Madde Detay
Ahmet Hamdi Tanpınar
(d. 23 Haziran 1901 / ö. 24 Ocak 1962)
Akademisyen, Edebiyat Tarihçisi, Yazar, Şair, Deneme Yazarı, Milletvekili
(Yeni Edebiyat / 20. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901’de İstanbul Şehzadebaşı’nda, Abdülhamit ve İkinci Meşrutiyet dönemlerinde imparatorluğun çeşitli yerlerinde kadılık yapmış olan Batumlu Hüseyin Fikri Efendi (1852-1935) ve Trabzonlu Kansızzadeler ailesinden Nesime Bahriye Hanım’ın (1876-1916) ortanca çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Hüseyin Fikri Efendi’nin dedesi Batum’da müftülük yaptığı için aile Müftüzadeler olarak da bilinmektedir; annesi Nesime Bahriye Hanım ise Trabzonlu Kansızzadeler olarak bilinen aileye mensup deniz yüzbaşısı Ahmed Bey ile Tirebolulu Emine Hanım’ın kızıdır (Akün 1962: 2). Tanpınar’ın ablası Nigâr Tümer (1893-1982) kendisinden sekiz yaş büyüktür, kardeşi Kenan Tanpınar (1908-1983) ise yedi yaş küçüktür.
Tanpınar, babası Hüseyin Fikri Efendi’nin memuriyeti dolayısıyla pek çok kez şehir değiştirmek zorunda kaldı. Buna bağlı olarak okul hayatı da sık sık değişti. 1902-1905 yıllarını Ergani’de geçiren Tanpınar, 1905 Nisan ayında ailesiyle İstanbul’a döndü ve İstanbul’da Ravza-i Maarif İptidai Mektebi’nde eğitim hayatına başladı. Daha sonra babasının tayininin Sinop’a çıkması üzerine 1908-1910 arasında Sinop’ta Rüştiye’ye, Ekim 1910-Mayıs 1913 arası ailecek bulundukları Siirt’te Fransız Dominicain Misyoner Mektebi'ne devam etti. 1913-1914 arasında lise tahsiline İstanbul Vefa İdadisi'nde başladı, 1914’ün Temmuz’unda geldikleri Kerkük’te 1916’nın Eylül ayına kadar kaldılar. Tanpınar bu süre zarfında lise eğitimine Kerkük İdadisi'nde devam etti. Ahmet Hamdi Tanpınar, okuma zevkini bu yıllarda edindi. Okudukları arasında bazı dergileri, Kısas-ı Enbiya’yı, Cezmi’yi ve Celalettin Harzemşah’ı anan Tanpınar, Fransızca öğrenmeye de burada başladı. Haşim’i, Yakup Kadri’yi, Süleyman Nazif’i, Ahmet Rasim’i ve Yahya Kemal’i yine bu okuma evresinde tanıdı. Babası Hüseyin Fikri Efendi’nin tayininin Antalya’ya çıkması üzerine 1916’nın Ekim ayında buraya hareket ettiler fakat çok kısa bir süre sonra annesi Nesime Bahriye Hanım rahatsızlanınca Musul’da mola verdiler ve annesi Musul’da tifüsten vefat etti. On beş yaşında annesini kaybetmiş olması Tanpınar’ın gerek sanatı ve gerek şahsiyeti üzerinde derin izler bıraktı. (Akün 1962: 3) Antalya yolunda bir müddet Konya’da da konaklayan Tanpınar ve ailesi 1916’nın Ekim ayı sonunda Antalya’ya vardı. 1918’in Ağustos ayına kadar Antalya’da kalan ve lise tahsilini Antalya İdadisinde tamamlayan Tanpınar, okuma merakını burada daha da genişleterek devam ettirdi. Servet-i Fünun külliyatını, Yeni Mecmua’yı, pek çok çeviri romanı, Haşim ve Yahya Kemal’in yanı sıra Ziya Gökalp’ı ve Halide Edib’i okumaya başladı.
Babası Hüseyin Fikri Efendi, Tanpınar’ı 1918’in Ağustos ayında yükseköğrenim görmek üzere İstanbul’a gönderdi ve Tanpınar bir yıl boyunca Halkalı Baytar Mektebi’nde okudu. I. Dünya Savaşı’nın İmparatorlukta yaratmış olduğu yıkımı yakından gördü. 1919’da Halkalı Baytar Mektebi’nden ayrılarak Felsefe veya Tarih okumak niyetiyle Darülfünûn’a kaydoldu. Lise öğrencisiyken şiirlerini yakından tanıdığı Yahya Kemal’in Edebiyat Şubesinde ders verdiğini öğrenince oraya devam etti. Yahya Kemal’in yanı sıra Mehmed Fuat Köprülü, Cenap Şahabettin, Ömer Ferit Kam, Babanzâde Ahmed Naim gibi hocaların derslerine devam etti. Buradaki öğrenciliği sırasında Mustafa Nihat Özön, Ali Mümtaz Arolat, Rıfkı Melul Meriç ve Ahmet Kutsi Tecer gibi isimlerle arkadaş oldu. Aynı zamanlarda yatılı öğrenci olarak bulunduğu Yüksek Muallim Mektebi’nde de Nurullah Ataç, Mükrimin Halil Yinanç, Necmettin Halil Onan ve Hasan Âli Yücel gibi daha sonra edebiyat ve kültür ortamlarında tanınacak olan önemli isimlerle tanıştı. Ahmet Hamdi Tanpınar 1920’de ilk şiiri “Musul Akşamları”nı (Altıncı Kitap, Temmuz) ve ilk çevirisi Magdalene Rock’tan “Bir Hikâye”yi (Servet-i Fünun, sayı 1457-1459, 24 Temmuz) yayımladı. 1921’de Yahya Kemal önderliğinde, Darülfünûn’dan tanıştığı bazı arkadaşlarıyla birlikte Dergâh Mecmuası’nı çıkardılar. Şiirlerinin bir kısmını artık burada yayımlamaya başladı. Gerek kendisi ve gerek etrafındaki diğer arkadaşları için Dergâh Mecmuası, önemli bir edebiyat mahfili oldu. Yaz tatillerinde gitmeye devam ettiği Antalya tecrübelerinin ardından İstanbul Darülfünûn’daki öğrenciliği, Haşim, Yahya Kemal ve Dergâh Mecmuası çevresi, edebiyat, sanat, tarih, felsefe, müzik ve benzeri pek çok alana açılmasına vesile oldu. Yine bu dönemde Yahya Kemal aracılığıyla Batı edebiyatlarını ve özelikle Fransız şiirini yakından tanıdı; yerli ve yabancı klasiklere yöneldi. Baudelaire’i, Verlaine’i, Mallarmé’yi, Anatole France’ı, Goethe’yi, Hoffmann’ı, Dostoyevski’yi, Poe’yu okudu.
Tanpınar, 1923’ün Mart ayında Hüsrev ü Şirin üzerine yazdığı teziyle Darülfünûn Edebiyat Şubesinden mezun oldu ve aynı yıl Erzurum Lisesi’ne öğretmen olarak atandı.1924 yılı Eylül sonlarına doğru Erzurum’da meydana gelen büyük depremi ve yarattığı etkiyi yaşadı. 1 Ekim’de bölgeye inceleme yapmak üzere Erzurum’a gelen Atatürk’le tanıştı ve aralarında kısa bir konuşma geçti. Ocak 1925’te Konya Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı. Buradaki öğretmenliği sırasında dokuz ay Kolordu Topçu Alayı’nda er olarak askerlik hizmetini yerine getirdi. Ekim 1927’de Ankara Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Suut Kemal Yetkin, Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Rıfkı Melul Meriç gibi isimlerle birlikte çalıştı. Sonraki yıllarda Türk edebiyatının önemli şair ve yazarları arasında yer alacak olan Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat, Samet Ağaoğlu, Fuat Bayramoğlu, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Tanyol ve Salim Rıza gibi isimler öğrencisi oldu. Millî Mecmua, Hayat Mecmuası gibi dergilerde şiirleri çıkmaya devam etti. Bu süre zarfında Valéry ve Proust üzerine yoğunlaştı; asıl estetiğini bu dönemde elde etti. Ankara Erkek Lisesi’nde öğretmenlik yaparken 1 Mayıs-20 Ekim 1928 arasında İstanbul Mekteb-i Harbiye’de yedek subaylık eğitimi aldı. 1929’dan itibaren aynı zamanda Gazi Terbiye Enstitüsü’nde de görev yaptı. 1931’de bu okullara Ankara Kız Lisesi de eklendi. Bu dönemde klasik Batı müziğini yakından tanıma fırsatı buldu. 1932’de İstanbul’a döndü ve Eylül ayından itibaren Kadıköy Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başladı. Bu süre zarfında bir müddet Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde de dersler verdi. 1933’te Ahmet Haşim’in vefatından sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat tarihi hocalığına getirildi. 1934’te yine burada estetik ve mitoloji dersleri de verdi. Ankara’da yakından tanıdığı klasik Batı müziğinin yanı sıra Güzel Sanatlar Akademisi’nde Batı resmi ve diğer plastik sanatlar konusunda da kendisini geliştirdi. Bedri Rahmi, Nuri İyem, Selim Turan, Zeki Kocamemi, Fuat İzer, Turgut Belge, Avni Arbaş gibi sonradan önemli ressamlarımız arasında yer alacak olan isimler burada Tanpınar’ın öğrencisi oldu. 5 Ocak 1934’te babası Hüseyin Fikri Efendi vefat etti. 1937’de kırk beş günlük askeri eğitim stajını Kırklareli’nde yaptı. 1937’de ilk kitap çalışması Tevfik Fikret’i yayımladı. Ciğerlerinden geçirdiği bir hastalık dolayısıyla 1938’de uzun bir müddet prevantoryumda tedavi gördü.
Ahmet Hamdi Tanpınar, 15 Kasım 1939’da Maarif Vekâleti tarafından Tanzimat’ın yüzüncü yıl dönümünde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü profesörlüğüne getirildi. Bu kürsüde okutulmak üzere kendisine bir Tanzimat sonrası Türk edebiyatı tarihi yazma görevi de verildi. 1940’ta İstanbul, İzmir, Sivas, Eskişehir Halkevlerinde edebiyat üzerine konferanslar verdi. Aynı yıl Ağustos ayında Kırklareli’nde topçu teğmeni olarak askerlik yaptı. Bu dönemde akademik araştırmaları ve yazıları yoğunlaştı. 28 Şubat 1943 ara seçimlerinde Maraş’tan milletvekili seçildi. Üç buçuk yıl milletvekilliği yaptı. Bu dönemde de sanatsal ve akademik yazıları yoğun olarak devam etti. 1946’da Millî Eğitim Bakanlığı müfettişliğine getirildi. 1948’de tekrar Güzel Sanatlar Akademisi estetik hocalığına tayin edildi. Bir yıl sonra da yeniden Edebiyat Fakültesindeki Yeni Türk Edebiyatı profesörlüğüne getirildi; 1949’da uzun bir süredir üzerinde çalıştığı XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi isimli ünlü eserini yayımladı. 1953 yılında Avrupa’ya gitme fırsatı buldu. Fransa’nın yanı sıra Belçika, Hollanda, İngiltere, İspanya ve İtalya’yı gezdi. 1 Kasım 1958’de Yahya Kemal’in vefatı kendisini derinden sarstı. İkinci defa 1959’da Paris başta olmak üzere Fransa, İngiltere, İsviçre ve Portekiz’i dolaştı. Bütün bu Avrupa seyahatleri kendisine, kitaplardan tanıdığı Batı’yı, Batılı yazar ve şairleri, ressamları ve ünlü tablolarını yakından tanıma imkânı verdi.
Tanpınar, 24 Ocak 1962’de geçirdiği bir kalp rahatsızlığı sonucu vefat etti. Rumeli Hisarı’nda çok sevdiği dostu ve hocası Yahya Kemal’in yanına defnedilmiştir.
“Meyve bahçelerinde dolaşırken yavaş yavaş bir hülya adamı oldum” (Tanpınar 1982: 255) diyen Tanpınar, şairliğinin sustuğu yerde hikâyeci ve romancı, onun sustuğu yerde bir deneme yazarı veya makale yazarı olarak karşımıza çıkar. Tanpınar, okuma zevkini daha küçük yaşlarda edinmeye başlamıştır. 1914-16 yıllarında Kerkük’te iken basılı tarih kitaplarını, Kısas-ı Enbiya’yı, Cezmi’yi, Monte Kristo’yu, Servet-i Fünun sayılarını ve kitap serilerini okur. Kalabalık bir aile ortamında bulunmasına rağmen okuduklarını etkisinde kalarak yavaş yavaş bir “hülya adamı” olur.
Bu gelişmede okuduklarının yanı sıra bulunduğu coğrafyaların ve tabiat parçalarının da etkisi büyük olur. Dış dünyaya karşı contemplatif (temaşacı) bir tavır geliştirir. Bunun daha çocukluk yaşlarında başladığını "Antalyalı Genç Kıza Mektup"undan anlamaktayız: “Ergani Madeni’nde üç yaşımda iken bir gün kendime rastladım. Çok karlı bir gündü. Ben sıcak ve buğulu bir camdan karla örtülü bir bayıra bakıyordum. Sonra birdenbire kar tekrar yağmaya başladı. Bir çeşit çok lezzetli hayranlık içinde kalmıştım. Bu anı her karlı günde hatırlar ve yağışı beklerim.” (Tanpınar 1982: 255) diye yazan Tanpınar’ın varlığa karşı empatik tavrının Sinop’ta ve Siirt’te de devam ettiğini aynı mektuptan öğrenmekteyiz. Sinop’ta denizi, Siirt’te yıldızlı geceleri okuduklarıyla hamurlayan Tanpınar, geniş bir iç dünyanın, zengin bir hayal âleminin temellerini kurar. Bunun üzerine delikanlılık çağlarının başlarında annesini kaybetmiş olmasının üzüntüsünü ve derin etkisini de eklemek gerekmektedir. Ölüm ve ızdırap düşünceleri de bu yıllarda içine yer etmeye başlar.
Bu ferdî hayat hikâyesinin sosyal ortam tarafından da beslendiği dikkate alındığında, Tanpınar, oldukça sıkıntılı bir çocukluk ve gençlik devresi geçirmiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasının İstanbul manzaraları içinde ilk şiirlerini Ahmet Haşim etkisinde yazar. İlk büyük edebî etkileri ise Edebiyat Fakültesi’nden hocası Yahya Kemal’in derslerinden ve sohbetlerinden alır. Dönemin önemli yazar ve şairlerini bir araya getiren Dergâh Mecmuası etrafındaki edebiyat ve kültür faaliyeti içinde bulunur, şiirlerini burada yayımlar. Bunun haricinde Millî Mecmua, Hayat, Görüş, Varlık, Oluş, Ülkü, Aile gibi dergilerde ve Tan, Cumhuriyet gazetelerinde şiir ve nesirleri çıkmaya devam eder.
Batılı edebiyatçılardan ise en çok Fransız sembolist şairleri; Anatole France, E. T. Hoffmann’ı, Dostoyevski’yi, E. A. Poe’yu beğenerek okur. Şiirinde Ahmet Haşim’i, Yahya Kemal’i, Baudelaire’i, Mallarmé’yi, Valéry’yi, hikâye ve romanda ise Dostoyevski’yi, Edgar Allen Poe’yu, Nerval’i, Marcel Proust’u beğenir ve etkilerinde kalır. (Emil 1962: 97-120)
Kitap hâlinde basılan ilk çalışması 1937 tarihli Tevfik Fikret’tir. Bunu 1942’de bastırdığı Namık Kemal Antolojisi takip eder. Sanatsal çalışmaları içerisinde basılan ilk kitabı ise Abdullah Efendi’nin Rüyaları’dır (1943). Bu hikâye kitabını 1944’te Mahur Beste romanının tefrikası takip eder. 1946’da Beş Şehir adlı şehir monografisi basılır. Bunun ardından 1949’da Huzur romanı ve XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi gelir. 1950’de Sahnenin Dışındakiler romanı, 1955’te Yaz Yağmuru hikâye kitabı, 1961’de Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı ve Şiirler’i, 1962’de Yahya Kemal monografisi, 1969’da Edebiyat Üzerine Makaleler’i, 1970’te Yaşadığım Gibi adı altında sanat ve edebiyatla ilgili denemeleri, 1975’te Mahur Beste romanı yayımlanır. (Akün 1962: 18-32) Hikâyeleri 1983’te daha öncekilerde yer almayan iki hikâyesinin de eklenmesiyle Hikayeler adı altında yeniden yayımlanır. Aydaki Kadın adını taşıyan yarım kalmış romanı ise Güler Güven tarafından 1987’te kitap hâlinde bastırılır. 2008’de Zeynep Kerman ve İnci Enginün günlüklerini açıklamalı bir yöntemle Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa adı altında yayımlarlar. Evrakı arasında Handan İnci tarafından bulunan, Huzur romanının ana karakterlerinden Suat’ın ağzından intihar mektubu tarzında yazılmış bir metin 2018’de Suat’ın Mektubu adıyla neşredilmiştir. Bunlar haricinde Tanpınar’ın öğrencilerinin tutmuş olduğu ders notları, Edebiyat Dersleri (2002) ve Tanpınar’dan Yeni Ders Notları (2004) adıyla yayımlanmıştır. Ayrıca Tanpınar’ın Euripides’ten Alkestis (1943), Elektra (1943), Medeia (1943), ve Zühtü Müridoğlu ile birlikte Henri Lechat’dan Yunan Heykeli’ni (1945) çevirdiğini de eklemek gerekir.
Hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi nesir sahasında pek çok eser vermiş olmakla birlikte şairliği bunlardan aşağı kalmaz. Fakat şiirleri, diğer eserlerinden azdır. Çünkü şiiri müstesna bir sanat olarak kabul etmiş ve ona üstün bir değer vermiştir. Ondaki bu şiirde mükemmeliyet arayışı hocası Yahya Kemal’den gelir. Şiirde kendisine üstat seçtikleri arasında Yahya Kemal’in yanı sıra Ahmet Haşim, Batı edebiyatından da Paul Valéry, Charles Baudelaire, Stéphane Mallarmé yer alır. (Alptekin 2001: 81) "Antalyalı Genç Kıza Mektup"ta bilhassa Valéry’nin kendi şiiri üzerindeki etkisini açıkça dile getirir. Yine bu mektupta şiir ve nesrindeki zaman konusunda Bergson’un ve rüya meselesinde de psikanalistlerin etkilerinden bahseder. (Kaplan 1982: 258)
“Şiir söylemekten ziyade bir susma işidir. Sustuğum şeyleri roman ve hikâyelerimde anlatırım” diyen Tanpınar, romanlarında ve hikâyelerinde ferdin iç dünyasıyla beraber hayata ve hayatın içindeki insana yönelir. Nitekim “Şiirde dolayısıyla kendimin, hikâye ve romanlarımda kendimle beraber mümkün olduğu kadar hayatın ve insanların -benden başkalarının- peşindeyim. Yahut başkalarına ait zamanın peşinde. Abdullah Efendi’nin Rüyaları’nda, Huzur’da sanatımın -eğer üzerinde durulacak böyle bir şey varsa- iki kolumun birleştiği yerler vardır.” demektedir. (Kaplan 1982: 259)
Tanpınar’ın roman ve hikâyeleri içerisinde ilk basılan kitabı Abdullah Efendi’nin Rüyaları’dır (1943). Tanpınar’ın hikâyeleri 1955’te basılan Yaz Yağmuru kitabında yer alan hikâyeler ve bu ikisinde yer almayan iki hikâyenin eklenmesiyle 1983’te Hikâyeler ismiyle yayımlanır. Şiiriyle romanı arasında bir yerde duran hikâyelerde Tanpınar, modernleşme, siyaset gibi sosyal problemlere temas etmekle birlikte daha ziyade bireyi ilgilendiren meseleleri söz konusu etmiştir. Rüya, zaman, kadın, musiki gibi konular, başka yazarlarda aynı titizlik ve orijinallikte karşımıza çıkmaz. O, bütün bunlara derin bir felsefe, tarih, psikoloji bilgisi açısından bakar. On dört hikâyenin yer aldığı bu kitap Tanpınar’ın, doğudan batıya, müzikten, felsefeye, tarihe kadar ilerleyen bir çerçevede bu geniş bilgi birikimini aksettirmektedir.
Romanlarında da merkezde birey bulunmakla birlikte bu birey kendisini kuşatan çevre ve çağla birlikte zamansal bir akış içerisinde sunulur. 1944’te tefrika edilip ancak 1975’te kitaplaştırılan Mahur Beste romanında bir müzik makamı olan mahur, romanın adı olur. Mahur Beste başka bir zamanda yaşayan, geleceğe değil de geçmişe ve hatıralara yönelen Behçet Bey'in hikâyesi olarak başlayıp onun hayatına giren insanların hikâyeleriyle genişler. Roman, Abdülhamit dönemi Osmanlı Türkiye’sinin sosyal ve siyasi çevreleri ile ilmiye sınıfının çöküşünü, kişilerin hayatları etrafında ele almaktadır. Romandaki Behçet Bey, Atiye, Atâ Molla, İsmail Molla gibi karakterler üzerinden dönemin hem bireysel ve hem de sosyal, siyasal, kültürel değişimleri dönüşümleri, çözülmeleri verilir ve bireylerin bir terkibe ulaşma çabalarında vardıkları başarısızlık, medeniyet değiştirme problemi etrafında işlenir. Roman "Baba ile Oğul", İki Dünür", "Behçet Bey'in Evlilik Yılları", "Garip Bir İhtilalci", "Hısım Akraba Arasında", "Eski Bir Konak" başlıkları ile ayrılmış yedi bölümden oluşur. Daha sonra Tanpınar, romanın tefrika edildiği Ülkü dergisinde romanın ana karakteri sayılabilecek Behçet Bey’e hitaben “Mahur Beste Hakkında Behçet Bey'e Mektup” adıyla mektup formunda bir metin yazar. Yani roman yedi bölüm ve bir mektuptan meydana gelmektedir. Yarım kalmış hissi veren romana yazarın eklediği mektup bu yarımlığı giderme niyeti taşırken, ayrıca yazarın, yarattığı karakterle diyaloğa girmesi nedeniyle postmodern bir etki de yaratır.
1948’de tefrika edilip 1949’da kitap olarak basılan Huzur romanı ise bu medeniyet değiştirme meselesine daha geniş bir perspektiften bakar. İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz isimli başlıkları bulunan roman bu dört ana karakter üzerinden yürür. Çağının trajik algı merkezli Ulysses, Mrs. Dalloway gibi bir günü anlatan modernist romanlarına da eşlik eden Huzur’da aktüel zaman, II. Dünya Savaşı’nın başlamasından önceki gündür. Roman 31 Ağustos 1939’da saat sabah 9:00’da başlar, ertesi gün saat sabah 9:00’da Almanya’nın Polonya’ya girdiği haberiyle son bulur. Yazar büyük bir başarıyla küresel değişim, dönüşümlerin yarattığı kaosu, bu değişim ve dönüşümlere ayak uyduramayan Türkiye’nin geçirmiş olduğu modernleşme süreçlerini ve bütün bunların bireylerin hayatlarını ne şekilde etkilemiş olduğunu nakleder. Roman, adının çağrıştırdığının tersine bireysel huzursuzluğun evrenselleşmesiyle son bulur. Romanın merkez karakteri Mümtaz, bütün bu huzursuzluğun, parçalanmanın simgesel ismine dönüşür.
1950’de tefrika edilip bazı eklentiler ve çıkarmalarla 1973’te kitaplaştırılan Sahnenin Dışındakiler romanı, “Mahalle ve Ev” ile “Hâdiseler” başlıklı iki ana bölümden ve her bölüm de on bir alt bölümden oluşur. Roman zaman olarak Mütareke dönemi İstanbul’unu anlatmaktadır. Bir nevi Huzur romanının öncesi etkisi yaratan eserde hem Mahur Beste’de ve hem de Huzur’da yer alan Behçet Bey, İhsan, Sabiha gibi karakterler söz konusudur. Roman, ana karakter Cemal aracılığıyla daha öncelere gitse de genel itibariyle 1920’lerin işgal İstanbul’unu, bir anlamda asıl sahne olan Ankara’nın, Anadolu’nun dışında, yani sahnenin dışında kalanları anlatır. Bu romanda da ülkenin geleceği meselesinin yanında modernleşememenin getirdiği sıkıntılara da yer verilir.
1961’de tarihli Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı ise aynı sorunlara bu kez ironik çerçeveden bakmaktadır. “Büyük Ümitler”, “Küçük Hakikatler”, “Sabaha Doğru”, “Her Mevsimin Bir Sonu Vardır” isimli dört bölümden oluşan ve anlatıcı Hayri İrdal’ın anıları şeklinde düzenlenen romanda, Tanzimat’tan 1960lara kadar gelen süreçteki değişim, dönüşümler abes bir enstitü çerçevesinde ironik bir anlatımla söz konusu edilir. Saatleri ayarlamak gibi garip bir işlevi bulunan enstitü, katları arasında unutulan merdivenlerle esasen Türkiye’nin son birkaç yüzyılda geçirmiş olduğu batılılaşma hareketlerinin birbirleriyle bağlantısızlığını simgeler.
1987’de Güler Güven tarafından bastırılan yarım kalmış Aydaki Kadın romanının da Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile birleşen tarafları çoktur. “İç İçe” ve “Karşı Karşıya” isimli iki bölüm halinde düzenlenmiş olan ve “İflas” isimli bir roman yazmakta olan ana karakter Selim’in gözünden arzu, yalnızlık, terk edilmişlik, hatırlama gibi duygular, arka çerçevedeki sosyal, siyasal ve kültürel bozulmuşlukla birlikte verilir. Bu romanda da Tanpınar’ın bütün eserlerinde dikkatimizi çeken doğudan batıya, müzikten, resme, tarihe uzanan kültürel zenginlik kendisini gösterir.
Onun hikâye ve romanlarında insan ve problemlerinin yanı sıra tarih, musiki, rüya, zaman, resim fert hayatının vazgeçilmez unsurları olarak yer alır. Sayısız musiki, resim, heykel, mimari unsurları ile bunlara ve zamana, rüyaya ait imajlar; edebiyatta, sanatta, felsefe ve sosyolojide, psikolojide doğmuş olan yeni akımlar onun eserlerinin dokusunu oluşturur. İçinde bulunduğu çevre de kendisine malzeme olarak seçtiği insan çeşitliliği için zengin bir kaynak teşkil eder.
Tanpınar’ın edebiyat ve fikir meselelerinde ele aldığı problemlerden biri Doğu-Batı meselesidir. Eski ile yeninin çatışması ve buna getirilecek çözüm, eserlerinin önemli bir tarafını içine alır. Tanpınar, “Cesaret edebilseydim, Tanzimat’tan beri bir nevi Oedipus kompleksi, yani bilmeyerek babasını öldürmüş olmanın kompleksi içinde yaşıyoruz, derdim. Muhakkak olan bir taraf varsa, eskinin hemen yanı başımızda, bazen bir mazlum, bazen kaybedilmiş bir cennet, ruh bütünlüğümüzü sağlayan bir hazine gibi durması, en ufak sarsıntıda serap parıltılarıyla önümüzde açılması, bizi kendine çağırması, bunu yapamadığımız zamanlarda da hayatımızdan bizi şüphe ettirmesidir. Tereddüt ve vicdan azabı…” (Tanpınar 1996: 38-39) sözleriyle içinde bulunduğu toplumun mazi karşısındaki tavrını dile getirmektedir.
Tanpınar, romanlarında Batılılaşmanın hayatımızda oluşturduğu parçalanmalar ve yozlaşmalar üzerinde durur. Onun romanlarında insanımız “yekpare” bir hayattan uzaklaşmış olmanın kıvranışları içindedir. Bu kıvranışların ve yozlaşmaların en belirgin olarak görüldüğü yer ise İstanbul’dur. Fakat Tanpınar, bir çöküşün esteti olmadığı gibi, romanlarında İstanbul’u da bir çöküşün simgesi olarak düşünmez. Ona göre İstanbul, tarihimizin, kültürümüzün, maddi ve manevi değerlerimizin izlerini barındıran, bunları muhafaza etmek için direnen bir şehirdir. O, bağrında Beyoğlu’nun kokmuş, köksüz hayatıyla beraber Fatih, Süleymaniye gibi semtlerimizin uhrevi havasını da barındırır. Tabiatıyla buralarda yaşayan Tanpınar kahramanları da iki arada sıkışmış ve yüzden huzursuz olan insanlardır. Hep bir firar kapısı ararlar ve unutmak, huzura kavuşmak, parçalanmayı bütünlüğe dönüştürmek için geçmişe, hatıralara; bunları çağrıştıran kitaplara, mekânlara, saatlere, ilaçlara sığınırlar. Ama hiçbir şey sızılarını dindirmeye yemez. Behçet Bey, Cemal, Mümtaz, Hayri İrdal onun bölünmüş huzursuz kahramanlarının başlıcalarıdır.
Tanpınar, “önümüzde çözülmemiş bir yumak gibi duran hayatımız”ı Doğu-Batı ve dün-bugün biçiminde sentezleme yoluna giderek hem sosyal anlamda, hem de ferdî anlamda evrenselliği yakalamak ister. Fuzulî’yi, Nef’î'yi gerçekten sevip okuyan bir neslin, Batı şiirine daha kolay geçebileceğini, Dede Efendi ile beslenmiş bir ruhun Bach’ı onun kardeşi sayacağını söyler.
Onun temel meselelerinden biri de zaman olmuştur. Zaman konusunda sık sık bahsettiği ân, öznenin oluşa ve oluşun başlangıcına katıldığı bir zaman birimidir. (Demiralp 1993: 20) Bununla beraber ondaki bir geçmiş zaman özlemi değildir. Eski günleri, yitirilmiş cennetleri aramamaktadır; aradığı, yaşadığı ânın zaman yüklü olmasıdır (Eyüboğlu 1974: 284); “yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışını” yakalamaktır.
Onun eserlerinde dikkat çeken bir diğer unsur ise rüyadır. Bunda kaynağının Valéry olduğunu belirten Tanpınar, bu meselenin kendisini Freud’a ve diğer psikanalistlere götürdüğünü söyler. Tanpınar, hikâye ve romanlarında rüya unsuruna yer vermiş, psikolojik çözümlemelerinde rüya, hayal ve hatıralardan faydalanmıştır. Bunlar vasıtasıyla roman ve hikâyelerindeki kişileri yaşadıkları zamanın dışına taşırken, diğer yandan masalsı bir atmosfer yaratır. Tahir Alangu, Tanpınar hikâyesindeki bu özelliğe şöyle dikkat çeker: “Onun kişileri, bizim gerçeklerimizin anlattığı günlük yaşamayı sürdürmezler. Bütün eşya ve manzaraların, hayatın ardında, kendi hasta muhayyilelerinin yarattıklarını görürler. Psikanaliz seanslarındaki boşalma sayıklamalarının notlarında görülen, mantık bağlantılarından uzak, bazen sürrealist ressamların tablolarında seyrettiğimiz suçluluk saplantılarının geniş bir tasvirini, bunların gözlerinden seyrederiz.” (Alangu 1965: 585)
Onun romanı ve hikâyesi tenkit fikrini, tarih detayını, şuuraltı ve psikolojik muhtevayı içine alan sosyal bir tetkik gibidir. Tanpınar, kendisini ve çevresini, yaşanılan ve hatırlanan şeyleri; tarih, kültür ve medeniyet şartlarını didik didik eden, geçmişi sürekli yorumlayarak bugüne mal etmeye çalışan, devam zincirinin bir halkası olduğunu unutmayan ve medeniyet değişikliğini bütün boyutlarıyla kavramış bir yazardır. Onda musiki bir çeşit estetiktir. Şiirlerini, roman ve hikâyelerini ve hatta denemelerini birbirine bağlayan budur. (Miyasoğlu 1998: 32)
Tanpınar, bir bilim adamı olarak da oldukça zengin kaynaklara sahiptir. Birol Emil’in "Tanpınar’ın Eserlerinde Adları Geçen Garblı Sanat ve Fikir Adamları” yazısı, onun bu kaynak zenginliğini ortaya koymaktadır: “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şahsiyetindeki terkibe yalnız sanatçılar değil, aynı zamanda ilim ve fikir adamları da girer. O her neviden sanat eseri kadar, kültür dünyasının ilim, felsefe ve fikir hareketlerini de yakından takip etmiştir. Hatta riyazi bir kesinliğe varmak için ilave edelim, eserlerinde zikrettiği ilim ve fikir adamlarının adet olarak nisbeti, bütün Garb edebiyatçılarının nisbetine hemen hemen eşittir.” (Emil 1962: 98) Bu yazıda, Tanpınar’ın eserlerinde geçen Fransız, İngiliz, Alman, Rus, Klasik Yunan, İtalyan, Amerikan edebiyatçıları, ressam ve heykeltıraşlar, müzisyenler, bilim ve fikir adamları, dinî-mitolojik isimler tespit edilmiştir. Bu çerçeve Tanpınar’ın sahip olduğu geniş ve derin kültür birikimini bize vermektedir. Dolayısıyla edebiyatçılardan, ressam ve heykeltıraşlara, müzisyenlere, filozoflara, ilim ve fikir adamlarına, mitolojiye kadar uzanan bir alt yapı sadece sanat eserlerinin değil, bilimsel eserlerinin de hareket noktalarını verir. Dolayısıyla Tanpınar’ın bilimsel çalışmalarında bir nevi kültür okuması yaptığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu filozof, bilim ve fikir adamları ardasında en çok bahsi geçenlerin, başta Bergson olmak üzere, Bachelard, Freud, Jung, Nietzsche, Brémond, Descartes, Durkheim, Hegel, Heidegger, Gibb, Jaurès, Kierkegaard, Massignon, Pingaud, Schopenhauer, Sorel, Vandale, Thibaudet ve en çok sözü edilen mitoloji kahramanlarının Apollon ve Dionisos (Emil 1962: 113-119) olduğunu belirtirsek, nasıl bir zengin kaynaklar kümesiyle yüz yüze kaldığımızı anlatmış oluruz. Ancak, bu zenginliğe rağmen, Tanpınar’ın sanat eserlerinde olduğu kadar, bilimsel çalışmalarında da iki şahsiyetten gelen fikirlerin önemli bir yeri vardır. Bunlardan birisi Bergson, diğeri ise Bachelard’dır.
Tanpınar’ın gerek sanat eserlerinde ve gerek bilimsel eserlerinde temel prensip edindiği fikir, devamlılık meselesine doğrudan bağlıdır. Bu bazen zamana, bazen tarihe ve bazen de imgeye, hayal gücüne bağlı bir devamlılık meselesidir. Tabiatıyla bu konudaki temel kaynağı Henri Bergson’dur. Bu devamlılık fikrini ne derece önemsediğini roman ve hikâyelerinin yanı sıra makale ve denemelerinden, edebiyat tarihinden ve Yahya Kemal biyografisinden de anlamak mümkündür. Daha doğrusu bu fikrin Tanpınar’da bir bilim adamı ve sanatkârın var oluş biçimi olarak temellendiğini söylemek gerekir. Bergson, Tanpınar’da bir nevi sanatkârlık ve bilim adamlığını birbirine bağlayan, aynı zeminde bir araya getiren önemli bir isimdir. Bunu ne derece önemsediği, "Kültür ve Sanat Yollarında Gösterdiğimiz Devamsızlık" yazısında da görülür. Tanpınar burada Tanzimat’tan beri, sanatta, edebiyatta, kurumlarda yapılan bazı modern girişimlerin eksik kalmasına esef eder: “Bütün bu tereddütler, ilgalar, yeniden başlamalar, elindeki işin ortasında vazgeçmeler, sonra vazgeçilenin arkasından duyulan üzüntü ve pişmanlıklar kültür ve sanat meselelerine hayattaki yerini bir türlü verememekten, onların lüzumunu ve istiklalini kabul etmemiş olmaktan ileri geliyor.” (Tanpınar 2000: 33)
Sanatta sezginin, hayatın menfaat perdesinden sıyrılıp olduğu gibi görünmesiyle ortaya çıkacağını belirten Bergson’un (Topçu 1998: 34) zaman, madde, hayal, hafıza, şuur ve hatta komik olanın mekaniği görüşlerinden etkilenen Tanpınar’ın bütün bunları gerek sanat eserlerine ve gerek bilimsel eserlerine taşıdığını görmek mümkündür. Onun çok bilinen “değişerek devam etmek, devam ederek değişmek” düşüncesinin kaynağı da buradan gelir.
Tanpınar'ın edebiyat tarihi de zamanda devam fikrinin kuvvetli bir arayışıdır. Zaten Tanzimat edebiyatının bir medeniyet kriziyle başladığı düşüncesi, temelini, sekteye uğramış bu devam fikrinden alır. Bu eserinde tarihî olaylara çok kuvvetli vurgular bulunmakla birlikte asıl merkezi bir tekâmüle dönüşen veya yarım kalan olgular alır. Eserin bir edebiyat tarihi olarak değil de bir fikir eseri olarak okunması durumunda değişerek bir devam mantığı kazanan modernleşme olgusunun, şahsiyetlerin biyografileri veya devrin olayları karşısında hâkim bir izlek olduğu görülür.
Eserin ön sözünde, çalışmanın edebiyat biliminin bir ürünü olarak ele alındığında Brunetière’nin türlerin gelişmesi, Thibaudet’nin nesiller ve Taine’in zaman ve çevre ile ilgili metotlarına atıflar bulunmakla birlikte, bütün bunların birleştiği ortak zeminin devam fikri olduğu görülür. Bireysel ve sosyal bilinci modern anlamda kuran, hafızada yer etmeye başlayan değişimin izleri, ister konu değişim olgusu olsun, ister bir yazar olarak birey olsun, eser boyunca takip edilir. Halk edebiyatı ve Divan edebiyatı bağlamında artık zayıflayarak devam edenin, siyasal, sosyal anlamdaki yeniliklerle de artık yavaş yavaş oluşmaya başlayan yeninin ve özellikle de her ikisinin bir aradalığının oluşturduğu dualite (ikilik) fikrinin temelinde hep Tanpınar’da bir temel fikir olarak kabul edebileceğimiz Bergson’dan gelen “devam” fikri vardır.
Tanpınar’ın sanat eserlerinde olduğu kadar bilimsel eserlerinde de en çok bağlı kaldığı isimlerden bir diğeri Gaston Bachelard’dır. Bachelard, Bergson’u devam ettirmiş ve onun felsefesine yeni açılımlar getirmiştir. Zaman, mekân, süre, ân, rüya konusundaki görüşlerinin yanı sıra, hava, su, toprak ve ateş üzerine dikkate değer incelemelerine Tanpınar, sık sık atıfta bulunmuştur. Bütün bu konulardaki görüşlerine Tanpınar’ın hemen bütün eserlerinde çeşitli boyutlarda atıflar görmek mümkündür.
Tanpınar’ın gerek sanat eserlerinde ve gerek bilimsel eserlerinde derin bir felsefi doku bulunduğu muhakkaktır. Bunun bir kolunu Bergson ve Bachelard kurduğu kadar, bir diğer tarafında belki de zıt bir açıdan varoluşçular ve özellikle Nietzsche bulunmaktadır. Bergson’un devam ve Bachelard’ın fenomenolojik imajinasyon fikrine yer yer Nietzsche’den gelen trajik düşünce ve bilhassa sanatın iki ucunu ifade eden diyonizyen ve apollonier çatışma, devam ve kırılmalar düzeni denilebilecek bir anlayış eklenir. Tanpınar’ın bilimsel eserleriyle sanat eserlerini bir birine yakınlaştıran taraf, işte bu temeli kendi sanat eserlerinde uyguladığı gibi, bilimsel eserlerinde de bunların izlerini araması olmuştur. Edebiyat tarihinin bir tarafında değişerek devam etmenin izlerini sürerken diğer bir taraftan da modern mantığın Doğulu bir zihniyet üzerinde uyandırdığı çatışma ve çelişkilerin bir nevi sosyal veya kültürel bir trajik durum ortaya çıkardığı gerçeğini vurgular. Tanzimat dönemindeki bu sosyal ve kültürel trajiğin toplum ve bireyler üzerindeki etkisi, ister genel problemler ele alınsın, ister yazarlar söz konusu edilsin, karşımıza çıkar. Dolayısıyla Bergson arayışının, sürekli olarak karşımıza bir Nietzsche çıkardığı söylenebilir. Daha 11-12 yaşlarında iken Schopenhauer ve Nietzsche okuduğunu belirten Tanpınar’ın (Tanpınar 2008: 24) karamsarlığını, yer yer açığa çıkan nihilizmini ve bunların bir yansıması olarak trajik ironisini de bu şekilde anlamak mümkündür. Edebiyat tarihinde sıklıkla vurguladığı dualite, Tanpınar’a göre, Cevdet Paşa’da, Şinasi’de, Namık Kemal’de, Ziya Paşa’da, Abdülhak Hamid’de şahsiyetin merkezine yerleşmiş, aynı zamanda eseri de yapan bir temel fikirdir. “Son zamanlarda Augustin’i, Novalis’i, Pascal’ı, daha yenileri, edebiyatla fikrin sınırında olanları, mesela Heine’yi, Rilke’yi okurdu. Bununla da yetinmez, edebiyat tarihine daha yukarıdan bakabilmek için felsefe ve sosyoloji görüşünü merak ederdi. Bu yeni merakları son kitabında da toplanmış gibidir. Hamdi’nin bu gayreti bizde çok eksik bir şeyi kendini tenkidi bulmak için yapılmış büyük bir çabadan geliyordu, bunun için çok değerliydi.” (Ülken 2008: 164)
Bu zeminden sonra Tanpınar’ın bilimsel çalışmalarına geldiğimizde ilk dikkati çeken şüphesiz ki edebiyat tarihidir. Batı'da edebiyat tarihi denilebilecek eserlerin tarihini XV-XVI. yüzyıla kadar götürebilmek mümkündür, ancak modern edebiyat tarihinin başlangıcı sayılan eserler XVIII. yüzyılda yazılmaya başlanır. Türk edebiyatında ise Tanpınar öncesinde Türk edebiyatı tarihi alanında bazı tecrübeler yapılmıştır. Abdülhalim Memduh’un 1889’daki ilk tecrübesinden sonra II. Meşrutiyet yıllarında bu alanda bir hayli bir yoğunluk görülmüş; en dikkate değer olanı Fuat Köprülü ve Şahabettin Süleyman’ın birlikte kaleme aldıkları Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı olmuştur. İlk akademik ve bilimsel edebiyat tarihini ise 1921 ve 1926’da baskıları yapılan Türk Edebiyatı Tarihi ile yine Fuat Köprülü vermiştir. (Sağlam 2006: 10-14)
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu alandaki çalışmaları, bilimsel anlamdaki ilk eserleri de diyebileceğimiz Tevfik Fikret (1937) ve Namık Kemal (1942) üzerine yazdığı küçük çaplı antolojilerle başlar. Bu ilk çalışmalarından itibaren Tanpınar’da bir özellik olacak olan bazı temel durumların kendisini hissettirdiği görülür. Mesela 1937 yılında yayımlanan Tevfik Fikret’le ilgili küçük antolojisinde (Okay 2000: 25) Fikret’ten seçmiş olduğu şiirlerden önce bir giriş mahiyetinde Fikret’in şairliği hakkında yorumları, mukayeseleri içeren yazısı, az da olsa daha sonraki eserleri için de bir fikir verir. Bu kısa yazıda Fikret’i devri ile beraber ele alma gayreti, daha bu ilk eserden itibaren kendisini belli eden sanatkârane tavrı, bilimsel eserlerinin temel özelliklerinden olacaktır:
“Daha evvel söyleyeyim ki Fikret benim için bir şairden ziyade bir kahramandır. Sanatı eski bulunabilir. İhmal edilebilir, okunur, okunmaz, fakat talihin kendisine nasip ettiği büyük rolü unutulamaz. Fikret, bir devrin manevi tarihinde kendi karakterinin mührünü basabilmek için en müsait şartları bulmuştur. Eserini vermeğe başladığı zaman edebiyatımız âdeta bomboştu. Eski tarz bir iki canlanma tecrübesine rağmen can çekişiyordu. Kendisinden evvel yeniliği başaran neslin en kuvvetli şahsiyeti olan Namık Kemal ölmüş, yeri boş kalmış, Hamid’le Recaizade Ekrem asıl eserlerini vermişler, yapacaklarını yapmışlardı. Kendisi ile işe başlayan diğer Servet-i Fünun şairlerine gelince onlar, yeni bir eserin geniş bir tabaka tarafından derhal anlaşılması ve benimsenilmesi için elzem olan ruh kudretinden ve büyük cazibeden mahrumdular.” (Tanpınar 1944: 3) “Fikret, Coppée’ye olan hayranlığını saklamadı. (…) bu beğenmede müessir olan sadece bir mizaç yakınlığı değildir. Fikret, Coppée’nin şiirini aynı zamanda bir aksülamel olarak beğeniyor…” (Tanpınar 1944: 6) “Bu manzumelerde Fikret’in yaptığı şey, konuşma lisanına yakın ve hayatın her şekline, her manzarasına kolaylıkla intibak eder bir şiir lisanı bulmak olmuştur. Bunun için sade mümkün mertebe açık bir lisan kullanmakla kalmamış, aruz mısraın öteden beri devam eden vahdetini bozarak manzumeyi mısralardan vücuda gelmiş bir kül hâlinden, alelade cümlelerden yapılmış bir yazı, Halit Ziya Bey’in dediği gibi, bir nevi (nesri manzum) hâline getirmiştir. (Tanpınar 1944: 7)
Dikkat edildiğinde bu küçük çaptaki biyografi girişiminde Tanpınar’ın ele aldığı şahsiyeti, devri, eseri ve kaynakları etrafında ele alma gayreti içinde olduğu görülür; değişmeyecek olan bir diğer taraf ise Tanpınar’ın sanatkâr kişiliğinin her zaman öne çıkaracağı bakış açısı olacaktır.
1939 sonrası, Tanpınar’ın bilimsel açıdan bir disiplin ve metot kazanma sürecinin hızlandığı devre olur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yeni kurulan Yeni Türk Edebiyatı kürsüsünün başına getirilmiş olması, bu kürsüyü teşkil ve Tanzimat sonrası Türk edebiyatı tarihini yazmakla görevlendirilmiş olması (Akün 1962: 12), Tanpınar’ın kendisini bilim sahasında önemli eserler vermeye mecbur hissetmesine yol açar. “Fuat Köprülü’nün sosyal ve tarihî temele dayanan edebiyat tarihini benimsemekle beraber, edebî türlerin gelişmesini ön plana alan bir yol arar. Bunun için Lanson, Brunetière, Thibaudet gibi Fransız edebiyat tarihçilerini ve tenkitçilerini yeniden okur. Bu arada edebî şahsiyetlerin psikolojisini ve edebî eserin bu açıdan derinliğini verebilmek için Freud’dan Jung’a ve Bachelard’a kadar psikolog ve psikanalistleri gözden geçirir. Bunlar yazacağı edebiyat tarihinin Batı kaynaklı metodunun esaslarını teşkil edecekti(r).” (Okay 2000: 25-26) Bir röportajında şöyle demektedir: “Benim için sanatta, ilimde her şeyden evvel dikkat esastır. Daha büyülü kelime bilmem. Yahya Kemal, Fuat Köprülü hocamızdı. Yahya Kemal’den tarih zevkini ve muharriri tekmil okuma disiplinini aldım. O zaman çok genç olan Prof. Köprülü’den de çok şey öğrendim. Fransız münekkidi Albert Thibaudet üzerimde çok büyük tesir yaptı. (…) Hiçbir ciddi metot kitabı veya tenkit eseri yoktur ki ona dayanmasın yahut cevap vermesin (…) Thibadet’nin geniş tedaileri ve ‘nesiller nazariyesi’ bana çok uygun gelmiştir. (Tanpınar 1996: 332) Tanpınar’ın dönemin tarihî problemleri üzerinde de derin okumalar ve araştırmalar yaptığı görülmektedir. Cevdet Paşa’nın tarihini inceden inceye okuyan Tanpınar’ın Mükrimin Halil ile Türk tarihi ve kültürü üzerine tartışma ve sohbetlerde bulunduğunu, bu konuda sık sık İbnülemin Mahmut Kemal’i ziyaret ettiğini öğrenmekteyiz. (Akün 1962: 12-13)
Nitekim bu derin araştırmaların neticesinde 1949’da ortaya çıkan edebiyat tarihi, devrin edebiyat ortamı tarafından takdirle karşılanır. “Tanzimat’tan sonraki Türk edebiyatını, kendinden evvel yazılanlarda görülmedik bir şekilde yepyeni bir görüş ve zevk, değişik bir plan ve malzeme ile işleyen ve aynı zamanda bu sahada yazılan ilk akademik eser olmak vasfını taşıyan bu kitabın meziyetleri, hakkında birçok takdir yazısının yazılmasına vesile ol(ur).” (Akün 1962: 14) Kitabın 1956’da yapılan ikinci baskısı birincisinden daha fazla alaka görür. “(…) eski Türk edebiyatına dair orijinal görüşlerini tespit eden geniş bir giriş kısmı, bu yeni baskının getirdiği kazançların en mühimi ol(ur)… Bu girişi yazmak için, belki esas kitabın telifi için okuduğundan daha fazla eser karıştır(ır), aydınlanmak istediği muhtelif meselelerde bazı mütehassıslar, bilhassa Şarkiyat mütehassısları ile devamlı surette görüş(ür). (Akün 1962: 14-15)
Tanpınar öncesinde Türk edebiyatında edebiyat tarihi meselelerine genellikle ya Fuat Köprülü’nün yaptığı gibi sosyal, politik ve tarihî şartlar açısından ya da Ali Nihad Tarlan’ın yaptığı gibi metin merkezinden bakılmakta idi. “Tanpınar’a göre, bir edebî eser, şüphesiz devrinin tarihî, siyasi ve sosyal olaylarının tesiri altında kalır. Thibaudet’nin dediği gibi, 'Her eser devriyle bir konuşmadır.' Köprülü de bu fikirdedir. Fakat bu görüş şahsiyeti inkâr demektir. Diğer taraftan edebî eser, ferdî bir mahsuldür. Bu fert bir toplum içinde yaşadığına göre, ondan etkilenecektir. Şu hâlde edebî eseri sadece dıştan incelemek, dış şartlarla izaha çalışmak, bize yalnızca devri ve nesillerin ortak özelliklerini verir.” (Kerman 2003: 72) Bundan dolayı Tanpınar’ın edebiyat tarihinde, tarihî çerçeveyi tespitle yetinmediğini, aynı zamanda edebî eseri de kendi içinde bir bütün olarak ele aldığını görürüz. Bunların yanı sıra sanatkârlığının, psikolojiye, sosyolojiye, felsefeye, mitolojiye, resme, müziğe merakının kuvvetli izleri de eserine yansır. (Kerman 2003: 72) Biyografik özellikteki bilgi ve belge yığınından ziyade eserin şahsiyet ve devirle ilişkisi, şahsiyetin devrin siyasi, edebî, kültürel hayatı içerisindeki yeri ve eserin edebî ve estetik değeri, Tanpınar’ın her satırda kendisini hissettiren sanatkârane bakışıyla ele alınır. (Uçman 2006: 505)
Garplılaşma Hareketine Umumi Bir Bakış girişinden sonra Birinci Bölüm’de XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Türk Edebiyatı başlığı altında Divan ve Halk edebiyatları, eserin ana kısmı sayılan İkinci Bölüm’de ise Tanzimat Seneleri, Yeniliğin Üç Büyük Muharriri (Ahmed Cevdet Paşa, Münif Paşa, İbrahim Şinasi Efendi), Şinasi’den Sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti, Şinasi’den Sonra Nev’ilerin Gelişmesi, Şinasi’nin Yanı Başında Ziya Paşa, Şinasi’den Sonra Namık Kemal, Namık Kemal’in Yanı Başında Ahmet Midhat Efendi, Namık Kemal’den Sonra Recaizade Mahmud Ekrem Bey, Namık Kemal’den Sonra Abdülhak Hamid ve son olarak Eski ile Yeninin Arasında Muallim Naci Efendi başlıkları yer alır. Başlıklara dikkat edildiğinde eserin Şinasi ve Namık Kemal merkezli ele alındığı görülür. Bunları çevreleyen sosyal gruplar, olgular ve türler, değişimin taşıyıcıları ve yansıma yerleri şeklinde tasarlanır.
Tanpınar’ın bu eserinde dipnot olarak verdiği kaynaklar arasında Fransızca olanların önemli bir yeri vardır. Özellikle tarih ve medeniyet gibi genel konulardan bahsederken Batılı oryantalistlerin Doğu kültürü, tarihi; İslamiyet ve Türklükle ilgili eserlerine sık sık atıflarda bulunur. Demombynes ve Platonov’dan, Von Grunebaum’a, Massignon’a, Gilles de la Tourette’e, Babinger’e; Pingaud’ya, Ebersoit’ya kadar ve daha da çoğaltılabilecek pek çok isim bu çerçevede eserin alt yapısını oluşturur. Diğer taraftan yerli kaynakları da aynı ölçüde büyük bir titizlikle taradığını; eski tarihlerden kendi zamanının bilimsel çerçevedeki eserlerine kadar başvurduğu kaynaklarla Tanpınar’ın edebiyat tarihini oluştururken bir kültür tarihi mantığı çerçevesinde bunu ele aldığını görürüz.
Tanpınar’ın Yahya Kemal monografisi, son noktayı koyamadığı bir eseridir. Farklı olarak burada Tanpınar, Yahya Kemal’i yenileşme devri Türk kültür ve edebiyatı içinde ele almakla kalmaz, ölümüne kadar görülen bütün edebî, fikrî ve kültürel gelişmeleri farklı bir bakış açısıyla inceler. (Uçman 2006: 504) Aslında dikkat edildiğinde bunun Yahya Kemal merkezli muhtasar bir yirminci yüzyıl Türk edebiyatı tarihi sayılabileceğini söylemek mümkündür. Çünkü Yahya Kemal’e gelinceye kadar Abdülhak Hamid’den, Tevfik Fikret’ten, Cenap Şahabeddin’den, Halid Ziya’dan Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati edebiyatlarından bahseden, devamında Yahya Kemal’i çevresiyle birlikte ele alan, Millî Edebiyat'tan, Türkçülük, Turancılık cereyanlarından, Ömer Seyfeddin’den, Ziya Gökalp’tan, Mehmet Akif’ten söz eden son kısımda Yahya Kemal’in eserine yönelen Tanpınar’ın bu çalışması başlıklar takip edildiğinde, vakaları esas alan bir edebiyat tarihi olarak görülebilir. Ancak, içerik dikkate alındığında XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde uyguladığı ırk, çevre ve zaman metotlarının yanı sıra tematik merkezli, imge okuma merkezli, arketip merkezli, stilistik merkezli, fenomenolojik merkezli bir yaklaşım da sergilediği görülür. Dolayısıyla tarihselci mantıkla yapısalcı uygulamaların birlikte kullanıldığı bu monografisinin çok yönlü bir çalışma olduğunu söylemek mümkündür. Dikkat edildiğinde çalışmanın yapısının şahsiyet-devir-eser üçlemesine uygun bir manzara gösterdiği fark edilir. Ancak bu başlıklar klasik bir tespitten öte, sanatkârane bir yaklaşımın, derin sosyolojik, psikolojik ve felsefi bakışın izlerini taşır.
Bu eserin görünür tarafının dışında alt yapısını besleyen birkaç görüş vardır ki bunların başında Bergson’a bağlı devam fikri gelir. Aslında klasik şahsiyet-devir-eser, doğru sıralamayla devir-şahsiyet-eser mantığının da bu yaklaşımla kurulduğu görülür. Bir özellik olarak ortaya çıkanın aldığı şekiller ve bunun Yahya Kemal’deki olgunluğu ve ardından da eserindeki izleri açısından bakıldığında durum daha net anlaşılmış olur. Yahya Kemal’in eserini okumadaki bakış açısı ise daha ziyade Bachelard’ın fenomenolojik yaklaşımına, Nietzsche’nin Apollon-Dionisos zıtlaşmasına, Freud ve Jung, Baudouin psikanalizmine ve yer yer mitolojik öge temelli bir kültür okumasına dayanır. Özellikle Oedipal ve Narsistik vurgularda Freud’un, arketipal çözümlemelerde Jung’un etkisinden bahsetmek mümkündür.
Çeşitli gazete ve dergilerden derleyerek Zeynep Kerman’ın bir araya getirdiği Edebiyat Üzerine Makaleler’ine ve yine Yaşadığım Gibi ve Mücevherlerin Sırrı’nda yer alan bu tarzdaki bilimsel yazılarına bakıldığında ise edebiyat tarihindeki ve Yahya Kemal kitabındaki tavrı yine karşımıza çıkar. Türler, devirler ve şahsiyetler üzerindeki değişik yoğunluktaki bu yazılarında şiir, roman, eleştiri, tiyatro türlerine dair görüşler; Yunus Emre’den kendi çağdaşı yazar ve araştırmacılara, Batılı yazar ve şairlere; edebiyat akımlarına kadar geniş bir yelpazede edebiyatın ve sanatın çeşitli konu ve problemlerini ele alıp işler. Bütün bilimsel eserlerinde olduğu gibi bu yazılarında da heykel, müzik, resim, mimari, mitoloji, tarih, felsefe, sosyoloji, psikoloji temelli çok yönlü bir kültür okuması kendisini gösterir.
Şüphesiz ki bütün bunların arka planında daha çocuk denebilecek yaşlarda başlayan okuma sürecinin, başta Yahya Kemal olmak üzere hocalarının, içinde bulunduğu edebiyat, sanat, kültür ortamlarının, bizzat kendi zengin iç dünyasının, güzel sanatlara düşkünlüğünün, estetik ve mitoloji hocalığının, bütün bu alanlarla ilgili yakın arkadaş çevresinin, Fransızca bilgisinin katkısı çoktur. Mesela Yahya Kemal’den ve Dergâh döneminden bahsederken söyledikleri bu alt yapı hakkında bize az da olsa bir fikir vermektedir: “Her cins sanatkâr gibi mücerret fikirden pek hoşlanmayan, realite üzerinde kendi sezişiyle düşünmeyi tercih eden Yahya Kemal bir gün Şekip Bey’e 'Şekip, biz hepimiz artık Bergson’cuyuz.' demişti. Bu, biraz da yarı şaka olarak söylenmiş bir sözdü. Fakat bir hakikati ifade ediyordu. Bergson bize sadece felsefesini nakleden hocalarla gelmiyordu. Her büyük feylesofun etrafında yetişen muharrirlerin edebiyatımıza yaptıkları tesirle de edebiyatımıza girmişti. Bununla beraber Durkheim ve Bergson yalnız başına değildiler. T. Ribot’nun, Spencer’in, William James ve Stuart Mill’in Kant ve Schopenhauer’ın isimleri âdeta yaşadığımız havada birbirleriyle çatışıyordu.” (Tanpınar 2004: 134-135) veya “Bergson’un zaman telakkisinden, Freud’un insan hayatına getirdiği hususi aydınlıklardan sonra şiir ve roman elbette eski şeklinde devam edemez…” (Tanpınar 1996: 296) yahut da “Freud ile Bergson’un beraberce paylaştıkları bir dünyanın çocuğuyuz. Onlar bize sırrı insan kafasında, insan hayatında aramayı öğrettiler. (Tanpınar 1992: 8) Tanpınar için söylenebilecek son söz, ister söz konusu olan edebiyat tarihi olsun, ister Yahya Kemal monografisi olsun ve ister makaleleri olsun, bilimsel eserlerinde tıpkı sanat eserlerinde olduğu gibi bizzat kendisinin ön planda olduğudur. Her cümlesinde bizzat Tanpınar’ın kendisi; Doğu'dan Batı'ya, edebiyat, resim, müzik, resimden felsefeye, sosyolojiye, psikolojiye uzanan zengin birikimi vardır.
Kaynakça
Akün, Ömer Faruk (1962-Aralık). “Ahmet Hamdi Tanpınar”. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. C. XII.
Alangu, Tahir (1965). Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman. C. 3. İstanbul: İstanbul Matbaası.
Alptekin, Turan (2001). Ahmet Hamdi Tanpınar-Bir Kültür Bir İnsan-. İstanbul: İletişim Yayınları.
Demiralp, Oğuz (1993). Kutup Noktası. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Emil, Birol (1962-Aralık). “Tanpınar’ın Eserlerinde Adları Geçen Garplı Sanat ve Fikir Adamları”. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. C. XII.
Eyüboğlu, Sabahattin (1974). Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler. İstanbul: Cem Yayınevi.
Kaplan, Mehmet (1982). Tanpınar’ın Şiir Dünyası. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Kerman, Zeynep (2003). “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Edebiyat Tarihi Hakkında Bazı Görüşler”. Doğumunun 100. Yılında Ahmet Hamdi Tanpınar (Haz. Sema Uğurcan). İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Miyasoğlu, Mustafa (1998). Roman Düşüncesi ve Türk Romanı. İstanbul: Ötüken Yayıncılık.
Okay, Orhan (2000). Ahmet Hamdi Tanpınar. İstanbul: Şule Yayınları.
Sağlam, Nuri (2006). “Medeniyet Tarihimizin En Girift Labirenti: Türk Edebiyatı Tarihi”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi. C. 4. S. 7.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1985). XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (8. Baskı). İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1992). Edebiyat Üzerine Makaleler (3. Baskı). İstanbul: Dergâh Yayınları.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (2008). Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Baş Başa (Haz. İnci Enginün, Zeynep Kerman). İstanbul: Dergâh Yayınları.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (2004). Mücevherlerin Sırrı-Derlenmiş Yazılar, Anket ve Röportajlar (3. Baskı) (Haz. İlyas Dirin, Turgay Anar, Şaban Özdemir). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1944). Tevfik Fikret -Hayatı, Şahsiyeti, Şiir ve Eserlerinden Parçalar-. İstanbul: Semih Lütfi Kitabevi.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1982). Yahya Kemal (2. Baskı). İstanbul: Dergâh Yayınları.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1996). Yaşadığım Gibi. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Topçu, Nurettin (1998). Bergson. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Uçman, Abdullah (2006). “Değişen Değerler Karşısında Ahmet Hamdi Tanpınar”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi. C. 4. S. 7.
Ülken, Hilmi Ziya (2008). “Düşünür Bir Şairin Edebiyat Tarihi”. “Bir Gül Bu Karanlıklarda” Tanpınar Üzerine Yazılar (Haz. Abdullah Uçman, Handan İnci). İstanbul: 3F Yayınları.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. YUNUS BALCIYayın Tarihi: 31.12.2019Güncelleme Tarihi: 26.10.2020
Yayın Tarihi: 31.12.2019Güncelleme Tarihi: 26.10.2020
Güncelleme Tarihi: 26.10.2020
Eser Adı | Yayın evi | Basım yılı | Eser türü |
---|---|---|---|
Tevfik Fikret | Semih Lütfi / İstanbul | 1937 | Biyografi |
Namık Kemal Antolojisi | Muallim Ahmet Halit / İstanbul | 1942 | Antoloji |
Alkestis | Maarif / İstanbul | 1943 | Çeviri |
Medeia | MEB / İstanbul | 1943 | Çeviri |
Abdullah Efendi’nin Rüyaları | Ahmet Halit / İstanbul | 1943 | Hikâye |
Beş Şehir | Ülkü / İstanbul | 1946 | Deneme |
Huzur | Remzi / İstanbul | 1948 | Roman |
Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi | İstanbul Üniversitesi Yayınevi / İstanbul | 1949 | Edebiyat Tarihi |
Yaz Yağmuru | Varlık / İstanbul | 1955 | Hikâye |
Saatleri Ayarlama Enstitüsü | Remzi / İstanbul | 1961 | Roman |
Şiirler | Yeditepe / İstanbul | 1961 | Şiir |
Yahya Kemal | Yahya Kemal’i Sevenler Cemiyeti / İstanbul | 1963 | Biyografi |
Edebiyat Üzerine Makaleler | MEB / İstanbul | 1969 | İnceleme |
Yaşadığım Gibi | Türkiye Kültür Enstitüsü Yayınları / İstanbul | 1970 | Deneme |
Sahnenin Dışındakiler | Büyük Kitaplık / İstanbul | 1973 | Roman |
Tanpınar’ın Mektupları | Kültür Bakanlığı / Ankara | 1974 | Mektup |
Mahur Beste | Dergâh / İstanbul | 1975 | Roman |
Hikâyeler | Dergâh / İstanbul | 1983 | Hikâye |
Aydaki Kadın | Adam / İstanbul | 1987 | Roman |
Bedrettin Tuncel’e Mektuplar | YKY / İstanbul | 1995 | Mektup |
Tanpınar’dan Hasan Ali Yücel’e Mektuplar | YKY / İstanbul | 1997 | Mektup |
İki Ateş Arasında | İyi Şeyler Yayıncılık / İstanbul | 1998 | Diğer |
Edebiyat Dersleri | YKY / İstanbul | 2002 | Diğer |
Mücevherlerin Sırrı | YKY / İstanbul | 2002 | Diğer |
Yeni Ders Notları | Türk Edebiyatı Vakfı / İstanbul | 2004 | Diğer |
Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa | Dergâh / İstanbul | 2007 | Günlük |
Tanpınar’dan Notlar / Yeni Türk Edebiyatı Tezli Sertifika Ders Notları | Dergâh / İstanbul | 2015 | Diğer |
Hep Aynı Boşluk | Dergâh / İstanbul | 2016 | Deneme |
Tanpınar’dan Çeviriler | Dergâh / İstanbul | 2017 | Çeviri |
Hüsrev ü Şirin | Dergâh / İstanbul | 2017 | İnceleme |
Suat’ın Mektubu | Dergâh / İstanbul | 2018 | Roman |
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | TÂHİR EFENDİ, Kadı-zâde | d. 1751 - ö. 1838 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | Orçun Ünal | d. 12 Temmuz 1983 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | Hadiye Ebüzziya | d. 10 Şubat 1884 - ö. 16 Mart 1913 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | FADİKLİ, Fatma Çekirdek | d. 1901 - ö. 1996 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | RÜSTEM HELİLOV | d. 1901 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | Ahmed Fahreddin Önal | d. 1901 - ö. 24 Kasım 1978 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | GÖÇMEZ, Mustafa Sıtkı Göçmez | d. 1894 - ö. 1962 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | Yahya Saim Ozanoğlu | d. 1894 (1898) - ö. 3 Temmuz 1962 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | Hamdi Gökalp Akalın | d. 1907 - ö. 1962 (?) | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | Müfit Özdeş | d. 1943 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
11 | Ümit Zeynep Kayabaş | d. ? - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | Nafize Öztok | d. 01 Temmuz 1929 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
13 | Ümit Kardaş | d. 18 Mart 1950 - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | İsmail Kılıçarslan | d. 1976 - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | Yaşar Nabi Nayır | d. 1908 - ö. 15 Mart 1981 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | AHMET ÇITAK | d. 1893 - ö. 20.01.1963 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | GARDAŞ/HAMDİ, Hamdi Şahin | d. 1940 - ö. 26.05.1987 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | Ahmet Haşim | d. 1887 - ö. 4 Haziran 1933 | Madde Adı | Görüntüle |