Madde Detay
Ziya Paşa
(d. 1829 / ö. 1880)
Şair, gazeteci, bürokrat
(Yeni Edebiyat / 19. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)
ISBN: 978-9944-237-86-4
Günümüzde kısaca Ziyâ Paşa olarak tanınan şairin adı ile ilgili ihtilaf
vardır. Bazı kaynaklarda Abdülhamid Ziyâ, bazılarında Abdülhamid Ziyâeddin
şeklindedir. Mührü Abdülhamid Ziyâeddin şeklinde kazılmıştır. Resmi yazılarında
bazen bu ismi bazen de sadece Ziyâ ismini kullanır (Bilgegil 1979:1). İstanbul
Kandilli’de 1829’da dünyaya gelen Ziyâ Paşa’nın babası Galata gümrük
memurlarından Ferîdüddin Efendi, annesi Itır Hanım’dır. Ferîdüddin Efendi aslen
Erzurum’un İspir kazasındandır. Önce doğduğu semtteki mahalle mektebine giden
Ziyâ, daha sonra devlet kademelerinde çalışacak eleman yetiştirmek maksadıyla
açılan Mekteb-i Ulûm-i Edebiyye’ye devam etti, daha sonra Bâyezid Rüşdiyesi'nde
okudu. Bir yandan da Arapça ve Farsça dersleri aldı. Yaşıtlarına göre bilgisi
ve el yazısının güzelliğiyle dikkati çekti. Henüz on altı, on yedi yaşlarında
iken Dâ'ire-i Sadâret-i Uzmâ Mektûbî Kalemi'ne kâtip olarak girdi. Burada Fatîn
Efendi, Leskofçalı Gâlib, Âlî, Hâfız Müşfik, Osman Şems Efendi, Osman Nevres ve
Kâzım Paşa gibi şahsiyetlerle tanıştı, onlarla yakın dostluklar kurdu. Mekteb-i
Ulûm-ı Edebiyye'de başladığı şiir yazmayı burada biraz daha geliştirdi. Defter-i
A'mâl adlı hatıratında Sadâret Kalemi'ne intisap ettiği yıllarda aruzu
ve şiir bilgisini Fatîn Efendi'den öğrendiğini söyler. Bu kalemde iken devrin
tanınmış şairlerinin devam ettiği Tavukpazarı'ndaki meyhanelere, Mahmud Paşa
Camisi avlusundaki kahvehanelere ve edebiyat mahfillerinden biri olan Mehmed
Lebîb Efendi'nin konağına devam etti. Yine bu sırada Şeyhülislam Ârif Hikmet
Bey'e takdim ettiği kasideleriyle onun takdirini kazandı. 1273/1856 yılında
Sadrazam Mustafa Reşîd Paşa vasıtasıyla Mâbeyn-i Hümâyûn beşinci katibi olarak
girdiği sarayda, bir yandan Edhem Paşa'nın tavsiyesi üzerine Fransızca öğrenmek
suretiyle Batı kültür ve edebiyatını daha yakından tanımaya çalışırken bir
yandan da siyasette yükselme hırsına kapıldı. Hâmisi Mustafa Reşîd Paşa'nın 1275/1858
yılında ölümü üzerine saraydaki itibarı biraz sarsılsa da 1277/1861 yılında
Sultan Abdülazîz'in tahta çıkışıyla birlikte padişaha sunduğu kasidelerle
tekrar göze girmeyi başardı. 1277/1861 yılının sonlarında her hafta salı
günleri Hersekli Ârif Hikmet Bey'in Lâleli'deki evinde toplanıp şiir ve
edebiyat sohbetlerinde bulunan, müşterek gazeller ve kasideler tertip eden
Encümen-i Şu'arâ'ya katıldı. Bu arada Âlî Paşa'ya karşı olumsuz bir tavır
takınması, giderek büyüyecek ve kendi aleyhine gelişecek olan bir düşmanlığı
başlattı. 1277/1861 senesinde Âlî Paşa'nın sadrazamlıktan azli ve yerine Fu'âd
Paşa'nın tayiniyle yükselme hırsı yüzünden ortaya koyduğu bazı tuhaf
davranışlarından dolayı Mâbeyn-i Hümâyûn'daki görevine son verilerek Zabtiye
Müşteşarlığı'na getirildi. İki hafta kadar sonra siyasi rakipleri tarafından
İstanbul'dan uzaklaştırılmak amacıyla Atina elçiliğine tayini çıkarıldıysa da
Yunanistan'da ayaklanma başladığından ve bazı nedenler ileri sürerek oraya
gitmedi. 1279/1862 senesinde paşa unvanı verilip Kıbrıs mutasarrıflığına tayin
edilerek İstanbul'dan uzaklaştırıldı. Ziyâ Paşa Kıbrıs'ta geniş çapta bir imar
faaliyetine girişti, ancak iklimiyle bir türlü uyuşamadığı Magosa'da sıtmaya
yakalandı, bir çocuğu felç oldu. Bu arada babasının da ölümü üzerine yaptığı
başvuru sonucunda ertesi yıl Meclis-i Vâlâ üyeliği ile İstanbul'a döndü. Ardından
rütbesi mîrimîrânlığın ûlâ sınıfına terfi ettirilerek beylikçiliğe yükseltildi.
Müfettişlik göreviyle gittiği Bosna-Hersek'te suistimalleri dolayısıyla
görevden aldığı defterdar ile valinin Mustafa Fâzıl Paşa tarafından himaye
edildiğini ve onların kendisinin azli için saraya başvurduklarını öğrenince
istifa etti. Bosna'dan dönmesinin ardından tekrar Meclis-i Vâlâ üyeliğine ve
birkaç ay sonra da 1280/1863 yılında De'âvî Nâzırlığı'na tayin edildi. Ziyâ
Paşa'yı İstanbul'dan uzaklaştırma kararlılığını sürdüren Âlî Paşa yaklaşık iki
yıl sonra onu Amasya mutasarrıflığına tayin ettirdi. Burada son derece mükemmel
imar faaliyetlerine girişerek Amasya ile beş kazasına hükümet konağı, altı
ilkokul, altı saat kulesi, bir idâdî bir de hapishane yaptırarak halkın
sevgisini kazandı. Buradaki her hizmetini ayrıca bir tarih manzumesi ile
âdeta ebedileştirdi. Ancak çıkarlarına dokunduğu bazı eşrafın çıkardığı
suistimal söylentileri nedeniyle 1282/1865 yılında Canik mutasarrıflığına
nakledildi. Aynı yıl yine Meclis-i Vâlâ Âzalığı göreviyle İstanbul’a döndü.
Paris’e kaçtığı 17 Mayıs 1867 tarihine kadar Muhbir’de siyasi makaleler yazdı ve Osmanlı coğrafyasında
meydana gelen gelişmelere karşı Osmanlı Devleti’nin uyguladığı politikaları
eleştirdi. Özellikle Girit’te meydana gelen olaylar karşısında basiretsiz kalan
Sadrazam Ali Paşa’yı açıkça eleştirmeye başladı. Uyguladığı politikalara
muhalif olanları İstanbul’dan çeşitli görevlerle uzaklaştıran Ali Paşa, Ziyâ
Paşa’yı tekrar Kıbrıs’a göndermek istedi. Kıbrıs’ta yaşadığı kötü hatıraları
bahane eden Ziyâ Paşa başka bir görev isteyince bu sefer Rodos’a gönderilmek istendi.
Ziyâ Paşa, Namık Kemal ve Ali Süavi ile birlikte Paris’e kaçtı. Bu tarihte
Paris’e gelen rejim muhalifleri Mısır Hidivliği konusunda haksızlığa uğradığını
düşünen Mustafa Fâzıl Paşa tarafından himaye edildi. Yeni Osmanlılar olarak
bilinen bu siyasi harekete Ziyâ Paşa’nın ne zaman katıldığı kesin olarak
bilinmemektedir. Sadrazam Ali Paşa ile yaşadığı sorunların Ziyâ Paşa’yı bu
muhalif harekete yakınlaştırdığı sanılmaktadır. Sultan Abdülaziz’in aynı yıl
Paris’e ziyarete gelmesi üzerine hükümetin isteği doğrultusunda diğer
muhaliflerle birlikte Londra’ya gitti. Burada Namık Kemal’le birlikte Hürriyet
gazetesini çıkardı. Kraliçe Victoria’nın daveti üzerine Londra’ya gelen
Padişah’a sunduğu Arz-ı Hâl isimli
eserinde istemeden geldiği Avrupa macerasının sebeplerini açıkladı. Mustafa
Fâzıl Paşa, Sultan Abdülaziz ile anlaşınca Yeni Osmanlılar olarak
isimlendirilen hareketin mensuplarına yardım etmekten vazgeçti ve hareket
kendiliğinden dağıldı. Namık Kemal gazeteden ayrılıp İstanbul’a döndükten sonra
gazetenin sorumluluğunu tek başına üstlenen Ziyâ Paşa, bu tarihten sonra
kavgasını şahsileştirmeye başladı. 67. sayıda yazdığı bir yazıdan dolayı
Osmanlı Devleti’nin şikâyeti üzerine tutuklandı. Serbest kaldıktan sonra önce
Paris’e sonra Cenevre’ye gitti. Vazgeçmesi konusundaki bütün telkinlere
rağmen Hürriyet gazetesini 100. sayıya ulaştırdı. Ali Paşa’nın
ölümünden kısa bir süre sonra İstanbul’a döndü. 1872’de İcra Cemiyeti
Reisliğine atandı. Sonra 1876’ya kadar kalacağı Şûrâ-yı Devlet Üyeliğine
seçildi. Suriye Valiliğine gönderildiği 1877’ye kadar Kanun-i Esasi
Encümeni'nde görevlendirildi. Osmanlı-Rus savaşı (Doksanüç Harbi) sırasında
askere kışlık ihtiyacı temin etmek maksadıyla kurulan Hediyye-i Askeriyye
Cemiyeti'ne başkanlık yaptı. II. Abdulhamîd'in Doksanüç Harbi'ni bahane ederek
Meclis-i Mebûsân'ı süresiz kapatmasından kısa bir süre önce İstanbul
mebusluğuna aday olacağı söylentileri üzerine vezir rütbesi ve paşa unvanıyla
1294/1877 yılında Suriye valiliğine tayin edildi. Burada yönetimdeki bazı
uygulamaları nedeniyle üç buçuk ay kadar sonra Konya'ya nakledildi. Bu defa
Konya'da bazı tefecilerin şikâyeti üzerine 1295/1878 yılında Adana valiliğine
gönderildi. Ziyâ Paşa burada ciddi imar çalışmaları yaptı ve kültür alanında da
önemli işler başardı. Ancak Kıbrıs'ta iken başlayan ve Amasya'da nükseden
hastalığı burada yeniden ortaya çıktı. 17 Mayıs 1880’de henüz elli bir yaşında iken
burada vefat etti. Mezarı Adana Ulu Camii hazîresindedir (Bilgegil 1979:1-77;
Uçman 2013:475-476; Göçgün 2007: 741-744).
Ziyâ Paşa’nın bu kadar fazla yer değiştirmesi, şüphesiz onun karakteri ile
ilgilidir. Kaya Bilgegil, Ziyâ Paşa’nın harîs (çok hırslı) bir insan olduğunu
söyler (2009:117). Görevine düşkünlüğü, açık sözlü ve dosdoğru bir insan olması
ise onun diğer karakteristik özellikleridir. İdealist, ülkesi adına endişelenen
ve Avrupa görmüş bir bürokrat olarak yaptığı uygulamalar, menfaati bozulan,
rahatı kaçan çevrelerce hoş karşılanmaz. Gittiği her yerde özellikle imar ve
kültür faaliyetlerine önem veren Ziyâ Paşa, şairliğinin ötesinde başarılı
bir devlet adamıdır. Eş’âr-ı Ziyâ (1298/1881), Zafernâme (tarihsiz-taşbasması), Rüya (1327/1910), Arz-ı
Hâl (1327/1910), Harâbât (3 cilt,
1291-1292/1874-1875), Verâset Mektupları (1326/1910), Endülüs
Tarihi (4 cilt, 1304-1305/1887-1888), Tartüf / Riyânın Encâmı (1304/1887), Engizisyon
Tarihi (1299/1882), kitap olarak yayınlanan telif ve tercüme
eserleridir (Göçgün 1987: 14-31). Bunlardan başka tercüme ettiği ancak bugün
elimizde olmayan Telemak (1889) ile yakın zamanda on iki
defter halinde bulunan ve henüz tamamı yayınlanmayan Emile (1872)
tercümesi de onun eserleri arasında sayılmalıdır. On iki defter hâlindeki Emile tercümesi
yakın zamanda Ankara'da bir sahafta bulunmuştur (Uçman 2013:478). Ayrıca Fatîn,
"Sünbül-zâde Vehbî'nin Tuhfe-i Fârisiyyesi'ne nazire şeklinde
bir Lügatnâme'si, Mütercim Âsım'ın Tuhfe-i Arabiyyesi'ne
eksik bir şerhi bulunduğunu belirtmektedir (1271: 249).
Henüz on beş yaşlarında iken lalası İsmail Ağa'nın teşvikiyle Âşık Ömer'i,
Âşık Kerem'i, Gevherî'yi okuyarak ilk edebiyat zevkini almaya başlayan Ziyâ,
onlara nazireler de yazdı. Vilâyet Mektûbî Kalemi'ndeki görevi sırasında divan
edebiyatına karşı ilgi duymaya başladı ve Enderunlu Vâsıf ile Vehbî'nin etkisi
altında şiirler kaleme aldı. Şinâsî İle Nâmık Kemâl arasında Tanzimat
Edebiyatının belli başlı özelliklerini sanatında toplayan Ziyâ Paşa, divan
şiirinin de son temsilcilerindendir. Bu köklü şiir geleneğimizin hemen her
türünde ve muhtevadan şekle, üsluba kadar tam bir devamı diyebileceğimiz tarzda
şiirler yazmış olması bunun apaçık delilleridir. Lakin her şeye rağmen onun
sanatını yeni kılan bir taraf vardır ki o da düşünce sistemidir. Sosyal ve
siyasi muhtevalı eserlerinde realizme, şahsi duygularının hakim olduğu yerlerde
ise romantizme yönelmiştir. Fikren Avrupai bir edebiyattan yana olan Ziyâ Paşa,
duygularıyla yerli kalmıştır. Edebiyat tarihimizde Ziyâ Paşa, Şinâsî'den sonra
Nâmık Kemâl ile birlikte 1277/1860'lı yıllardan başlayarak Fransız edebiyatı
etkisi altında gelişen yeni Türk edebiyatının kurucularından biri olarak kabul
edilmektedir. Şüphesiz onu günümüze taşıyan şiirleridir. Şiirlerini
topladığı Eş’âr-ı Ziyâ, Süleyman Nazif tarafından 1924’te Külliyât-ı
Ziyâ Paşa ismiyle yayınlanır. Şinasi’yi tanıdıktan sonra Batılı
filozofları keşfeden Ziyâ Paşa, devrin diğer sanatçıları gibi Aydınlanma dönemi
düşünce adamlarının etkisinde kalır (Göçgün 2007: 742, 743; Uçman 2013: 477,
478). Söz konusu etki özellikle Avrupa’ya gittikten sonra kaleme aldığı
şiirlerinde daha net görülür. Kitapta yer alan klasik edebiyatın değişik nazım
şekilleriyle yazdığı şiirlerinde bilhassa hayal, duyuş ve düşünüş itibariyle
eskinin samimi bir takipçisidir (Göçgün 1987:14). "Terkîb-i Bend" bu
şiirler içinde en önemlisidir. En çok tanınan şiirleri "Tercî-i Bend"
ve "Terkîb-i Bend"dir. Avrupa’ya gitmeden önce kaleme aldığı
"Tercî-i Bend"de etrafında gördüğü her şeyi sorgulayan bir dil
kullanır. Bu bizim şiirimizin pek alışık olduğu bir şey değildir. Doğu-Batı
düşüncesini bir arada veren şiir, Namık Kemal, Muallim Naci gibi çağdaşı
şairler tarafından çok beğenilir. Dinî, tasavvufî ve hikemî tarzda kaleme
alınan şiirde kötünün galip geldiği ve iyilerin ezildiği bir dünya, şairi her
şeyden şüpheye düşürür. Kâinatta nizamdan çok nizamsızlık vardır. İnsanı âciz
bir varlık olarak gören Ziyâ Paşa, “Kâinat ve insan karşısında derin, kuvvetli
ve sonsuz bir hayret duygusu” hisseder (Kaplan 1981: 56). Gittikçe artan bir
huzursuzluk (Tanpınar 1982:314) kâinat ve insanı kavrama noktasında şairi
sorgulayıcı bir dile götürür. "Tercî-i Bend"de içinden çıkamadığı
sorular, ondaki felsefî huzursuzluğun da kaynağıdır. Yaklaşık on bir yıl sonra
Avrupa’dayken kaleme aldığı "Terkîb-i Bend"de felsefî
huzursuzluklarına kısmen cevaplar bulmuş gibi görünse de aynı sorgulayıcı dil
burada da devam eder. İnsan ve kâinatı “adalet” ekseninde ele alan şair, insanı
daha idealize bir varlık olarak görür. Ona göre insanlığın ölçüsü, insanın
kendine ve bütün insanlığa karşı sahip olduğu “mesuliyet” duygusudur. Eş’âr-ı
Ziyâ’yı “garip bir şekilde” yeni bulan Tanpınar, onunla edebiyatımıza,
o zamana kadar tanımadığımız bir nevi felsefî huzursuzluğun girdiği
kanaatindedir (Tanpınar 1982:312). Şiirin muhtevasında meydana getirdiği bu
yeniliği şekilde yaptığı söylenemez. Tanpınar onun “aruzu en sakat
kullanan şairlerden biri” olduğunu söyler (Tanpınar 1982:313). Ziyâ
Paşa’nın Zafernâme adlı manzum yazılmış bir
siyasi tenkit kitabı daha vardır. Bu kitap, “Zafernâme” isimli bir kaside,
bir tahmîs ve bu tahmîse yapılan şerhten oluşur. Girit isyanını, isyancıların
isteklerini yerine getirerek bastıran ve bunu bir zafermiş gibi gösteren Ali
Paşa’nın övülüyormuş gibi yapılarak alaya alındığı bir eserdir. Eserdeki üç
şiir de başkalarının ağzından kaleme alınır. Zafernâme’yi 1867’de
Paris’te yazmaya başladığını ve Cenevre’de 1870’te tamamladığını söyleyen Ziyâ
Paşa, bu eserinde siyasi rakibi Ali Paşa’nın gerçek yüzünü göstermeye
çalışır. Zafernâme, Ziyâ Paşa’nın “hâkimâne” bir eda ile
yazdığı ve söyleyiş ustalığını gösterdiği önemli bir eserdir. Ali Paşa’yla
birlikte kendini saraydan uzaklaştıran ve Avrupa macerasına iten
sebepleri Arz-ı Hâl ve Rüya’da da anlatmaya devam
eder. Verâset-i Saltanat-ı Seniye (Veraset Mektupları) de
devletin yanlış işleyişi ile ilgili bir eserdir. Avrupa’da kendilerine bir süre
hâmîlik yapan Mustafa Fâzıl Paşa ve çocuklarının yeni verâset usulünden olumsuz
şekilde etkilendiklerini ve bu durumun düzeltilmesi gerektiğini anlatır. Onun
şiirleri şekil olarak eskinin devamı, ancak muhtevası bakımından yenidir.
Özellikle "Terkîb-i Bend"deki bazı beyitler, atasözü kıvamında hikmet
yüklü ifadelerden oluşur. Doğu ve Batı'yı aynı potada harmanlayan Ziyâ Paşa,
düşünce itibariyle yenidir ve Batı'ya daha yakındır. Avrupa’dayken kaleme
aldığı “Şiir ve İnşa” (1868) makalesi, özellikle “Bizim şiirimiz hangisidir?”
sorusuyla sonradan edebiyatımızın gündemini meşgul eden tartışmalara kapı
aralar. Arap, İran ve Çağatay sahasında yazılmış şiirlerden seçmeleri ihtiva
eden ve Harâbât (1874) isimli üç büyük ciltlik Divan şiiri
antolojisine yazdığı manzum ön sözde bu düşüncelerini değiştirse de “Şiir ve
İnşa” makalesi etrafında yapılan tartışmalar Türk şiirinin geleceği açısından
faydalı olur. Eski şiiri yıkma konusunda yol arkadaşlığı yaptığı Namık Kemal,
Ziyâ Paşa’nın “Harâbât Mukaddimesi” ile bu sürece verdiği tahribatı çok
ağır bir dille eleştirir. Edebiyatın yenileştirilmesi sürecine Batı
edebiyatından yaptığı tercümelerle şiir, nesir ve tiyatro türünün gelişmesine
katkıda bulunan Ziyâ Paşa, dönemin sade dil anlayışını birçok eserlerinde
başarıyla uygular. Moliѐre’den yaptığı Tartuffe yahut Riyânın Encâmı isimli
tercümesi edebiyatımız açısından önemlidir. Tanpınar, “Şiir ve İnşa”
makalesinde herkesin rahatlıkla anlayacağı bir dili edebiyatın gündemine
taşımasından dolayı onu “Saf Türkçe cereyanının en büyük yol açıcılarından
biri” kabul eder (Tanpınar 1982:336). Onun şiirinin en önemli özelliklerinden
biri hemen hemen her şiirinde felsefî huzursuzluğun bulunmasıdır.
Siyasi konular da Ziyâ Paşa'yı bir hayli meşgul eder. Aslında
onun siyasi eleştirilerinin odağında Ali Paşa vardır. Siyasi rakibi Ali Paşa’ya
yönettiği eleştiriler üzerinden devrin bürokratik çürümüşlüğünü görmek
mümkündür. Kasidelerinde İran şairlerine benzemekle öğünen Ziyâ Paşa, bazı
gazellerinde Nedim, Nâbi ve Nâilî’yi hatırlatır (Göçgün 1987:14).
Ziyâ Paşa, Şinasi ve Namık Kemal ile birlikte Tanzimat’ın ikinci nesli
dediğimiz şairler üzerinde etkili olmuştur.
İbnü'l-Emin'in bildirdiğine göre Ziyâ Paşa son derece keskin bir zekâya
sahip, güzel konuşan, bulunduğu meclisi şenlendiren, sohbetine doyulmaz, konuya
göre hikâye anlatmakta meşhur, hiciv ve mizaha meyilli fakat iş başında çok
ciddi ve biraz da sert bir kişiliğe sahipti. O dönemde meşhur bir gelenek olan
resim altı ve resim arkasına şiir yazmak konusunda da ustaydı (İnal 1988: 2052,
2056).
Kaynakça
Apaydın, Mustafa (2001). Türk Hiciv Edebiyatında Ziyâ Paşa.
Ankara: KB Yay.
Bilgegil, M. Kaya (2009). Harâbât Karşısında Nâmık Kemâl.
Erzurum: Salkımsöğüt Yay.
Bilgegil, M. Kaya (1979). Ziyâ Paşa Üzerine Bir Araştırma.
Ankara: Atatürk Üniversitesi Yay.
Bilgegil, Kaya (1980). Yakın Çağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerine
Araştırmalar II. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yay.
Bursalı Mehmed Tahir (1333). Osmanlı Müellifleri. C. II.
İstanbul.
Fatîn Dâvud (1271). Hâtimetü'l‑Eş‘âr. İstanbul.
Göçgün, Önder (1987). Ziyâ Paşa. Ankara: Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yay.
Göçgün, Önder (2007). "Ziyâ Paşa". Türk Dünyası
Edebiyatçıları Ansiklopedisi. C. VIII. Ankara: AKM Yay. 741-744.
İnal, İbnü'l-Emin Mahmud Kemal (1988). Son Asır Türk Şairleri. C.
IV. İstanbul: Dergah Yay.
Kaplan, Mehmet (1981). Şiir Tahlilleri 1 Tanzimat’tan Cumhuriyet’e.
İstanbul Dergâh Yay.
Kurgan, Şükrü (1953). Ziyâ Paşa: Hayatı, Sanatı, Eserleri.
İstanbul.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1982). On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı
Tarihi. İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
Uçman, Abdullah (2013). “Ziya Paşa”. İslâm Ansiklopedisi.
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 475-479.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. ABDULLAH ŞENGÜL - PROF. DR. MEHMET ARSLANYayın Tarihi: 15.11.2017Güncelleme Tarihi: 13.11.2020
Yayın Tarihi: 15.11.2017Güncelleme Tarihi: 13.11.2020
Güncelleme Tarihi: 13.11.2020
Eser Adı | Yayın evi | Basım yılı | Eser türü |
---|---|---|---|
Eş’âr-ı Ziyâ | Mihran Matbaası / İstanbul | 1298/1881 | Şiir |
Engizisyon Tarihi | Matbaa-i Ebuzziya / İstanbul | 1299/1882 | Çeviri |
Tartüf / Riyânın Encâmı | Matbaa-i Ebuzziya / İstanbul | 1304/1887 | Çeviri |
Endülüs Tarihi | - / İstanbul | 1304/1887 | Çeviri |
Endülüs Tarihi | - / İstanbul | 1304/1887 | Çeviri |
Endülüs Tarihi | - / İstanbul | 1304/1887 | Çeviri |
Endülüs Tarihi | - / İstanbul | 1305/1888 | Çeviri |
Rüyâ | Hürriyet Gazetesi No:68-69 / Londra | 11-18 Ekim 1327/1910 | Diğer |
Arz-ı Hâl | Dersaadet / İstanbul | 1327/1910 | Diğer |
Verâset Mektupları | Dersaadet / İstanbul | 1326/1910 | Diğer |
Külliyât-ı Ziyâ Paşa | Yeni Matbaa / İstanbul | 1342/1924 | Şiir |
Zafernâme | - / - | - | Diğer |
İlişkili Maddeler
Sn. | Madde Adı | D.Tarihi / Ö.Tarihi | Benzerlik | İncele |
---|---|---|---|---|
1 | Müge İplikçi | d. 18 Ocak 1966 - ö. ? | Doğum Yeri | Görüntüle |
2 | BÂKÎ, Seyyid Abdülbâkî | d. 1630 - ö. 1679 | Doğum Yeri | Görüntüle |
3 | ÂZERÎ, Bostan-zâde İbrahim Âzerî Efendi | d. ? - ö. Ekim 1647 | Doğum Yeri | Görüntüle |
4 | İZZET, Hüseyin İzzet Efendi, Karaferyeli | d. 1829 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
5 | ATÂ | d. 1829 - ö. ? | Doğum Yılı | Görüntüle |
6 | ŞÂKİR EFENDİ, Gelibolulu Elhâc | d. 1829 - ö. 1859 | Doğum Yılı | Görüntüle |
7 | İRŞÂDÎ, Ahmed | d. 1819-1820 - ö. 1880-1881 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
8 | HUMO, Ömer Hazım | d. ? - ö. 1880 | Ölüm Yılı | Görüntüle |
9 | RİF'AT, Rif'at Dede | d. 1810? - ö. 1880? | Ölüm Yılı | Görüntüle |
10 | Ruşen Hakkı Özpençe | d. 21 Temmuz 1936 - ö. 11 Nisan 2011 | Meslek | Görüntüle |
11 | Kadir Aydemir | d. 13 Eylül 1977 - ö. ? | Meslek | Görüntüle |
12 | Nevzat Yalçın | d. 1 Eylül 1926 - ö. 31 Ekim 2012 | Meslek | Görüntüle |
13 | Ahmet Kemal Akünal | d. 30 Kasım 1873 - ö. 1942 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
14 | Şakir Şevket | d. 1847 - ö. 1878 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
15 | Hayriye Melek Hunc | d. 1896 - ö. 25 Ekim 1963 | Alan/Yüzyıl/Saha | Görüntüle |
16 | ABDÎ, Çeteci Abdullah A.Paşa | d. ? - ö. Ekim-Kasım 1760 | Madde Adı | Görüntüle |
17 | ALİ, Hekimoğlu Ali Paşa | d. 4 Haziran 1689 - ö. 14 Ağustos 1758 | Madde Adı | Görüntüle |
18 | DAMAD İBRAHİM PAŞA | d. ? - ö. Ekim 1730 | Madde Adı | Görüntüle |