Madde Detay
Cahit Sıtkı Tarancı
(d. 2 Ekim 1910 / ö. 12 Ekim 1956)
Şair, Yazar, Çevirmen
(Yeni Edebiyat / 20. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Cahit Sıtkı, Diyarbakır’ın en köklü ve en saygın ailelerinden biri olan Pirinçcizâdeler’e mensuptur. Asıl adı Hüseyin Cahit olan Cahit Sıtkı Tarancı, Bekir Sıtkı ve Arife Hanım’ın altı çocuğundan en büyüğü olarak Diyarbakır’da dünyaya geldi. Çocukluk yıllarında evin içinde oldukça neşeli, esprili ve enerjik olan Cahit Sıtkı, evin dışında daima içe kapanık, suskun ve çekingendi. Fiziksel olarak cılız, naif bir yapıya sahip olan şair, bu yüzden sık sık hastalanırdı ve ailesi bu ilk çocuğunun başına pervane kesilirdi. Özellikle baba Bekir Sıtkı, ataerkil aile kabulündeki “oğul” imgesinin bütün ümitlerini, hülyalarını onun üzerine kurdu.
Cahit Sıtkı, ilköğrenimine 1917 yılında Numûne-i Terakki-i Hamidî Mekteb-i İptidaisi'nde başladı. Öğrenim hayatının ikinci yılında Mekteb-i Sultanî’nin “İptidai” kısmına nakledilerek burayı, öğretmenlerinin “üstün başarı” takdiriyle bitiren Cahit Sıtkı, daha sonra, oğlunu vali olarak görmeyi bir ülkü hâlinde benimseyen baba Bekir Sıtkı tarafından, daha iyi eğitim görmesi için 1924 yılında İstanbul Kadıköy’deki Saint-Joseph Lisesi’ne gönderildi.
Okumak üzere ailesinin sıcak ilgisinden uzaklaşan Cahit Sıtkı, yeni çevrede büyük bir yabancılık duygusu ile karşılaştı. İstanbul, o koca şehir ve insanları, anne şefkatine muhtaç bu çekingen çocuk ruhunda bir labirent çıkmazı oluşturdu. Öğrenci arkadaşlardan, öğretmenlerden ve çevreden sıkılan, kaçan şair, kitaplara, özellikle de şiir kitaplarına yalnızlığını, mutsuzluğunu dindirecek bir teselli kaynağı olarak yönelmeye başladı. Genellikle Namık Kemal, Tevfik Fikret ve Mehmet Emin’i okuyan Cahit Sıtkı, daha sonra Fransızcasının ilerlemesiyle Corneille, Racine ve Moilère gibi klasik tecrübeleri tanıdı. Okuduğu bütün bu yerli ve yabancı edipler, onun şair tabiatının kendiliğinden gelişmesine ve yönlenmesine vesile oldu. İlk şiir denemelerini bu atmosfer içinde ve kimseler duymadan yapan Cahit Sıtkı, dört yıl Saint-Joseph Lisesi’nde başarılı bir öğrenim gördükten sonra, intibak sınavlarını verip Galatasaray Lisesi orta son sınıfına naklini aldı. Galatasaray Lisesi, onun edebî kişiliğinin gelişmesinde ve yönlenmesinde asıl belirleyici rolü oynadı. Zira Cahit Sıtkı, 1928-1929 ders yılında o dönem sınıfta kalmış olan Ziya Osman Saba ile bu vesileyle tanıştı.
Saint-Joseph Lisesi’nde başarılı bir öğrenciyken Galatasaray Lisesi’nde çevresine intibak etmekte zorlanan Cahit Sıtkı, liseye kaydolduğu ilk yıllarda arkadaşlarıyla sağlıklı iletişim kuramadı. Dışlanmışlık, yalnızlık ve terk edilmişlik psikozu içinde içe kapanık, ürkek ve kötümser ruh hâline bürünen Cahit Sıtkı, yeni çevresine ayak uydurmakta bir hayli zorlandı. Bu dönemde kız kardeşi Nihal’in mektuplarında teselli arayan şair, kaçış nitelikli arayışlara yöneldi. Şiir, böylesi bir yönelişin en önemli durağıydı. Galatasaray Lisesi’nde iken eğitim hayatının yanı sıra Cahit Sıtkı, tüm ilgi ve dikkatini şiir yazmaya yöneltti. Ve yayımlanmak üzere bir şiirini Meşaleciler’in sınıflarındaki temsilcisi olan Ziya Osman Saba’ya “Pirinççizâde Cahit Sıtkı” (Saba 1956: 18) imzasıyla verdi. Bu dönemde Ziya Osman ile dostlukları pekişirken, iki şair; okulda, yemekhanede, çalışma salonunda ve yatakhanede hep beraber olmanın, şiiri keşfetmenin mutluluğu içerisindeydi. Ziya Osman’ın delaletiyle Baudelaire’i tanıyan Cahit Sıtkı, bu öğretim yılından itibaren şiire daha yoğun bir şekilde eğilmeye başladı.
Şiire tam olarak gönül veren Cahit Sıtkı, bundan sonraki bütün okul hayatını, hatta iş hayatını hep şiir uğruna feda etti. Gayretli çalışmaları sonucu o yılki dersleri tamamlayarak son sınıfa geçen Cahit Sıtkı, Servet-i Fünûn, Muhît ve Galatasaray Lisesi’nin çıkardığı Akademi mecmuasında sürekli yayımlanan şiirleriyle sınıfın şairler grubundan sayıldı. 1930-1931 öğretim yılı sonunda Galatasaray Lisesi’ni bitiren şair, 1931 Eylül’ünde İstanbul Mülkiye Mektebi’ne kaydoldu. İyi bir şair olmak amacını güden Cahit Sıtkı, bu süreçte okulda yeterince başarı gösteremedi. Zira onun tek amacı, iyi bir şair olmaktı. Okul, dersler ve başarması gereken sınavlar, dış dünyanın bu düş gezegenine kötü ve aykırı nitelikli dayatmalarıydı. İstedikleriyle olanlar arasındaki çatışmayı ruhunun derinliklerinde yaşamakta ve ekseriya olanların baskısı altında ezilmekteydi. Hayata tümüyle “şiire has bir dikkatle bakan” (Aktaş 1986:7) şair, 1933 yılında ilk şiir kitabı Ömrümde Sükût’u yayımladı ve bu kitabıyla şöhret kazandı. Ancak okuluna ve derslerine fazla zaman ayıramadığı için dört yıl emek verdiği okuldan ayrılmak zorunda kaldı.
1935 yılında Cahit Sıtkı, ailesine olan mahcubiyetinden kurtulmak için, bu sefer Yüksek Ticaret Okulu’na kaydoldu. Bu süreçte Cahit Sıtkı, bir süre para sıkıntısı yaşadı. Para sıkıntısını gidermek üzere bir yandan Cumhuriyet gazetesine hikâyeler ve roman tefrikaları yazdı, bir yandan da resmî kurumlarda iş imkânlarını araştırdı.
1936 yılında Sümerbank’ta memur olarak göreve başlayan şair, kısa bir süre sonra bu görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Bu süreçte, arkadaşı Yaşar Nabi’nin desteği ile içine düştüğü maddî sıkıntıdan kurtulan Cahit Sıtkı, Cumhuriyet gazetesine yazdığı hikâyeler, Varlık dergisinde çıkan şiirleri ve yaptığı bazı tercümelerin kazancıyla geçinmeye çalıştı.
Kasım 1938’de sevgi ve güvenlerini kazandığı Nadir Nadi, Doğan Nadi ve babasının maddi yardımıyla Paris’e gitti. Paris'te Sciences Politiques’e devam etti ve Cumhuriyet gazetesine hikâyeler, yazılar yazdı. Fransa’ya gidip okula kaydını yaptırdıktan sonra, Paris Radyosu Türkçe Yayınlar Servisi’nde spiker olarak iş buldu. Ancak Alman uçaklarının Paris’i bombalamaya başlamasıyla Haziran ayının hemen ilk haftasında Türk hükûmetinin tebligatı ile yurda dönüş hazırlığı yapmaya başlayan Cahit Sıtkı, 13 Temmuz 1940 tarihinde birçok eşya ve kitaplarını alamadan, büyük ve son okuma ümitlerine de veda ederek Paris’ten ayrılmak zorunda kaldı.
Yurda döndükten sonra Diyarbakır’da kısa bir süre kalan Cahit Sıtkı, askerlik görevini yapmak üzere önce 12 Mart 1941 tarihinde İzmir Hazırlık Kıtası’na gönderildi. Hemen ardından 22 Nisan 1941 tarihinde Ankara Yedek Subay Okulu’na döndü ve oradan da Burhaniye’deki "II. Tabur 5. Bölük Komutanlığı" emrine Piyade Asteğmeni olarak 10 Ekim 1941’ de görevlendirildi. Askerlik yılları onun şiir bakımından en velut dönemiydi. 1943 yılı Ekim ayında terhis olan Cahit Sıtkı, kısa bir süre Ankara’da kalıp iş imkânları arasa da bulamayınca İstanbul’a yeni taşınmış olan ailesinin yanına döndü.
1944 yılında kısa bir süre Cağaloğlu Birinci Ortaokulu’nda Türkçe yardımcı öğretmenliği yapan Cahit Sıtkı, yıl sonunda Ankara’ya giderek Anadolu Ajansı’nda mütercim olarak çalışmaya başladı. Bu görevde de fazla kalmayan şair, 17 Ocak 1946 tarihinde "Toprak Mahsûlleri Ofisi Etüd Organizasyonu" ve daha sonra "Muhaberat Müdürlüğü"nde mütercim oldu. Ne var ki, şiirden başka her türlü işi, hürriyetini tehdit eden bir düşman gibi gören Cahit Sıtkı, burada da iş kurallarına ve mesai saatlerinin rutin düzenine pek ayak uyduramadı. Fakat bütün bu olumsuzluklara rağmen şiir yazmaktan vazgeçmeyen şair, "Otuz Beş Yaş Şiiri"ni bu dönemde kaleme aldı. Üzerinde çok çalıştığı bu şiirin yapısının da içeriğe uygun düşmesi için şiirin beşer mısralık yedi kıtadan olmasını arzuladı. "Otuz Beş Yaş"ı tam tasarladığı gibi tamamlayan şair, C.H.P.’nin kuruluş yıldönümüyle ilgili açtığı yarışmada birinciliği kazandı. Ödülden sonra, o zamana kadar yazdığı şiirlerden yüz sekiz tanesini Otuz Beş Yaş adı altında toplayarak ikinci şiir kitabını yayımladı. Bu süreçte iş yerinde göreve zamanında gelmemesi ve ihmal etmesi iddiasıyla geçirdiği soruşturmadan sonra ofisteki işinden iyice soğudu. 30 Kasım 1947 tarihinde bu kurumdan istifa ederek ayrılıp Çalışma Bakanlığı’nda mütercimlik yapmaya başladı. Burada tanıştığı Cavidan Hanım’la 4 Temmuz 1951 tarihinde evlendi.
Cahit Sıtkı, evliliğinden sonra yaklaşık bir buçuk yıl, eskiden bir yaşama biçimi hâline getirdiği dışarı alışkanlığını terk etti ve evinde oldukça mutlu bir hayat sürdü. O sıralar kalbinden şikâyeti olan Cahit Sıtkı’ya doktorlar alkol ve sigarayı kesin olarak yasakladı. İşte böyle şiddetli bir yasağın olduğu 18 Ocak 1954 tarihinde ani bir krizle yere yığılıp kaldı ve Numune Hastanesi’ne kaldırıldı. Uzun süre Türkiye’de tedavi gören şair, daha iyi tedavi görmesi amacıyla Viyana’ya gönderildi. Ancak tedaviye cevap vermeyen Cahit Sıtkı, 12 Ekim 1956 tarihinde hayata veda etti. 23 Ekim 1956'da İstanbul’a getirilen naaşı, 25 Ekim 1956'da Ankara’ya nakledildi. 26 Ekim 1956 tarihinde Hacı Bayram Veli Camii’nde kılınan öğle namazından sonra Cebeci Asrî Mezarlık’ta toprağa verildi.
Cahit Sıtkı, Diyarbakır’ın köklü bir ailesine mensup olması, babası ve özellikle dayısı Feyzi Bey'in devrin edebî çevrelerini yakinen takip etmesi münasebetiyle, okuma ve yazmaya hazır bir muhit içinde kendini buldu. Çocukken babaannesinin anlattığı masallar ve halk hikâyeleri onun şahsi ben’inin oluşumunda çok önemliydi. Özellikle "basitlik ve sadelikte orijinaliteyi bulma" endişesi, bu hülyalı çocukluk döneminde dinlenen sözlü anlatıların etkilerini taşımaktaydı. Sözlü anlatıların yanı sıra Cahit Sıtkı Tarancı’nın okula başladığı dönem, 1917 yılları, Osmanlı Devleti’nin parçalanmak üzere masaya yatırıldığı, acının ve ıstırabın milletçe en kesif bir şekilde yaşandığı, bölüşüldüğü zamanlardı. Bu dönemlerde söylenen hüzünlü gurbet türküleri, savaştan geri dönemeyen, esir mi alındıkları, yaralı mı/ölü mü oldukları da belli olmayan yitik insanların acılı hikâyeleri, Cahit Sıtkı’nın çocukluk ruhunun ikinci önemli etki kaynağıydı. Aynı zamanda bahsi geçen dönemde Namık Kemal, Tevfik Fikret ve Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerini okuyan Cahit Sıtkı’da, zamanla kendiliğinden şiire karşı bir yöneliş başladı. Cahit Sıtkı bu yönelişini, İstanbul’a okumak üzere geldiği ortaokul yıllarında Fransız romancıların ve şairlerin eserleriyle besledi ve kendisini motive etti. Bilhassa Corneille, Racine, Molière okuyarak Saint-Joseph’teki derslerine, Lamartine ile ise, ferdî şiir iştiyakına yönelik yeni ruh iklimleri oluşturdu.
Mizaç bakımından içe dönük bir tip olan Cahit Sıtkı, arkadaşları teneffüs ve diğer ara saatlerinde dışarıda voleybol, basketbol oynarken, kendisi ağaçların altında Lamartine’in şiirlerini ezberlemekle meşgul oldu. Şairin Galatasaray Lisesi'nde bu hazır birikimiyle Baudelaire’i tanıması, onun için asıl şiir hayatının başlamasına vesile oldu. Baudelaire’i kendi ruh yapısına çok yakın bulan şair, bu sebeple hayatını, “Baudelaire’i okumadan evvel, Baudelaire’i okuduktan sonra” (Aygün 1935: 141) diye ayıracak kadar Baudelaire’den etkilendi. Bunlara ilaveten Galatasaray Lisesi'ndeki edebiyat öğretmeni Fazıl Ahmet Aykaç vasıtasıyla tatmaya başladığı Divan şiiri zevkini, daha sonra Yahya Kemal’in Beyoğlu’nda bulunan Degüstasyon ve Tokatlı’daki gelenek hâline gelmiş sohbetlerinde iyice pekiştirdi. Yine bu dönemlerde, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Kutsi Tecer’i okuyarak şiir perspektifini genişletti.
1928-1929 öğretim yılında Galatasaray Lisesi'ne geçen Cahit Sıtkı, o zaman Yedi Meşale şairi olarak bilinen Ziya Osman Saba ile tanıştı. Saint-Joseph’ten beri denemeler yapmasına rağmen bu şiir heveslisi gencin çalışmaları henüz yayımlanmamıştı. Bu nedenle Ziya Osman Saba’ya Meşale’de yayımlanması için üç kıtalık “oldukça kötümser” temalı ve “acemice” (Saba 1956: 18) şiirler verdi. Fakat verdiği şiirleri, değerlendirmeye alınmadan dergi kapandı.
Saint-Joseph’te okulun en başarılı öğrencilerinden olan Cahit Sıtkı, bu dönemde devrin önemli ediplerinden Abdullah Cevdet ve Servet-i Fünûn tahrir müdürü olan Halit Fahri ile tanıştı. Halit Fahri’ye verdiği yirmiyi aşkın şiir içinden "Talihsiz" adlı şiir, Servet-i Fünûn dergisinde yayımlandı. Servet-i Fünûn’dan sonra sürekli ve istikrarlı bir şekilde Galatasaray Mecmuası (Akademi) ve Muhit’te de şiirleri yayımlanmaya başladı. Batı'dan Baudelaire ve yerli şairlerden açık bir Necip Fazıl ve Ahmet Haşim etkisi taşıyan bu ilk denemelerinde; dünya ile ilk hesaplaşma noktasında yalnız kalmış bir insanın kötümser, kararsız ve mutsuz serzenişlerini hâkim tema olarak işledi. Kaynak dergisinin Haziran 1951 tarihli nüshasında çıkan bir ankete verdiği cevapta “en fazla Fransız şairlerin tesirinde” (Yamgil 1951: 159) kaldığını söyleyen Cahit Sıtkı, özellikle bu yıllarda tematik ilhamını yönlendiren Baudelaire, Rimbaud, Nerval ve Paul Verlaine kadar derin ve kudretli bir söyleyiş düzeyine erişemedi. Sonraki yıllarda ise Cahit Sıtkı, şiir vadisinde kendince epey bir mesafe aldığına kanaat getirdiğinde, o zamana kadar yazdığı şiirlerden yirmi bir tanesini seçip bir deftere özenle yazarak değerlendirme yapması için Peyami Safa’ya gönderdi.
O sıralar Cumhuriyet gazetesinde fıkra ve makaleler yazan Peyami Safa, gazetenin 27 Ekim 1932 tarihli nüshasında "Bugünkü Türk Şiiri" adlı bir yazıyla şairi kamuoyuna tanıttı. Ve kendisi Cahit Sıtkı ile ilgili kendi kanaatlerini bildirdi; yeni Türk şiirini etkilenmelerin ötesinde yeni bir terkip hâlinde kuracak olan ve kendisinde “genç bir deha tomurcuğu sez(ilen)" (Safa 1932) şairin adını cep defterlerine yazmaları için okuyucuları uyardı: Cahit Sıtkı. Yine aynı gazetede 5 Kasım 1932 tarihli ve 10 Kasım 1932 tarihli iki yazı daha neşretti. Bu yazılar, Cahit Sıtkı’nın şair kişiliğinin bir bakıma “tescil” edilmesi anlamını taşımaktaydı. Kendisinden “büyük ümitler beklen(en) (...) şairin içinde, edebiyatımızda eşi bulunmayan yeni bir âlemin doğmaya hazırlandığını fark ediyoruz.” (Safa 1932) diyen Peyami Safa, Türk şiirinin Abdülhak Hamit’ten beri uzaklaştığı “maveraî tefekkür âlemine” (Safa 1932) bu genç şairin yeni hamlelerle yönelmiş olduğunu belirtti ve onu takdir etti. Peyami Safa’nın genç bir kabiliyet için büyük bir destek niteliği taşıyan bu yazısı, Cahit Sıtkı ve çevresini çok sevindirdi. Cahit Sıtkı’nın devrin tanınmış şair ve yazarlarından gördüğü ilgi, istikbaldeki yolunun tayin edilmesinde, şiirin şairin varlık mücadelesinin esas unsuru hâline gelmesine vesile oldu. Aynı zamanda Cahit Sıtkı’yı tüm yazdıklarını bir şiir kitabında toplamaya sevk etti. Böylece şair, 1933 yılında Varlık Yayınları arasında özenle hazırlayıp Peyami Safa’ya gönderdiği ve onun seçimini yaptığı toplam yirmi bir şiirden oluşan Ömrümde Sükût adlı ilk şiir kitabını yayımladı. Eseri, kendisini şiire teşvik eden, kamuoyuna tanıtan ve o zaman Necip Fazıl, Faruk Nafiz, Salih Zeki, Nâzım Hikmet, Necmettin Halil ve Şükûfe Nihal gibi ünlü şairlerin eserlerini basan Suhulet Kitabevi’nden Ömrümde Sükût’un yayımlanmasını sağlayan Peyami Safa’ya ithaf etti. Bu eserdeki şiirler, uyumun ve ahengin dışına çıkmış ya da çıkarılmış karamsar ve kötümser bir mizacın umarsız serzenişlerinden ibaretti. Kötümser atmosferin arka planında tutkuları ve ilgileri dış dünyadan çok kendi içine dönmüş, tabiattaki uyumdan, dengeden kopmuş, bir insanın mutsuzluğu yer almaktaydı. Bu şiirlerde insanı silmek üzere betonlaşan, yığınlaşan kentlerde yalnızlaşan ve mutsuzlaşan insanın trajik öyküsünü Cahit Sıtkı, hâkim tema olarak işledi. Ömrümdeki Sükût’a bakıldığı zaman şiir kitabında yer alan "Uykusuzluk", "Odamda Sükut", "Aynalar" gibi şiirlerde, Necip Fazıl’ın "Otel Odaları"nda, "Yıldızlı Bir Gece" ve "Kaldırımlar"ın etkisini görebilmek mümkündü. Bilhassa bu şiirlerde Cahit Sıtkı, taş duvarlar arasına sıkışıp kalmış insanın ruh hâlini yansıttı. Sınırlandırılmış ve sıkıştırılmışlık, otel odalarından kaldırımlara taşacak ve bütün bir geceyi dolduracak kadar kesif yaşanan bunaltı noktasındaki ruh hâlinin dışa vurumuydu.
Ömrümde Sükût’un neşrinden sonra Cahit Sıtkı, Varlık dergisinin sürekli şair kadrosunda yer aldı. Ayrıca Ağaç, Servet-i Fünûn (Uyanış), Gündüz, Yücel gibi dergiler ve Cumhuriyet başta olmak üzere Vakit, Haber, Akşam Postası gibi gazetelerde yine şiir konulu yazılar yayımladı. Bu sıralar okulu iyice ihmal etmesi ve gece yaşantısındaki düzensizlik yüzünden babasıyla arası açılan ve maddi sıkıntı çeken şair, para karşılığı Hafta mecmuasına “tefrika roman” ve Cumhuriyet gazetesine hikâyeler yazdı.
Cumhuriyet’te yayımlanan toplam seksen hikâyede, 1930-1936 yılları arasında yazılan şiirlerdeki gibi kendi bohem yaşantısından kesitleri, “şehirli insanın bireysel sıkıntısını” (Kocabaş 1994: 358) ve bunaltısını ele alıp işledi. Seksen hikâyenin yıllara göre dağılımı ele alındığı zaman Cahit Sıtkı, 1935’te iki, 1936’da beş, 1937’de sekiz, 1938’de yirmi altı, 1938’de yirmi altı, 1939’da yirmi, 1944’te on, 1945’te dört, 1947’de beş tane hikâye yayımladı.
Seksen hikâyenin yanı sıra Cahit Sıtkı, roman denemesinde gerek üslûp bakımından gerekse rol benimsetme ve karakter çiziminde oldukça yüzeysel kaldı, kahramanları -âdeta- arkadan iterek yürüttü ve zorla konuşturur gibi bir yaklaşım sergiledi. Oysa hikâyeleri daha sade, yalın ve akıcı bir üsluba sahipti. Hikâyelerde tipler, daha canlı ve daha gerçekçiydi. Tematik yöneliş itibariyle “hikâyeleri ve şiirleri arasındaki paralellik” (Enginün 1985: 448-459) özellikle dikkati çekti. Küçük ve sıradan insanın (veya daha çok herkesin) sıradan yaşantısında farkına varamadığı incelikler üzerinde ilgi ve dikkatini yoğunlaştıran Cahit Sıtkı, bu sıradanlıkta değişmez ve evrensel boyutlu insani özü yakalamayı amaçladı. Hikâye konularını şiirlerine paralel bir şekilde geliştirerek hayata daha çok yakınlaştırdı ve onlara daha ironik bir karakter kazandırdı.
Hikâye ve roman denemelerine rağmen Cahit Sıtkı’nın kendisini asıl var ettiği tür, şiirdi. 1938 yılı sonlarındaki Paris yolculuğu, onun şiir tutkusuna yeni bir boyut kazandırdı. Tezli şiirden, taklitçilikten ve samimiyetsizlikten ısrarla kaçınan şair, daima kendisinin olan, sadelik, doğallık ve samimiyeti kişisel lirizmin kaynağı olarak benimsedi. Aynı zamanda Paris dönemi, onun şiirinin daha sağlam bir zemine oturmasını sağladı. Önceleri kâğıt üzerinde taslak hâline getirip üzerinde bazen haftalarca, aylarca düşündüğü şiirlerini bu sefer yazıya dökmeden kafasında kurmaya başladı ve uzun bekleyiş dönemlerinden sonra on beş şiiri birden yazdı. Cahit Sıtkı’nın Paris’te Oktay Rifat’la birlikte olması, onun serbest şiire daha sıcak bakmasını da sağladı. Serbest şiir denemesinin en karakteristik örnekleri "Şubat Sabahı", "Bir Nehir Bilirim", "Hey Gidi Güneşli Uykular", "Ölmek İstemeyen Adam", "Yağmur Yağıyordu", "Ölü ve Kadın Göğsü" gibi şiirlerdi. Bu şiirlerde Cahit Sıtkı, sıradanlıkta ve sadelikte ferdî orijinaliteyi yakalama fikrini esas aldı. Bunun için düşüncenin akışı bozacağı endişesiyle form üzerinde fazla itina göstermedi.
Cahit Sıtkı, 12 Mart 1941’de askerlik vazifesini yapmak üzere İzmir Hazırlık Kıtası'na katıldı. Yaklaşık iki buçuk yıl süren askerlik dönemi, şiir hayatının en velût dönemiydi. Bu dönemde yalnızca şiir kaleme aldı: "Kadın Göğsü", "İnsanoğlu", "Bugün", "Ben de İnsanım", "Etraf Konuşurken", "Madem ki Güzelsin", "Hatırası Yeter", "Bugün Cuma", "Nedendir Yarab", "Dalgın Ölü", "Bir Yemiş Olacak", "İmkansız Vuslat", "Ben Ölecek Adam Değilim", "Yoldaşlar", "Hepimize Dair", "Uyku", "Kura", "Bazan Gına Gelir", "Ölüm Tehlikesi", "Kırkıncı Oda", "Tereke", "Çocukluk", "İnsan Hıçkırıkları", "Paydos", "Bir Saadet", "Delilere Selam", "Abbas", "Nedim’e Dair", "Ajans Dinlerken", "Nisan Yağmuru", "Böyle İşte", "Bütün Bir Yaz", "İstanbul", "Deniz", "Can Yoldaşı", "Yalan", "İnsan Hali", "Anacığım", "Kış Mevsimi", "Uçtu Uçtu", "Kavs-ı Kuzek", "Değirmen", "Gündüz Olsun", "Cem", "Hepsinden Beter", "İşte", "Hareket", "İlk Öpüş", "Peyzaj", "Gün Olur ki", "Karanlıkta", "Bahar Geceleri", "Su Sesi", "Yalnızlığa Dair”, v.d. Cahit Sıtkı bu şiirleri başta Varlık olmak üzere Kültür ve İnsan gibi dergilerde yayımladı, bazılarını ise kitaba alırken üzerinde ufak tefek değişiklikler yaptı. Şiirlerinin yanı sıra bu dönemde dolu içeriği itibariyle bir bakıma şiir poetikasının beyannamesi sayılabilecek Ziya’ya Mektuplar’ı yazdı.
Askerlik dönüşü kısa bir Ankara seyahati yapan ve iş bulamadığı için İstanbul’a gelen şair, dağınık yaşantısından dolayı burada fazla tutunamadı ve yeniden Ankara’ya dönüp orada "Anadolu Ajansı Mütercimi" olarak çalışmaya başladı.
1946 yılında C.H.P.’nin açtığı şiir yarışmasına katılmak için hazırlandı. Şekil ve içeriği birleştirme endişesi içinde olan şairin yazacağı şiir, hem otuz beş dize olmalı hem de otuz beş yaşın psikolojik yetkinliğini yansıtmalıydı. "Otuz Beş Yaş" şiiriyle ödülü kazanan şairin böylece ikinci şiir kitabı Otuz Beş Yaş adıyla Varlık Yayınları tarafından 1946 yılında yayımlandı. Okuyucu tarafından ilgiyle karşılanan eser, 1948 yılında ikinci baskısını yaptı. Cahit Sıtkı’nın olgunluk dönemi ürünlerini içeren Otuz Beş Yaş’taki şiirlerin ana temasını, “çok sevdiği hayata, yaşamaya bağlılık ile hayatın en büyük realitesi ölüm karşısında duyduğu derin korku ve endişe” (Göçgün 1987:151) oluşturdu. Şairin ilk şiirlerindeki kültürel arka planını kaybetmiş ölüm korkusu, bu sefer yaşamayı bir din gibi benimseme ve sevme anlayışı gereği onu kaybetme endişesine dönüştü.
Otuz Beş Yaş’tan sonraki şiirleri, Düşten Güzel (1953)’e kadar aynı tematik anlayış içinde devam etti. Düşten Güzel’e kadar olan şiirlerinde işlenen önemli temalardan birisi de ölüm ve onun apansız geleceğinden duyulan korkuydu. Bu şiirlerini yine Varlık başta olmak üzere, İnkılapçı Gençlik, İnsan, Ağaç, Kaynak vb. dergilerde yayımladı. Kendisi ile yapılan bir röportajda: “güç yazdığını ve çok titiz olduğunu” (Tarancı 1995: 125) söyleyen şair, bir sanatkârın “ancak yaşadığı şeylerden sıhhatle bahsedebil(eceğine)” (Tarancı 1951: 10) inandı. Bu inanış, Düşten Güzel'de (1952) bulunan şiirlerin tematik açıdan değişmesine vesile oldu. Çalışma Bakanlığı'ndaki mesai arkadaşı Cavidan Hanım’a olan ilgisi ondaki ölüm korkusunu ve kötümserlik duygusunu nispeten azaltan bir panzehir gibiydi. Çoğunluğu Cavidan Hanım'la tanıştıktan sonra yazılan bu şiirler, “aşk ile” bütün müşküllerin çözüldüğü, dağların düz’lendiği, hatta geleceğe yönelik umutlu hayallerin kurulduğu düşüncesini içermekteydi. Gerçekte bu dönem (1950-1952), onun hayatının en mutlu ve en aydınlık kesitini oluşturdu ve aşk temiyle yazılmış şiirlerinin sayısını artırdı. Aşk, Cahit Sıtkı için, hayatın anlamı, düzeni, dirliğiydi. Şair, "Kar ve Ben", "Gel Çadır Kur", "Günlerim", "Bir Yaz Günü", "Yağmur ve Ben", "Kar ve Hatıralar", "Gece Bahçelerinde", "Uzak Bir İklim", "Nü", "Kadın Göğsü", "Hizmetçi Kız", "Aşk Şarkısı", "Düşündüğüm Yer", "Sen Yoksun Ki", "Aşk Masalı", "Uçtu Uçtu", "Abbas", "İlk Aşk", "Hayal Ettiğim Şey", "Bahar Yeli", "Hareket", "Çocukluk", "Ferman Sendedir", "Hayal Ettiğim Şey", "Aşk İle", "Değişik" şiirlerinde aşk temini farklı sembollerle ve bakış açısıyla yansıttı. Cahit Sıtkı’nın Düşten Güzel’e kadarki hemen bütün geri dönüşlü hatırlamaları/anışları ilk aşk dönemine yönelikti. Şair için eşi bulunmaz bir “altın çağ” özelliği taşıyan bu dönem, karşılıksız kalmış, “süresiz ve yitik aşklar” (Kansu 1956: 6)dan bunalan şairin bir nevi teselli bulduğu huzur kaynağıydı. Aşkın sihirli gücü, yıllarca kendisine mutluluklar getireceğini vadeden baharın şairin “gönlümce” dediği kadar değişimi sağlamakla kalmadı, şiirlerine liseli yıllardan sinen kötümserlik duygusunun da azalmasına hatta kaybolmasına sebep oldu. Aşk, Cahit Sıtkı’nın şiirlerinde “zulmü pek çok olan” fakat insafı, acıması olmayan bu hayata karşı insanın direnç noktasıydı. İnsan bu direnç noktasında sabırla tüm güçlüklere göğüs gererdi. Bu nedenle şair, şiirlerinde aşkı, tüm olumsuzluklardan usanç duyan bedbin mizacına çare olması açısından en önemli teselli kaynağı olarak düşündü.
Aşk teminin yanı sıra Cahit Sıtkı şiirlerini; yaşama sevgisi, kadın, insan sevgisi, tabiat, yalnızlık, geçmişe özlem, ötelerin çağrısı ve kaçış, kötümserlik, bohem, sıkıntı, bunalım ve ölüm temaları üzerine kurdu.
Yaşama sevgisine şair, "Bir Yaz Günü", "Rüyamız", "Güneşe Aşık Çocuk", "Desem ki", "Sular", "Ağaçlar", "Kuşlar", "Aşk Şarkısı", "Düşündüğüm Yer", "Çilingir Sofrası", "Bugün Hava Güzel", "Bugün Hava Berrak", "Hareket", "Ben Aşk Adamıyım" şiirlerinde yer verdi. Cahit Sıtkı, 1936 yılına kadar yazdığı şiirlerde hayata sırtını dönmüş bir insanın karamsarlığını ve zaman zaman bunalımın sınırları zorlayan sıkıntılarını hâkim tema olarak işledi. İlk dönem şiirlerindeki kötümser atmosferin arka planında, tutkuları ve ilgileri dış dünyadan çok kendi içine dönmüş, tabiattaki uyumdan, dengeden kopmuş bir insanın umutsuzluğu vardı. Dış âlem ve kendisiyle sürekli çatışma içinde olduğu ilk dönem şiirlerinde; dünyayı “iğneli beşik”, “korkulu köprü” ve “simsiyah saray” olarak algılayan şair, “ben bu dünyaya yanlış gelmişim” diyerek başka bir dünya hasretine kapıldı. Böylece kendini çevreleyen olumsuzluklar dünyasından “bir kapı açmak” istedi. Karamsarlık ve kötümserlik duygularının baskısı altında yaşama sevgisi, şairin ölümün “amansız baskın” diye nitelediği mutlak gerçeğini kavraması ve bu kesin sondan kaçamayacağını anlaması üzerine kökleri karanlıklarda kalmış gür çimenler gibi aydınlığa yönelmesine ve gün ışığına çıkmasına kaynaklık etti. Dış dünyanın uyumuna katılmak için büyük çaba gösteren şair, yaşamayı insanın yüzüne vuran Tanrısal bir aydınlık, dinamik ve canlı bir oluş sürecine katılmak olarak tanımladı ve şiirlerinde bu bakış açısıyla işledi.
Kadın temasını ise şair, ilk şiirlerinden son şiirlerine kadar “niteliği ne olursa olsun” öncelikle bir sığınma ihtiyacı olarak işledi. "Gidiyorum", "Gel Çadır Kur", "Anne Ne Yaptın", "Kar ve Ben", "Günlerim", "Desem ki", "Aşk Masalı", "Başımı Koruyan Melek" şiirlerinde kadın temasını kimi zaman şefkat, sevgi, huzur, saadet ve güven mekanı, kimi zaman platonik karakterli hislerin yansıması, kimi zaman ise cinsel arzuların odak noktası olarak ele aldı. Cahit Sıtkı’nın şiirleri bir bütün olarak düşünüldüğünde "Başımı Koruyan Melek" adlı şiiri, aşk ve kadın konusundaki bütün telakkileri içinde toplayan çekirdek nitelikli bir metin özelliği gösterdi.
Cahit Sıtkı, insan sevgisini ele alan şiirlerini ise genellikle 1940-1943 yılları arasında yazdı. İkinci dünya harbinin ortalığı kasıp kavurduğu bir zamanda şair, bütün insanlığın geleceğinden endişe duydu ve tüm insanlar adına bu felakete kendince direnç noktaları oluşturmak istedi. "Sulh Bir Hatıra Oldu" adlı şiiri, bu durumun en karakteristik örneğiydi. "Bir Haritam Vardı Benim", "Oysa Ben Aşk Adamıyım", "Ajans Dinlerken" adlı şiirlerinde insan sevgisini işleyen şair, genel olarak bu temayı savaşın yıpratıcı, dışlayıcı ve yok edici etkisine karşı insan türünü koruyan, savunan ve alternatifi olmayan bir kurtuluş yolu olarak değerlendirdi. Bunu yaparken şair, insanı tabiattan, toplumdan ve Tanrı’dan soyutlamadı, ahengin ve topyekûn akışın bir parçası olarak sundu.
Cahit Sıtkı, tabiat temini ise iki farklı kategoride ele aldı. Mekân olarak tabiat, şairin şiirlerinde işlevselliği oranında ilk bakışta darlaşan niteliğiyle “mücadele edilmiş, bozulmuş tabiat; ya da insanı sıkan, labirentleşen mekân”, genişleyen niteliğiyle ise “safiyeti bozulmamış tabiat ya da açık/geniş mekân” özelliğiyle yansıma buldu. İlk dönem şiirlerinde tabiat; darlaşan, labirentleşen etkiye sahipken, 1936’dan sonra kaostan düzene, karanlıktan aydınlığa ve ölümden yaşama geçen şair, tabiatı açık geniş mekân niteliğiyle şiirlerinde işledi.
Cahit Sıtkı şiirlerinde yalnızlık duygusunu iki şekilde ele aldı. Bunlardan ilki, ikincisine zemin hazırlayarak onun şiirinin temel hareket noktalarından birini kuracak maddi/bedensel yalnızlıktı. “Kendince dünya nimetlerinin yokluğundan kök salan bu yalnızlık” (Kansu 1956: 443) öncelikle ailesinden koparak İstanbul’a gelen Cahit Sıtkı’nın yabancı bir çevrede duyduğu sıkıntılarla başladı ve sırasıyla kadınsız ve sevgilisiz olmasının huzursuzluğuna dönüştü. Öncelikle ailesinden ayrılışla başlayan yalnızlık, dünya ve ahiret hayatı boyunca kendisini bırakmayan psikolojik bir ruh yalnızlığına dönüştü. Bedensel tek başınalıktan, herkese ve her şeye rağmen yalnızlığa inkılap eden bu ruhsal süreç, varoluşçu düşünceyi anımsatan bir tarzda insanı kendi özünü kurmak için bireysel derinleşmeye, yoğunlaşmaya davet ve telkin eden mesajlarla yüklüydü. "Gidiyorum", "Yalnızlık", "Uykusuzluk", "Yalnızlığa Dair", "Yalnızlığımız", "Yalnızlık Macerası", "Otuz Beş Yaş", "Can Yoldaşı", "Garip Kişi", yalnızlık temasını ele aldığı şiirlerin en karakteristik örnekleriydi.
Cahit Sıtkı’da geçmişe özlem teması ise, pasif bir şekilde kaçışı anıştıran bir özelliğe sahipse de; genelde yöneliş işlevi ve nitelikleri itibariyle ondan farklıydı. Geçmişe özlem, öncelikle bir sığınma, arınma ve yeniden doğma gibi, amaçlı bir yöneliş değildi. Yalnızca eski saadetleri hüzünlü bir yad edişti. "Hey Gidi Güneşli Uykular", "Günlerim", "Sıla", "Öyle Dalmışım ki", "Çocukluk", "Bugün Cuma", "Abbas", "Otuz Beş Yaş" şiirlerinde geçmişi, uyumlu bir düzenin, ahenkli beraberliklerin, yaşandığı yer olarak tanımlayan şair, "Düşten Güzel Cavidan Hanımı" tanıdıkça geçmişe özlem yerine düşleri gerçekleştirme arzusuna yönelik şiirler yazdı.
Cahit Sıtkı şiirlerinde ötelerin çağrısı ve kaçış temasını ise, geçmiş zamanın yıpratıcılığından kurtulmak için ilk/soylu oluşta bütünleşme isteği, sürekli ve karşı konulmaz can sıkıntısından arınma duygusu, korunmaya yönelik sevgi arayışı ve sorumluluktan kaçarak sürekli çocuk kalma arzusuna dayalı bakış açısıyla ele aldı. "Talihsiz", "Eski Saadetimle", "Anne Ne Yaptın", "Bilmecelerle Kal", "Aşık Çocuk", "Kuşlar ve Gemiler", "Öyle Dalmışım ki", "Hey Gidi Güneşli Uykular", "Çocukluk", "Maziyi Yada Daldığım Zaman" bu bakış açısının en karakteristik örnekleriydi.
Cahit Sıtkı, şiirlerinde kötümserlik ve karamsarlık temasına daha çok 1930-1936 yıllarında yer verdi. İlk dönem şiirleri olarak adlandırabileceğimiz bu dönemde şair, güçlü bir kapatılmışlık, kıstırılmışlık ve terk edilmişlik psikolojisi içindeydi. Şair, insani tükenişleri hüzünle seyrederken bu yok oluş sürecinin zamanla kendini de içine alacak kaosa dönüşebileceği vehmine kapıldı. Bu vehmi şair, "Talihsiz", "Eski Saadetimle", "Batan Gemi", "Bir İtiraf", "Ölümden Beter", "Yatak", "Çaresiz", "Garip Kişi", "Herkesin Gecesi" isimli şiirlerinde kötümserlik ve karamsarlık teması altında işledi.
Bohem temasını "Mademki Vakit Akşam", "Davet", "Delilere Selam" şiirlerinde sembolik bir tarzda yansıtan Cahit Sıtkı, bu temayı “her şeye karşı olmak” yerine “memnun olunmayan şey”i dışlayarak ele aldı. Bu bakımdan şair, Batı kaynaklı emsallerinden ayrıldı. Zira şair, en “boş verdiği” zamanlarda bile içten gelen güçlü bir hayat hamlesiyle sürekli yaşamaya bağlandı, bu yüzden bohem anlayışı şairin şiirlerinde fikri bir derinlik kazanmadı. Bohemin yanı sıra sıkıntı ve bunalım temasını ise "Minareler", "Gidiyorum", "Batan Gemi", "Gün Olur ki" şiirlerinde yoğun bir tarzda yansıtan şair, -daha çok hâlden memnuniyetsizlikten kaynaklı iken- 1936’dan sonraki şiirlerinde daha az bir boyutta işledi. Hatta "Düşten Güzel"de hayatındaki olumlu gelişmeler sebebiyle daha neşeli ve umutlu olan şair, iki şiir dışında sıkıntı ve bunalım temasına yer vermedi.
Bohem, sıkıntı ve bunalım, kötümserlik ve karamsarlık, şairin şiirlerinde gizli bir ölüm düşüncesinin içten içe uyanmasına ve gelişmesine vesile oldu. Cahit Sıtkı’nın ilk dönem şiirlerinde kendine dünyada yer edinemeyen huzursuz bir ruhun “tükeniş”, “lambanın sönmesi” ve “karanlıkta kaybolmak” gibi kesin ve belirsiz bir son şeklinde tasavvur ettiği ölüm, şairin iç dünyasında bütün hayatı boyunca sürecek ve şiirlerinde sürekli dönüşlerle ilhamını kamçılayacak, kendiliğinden bir obsession fikri oluşturacaktı. Şair, ilk dönem şiirlerinde “adem”, “tükeniş”, “karanlık”, “zulmet” olarak tanımladığı ölüme karşı yaşamı arzulayan, benimseyen kesin bir tavır aldı: “Kapımı çalıp durma ölüm/Açmam/Ben ölecek adam değilim" ile "Öldük ölümden bir şeyler umarak/Büyük boşlukta bozuldu büyü/Gök Parçası, dal demeti, kuş tüyü/Alıştığımız bir şeydi yaşamak” sözlerinde yer alan ölümü kabullenmeme, reddediş duygusu, daha sonra “asude”, “ışığı güneşten zinde”, “insanı erdiren, olduran ebedi vuslat" şeklindeki bir kabule dönüştü. "Korkulu Köprü", "Ölüm", "Aşk Şarkısı", "Bir Ölünün Rüyası", "Gün Eksilmesin Penceremden", "Sanatkârın Ölümü Kerbela", "Misafir Adam", "Terek", "Otuz Beş Yaş", "Davet" şiirlerinde şair, ölüm temasını yukarıda bahsi geçen değişim ekseninde ele aldı.
Tüm bu temaların dışında Cahit Sıtkı, ulusal değerler ve duygulanmalar olarak sınıflandırdığımız şiirler de yazdı. "On Kasım", "İstiklal Marşını Dinlerken", "Mehmetçik" isimli şiirlerinde şair, Atatürk ve Mehmetçik gibi idealize edilmiş değerlerimizin toplumsal hafızadaki öneminden bahsetti. Şair, savaşlar, ekonomik dengesizlikler, hastalıklar ve etnik ayrımlar gibi sosyal konulara "Memleket İsterim", "Anarşi", "Mademki Güzelsin", "Memleket", "Dertleşme" şiirleri dışında yer vermedi. Zira Cahit Sıtkı, yaradılış gereği siyasi ve fikri iddialarda bulunacak, kavgalar yapacak bir yapıya sahip değildi.
Cahit Sıtkı, Türk şiir geleneği içinde, özellikle Otuz Beş Yaş’taki şiirleriyle, halk, divan ve Batı edebiyatlarından aldığı unsurlarla yeni bir terkibe ulaştı. Türk edebiyatında en çok Fuzuli, Baki, Şeyh Galip ve kendi devrinden Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Necip Fazıl ve Ahmet Kutsi Tecer’den, Batı edebiyatından Baudelaire, Lamartine, Corneille ve Racine’den, halk edebiyatından ise sözlü kültür geleneğinden özellikle de çocukluk döneminde dinlediği masallardan ve halk hikâyelerinden etkilenerek şiir mihverini oluşturdu. Sanatta doğallığı kendisine düstur edinen Cahit Sıtkı, yapay imgelere ve çarpıcı olmak için dili anlaşılmaz kılmaya asla itibar etmedi. Dildeki tasarrufu, imgelerindeki geleneksel boyut ve ferdî lirizmle toplumsal olana ulaşma gibi temel özellikler bakımından Cahit Sıtkı, Yunus Emre çizgisinin bir devamıydı.
Yaşadığı dönemin zevk ve estetik anlayışına bağlı bir sanatkâr olan Cahit Sıtkı, Türkçe söyleyişte mükemmeli aramayı ve bulmayı gaye edinmiş bir şairimizdir. Şiirde mükemmeliyet, kullandığı dili çok iyi bilen şairin bu dilden “azamiyi koparması(ydı)” (Tarancı 1957: 56). İnsanlığın hafızasında yer etmiş bütün eserlerin bir şekil mükemmeliyetinin eseri olduğunu söyleyen Cahit Sıtkı için şiirde form, yeni duyuşları önceden belirlenmiş bir kalıba sığdırmak yerine, yeni duyuşlara kendi özellikleri ve boyutları itibariyle en uygun şekli vermekti. Dolayısıyla şair, formu, şiirin, aruz, hece veya serbest vezinle yazılması olarak değil, nağme hâlinde gelen ilhamın, dilin imkânları nispetinde en güzel surette ifade edilmesi olarak benimsedi.
Kaynakça
Aktaş, Şerif (1986). “Cahit Sıtkı Tarancı”. Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. S. 1. s. 1.
Enginün, İnci (1985). “Cahit Sıtkı Tarancı’nın Şiir ve Hikayeleri Arasındaki Paralellik”. Türk Dili. S. 408. s. 448-459.
Enginün, İnci (1989). Cahit Sıtkı Tarancı Evime ve Nihale Mektuplar. Ankara: TDK Yayınları.
Göçgün, Önder (1987). “Cahit Sıtkı ve Şiir Sanatı”. Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi. S. 4. s. 151.
Kansu, Ceyhun Atıf (1956). “Ateş Üzerinde Çiçekler.” Varlık. S. 443. s. 6
Kocabaş, Halil (1994). Cahit Sıtkı Tarancı’nın Hikayelerinin Derlenmesi ve Değerlendirilmesi. Yüksek lisans tezi. Diyarbakır: Dicle Üniversitesi.
Korkmaz, Ramazan (2014). İkarosu'un Yeni Yüzü Cahit Sıtkı Tarancı. Ankara: Akçağ Yayınları.
Özçelik, O. Fehmi (1951). “Cahit Sıtkı Tarancı Diyor ki”. Hisar. S. 20. s. 10.
Saba, Ziya Osman (1956). “Cahit’le Günlerimiz I, IV”. Varlık. S. 18. s. 441-444.
Safa, Peyami (1932). “Bugünkü Türk Şiiri”. Cumhuriyet. S. 2. s. 18.
Safa, Peyami (1932). “Yeni Bir Şair I”. Cumhuriyet. S. 2.
Safa, Peyami (1932). “Yeni Bir Şair II”. Cumhuriyet. S. 12.
Samanoğlu, Gültekin (1988). Cahit Sıtkı Tarancı. Ankara: KBY.
Tarancı, Cahit Sıtkı (1935). “Gençler Diyor ki”. Yücel. S. 10. s. 142.
Tarancı, Cahit Sıtkı (1957). Ziyaya Mektuplar. İstanbul: Varlık Yayınları.
Yamgil, Naci (1951). “Cahit Sıtkı Tarancı Cevap Veriyor”. Kaynak. S. 42. s. 159.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. RAMAZAN KORKMAZYayın Tarihi: 20.11.2019Güncelleme Tarihi: 10.11.2023
Yayın Tarihi: 20.11.2019Güncelleme Tarihi: 10.11.2023
Güncelleme Tarihi: 10.11.2023
Eser Adı | Yayın evi | Basım yılı | Eser türü |
---|---|---|---|
Ömrümde Sükût | Sühulet Kütüphanesi / İstanbul | 1933 | Şiir |
Adolphe, Baseler-Charles Kuntsler; Fransada Müstakil Resim 1-2 | Güzel Sanatlar Akademisi Neşriyatı / Ankara | 1938 | Çeviri |
Peyami Safa, Hayatı ve Eserleri | Semih Lütfi Kütüphanesi / İstanbul | 1940 | Diğer |
Otuz Beş Yaş | Ülkü Basımevi / İstanbul | 1946 | Şiir |
Düşten Güzel | Varlık Yayınları / İstanbul | 1952 | Şiir |
Sonrası | Varlık Yayınları / İstanbul | 1957 | Şiir |
Ziya'ya Mektuplar | Varlık Yayınları / İstanbul | 1957 | Mektup |
Evime ve Nihal'e Mektuplar | TDK / Ankara | 1989 | Mektup |
Yazılar | Can Yayınları / İstanbul | 2010 | Deneme |
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Mehmet Selahattin Erdem | d. 1 Ağustos 1923 - ö. 10 Ağustos 2004 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | ŞÂHÎ | d. ? - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | MEHMED TEVFÎK, Diyarbakırlı | d. 1865 - ö. 1905 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | PENAH BAYRAMOV İSMAYIL OĞLU | d. 1910 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | Abdülfettah Rauf | d. 1910 - ö. 25 Nisan 1963 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | KESKİN, Ahmet | d. 24.07.1910 - ö. 1986 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | Ercüment Ekrem Talu | d. 1888 - ö. 16 Aralık 1956 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | Halil İbrahim Akçam | d. 1885 - ö. 5 Eylül 1956 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | Ahmet Talat Onay | d. 1885 - ö. 22 Eylül 1956 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | Muzaffer Uyguner | d. 7 Şubat 1923 - ö. 16 Eylül 2002 | Meslek | Görüntüle |
11 | Aydın Aydemir | d. 20 Mart 1932 - ö. 23 Mayıs 2008 | Meslek | Görüntüle |
12 | Mucize Özünal | d. 1947 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
13 | Orhan Çetinbilek | d. 17 Şubat 1963 - ö. ? | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | Hasan Fehmi Ege | d. 1902 - ö. 1978 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | Muhtar Tevfikoğlu | d. 1924 - ö. 19 Eylül 2006 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | BEKİR SITKI EFENDİ | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |
17 | Cahit Atay | d. 1925 - ö. 28 Ağustos 2012 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | Cahit Okurer | d. 1917 - ö. 1973 | Madde Adı | Görüntüle |