ERBÂBİ, Hüseyin Farkî Efendi

(d. 1220/1805 - ö. 1300/1882)
Âşık
(Âşık / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4

Hüseyin Farkî Efendi, 1805 yılında Erzurum’un Karaz (Kahramanlar) köyünde doğmuştur. Erbâbî' nin ismi hakkında farklı görüşler vardır. Bazı kaynaklarda Hüseyin Firâkî (Ergun 1936: 1303; İnal 1999: 483), ve Hüseyin Çarkî (Kasır 1999: 94) olarak geçmektedir. Dedesinin adı Veli; babasının ismi ise Bekir’dir (Ergun 1936: 1303). Ailesinin Konya’dan Erzurum’a gelerek yerleştiği rivayet olunmaktadır (Fındıkoğlu 1927: 80). Bu rivayete göre ailesi, dedesi zamanında Konya’dan önce Karaz’a, sonradan Erzurum’da Caferiye mahallesine yerleşmişlerdir.

Erbâbî’nin evliliği ve ailesi hakkında bilgi yoktur. Ancak Fındıkoğlu’nun belirttiğine göre çocukları sağlığında vefat etmiş ve sadece aynı zamanda şair olan oğlu ‘Şehvârî’, kendisinden 30 yıl kadar sonra vefat etmiştir (Fındıkoğlu 1927: 104). Bir koşmasında da kardeş acısına maruz kaldığını görüyoruz: “Muhabbet âteşi kardeş firâkı/ Böyle ağlattı zârı zârı” Hüseyin Firâkî, zamanının imkânları içerisinde iyi bir eğitim görmüştür. Genç yaşlarda Kadiri dergâhlarından birine intisap etmiştir. Bu dergâhtaki şeyhinin, kendisine ‘Erbâb’ demesinden dolayı da mahlasını ‘Erbâbî’ olarak almıştır (Fındıkoğlu 1927: 80). Erbâbî, askerliği sırasında Anadolu’nun pek çok yerini dolaşmış, askerliğinden sonra da İstanbul’a giderek Sultan Abdulmecid’in huzuruna çıkmıştır. Askerliğinden sonra tekrar Erzurum’a dönen Erbâbî, Caferiye mahallesine yerleşmiştir.  Erbâbî, yaşadığı dönemlerde şehrin edebî ve bedii hayatında büyük rol oynamıştır. Aynı zamanda musikişinas olan Erbâbi, ömrünün büyük bir kısmını curasıyla çardaklı kahvelerde şiirler söyleyerek geçirmiştir. 1882'de Erzurum’da vefat eden Erbâbî, Üç kümbetler civarında defnedilmiştir. Mezar taşının yapılmasına bir türlü razı olmamış, ölüm döşeğinde mezar taşı yapılmamasını tembih etmiştir (Fındıkoğlu 1927: 80).

Erbâbî’nin sanatı hakkında yeteri kadar fikir sahibi olunabilecek sayıda şiiri günümüze kadar ulaşmamıştır. Fındıkoğlu, müretteb Divan’ının olduğunu ve bu divanı gördüğünü ifade ederek divanı şöyle takdim ediyor: "Bu divan orta hacimde ve matbu divanlar taklid edilerek kaleme alınmıştır. İmlalarında çok bozukluk görülüyor" (Fındıkoğlu 1927: 139). Daha sonra, divan üzerinde çalışma yapacağını söylemiş fakat bu çalışma yapılmadığı gibi, bahsedilen divan da günümüze kadar ulaşmamıştır. Yine Fındıkoğlu’nun naklettiğine göre bu divanda yer alan kasidelerin içinde Abdulmecid’in vefatına, Abdulaziz’in cülusuna ait tarihleri de vardır (Fındıkoğlu 1927: 82).

Türkiye kütüphanelerinde bulunan cönklerden Erbâbî’ye ait 17 koşma, 2 destan, 9 gazel, 1 murabba ve 1 kaside tespit edilmiştir. Erbâbî, şiirlerini aruz ve hece ile yazmıştır. Ama daha çok divan tarzını benimsemiştir. Bu nedenle onu Divan şairi saymak da mümkündür. Aruzla yazdığı şiirlerinde özellikle Fuzûlî etkisi görülmektedir. Onun için şiirlerinde ve özellikle gazellerinde ince bir hassasiyet, derin bir lirizm görülmektedir.

Erbâbî, muasırı olan Erzurumlu Emrah gibi divan ve tasavvuf edebiyatlarını da iyi bilen klasik bir şair, aynı zamanda da bir âşıktır. Ondan bahseden kaynaklar Erbâbî’nin Tuhfe-i Vehbi’yi çok okuduğunu ve Fuzûlî’yi de çok sevdiğini naklederler (Fındıkoğlu 1927: 80; Ergun 1936: 1303; Tansel 1989: 5337).

Erbâbî, halk âşıklarının piri olarak görülmüş ve bu vesileyle hep üstad olarak kabul edilmiştir. Dönemin ünlü âşıklarıyla bir araya gelmiş ve bunlarla karşılaşmalar yapmıştır. Bunlardan en önemlileri Mâhirî ve Sümmânî ile olan karşılaşmalarıdır. Erbâbî' nin, özellikle Erzurum, Bayburt, Kars ve Erzincan civarında âşıklık yapan insanlar üzerinde tesiri olmuştur. Yine Fındıkoğlu’nun naklettiğine göre, Erzincan yöresinden derlenen Asuman ile Zeycan halk hikâyesinde Zeycan ile Erbâbî’nin karşılıklı manzum muhavereleri yer almaktadır (Fındıkoğlu 1927: 140).

Erbâbî etkisini en fazla hissettiren âşıkların başında şüphesiz ki Sümmânî gelmektedir. Belki de Erbâbî’nin -kısa bir süre de olsa- çırak olarak yetiştirdiği tek şairdir denilebilir. Bazı araştırmacılar Erbâbî ile Sümmânî arasında usta çırak ilişkisinden söz ederken, bir kısım araştırmacılar da onları birer rakip olarak görmektedirler. Prof. Dr. Muhan Bali’nin 1965 yılında İshak Kemâlî’den derlediği bilgilere göre Sümmânî, Ablak Taşı’nda gördüğü rüyadan birkaç ay sonra Erzurum’a gelmiş, Taşmağazaları’nın alt tarafında bulunan Çardak kahvede Erbâbi ile karşılaşmıştır. Yine bazı kaynaklara göre bu karşılaşmadan sonra Erbâbî, Sümmânî’ye saz çalmasını öğretmiştir (Erkal 2012: 38).

Halk âşıklarının toplum tarafından çok önem verilen ve sözü dinlenen kişiler olması, özellikle tasavvufi literatürde ehl-i riya olarak kabul gören hoca takımının da sürekli eleştirilerine, saldırılarına maruz kalmışlardır. Gördükleri en büyük eleştiri de saz çalmalarına yönelik olmuştur. Erbâbî de yaşadığı dönemde bu tarz eleştirilerden nasibini almıştır. Bir mecliste Erbâbî saz çalıp söylemeye başlayınca o dönemin ünlü âlimlerinden biri hiddetlenerek meclisten çıkmış ve bu olay Erbâbî’yi çok üzmüştür. Erbâbî bir gazelinde olayı şöyle anlatır: “Ehl-i aşk eyler niyâzı yâre nâzı dinlemez/ Nice yâr olur ki nâz eyler niyâzı dinlemez/ Bellidir ef’âli Erbâbî riyâ meşreblinin/ Kendi söyler gıybeti dinler de sâzı dinlemez.”

Erbâbî’nin badeli âşık olup olmadığı hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Ancak onun; “Erbâbî içmiştir aşkın bâdesin/ Cemâl-i sunâya bir üftâdesin” ifadesinden, badeli âşık olduğu anlaşılmaktadır.

Erbâbî’nin şiirlerinde aşk duygusunun ifade ediliş tarzında sözle beraber, nağmenin (musiki) de etkin rol oynadığı görülmektedir: “El sazda dil sözde gönül niyâzda/ Dil bülbülü gül feryâda başladı.” Aşkın yaşanmışlığa dayalı yoğunluğu ve müziğin duygusal anlamda bu yaşanmışlığa olan katkısı, aşk duygusunun psiko-bireyselliğini aşmasına yardımcı olmaktadır. Aşk duygusu müzik aracılığı ile çoğul ve toplumsal bir konuma yayılmaktadır. Müziğin bu noktada hem âşık üzerinde hem de toplumunda iyileştirici bir etmen olarak kullanıldığını söylemek mümkündür. Aşk duygusunun yaşamı pozitif anlamda rehabilite etmesi günümüzde de ruhsal zekânın en önemli motivasyon kaynaklarından biri olarak kullanılmaktadır. “Âşıklar münkiri çoktur âlemde/ Anlar ehl-i hâli sevdayı bilmez/ İlmile âsumânın sırrı ademde/ Mecnûn olmayanlar Leylâyı bilmez” Görüldüğü gibi Erbâbî, etrafındaki varlığı sevginin bir yansıması olarak değerlendirmekte, dünyanın fâniliğinden aşkın ebediliğine yüzünü çeviren bir bakış açısını vurgulamaktadır. Buna göre geçicilik içerisindeki anlam sorununu aşkı elde ederek ve ona ulaşarak aşmak gerektiği şeklinde değerlendirmektedir.

Erbâbî, koşmalarında genel olarak nasihat telkin edici konuların yanında yine tasavvufi motiflere de çok yer vermiştir. “Tarz-ı etvârım görüp zâhid beni ta’n eyleme/ Ehl-i hâlim böyle olmak hayli rif’attir bana/ Kısmetim Nehnu Kasemnâ’da verilmiş ta ezel/ Ey güzel yerim cahîm-i derd ü mihnettir bana” Erbâbî Türk âşıkları arasında tasavvufla yoğrulan bir şahsiyettir. Fakat kendisinin tam bir mutasavvıf olduğu söylenemez. Fakat ağırlığını tasavvuftan yana koyup şiirlerini tasavvufi terimlerle süslemiştir. Didaktik şiirlerinde tasavvufun izleri daha belirgindir. Erbâbî, ferdî ve toplumsal acı, sevinç ya da sorunlara ayna olan bir halk âşığı, inanç ve düşüncelerini dilden tele, telden gönüllere ustalıkla aktaran bir tefekkür adamıdır: “Ey gönül el çek fenâ dünyâya meylin verme hiç/ Sîreti gör sûret-i zîbâya meylin verme hiç/ Dîde-i dilden temâşâ eyle sırr-ı hikmeti/ Nefse uyma bî-vefâ eşyâya meylin verme hiç”. Onun şiirleri, dinî-ahlaki temalar yanında İlahi aşka yönelik terennümleri de içerdiğinden tasavvuf edebiyatı mahsulleri arasında değerlendirilebilir.

Uzun yıllar memleketinden uzak kalan Erbâbî, bu hasretini şiirlerine de yansıtmış; sıla hasretini, gurbetin kahrını, gazel ve koşmalarında dile getirmiştir. Daha çok heceyle yazdığı ve gurbet özlemini dile getiren şiirleriyle tanınmıştır: “Gönül havalanma n’olur/ Kanat açma yele doğru/ Yeter dolaştın gurbette/ Gel gidek öz ele doğru”.

Kaynakça

Ergun, S. Nüzhet. (1936). Türk Şairleri. C. 2. İstanbul: Bozkurt Kitabevi.

Erkal, Abdulkadir (2012). Âşık Sümmâni Divanı. Ankara: Birleşik Dağıtım.

Fındıkoğlu, Z. Fahri (1927). Erzurum Şairleri. İstanbul: Sanayi-i Nefise Matbaası.

İnal, İ. Mahmut Kemal (1999). Son Asır Türk Şairleri. C. 1. (hzl. Müjgan Cunbur). Ankara: AKM Yay.

Kasır, Hasan Ali (1999). Erzurum Şairleri. İstanbul: Dergâh Yay.

MMK, Cönk, Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Mahmut Muhtar Karamanoğlu Kitaplığı, Erzurum.

Tansel, F. Abdullah (1989). "Âşık Erbâbi", Türk Folkloru Araştırmaları. Temmuz, 240: 5337-5338.

Madde Yazım Bilgileri

Yazar: DR. ÖĞR. ÜYESİ ABDULKADİR ERKAL
Yayın Tarihi: 13.09.2013
Güncelleme Tarihi: 06.12.2020

Eserlerinden Örnekler

Gazel

Aşk-ı Hakk’a azm-i râh etmek selâmettir bana

Bendesi oldum o şâhın ayn-ı devlettir bana

Tarz-ı etvârım görüp zâhid beni ta’n eyleme

Ehl-i hâlim böyle olmak hayli rif’attir bana

Kısmetim Nehnu Kasemnâ’da verilmiş ta ezel

Ey güzel yerim cahîm-i derd ü mihnettir bana

Zevk ü şevkim bezm-i irfâni çre nâmım söylenir

Defter-i uşşâka kaydım şân u şöhrettir bana

Âlem-i ervâhta çünki nâsîbim böyledir

Cân u dilden sevdiğim sır ilm ü hikmettir bana

Zikr ü fikrim akl u idrâkimde yâhû her nefes

Dâd-hâhım hazrete her dem hidâyettir bana

Sev sevil Erbâbî dildârı temâşâ eyle gör

Çün cemâl-i yârı seyr etmek inâyettir bana

Ergun, S. Nüzhet (1936). Türk Şairleri. C. 2. İstanbul: yyy. 1304.

Gazel

Nâz-ı istiğnâyım bir misli bulunmaz dilberim

İşve-nâzım ser-firâzım yâr-i nâz-ı perverim

Teşnelenmiş dil dem-i dâd didârından senin

Kâküli şebûseri zülfikâr misk-i anberim

Cilve cünbüş-i edâyı cümle senden öğrenir

Leşker-i hûbâna şive bahş edenler askerim

Tarz-ı etvârın nezâketten ibârettir bunca

Her kaçan reftâre gelsin güzeller serverim

Cur’a-i câm hayâtımın lebindir nûş edelim

Teşne del Erbâbî kandı senden âb-ı kevserim

MMK, Cönk, Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Mahmut Muhtar Karamanoğlu Kitaplığı, Erzurum, 21a.

Koşma

Bâd-ı sabâh âhım yâre götürsen

Desen ol sevdiğim yâre gelir mi

Murâd-ı maksûda cânı yetürsen

Haber versen ol dildâre gelir mi

Ol dilbersiz bu dünyayı neylerim

Vasfında çok nazm-ı gazel söylerim

Her vechile izzet-i ikrâm eylerim

Şu güzel aşk-ı itibâra gelir mi

Bilmem bu hicrâna netsem neylesem

Derdimi dildâre nice söylesem

Bir taht-ı siyâhım ricâ eylesem

Kaşı gözü zülfi kare gelir mi

Yâr güzel başında al yeşil bağlar

Hasret âteşleri bağrımı dağlar

Gözlerim yol gözler her zaman ağlar

Erbâbî âşık-ı zâre gelir mi

MMK, Cönk, Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Mahmut Muhtar Karamanoğlu Kitaplığı, Erzurum, 20a.

Koşma  

Niçin böyle garip garip ötersin

Bulalım derdine çare bülbülüm

Sen de bencileyin yardan mı ayrı

Düzersin âh ile zâra bülbülüm

Şu karşı ki karlı karlı dağlarım

Viran oldu bahçelerim bağlarım

Ötme garip bülbül şimdi ağlarım

Götür figânım var yâre bülbülüm

Bağların önünden geçilmez yardan

Yanamaz olmuşsun âh ile zârdan

Yüzseler derimi vazgeçmem yârdan

İsterse çeksinler dâra bülbülüm

Fındıkoğlu, Z. Fahri (1927). Erzurum Şairleri. İstanbul: yyy. 83.


İlişkili Maddeler

Sn.Madde AdıD.Tarihi / Ö.TarihiBenzerlikİncele
1METİNÎ, Ali Metind. 1926/1930? - ö. 2006Doğum YeriGörüntüle
2MEZAMÎ, Sabri Dild. 26.08.1931 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
3MUHTAR KURBANPURd. 1921 - ö. ?Doğum YeriGörüntüle
4FEHÎM, Mahmûd Fehîm Efendid. 1805 - ö. 1853 ds.Doğum YılıGörüntüle
5DÂNİŞ, Mîr Mehmedd. 1805 - ö. 1830Doğum YılıGörüntüle
6NİHÂNÎ, Muhammed Sâlihd. 1805 - ö. 1888Doğum YılıGörüntüle
7NA'ÎMÎ, Ömerd. 1801-02 - ö. 1882Ölüm YılıGörüntüle
8SEFİL EDNA, Adıgüzel Çelebid. 1802 - ö. 1882Ölüm YılıGörüntüle
9ZEVKÎ/CELÂL, Recâ‘î-zâde Mehmed Celâl Beyd. 1838 - ö. 1882Ölüm YılıGörüntüle
10MÜDERRİS HOCAd. ? - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
11KARACAOĞLAN, Yozgatlıd. ? - ö. ?Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
12LÜTFÎ, Ispartalıd. 1815 - ö. 1871Alan/Yüzyıl/SahaGörüntüle
13Ahmed, Ahmed bin Mahmûd, Molla Arab-zâde A. Efendi b. İmam Mahmûd Efendid. ? - ö. 1569Madde AdıGörüntüle
14BEKTAŞ, Bekir Şahind. 1926 - ö. ?Madde AdıGörüntüle
15NESİMİ, Nesimi Işıkd. 1932 - ö. ?Madde AdıGörüntüle