Madde Detay
İBRAHİM EFENDİ, Oğlanlar Şeyhi
(d. 1000/1591 - ö. 1065/1655)
divan-tekke şairi
(Divan-Tekke / 17. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
On yedinci yüzyıl Bayramî Melâmî tarikatı şeyhlerinden biri olan
mutasavvafın asıl adı İbrahim’dir. Eserlerinde İbrahim veya Şeyh İbrahim
şeklinde bizzat kendi ismini mahlas olarak kullanmıştır. Kaynaklarda Oğlanlar
Şeyhi, Oğlan Şeyhi, Oğlan Şeyh, Olanlar Şeyhi ve Olan Şeyh gibi lakaplarla
anılmaktadır. Müstakim-zâde Süleyman Sadeddîn’e (ö.1202/1788) göre İbrahim
Efendi, Aksaray’da seccâde-nişîn olduğu zaman zarfında daha çok gençlere
yönelik ilmî faaliyetlerde bulunduğu için gençlerin şeyhi anlamında “Oğlanlar
Şeyhi” diye anılmıştır (Müstakim-zâde 2000: 123). İbrahim Efendi’nin “Olan
Şeyh”, “Olanlar Şeyhi” ve “Aksarayî” diye anılması ilk defa Hüseyin Vassâf’ın Sefîne-i
Evliyâ adlı eserinde verilmiştir. Vassâf, herhangi bir kişi ya da kaynağa
atıfta bulunmadan, İbrahim Efendi’nin bu isimle zikredildiğini ve tekkesinin de
“Olanlar Tekkesi” olduğunu belirtir (Akkuş-Yılmaz 2011: 485). Ona “Aksarayî”
denmesi ise irşâd faaliyetlerini sürdürdüğü tekkesinin bulunduğu yer olan
Aksaray’a nispetledir. Oğlan şeyh diye anılması bir rivayete göre
kendisine aynı lakapla anılan İsmail Maşûkî’yi pir olarak seçmesinden
kaynaklanmaktadır. Başka bir rivayette ise tasavvufî ilk eğitimini aldığı
dedesi Tabtab Şah Ali, küçük yaşta olan İbrahim Efendi’ye kendi mürşidi olan
Sârbân Ahmed’in “Varımı ol Hakk’a verdim hânümânım kalmadı” mısraını okumuş,
İbrahim Efendinin “Acaba kendilerinin varı var mı?” diye sorması üzerine “Bu
oğlan şeyhtir.” demiş, böylelikle İbrahim Efendi’nin lakabı “oğlan şeyh” olarak
kalmıştır. Yine toplumun genç tabakasını hedef alan bir şeyh olduğu için bu
lakapla anıldığını söyleyen kaynaklar da bulunmaktadır. Olanlar şeyhi diye
anılması ise ulaştığı kemal mertebesini vurgulamak maksadıyladır.
İbrahim Efendi Kosova vilâyetinin Üsküp sancağına bağlı Eğridere’de
1000/1591 yılında dünyaya gelmiştir. Halifesi Sun’ullah Gaybî
(ö.1087/1676) Sohbetnâme adlı eserinde doğum tarihi ile ilgili
şu bilgiyi vermektedir. “Ceddim Tabtab Şah Ali Hazretleri vilâdetimize bu beyitle
işâret eylemişler: Doğduğu bin târihidir Hazret-i İbrâhîm’in / İntikâl
etti cihândan bil o gün kutb-ı zamân” (Gaybî vr. 28b). Yazılı ve sözlü
kaynaklarda İbrahim Efendi’nin zengin bir tüccarın oğlu olması dışında ailesi,
eşi ve çocukları hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir. Küçük yaşlardan
itibaren tasavvufî bir muhit içinde bulunmuş, tasavvufla ilgili ilk eğitimini
ceddim dediği Melâmî şeyhi Tabtab Şah Ali’den almıştır. Küçük yaşlarda babasını
kaybettikten sonra annesinden izin alarak İstanbul’a gitmiştir. Burada bir
hemşerisinin yardımıyla Eğrikapı’da irşad faaliyetlerinde bulunan Seyyid
Seyfullah Efendi’nin halîfesi Hakîkî-zâde Osman Efendi’ye intisab etmiştir.
Şeyhinin tekkesinin dışına bir çukur kazarak “çille-i merdân” ile sülûkunu
tamamlamıştır. Yedi yıl sıkı riyâzetlerle tekmil-i tarik ettikten sonra
kendisine Aksaray’daki Yakub Ağa tarafından yaptırılmış olan Gavsî Tekke’sinde
irşad hizmeti ile görevlendirilmiştir (Yılmaz 2001: 327). Burada elli yıl kadar
şeyhlik makamında bulunan İbrahim Efendi’nin Hakîkî-zâde Osman Efendi (ö.
1038/1628-29), Hüseyin Lâmekânî (ö. 1034/1624), Tabtab Şah Ali, Aziz Mahmud
Hüdâî (ö. 1038/1628-29) ve Abdülehad-ı Nurî’den (ö. 1061/1651) feyz aldığı
belirtilmektedir. IV. Murad’ın katlini emrettiği şeyhler içinde adı geçen
İbrahim Efendi, Aziz Mahmud Hüdâyî’ye sığınarak bu cezadan kurtulmuştur. Kendisi
silsile-i mânevî ve silsile-i sûrî olarak tanımladığı iki ayrı tarikata bağlı
olduğunu söylemektedir. Mânevî silsilesi Bayrâmî-Melâmî, Sûrî silsilesi ise
Halvetî tarikatına işaret etmektedir (Türer 1982: 2/305). Ayrıca, Melâmî
şeyhleri arasında bulunan İdris Muhtefî Efendi, Bosnalı Abdullah Efendi, Hacı
Kabâî Efendi, Sütçü Beşir Ağa ve Sarı Abdullah Efendi’nin sohbetlerine katılıp
ilim ve irfanını geliştirmiştir (Gölpınarlı 1992: 92). Lakabına izafetle daha
sonra Olanlar Tekkesi diye zikredilen tekkede kısa zamanda büyük bir şöhret
kazandı ve ömrünün sonuna kadar kadar tekkenin şeyhlik makamında bulunup ilim
ve irşad faaliyetlerine devam etmiştir. Şeyhî, İbrahim Efendi’nin tekkesi
ile ilgili olarak “tekkesine ulemâ ve vüzerâ hâzır olup fukarâ ve duafâ
duhûle mecâl bulamazdı” (Özcan 1989: 1/553) diyerek tekkenin ne kadar
önemli olduğundan bahsetmektedir. Yine Nazmî de “Yevmü’l-Cum’a
mukâbelesinde, ulemâ ve vüzerâ dâbbelerinden geçilmez ve tekkeye duhûle herkes
yol bulamaz idi” (Türer 1982: 2/306) diyerek İbrahim Efendi’nin devrinin
önemli şeyhlerinden biri olduğunu belirtmektedir. 22 Rebiülâhır 1065/1 Mart
1655 tarihinde vefat eden İbrahim Efendi tekkesinin haziresine defnedilmiştir.
Fakat tekkenin 1957 yılında yolun genişletilmesi için yıkıldığından dolayı
türbesi Murat Paşa camiinin avlusuna nakledilmiştir (Tanman 2007: 33/319). Bazı
kaynaklar, Tal’atî Hüseyin (ö. 1075)’in “Cennet olsun makâmın İbrahim”
mısraını vefat tarihi olarak söylediğini kaydederler. Hüseyin Vassâf’ın
dergahın şeyhi Hüsnü Efendi’nin isteği üzerine İbrahim Efendi için yazdığı
1066-7/1656 yılını veren “Sırr-ı Hakk’ın mazharıdır âzim-i dârü’n-nevâl”
şeklindeki mısraın yer aldığı tarih manzumesi de Sefîne-i Evliyâ’da kayıtlıdır.
Sözlerinin İbnü'l-Arabi ve Mevlana Celaleddin-i Rûmî kulağıyla
dinlenilmesini isteyen İbrahim Efendi, vahdet-i vücudu ve Melâmîliğin bütün
görüşlerini benimsemiş güçlü bir mutasavvıf şairdir. İbrahim Efendi’nin
eserleri üzerine bir doktora ve dört yüksek lisans tezi hazırlanmıştır. Tekkede
şeyhlik yapması ve etrafındaki birçok kişiye ilim ve irfan öğretmesi yanında,
tasavvufî düşüncelerini manzum olarak kaleme alan bir kişidir. Eserleri
şunlardır:
1. Dîvân: Eser, divandan çok divançeyi andırmaktadır. On üç büyük kaside ile bir
kısmı hece vezniyle yazılmış ilahilerden meydana gelen eserin İstanbul
kütüphanelerinde mevcut on beş kadar nüshası vardır. Divân’ın tertibi, nazım
şekilleri ve türlerini esas alan bir teptip değil, kafiye tertibine
dayanmaktadır. Eserinde vahdet-i Vücûd felsefesini işlemiştir. Bazı
kasidelerinde Emevilere ve Abbasilere ağır sözler söylemiştir. Eserin bir
nüshası İstanbul Üniv. Yazma Eser Kütüphanesi TY 333 numarada kayıtlıdır. Kimi
divan metinlerinde başta Vahdet-nâme isimli eseri ile Dil-i
Dânâ isimli meşhur kasidesi de yer almaktadır.
2. Müfîd ü Muhtasar: Mesnevî nazım şekliyle aruzun remel bahrinin
fâ‛ilâtün fâ‛ilâtün fâ‛ilün kalıbıyla yazılmış 1080 beyitten müteşekkil bir
manzumedir. Okuyucuya bilgi vermeyi, eğitmeyi amaçlayan bir mesnevidir. Tevhid,
na‛t, dört halife ve sultan I. Ahmed’in övgüsünün yer aldığı girişten sonra,
mesnevînin ana konusuna geçmeden evvel şair hece vezniyle mesnevînin yazılışından
bahseder ve nasihat kısmına yer verir. Ana bölümde ise elli dokuz başlık
altında âriflerin halleri, zikir ve fikir kavramlarına dair yorumlar, vahdet,
sohbet âdâbı, dört unsur, şeriat, tarikat, hakikat ve marifet gibi meseleler
üzerinde durmuştur. Ayrıca Nakşibendîlik, Celvetîlik, Bayramîlik, Mevlevîlik,
Halvetîlik, Bektaşîlik gibi tarikatleri de kısaca tanıtmıştır. Eser genel
olarak didaktik bir mahiyet taşımaktadır. Bahsedilen konularla ilgili
terimlerin sıralanması bakımından da dikkat çekicidir. Bu eser
üzerine Kemikli bir kitap yayınlamıştır. (Kemikli 2001: 262
sayfa)
3. Kasîde-i Dil-i Dânâ: En meşhur eseridir. Bu kasidenin şöhreti şeyhin
“Hazret-i Dil-i Dânâ” diye de anılmasına vesile olmuştur. Melâmîler arasında
kutsal sayılmıştır. Kaside Rahmi Yananlı neşrinde 292 beyitten ibarettir.
Melamet düşüncesiyle yazılan şiirde dil-i dânâ(bilen gönül) ile kastedilen
insan-ı kâmildir. Şaire göre insan yaratılmış olanlarda kendini, kendinde de
yaratılmış olanlarda gördüğünde birliğe ulaşabilir. Bu eserle ilgili ve İbrahim
Efendi övgüsünde Kürkçübaşızâde Ali Ağa’nın da yazdığı aynı vezin ve kafiyede
bir kaside bulunmaktadır. Bir nüshası Süleymaniye Küt. Esad Efendi 3498/1
numarada kayıtlıdır. Eser günümüz harflerine transkribe edilmiştir. (Yanyalı
2008: 105 vd.)
4. Kasîde-i Mîmiyye: Bir devriye olan bu kaside 196 beyitten
oluşmaktadır. İçinde vahdet-i vücut, insan-ı kâmil ve devir nazariyesinden
bahsolunmaktadır. Şiir aruzun recez bahrinin müstef‛ilün müstef‛ilün
müstef‛ilün müstef‛ilün kalıbıyla yazıldı. Vahdaniyet’i onun hakikat-i
Muhammediyye tecellisini, geçtiği muhtelif mertebeleri aslına dönmeden sonra
tekrar zuhurunu anlatmıştır. Bu devriye tekkelerde de okutulmuştur. Eseri
Tansel yayınlamıştır (Tansel 1969: 187-199).
5. Usûl-i Muhakkıkîn (Vahdetnâme/Tasavvufnâme): Eser 1023
tarihinde yazılmıştır. Bazı kaynaklarda 1020 tarihi verilmişse de eserinin üç
yerinde tarihini vermektedir. Lâmekâni Hüseyin Efendi'nin işaretiyle yazdığını
bildirdiği eseri genç sayılabilecek bir yaşta yazması, şairin bu yaşta
yüksek bir irfan seviyesine ulaştığını göstermektedir. On iki bölümden oluşan
1262 beyitten meydana gelen tasavvuf ve bilhassa melamet adabının anlatıldığı
mesnevi tarzındaki eser bazen divan nüshalarıyla aynı cilt içinde
bulunmaktadır. (Azamat 2000: 21/300) Eseri herkesin anlayabileceği basit bir
dille anlatmış, bazen lirik bir ifade kullanmış, öğretici-didaktik bir eserdir.
Vahdete ulaşmak isteyen talibe rehberlik yapmak için kaleme alınmış olup
mesnevi tarzındadır. Eserin içinde bidâyet, hakikat, ârif, cism-i insan, kalbin
halleri, sohbet âdâbı, vahdet, kudret, seyr-i sülük, hikmet gibi konular
işlenmektedir. Nüshası Tokat Kütüphanesi 780 numaradadır.
Mutasavvıf bir şair olan İbrahim Efendi, tasavvufun önemli meseleleri
üzerinde durdu, bunları çoğunlukla didaktik bir üslûpla anlattı. Eserlerinde
şeriat, tarîkat, hakîkat, âdâb, sohbet ve hizmet gibi bazı temel tasavvufî
konulara yer vermekle birlikte vahdet-i vücûd, insân-ı kâmil, devir ve velâyet
gibi birtakım tartışmalı meseleler üzerinde daha çok durmuştur. Bundan dolayı
da yaşadığı dönemden itibaren çeşitli tenkitlerin ve suçlamaların hedefi haline
gelmiştir. İbrahim Efendi melâmî anlayışa sahip bir ailede dünyaya gelmiş,
fakat daha sonra Halvetî usulüne göre terbiye görmüş ve irşâd faaliyetlerinde
bulunmuş bir sûfîdir. O, aynı zamanda tasavvufla ilgili çeşitli manzum eserler
de kaleme almıştır. Bu eserlerinde tasavvufun hemen her konusuna değinmiştir.
Fakat onun yazılarındaki ve sohbetlerindeki temel vurgu vahdet-i vücûd ve
bununla ilgili meselelerdir. Bundan dolayı kendisine “İkinci İbnü’l-Arabî”
dendi. Eserlerinde sanat kaygısı gütmeyen mutasavvıfın hece vezniyle yazdığı
şiirlerinde Yunus Emre’nin etkisi görülmektedir. Eserlerinde pek ehl-i sünnet
dışına çıkmadı.
Kaynakça
Akkuş, Mehmet, Ali Yılmaz (hzl.) (2011). Osman-zâde Vassaf Sefine-i Evliya.
C. 2. İstanbul: Kitabevi Yay.
Aydoğan, Şamil
(1997). Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi’nin Müfid ü Muhtasar
Mesnevîsi. Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Ankara Üniv.
Azamat, Nihat (2000).
“İbrahim Efendi, Olanlar Şeyhi”. İslam Ansiklopedisi.
C.21. İstanbul: TDV Yay. 298-300.
Bursalı Mehmed Tahir
(2000). Osmanlı Müellifleri I-II-III. C. 1. Ankara: Bizim Büro Yay.
Gökbulut, Süleyman
(2003). Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi’nin Vahdetnâme/Usûl-i Muhakkıkîn’i
Işığında Tasavvufî Görüşleri. Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Dokuz Eylül
Üniversitesi.
Gökbulut, Süleyman
(2012). “Oğlan Şeyh İbrahim Efendi ve Bazı Tasavvufî Görüşleri”. Hitit
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. C. 11. Çorum. 22: 253-280.
Gölpınarlı, Abdülbaki
(1992). Melâmîlik ve Melâmîler. İstanbul: Gri Yay.
Güzel, Abdurrahman
(2009). Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı El Kitabı. 4. Baskı. Ankara:
Akçağ Yay.
İbrahim (Oğlanlar
Şeyhi) (1976). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. C. 4.
İstanbul: Dergâh Yay.
İbrahim (Oğlanlar
Şeyhi) (2002). Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C.
5. İstanbul: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
Kemikli, Bilal
(2001). Oğlanlar Şeyhi İbrahim, Müfid ü Muhtasar (İnceleme-Metin). Ankara:
Akçağ Yay.
Köse, İlhami (1997). Kitâb-ı
Mifîd u Muhtasar (Edisyon-Kritik). Yüksek Lisans Tezi. İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Müstakîmzâde Süleyman Sadeddîn (2000). Mecelletü’n-Nisâb
(Tıpkı Basım). Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
Kurnaz, Cemal, M.
Tatcı (hzl.)(2001). Mehmed Nâil Tuman Tuhfe-i Nâilî-Divan
Şairlerinin Muhtasar Biyografileri. C. 1. Ankara: Bizim Büro Yay.
Müstakimzâde Süleyman
Sadeddin Efendi. Mecelletü’n-Nisâb. Süleymaniye Kütüphanesi. Hâlet
Efendi. Nu. 628. vr. 123a.
Özcan, Abdülkadir
(haz.) (1989). Şeyhî Mehmed Ef. Şakâyık-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri,
Vekâyiu’l-Fuzalâ. C. 1. İstanbul: Çağrı Yay.
Soysal, Ayşe Âsûde
(2005). XVII. Yüzyılda Bir Bayramî Melâmî Kutbu: Oğlan(lar) Şeyh(i)
İbrahim Efendi. Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Sun’ullah Gaybî. Sohbetnâme.
Millî Ktp. No: 06 Mil Yz A 364/1.
Tanman, M. Baha
(1994). “Oğlanlar Tekkesi”. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi.
C. 6. İstanbul: Tarih Vakfı Yay. 123.
Tanman, M. Baha
(2007). “Oğlanlar Tekkesi”. İslam Ansiklopedisi.
C. 33. İstanbul: TDV Yay. 319-320.
Tansel, F. Abdullah
(1969). “Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi ve Devriyesi”. Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Ankara. 17: 187-199.
Türer, Osman (hzl.)
(1982). Mehmed Nazmî Hayatı, Eserleri ve Hediyyetü’l-İhvân’ı. C. 2.
Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.
Türk Dili ve Edebiyatı
Ansiklopedisi (1981). “İbrahim (Oğlanlar, Olanlar Şeyhi).” C. 4. İstanbul: Dergâh
Yay. 330.
Türk Dünyası Ortak
Edebiyatı Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi (2004).
“İbrahim”. C. 5. Ankara: AKM Yay. 129.
Uçman, Abdullah
(2001). “İbrahim Efendi”. Rıza Tevfik’in Tekke ve Halk Edebiyatı ile
İlgili Makaleleri. İstanbul: MEB Yay. 218-25.
Yananlı, H. Rahmi
(hzl.) (2008). Hazret-i Dil-i Dânâ Oğlan Şeyh İbrahim Efendi Külliyatı, İstanbul:
Kitabevi Yay.
Yılmaz, Necdet
(2001). Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, Sûfîler, Devlet ve Ulemâ (XVII.
yüzyıl). İstanbul: Osav Yay.
Yılmaz, Nuri (1998). Oğlanlar
Şeyhi İbrahim Efendi Dîvanı (İnceleme-Metin). Yüksek Lisans Tezi.
Erzurum: Atatürk Üniversitesi.
Zübeyiroğlu, Ruhsar
(1989). Mecmuatü’t-Terâcim Mehmed Tevfik Efendi. Doktora Tezi.
İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: MEHMET ÜNAL - MÜJGÂN ÇAKIRYayın Tarihi: 01.10.2014Güncelleme Tarihi: 08.12.2020Eserlerinden Örnekler
Usûl-i Muhakkıkîn’den
Medhi Pâdişâhı îslâm Hullidet Hilâfetühü İlâ Yevmi’ l-Kıyâme
Bugün Sultân-ı İslâmı Hudâyâ
Mu’ammer eyle lutf it Pâdişâha
Odur devr içre şems-i Âl-i Osmân
Semmî Hazret-i Ahmeddür ol Hân
Adâlet tahtınun sultânıdır ol
Sehâvet ma’deninün kânıdur ol
O denlü hayra mâildür ki ol şâh
Beyân eyleyümez dil bilür Allâh
Bu yetmez mi kemâline o şâhun
Rızâsı üzredür dâim İlâhun
Anın aşrında olan hayr ü ihsân
Dahî olmadı bir târîhde ey cân
Salubdur her yana emn ü emâm
Bu aşrun ol durur sâhib-kırâm
Acem şâhı eli baglu kulıdur
Kamu şâhlar kul olsalar yolıdur
Ana Hak bir vezîr itmişdür i’tâ
Düşünde görmedi bi’llâh Dârâ
Adâletdür vezîrinün şi’ârı
Himâyetdür reâyâya disârı
Mübarek ismidür anun Muhammed
Hakkun fazlıyla olmışdur müeyyed
Ne tedbîr eylese heb cümle ma’kûl
Ne takrîr eylese ma’nâ vü menkûl
Hemân Mûsâ vü Hârûndur hakîkat
Bu sultânun durur her demde nusret
Zamânında nice vîrânı ihyâ
İdüben eyledi a’lâdan a’lâ
Bi-hamdi’llâh zamânında bulunduk
Fenâ burcunda mahv olub tolanduk
Sa’âdet ana yetmez mi Hudâ’dan
Virildi izz ü devlet Kibriyâ’dan
Hakkun fazlıyla bir câmi’ yapubdur
Ne kimse işidübdür ne görübdür
Bihişt-âsâ o câmi pür-münakkaş
Sanasın kim melekler eylemiş nakş
Hakîkatde o şâhun dikkatiyle
Cemî-i evliyânun himmetiyle
Tamâm ola bi-hakk-ı sırr-ı merdân
İmâm ola o beyte kutb-ı devrân
O sultân aşkına ben bu kitâbı
Yazûb derc eyledüm cümle sevâbı
Yazıldı bin yigirmi üç târihinde
Düzüldi sâ’atinde târîhinde
Umârum tâ kıyâmet bu kitâbı
Okıyana ide Hak feth-i bâbı
Du’âm oldur okıyup dinleyenden
Sözimün ma’nîsîni anlayandan
Du’â ideler İbrahim’e cândan
Hudâ ayırmaya aşkını cândan
Gökbulut, Süleyman (2003). Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi’nin Vahdetnâme/Usûl-i Muhakkıkîn’i Işığında Tasavvufî Görüşleri. Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi. 118-119.
Kasîde-i Mimiyye’den
Devriye
Hak der ki Kenz-i mahfi’yem âlemde pinhân olmışam
Zâtım münezzehdir velî ismimle insân olmışam
Zâtım ile Zâtımdayım vasfımla âyâtımdayım
Sun'ımda isbâtımdayım hem cism hem cân olmışam
Hem gevher hem kân Ben’im hem Arş hem Rahmân Ben’im
Hem sûret hem cân Ben’im hem în hem ân olmışam
Sözlerde söz olan Ben’im özlerde öz olan Ben’im
Gözlerde göz olan Ben’im kim ayn-i a’yân olmışam
Müdrik olan müdrek olan hem derk hem idrâk olan
Hem çarh hem eflâk olan gerdûnda gerdân olmışam
Evvel Ben’im âhir Ben’im (hem) Bâtın (h)em Zâhir Ben’im
Her işlerde Kâdir Ben’im her derde dermân olmışam
Gâhî mazrûf içre nihân gâhî mürekkebde iyân
Gâh bî-nişânım geh nişân gâh dehr-i ezmân olmışam
Göklerde her çarh ururum gâh yeryüzünde yürürüm
Gâh görmezem gâh görürüm gâh tob (u) çevgân olmışam
Gâh pâdişâhem gâh gedâ gâh pür-gam u gâh pür-safâ
Gâh Bû Cehl gâh Mustafâ gâh Şîr-i Yezdân olmışam
Gâh(î) vucûd gâh Mutlak’am gâh(î) mukayyed olmışam
Gâh müfredâtdâ sâriyem gâh Çâr-ı erkân olmışam
Gâh âdem ü Havvâ Ben’im gâh Hızr ile Mûsâ Ben’im
Gâh Meryem (ü) İsâ Ben’im çarmıhda sûzân olmışam
Ol Zât-i pâk’imle kamû Zâhir Ben’imle mû-be-mû
Bu sözü fehm eyle amû a’yân’a sultân olmışam
Âlem Ben’im Âdem Ben’im her ism ile hem-dem Ben’im
Her sûrete mahrem Ben’im her cisme mihmân olmışam
Fıkıh Ferâyiz’de iyân ilm-i ledünnî’de nihân
Her bî-nişândâ bî-nişân Vahdet’de yeksân olmışam
Canlar kamû cânımdadır Tâlib’ler Erkân’ımdadır
Halk cümle Dîvân’ımdadır Ben şâh-ı şâhân olmışam
Mahiyyet-i eşyâ Ben’im hem sûret(li)em ma’nâ Ben’im
Hem Kenz-i lâ-yufnâ Ben’im hem în hem ân olmışam
Âdem Safi dedikleri bil bir tecellîmdir Ben’im
Nûh-ı Nebî dedikleri ezmânda Tûfân olmışam
İbrâlıim ü Nemrûd olan Hak demeyüb merdûd olan
Ma’dûm olan mevcûd olan akl ile iz’ân olmışam
Mûsâ ile Fir’avn ile cenge ser-âgâz eyledim
Gâh Mûsâ gâh Hârûn ile Fir’avn u Hâmân olmışam
İsâ deminde mürüvvet ihyâ eden ııutkumdurur
Sokrat u Bokrat bil Ben’(im) hükümünde Lokmân olmışam
Cümle zemin (ü) âsmân Ben’den tolû kevn ü mekân
Hep Ben’dedir halk-ı cihân Ben halka hâkân olmışam
Âdem deminde söyleyen her eyleyende eyleyen
Bilinmeyen ve bilinen esrâra Furkân olmışam
Toprak atan kâfirlere Âhmed eliyle Ben idim
Uyhûya iletdi anları bu hâle hayrân olmışam
Sonrâ Ebû Bekr olmışam sonra Ömer dâhi Ben’im
Osmân-ı Zi’n-Nûr Ben’de hem bil Şâh-ı Merdân olmışam
Mervâniyân oldu tamâm Abdu’l-Azîz oldu imâm
Bir hutbede etdim selâm kâri’-i pâkân olmışam
İsnâ aşer oldum hemîn İsrâîl’e oldum hemîn
Hakkü’l-yakîn aynü’l-yakîn Mehdî-i devrân olmışam
Oldu nemûdârım cihân rengim zamân (zemîn ü) âsmân
Fermân Ben’imdir Kün fekân ser-î cihân-bân olmışam
Hem mazharım hem muzhirrim hem nâzırım hem manzurum
Hem şât(d)irim hem masdurum ihfâ vü a’yân (îyân) olmışam
Tansel, F. Abdullah (1969). “Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi ve Devriyesi”. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 17: 193-194.
Dil-i Dana Kasidesi’nden
Cihânı cümle zâtında görür zahir dil-i dânâ
Dil-i dânâda zahirdir eger dünyâ eger ukbâ
Dil-i dânâdan iste her ne istersen muhabbetle
Dil-i dânâdurur fehm eyler isen Cennetü’l-Me’vâ
Cihân eşyâsının lübbü dil-i dânâdan cem’ oldu
Bu cem'in cem’i cem’idir dil-i dânâdaki cem’â
Vücûd içre meratib var biri evvel biri âhir
Biri berzah durur kim ana derler berzah-ı kübrâ
Tekaddüm ettigi için zatı esmâ vü sıfâtına
Hüve’l-evvel denildi oldu evvel a’zam-ı esmâ
Kemaliyle zuhuru zahir oldu sırr-ı âdemde
Hüve’l-bâtın durur zatı hüve’z-zâhir sıfatıdır
Sıfat u zâtının beyninde berzahdır dil-i dânâ
Dil-i dânâ durur bilgil hüve’l-bâtın hüve’z-zâhir
Dil-i dânâ durur bilgil denilen kurb-i Ev-Ednâ
Nice biıı yıl bu devrin dönmesinden zâhir oldu dil
Cihan zerrâti cem oldu budur cem’iyyet-i kübrâ
Bu cem’iyyetde zâhir oldu vech-i zat-ı pâk-i Hak
Göründü vech-i Ademden Hudâ bi-misl ü bi-hemtâ
Gören ve görünen kendi durur bil zâhir u bâtın
Cihân vechinde kendi varlıgıdır âlim ü dânâ
Ne hâlettir ne hikmettir ne ibrettir ne kudrettir
Nebi der Hak bana âdem göründü Leyle-i Esrâ
Nebi mi’râcda Rabbim sûret-i âdemde gördüm der
Hakkı Âdemde isbât eyle gezme serseri sabra
Şu can kim dîde-i hak ile âdem kimdurur görse
Hitab-ı Len Teranî gussasın çekmez o cân ömre
Görürsün nur-i ma’na Hakkı âdemden taleb eyle
Bilinmez Hak bilinmeyince kimdir Adem-i ma’nâ
Sıfât u zâtının âyînesidür âlem ü âdem
Dogup âlemden âdem çıktı oldu âlem-i kübrâ
Eğerçi âdemi âlem dogurdu zâhiren ammâ
Bilir ârif ki ademden dogar âlem eder îdâ
Hakkın zât u sıfâtında zuhûrun âşikâr eyler
Sıfatı dahi zatından görünür bi-men ü bi-ma
Sıfat esmâsının âyinesidür suret-i âlem
Yananlı, H. Rahmi (hzl.) (2008). Hazret-i Dil-i Dânâ Oğlan Şeyh İbrahim Efendi Külliyatı. İstanbul: Kitabevi Yay. 105-106.
Divân’ından
İlahi
Sorarsan her nefes zevkim benim câm-ı safâdandır
Bu âlem içre irşâdım Muhammed Mustafâ’dandır
Gözüm yumsam fenâ fi’llâh gözüm açsam bekâ bi’llâh
Bana bu lutf u bu ihsân Cenâb-ı Kibriyâ’dandır
Benim takrîr u tahkîkim degildir kendi kendimden
Ebûbekr u Ömer Osmân Aliyyü’l-Murtazâ’dandır
Dışım aşk içim maşûk haberdâr ol bu manâdan
Bu hâliyle bu hâsılım gönüldeki cilâdandır
Yürü zâhid senin aklın bizim tevhîdimiz bilmez
Bu gencin fethi İbrâhîm’e erden evliyâdandır
Akkuş, Mehmet, Ali Yılmaz (hzl.) (2011). Osman-zâde Vassaf Sefine-i Evliya. C. 2. İstanbul: Kitabevi Yay. 488.
İlişkili Maddeler
Yayın Tarihi: 01.10.2014Güncelleme Tarihi: 08.12.2020Eserlerinden Örnekler
Usûl-i Muhakkıkîn’den
Medhi Pâdişâhı îslâm Hullidet Hilâfetühü İlâ Yevmi’ l-Kıyâme
Bugün Sultân-ı İslâmı Hudâyâ
Mu’ammer eyle lutf it Pâdişâha
Odur devr içre şems-i Âl-i Osmân
Semmî Hazret-i Ahmeddür ol Hân
Adâlet tahtınun sultânıdır ol
Sehâvet ma’deninün kânıdur ol
O denlü hayra mâildür ki ol şâh
Beyân eyleyümez dil bilür Allâh
Bu yetmez mi kemâline o şâhun
Rızâsı üzredür dâim İlâhun
Anın aşrında olan hayr ü ihsân
Dahî olmadı bir târîhde ey cân
Salubdur her yana emn ü emâm
Bu aşrun ol durur sâhib-kırâm
Acem şâhı eli baglu kulıdur
Kamu şâhlar kul olsalar yolıdur
Ana Hak bir vezîr itmişdür i’tâ
Düşünde görmedi bi’llâh Dârâ
Adâletdür vezîrinün şi’ârı
Himâyetdür reâyâya disârı
Mübarek ismidür anun Muhammed
Hakkun fazlıyla olmışdur müeyyed
Ne tedbîr eylese heb cümle ma’kûl
Ne takrîr eylese ma’nâ vü menkûl
Hemân Mûsâ vü Hârûndur hakîkat
Bu sultânun durur her demde nusret
Zamânında nice vîrânı ihyâ
İdüben eyledi a’lâdan a’lâ
Bi-hamdi’llâh zamânında bulunduk
Fenâ burcunda mahv olub tolanduk
Sa’âdet ana yetmez mi Hudâ’dan
Virildi izz ü devlet Kibriyâ’dan
Hakkun fazlıyla bir câmi’ yapubdur
Ne kimse işidübdür ne görübdür
Bihişt-âsâ o câmi pür-münakkaş
Sanasın kim melekler eylemiş nakş
Hakîkatde o şâhun dikkatiyle
Cemî-i evliyânun himmetiyle
Tamâm ola bi-hakk-ı sırr-ı merdân
İmâm ola o beyte kutb-ı devrân
O sultân aşkına ben bu kitâbı
Yazûb derc eyledüm cümle sevâbı
Yazıldı bin yigirmi üç târihinde
Düzüldi sâ’atinde târîhinde
Umârum tâ kıyâmet bu kitâbı
Okıyana ide Hak feth-i bâbı
Du’âm oldur okıyup dinleyenden
Sözimün ma’nîsîni anlayandan
Du’â ideler İbrahim’e cândan
Hudâ ayırmaya aşkını cândan
Gökbulut, Süleyman (2003). Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi’nin Vahdetnâme/Usûl-i Muhakkıkîn’i Işığında Tasavvufî Görüşleri. Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi. 118-119.
Kasîde-i Mimiyye’den
Devriye
Hak der ki Kenz-i mahfi’yem âlemde pinhân olmışam
Zâtım münezzehdir velî ismimle insân olmışam
Zâtım ile Zâtımdayım vasfımla âyâtımdayım
Sun'ımda isbâtımdayım hem cism hem cân olmışam
Hem gevher hem kân Ben’im hem Arş hem Rahmân Ben’im
Hem sûret hem cân Ben’im hem în hem ân olmışam
Sözlerde söz olan Ben’im özlerde öz olan Ben’im
Gözlerde göz olan Ben’im kim ayn-i a’yân olmışam
Müdrik olan müdrek olan hem derk hem idrâk olan
Hem çarh hem eflâk olan gerdûnda gerdân olmışam
Evvel Ben’im âhir Ben’im (hem) Bâtın (h)em Zâhir Ben’im
Her işlerde Kâdir Ben’im her derde dermân olmışam
Gâhî mazrûf içre nihân gâhî mürekkebde iyân
Gâh bî-nişânım geh nişân gâh dehr-i ezmân olmışam
Göklerde her çarh ururum gâh yeryüzünde yürürüm
Gâh görmezem gâh görürüm gâh tob (u) çevgân olmışam
Gâh pâdişâhem gâh gedâ gâh pür-gam u gâh pür-safâ
Gâh Bû Cehl gâh Mustafâ gâh Şîr-i Yezdân olmışam
Gâh(î) vucûd gâh Mutlak’am gâh(î) mukayyed olmışam
Gâh müfredâtdâ sâriyem gâh Çâr-ı erkân olmışam
Gâh âdem ü Havvâ Ben’im gâh Hızr ile Mûsâ Ben’im
Gâh Meryem (ü) İsâ Ben’im çarmıhda sûzân olmışam
Ol Zât-i pâk’imle kamû Zâhir Ben’imle mû-be-mû
Bu sözü fehm eyle amû a’yân’a sultân olmışam
Âlem Ben’im Âdem Ben’im her ism ile hem-dem Ben’im
Her sûrete mahrem Ben’im her cisme mihmân olmışam
Fıkıh Ferâyiz’de iyân ilm-i ledünnî’de nihân
Her bî-nişândâ bî-nişân Vahdet’de yeksân olmışam
Canlar kamû cânımdadır Tâlib’ler Erkân’ımdadır
Halk cümle Dîvân’ımdadır Ben şâh-ı şâhân olmışam
Mahiyyet-i eşyâ Ben’im hem sûret(li)em ma’nâ Ben’im
Hem Kenz-i lâ-yufnâ Ben’im hem în hem ân olmışam
Âdem Safi dedikleri bil bir tecellîmdir Ben’im
Nûh-ı Nebî dedikleri ezmânda Tûfân olmışam
İbrâlıim ü Nemrûd olan Hak demeyüb merdûd olan
Ma’dûm olan mevcûd olan akl ile iz’ân olmışam
Mûsâ ile Fir’avn ile cenge ser-âgâz eyledim
Gâh Mûsâ gâh Hârûn ile Fir’avn u Hâmân olmışam
İsâ deminde mürüvvet ihyâ eden ııutkumdurur
Sokrat u Bokrat bil Ben’(im) hükümünde Lokmân olmışam
Cümle zemin (ü) âsmân Ben’den tolû kevn ü mekân
Hep Ben’dedir halk-ı cihân Ben halka hâkân olmışam
Âdem deminde söyleyen her eyleyende eyleyen
Bilinmeyen ve bilinen esrâra Furkân olmışam
Toprak atan kâfirlere Âhmed eliyle Ben idim
Uyhûya iletdi anları bu hâle hayrân olmışam
Sonrâ Ebû Bekr olmışam sonra Ömer dâhi Ben’im
Osmân-ı Zi’n-Nûr Ben’de hem bil Şâh-ı Merdân olmışam
Mervâniyân oldu tamâm Abdu’l-Azîz oldu imâm
Bir hutbede etdim selâm kâri’-i pâkân olmışam
İsnâ aşer oldum hemîn İsrâîl’e oldum hemîn
Hakkü’l-yakîn aynü’l-yakîn Mehdî-i devrân olmışam
Oldu nemûdârım cihân rengim zamân (zemîn ü) âsmân
Fermân Ben’imdir Kün fekân ser-î cihân-bân olmışam
Hem mazharım hem muzhirrim hem nâzırım hem manzurum
Hem şât(d)irim hem masdurum ihfâ vü a’yân (îyân) olmışam
Tansel, F. Abdullah (1969). “Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi ve Devriyesi”. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 17: 193-194.
Dil-i Dana Kasidesi’nden
Cihânı cümle zâtında görür zahir dil-i dânâ
Dil-i dânâda zahirdir eger dünyâ eger ukbâ
Dil-i dânâdan iste her ne istersen muhabbetle
Dil-i dânâdurur fehm eyler isen Cennetü’l-Me’vâ
Cihân eşyâsının lübbü dil-i dânâdan cem’ oldu
Bu cem'in cem’i cem’idir dil-i dânâdaki cem’â
Vücûd içre meratib var biri evvel biri âhir
Biri berzah durur kim ana derler berzah-ı kübrâ
Tekaddüm ettigi için zatı esmâ vü sıfâtına
Hüve’l-evvel denildi oldu evvel a’zam-ı esmâ
Kemaliyle zuhuru zahir oldu sırr-ı âdemde
Hüve’l-bâtın durur zatı hüve’z-zâhir sıfatıdır
Sıfat u zâtının beyninde berzahdır dil-i dânâ
Dil-i dânâ durur bilgil hüve’l-bâtın hüve’z-zâhir
Dil-i dânâ durur bilgil denilen kurb-i Ev-Ednâ
Nice biıı yıl bu devrin dönmesinden zâhir oldu dil
Cihan zerrâti cem oldu budur cem’iyyet-i kübrâ
Bu cem’iyyetde zâhir oldu vech-i zat-ı pâk-i Hak
Göründü vech-i Ademden Hudâ bi-misl ü bi-hemtâ
Gören ve görünen kendi durur bil zâhir u bâtın
Cihân vechinde kendi varlıgıdır âlim ü dânâ
Ne hâlettir ne hikmettir ne ibrettir ne kudrettir
Nebi der Hak bana âdem göründü Leyle-i Esrâ
Nebi mi’râcda Rabbim sûret-i âdemde gördüm der
Hakkı Âdemde isbât eyle gezme serseri sabra
Şu can kim dîde-i hak ile âdem kimdurur görse
Hitab-ı Len Teranî gussasın çekmez o cân ömre
Görürsün nur-i ma’na Hakkı âdemden taleb eyle
Bilinmez Hak bilinmeyince kimdir Adem-i ma’nâ
Sıfât u zâtının âyînesidür âlem ü âdem
Dogup âlemden âdem çıktı oldu âlem-i kübrâ
Eğerçi âdemi âlem dogurdu zâhiren ammâ
Bilir ârif ki ademden dogar âlem eder îdâ
Hakkın zât u sıfâtında zuhûrun âşikâr eyler
Sıfatı dahi zatından görünür bi-men ü bi-ma
Sıfat esmâsının âyinesidür suret-i âlem
Yananlı, H. Rahmi (hzl.) (2008). Hazret-i Dil-i Dânâ Oğlan Şeyh İbrahim Efendi Külliyatı. İstanbul: Kitabevi Yay. 105-106.
Divân’ından
İlahi
Sorarsan her nefes zevkim benim câm-ı safâdandır
Bu âlem içre irşâdım Muhammed Mustafâ’dandır
Gözüm yumsam fenâ fi’llâh gözüm açsam bekâ bi’llâh
Bana bu lutf u bu ihsân Cenâb-ı Kibriyâ’dandır
Benim takrîr u tahkîkim degildir kendi kendimden
Ebûbekr u Ömer Osmân Aliyyü’l-Murtazâ’dandır
Dışım aşk içim maşûk haberdâr ol bu manâdan
Bu hâliyle bu hâsılım gönüldeki cilâdandır
Yürü zâhid senin aklın bizim tevhîdimiz bilmez
Bu gencin fethi İbrâhîm’e erden evliyâdandır
Akkuş, Mehmet, Ali Yılmaz (hzl.) (2011). Osman-zâde Vassaf Sefine-i Evliya. C. 2. İstanbul: Kitabevi Yay. 488.
İlişkili Maddeler
Güncelleme Tarihi: 08.12.2020Eserlerinden Örnekler
Usûl-i Muhakkıkîn’den
Medhi Pâdişâhı îslâm Hullidet Hilâfetühü İlâ Yevmi’ l-Kıyâme
Bugün Sultân-ı İslâmı Hudâyâ
Mu’ammer eyle lutf it Pâdişâha
Odur devr içre şems-i Âl-i Osmân
Semmî Hazret-i Ahmeddür ol Hân
Adâlet tahtınun sultânıdır ol
Sehâvet ma’deninün kânıdur ol
O denlü hayra mâildür ki ol şâh
Beyân eyleyümez dil bilür Allâh
Bu yetmez mi kemâline o şâhun
Rızâsı üzredür dâim İlâhun
Anın aşrında olan hayr ü ihsân
Dahî olmadı bir târîhde ey cân
Salubdur her yana emn ü emâm
Bu aşrun ol durur sâhib-kırâm
Acem şâhı eli baglu kulıdur
Kamu şâhlar kul olsalar yolıdur
Ana Hak bir vezîr itmişdür i’tâ
Düşünde görmedi bi’llâh Dârâ
Adâletdür vezîrinün şi’ârı
Himâyetdür reâyâya disârı
Mübarek ismidür anun Muhammed
Hakkun fazlıyla olmışdur müeyyed
Ne tedbîr eylese heb cümle ma’kûl
Ne takrîr eylese ma’nâ vü menkûl
Hemân Mûsâ vü Hârûndur hakîkat
Bu sultânun durur her demde nusret
Zamânında nice vîrânı ihyâ
İdüben eyledi a’lâdan a’lâ
Bi-hamdi’llâh zamânında bulunduk
Fenâ burcunda mahv olub tolanduk
Sa’âdet ana yetmez mi Hudâ’dan
Virildi izz ü devlet Kibriyâ’dan
Hakkun fazlıyla bir câmi’ yapubdur
Ne kimse işidübdür ne görübdür
Bihişt-âsâ o câmi pür-münakkaş
Sanasın kim melekler eylemiş nakş
Hakîkatde o şâhun dikkatiyle
Cemî-i evliyânun himmetiyle
Tamâm ola bi-hakk-ı sırr-ı merdân
İmâm ola o beyte kutb-ı devrân
O sultân aşkına ben bu kitâbı
Yazûb derc eyledüm cümle sevâbı
Yazıldı bin yigirmi üç târihinde
Düzüldi sâ’atinde târîhinde
Umârum tâ kıyâmet bu kitâbı
Okıyana ide Hak feth-i bâbı
Du’âm oldur okıyup dinleyenden
Sözimün ma’nîsîni anlayandan
Du’â ideler İbrahim’e cândan
Hudâ ayırmaya aşkını cândan
Gökbulut, Süleyman (2003). Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi’nin Vahdetnâme/Usûl-i Muhakkıkîn’i Işığında Tasavvufî Görüşleri. Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi. 118-119.
Kasîde-i Mimiyye’den
Devriye
Hak der ki Kenz-i mahfi’yem âlemde pinhân olmışam
Zâtım münezzehdir velî ismimle insân olmışam
Zâtım ile Zâtımdayım vasfımla âyâtımdayım
Sun'ımda isbâtımdayım hem cism hem cân olmışam
Hem gevher hem kân Ben’im hem Arş hem Rahmân Ben’im
Hem sûret hem cân Ben’im hem în hem ân olmışam
Sözlerde söz olan Ben’im özlerde öz olan Ben’im
Gözlerde göz olan Ben’im kim ayn-i a’yân olmışam
Müdrik olan müdrek olan hem derk hem idrâk olan
Hem çarh hem eflâk olan gerdûnda gerdân olmışam
Evvel Ben’im âhir Ben’im (hem) Bâtın (h)em Zâhir Ben’im
Her işlerde Kâdir Ben’im her derde dermân olmışam
Gâhî mazrûf içre nihân gâhî mürekkebde iyân
Gâh bî-nişânım geh nişân gâh dehr-i ezmân olmışam
Göklerde her çarh ururum gâh yeryüzünde yürürüm
Gâh görmezem gâh görürüm gâh tob (u) çevgân olmışam
Gâh pâdişâhem gâh gedâ gâh pür-gam u gâh pür-safâ
Gâh Bû Cehl gâh Mustafâ gâh Şîr-i Yezdân olmışam
Gâh(î) vucûd gâh Mutlak’am gâh(î) mukayyed olmışam
Gâh müfredâtdâ sâriyem gâh Çâr-ı erkân olmışam
Gâh âdem ü Havvâ Ben’im gâh Hızr ile Mûsâ Ben’im
Gâh Meryem (ü) İsâ Ben’im çarmıhda sûzân olmışam
Ol Zât-i pâk’imle kamû Zâhir Ben’imle mû-be-mû
Bu sözü fehm eyle amû a’yân’a sultân olmışam
Âlem Ben’im Âdem Ben’im her ism ile hem-dem Ben’im
Her sûrete mahrem Ben’im her cisme mihmân olmışam
Fıkıh Ferâyiz’de iyân ilm-i ledünnî’de nihân
Her bî-nişândâ bî-nişân Vahdet’de yeksân olmışam
Canlar kamû cânımdadır Tâlib’ler Erkân’ımdadır
Halk cümle Dîvân’ımdadır Ben şâh-ı şâhân olmışam
Mahiyyet-i eşyâ Ben’im hem sûret(li)em ma’nâ Ben’im
Hem Kenz-i lâ-yufnâ Ben’im hem în hem ân olmışam
Âdem Safi dedikleri bil bir tecellîmdir Ben’im
Nûh-ı Nebî dedikleri ezmânda Tûfân olmışam
İbrâlıim ü Nemrûd olan Hak demeyüb merdûd olan
Ma’dûm olan mevcûd olan akl ile iz’ân olmışam
Mûsâ ile Fir’avn ile cenge ser-âgâz eyledim
Gâh Mûsâ gâh Hârûn ile Fir’avn u Hâmân olmışam
İsâ deminde mürüvvet ihyâ eden ııutkumdurur
Sokrat u Bokrat bil Ben’(im) hükümünde Lokmân olmışam
Cümle zemin (ü) âsmân Ben’den tolû kevn ü mekân
Hep Ben’dedir halk-ı cihân Ben halka hâkân olmışam
Âdem deminde söyleyen her eyleyende eyleyen
Bilinmeyen ve bilinen esrâra Furkân olmışam
Toprak atan kâfirlere Âhmed eliyle Ben idim
Uyhûya iletdi anları bu hâle hayrân olmışam
Sonrâ Ebû Bekr olmışam sonra Ömer dâhi Ben’im
Osmân-ı Zi’n-Nûr Ben’de hem bil Şâh-ı Merdân olmışam
Mervâniyân oldu tamâm Abdu’l-Azîz oldu imâm
Bir hutbede etdim selâm kâri’-i pâkân olmışam
İsnâ aşer oldum hemîn İsrâîl’e oldum hemîn
Hakkü’l-yakîn aynü’l-yakîn Mehdî-i devrân olmışam
Oldu nemûdârım cihân rengim zamân (zemîn ü) âsmân
Fermân Ben’imdir Kün fekân ser-î cihân-bân olmışam
Hem mazharım hem muzhirrim hem nâzırım hem manzurum
Hem şât(d)irim hem masdurum ihfâ vü a’yân (îyân) olmışam
Tansel, F. Abdullah (1969). “Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi ve Devriyesi”. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 17: 193-194.
Dil-i Dana Kasidesi’nden
Cihânı cümle zâtında görür zahir dil-i dânâ
Dil-i dânâda zahirdir eger dünyâ eger ukbâ
Dil-i dânâdan iste her ne istersen muhabbetle
Dil-i dânâdurur fehm eyler isen Cennetü’l-Me’vâ
Cihân eşyâsının lübbü dil-i dânâdan cem’ oldu
Bu cem'in cem’i cem’idir dil-i dânâdaki cem’â
Vücûd içre meratib var biri evvel biri âhir
Biri berzah durur kim ana derler berzah-ı kübrâ
Tekaddüm ettigi için zatı esmâ vü sıfâtına
Hüve’l-evvel denildi oldu evvel a’zam-ı esmâ
Kemaliyle zuhuru zahir oldu sırr-ı âdemde
Hüve’l-bâtın durur zatı hüve’z-zâhir sıfatıdır
Sıfat u zâtının beyninde berzahdır dil-i dânâ
Dil-i dânâ durur bilgil hüve’l-bâtın hüve’z-zâhir
Dil-i dânâ durur bilgil denilen kurb-i Ev-Ednâ
Nice biıı yıl bu devrin dönmesinden zâhir oldu dil
Cihan zerrâti cem oldu budur cem’iyyet-i kübrâ
Bu cem’iyyetde zâhir oldu vech-i zat-ı pâk-i Hak
Göründü vech-i Ademden Hudâ bi-misl ü bi-hemtâ
Gören ve görünen kendi durur bil zâhir u bâtın
Cihân vechinde kendi varlıgıdır âlim ü dânâ
Ne hâlettir ne hikmettir ne ibrettir ne kudrettir
Nebi der Hak bana âdem göründü Leyle-i Esrâ
Nebi mi’râcda Rabbim sûret-i âdemde gördüm der
Hakkı Âdemde isbât eyle gezme serseri sabra
Şu can kim dîde-i hak ile âdem kimdurur görse
Hitab-ı Len Teranî gussasın çekmez o cân ömre
Görürsün nur-i ma’na Hakkı âdemden taleb eyle
Bilinmez Hak bilinmeyince kimdir Adem-i ma’nâ
Sıfât u zâtının âyînesidür âlem ü âdem
Dogup âlemden âdem çıktı oldu âlem-i kübrâ
Eğerçi âdemi âlem dogurdu zâhiren ammâ
Bilir ârif ki ademden dogar âlem eder îdâ
Hakkın zât u sıfâtında zuhûrun âşikâr eyler
Sıfatı dahi zatından görünür bi-men ü bi-ma
Sıfat esmâsının âyinesidür suret-i âlem
Yananlı, H. Rahmi (hzl.) (2008). Hazret-i Dil-i Dânâ Oğlan Şeyh İbrahim Efendi Külliyatı. İstanbul: Kitabevi Yay. 105-106.
Divân’ından
İlahi
Sorarsan her nefes zevkim benim câm-ı safâdandır
Bu âlem içre irşâdım Muhammed Mustafâ’dandır
Gözüm yumsam fenâ fi’llâh gözüm açsam bekâ bi’llâh
Bana bu lutf u bu ihsân Cenâb-ı Kibriyâ’dandır
Benim takrîr u tahkîkim degildir kendi kendimden
Ebûbekr u Ömer Osmân Aliyyü’l-Murtazâ’dandır
Dışım aşk içim maşûk haberdâr ol bu manâdan
Bu hâliyle bu hâsılım gönüldeki cilâdandır
Yürü zâhid senin aklın bizim tevhîdimiz bilmez
Bu gencin fethi İbrâhîm’e erden evliyâdandır
Akkuş, Mehmet, Ali Yılmaz (hzl.) (2011). Osman-zâde Vassaf Sefine-i Evliya. C. 2. İstanbul: Kitabevi Yay. 488.
İlişkili Maddeler
Eserlerinden Örnekler
Usûl-i Muhakkıkîn’den
Medhi Pâdişâhı îslâm Hullidet Hilâfetühü İlâ Yevmi’ l-Kıyâme
Bugün Sultân-ı İslâmı Hudâyâ
Mu’ammer eyle lutf it Pâdişâha
Odur devr içre şems-i Âl-i Osmân
Semmî Hazret-i Ahmeddür ol Hân
Adâlet tahtınun sultânıdır ol
Sehâvet ma’deninün kânıdur ol
O denlü hayra mâildür ki ol şâh
Beyân eyleyümez dil bilür Allâh
Bu yetmez mi kemâline o şâhun
Rızâsı üzredür dâim İlâhun
Anın aşrında olan hayr ü ihsân
Dahî olmadı bir târîhde ey cân
Salubdur her yana emn ü emâm
Bu aşrun ol durur sâhib-kırâm
Acem şâhı eli baglu kulıdur
Kamu şâhlar kul olsalar yolıdur
Ana Hak bir vezîr itmişdür i’tâ
Düşünde görmedi bi’llâh Dârâ
Adâletdür vezîrinün şi’ârı
Himâyetdür reâyâya disârı
Mübarek ismidür anun Muhammed
Hakkun fazlıyla olmışdur müeyyed
Ne tedbîr eylese heb cümle ma’kûl
Ne takrîr eylese ma’nâ vü menkûl
Hemân Mûsâ vü Hârûndur hakîkat
Bu sultânun durur her demde nusret
Zamânında nice vîrânı ihyâ
İdüben eyledi a’lâdan a’lâ
Bi-hamdi’llâh zamânında bulunduk
Fenâ burcunda mahv olub tolanduk
Sa’âdet ana yetmez mi Hudâ’dan
Virildi izz ü devlet Kibriyâ’dan
Hakkun fazlıyla bir câmi’ yapubdur
Ne kimse işidübdür ne görübdür
Bihişt-âsâ o câmi pür-münakkaş
Sanasın kim melekler eylemiş nakş
Hakîkatde o şâhun dikkatiyle
Cemî-i evliyânun himmetiyle
Tamâm ola bi-hakk-ı sırr-ı merdân
İmâm ola o beyte kutb-ı devrân
O sultân aşkına ben bu kitâbı
Yazûb derc eyledüm cümle sevâbı
Yazıldı bin yigirmi üç târihinde
Düzüldi sâ’atinde târîhinde
Umârum tâ kıyâmet bu kitâbı
Okıyana ide Hak feth-i bâbı
Du’âm oldur okıyup dinleyenden
Sözimün ma’nîsîni anlayandan
Du’â ideler İbrahim’e cândan
Hudâ ayırmaya aşkını cândan
Gökbulut, Süleyman (2003). Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi’nin Vahdetnâme/Usûl-i Muhakkıkîn’i Işığında Tasavvufî Görüşleri. Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi. 118-119.
Kasîde-i Mimiyye’den
Devriye
Hak der ki Kenz-i mahfi’yem âlemde pinhân olmışam
Zâtım münezzehdir velî ismimle insân olmışam
Zâtım ile Zâtımdayım vasfımla âyâtımdayım
Sun'ımda isbâtımdayım hem cism hem cân olmışam
Hem gevher hem kân Ben’im hem Arş hem Rahmân Ben’im
Hem sûret hem cân Ben’im hem în hem ân olmışam
Sözlerde söz olan Ben’im özlerde öz olan Ben’im
Gözlerde göz olan Ben’im kim ayn-i a’yân olmışam
Müdrik olan müdrek olan hem derk hem idrâk olan
Hem çarh hem eflâk olan gerdûnda gerdân olmışam
Evvel Ben’im âhir Ben’im (hem) Bâtın (h)em Zâhir Ben’im
Her işlerde Kâdir Ben’im her derde dermân olmışam
Gâhî mazrûf içre nihân gâhî mürekkebde iyân
Gâh bî-nişânım geh nişân gâh dehr-i ezmân olmışam
Göklerde her çarh ururum gâh yeryüzünde yürürüm
Gâh görmezem gâh görürüm gâh tob (u) çevgân olmışam
Gâh pâdişâhem gâh gedâ gâh pür-gam u gâh pür-safâ
Gâh Bû Cehl gâh Mustafâ gâh Şîr-i Yezdân olmışam
Gâh(î) vucûd gâh Mutlak’am gâh(î) mukayyed olmışam
Gâh müfredâtdâ sâriyem gâh Çâr-ı erkân olmışam
Gâh âdem ü Havvâ Ben’im gâh Hızr ile Mûsâ Ben’im
Gâh Meryem (ü) İsâ Ben’im çarmıhda sûzân olmışam
Ol Zât-i pâk’imle kamû Zâhir Ben’imle mû-be-mû
Bu sözü fehm eyle amû a’yân’a sultân olmışam
Âlem Ben’im Âdem Ben’im her ism ile hem-dem Ben’im
Her sûrete mahrem Ben’im her cisme mihmân olmışam
Fıkıh Ferâyiz’de iyân ilm-i ledünnî’de nihân
Her bî-nişândâ bî-nişân Vahdet’de yeksân olmışam
Canlar kamû cânımdadır Tâlib’ler Erkân’ımdadır
Halk cümle Dîvân’ımdadır Ben şâh-ı şâhân olmışam
Mahiyyet-i eşyâ Ben’im hem sûret(li)em ma’nâ Ben’im
Hem Kenz-i lâ-yufnâ Ben’im hem în hem ân olmışam
Âdem Safi dedikleri bil bir tecellîmdir Ben’im
Nûh-ı Nebî dedikleri ezmânda Tûfân olmışam
İbrâlıim ü Nemrûd olan Hak demeyüb merdûd olan
Ma’dûm olan mevcûd olan akl ile iz’ân olmışam
Mûsâ ile Fir’avn ile cenge ser-âgâz eyledim
Gâh Mûsâ gâh Hârûn ile Fir’avn u Hâmân olmışam
İsâ deminde mürüvvet ihyâ eden ııutkumdurur
Sokrat u Bokrat bil Ben’(im) hükümünde Lokmân olmışam
Cümle zemin (ü) âsmân Ben’den tolû kevn ü mekân
Hep Ben’dedir halk-ı cihân Ben halka hâkân olmışam
Âdem deminde söyleyen her eyleyende eyleyen
Bilinmeyen ve bilinen esrâra Furkân olmışam
Toprak atan kâfirlere Âhmed eliyle Ben idim
Uyhûya iletdi anları bu hâle hayrân olmışam
Sonrâ Ebû Bekr olmışam sonra Ömer dâhi Ben’im
Osmân-ı Zi’n-Nûr Ben’de hem bil Şâh-ı Merdân olmışam
Mervâniyân oldu tamâm Abdu’l-Azîz oldu imâm
Bir hutbede etdim selâm kâri’-i pâkân olmışam
İsnâ aşer oldum hemîn İsrâîl’e oldum hemîn
Hakkü’l-yakîn aynü’l-yakîn Mehdî-i devrân olmışam
Oldu nemûdârım cihân rengim zamân (zemîn ü) âsmân
Fermân Ben’imdir Kün fekân ser-î cihân-bân olmışam
Hem mazharım hem muzhirrim hem nâzırım hem manzurum
Hem şât(d)irim hem masdurum ihfâ vü a’yân (îyân) olmışam
Tansel, F. Abdullah (1969). “Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi ve Devriyesi”. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 17: 193-194.
Dil-i Dana Kasidesi’nden
Cihânı cümle zâtında görür zahir dil-i dânâ
Dil-i dânâda zahirdir eger dünyâ eger ukbâ
Dil-i dânâdan iste her ne istersen muhabbetle
Dil-i dânâdurur fehm eyler isen Cennetü’l-Me’vâ
Cihân eşyâsının lübbü dil-i dânâdan cem’ oldu
Bu cem'in cem’i cem’idir dil-i dânâdaki cem’â
Vücûd içre meratib var biri evvel biri âhir
Biri berzah durur kim ana derler berzah-ı kübrâ
Tekaddüm ettigi için zatı esmâ vü sıfâtına
Hüve’l-evvel denildi oldu evvel a’zam-ı esmâ
Kemaliyle zuhuru zahir oldu sırr-ı âdemde
Hüve’l-bâtın durur zatı hüve’z-zâhir sıfatıdır
Sıfat u zâtının beyninde berzahdır dil-i dânâ
Dil-i dânâ durur bilgil hüve’l-bâtın hüve’z-zâhir
Dil-i dânâ durur bilgil denilen kurb-i Ev-Ednâ
Nice biıı yıl bu devrin dönmesinden zâhir oldu dil
Cihan zerrâti cem oldu budur cem’iyyet-i kübrâ
Bu cem’iyyetde zâhir oldu vech-i zat-ı pâk-i Hak
Göründü vech-i Ademden Hudâ bi-misl ü bi-hemtâ
Gören ve görünen kendi durur bil zâhir u bâtın
Cihân vechinde kendi varlıgıdır âlim ü dânâ
Ne hâlettir ne hikmettir ne ibrettir ne kudrettir
Nebi der Hak bana âdem göründü Leyle-i Esrâ
Nebi mi’râcda Rabbim sûret-i âdemde gördüm der
Hakkı Âdemde isbât eyle gezme serseri sabra
Şu can kim dîde-i hak ile âdem kimdurur görse
Hitab-ı Len Teranî gussasın çekmez o cân ömre
Görürsün nur-i ma’na Hakkı âdemden taleb eyle
Bilinmez Hak bilinmeyince kimdir Adem-i ma’nâ
Sıfât u zâtının âyînesidür âlem ü âdem
Dogup âlemden âdem çıktı oldu âlem-i kübrâ
Eğerçi âdemi âlem dogurdu zâhiren ammâ
Bilir ârif ki ademden dogar âlem eder îdâ
Hakkın zât u sıfâtında zuhûrun âşikâr eyler
Sıfatı dahi zatından görünür bi-men ü bi-ma
Sıfat esmâsının âyinesidür suret-i âlem
Yananlı, H. Rahmi (hzl.) (2008). Hazret-i Dil-i Dânâ Oğlan Şeyh İbrahim Efendi Külliyatı. İstanbul: Kitabevi Yay. 105-106.
Divân’ından
İlahi
Sorarsan her nefes zevkim benim câm-ı safâdandır
Bu âlem içre irşâdım Muhammed Mustafâ’dandır
Gözüm yumsam fenâ fi’llâh gözüm açsam bekâ bi’llâh
Bana bu lutf u bu ihsân Cenâb-ı Kibriyâ’dandır
Benim takrîr u tahkîkim degildir kendi kendimden
Ebûbekr u Ömer Osmân Aliyyü’l-Murtazâ’dandır
Dışım aşk içim maşûk haberdâr ol bu manâdan
Bu hâliyle bu hâsılım gönüldeki cilâdandır
Yürü zâhid senin aklın bizim tevhîdimiz bilmez
Bu gencin fethi İbrâhîm’e erden evliyâdandır
Akkuş, Mehmet, Ali Yılmaz (hzl.) (2011). Osman-zâde Vassaf Sefine-i Evliya. C. 2. İstanbul: Kitabevi Yay. 488.
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Faik İsmailov | d. 1936 - ö. 1995 | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | MİKDADÎ, Mikdat Bal | d. 20.02.1954 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | Sabahattin Ali | d. 25 Şubat 1907 - ö. 1 Nisan 1948 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | İBRAHİM, Şeyh Saçlı İbrahim Efendi | d. 1591-92 - ö. 1659 | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | ÂDEM DEDE | d. 1591-1592 - ö. 1653 | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | KÂMİL, IV. Mehmed (Muhammed) Giray (Geray) | d. 1591 - ö. 1674 ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | VELÎ, Veliyüddin Efendi | d. ? - ö. Kasım/Aralık 1655 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | Mevkûfâtî Mehmed Efendi | d. ? - ö. 1655 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | Nazmî, Seyyid Ali Nazmî Efendi | d. ? - ö. 1655 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | REMZİYE BACI | d. 1890 - ö. 1946 | Meslek | Görüntüle |
11 | CÜNÛNÎ AHMED DEDE, Larendeli | d. 1543? - ö. 1620 | Meslek | Görüntüle |
12 | NAZÎF, Hasan | d. 1794 - ö. 1861 | Meslek | Görüntüle |
13 | Nazmî, Şeyh Mehmed Nazmî | d. 1622 - ö. 1701 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | Nutkî, Şeyh Muslihiddin Mustafa Nutkî Efendi | d. ? - ö. 1688 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | ÜLFETÎ, Mehmed Halife | d. ? - ö. 1665 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | SEFİL EDNA/FAKİR EDNA/EDNA/DERTLİ, Abuzer Doğanay | d. 1902 - ö. 1965 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | NAHîFî, Süleyman | d. 1665-66 - ö. 1738 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | NEŞÂTÎ | d. ? - ö. ? | Madde Adı | Görüntüle |