzakdur ki yokdur hadd ü pâyân
Gözün aç gaflet içre yatma iy dost
Ki göçmeğe dutupdur yüzi kervân
Yol erenleri göçüp yola girdi
Dögeyorur âhir dünbeki servân
Nice bir yatasın gafletde iy yâr
Ecel irmezdin öndin imdi uyan
Nazar kıl âleme hâlüni anla
Yarağa meşgul ol sen iy Müselmân
Eğer nâm ister isen âhiretde
Yidürgil Hak yolına dünyede nân
Olanlar sana yitmez mi nasîhat
Niçün ussını dirmezsin sen iy cân
Bu dünyâya niçün pek yapışursın
Seni andan koparur çarh-ı devrân
Bu rızk içün nice teşviş çekersin
Uşandı rızk yiyü ağzunda dendân
Eğer girüp sin içinde yatasın
Beş on arşun bez ile yâhud uryân
Ne mağrûrsın cihânun lezzetine
Niçe bir yürüyesin şâd u handân
Kaza yayı ecel okların atar
Sana dahı dokınısar ol okdan
Ol okun zahmına kimsene döymez
Görür ölmez virür cânını kurbân
Vefâ umma bu dünyâdan i hânum
Anunla kılmagıl sen ahd ü peymân
Seni aldar bu dünyâ bî-habersin
Sözüm işit öğüdüm tut top elden
Ögüni dir kıyâmet bil yakındur
Utan kim sana nâzırdur yaradan
Hevâya uyma geç nefs arzusundan
Bu nefs atınun ağzına ur uyan
Bu dünyâ bî-vefâdur bil hakîkat
Seni göçürmedin ol sen göç andan
Nice bir durısar bu dünya halkı
Nice bir olısar dünyâ abâdân
Yıkılısar bu göklerle bu yirler
Kamusı olısardur külli vîrân
Gün ola kim kopa dağlar yirinden
Berâber ola düpdüz dağ u yaban
Kıyâmet kopıcağız bil hakîkat
Kelebek bigi dağıla bu insân
Yaradılmış cemî’i öliserdür
Kalısardur hemân ol ferd u rahmân
Yarın anda halâyık cem’ olısar
Kimi kayguya batmış kimi şâdân
Su’âl eyleyiserler itdüğünden
Tutar âzâlarunı anda lerzân
Kirâmen kâtibân durmaz yazarlar
Ne kim itdün kılurlar anı dîvân
Getürüp tartalar hayrunla şerrün
Hakîkat bil kurılur anda mîzân
Eğer hayrun ağır gelse zi devlet
Yüzün ağ ola hem-çün mâh-ı tâbân
Eğer şerrün ağır gelse i miskîn
Varacak yirün olur bil ki nîrân
Sırâta uğrayısardur yolun bil
Kılıçdan iti dirler ince kıldan
Yarın andan geçisersin yol oldur
Sakın imdi i kardaş çıkma yoldan
Bizi korkduğumuzdan kurtar iy Hak
Bize ayruk bititme anda hicrân
Cemâlün bize göster yarın anda
Be-hakk-ı Mustafâ vü mâh-ı tâbân
(İz, Fahir, G. Kut (1985). “Ahmed Fakîh”. Büyük Türk Klâsikleri. C. 1. İstanbul: Ötüken-Söğüt Yay. 265-266.)
Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe’den
Fî Zikri Vasfı Mekke Şerrefehu’llâhu Te’âlâ
Hele bir gün irişdük Ka’beye biz
Nasîb ola Çalabdan varasız siz
Bu Mekke şehrinün dört yanı sarpdur
Eğer maşrık yanıdur yâ ho garpdur
Ki dereden iner şehrün ucına
Görincek Ka’beyi benzün uçına
(…)
İşit imdi sana vasfın diyeyin
Sıfatlarını bir bir şerh ideyin
Haremün uzunı iç yüz adımdur
İçi düpdüz ıvacuk akça kumdur
İnin adımladum ben yüz yigirmi
Ki dört bucaklıdur degül yigirmi
Bu dört dîvarları üç kat kemerdür
Haremün taşra yanı tolu şardur
Kemerleri direk üzre durupdur
Sağışda bu direkler biş yüz ondur
Haremün dört bucakda dört menâre
Kanâdiller dizilmişdür kenâre
Mü’ezzinler çıkar okur ezânı
Sevinür işidenün gönlü cânı
Harem kapuların saydum tamâmet
Kamu kırk dört kapudur zî alâmet
Haremün orta yiri Ka’bedür çak
İbâdetdür anun var yüzine bak
Yüceliği inen yüksekdür iy cân
Kıyâs itsen anı kırk arşun iy cân
Kireç taşdur anun dahı yapusı
Güneş toğışınadur hem kapusı
Bilek gibi ki halka var gümişden
İki halka var anda tuhfe işden
Bu iki halka arası kilid bil
Çıkarsan işiğine var yüzün sil
İşiği yücesi boydan yücedür
Çeker birbirini kul ger hocadur
Kara atlasıla Ka’be bürinür
Hemân etekleridür kim görinür
Kapusına Hacerü’l-esved yakıncak
Ki canlar sevinür ana bakıncak
Hem altun oluğun altı ziyâret
Ki İsmâ’il Nebîye var işâret
Kuyuya menberi karşudur anun
Görincek gark olur nurlara cânun
Tolayı yanı ferşdür Ka’benün bil
Yapılmışdur ana otuz iki mîl
Her iki mîl arası iki kandîl
Giceler subh olınca yanar bil
Tavaf yiri ol milin içi yüzidür
Bu hûb söz ki dirüm Ahmed sözidür
O Ka’be kapusınun karşusında
O İbrâhim makâmı kubbe anda
Mübârek ayağı taşda yir itmiş
Ziyâretdür ol anda kendü itmiş
Ana yakın durur ol âb-ı zemzem
İçen kişide hergiz kalmaya gam
Anun üsti bir ulu kubbedür bil
Iramaz suyını şehr ü eger il
Mü’ezzinler o kubbe üzre dururlar
Gice gündüz Çalaba yalvarurlar
Kapunun sol yanında Cebra’îlün
Çü mihrâbı var anda şöyle bilün
Bu Ka’benün tolayı dört yanında
Ki mihrablar düzetmişlerdür anda
Hanîfî altun oluğa kılurmış
Kapuya karşu Şâfi’î kılurmış
İmâm Mâlik dahı rükn-i Yemende
Namâz kılur imiş ol dahı anda
İmâm Hanbelî gün doğışında
Namâz kılur çü mihrâb durur anda
Ki ol dîvâra karşu ol imâmlar
Geçürürler bu resme subh u şamlar
Hele bildün Harem içre ne vardur
Dahı bilün tolayısı şehirdür
Haremden daşrada var(dur) acâyib
Hazır ol didügüm vakt olma (gâyib)
O Ka’benün yanında bir ulu tag
O tagda ne ağaç vardur ne ho bâğ
Kubaysar tağıdur ol tağ karındaş
O tağda toprak azdur küllisi taş
O tağun üsti bir ulu mağâra
Bu sizlerden ana her kim ki vara
Namâz kıl anda peygamber makâmı
Resûl anda geçürmiş subhı şâmı
Ebûbekrile anda olur imiş
Mağâra içre niçe gün kalur imiş
Ömer îmâna gelicek çıkarlar
O küffara cevâb virürler
Şara girmeğe komazlar buları
Husûsâ yok azukları suları
Acıkduklarını Allah bilür çün
Orada Cebra’ilden gönderür hon
O sofranın yiri bellüdür anda
Varıcağaz göresin anı sen de
(Mazıoğlu, Hasibe (hzl.) (1974). Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe. Ankara: TDK Yay. 25-29.)
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 13.12.2020Eserlerinden Örnekler
Çarh-nâme’den
Dirîgâ çarhun elinden hezârân
Ki kılmışdur mu’attal bunca karân
İşid imdi bu ahvâli i kardaş
Çün ümmetdür biribirine ihvân
Yavuz sanmaya kardaş kardaşına
Hakîkatdür bu sözüm bana inan
İşitdün ise sözüme kulak tut
Gidermegil sözümi kulağundan
Bilür misin niçün geldün cihâna
Seni kulluğ içün yaratdı Sultân
Sana ni’met virüpdür bî-nihâyet
Husûsâ kim kılupdur ehl-i îmân
Nasîhat tutar isen dinle sözüm
Hünerün var ise gel uşda meydân
Sana birkaç öğütler vireyin ben
Ki her birisi dürr ola ya mercân
Öğüdüm bu günehden tevbe eyle
Ki îmân kasdın eyler bil ki şeytân
Usan olma başuna aklunı dir
Yol uzakdur ki yokdur hadd ü pâyân
Gözün aç gaflet içre yatma iy dost
Ki göçmeğe dutupdur yüzi kervân
Yol erenleri göçüp yola girdi
Dögeyorur âhir dünbeki servân
Nice bir yatasın gafletde iy yâr
Ecel irmezdin öndin imdi uyan
Nazar kıl âleme hâlüni anla
Yarağa meşgul ol sen iy Müselmân
Eğer nâm ister isen âhiretde
Yidürgil Hak yolına dünyede nân
Olanlar sana yitmez mi nasîhat
Niçün ussını dirmezsin sen iy cân
Bu dünyâya niçün pek yapışursın
Seni andan koparur çarh-ı devrân
Bu rızk içün nice teşviş çekersin
Uşandı rızk yiyü ağzunda dendân
Eğer girüp sin içinde yatasın
Beş on arşun bez ile yâhud uryân
Ne mağrûrsın cihânun lezzetine
Niçe bir yürüyesin şâd u handân
Kaza yayı ecel okların atar
Sana dahı dokınısar ol okdan
Ol okun zahmına kimsene döymez
Görür ölmez virür cânını kurbân
Vefâ umma bu dünyâdan i hânum
Anunla kılmagıl sen ahd ü peymân
Seni aldar bu dünyâ bî-habersin
Sözüm işit öğüdüm tut top elden
Ögüni dir kıyâmet bil yakındur
Utan kim sana nâzırdur yaradan
Hevâya uyma geç nefs arzusundan
Bu nefs atınun ağzına ur uyan
Bu dünyâ bî-vefâdur bil hakîkat
Seni göçürmedin ol sen göç andan
Nice bir durısar bu dünya halkı
Nice bir olısar dünyâ abâdân
Yıkılısar bu göklerle bu yirler
Kamusı olısardur külli vîrân
Gün ola kim kopa dağlar yirinden
Berâber ola düpdüz dağ u yaban
Kıyâmet kopıcağız bil hakîkat
Kelebek bigi dağıla bu insân
Yaradılmış cemî’i öliserdür
Kalısardur hemân ol ferd u rahmân
Yarın anda halâyık cem’ olısar
Kimi kayguya batmış kimi şâdân
Su’âl eyleyiserler itdüğünden
Tutar âzâlarunı anda lerzân
Kirâmen kâtibân durmaz yazarlar
Ne kim itdün kılurlar anı dîvân
Getürüp tartalar hayrunla şerrün
Hakîkat bil kurılur anda mîzân
Eğer hayrun ağır gelse zi devlet
Yüzün ağ ola hem-çün mâh-ı tâbân
Eğer şerrün ağır gelse i miskîn
Varacak yirün olur bil ki nîrân
Sırâta uğrayısardur yolun bil
Kılıçdan iti dirler ince kıldan
Yarın andan geçisersin yol oldur
Sakın imdi i kardaş çıkma yoldan
Bizi korkduğumuzdan kurtar iy Hak
Bize ayruk bititme anda hicrân
Cemâlün bize göster yarın anda
Be-hakk-ı Mustafâ vü mâh-ı tâbân
(İz, Fahir, G. Kut (1985). “Ahmed Fakîh”. Büyük Türk Klâsikleri. C. 1. İstanbul: Ötüken-Söğüt Yay. 265-266.)
Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe’den
Fî Zikri Vasfı Mekke Şerrefehu’llâhu Te’âlâ
Hele bir gün irişdük Ka’beye biz
Nasîb ola Çalabdan varasız siz
Bu Mekke şehrinün dört yanı sarpdur
Eğer maşrık yanıdur yâ ho garpdur
Ki dereden iner şehrün ucına
Görincek Ka’beyi benzün uçına
(…)
İşit imdi sana vasfın diyeyin
Sıfatlarını bir bir şerh ideyin
Haremün uzunı iç yüz adımdur
İçi düpdüz ıvacuk akça kumdur
İnin adımladum ben yüz yigirmi
Ki dört bucaklıdur degül yigirmi
Bu dört dîvarları üç kat kemerdür
Haremün taşra yanı tolu şardur
Kemerleri direk üzre durupdur
Sağışda bu direkler biş yüz ondur
Haremün dört bucakda dört menâre
Kanâdiller dizilmişdür kenâre
Mü’ezzinler çıkar okur ezânı
Sevinür işidenün gönlü cânı
Harem kapuların saydum tamâmet
Kamu kırk dört kapudur zî alâmet
Haremün orta yiri Ka’bedür çak
İbâdetdür anun var yüzine bak
Yüceliği inen yüksekdür iy cân
Kıyâs itsen anı kırk arşun iy cân
Kireç taşdur anun dahı yapusı
Güneş toğışınadur hem kapusı
Bilek gibi ki halka var gümişden
İki halka var anda tuhfe işden
Bu iki halka arası kilid bil
Çıkarsan işiğine var yüzün sil
İşiği yücesi boydan yücedür
Çeker birbirini kul ger hocadur
Kara atlasıla Ka’be bürinür
Hemân etekleridür kim görinür
Kapusına Hacerü’l-esved yakıncak
Ki canlar sevinür ana bakıncak
Hem altun oluğun altı ziyâret
Ki İsmâ’il Nebîye var işâret
Kuyuya menberi karşudur anun
Görincek gark olur nurlara cânun
Tolayı yanı ferşdür Ka’benün bil
Yapılmışdur ana otuz iki mîl
Her iki mîl arası iki kandîl
Giceler subh olınca yanar bil
Tavaf yiri ol milin içi yüzidür
Bu hûb söz ki dirüm Ahmed sözidür
O Ka’be kapusınun karşusında
O İbrâhim makâmı kubbe anda
Mübârek ayağı taşda yir itmiş
Ziyâretdür ol anda kendü itmiş
Ana yakın durur ol âb-ı zemzem
İçen kişide hergiz kalmaya gam
Anun üsti bir ulu kubbedür bil
Iramaz suyını şehr ü eger il
Mü’ezzinler o kubbe üzre dururlar
Gice gündüz Çalaba yalvarurlar
Kapunun sol yanında Cebra’îlün
Çü mihrâbı var anda şöyle bilün
Bu Ka’benün tolayı dört yanında
Ki mihrablar düzetmişlerdür anda
Hanîfî altun oluğa kılurmış
Kapuya karşu Şâfi’î kılurmış
İmâm Mâlik dahı rükn-i Yemende
Namâz kılur imiş ol dahı anda
İmâm Hanbelî gün doğışında
Namâz kılur çü mihrâb durur anda
Ki ol dîvâra karşu ol imâmlar
Geçürürler bu resme subh u şamlar
Hele bildün Harem içre ne vardur
Dahı bilün tolayısı şehirdür
Haremden daşrada var(dur) acâyib
Hazır ol didügüm vakt olma (gâyib)
O Ka’benün yanında bir ulu tag
O tagda ne ağaç vardur ne ho bâğ
Kubaysar tağıdur ol tağ karındaş
O tağda toprak azdur küllisi taş
O tağun üsti bir ulu mağâra
Bu sizlerden ana her kim ki vara
Namâz kıl anda peygamber makâmı
Resûl anda geçürmiş subhı şâmı
Ebûbekrile anda olur imiş
Mağâra içre niçe gün kalur imiş
Ömer îmâna gelicek çıkarlar
O küffara cevâb virürler
Şara girmeğe komazlar buları
Husûsâ yok azukları suları
Acıkduklarını Allah bilür çün
Orada Cebra’ilden gönderür hon
O sofranın yiri bellüdür anda
Varıcağaz göresin anı sen de
(Mazıoğlu, Hasibe (hzl.) (1974). Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe. Ankara: TDK Yay. 25-29.)
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Çarh-nâme’den
Dirîgâ çarhun elinden hezârân
Ki kılmışdur mu’attal bunca karân
İşid imdi bu ahvâli i kardaş
Çün ümmetdür biribirine ihvân
Yavuz sanmaya kardaş kardaşına
Hakîkatdür bu sözüm bana inan
İşitdün ise sözüme kulak tut
Gidermegil sözümi kulağundan
Bilür misin niçün geldün cihâna
Seni kulluğ içün yaratdı Sultân
Sana ni’met virüpdür bî-nihâyet
Husûsâ kim kılupdur ehl-i îmân
Nasîhat tutar isen dinle sözüm
Hünerün var ise gel uşda meydân
Sana birkaç öğütler vireyin ben
Ki her birisi dürr ola ya mercân
Öğüdüm bu günehden tevbe eyle
Ki îmân kasdın eyler bil ki şeytân
Usan olma başuna aklunı dir
Yol uzakdur ki yokdur hadd ü pâyân
Gözün aç gaflet içre yatma iy dost
Ki göçmeğe dutupdur yüzi kervân
Yol erenleri göçüp yola girdi
Dögeyorur âhir dünbeki servân
Nice bir yatasın gafletde iy yâr
Ecel irmezdin öndin imdi uyan
Nazar kıl âleme hâlüni anla
Yarağa meşgul ol sen iy Müselmân
Eğer nâm ister isen âhiretde
Yidürgil Hak yolına dünyede nân
Olanlar sana yitmez mi nasîhat
Niçün ussını dirmezsin sen iy cân
Bu dünyâya niçün pek yapışursın
Seni andan koparur çarh-ı devrân
Bu rızk içün nice teşviş çekersin
Uşandı rızk yiyü ağzunda dendân
Eğer girüp sin içinde yatasın
Beş on arşun bez ile yâhud uryân
Ne mağrûrsın cihânun lezzetine
Niçe bir yürüyesin şâd u handân
Kaza yayı ecel okların atar
Sana dahı dokınısar ol okdan
Ol okun zahmına kimsene döymez
Görür ölmez virür cânını kurbân
Vefâ umma bu dünyâdan i hânum
Anunla kılmagıl sen ahd ü peymân
Seni aldar bu dünyâ bî-habersin
Sözüm işit öğüdüm tut top elden
Ögüni dir kıyâmet bil yakındur
Utan kim sana nâzırdur yaradan
Hevâya uyma geç nefs arzusundan
Bu nefs atınun ağzına ur uyan
Bu dünyâ bî-vefâdur bil hakîkat
Seni göçürmedin ol sen göç andan
Nice bir durısar bu dünya halkı
Nice bir olısar dünyâ abâdân
Yıkılısar bu göklerle bu yirler
Kamusı olısardur külli vîrân
Gün ola kim kopa dağlar yirinden
Berâber ola düpdüz dağ u yaban
Kıyâmet kopıcağız bil hakîkat
Kelebek bigi dağıla bu insân
Yaradılmış cemî’i öliserdür
Kalısardur hemân ol ferd u rahmân
Yarın anda halâyık cem’ olısar
Kimi kayguya batmış kimi şâdân
Su’âl eyleyiserler itdüğünden
Tutar âzâlarunı anda lerzân
Kirâmen kâtibân durmaz yazarlar
Ne kim itdün kılurlar anı dîvân
Getürüp tartalar hayrunla şerrün
Hakîkat bil kurılur anda mîzân
Eğer hayrun ağır gelse zi devlet
Yüzün ağ ola hem-çün mâh-ı tâbân
Eğer şerrün ağır gelse i miskîn
Varacak yirün olur bil ki nîrân
Sırâta uğrayısardur yolun bil
Kılıçdan iti dirler ince kıldan
Yarın andan geçisersin yol oldur
Sakın imdi i kardaş çıkma yoldan
Bizi korkduğumuzdan kurtar iy Hak
Bize ayruk bititme anda hicrân
Cemâlün bize göster yarın anda
Be-hakk-ı Mustafâ vü mâh-ı tâbân
(İz, Fahir, G. Kut (1985). “Ahmed Fakîh”. Büyük Türk Klâsikleri. C. 1. İstanbul: Ötüken-Söğüt Yay. 265-266.)
Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe’den
Fî Zikri Vasfı Mekke Şerrefehu’llâhu Te’âlâ
Hele bir gün irişdük Ka’beye biz
Nasîb ola Çalabdan varasız siz
Bu Mekke şehrinün dört yanı sarpdur
Eğer maşrık yanıdur yâ ho garpdur
Ki dereden iner şehrün ucına
Görincek Ka’beyi benzün uçına
(…)
İşit imdi sana vasfın diyeyin
Sıfatlarını bir bir şerh ideyin
Haremün uzunı iç yüz adımdur
İçi düpdüz ıvacuk akça kumdur
İnin adımladum ben yüz yigirmi
Ki dört bucaklıdur degül yigirmi
Bu dört dîvarları üç kat kemerdür
Haremün taşra yanı tolu şardur
Kemerleri direk üzre durupdur
Sağışda bu direkler biş yüz ondur
Haremün dört bucakda dört menâre
Kanâdiller dizilmişdür kenâre
Mü’ezzinler çıkar okur ezânı
Sevinür işidenün gönlü cânı
Harem kapuların saydum tamâmet
Kamu kırk dört kapudur zî alâmet
Haremün orta yiri Ka’bedür çak
İbâdetdür anun var yüzine bak
Yüceliği inen yüksekdür iy cân
Kıyâs itsen anı kırk arşun iy cân
Kireç taşdur anun dahı yapusı
Güneş toğışınadur hem kapusı
Bilek gibi ki halka var gümişden
İki halka var anda tuhfe işden
Bu iki halka arası kilid bil
Çıkarsan işiğine var yüzün sil
İşiği yücesi boydan yücedür
Çeker birbirini kul ger hocadur
Kara atlasıla Ka’be bürinür
Hemân etekleridür kim görinür
Kapusına Hacerü’l-esved yakıncak
Ki canlar sevinür ana bakıncak
Hem altun oluğun altı ziyâret
Ki İsmâ’il Nebîye var işâret
Kuyuya menberi karşudur anun
Görincek gark olur nurlara cânun
Tolayı yanı ferşdür Ka’benün bil
Yapılmışdur ana otuz iki mîl
Her iki mîl arası iki kandîl
Giceler subh olınca yanar bil
Tavaf yiri ol milin içi yüzidür
Bu hûb söz ki dirüm Ahmed sözidür
O Ka’be kapusınun karşusında
O İbrâhim makâmı kubbe anda
Mübârek ayağı taşda yir itmiş
Ziyâretdür ol anda kendü itmiş
Ana yakın durur ol âb-ı zemzem
İçen kişide hergiz kalmaya gam
Anun üsti bir ulu kubbedür bil
Iramaz suyını şehr ü eger il
Mü’ezzinler o kubbe üzre dururlar
Gice gündüz Çalaba yalvarurlar
Kapunun sol yanında Cebra’îlün
Çü mihrâbı var anda şöyle bilün
Bu Ka’benün tolayı dört yanında
Ki mihrablar düzetmişlerdür anda
Hanîfî altun oluğa kılurmış
Kapuya karşu Şâfi’î kılurmış
İmâm Mâlik dahı rükn-i Yemende
Namâz kılur imiş ol dahı anda
İmâm Hanbelî gün doğışında
Namâz kılur çü mihrâb durur anda
Ki ol dîvâra karşu ol imâmlar
Geçürürler bu resme subh u şamlar
Hele bildün Harem içre ne vardur
Dahı bilün tolayısı şehirdür
Haremden daşrada var(dur) acâyib
Hazır ol didügüm vakt olma (gâyib)
O Ka’benün yanında bir ulu tag
O tagda ne ağaç vardur ne ho bâğ
Kubaysar tağıdur ol tağ karındaş
O tağda toprak azdur küllisi taş
O tağun üsti bir ulu mağâra
Bu sizlerden ana her kim ki vara
Namâz kıl anda peygamber makâmı
Resûl anda geçürmiş subhı şâmı
Ebûbekrile anda olur imiş
Mağâra içre niçe gün kalur imiş
Ömer îmâna gelicek çıkarlar
O küffara cevâb virürler
Şara girmeğe komazlar buları
Husûsâ yok azukları suları
Acıkduklarını Allah bilür çün
Orada Cebra’ilden gönderür hon
O sofranın yiri bellüdür anda
Varıcağaz göresin anı sen de
(Mazıoğlu, Hasibe (hzl.) (1974). Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe. Ankara: TDK Yay. 25-29.)
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | KURBAN | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | FAHRİ OZAN, Fahrettin Tan | d. 1954 - ö. 17.10.2018 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | HİKMETÎ, Mehmet | d. 1820 - ö. 1899/1911/1914? | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | KURBAN | d. ? - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | FAHRİ OZAN, Fahrettin Tan | d. 1954 - ö. 17.10.2018 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | HİKMETÎ, Mehmet | d. 1820 - ö. 1899/1911/1914? | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | KURBAN | d. ? - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | FAHRİ OZAN, Fahrettin Tan | d. 1954 - ö. 17.10.2018 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | HİKMETÎ, Mehmet | d. 1820 - ö. 1899/1911/1914? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | KURBAN | d. ? - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
11 | FAHRİ OZAN, Fahrettin Tan | d. 1954 - ö. 17.10.2018 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
12 | HİKMETÎ, Mehmet | d. 1820 - ö. 1899/1911/1914? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
13 | KURBAN | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
14 | FAHRİ OZAN, Fahrettin Tan | d. 1954 - ö. 17.10.2018 | Madde Adı | Görüntüle |
15 | HİKMETÎ, Mehmet | d. 1820 - ö. 1899/1911/1914? | Madde Adı | Görüntüle |