Madde Detay
HASAN HALVETÎ
(d. ?/1380? - ö. 845/1441)
tekke şairi
(Tekke / Başlangıç-15. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Doğduğu yer kesin olarak bilinmemekle birlikte kaynakların ekserisi Hasan Hâce’yi Rumeli Yenişehir’i yakınlarında bulunan Koçbasan köyünden göstermektedir (Nimetullah Efendi 44b; Hüsâmeddin Bursevî 86a; İsmail Beliğ 1287: 79). Sicill-i Osmanî’de Mehmed Süreyya’nın, Eş-Şakâ’iku’n-Nu’mâniyye’de ise Taşköprizâde’nin onu Karesili olarak göstermeleri (Mehmed Süreyya 1308: 118; Taşköprizâde 1975: 69), Hasan Hâce’nin Balıkesir’de Emir Sultan’ın emriyle irşat faaliyetinde bulunmasından kaynaklanıyor olmalıdır. Gerek köyünün adının Koçbasanlu Yörükleriyle bağlantılı olması, gerekse köyünde yaşayanların Hicri 859 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-ı Tırhala’da Yörük olarak kaydedilmiş olmasından (Delilbaşı ve Arıkan 2001: 31-33) onun Aydın Yenişehir’inden kaldırılıp Rumeli’ye iskan edilmiş bir aileden geldiği anlaşılmaktadır.
Hasan Hâce’nin şeyhlik makamına 1429’da geçtiği, Sülûk-i ‘Âşıkîn’i de şeyh olduktan sonra kırklı yaşlarında yazdığı (Hasan Hâce a: 131a) ve 1441’de de vefat ettiği düşünülünce 1380’li yıllarda doğmuş olduğu söylenebilir. Çocukluğu hakkında bir şey bilmediğimiz Hasan Hâce ilk tahsilini Koçbasanlar köyünün yakınındaki Yenişehir’de almış (Hüsâmeddin Bursevî: 86b; Hüseyin Vassâf 2011: 353) olmalıdır. Ancak buradaki eğitim genç Hasan’ı tatmin etmemiş olacak ki ilim ve irfan arzusuyla sılasından ayrılıp yollara düşer ve bu seyahatinde bir şeyhe intisap ederek ona hizmet etmeye başlar. Bir müddet sonra gördüğü rüya onun için dönüm noktası olur. Şeyhi de bu rüyası üzerine, “Senün nasîbün bizden degüldür. Burusa’da Emîr Sultân Hazretlerine var. Senün hazz ü sermedin andadur.” deyince genç Hasan, Bursa’nın yolunu tutar (Nimetullah Efendi: 44b). Bursa’ya Emir Sultan Dergâhına gelen Hasan, Emir Sultan’dan iltifat görür ve burada zahirî ve bâtıni ilimleri tedris eder. Emir Sultan’ın gözetiminde uzun süren riyazet ve mücahede ile sülûk menzillerini, tarikat konaklarını ve devre-i beşeriyetini tamamlar. Emir Sultan tarafından yanına Bedrüddin Halife de verilerek Hasan Hâce Balikesir’e şeyh ve halife olarak tayin edilir (Nimetullah Efendi: 46a).
Uzun yıllar Balıkesir’de halifelik yapan Hasan Hâce, 1429’da Emir Sultan vefat edince Hazretin vasiyeti uyarınca Bursa’ya gelip Emir Sultan Dergahında şeyhlik makamına geçer. 12 yıl bu görevi bihakkın yerine getiren Hasan Hâce, 1441’de Hac dönüşü hastalanır ve Kudüs-i Şerif’te vefat eder. Mezar taşında “Şeyh Hasan er-Rûmî” diye yazılı olduğu (Hüsâmeddin Bursevi: 89a; İsmail Beliğ 1287: 80) rivayet edilse de bugün mezarının yeri meçhuldür.
Hasan Hâce’nin Emir Sultan’ın halifesi ve halefi olmasındansa ardından bıraktığı eserleri onu daha önemli kılmaktadır. Hasan Hâce’yle ilgili kaynakların hepsi Müzîlü’ş-Şükûk isimli bir eserinin varlığından bahsetmekte ve tespit edilen diğer iki eserden söz etmemektedirler. Bununla birlikte bazı eserlerde, “zâhirüni halk begendi sûfî koydurdun adun / Bâtınun dahı arıtgıl varısa Hakdan udun” beytinin Mûzîlü’ş-Şükûk’ta geçtiği (İsmail Beliğ 1287: 80; Atlansoy 1998: 242; Tek 2007: 82) ifade ediliyorsa da bu bilgi yanlıştır. Hüsâmeddin Bursevî mezkur eserinde “Türkî kelimât-ı manzûmeleri dahı vardur ki manîdârlar olup cümleden biri bu beyt-i şerîf ki” (Hüsâmeddin Bursevî, vr. 89b) izahıyla yukarıdaki beyti vermektedir. Nimetullah Efendi ise “Bu beyit dahı hâce hazretinündür.” (Nimetullah Efendi, vr. 50a) demektedir ki bu ifadelerden Hasan Hâce’nin Müzilü’ş-Şükûk’un haricinde de eserlerinin mevcudiyeti anlaşılmaktadır. Yukarıdaki beyitle Sülûk-i Âşıkîn’ın 65a/12’de yer alan “Adum çün oldı halka şeyh efendi /Ne bilsün beni bu halk eyü sandı” beyti birbiriyle anlamca ilişkilidir. Ancak yukarıdaki beyit gerek Sülûk-i Âşıkîn’de gerekse de İlahiyat içinde yer almamaktadır. Aşağıda da bahsedileceği üzere ilahiyatındaki eksikliklerin mevcudiyeti bu meseleyi açıklar niteliktedir.
1. Müzîlü’ş-Şükûk: Tasavvufi içeriğe sahip olan Müzîlü’ş-Şükûk, Hasan Hâce’nin Emir Sultan’ın vefatından sonra yazmış olduğu Arapça eseridir. Hasan Hâce’yle ilgili kaynaklarda sıkça zikredilen bu eser Bursa İnebey Yazma Eser Kütüphanesinde 1701 numarayla Ulucami kısmına kayıtlı olup Bursalı Mehmet Tahir Efendi tarafından Cami-i Kebir Kütüphanesine bağışlanmıştır (Hasan Hâce b: iç kapak; Mehmet Tahir 1972: 105). Mustafa Utku, Müzîlü’ş-Şükûk’u Türkçeye aktararak Emir Sultan Hazretlerinin Menkıbeleri (2011) adlı eserinde yayımlamıştır.
2. Sülûk-i ‘Âşıkîn: Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesinde 05 Ba 509 numarayla kayıtlı bir mecmuanın içinde 36a-133a sayfaları arasında yer almaktadır. Mensur ve manzum kısımlardan oluşan eser tasavvufla alakadar olup müritlerin yetiştirilmesine yönelik hazırlanmıştır. Aşk, remz, sır, terbiye, mürebbi, nefsin mertebeleri, kurb, şeriat, tarikat, marifet, hakikat gibi tasavvuf mevzuları ile seccade, ibrik, rüya, asa, hırka gibi tarikat adabı ile ilgili konular anlatılmaktadır. Sülûk-i ‘Âşıkîn’de pek çok manzum hikâye de yer almaktadır.
3. İlâhiyât: Yukarıda bahsedilen mecmuanın 134a-146a sayfaları arasında yer alan, üçü eksik, ikisi mahlassız olmak üzere toplam otuz ilahi mevcuttur . Yazmanın fiziki incelemesinde cildin arkası ile içindeki sayfalar arasındaki farkın beş milimetre kadar olduğu tespit edilmiştir. Bahsedilen otuz ilahiden üçünün eksikliği yanında mecmuadaki diğer eserlerde bir noksanlığın bulunmaması, kayıp kısmın ilahilerden olduğunu ortaya koymaktadır. Buradan da basit bir hesapla Hasan Hâce’nin yüzün üzerinde ilahisinin varlığından bahsedilebilir.
Şair, ilahilerinde Hasan, Hasan Halvetî ve Dervîş Hasan Halvetî mahlaslarını kullanmaktadır (Hasan Hâce (c): 134a-145b). İlahiler, lirik, içten bir havayla yazılmıştır. Bu bakımdan Yunus’un tarzına benzemekte, devrinin Tekke edebiyatı mümessilleri olan Eşrefoğlu Rumi, Hacı Bayram, Âşık Yunus, Nizamoğlu gibi şairlerin eserleriyle paralellik göstermektedir. Emir Sultan Hazretlerinin de bir ilahisinin varlığı ve devrinde pek çok tarikat ehlinin şiir ile irşat faaliyetinde bulunması Hasan Hâce’yi bu vadiye sevk etmiş olmalıdır.
Bütün bu malumattan Hasan Hâce'nin döneminin önemli müelliflerinden biri olduğunu söylemek mümkündür. Eserlerine bakıldığında bâtıni ve zahirî ilimleri tahsil etmiş olduğu ve zamanın üç dilini bildiği anlaşılmaktadır. Müzîlü'ş-Şukûk'u her ne kadar Arapça kaleme almışsa da daha geniş kitlelere ulaşabilmek, onların gönüllerinde ve zihinlerinde yer edinebilmek için çevresinin diliyle, çağdaşlarının eserleriyle paralel manzume ve şiirler de yazmıştır. Diğer mutasavvıf şairler gibi onda da sanat ikinci planda yer alır. Daha ziyade söylediklerini müritlerinin anlaması ve böylelikle terbiye olabilmeleri için sade bir dille, canlı bir Türkçeyle yazmıştır. Bu sebeple eserlerinde yer yer aruz ve kafiye hatalarına da rastlanmaktadır.
Hasan Hâce’nin eserlerinde terbiyenin de ayrı bir yeri vardır. O Rabb’in insanları çeşitli hadiseler ve kişiler vasıtasıyla imtihan değil de terbiye ettiğini ifade etmektedir. Terbiyede özellikle tahkiyeden faydalanmıştır. Bahri yumurtalarına bastırılmış bir tavuğu, terbiye edilmiş bir kediyi, Hallac-ı Mansur’la sohbet eden tarağı, Hz. Musa’yla uyuz bir köpek arasındaki olayları konu edinen ve Sülûk-i ‘Âşıkîn’de yer alan, mesnevi tarzında kaleme aldığı manzumeleri dikkat çekicidir. Her ne kadar bu tarzda Şeyhî'nin Harname'si ünlüyse de Hasan Hâce'nin bu manzumeleri, alegorik anlatımı, terbiye ediciliği ve canlı tasvirleriyle ondan aşağı kalmaz. Ancak onun Beyt-i Maktis’te vefat etmesi ile Emir Sultan Dergâhı idaresinin Mehmet Salih’den sonra Celveti şeyhlerinden İshak Efendi’ye, Tayyip Efendi’den sonra da Nakşibendiye tarikatından icazet alan Yağcızâde Ahmed Efendi’ye geçmesi eserlerinin zamanla kaybolmasına ve gündemden düşmesine sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte bugün onun eserleri, Osmanlı Devleti’nin ikinci Şeyh Edebali’si olan Emir Sultan Hazretlerinin takipçileri tarafından kurumsallaştırılan Buhariyye tarikatının anahtarı hükmündedir.
Kaynakça
Atlansoy, Kadir (1998). Bursa Şairleri Bursa Vefeyatnamelerindeki Şairlerin Biyografileri. Bursa: Asa Yay.
Bursalı Mehmet Tahir Efendi (1972). Osmanlı Müellifleri. İstanbul: Meral Yay.
Delilbaşı, Melek ve Arıkan, Muzaffer (2001). Hicrî 859 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-ı Tırhala I. Ankara: TTK Yay.
Hasan Hâce (a). Sülûk-i ‘Âşıkîn. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/2.
Hasan Hâce (b). Müzîlü’ş-Şükûk. Bursa İnebey Yazma Eser Kütüphanesi Ulucami Kısmı, no: 1701.
Hasan Hâce (c). İlâhiyât. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/3.
Hüsâmeddin Bursevî. Menâkıb-ı Emir Sultân. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi Pertev Paşa Koleksiyonu, no: 457.
İsmail Beliğ Efendi-i Bursevî (1287). Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân. Bursa: Hüdavendigar Matbaası.
Mehmed Mecdî (1269). Terceme-i Şakâ’ik-i Nu’mâniyye. İstanbul: Matbaa-i Amire.
Mehmed Süreyya (1308). Sicill-i Osmanî C.1. İstanbul: Matbaa-i Amire.
Mehmed Şemseddin (1997). Yâdigâr-ı Şemsî Bursa Dergâhları. (hzl. Mustafa Kara ve Kadir Atlansoy). Bursa: Uludağ Yay.
Nimetullah Efendi. Menâkıb-ı Emir Sultân. Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Efendi Koleksiyonu, no: 1112.
Osmânzâde Hüseyin Vassâf (2011). Sefîne-i Evliyâ C.1. hzl. Mehmet Akkuş ve Ali Yılmaz, İstanbul: Kitabevi Yay.
Taşköprizâde (1975). eş-Şakâ’iku’n-Nu’mâniyye. Beyrut: Dârü’l-Kitâbü’l-‘Arabî.
Tek, A. (2007). "Emir Sultan ve Erguvan “Toplumsal Bir Çağrı”. Emir Sultan Dergâhı Postnişînleri. Ed. Enes Keskin. Bursa: Uludağ Yay. 81-93
Utku, Mustafa (2011). Emir Sultan Hazretlerinin Menkıbeleri. İstanbul: Uludağ Yay.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ SİNAN UYĞURYayın Tarihi: 20.09.2013Güncelleme Tarihi: 07.12.2020Eserlerinden Örnekler
Sülûk-i ‘Âşıkîn’den
Buncılayın ola dahı sad hezâr
Dinle yine eydeyim uş bir haber
Pes bilürsin kim tavuk yumurdası
Niçedür o vardur anun hassası
Diyelüm kim niçedür keyfiyyeti
Anla vardur anun kabiliyyeti
Hem-dahı bir lokmadur biri anun
Anlagıl ger varısa ‘aklun senün
Dinle işbu sözde ma’ni togısar
Bahri yumurdasın tavuk basar
Müddetile ol yumurda kan olur
Dirilüp ol kan içinde cân olur
Et ü deri ve sünük biter yine
Tüyi biter yine anun üstine
Müddetile çünki va’de irişür
Çıkmaga iver düni gün dürüşür
Gör ki niçe yazmış ol Rabbü’l-Enâm
Ol yumurda şak olup çıkar gulâm
Çagrışu başlar bular ol-dem hemân
Kısmetin isteyüben virmez emân
Uydurı başladılar anası bu kez
Avlayı başladılar anlar meges
Anası önine düşüp gör n’ider
Aluban bunları taşıra gider
Taşıra çıkdı bular gördi hemân
Pitmişidi anda hôş çayır çimen
Çayıra togrı bular ‘azm itdiler
Anasını kodı bular gitdiler
Anası pâyına düşdi çagırur
Gelün iy ogullarum der kıgırur
Düşdi sahrâya bular seyrân kılur
Anası bunlara yanar yakılur
Didi iy ciger gûşem dinlen beni
Ne dirüm nasihatum anlan beni
Sizden öndün varıdı ogullarum
Bana uyardı o datlu cânlarum
Terk idüp gitmezidi anlar beni
Ben ne dirsem hoş dutarlardı beni
Hem dahı mûnis idi benümile
Nireye gitsem uyarlardı bile
Siz benüm sözüme hîç uymadunuz
Nasihatum kulaga koymadunuz
Pes gerek kim siz beni dinleyesiz
Hem dahı ne didigüm anlayasız
Dilerem kim benümile dâyimâ
Kanda gidersem düşesiz pâyıma
Yazıya gitmen beriye dönünüz
Tâ ki sizden râzî ola ananuz
Bu cevâbı çünki işitdi bular
Yügrüşüp ol-dem katuma geldiler
Anası ol-dem yine oldı ferah
Aldı bunları hemân dem dutdı râh
Aldı gitdi bunları bir dem yine
Pakınurdı sagına hem solına
Aşarıdı kanda bassa bir kadem
Yeyesi gösterdi bunlara hem
İşbu resme gideriken nâgihân
Mezbelelik öñine geldi hemân
Diledi kim çıka anun üstine
Ol necâseti depretmek kasdına
Anasına dönüben söylediler
Bu ne işdür kim idersin didiler
Bu necâsetdür acı datlu degül
Bu yemek hîç bize lezzetlü degül
Yine anası bulara söyledi
Ben ne-kim virsem siz anı yen didi
Çünki bu sözi işitdiler bular
Anasın kodı bunlar gideler
Anası bunlara çagırur yine
Gitdi yine bunlarun bilesine
Gideriken bir araya irdiler
Göl varıdı anda nâgâh gördiler
Çünki bahrîler bu göli gördiler
Yügrüşüp ol-dem göle döküldiler
Bahrîdür aslı anun cânı sudur
Gerçi zâhir delü ma’nî usludur
Suya yüzmek anun aslıdur ezel
Şeyle kısmet eylemişdür Lem-yezal
Su kenârında tavuk kaldı bugur
Gelün iy ogullarum dir kıgırur
Kulaga koymazlar anun sözini
Seyr iderler anda ol su yüzini
Tala başladı bular su içine
Ortadan talıp çıkarlar uçına
Bir uçından taluban batar yine
Çıkuban görinür orta yirine
İşbu resme suda raks urur bular
Gâh görinür gâh yine batar talar
Çün buları gördi bu hâlde anası
Kim denize talmış ol dür dânesi
Didi anası ‘aceb bu sır nedür
Bilmezidi aslı anlar bahridür
Çünki bildün aslı anlar bahridür
Suya oynamak bularun fahridür
Dinle imdi bu yana tavuk n’ider
Gâh gelür kenâra gâh girü gider
Gâh depredüp yeri eşer bir zamân
Gâh dönüp gelür yine kılur figân
Dir ki iy yavrularum n’oldı size
Bu suda ne görinür gözünüze
Bizüm aslımuz suya girmiş degül
Bu işi hîç kimsene görmiş-degül
Bu kezin eydür bular ey anamuz
Şimdi râhat oldı bizüm cânımuz
Sen-dahı gir içerü bizimile
Seyr idelüm bu makâmı zevkıla
Çıkmayısaruz dahı biz taşıra
‘Ömrümüz bunda gire bin yaşa ire
Ger dilersen sende râhat bulasın
İşbu deryâya özüni salasın
Tâ bu deryanun bilesin aslını
Hem kılasın anda ol cân guslını
Pes yine gördi tavuk kim çâre yok
Bunları çıkarmaga müdâre yok
Didi-ne siz beni terik etdünüz
Yakdınuz fürkat odını gitdünüz
Didi birbirine gelün varalum
Anamuzı dahı hem getürelüm
Görelüm suya yüzer mi ol-dahı
Yohsa bilmez mi suya yüzmek-dahı
Suya yüzmek bilse oldur anamuz
Bilmezise bil-ki oldur dayamuz
Yügrişüp tavuk katına geldiler
Anı dahı suya da’vet kıldılar
Tavuk eydür bilmezem biz yüzmege
Sizcileyin su içinde gezmege
Bizüm aslumuz suya yüzmiş degül
Aslımuzdan kimsene kalmış degül
Bildiler bu kez bu anası degül
Hem suya yüzmek bunun hûyı degül
Sen degilmişsin didiler anamuz
Şimdi bildük kim bizümsin dayamuz
Didiler cevâbımuz degdi tamâm
Dahı kılmadı bize bunda kelâm
Bu bizüm hâlimüze yâr olmadı
Bahri talmadı çü gevher bulmadı
Didiler sen kal esen biz giderüz
Çünki bulduk bahri berri n’iderüz
Böyle diyüp dahı oldılar revân
‘Azm-i deryâ kıldılar ol-dem hemân
Aslı bahrîdür yine deryâ diler
Tavuk anda kaldı anlar gitdiler
Hasan Hâce (a). Sülûk-i ‘Âşıkîn. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/2, 53a/7-56a/4.
İlâhiyâtından
Zâhirâ cevher satarvan lîkî kurşundur yüküm
Arı söz inci düzerven la'lüme bakman benüm
Hem riyâ tarlasına saçdum kinâyet tohmını
Râhımuñ çıgırı oldur yoluma bakman benüm
Gaybetüm hâsılı bitdi uzayup baş bagladum
Ögerem da'vâ kıluban lâfuma bakman benüm
Çün küdûret oragıla biçerem hâsılumı
Baglaram şiddet demedin fi'lüme bakman benüm
Çekerem kizb kañlısın hırs yüküni
Yıgaram daglar gibi ef'âlüme bakman benüm
Fitne dükkânın kuruban haykıram nifâkıla
Dökdügüm âfeti olur âlâfuma bakman benüm
Vây baña kim bu nuhûset tozuna gark olmışam
Çalaram isrâf çerüsin hıfzuma bakman benüm
Savırup efkârile virdüm hevâya küllisin
'Ambârum boş azugum yok rûzuma bakman benüm
Bu Hasan Halveti’nüñ dutdı dimâgın mâ-sivâ
Zâhirüme kur'a salup kalbüme bakman benüm
Hasan Hâce (c). İlâhiyât. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/3, 138a/11-140a/4.
İlâhiyâtından
Gelün gelün ‘âşıklar bugün dôsta gidelüm
Mürşid elin dutuban bugün dôsta gidelüm
Kalmayalum bu ilde bu il gurbet ilidür
Erden himmet aluban bugün dôsta gidelüm
Geyüben er himmetin sür meydâna ‘ışk atın
Tonanup dôst hil’atın bugün dôsta gidelüm
Düşenler dôstdan ayru ne sagdur ol ne sayru
Dôst ana kılur çâre bugün dôsta gidelüm
Dôst bahçasınun güli cân kuşıdur bülbüli
Biz dahı bülbül olup bugün dôsta gidelüm
Mustafâ sözin işit dünyâ zindândur ko git
Açukdur dôst kapusı bugün dôsta gidelüm
Dervîş Hasan Halvetî cânına düşdi ‘ışk odı
Yoldaş olalum bile bugün dôsta gidelüm
Hasan Hâce (c). İlâhiyât. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/3, 141b/6-12.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 20.09.2013Güncelleme Tarihi: 07.12.2020Eserlerinden Örnekler
Sülûk-i ‘Âşıkîn’den
Buncılayın ola dahı sad hezâr
Dinle yine eydeyim uş bir haber
Pes bilürsin kim tavuk yumurdası
Niçedür o vardur anun hassası
Diyelüm kim niçedür keyfiyyeti
Anla vardur anun kabiliyyeti
Hem-dahı bir lokmadur biri anun
Anlagıl ger varısa ‘aklun senün
Dinle işbu sözde ma’ni togısar
Bahri yumurdasın tavuk basar
Müddetile ol yumurda kan olur
Dirilüp ol kan içinde cân olur
Et ü deri ve sünük biter yine
Tüyi biter yine anun üstine
Müddetile çünki va’de irişür
Çıkmaga iver düni gün dürüşür
Gör ki niçe yazmış ol Rabbü’l-Enâm
Ol yumurda şak olup çıkar gulâm
Çagrışu başlar bular ol-dem hemân
Kısmetin isteyüben virmez emân
Uydurı başladılar anası bu kez
Avlayı başladılar anlar meges
Anası önine düşüp gör n’ider
Aluban bunları taşıra gider
Taşıra çıkdı bular gördi hemân
Pitmişidi anda hôş çayır çimen
Çayıra togrı bular ‘azm itdiler
Anasını kodı bular gitdiler
Anası pâyına düşdi çagırur
Gelün iy ogullarum der kıgırur
Düşdi sahrâya bular seyrân kılur
Anası bunlara yanar yakılur
Didi iy ciger gûşem dinlen beni
Ne dirüm nasihatum anlan beni
Sizden öndün varıdı ogullarum
Bana uyardı o datlu cânlarum
Terk idüp gitmezidi anlar beni
Ben ne dirsem hoş dutarlardı beni
Hem dahı mûnis idi benümile
Nireye gitsem uyarlardı bile
Siz benüm sözüme hîç uymadunuz
Nasihatum kulaga koymadunuz
Pes gerek kim siz beni dinleyesiz
Hem dahı ne didigüm anlayasız
Dilerem kim benümile dâyimâ
Kanda gidersem düşesiz pâyıma
Yazıya gitmen beriye dönünüz
Tâ ki sizden râzî ola ananuz
Bu cevâbı çünki işitdi bular
Yügrüşüp ol-dem katuma geldiler
Anası ol-dem yine oldı ferah
Aldı bunları hemân dem dutdı râh
Aldı gitdi bunları bir dem yine
Pakınurdı sagına hem solına
Aşarıdı kanda bassa bir kadem
Yeyesi gösterdi bunlara hem
İşbu resme gideriken nâgihân
Mezbelelik öñine geldi hemân
Diledi kim çıka anun üstine
Ol necâseti depretmek kasdına
Anasına dönüben söylediler
Bu ne işdür kim idersin didiler
Bu necâsetdür acı datlu degül
Bu yemek hîç bize lezzetlü degül
Yine anası bulara söyledi
Ben ne-kim virsem siz anı yen didi
Çünki bu sözi işitdiler bular
Anasın kodı bunlar gideler
Anası bunlara çagırur yine
Gitdi yine bunlarun bilesine
Gideriken bir araya irdiler
Göl varıdı anda nâgâh gördiler
Çünki bahrîler bu göli gördiler
Yügrüşüp ol-dem göle döküldiler
Bahrîdür aslı anun cânı sudur
Gerçi zâhir delü ma’nî usludur
Suya yüzmek anun aslıdur ezel
Şeyle kısmet eylemişdür Lem-yezal
Su kenârında tavuk kaldı bugur
Gelün iy ogullarum dir kıgırur
Kulaga koymazlar anun sözini
Seyr iderler anda ol su yüzini
Tala başladı bular su içine
Ortadan talıp çıkarlar uçına
Bir uçından taluban batar yine
Çıkuban görinür orta yirine
İşbu resme suda raks urur bular
Gâh görinür gâh yine batar talar
Çün buları gördi bu hâlde anası
Kim denize talmış ol dür dânesi
Didi anası ‘aceb bu sır nedür
Bilmezidi aslı anlar bahridür
Çünki bildün aslı anlar bahridür
Suya oynamak bularun fahridür
Dinle imdi bu yana tavuk n’ider
Gâh gelür kenâra gâh girü gider
Gâh depredüp yeri eşer bir zamân
Gâh dönüp gelür yine kılur figân
Dir ki iy yavrularum n’oldı size
Bu suda ne görinür gözünüze
Bizüm aslımuz suya girmiş degül
Bu işi hîç kimsene görmiş-degül
Bu kezin eydür bular ey anamuz
Şimdi râhat oldı bizüm cânımuz
Sen-dahı gir içerü bizimile
Seyr idelüm bu makâmı zevkıla
Çıkmayısaruz dahı biz taşıra
‘Ömrümüz bunda gire bin yaşa ire
Ger dilersen sende râhat bulasın
İşbu deryâya özüni salasın
Tâ bu deryanun bilesin aslını
Hem kılasın anda ol cân guslını
Pes yine gördi tavuk kim çâre yok
Bunları çıkarmaga müdâre yok
Didi-ne siz beni terik etdünüz
Yakdınuz fürkat odını gitdünüz
Didi birbirine gelün varalum
Anamuzı dahı hem getürelüm
Görelüm suya yüzer mi ol-dahı
Yohsa bilmez mi suya yüzmek-dahı
Suya yüzmek bilse oldur anamuz
Bilmezise bil-ki oldur dayamuz
Yügrişüp tavuk katına geldiler
Anı dahı suya da’vet kıldılar
Tavuk eydür bilmezem biz yüzmege
Sizcileyin su içinde gezmege
Bizüm aslumuz suya yüzmiş degül
Aslımuzdan kimsene kalmış degül
Bildiler bu kez bu anası degül
Hem suya yüzmek bunun hûyı degül
Sen degilmişsin didiler anamuz
Şimdi bildük kim bizümsin dayamuz
Didiler cevâbımuz degdi tamâm
Dahı kılmadı bize bunda kelâm
Bu bizüm hâlimüze yâr olmadı
Bahri talmadı çü gevher bulmadı
Didiler sen kal esen biz giderüz
Çünki bulduk bahri berri n’iderüz
Böyle diyüp dahı oldılar revân
‘Azm-i deryâ kıldılar ol-dem hemân
Aslı bahrîdür yine deryâ diler
Tavuk anda kaldı anlar gitdiler
Hasan Hâce (a). Sülûk-i ‘Âşıkîn. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/2, 53a/7-56a/4.
İlâhiyâtından
Zâhirâ cevher satarvan lîkî kurşundur yüküm
Arı söz inci düzerven la'lüme bakman benüm
Hem riyâ tarlasına saçdum kinâyet tohmını
Râhımuñ çıgırı oldur yoluma bakman benüm
Gaybetüm hâsılı bitdi uzayup baş bagladum
Ögerem da'vâ kıluban lâfuma bakman benüm
Çün küdûret oragıla biçerem hâsılumı
Baglaram şiddet demedin fi'lüme bakman benüm
Çekerem kizb kañlısın hırs yüküni
Yıgaram daglar gibi ef'âlüme bakman benüm
Fitne dükkânın kuruban haykıram nifâkıla
Dökdügüm âfeti olur âlâfuma bakman benüm
Vây baña kim bu nuhûset tozuna gark olmışam
Çalaram isrâf çerüsin hıfzuma bakman benüm
Savırup efkârile virdüm hevâya küllisin
'Ambârum boş azugum yok rûzuma bakman benüm
Bu Hasan Halveti’nüñ dutdı dimâgın mâ-sivâ
Zâhirüme kur'a salup kalbüme bakman benüm
Hasan Hâce (c). İlâhiyât. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/3, 138a/11-140a/4.
İlâhiyâtından
Gelün gelün ‘âşıklar bugün dôsta gidelüm
Mürşid elin dutuban bugün dôsta gidelüm
Kalmayalum bu ilde bu il gurbet ilidür
Erden himmet aluban bugün dôsta gidelüm
Geyüben er himmetin sür meydâna ‘ışk atın
Tonanup dôst hil’atın bugün dôsta gidelüm
Düşenler dôstdan ayru ne sagdur ol ne sayru
Dôst ana kılur çâre bugün dôsta gidelüm
Dôst bahçasınun güli cân kuşıdur bülbüli
Biz dahı bülbül olup bugün dôsta gidelüm
Mustafâ sözin işit dünyâ zindândur ko git
Açukdur dôst kapusı bugün dôsta gidelüm
Dervîş Hasan Halvetî cânına düşdi ‘ışk odı
Yoldaş olalum bile bugün dôsta gidelüm
Hasan Hâce (c). İlâhiyât. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/3, 141b/6-12.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 07.12.2020Eserlerinden Örnekler
Sülûk-i ‘Âşıkîn’den
Buncılayın ola dahı sad hezâr
Dinle yine eydeyim uş bir haber
Pes bilürsin kim tavuk yumurdası
Niçedür o vardur anun hassası
Diyelüm kim niçedür keyfiyyeti
Anla vardur anun kabiliyyeti
Hem-dahı bir lokmadur biri anun
Anlagıl ger varısa ‘aklun senün
Dinle işbu sözde ma’ni togısar
Bahri yumurdasın tavuk basar
Müddetile ol yumurda kan olur
Dirilüp ol kan içinde cân olur
Et ü deri ve sünük biter yine
Tüyi biter yine anun üstine
Müddetile çünki va’de irişür
Çıkmaga iver düni gün dürüşür
Gör ki niçe yazmış ol Rabbü’l-Enâm
Ol yumurda şak olup çıkar gulâm
Çagrışu başlar bular ol-dem hemân
Kısmetin isteyüben virmez emân
Uydurı başladılar anası bu kez
Avlayı başladılar anlar meges
Anası önine düşüp gör n’ider
Aluban bunları taşıra gider
Taşıra çıkdı bular gördi hemân
Pitmişidi anda hôş çayır çimen
Çayıra togrı bular ‘azm itdiler
Anasını kodı bular gitdiler
Anası pâyına düşdi çagırur
Gelün iy ogullarum der kıgırur
Düşdi sahrâya bular seyrân kılur
Anası bunlara yanar yakılur
Didi iy ciger gûşem dinlen beni
Ne dirüm nasihatum anlan beni
Sizden öndün varıdı ogullarum
Bana uyardı o datlu cânlarum
Terk idüp gitmezidi anlar beni
Ben ne dirsem hoş dutarlardı beni
Hem dahı mûnis idi benümile
Nireye gitsem uyarlardı bile
Siz benüm sözüme hîç uymadunuz
Nasihatum kulaga koymadunuz
Pes gerek kim siz beni dinleyesiz
Hem dahı ne didigüm anlayasız
Dilerem kim benümile dâyimâ
Kanda gidersem düşesiz pâyıma
Yazıya gitmen beriye dönünüz
Tâ ki sizden râzî ola ananuz
Bu cevâbı çünki işitdi bular
Yügrüşüp ol-dem katuma geldiler
Anası ol-dem yine oldı ferah
Aldı bunları hemân dem dutdı râh
Aldı gitdi bunları bir dem yine
Pakınurdı sagına hem solına
Aşarıdı kanda bassa bir kadem
Yeyesi gösterdi bunlara hem
İşbu resme gideriken nâgihân
Mezbelelik öñine geldi hemân
Diledi kim çıka anun üstine
Ol necâseti depretmek kasdına
Anasına dönüben söylediler
Bu ne işdür kim idersin didiler
Bu necâsetdür acı datlu degül
Bu yemek hîç bize lezzetlü degül
Yine anası bulara söyledi
Ben ne-kim virsem siz anı yen didi
Çünki bu sözi işitdiler bular
Anasın kodı bunlar gideler
Anası bunlara çagırur yine
Gitdi yine bunlarun bilesine
Gideriken bir araya irdiler
Göl varıdı anda nâgâh gördiler
Çünki bahrîler bu göli gördiler
Yügrüşüp ol-dem göle döküldiler
Bahrîdür aslı anun cânı sudur
Gerçi zâhir delü ma’nî usludur
Suya yüzmek anun aslıdur ezel
Şeyle kısmet eylemişdür Lem-yezal
Su kenârında tavuk kaldı bugur
Gelün iy ogullarum dir kıgırur
Kulaga koymazlar anun sözini
Seyr iderler anda ol su yüzini
Tala başladı bular su içine
Ortadan talıp çıkarlar uçına
Bir uçından taluban batar yine
Çıkuban görinür orta yirine
İşbu resme suda raks urur bular
Gâh görinür gâh yine batar talar
Çün buları gördi bu hâlde anası
Kim denize talmış ol dür dânesi
Didi anası ‘aceb bu sır nedür
Bilmezidi aslı anlar bahridür
Çünki bildün aslı anlar bahridür
Suya oynamak bularun fahridür
Dinle imdi bu yana tavuk n’ider
Gâh gelür kenâra gâh girü gider
Gâh depredüp yeri eşer bir zamân
Gâh dönüp gelür yine kılur figân
Dir ki iy yavrularum n’oldı size
Bu suda ne görinür gözünüze
Bizüm aslımuz suya girmiş degül
Bu işi hîç kimsene görmiş-degül
Bu kezin eydür bular ey anamuz
Şimdi râhat oldı bizüm cânımuz
Sen-dahı gir içerü bizimile
Seyr idelüm bu makâmı zevkıla
Çıkmayısaruz dahı biz taşıra
‘Ömrümüz bunda gire bin yaşa ire
Ger dilersen sende râhat bulasın
İşbu deryâya özüni salasın
Tâ bu deryanun bilesin aslını
Hem kılasın anda ol cân guslını
Pes yine gördi tavuk kim çâre yok
Bunları çıkarmaga müdâre yok
Didi-ne siz beni terik etdünüz
Yakdınuz fürkat odını gitdünüz
Didi birbirine gelün varalum
Anamuzı dahı hem getürelüm
Görelüm suya yüzer mi ol-dahı
Yohsa bilmez mi suya yüzmek-dahı
Suya yüzmek bilse oldur anamuz
Bilmezise bil-ki oldur dayamuz
Yügrişüp tavuk katına geldiler
Anı dahı suya da’vet kıldılar
Tavuk eydür bilmezem biz yüzmege
Sizcileyin su içinde gezmege
Bizüm aslumuz suya yüzmiş degül
Aslımuzdan kimsene kalmış degül
Bildiler bu kez bu anası degül
Hem suya yüzmek bunun hûyı degül
Sen degilmişsin didiler anamuz
Şimdi bildük kim bizümsin dayamuz
Didiler cevâbımuz degdi tamâm
Dahı kılmadı bize bunda kelâm
Bu bizüm hâlimüze yâr olmadı
Bahri talmadı çü gevher bulmadı
Didiler sen kal esen biz giderüz
Çünki bulduk bahri berri n’iderüz
Böyle diyüp dahı oldılar revân
‘Azm-i deryâ kıldılar ol-dem hemân
Aslı bahrîdür yine deryâ diler
Tavuk anda kaldı anlar gitdiler
Hasan Hâce (a). Sülûk-i ‘Âşıkîn. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/2, 53a/7-56a/4.
İlâhiyâtından
Zâhirâ cevher satarvan lîkî kurşundur yüküm
Arı söz inci düzerven la'lüme bakman benüm
Hem riyâ tarlasına saçdum kinâyet tohmını
Râhımuñ çıgırı oldur yoluma bakman benüm
Gaybetüm hâsılı bitdi uzayup baş bagladum
Ögerem da'vâ kıluban lâfuma bakman benüm
Çün küdûret oragıla biçerem hâsılumı
Baglaram şiddet demedin fi'lüme bakman benüm
Çekerem kizb kañlısın hırs yüküni
Yıgaram daglar gibi ef'âlüme bakman benüm
Fitne dükkânın kuruban haykıram nifâkıla
Dökdügüm âfeti olur âlâfuma bakman benüm
Vây baña kim bu nuhûset tozuna gark olmışam
Çalaram isrâf çerüsin hıfzuma bakman benüm
Savırup efkârile virdüm hevâya küllisin
'Ambârum boş azugum yok rûzuma bakman benüm
Bu Hasan Halveti’nüñ dutdı dimâgın mâ-sivâ
Zâhirüme kur'a salup kalbüme bakman benüm
Hasan Hâce (c). İlâhiyât. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/3, 138a/11-140a/4.
İlâhiyâtından
Gelün gelün ‘âşıklar bugün dôsta gidelüm
Mürşid elin dutuban bugün dôsta gidelüm
Kalmayalum bu ilde bu il gurbet ilidür
Erden himmet aluban bugün dôsta gidelüm
Geyüben er himmetin sür meydâna ‘ışk atın
Tonanup dôst hil’atın bugün dôsta gidelüm
Düşenler dôstdan ayru ne sagdur ol ne sayru
Dôst ana kılur çâre bugün dôsta gidelüm
Dôst bahçasınun güli cân kuşıdur bülbüli
Biz dahı bülbül olup bugün dôsta gidelüm
Mustafâ sözin işit dünyâ zindândur ko git
Açukdur dôst kapusı bugün dôsta gidelüm
Dervîş Hasan Halvetî cânına düşdi ‘ışk odı
Yoldaş olalum bile bugün dôsta gidelüm
Hasan Hâce (c). İlâhiyât. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/3, 141b/6-12.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Sülûk-i ‘Âşıkîn’den
Buncılayın ola dahı sad hezâr
Dinle yine eydeyim uş bir haber
Pes bilürsin kim tavuk yumurdası
Niçedür o vardur anun hassası
Diyelüm kim niçedür keyfiyyeti
Anla vardur anun kabiliyyeti
Hem-dahı bir lokmadur biri anun
Anlagıl ger varısa ‘aklun senün
Dinle işbu sözde ma’ni togısar
Bahri yumurdasın tavuk basar
Müddetile ol yumurda kan olur
Dirilüp ol kan içinde cân olur
Et ü deri ve sünük biter yine
Tüyi biter yine anun üstine
Müddetile çünki va’de irişür
Çıkmaga iver düni gün dürüşür
Gör ki niçe yazmış ol Rabbü’l-Enâm
Ol yumurda şak olup çıkar gulâm
Çagrışu başlar bular ol-dem hemân
Kısmetin isteyüben virmez emân
Uydurı başladılar anası bu kez
Avlayı başladılar anlar meges
Anası önine düşüp gör n’ider
Aluban bunları taşıra gider
Taşıra çıkdı bular gördi hemân
Pitmişidi anda hôş çayır çimen
Çayıra togrı bular ‘azm itdiler
Anasını kodı bular gitdiler
Anası pâyına düşdi çagırur
Gelün iy ogullarum der kıgırur
Düşdi sahrâya bular seyrân kılur
Anası bunlara yanar yakılur
Didi iy ciger gûşem dinlen beni
Ne dirüm nasihatum anlan beni
Sizden öndün varıdı ogullarum
Bana uyardı o datlu cânlarum
Terk idüp gitmezidi anlar beni
Ben ne dirsem hoş dutarlardı beni
Hem dahı mûnis idi benümile
Nireye gitsem uyarlardı bile
Siz benüm sözüme hîç uymadunuz
Nasihatum kulaga koymadunuz
Pes gerek kim siz beni dinleyesiz
Hem dahı ne didigüm anlayasız
Dilerem kim benümile dâyimâ
Kanda gidersem düşesiz pâyıma
Yazıya gitmen beriye dönünüz
Tâ ki sizden râzî ola ananuz
Bu cevâbı çünki işitdi bular
Yügrüşüp ol-dem katuma geldiler
Anası ol-dem yine oldı ferah
Aldı bunları hemân dem dutdı râh
Aldı gitdi bunları bir dem yine
Pakınurdı sagına hem solına
Aşarıdı kanda bassa bir kadem
Yeyesi gösterdi bunlara hem
İşbu resme gideriken nâgihân
Mezbelelik öñine geldi hemân
Diledi kim çıka anun üstine
Ol necâseti depretmek kasdına
Anasına dönüben söylediler
Bu ne işdür kim idersin didiler
Bu necâsetdür acı datlu degül
Bu yemek hîç bize lezzetlü degül
Yine anası bulara söyledi
Ben ne-kim virsem siz anı yen didi
Çünki bu sözi işitdiler bular
Anasın kodı bunlar gideler
Anası bunlara çagırur yine
Gitdi yine bunlarun bilesine
Gideriken bir araya irdiler
Göl varıdı anda nâgâh gördiler
Çünki bahrîler bu göli gördiler
Yügrüşüp ol-dem göle döküldiler
Bahrîdür aslı anun cânı sudur
Gerçi zâhir delü ma’nî usludur
Suya yüzmek anun aslıdur ezel
Şeyle kısmet eylemişdür Lem-yezal
Su kenârında tavuk kaldı bugur
Gelün iy ogullarum dir kıgırur
Kulaga koymazlar anun sözini
Seyr iderler anda ol su yüzini
Tala başladı bular su içine
Ortadan talıp çıkarlar uçına
Bir uçından taluban batar yine
Çıkuban görinür orta yirine
İşbu resme suda raks urur bular
Gâh görinür gâh yine batar talar
Çün buları gördi bu hâlde anası
Kim denize talmış ol dür dânesi
Didi anası ‘aceb bu sır nedür
Bilmezidi aslı anlar bahridür
Çünki bildün aslı anlar bahridür
Suya oynamak bularun fahridür
Dinle imdi bu yana tavuk n’ider
Gâh gelür kenâra gâh girü gider
Gâh depredüp yeri eşer bir zamân
Gâh dönüp gelür yine kılur figân
Dir ki iy yavrularum n’oldı size
Bu suda ne görinür gözünüze
Bizüm aslımuz suya girmiş degül
Bu işi hîç kimsene görmiş-degül
Bu kezin eydür bular ey anamuz
Şimdi râhat oldı bizüm cânımuz
Sen-dahı gir içerü bizimile
Seyr idelüm bu makâmı zevkıla
Çıkmayısaruz dahı biz taşıra
‘Ömrümüz bunda gire bin yaşa ire
Ger dilersen sende râhat bulasın
İşbu deryâya özüni salasın
Tâ bu deryanun bilesin aslını
Hem kılasın anda ol cân guslını
Pes yine gördi tavuk kim çâre yok
Bunları çıkarmaga müdâre yok
Didi-ne siz beni terik etdünüz
Yakdınuz fürkat odını gitdünüz
Didi birbirine gelün varalum
Anamuzı dahı hem getürelüm
Görelüm suya yüzer mi ol-dahı
Yohsa bilmez mi suya yüzmek-dahı
Suya yüzmek bilse oldur anamuz
Bilmezise bil-ki oldur dayamuz
Yügrişüp tavuk katına geldiler
Anı dahı suya da’vet kıldılar
Tavuk eydür bilmezem biz yüzmege
Sizcileyin su içinde gezmege
Bizüm aslumuz suya yüzmiş degül
Aslımuzdan kimsene kalmış degül
Bildiler bu kez bu anası degül
Hem suya yüzmek bunun hûyı degül
Sen degilmişsin didiler anamuz
Şimdi bildük kim bizümsin dayamuz
Didiler cevâbımuz degdi tamâm
Dahı kılmadı bize bunda kelâm
Bu bizüm hâlimüze yâr olmadı
Bahri talmadı çü gevher bulmadı
Didiler sen kal esen biz giderüz
Çünki bulduk bahri berri n’iderüz
Böyle diyüp dahı oldılar revân
‘Azm-i deryâ kıldılar ol-dem hemân
Aslı bahrîdür yine deryâ diler
Tavuk anda kaldı anlar gitdiler
Hasan Hâce (a). Sülûk-i ‘Âşıkîn. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/2, 53a/7-56a/4.
İlâhiyâtından
Zâhirâ cevher satarvan lîkî kurşundur yüküm
Arı söz inci düzerven la'lüme bakman benüm
Hem riyâ tarlasına saçdum kinâyet tohmını
Râhımuñ çıgırı oldur yoluma bakman benüm
Gaybetüm hâsılı bitdi uzayup baş bagladum
Ögerem da'vâ kıluban lâfuma bakman benüm
Çün küdûret oragıla biçerem hâsılumı
Baglaram şiddet demedin fi'lüme bakman benüm
Çekerem kizb kañlısın hırs yüküni
Yıgaram daglar gibi ef'âlüme bakman benüm
Fitne dükkânın kuruban haykıram nifâkıla
Dökdügüm âfeti olur âlâfuma bakman benüm
Vây baña kim bu nuhûset tozuna gark olmışam
Çalaram isrâf çerüsin hıfzuma bakman benüm
Savırup efkârile virdüm hevâya küllisin
'Ambârum boş azugum yok rûzuma bakman benüm
Bu Hasan Halveti’nüñ dutdı dimâgın mâ-sivâ
Zâhirüme kur'a salup kalbüme bakman benüm
Hasan Hâce (c). İlâhiyât. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/3, 138a/11-140a/4.
İlâhiyâtından
Gelün gelün ‘âşıklar bugün dôsta gidelüm
Mürşid elin dutuban bugün dôsta gidelüm
Kalmayalum bu ilde bu il gurbet ilidür
Erden himmet aluban bugün dôsta gidelüm
Geyüben er himmetin sür meydâna ‘ışk atın
Tonanup dôst hil’atın bugün dôsta gidelüm
Düşenler dôstdan ayru ne sagdur ol ne sayru
Dôst ana kılur çâre bugün dôsta gidelüm
Dôst bahçasınun güli cân kuşıdur bülbüli
Biz dahı bülbül olup bugün dôsta gidelüm
Mustafâ sözin işit dünyâ zindândur ko git
Açukdur dôst kapusı bugün dôsta gidelüm
Dervîş Hasan Halvetî cânına düşdi ‘ışk odı
Yoldaş olalum bile bugün dôsta gidelüm
Hasan Hâce (c). İlâhiyât. Amasya Beyazıt İl Halk Kütüphanesi, no: 05 Ba 509/3, 141b/6-12.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | ESED, Esed Rızayev | d. 1874 - ö. 1951 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | ZEYNEB ELİMERDANLI | d. 1912 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | ŞEYDA EZİZ | d. 1897 - ö. 1957 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | ESED, Esed Rızayev | d. 1874 - ö. 1951 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | ZEYNEB ELİMERDANLI | d. 1912 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | ŞEYDA EZİZ | d. 1897 - ö. 1957 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | ESED, Esed Rızayev | d. 1874 - ö. 1951 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | ZEYNEB ELİMERDANLI | d. 1912 - ö. ? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | ŞEYDA EZİZ | d. 1897 - ö. 1957 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | ESED, Esed Rızayev | d. 1874 - ö. 1951 | Meslek | Görüntüle |
11 | ZEYNEB ELİMERDANLI | d. 1912 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | ŞEYDA EZİZ | d. 1897 - ö. 1957 | Meslek | Görüntüle |
13 | ESED, Esed Rızayev | d. 1874 - ö. 1951 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | ZEYNEB ELİMERDANLI | d. 1912 - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | ŞEYDA EZİZ | d. 1897 - ö. 1957 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | ESED, Esed Rızayev | d. 1874 - ö. 1951 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | ZEYNEB ELİMERDANLI | d. 1912 - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
18 | ŞEYDA EZİZ | d. 1897 - ö. 1957 | Madde Adı | Görüntüle |